Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

Diktatörler için rehabilitasyon

Diktatörler için rehabilitasyon

Selçuk Erez
Cumhuriyet, 24.5.2018
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)


Diktatörler, aslında aynen Martin Luther King’den önceki ABD zencileri gibi hakları yenilen, Çarlık Rusyası’nın mujikleri gibi ikinci sınıf insan muamelesi gören kimselerdir: Vatandaşlarının sayısı giderek artan bir bölümü, bu zavallılara hakaret eder, beddua okur, onları yeren, onlarla alay eden şiirler yazar, şarkılar besteler, bazen de bunları kentin en işlek caddelerinin duvarlarına bile yazarlar. Diktatörler, bugüne dek bir sendikada ya da dernekte bir araya gelip haklarını arayamamış olduklarından başlarına kötü şeyler gelir.

Onlar, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” gibi slogan atan eylemcilere sinirlenip üzerlerine polis, göz yaşartıcı gaz ve su fışkırtan TOMA araçları salacaklarına, onların dediklerine kulak verselerdi örgütlü mücadeleden başka çıkar yol olmadığını kavrarlardı.

Diktatörler gelecekleri konusunda da herhangi bir güvenceye sahip değillerdir: Belli bir emekliye ayrılma yaşları yoktur; çoğunun emeklilik işlemleri genellikle aceleye gelir, apar topar gitmek zorunda kalırlar.

Bahtsızlıkları, emekli olduktan sonra da sürer: Örneğin Merkezi Afrika Cumhuriyeti’nde 13 yıl ortalığı kasıp kavurduktan sonra bir darbe ile devrilen Bokassa, 7 yıl ülke ülke dolaşıp memleketine döndüğünde başına gelenler, pişmiş tavuğun ibiğine bile değmemiştir: Birçok insanı öldürtmek, bazısını da yemekle suçlanıp önce idama mahkûm edilmiş, sonra karar hapse çevrilmiştir.

İran Şahı Rıza Pehlevi de bunlardandı: Günün birinde gümbürdek emekli edileceğini, kendisine emekli aylığı bile bağlanmayacağını babasından öğrenmiş olduğundan “sırası gelince sığınırım” diye ABD’nin bir dediğini iki etmemişti. Bu tutumu bir işe yaradı mı? Ne gezer? Hasta hasta gittiği ABD, O’nu kısa sürede sınır dışı etti: Zavallı, ömrünün son yıllarında ülke ülke dolaşmak zorunda kaldı, sonunda Kahire’de öldü.

Bütün bu çektiklerine karşın onların dertleriyle Rohinya Müslümanlarınınki kadar bile ilgilenen yoktur. “İktidardayken o denli çok aşağılık davranışlarda bulunmuş, gaddarlık sergilemiş, kötülük yapmış olan bu güruha yerlerinden ayrıldıktan sonra neden acıyalım?” diyenlerin sayısı maalesef pek çoktur..

Konuya böyle bakanlar haklıysalar, yani diktatörleri gerçekten örneğin yaşamları boyunca çok yanlış şeyler yapmış uyuşturucu bağımlıları gibi düşünmemiz gerekiyorsa yine de ellerinden tutmalı ve aynen “Drug addicts anonymous” yani “Adsız Narkotikler” ya da “Adsız Alkolikler” gibi bir “Dictators Anonymous” yani “Adsız diktatörler” grubu kurup onları bir araya getirmeli ve bu kötü alışkanlıklarından vazgeçmelerini sağlayıcı bir rehabilitasyon tedavisinden yararlanmaları sağlanmalıdır.
==================================
Dostlar,

İstanbul Tabip Odası’nın önceki başkanı, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin duayen kadın – doğum hocalarından, 80+ yaşlardaki “delikanlı” yazarı Prof. Selçuk Erez hocamızın hiciv yeteneğine alkış!

Dileyelim, gökten düşen 3 elma doğru sahiplerini – yerlerini bulur, gerekli dersler alınır ve yapılması gerekenler ilgililerce zamanında yapılır!?

Sevgi ve saygı ile. 28 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Not     : Biz yazıyı sonlandırırken Erdoğan’ın Isparta konuşması TV ekranına geldi..
Erdoğan, sesini olabildiğince yükselterek mitingi izleyenlere Üniversiteyi Isparta’ya kimin getirdiğini sordu 2 kez üst üste. Ardından da yine çooook bağırarak ve vurgulu bir tonla, “Biz getirdik üniversiteyi Isparta’ya, biz getirdik..” diye öfori içinde haykırdı..

İnternetten hemen araştırdık; bu üniversitenin kuruluş tarihi 11 Temmuz 1992..
Erdoğan o zaman Refah Partisi’nde siyasete ısınıyor.. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olması 1993.

Takdirini halkımıza ve tarihe bırakıyoruz..
Basit bir dil sürçmesi mi, heyecan mı (!), halka yutturma denemesi mi; yoksa ileri derecede yorgunluğun – tükenmenin – sürmenajın ipucu mu? Örn. konfabulasyon (masal uydurma) mu?

M. Akşener de dün mitinginde;
– başı direksiyona düşen,
– yorgun ve uykusuz,
– üstelik de ehliyetsiz

bir şoförün otobüsüne biner misiniz??… diye kitlelere soruyordu..

Biz de açık açık yazdık bu sitede, Erdoğan artık çekilmeli..

Erdoğan biyolojik ve psikolojik olarak çok yıprandı hatta tükendi.
Ciddi hatalar yapabilir, yapıyor ve ülkemize çooook zararlı olabilir, olmakta…

  • Erdoğan’ın 13 Mayıs 2018’de Londra’da Bloomberg TV’de söyleşide yaptığı çok ciddi – kritik hatalar, ülkemizi ağır bir devalüasyona, uzun sürecek ekonomik bunalıma sürükledi..
    (Bu konuyu da Kadri Gürsel’in makalesini web sitemizde yayınlayarak işledik..)

Erdoğan, tam donanımlı bir özerk – yansız üniversite hastanesinden veya TTB’nin (Türk Tabipleri Birliği) kuracağı bağımsız uzmanlar kurulundan sağlık raporu alabilir mi?
“Kamu görevine uygundur” raporu alabilir mi?
“Cumhurbaşkanlığı yapmaya sağlığı elverişlidir” raporu alabilir mi??
Alsa ve malvarlığı gibi düzenli olarak her yıl, Batı’da olduğu gibi kamuoyuna açıklasa ne olur?

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 28 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Türk Lirası’nı kim çökertti?

Türk Lirası’nı kim çökertti?

Kadri Gürsel
Cumhuriyet, 25.5.2018
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Türk Lirası’nın krizi karşısında iktidarın büyük sözcüleri aynı öyküyü anlatıyorlar:
* “Yurt dışı kaynaklı operasyon… Dolarla oynayarak seçim sonucunu değiştirmeye çalışıyorlar, millet oyunu gördü.
Yine “dış güçler” tezviratını dinliyoruz. Kaynağı iktidarın zirvesi olan büyük sorunu, bir “yansıtma numarası” ile yurt dışına ihraç etmeyi deniyorlar. Bu numaraya başvurdukları günün akşamı ise Merkez Bankası’nın elini kolunu bağlayan ipleri biraz gevşetiyorlar: “Geç likidite borç verme faizi” 3 puan artırılarak %13.5’ten %16.5’e yükseltiliyor. ABD Doları 4.90 düzeyinden 4.57’ye dek geriliyor ama dün sabah bir bakıyoruz 4.70’e tırmanmış. Velhasıl alınan tedbir Türk Lirası’nın değer yitirmesini önlemekte yetersiz kalıyor. Uzmanlar mutabık:
Çok gecikmiş, çok küçük bir adım.
Hani “oyun” diyorlar ya, “operasyon”, “dış güçler”… Türk ekonomisini felakete sürükleyen yapısal ve idari nedenleri bir yana koyalım, şunları hatırlatmak yeter:
– ABD Doları 4.0’ı ne zaman görmüştü?

Nisan başında… 
– 24 Haziran baskın seçimleri ne zaman ilan edildi? 
18 Nisan’da… 

Kriz “Ben geliyorum” diyordu zaten.

Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim öncesinde krize yakalanmamak için seçimi krizin önüne aldı, baskın seçime gitti. Bu bir panik emaresiydi. Yine de “TL krizi”ne yakalanmaktan kurtulamadı. Ama bardağı taşıran son damla kendisine aitti. 

Cumhurbaşkanı 13 Mayıs’ta Londra’ya gitti. ABD Doları o gün 4.3 düzeyindeydi… 
Erdoğan, 14 Mayıs Pazartesi günü iktidardaki siyasi kariyeri boyunca ilk kez bir TV kanalına ön denetimsiz ve sansürsüz söyleşi verdi. Londra’daki Bloomberg TV söyleşisinin senaryosunu Erdoğan’ın danışmanları değil, soruları soran gazeteci Guy Johnson yazmıştı, denetim gazetecinin elindeydi. 

Bütün sorular Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçimini kazanacağı varsayımına dayanıyordu. Söyleşinin etkisini artıran da zaten bu varsayımın dünya piyasaları tarafından satın alınmış olmasıydı. Johnson, yanıtlarını alana dek aynı soruları üst üste sordu Cumhurbaşkanı’na. 

Ve Erdoğan, 24 Haziran’dan sonra “yürütmenin olmazsa olmaz başı” olarak Merkez Bankası’na daha güçlü biçimde müdahale edip para politikalarını belirlemede daha etkin rol oynayacağını… Reel faizi sıfırlamayı amaçladığını… Merkez Bankası’nın, yürütmenin başı olan bir başkanın vereceği sinyalleri bir kenara koyacak halinin olamayacağını… Kendisi cumhurbaşkanı seçimini kazanır ve fakat partisi parlamentoda azınlığa düşerse buna göre hazırlıklarının olduğunu, “yani A planı, B planı, C planı, bütün bunların hepsinin tabii ki olacağını” söyledi Guy Johnson’a… 

Böylece piyasa aktörleri, Erdoğan’ın başkanlığındaki bir Türkiye’de bağımsız bir merkez bankasının olamayacağını, faiz politikalarını onun belirleyeceğini, faiz denetiminin tam anlamıyla siyasallaşacağını, Türkiye’nin yatırıma uygun bir ülke olmaktan kesinlikle çıkacağını anladılar. 
Erdoğan’ın faiz karşıtlığının ideolojik olduğu da görülüyordu ki Bloomberg TV’nin gazetecisi sordu: 

İslam inancının faiz hakkındaki pozisyonunu gözden geçirmesi gerektiğini düşünüp düşünmediğinizi merak ediyorum…” 

Erdoğan geçiştirdi ama gazeteci vazgeçmedi: 
Neden reel faizin sıfır olması gerektiğini düşünüyorsunuz?” 

Nihayet Erdoğan, memleketin zaten aşina olduğu teorisini dünyaya ifşa etti: “Bir defa sebep-netice ilişkisine baktığımız zaman, faiz sebeptir, enflasyon neticedir. Faiz ne kadar düşük olursa enflasyon da o kadar düşük olacaktır.” 

Ekonominin herkesçe bilinen temel ve basit gerçeklerini ters yüz eden bu yanıt, uluslararası yatırımcılar tarafından şaşkınlık ve hayretle karşılandı. Erdoğan’a karşı duydukları kuşku ve güvensizlik daha da arttı. 

Erdoğan’ın “Faiz sebep, enflasyon sonuç” şeklindeki iddiasını, faiz karşıtı ideolojik tutumunu örtmek için bir şal olarak kullandığını öğrenseler de bu netice değişmezdi. Erdoğan aynı görüşleri uluslararası yatırımcılarla yaptığı toplantıda da tekrarladı. 
Ertesi sabah, Reuters’ın geçtiği haberde, bir fon yöneticisinin Erdoğan’ın arkasından, “Neden Londra’ya gelip, kurumsal yatırımcılara esasında duymak istediklerinin tam tersi olan bu mesajı verirsiniz ki?” diye serzenişte bulunduğu yazıyordu. 

Erdoğan’ın neden olduğu güven yitimi ABD Doları’na istemi bir anda artırdı, dolar bir günde 4.3’ten 4.5’e çıktı. Sonra 5’e dayandı. Gerisini biliyorsunuz. 

  • Yurt dışı kaynaklı bir operasyon, bir oyun muydu bu? 
  • Hayır, yurt içi kaynaklı vahim bir hataydı.
    =======================================
    Evet dostlar,

    Sisler giderek dağılıyor ve son 2 haftadır yaşadığımız ve acı faturası geleceğe kesinlikle uzanacak olan ağır bunalımın ardalanını (background) daha da net öğreniyoruz..

Ülkesine ve 81 milyon insanına böylesine acılar çektiren ürkünç (vahim) hatalar yapan bir yöneticinin hala görevinde oturabilmesi nasıl bir siyaset – ahlak – etik – vicdan – hukuk – insanlık – din… anlayışıdır??

Bu değerleri zerrece içselleştirmiş bir insanın derhal görevi bırakması, halkından özür dilemesi gerekmez mi? Üstelik daha önceleri kezlerce “kandırıldığı” masalları anlatan birisi.. Dahası “İstanbul’a ihanet etmişiz.” itirafı yapan birisi..

24 Haziran 2018 baskın – adaletsiz – tuzak seçimlerine koşar adım sürüklenen Türkiye’nin güzel ve akıllı insanları, hak etmedikleri tüm bu oyunları – hileleri… mutlaka değerlendirecektir.

Sevgi ve saygı ile. 28 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Bağımsızlık: Merkez Bankası için mi Türkiye için mi?

Bağımsızlık:
Merkez Bankası için mi Türkiye için mi?

Birgül Ayman Güler

Birgül Ayman Güler
Aydınlık, 27.5.2018

(AS: Bizim katkımız ve “eşit yurttaşlık” / “yurttaşların eşitliği” irdelememiz yazının altındadır..)

Son günlerde bağımsızlık isteyenler çoğaldı. Ama şaşılacak şey, çoğu kimse bağımsızlığı Merkez Bankası için istiyor. Türkiye’nin bağımsızlığından söz eden çok az.

Politikanın sahibi IMF, Rusya’yı ziyarette olan başkanı Lagarde’ın ağzından, piyasaların sesi televizyon kanalı Bloomberg sunucuları aracılığıyla “siyasetçilerle Merkez Bankası arasında uyumsuzluk” olmaması gerektiğini, merkez bankalarının “bağımsız” olması gerektiğini buyurdu. Buyurma hakkı var; çünkü bu politika öz be öz onun politikası. Türkiye’ye dayatılıp kabul ettirilmesi de 2001’de kendi memurları olan Kemal Derviş eliyle olmuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Merkez Bankası’nın ülkenin devlet yönetimine ve hesap veren siyaset makamlarına duyarsız olamayacağını söylemişti. Doğru söylemişti. Ne var ki, hepimizin gözleri önünde geri adım attı.

Geri adım, gene Bloomberg – Habertürk yazarı Abdullah Yıldırım’ın yorumuyla şöyle ilan edildi: Cumhurbaşkanı Erdoğan “geçen hafta başında Londra’da Bloomberg TV’ye verdiği röportajla yabancı yatırımların çok önem verdiği Merkez Bankası’nın bağımsızlığı konusundaki sözlerine dünkü konuşmasıyla düzeltme de yaptı: ‘Para politikalarında küresel yönetişim biçimlerine bağlı kalacağız” dedi.

Küresel yönetişim biçimlerine bağlı kalmak….

Özet budur. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, bu kurumun “küresel yönetişim” mekanizmalarına bağımlı olması demek. Böylece siyasal iktidar, bir zamanlar “piyasalar” denen ve şimdi daha cüretkar biçimde “küresel yönetişim” diye adlandırılan “şey”i, Türk Milletinin egemenlik hak ve yetkisinin üzerinde olduğunu kabul ediyorum demeye zorlandı.

CHP’den Faik Öztrak, Lagarde’ın parmak sallamasından ve Erdoğan’ın açık taahhüdünden bir iki gün önce, “Türkiye Merkez Bankası’nın bağımsızlığı konusunda topluma taahhütte bulunmalıdır” diye yazılı bir açıklama yapmıştı.

Hangi “toplum”a? Türk toplumunun, seçmenlerin böyle bir taahhüt beklentisi mi var? Elbette yok. Herkesin malumu. Bu taahhüt talebi, Bloomberg yazarının söylediği gibi “yabancı yatırımcılar”a ait. Hem de yalnızca kredi – borç veren, senet – sepet alarak para satan para-sermayedarı sözde yatırımcıların talebi. “Toplum” dediği bu. “Toplum”, Öztrak’ın da üzücü desteğiyle, Cumhurbaşkanının ağzından “taahhüdü” koparmış oldu.

Aynı köşeden Selin Sayek Böke, 2001 Kemal Derviş zamanından beri duyduğumuz o tuhaf söz dizimini dillendirip Merkez Bankası uygulama araçlarını kullanmada bağımsız olmalıdır türünde laflarla o “toplum”un sözcüsü olduğunu gösterdi.

Şimdi İYİP’te siyaset yaptığını bildiğimiz, önceden Merkez Bankası’nda başkanlık yapmış Durmuş Yılmazekonomiyle inatlaşmak olmaz, inatlaşırsan böyle olur” diyerek içimizi ezdi. Ekonomi, yani küresel yönetişim mekanizmaları… Onunla inatlaşma, ne gerektiriyorsa onu yap!

  • Küresel yönetişim kuralları denen “şey”,
    günün emperyalizminin ta kendisi, başka bir şey değil.

Paranın küresel egemenleri, 1989’dan başlayarak, merkez bankalarını ülkesinin siyasal iktidarından ve halkının güncel ve gelecek hedeflerine değil küresel iktidarın gereklerine bağlanmasını sağlamak için yapmadıklarını bırakmamışlardı. Türkiye’ye bunu 2001 yılında kabul ettirdiler. O günden bu yana, kazandıkları bu mevziyi korumak için can hıraş kavgadalar.

Bizim açımızdan 2001 yılında çıkarılan “bankanın bağımsızlığı” kararı, Merkez Bankası’nın 1927 – 1933 yılları arasında kuruluşundan itibaren (AS: bu yana) milli bir banka olarak geliştirilmesi için verilen uzun savaşı yitirmemiz anlamına gelmişti. O tarihte küreselciler zafer sarhoşuydu. Tek dünya hükümeti kurmaya doğru yürüdüklerini söylüyorlardı. Kolay zafer kazanmışlardı.

Ama şimdi 2018’deyiz.
– Küreselcilik battı.
– Dolar – avro sarsılan tahtlarının derdindeler.

Küresel yönetişim kuralları’nın her yanı sarkmaya başlamışken…
Merkez Bankası’nın bağımsızlığı üzerinden teslimiyet tazelemenin ne anlamı var?

Dünyanın çöken kuvvetlerine yaslanmış ‘büyük’ muhalefet ve bunlara teslimiyeti çıkış sayan iktidar… Bizim gerçek sorunumuz, bu durumdan başka bir şey değil.
======================================================
Dostlar,

Nefis bir irdeleme değil mi?!
CHP’nin önceki vekillerinden, SBF’nin yetkin hocalarından, eski YÖN geleneğini sürdüren, efsane hocamız Mümtaz Soysal ekolünden, özelleştirmelere karşı yılmaz savaşçı… ve AYDINLIK yazarı, ne yazık ki akademiadan “erken emekli” bilim kadını..
*****
Yeri gelmişken, 27 Eylül 2013’te her ikisi de milletvekili iken Güler ve Batum’un bir basın açıklamasına yer vermek gerek :
*****
…….
“Eşit yurttaşlık”, bir ülkede toplulukların (halkların, milliyetlerin, cemaatlerin) birbirlerine eşitliği temelinde kurulan sistemi anlatır.

Farklı etnisite ve inanç topluluklarının hukuki-siyasi olarak tanınması; farklı toplulukların birbirleri karşısında konumlandırılması demektir. Bu etnikçi anlayış, bir tür yeni-feodalizm 
icadıdır. Oysa CHP Programı, devletin yurttaşların etnik köken, inanç, cinsiyet, vb. topluluk özellikleri karşısında kör kalmasını, bunlardan bağımsız olarak her yurttaşın birey olarak eşitliğini yükseltir.

Bizim için “eşit yurttaş” değil, “yurttaşların eşitliği” ilkesi esastır. 

Sayın Atilla Kart anayasaya ve evrensel kavramlara böyle yaklaşıyorsa, anayasanın “ilk dört maddesinin güçlendirilmesi” hedefine ulaşamayacağı çok açıktır. Üstelik tam tersine İlk 4 maddeyi içeriksiz, güçsüz ve temelsiz bırakacaktır. Bu yaklaşım, CHP için çok açık olan “ilk dört madde kırmızı çizgimizdir” ilkesini reddetmek anlamına gelmektedir.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur. 27 Eylül 2013, Ankara
Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER                                    Prof. Dr. Süheyl BATUM
CHP İzmir Milletvekili, PM Üyesi                                   CHP Eskişehir Milletvekili
*****

Günümüzde CHP’den bu sesler – itirazlar yüksel(e)miyor..
Güler ve Batum hocalarımız artık CHP vekili değiller..
CHP’nin 24 Haziran 2018 seçim bildirgesinde “eşit yurttaşlık” vurgusu yapılmakta.

CHP giderek sağa kay(dırıl)makta..
Giderek AKP ile epey bir politik arakesiti / ortak söylemi – programı olacak..
Sistem 2,5 partiye dayandırılmak isteniyor küresel merkezlerce..

Hazin hazin izliyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 28 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

27 Mayıs : Büyük Devrim 58 yaşında

Büyük Devrim 58 yaşında

Büyük Devrim 58 yaşında

Hikmet Çiçek
AYDINLIK, 27 Mayıs 2018

(AS Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Devrimci ağabeyimiz emekli Kurmay Albay Suphi Karaman’ın anısına…

Çankaya tepelerinde tanyeri ağarıyor. 27 Mayıs 1960 sabahındayız. Saat 03.45’te Tümgeneral Cemal Madanoğlu komutasındaki dört kişilik ekip arkası açık bir pikapla Kara Harh Okulu’ndan hareket ediyorlar. Devrim, on dakika önce bir baskınla ele geçirilen Sıkıyönetim Karargahı’ndan yönetilecekti. Komuta merkezini teslim alan genç yarbay ise Suphi Karaman‘dır. Meclis’in Dikmen kapısının karşısında, şimdi Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Komutanlığı (ATESE) (AS: ATASE olacak) olarak kullanılan bina, 52 yıl önce Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’ydı. Devrimin parolası “İnkılap“, işareti “el kaldırma” idi.

Genç subaylar yaydan boşalmış birer ok gibi önceden planlanan hedeflerine koştular. Orduevi, Radyoevi, Büyük Postane, Çankaya Köşkü vb. birer birer ele geçirildi. Aynı saatlerde İstanbul’daki Kemalist subaylar da görevlerini yerine getiriyorlardı.

Bundan 58 yıl önce Türkiye büyük bir devrim yaşadı.

Meşruiyetini yitirmiş Demokrat Parti iktidarı Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yıkıldı. Tarihimizin 150 yıllık kısa zaman diliminde dördüncü büyük devrim (1876, 1908, 1920, 1960) gerçekleşti.

“KOMİTE”

27 Mayıs’ın ilk örgütlenmesi Mayıs 1959’da dört kişi ile başladı. Bunlar hiyerarşik sıra ile Kurmay Albay Osman Köksal, Kurmay Yarbay Sadi Koçaş, Kurmay Yarbay Sezai Okan ve Kurmay Binbaşı Suphi Karaman‘dı.

Ankara’daki ilk gizli toplantı Sadi Koçaş’ın evinde yapıldı. Koçaş’ın kiracısı olduğu evin sahibi, daha sonra komiteye katılacak olan Kurmay Yarbay Sami Küçük‘tü. Bir yıl sonra, 27 Mayıs Devrimi‘ni gerçekleştirecek olan Komite’nin çekirdeğini bu adlar oluşturuyordu.

1959 yılının Eylül ayında ihtilalciler, dört kişiden oluşan çekirdek kadro 8’e çıktı. Komite’ye Kurmay Yarbay Alpaslan Türkeş, Kurmay Yarbay Orhan Kabibay, Kurmay Binbaşı Mustafa Kaplan ve kurmay olmayan fakat gözü kara bir ihtilalci olan Yüzbaşı Rıfat Baykal dahil edildi.

Toplantılar Kurmay Binbaşı Mustafa Kaplan’ın Ankara Maltepe semtindeki evinde yapılıyordu. Bu arada Komite genişlemesini sürdürdü.

Dokuzuncu kişi Kurmay Binbaşı Vehbi Ersü, onuncu subay ise Kurmay Yarbay Rafet Aksoyoğlu oldu. Bu dönemde devrimin yönetici çekirdeğine İstanbul’dan ilk subay dahil edildi: Kurmay Binbaşı Orhan Erkanlı. 1960 yılı ocak ayının ortalarına doğru bir dış ülkeden görevden dönen Kurmay Yarbay Sami Küçük de Komite’ye dahil oldu.

Suya atılan bir taşın yarattığı dalgalar gibi büyüdüler. Kurmay Albay Ekrem Acuner ve Kurmay Albay Fikret Kuytak ve daha sonra sırasıyla Ankara’da Kurmay Albay Muzaffer Yurdakuler, Kurmay Binbaşı Kadri Kaplan ve Tümgeneral Cemal Madanoğlu ve İstanbul’dan Kurmay Albay Mucip Ataklı ve Kurmay Binbaşı Ahmet Yıldız da gizli örgüte katıldılar.

VE BİTMEK BİLMEYEN SAATLER…

Kuvvetler gözden geçirildi, irtibatlar tazelendi, 25 Mayıs’ta harekete geçmeye karar verildi. Harekat tarihi bir kurye ile İstanbul’a bildirildi. Fakat kurye daha İstanbul’dan geri dönmeden harekat iki gün sonraya ertelendi. Karar şifreli bir mesajla İstanbul’daki ihtilalcilere şöyle bildirildi:

“Dündar Seyhan’ın oğlu ikmale kaldı. Emekli sandığından istediği 2 750 lira borç parayı aldık, 20 lirasını posta parası olarak kestik, 2 bin 730 lirayı gönderiyoruz.”

Harekat 27 Mayıs gününe ertelenmişti. Mesajın anlamı buydu.

Suphi Karaman ağabey o günü şöyle anlatıyordu:

“Ankara Radyosu saat 05.30’a doğru anonos yapmaya, ihtilalin olduğunu halka bildirmeye başladı. Ve kıtalarla telefon temasları hemen kuruldu. İzmir’le temas kuruldu, oradaki komutana ‘İhtilal oldu, bu ihtilalin başı Cemal Gürsel‘dir. İzmir’de şu anda, derhal onun evinin etrafını çevirin, güvenlik altına alın ve kendisine duyurun’ denildi. İstanbul’a açıyoruz haberi veriyor, oradaki arkadaşlarla irtibat kuruyoruz. Erzurum’a açıyoruz, Ragıp Gümüşpala Erzurum’da ordu komutanı. O’nu ayarlamaya çalışıyoruz. Derken yarım içinde her tarafta irtibat ayarlandı. Bütün her yerde Silahlı Kuvvetler her yanda duruma egemen oldu.”

6 Ocak 1961 günü Kurucu Meclis açılırken Milli Birlik Komitesi adına 5 kişilik bir heyet Anıtkabir‘e giderek çelenk koydu. Heyetin başında Karaman vardı. Anıtkabir defterini o imzaladı. Yalnızca son cümlesi hatırında kalmış: Atam izindeyiz!”

Doğu Perinçek, 18 Nisan 2004 günlü Aydınlık’ta “Mustafa Kemal’i kıskanmak” başlıklı başyazısında şöyle diyordu:

“Hasan Yalçın’ı yeni kaybetmiştik, demek ki 2002 yılının Eylül başı. Suphi ağabey, ‘Birkaç saatimizi kendimize ayıralım, bir yerde dertleşelim’ dedi. Ben, Hikmet Çiçek, Mustafa Kemal Çamkıran ve Fikret Akfırat, o akşamki coşkusunu hiç unutamıyoruz. Suphi ağabey, sohbetin doruğunda, ‘Harp Okulu’ndayken Mustafa Kemal’i kıskanırdım’ dedi. Genç Türk devrimcisi, kendisini ancak bu kadar güzel anlatabilir. Bir önceki devrim kuşağını kıskanmak, onları aşmayı hayatın amacı olarak kabul etmek: Devrimcinin kanunu, ahlâkı budur.”
===============================================
Dostlar,

27 Mayıs 1960 Devrimi 58 Yaşında!

Bir 27 Mayıs anması ancak bu denli güzel yazılabilirdi..
Bu bakımdan, Sayın Hikmet Çiçek‘e teşekkür doluyuz. (27 Mayıs 2018, AYDINLIK)
Her bakımdan meşruluğunu yitirmiş, baskıcı – ayrımcı – demokrasi düşmanı – hukuk tanımaz… eşikleri çoktan aşmış DP (Demokrat Parti) iktidarı 10. yılını bitirmişti ve ülkede artık kan dökülmeye başlanmıştı..

  • DP iktidarı faşizme kaymış, ulus bölünmüş ve bir iç çatışmaya – kardeş kavgasına sürükleniyordu.

14 Mayıs 1950 seçimlerinde CHP ve Genel Başkanı İsmet İNÖNÜ‘ün lütfu olan çok partili yaşama geçiş bağlamında ülkede gerici – tutucu mütegallibeyi örgütleyen Celal Bayar ve arkadaşları Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuad Köprülü‘nün oluşturduğu 4’lü Takrir imzacıları, DP ile seçimi kazanmış ve kansız – şiddetsiz iktidara geçmişlerdi. Dünyada örneği görülmemiş bir demokratik dönüşüm hatta Devrim idi bu. Cumhuriyetin 2. Cumhurbaşkanı ve Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün en yakın dava ve silah arkadaşı İsmet Paşa Cumhurbaşkanlığı makamını da bırakmış, Celal Bayar 3. Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes Başbakan olmuşlardı.

Ne var ki Cumhuriyetin temel değerlerine düşmanlık etmeye başladılar. Atatürk‘ün 1932’de Türkçe okutmaya başladığı ezanı 1 ay içinde yeniden Arapça yaptılar. Devrim kurumları olan Halkevleri ve Halkodalarını kapatarak mallarına el koydular.
Ülkeyi NATO’ya soktular. ABD ve Batı’dan borçlanmaya başladılar..

6-7 Eylül 1955’te İstanbul Rumlarına dönük kanlı provokasyonu tezgahladılar.

Temmuz 1958’de TÜRKİYE’yi İFLAS ETTİRDİLER. MORATORYUM İLAN ETTİLER!
Borç bulabilmek için CHP – İnönü’den emanet tonlarca altını Londra’ya rehin verdiler..
(Yükünün ne olduğunu bilmeden Hazine’nin altın kolilerini Londra’ya taşıyan TSK pilotu H. Avni Güler’in ses kayıtları bu sitede yayınlanmıştır..)

Üniversitede baskı ve hocaları işten atmalara imza attılar.

İsmet İNÖNÜ‘nün yurt gezilerini engellediler, başından taşla yaraladılar.

TBMM’de vekillerden Tahkikat Komisyonu kurarak, savcı – mahkeme yetkisi vererek CHP’yi kapatmayı ve malvarlığına el koymayı tasarladılar..

………………………..
…………………………………..
Herkesin sabrı taşmıştı ve Mustafa Kemal’in ordusunun bir avuç genç Kemalist subayı tabandan tepeye bu haklı – meşru – hukuka bütünüyle uyarlı biçimde; tümüyle gayrı meşru hale gelmiş DP iktidarına karşı ULUS ADINA DİRENME HAKKINI kullanarak Cumhuriyete kol ve kanat germişlerdi. DP iktidardan indirildi ve Milli Birlik Komitesi kuruldu ülkeyi geçici olarak yönetmek üzere..
…………..
Hızla, dünyada örneği bulunmaz bir özgürlükler hukuku içeren bir Anayasa hazırlattılar İstanbul ve Ankara Üniversitesinin hocalarına.. Bu Anayasayı 1961’de yürürlüğe soktular ve iktidarı sivillere terk ettiler.. “Cemal Aga” yı (Org. Cemal Gürsel‘i) Cumhurbaşkanı olarak bırakarak.

Özetle 27 Mayıs 1960 Devriminin özü budur. Üzgünüz ama 3 idam yapılmıştır. Yassıada Mahkemesi Başbakan Adnan Menderes ile Bakanlar Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan‘ın idamlarına karar vermiş ve infaz edilmişlerdir. Bildik çevreler hala bu idamları istismar etmekte ve kin – düşmanlık sürdürmektedir. Keşke olmasa idi.. Ama daha büyük bir KEŞKE ile DP de bunca zulmü – hukuksuzluğu – keyfiliği – baskıyı – sansürü – Cumhuriyet düşmanlığını… yapmasa ve ülkede masum insanların kanını dökmese idi!

27 Mayıs bir Darbe midir, Devrim midir??

Çok sorulan bir sorudur. Kuramsal tartışmaları bir yana bırakır ve sonucuna bakarsak, Kemalist Devrim yeniden rotasına oturtulmuş, bu Devrimi koruyup kollayacak kurumlaşmalar sağlanmış (aşağıda) ve 1961 Anayasası gibi benzersiz bir özgürlükler rejimi kuran Anayasa ulusa armağan edilmiştir. Bu eylemlerin öznelerine ve ürünlerine olsa olsa DEVRİM denebilir..

Özgürleşme (Bireysel, basın, haberleşme vb.),
Örgütlenme,
Demokratikleşme,
Üniversitelere özerklik,
TRT özerk kurumu,
Parlamenter sistem (çift meclisli yapı)
Güçler ayrılığı ilkesi,
Yargının bağımsızlığı, Yüksek Yargıçlar Kurulu
DPT (Devlet Planlama Örgütü)
………

27 Mayıs Net Bir Devrimdir!

Mustafa Kemal’in genç subayları, O’nun izinden giderek, Cumhuriyeti koruyup kollamışlar, kendilerine emanet edilen Türkiye Cumhuriyetini, doğal bağlaşıkları (müttefikleri) üniversite gençliği ile birlikte gerici saldırı ve yıkımdan kurtarmışlardır..

Selam olsun onlara.. Selam olsun polisin yerlerde sürüklediği İstanbul Üniversitesi Rektörü ak saçlı hukuk bilgini Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar‘a.. Selam olsun İstanbul Üniversitesi’nde polis kurşunuyla vurulan yiğit öğrenci Ali İhsan Kalmaz‘a… ve de “Cemal Aga” ya..

Şimdi hedef; DP iktidarını mumla aratan 15,5 yıllık mutlak AKP iktidarının despotizminden 24 Haziran 2018 seçiminde kurtulmak ve 1961 Anayasasından geri kalmayacak yeni ve uygar bir Anayasa yaratmak olmalıdır..

  • İlk 4 maddeye asla dokunmadan!

27 Mayıs Devrimcilerinin ruhları ancak böyle şad olabilir..

Sevgi ve saygı ile. 27 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Not : 27 Mayıs bağlamında sitemizde daha önce de epey yazı yazılmıştır. “27 Mayıs” anahtar sözcükleri ile çağrılıp okunması uygun olur.. Özellikle Devrimin kazandırdığı kurumlara dikkat etmek uygun olur.. 3 örnek için erişkeler aşağıdadır..

– 27 Mayıs üzerine Hüseyin Avni Güler ile bir Söyleşi
http://ahmetsaltik.net/2013/05/31/27-mayis-devriminin-nedenleri-sonuclari/
– http://ahmetsaltik.net/2017/09/21/basbakan-adnan-menderesi-benden-dinleyiniz/

Cengiz Özakıncı 27 Mayıs Askeri Müdahalesiyle ilgili somut belge ve bilgilerle ezber bozdu. İzlemediyseniz kaçırmayın.

Tarihin Bilinmeyen Yüzü 26.05.2018 | Cengiz Özakıncı | 27 Mayıs Askeri Müdahalesi

Kanal B 26 Mayıs 2018 tarihli “Tarihin Bilinmeyen Yüzü” programında Levent YILDIZ’ın konuğu Araştırmacı-Yazar Cengiz ÖZAKINCI; Cumhuriyet döneminin ilk askeri müdahalesi olan 27 MAYIS ile ilgili ; “DEVRİM” mi “DARBE” mi; “İLERİCİ” miydi “GERİCİ” miydi; neler getirdi neler götürdü? Sorularına ve söylentiler, uydurmalar hakkında çarpıcı gerçekleri ilk kez göreceğiniz belgelerle açıklıyor :
https://www.youtube.com/watch?v=DyufemK9Cu0&feature=youtu.be

CHP’li Erdoğdu: Döviz alım- satım işlemlerinin incelenmesini istiyoruz

CHP’li Erdoğdu:
Döviz alım- satım işlemlerinin incelenmesini istiyoruz

CHP’li Erdoğdu: Döviz alım- satım işlemlerinin incelenmesini istiyoruz

SÖZCÜ, 25 Mayıs 2018

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu, döviz kurunda aşırı hareketliliğin yaşandığı gün Merkez Bankasının müdahale etmek için saat 17.00’ye dek beklediğini söyleyerek, “Bu sürede MASAK tarafından döviz alım ve satım işlemlerinin incelenme-sini istiyoruz. Eğer bir üst akıl varsa, eğer bir oyun söz konusu ise bu işlemlerden ortaya çıkacaktır” dedi. (AS: MASAK – mal, Suçları Araştırma Kurulu) 

CHP’li Aykut Erdoğdu, partisinin genel merkezinde son günlerde döviz kurundaki yaşanan hareketlilik nedeniyle basın toplantısı düzenlendi. Kurda büyük bir dalgalanma yaşandığını söyleyen Erdoğdu, Dolar kurunun şu an 4.70 düzeyinde olduğunu söyledi. Türkiye ekonomisinin bu dalgalanmadan çok büyük zarar gördüğünü belirten Erdoğdu, “Döviz kurundaki bu dalgalanmanın önemli yapısal sebepleri olduğunu biliyoruz, ancak döviz kurundaki dalgalanmayı başlatan en önemli sebebin ülkemizdeki otoriter tek adamın Londra’da iktisat biliminin en basit teorisi olan faiz teorisine, fon yöneticileri karşısında karşı çıkması dolayısıyla ülkemizi ilgilendiren uluslararası bir panik yaşanmış ve döviz kuru hızla yukarı doğru tırmanmıştır” dedi.

“Sürekli bir üst akıldan, sürekli bir dış güçlerin operasyonundan söz edilmektedir.” diyen Erdoğdu, “Biz sürekli şunu soruyoruz. Bu üst akıl nedir, nasıl operasyon yapıyor. Dış güçlerle kastettikleri nelerdir? Eğer gerçekten samimiyseler, biz bu mücadelede iktidarın yanında durmaya hazırız. Ama bizim gördüğümüz gerçekler biraz daha farklı. Arkadaşlar,

  • Türkiye’nin 453 milyar dolar dış borcu var.
  • Üstelik bunun 185 milyar doları bir yıldan kısa vadeli” diye konuştu.

Hükümetin ekonomide önlem almada geç kaldığını ifade eden Erdoğdu, “Bu geç kalmanın sebebini anlamıyoruz. Döviz kuru aşırı dalgalandığında hükümetten sadece Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi bir açıklama yapıyor. Yaptığı açıklama dalgalanmayı düşüreceğine, daha da yükselten bir açıklama. Merkez Bankasının eli kolu bağlanmış durumda” şeklinde konuştu.

‘İLK YAPILMASI GEREKEN OHAL’İ KALDIRMAKTIR’

“Türkiye ekonomisini bu kötü halden kurtarmanın ilk yolu siyasidir” diyen Erdoğdu, şöyle konuştu: “453 milyar dolar dış borcu olan bir ülke, dış kaynağa aşırı muhtaç bırakılmış bir ülkede şu an hukuk güvenliğinin olmadığı tek adam yönetimi altında yabancı yatırımcılar ülkemize girmekte çekince göstermektedir. Çünkü OHAL koşulları altındaki bu ülkede yatırımların güvenliği risk altındadır. Hukuk güvenliği kalmamıştır. Onun için ilk yapılması gereken derhal OHAL’i kaldırmaktır. OHAL bugün kaldırılmış olsa, faiz oranlarında çok kısa bir sürede 5 puana yakın iniş sağlanabilir. Döviz kurunda %10-15, OHAL kaldırıldığı günden başlayarak bir ay içinde düşüş bekleyebilirsiniz. Çünkü OHAL koşulları yabancı yatırımcıları çok korkutuyor. Bunu bize söylüyorlar, bildiriyorlar. Şu an Türkiye’ye sağlıklı bir sermaye girişi yok. Bu yüzden Türkiye ekonomisinin önündeki tek umut 24 Haziran seçimleridir.”

‘DÖVİZ ALIM VE SATIM İŞLEMLERİNİN İNCELENMESİNİ İSTİYORUZ’

Kurun aşırı oynak olduğu günde Merkez Bankasının saat 17.00’ye dek müdahale etmek için beklediğini söyleyen Erdoğdu, “Bu sürede Mali Suçlar Araştırma Kurulu (MASAK) tarafından döviz alım ve satım işlemlerinin incelenmesini istiyoruz. Yüksek tutarlı döviz alarak veya satarak faiz kur farkı elde edenlerin MASAK tarafından belirlenmesini istiyoruz. Eğer bir üst akıl varsa, eğer bir oyun söz konusu ise bu işlemlerden ortaya çıkacaktır. Onun için ‘dış güçlerin oyunu, üst aklın oyunu’ diyenlerden bize bunu piyasanın normal kuralları içinde, hatta kriz kuralları dışında döviz alıp satarak belki de Merkez Bankasının faiz yükselteceğini önceden bilerek, saatlik hatta dakikalık işlemlerle kimlerin zengin olduğunu açıklanmasını istiyoruz.” dedi.
============================================
Dostlar,

Erdoğan artık politikadan çekilmeli,
Türkiye’nin yakasından düşmelidir!

CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu, donanımlı bir siyasetçi. Yurt dışında yüksek lisans eğitimi, sertifikaları var mali denetim konularında. Dolayısıyla yukarıdaki basın açıklamasında dile getirdiği MASAK tarafından döviz hareketlerinin izlenip açıklanması istemi yerindedir. Sayın Aydoğdu’dan önce biz de benzer istekte bulunmuş ve sitemizin manşetinde yazmıştık. BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu), MİT ve MASAK bu parasal akışlara ilişkin mutlaka bilgi sahibidir. SPK’nın (Sermaye Piyasası Kurulu) da epey verisi olsa gerektir.

Dolayısıyla 23 Mayıs 2018 akşamı saat 17:00 sonrası MB Para Kurulu’nun (MBPK) toplantıya girmesinden, faizlerin 3 puan yükseltilmesi (%13,5’ten %16,5’e) kararı açıklanana dek geçen 3 saatte yaşanan hızlı Döviz hareketleri, özellikle satış olmak üzere gün ışığına kavuşturulmalıdır. Erdoğan’ın çaresizlik içinde, çoooook geç de olsa dize gelmesiyle faiz artırımına gidileceği belli olmuştu. Hem de öyle 0.25 – 0.50 – 0.75 baz puan artışların yetmeyeceği de.. Nitekim 3 (ya da 300) baz puan yükseltme kararı çıktı MBPK’ndan.. Hesabını da yapmıştık manşette ve ilgili yazımızda (http://ahmetsaltik.net/2018/05/26/imfden-kritik-turkiye-aciklamasi/) :

MB’nın faiz artırma kararı birkaç saat öncesinden sızdırılsa (insider trading / insider trader!) milyarlarca TL spekülatif kazancın yerli – yabancı yandaşlara ikramı işten bile değildir.. Açalım: Ücretini ödediniz, haber verildi size, MB Para Kurulu toplanıyor, 2-3 saate kalmaz, faiz artırımı kararı çıkacak.. Ne yaparsınız? 1 $ = 4.92 TL’den tepe yapmışken hemen ve booolca satardınız değil mi!? Faiz artırımı kararı açıklandığında Dolar “küüt ” diye 4,52 TL’ye geçici olarak iner / indirilir.. 40 kuruş ucuzl(tıl)amıştır bir süreliğine!

– 1 dolarda 40 kuruş
– 10 dolarda 400 kuruş (4 TL)
– 100 dolarda 40 TL
– 1000 dolarda 400 TL
– 10 bin dolarda 4000 TL
– 100 bin dolarda 40 bin TL
– 1 milyon dolarda 400 bin TL

– 1 milyar dolarda 400 milyon TL… servet sahibi olursunuz birkaç saat saat içinde!?

Dolayısıyla, 23 Mayıs 2018 gecesi, MB Para Kurulu toplantıda iken yoğun düzeyde Dolar’dan çıkan (TL’ye geçen) kişi ve kurumlar (bankalar, aracı kurumlar…) kimlerdir?? Bunlar MASAK, BDDK, MİT ve SPK tarafından rahatlıkla ortaya çıkarılabilir. Çıkarılır ve açıklanırsa büyük oyun da bozulur..

Örneğin bu kurgulu devalüasyon Londra görüşmelerinde mi kararlaştırılmıştır?

  • Ne var ki iktidarda AKP varken, bu bağlamda beklenti deli saçmasıdır! Kim bilir, gene de???

Erdoğan Erzurum’da halkı dövizini bozdurmaya çağırdı bu gün..
Bu çağrıya komprador burjuvaziden yanıt almak olanaklı değildir.
Çünkü komprador burjuvazinin vatanı, siyasal partisi, dini – imanı – kitabı – Allah’ı… yoktur.
Onun bütün kutsalı SERMAYESİ – KAPİTALİDİR.
Dolayısıyla olsa olsa orta – küçük tasarruf sahibi “yurdum insanı” bu vicdanlı olmayan çağrıya bir ölçüde yanıt verebilir. Yakın geçmişte de benzerini küçük ölçekte yaşadık; birkaç milyar Doları geçeceğini sanmıyoruz bu yastık altı döviz tasarrufunun AKP = Erdoğan’ın doğrudan sorumlu olduğu yangını söndürmeye.. Olsa olsa “birkaç kova su” işlevi görebilir ki, geçici olacaktır o da. Olan, bu arada orta – küçük – mütevazi döviz / altın tasarruflarına olacaktır ki; kara gün dostu tasarruf aracı da elden çıkarılmış olacaktır. AKP’nin yoksullaştırdığı bu insanlar, büyük ölçüde AKP’nin sadık seçmeni olsa gerektir. Ne hazin tecelli? Uyan ey halkım, uyan!

AKP’nin iktidara oynarken 2002 sonunda “3 Y vaadi” olmuştu. Yoksulluk – Yasaklar – Yolsuzluklarla savaş.. Tammmmmm da tersini yaptı AKP ve Erzurum çağrısı bir yoksullaştırmaya çağrıdır! Erdoğan “Biz yerli ve milliyiz” diyor ya!

  • AKP bir kez daha, kendi seçmen tabanı dahil, yoksullaştırmakta, bu kesimlere duygu sömürüsü uygulamaktadır. Ayrıca söz konusu sınırlı servet üst katmanların eline (portföyüne) geçerek ülkedeki gelir dağılımını daha da bozacaktır.

TL, son dalgalanmada Arjantin Peso’su ile birlikte Dünyada en ağır darbeyi yiyen ulusal para birimi olmuştur. Döviz, başta Dolar, küresel piyasada artık eskisi gibi bol değildir; dolayısıyla ucuz değil, pahalıdır. Ayrıca sizin döviz açığınız devasa olduğunda, elbette size çoooooooooook pahalıya vereceklerdir döviz ilacınızı.. Erdoğan pek övünüyordu 23,5 milyar $ IMF borcunu kapatınca.. Oysa toplam borcumuz 230 milyar $ iken 2002 sonunda AKP iktidar olduğunda, günümüzde 3 katını aştı AKP’nin tek başına 15,5 yıllık iktidarında..

Şimdi gene çaresiz IMF yolları ve Niyet Mektupları görünüyor “AKP’nin kahve falında

  • Herkes, başta içtenlikli AKP seçmeni kardeşlerimiz olmak üzere şunu kesinlikle kafalarına koymalıdırlar ki; yaşanan devalüasyon YAPISAL‘dır!
  • Türkiye ekonomisi ağır HAS-TA-DIR AKP sayesinde!
  • Ekonomiyi ağır hasta eden AKP’nin akıl ve bilim dışı yağmacı – talancı politikalarıdır.
  • “AKP ekonomi idaresinin izlemekte olduğu bilim-dışı enflasyon politikası ve yürütmekte olduğu dışa bağımlı, inşaat betonuna dayalı büyüme stratejisi, ulusal ekonomimizi istikrarsızlığa sürükleyerek tahrip etmektedir.” (Prof. E. Yeldan, devamı için tıklayın)

Ortada AKP = Erdoğan’ın çarpıttığı – halkı yanılttığı gibi bir küresel dış operasyon yok-tur!

Ağır hatasını örtmek isteyen AKP = Erdoğan, gene mağdur edebiyatı yapmaktadır. Bu küresel güçler kimlerdir? AKP = Erdoğan’ın ÜST AKIL diye uydurduğu şehir efsanesi düşman neyin nesidir? Çıksın bunu açıklasınlar, tüm ülke bütün gücümüzle birlikte savaşalım.. Erdoğan Londra’ya gitti önceki hafta, “üst akıl” varsa oradaydı ve onlarla kendisi görüştü. “Paranın pirleri”ne Erdoğan “faiz kuramı” anlatmaya kalktı kendinden menkul dinci takıntılarıyla..  Faizin enflasyonu yükselteceğini buyurdu. Oysa Türkiye’nin hastalığında faiz neden değil sonuç idi. Üstadlar paniğe kapıldılar “bu adam ne diyor?” diye.. TEK ADAM’ın ülkesinde bir de OHAL vardı üstelik. 24 Haziran sonrası MB’nı da tam anlamıyla kendine bağlayacak (sanki halen değilmiş gibi!?) ve sorunlar o zaman yoluna konacakmış.. En temel iktisat bilgileri ile bile çelişen Erdoğan’ın sözleri, küresel sermaye sözcülerinde haliyle panik yarattı..

Ne bekliyorsun 24 Haziran’ı? Ortalık yangın yeri! Çıkar bir OHAL KHK’sı, Anayasa falan takma, MB yasasını değiştir ve örn. MİT Başkanlığını, Savunma Sanayisi Müsteşarlığını nasıl “halen sorumsuz Cumhurbaşkanına” bağladı isen Anayasayı bir kez daha çiğneyerek, MB’nı da kendine bağla ve yangını söndür.. Yılbaşından bu yana %30’a koşuyor TL’de değer erimesi. Yıl sonunda toplam ulusal gelir bu oranda düşerse, yeni seri hesapla şişirilmiş olarak 850 milyar $ olan 2017 sonu ulusal geliri (GSMH), bu yıl hayal edelim % 7 büyüse bile (!), net olarak %23 küçülecek demektir.. Bu da Türkiye’nin G20’den düşmesi ve 2023’te ilk 10 ekonomi içine girme ham hayallerinin iyice çürütmesi demektir. Beş yıl önce yazmıştık matematiksel olarak böyle bir hedefin olanaksızlığını bu sitede : (TÜRKİYE 2023’te EN BÜYÜK 10 EKONOMİDEN BİRİ OLABİLİR Mİ? http://ahmetsaltik.net/2015/11/06/top-10-biggest-economies-in-the-world-2013/)Her geçen yıl bir serap gibi uzaklaştık, artık hayal ötesi!

  • Türkiye’nin 453 milyar dolar kamu dış borcu var.
  • Üstelik bunun 185 milyar doları bir yıldan kısa vadeli

Özel sektörün borcu 245 milyar $ da eklenince toplam borç 700 milyar $’a erişiyor. Türkiye, çok büyük olasılıkla 2018 sonunda bu tutarda bir ulusal gelire bile erişemeyecektir. Dolayısıyla, son 1 hafta – 10 gündür sitemiz manşetinde uyardığımız ve bugünlerde artık gerçek olan ÖDEME GÜÇLÜĞÜNE sürüklenmiştir en hafif terimiyle.. Batı her şeyin ayrımındadır elbette. Bu yıl vadesi gelen borç ödemesi + dış ticaret açığı.. toplamda 240 milyar $ düzeyindedir. Dış ticaret açığı 50 milyar $’ı çok aşacak görünüyor. Pahalılaşan döviz nedeniyle dışalım (ithalat) biraz sınırlansa da, dışsatımdan girecek Döviz, ürünlerimizin yabancı para karşısında önemli oranda değersizleşmesi nedeniyle istenen düzeyde artmayabilir. Kaldı ki, 100 $’lık dışsatım için 70-80 $ tutarında dışalıma (ithalata) mahkum bir imalat sanayisi hastalığımız (ithalat bağımlılığımız) var.

  • 3’lü açık birlikte, çığ gibi büyümekte : Bütçe açığı – dış ticaret açığı – cari açık!

Neresinden tutulursa, tablo son derece ağırdır. Fatura, her geçen gün orta – alt katmanların sırtına yüklenecektir. Özellikle 24 Haziran sonrasında. Bu arada iktidar yandaşları yüklü (milyarlarca Dolar!) devalüasyon vurgunu da yapmış olacaklardır. Çıkınlarına doldurdukları haram serveti, ülkenin bataktan kurtulması için ne ölçüde feda edebilirler acaba?? Yoksa yurt dışına mı kaçırırlar, en çok 2 yıla kalmadan çıkarılacak bir başka “varlık barışı” = kara ve haram para aklama yasasına dek!? Son 15 yılda 27’den 42’ye (kayıtlı!) ulaşan Dolar milyarderi sayımız kaça varır ki? AKP her yıl 1 Dolar milyarderi = 1 milyon yoksul üretti adeta..

Okumak için tıklayınız :  Turkiye’nin_iflasi_basladi

Son söz ve çare                               : 

Türkiye’yi yangından – bunalımdan – iflastan… kurtarmak için 12 temel ivedi adım

  • Ölümcül hastayız! 
  • Nedeni AKP = RTE’nin akıl ve bilim dışı, asla yerli ve milli olmayan güdümlü,
    despotik politikalarıdır!
  • Türkiye AKP=RTE’den kurtulmadıkça bu yangına çare yok..
  • Erdoğan artık politikadan çekilmeli, Türkiye’nin yakasından düşmelidir!

Sevgi, saygı, kaygı ve UMUT ile. 26 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Venizelos – Atatürk – Nobel!

Venizelos – Atatürk – Nobel!

Özgen Acar
Cumhuriyet, 22 Mayıs 2018

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Yunanistan’da “megalo idea (büyük ülkü)” siyasasının savunucusu Eleftherios Kyriakou Venizelos, 1915’te İzmir’i işgal ettirdi. Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Osmanlı ile 1920 Sevr Antlaşması’nı imzalayanlar arasında Venizelos da vardı.
9 Eylül’de Mustafa Kemal’in ordusu Yunanları İzmir’den kovaladı. Venizelos, 24 Temmuz 1923’te İsmet İnönü ile Lozan Antlaşması‘nı imzalamak zorunda kaldı. Venizelos 1930’da geldiği Ankara’da Atatürk’ün konuğu olurken “Dostluk Antlaşması’nı” imzaladı.

Atina’da “Venizelos Vakfı’nın” arşivinde, 12 Ocak 1934’te Fransızca yazılmış bir belge buldum. Belgede Venizelos, Atatürk’ün “Nobel Barış Ödülü’ne” adaylığını öneriyordu. Atina’daki Norveç Büyükelçiliği aracılığı ile belgenin doğruluğunu da saptadım. “Atatürk’ün 100. doğum yıldönümünde” açıkladığım mektup şöyle (*):

Sayın Başkan,
Yedi yüzyıla yakın bir süre boyunca tüm Yakındoğu ve Orta Avrupa’nın büyük bir bölümü, yankıları çok daha geniş olan savaşlara sahne olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu ve sultanlarının mutlakiyetçi rejimi, bunun başlıca nedenini teşkil etmiştir.
Hıristiyan halklarının dayanılmaz bir baskı boyunduruğuna tabi kılınması, bunun doğal sonucu olarak Haç’ı Ay’a karşı çıkaran dini savaşlar, özgürlüklerini isteyen bütün bu halkların ardı ardına gelen ayaklanmaları, sultanların Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki etkilerinin devam ettiği sürece, aralıksız bir tehlike kaynağı olarak ortaya çıkan bu durumu yaratmıştır.
Mustafa Kemal Paşa’nın ulusal hareketinin hasımlarına karşı 1922 yılındaki zaferinden sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, gelecekte barış için yeni ve vahim tehlikeler ortaya çıkaracak bu hoşgörüden yoksun ve istikrarsız bu duruma kesin biçimde son vermiştir.
Gerçekten, bir ulusun yaşamında bu kadar kısa bir süre içinde bu derece köklü bir değişim ender gerçekleştirilmiştir.
Hukuk ve din kavramlarının karıştırıldığı teokratik (dinsel) bir rejim altında, çökmekte olan bir imparatorluğun yerini ulusal, modern canlılık ve hayatla dolu bir devlet almıştır.
Büyük reformcu Mustafa Kemal Paşa’nın itici gücüyle sultanların mutlakiyetçi rejimi kaldırılmış ve devlet açıkça laik olmuştur. Ulus, tümüyle ve haklı olarak ihtiraslı biçimde uygar ulusların öncüleri arasında yer almak üzere gelişmeye doğru atılımda bulunmuştur.
Ayrıca, barışın güçlendirilmesi hareketi, belirgin biçimde etnik, modern Türk devletine bugünkü görünümünü sağlayan iç reformlarla birlikte sürdürülmüştür.
Gerçekten, etnik ve siyasal sınırlarından açıkça memnun Türkiye, komşularıyla tüm toprak sorunlarını çözümlemiş ve böylece Yakındoğu’da barışın temel direği olmuştur.
Husumet içinde geçen uzun yüzyıllar boyunca Türkiye ile kanlı savaşları sürdürmüş biz Yunanlar, eski Osmanlı İmparatorluğu’nun yerini alan bu ülkedeki köklü değişikliğin etkilerini ilk olarak duyabilme fırsatını elde ettik.
Küçük Asya Felaketinin hemen ertesinde, savaştan bir ulusal devlet olarak çıkmış ve yeniden sağlığına kavuşmuş Türkiye ile anlaşma olanağını görerek, ona elimizi uzattık ve o da bunu içtenlikle kabul etti ve sıktı.
Barış arzusunu besledikleri takdirde, en tehlikeli anlaşmazlıkların ayırdığı halklar arasında anlaşma olanağı için bir örnek oluşturacak bu yakınlaşmadan ilgili iki ülke için olduğu kadar Yakındoğu’da barış düzeninin korunması içinde yalnızca olumlu sonuçlar ortaya çıkarmıştır.
İşte! Barış sorununa bu değerli katkıyı sağlayan kişi Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Mustafa Kemal Paşa’dır.
Yakındoğu’da, barış yolunda yeni bir çağ açan Yunan – Türk anlaşmasının imzalandığı dönemde, 1930 yılındaki Yunan hükümetinin başkanı kimliğiyle, şimdi Nobel Barış Ödülü Komitesi’nin seçkin üyeleri önünde Mustafa Kemal Paşa’nın adaylığını bu onur ödülüne layık olarak önermekten şeref duymaktayım.
En derin saygılarımın kabulünü rica ederim Sayın Başkan.
Saygılarımla, Eleftherios Kyriakou Venizelos
***
Bu olayların simgelerinden biri de, 1956’da mezun olduğum İzmir Atatürk Lisesi’dir. Ne var ki AKP Reis’i Umumisi’nin oğlunun Türkiye Gençlik Vakfı (TÜKVA), “Medeniyet ve Değerler Protokolü” kapsamında “dini eğitim yapması” için görevlendirildi! (**)
Son olarak da haddini bilmez Müdür, “mezuniyet balosunda” öğrencilerin “Onuncu Yıl” ve “İzmir” marşlarını söylemelerini engelledi, görevden alındı!
***
AKP Reis-i Umumisi, Venizelos’un 84. yıl önceki şu sözlerini makam odasına asmalıdır:

  • Hukuk ve din kavramlarının karıştırıldığı dinsel bir rejim altında, çökmekte olan bir imparatorluğun yerini ulusal, modern canlılık ve yaşamla dolu bir devlet almıştır!” 

(*) 20 Mayıs 1981 Milliyet – (**) 8 Ağustos 2017 Cumhuriyet
=======================================
Dostlar,

Sayın Özgen ACAR Cumhuriyet’in en kıdemli yazarlarındandır.
Yazıları belgelere, araştırma emeğine dayalıdır.
Yukarıdaki yazısı da bu kapsamdadır.
Ülkemizde Mustafa Kemal ATATÜRK ve O’nun görkemli yapıtı Türkiye Cumhuriyeti için ölçüsüz bir vefasızlıkla görmezden gelen, hatta karalayan, düşmanlık duyguları,kin – nefret besleyen.. bu yönde yetiştirilen kulaklara örnek bir yazıdır.
Korkunç bir vekalet savaşı ile emperyalizmin kışkırtması – desteği ile Batı Anadolu’yu işgal  eden ve 9 Eylül 1922’de Mustafa Kemal Paşa’nın komutasındaki Türk ordusu ile denize dökülen Yunanistan’ın devlet başkanı, örnek bir olgunluk – devlet  adamlığı göstererek savaşta yenildiği Mustafa Kemal ATATÜRK’ü NOBEL’e aday gösterebilmiştir. Üstelik NOBEL Barış ödülüne. Bu davranışta Venizelos’a yakıştırılması gereken bir asalet payı tartışma dışıdır.

Öte yandan, tüm ayrıcalıklı kişiliğine karşın Venizelos’un NOBEL Barış ödülüne aday gösterdiği

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “biricikliğini” görmezden gelme olanağı olabilir mi??

Sevgi ve saygı ile. 25 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com


 

Lira sert düştü merkez faiz artırdı: Büyük kriz kapıda!

Lira sert düştü merkez faiz artırdı:
Büyük kriz kapıda!

SEMİH GÜVEN semihguven@birgun.net @semihguvenn

BİRGÜN, 24.05.2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türk Lirası’nın bir günde % 5 düşmesinin ardından Merkez Bankası faizi üç yüz baz puan artırdı. Ekonomistler, halkın ciddi bir işsizlik ve yaşam pahalılığı tehlikesi içinde olduğu uyarısını yapıyor. Bozulan ekonomiye bir de seçim belirsizliği ve hükümetin pasif tutumu eklenince liradaki değer yitiği kriz noktasına geldi. Dolar 4 lira 90 kuruşu aşarak bir gün içinde lira karşısında % 5 değer kazandı. Avro da 5 lira 80 kuruşa yükselerek rekorlarına yenisini ekledi. Durumu değerlendiren ekonomistler, hükümetin ekonomide denetimi yitirdiği ve halkın çok ciddi bir ekonomik krizle karşılaşacağı uyarısında bulundu. Merkez Bankası ise olağanüstü toplanarak geç likidite faiz oranını %13,5’ten 16,5’e yükseltti.
Ekonomi sahipsiz kaldı

BirGün’e konuşan Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yalçın Karatepe, iktidarın pasif tutumu nedeniyle şu anda Türkiye ekonomisinin sahipsiz kaldığını söyledi. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın kurdaki yükseliş karşısında geçen hafta gereken önlemlerin alınacağını söyleyip bir haftadır sessiz kaldığını ifade eden Karatepe, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin de “Doların yükselişini kabul etmiyorum” (AS:Ne denli anlamsız bir söz değil mi!?) demesinin ardından Doların %10 değer kazandığı bilgisini verdi.

‘Sıcak suyun içinde kıvranan kurbağa gibiyiz’
19 Şubat 2001’de dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Başbakan Bülent Ecevit’e Anayasa kitapçığı fırlatmasıyla başlayan süreç sonunda dalgalı kur rejimine geçilmesiyle TL’nin dolar karşısında % 35 değer yitirdiği bilgisini veren Karatepe, “Sadece bugün dolardaki değer artışı %5. TL yalnızca Dolara karşı değil, bütün dünya paralarına karşı değer kaybediyor. Bu durum bildiğiniz bir krizdir. Sıcak suyun içinde kıvranan bir kurbağa gibiyiz. Haşlanıyoruz ama haşlandığımızın farkında değiliz.” şeklinde konuştu.

lira-sert-dustu-merkez-faiz-artirdi-buyuk-kriz-kapida-467142-1.

‘Borçlar nasıl ödenecek?’
Karatepe, reel sektörün yaşadığı kriz orta-mını şu örneklerle ifade etti: “Kiraları dövize endeksli olan AVM’lerdeki dükkân sahipleri kiralarını nasıl ödeyecek? Nasıl para kazanacaklar? Malatya’da bir çiftçi Ziraat Bankası’ndan aldığı kredileri öde-yemeyince kendini yakmaya çalıştı. Özel sektörün bu sene ödemek zorunda olduğu 185 milyar $ dış borç var. Bu borcu ödeyecek olan insanlar TL cinsinden gelir elde ediyor. Dolar bir ay içinde %20 değer kazandı. 185 milyar $ borcu ödeyecek iş dünyası için bir kriz olmadığını söyleyebilir misiniz? Türkiye çok ciddi bir krizle karşı karşıya ve hükümetin bunu önlemek için herhangi bir girişimi yok.”

‘Faiz artışının etkisi sınırlı kalır’
Karatepe, Merkez Bankası’nın doları düşürmek için faiz artışına gitmesinin, liranın değer kaybı üzerindeki etkisinin sınırlı olacağını sözlerine ekledi.
***
Dün ne yaşandı? (23.5.18)

»Dövizlerdeki hızlı tırmanışın peş peşe rekor düzeylere neden olmasına bağlı olarak gram altın 200 lira düzeyini aşarak 203 liraya, çeyrek altın da 300 lirayı aşarak 330.5 liraya tırmandı.
»İş Yatırım’ın piyasa bülteninde, cuma gününden bu yana %6 değer yitiren liranın kayıplarını “kısmen geri alması için” Merkez Bankası’nın müdahalesinin gerektiğine dikkat çekildi.
»Dövizdeki dalgalanma nedeniyle İstanbul Tahtakale’deki bazı döviz bürolarının tabela kapattığı yani döviz alım ve satışını kısa süreli durdurduğu görüldü.
»Borsa İstanbul, Borsa’nın “kısa vadeli ihtiyaçları dışında kalan” döviz varlıklarının tamamının dün itibariyle Türk Lirasına çevrildiğini açıkladı. Borsa İstanbul Başkanı Himmet Karadağ ise, borsanın döviz satışına ilişkin olarak piyasaya güven vermek istediklerini, ne kadar döviz sattıklarını ise bilmediğini söyledi.
***

Halk nasıl etkilenecek?
lira-sert-dustu-merkez-faiz-artirdi-buyuk-kriz-kapida-467143-1.Gazetemize değerlendirmelerde bulunan Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hurşit Güneş, Türkiye’de demokratik bir ortam ve hukuk düzeninin kalmamasının üstüne ekonomideki sıkıntıların da artmasının lirada rekor kayıplara yol açtığını söyledi.

Türkiye’nin milli gelirinin yarısından fazlasını aşan dış borca ve gelirin yüzde 6’sına ulaşan cari açığa işaret eden Güneş’e göre, kurdaki ani yükselişin halka etkileri şöyle olacak:

»Ulaşım maliyetleri artacak.
»Şirketler döviz borçlarını ödeyemedikleri için tasarruf tedbirlerine girecek. İşsizlik artacak.
»Üretim düşecek, ekonomik büyüme azalacak.
»İthal fiyatlar yükselecek.
»Kış ayına geldiğimizde doğalgaz ithal ettiğimiz için ısınma fiyatları cep yakacak.
»Elektriğe çok ciddi bir zam kapıda.

Yaşanması olası krizin etkilerinin 2001 kriziyle karşılaştırılamayacak kadar büyük işsizliğe neden olacağını da belirten Güneş, sözlerini,

  • “Muhalefet partilerinin ‘biz ekonomiyi bu çöküntüden kurtaracağız’ izlenimini mutlaka vermeleri gerekiyor” diyerek sonlandırdı.
    ==========================================
    Dostlar,

    Her 2 değerli hocamıza, ne yazık ki son derece gerçekçi – yerinde irdelemeleri için teşekkür ediyoruz..
    AKP=RTE 2 ateş arasında sıkışmıştır. Bir yandan ekonomi 15,5 yıldır haramzade gibi yönetildiği için (Batı’ya ve yandaşa rant aktarıldığı için) yıkım çok ağır ve ciddidir; bir yandan da küresel sermaye, tıkanan ekonomi ve çaresizlikten çırpınan iktidardan diyet istemektedir. İktidarda kalmak için AKP bu ödünleri verecek ancak yakıcı – yıkıcı bedelini yoksullar ve orta sınıf ödeyecektir.

  • Bize öyle geliyor ki, bu çok ağır fatura, devalüasyon yapılması dayatması olmuştur.Geçen hafta Londra ziyaretinde bu yangın pazarlığı yapılmış olabilir. Film çok net.. Dolar almış başını giderken iktidar eli – kolu bağlı beklemiş ve MB-faiz polemiği ile kamuoyu oyalanmıştır. Öngörülen devalüasyon düzeyi -ki %30’a yakındır- yakalandıktan sonra “sözde” MB müdahalesi gelmiştir. Müdahale, faizlerin %13,5’ten %16,5’e çıkarılması biçiminde olmuştur ve Erdoğan bu manüplasyonu da sindirmek zorunda kalmıştır.. Anımsanmalıdır ki, Erdoğan başından beri faize karşıydı ve MB’na açık baskısını sürdürmekteydi.
    Tükürdüğü yalatılmıştır.
    Şimdi gıdım gıdım “sıcak para” akıtılabilir Türkiye’ye ve çark döndürülebilir; öldürmemek üzere..

    Bu arada : MB’nın faiz artırma kararı birkaç saat öncesinden bile sızdırılsa (insider trading ve insider trader!) milyarlarca TL sekülatif kazancın yerli – yabancı yandaşlara ikramı işten bile değildir.. Açalım; haber verildi size, MB Para Kurulu toplandı, 2-3 saate kalmaz, faiz artırımı kararı çıkacak.. Ne yaparsınız, 1 $ = 4.92 TL’den hemen ve booolca satarsınız değili mi!? Faiz artırımı kararı açıklandığında Dolar “küüt ” diye 4,52 TL’ye iner.. 40 kuruş ucuzlamıştır!

    1 dolarda 40 kuruş
    10 dolarda 400 kuruş (4 TL)
    100 dolarda 40 TL
    1000 dolarda 400 TL
    10 bin dolarda 4000 TL
    100 bin dolarda 40 bin TL
    1 milyon dolarda 400 bin TL

    1 milyar dolarda 400 milyon TL… servet sahibi olursunuz 2 saat içinde!

    Dolayısıyla, 23 Mayıs 2018 gecesi, MB Para Kurulu toplantıda iken yoğun düzeyde Dolar’dan çıkan (TL’ye dönen) kişi ve kurumlar (bankalar aracı kurumlar…) kimlerdir?? Bunlar MASAK BDDK ve MİT tarafından rahatlıkla ortaya çıkarılabilir. Çıkarılır ve açıklanırsa büyük oyun da bozulur.. Ne var ki iktidarda AKP varken bu bağlamda beklenti deli saçmasıdır!

    İşte dış borçlanma böylesi bir zincirdir; bağımsızlığınız – egemenliğiniz kalmaz!

    Mustafa Kemal Paşa, 1923-38 arasında neden onca yokluklar içinde denk bütçe için vargücüyle titizlenmiş; yıkımlar arasından bir yıldız yükseltmiştir..  İlk belirleyici hücrelerine dek DÜRÜSTLÜK idi.. Tasarruf idi, verimlilik idi, çalışkanlık idi, yerli malı idi, ithal ikamesi idi, planlı kalkınma idi, kamu öncülüğünde karma ekonomi idi, özelleştirme değil tersine MİLLİLEŞTİRME – DEVLETLEŞTİRME idi.. Bu yüzden bir ekonomi mucizesi gerçekleştirildi ve 1929 Dünya Ekonomik bunalımı da yaşanırken, Merkez Bankası ancak 1930’da kurulabilen, bir yandan da Osmanlı’nın borçları ödenirken.. 15 yılda yıllık ortalama %6,5 büyüme geçekleştirildi. Bu inanılmaz başarıya Batı yazını (literatürü) “Mustafa Kemal’in Ekonomi Mucizesi” dedi!

    ÇARE : Yukarıda yazdık.. yinelemeye gerek var mı?? Kamu öncülüğünde planlı karma ekonomi! Başka hiç – bir yolu yok efendileri TAMAM MI!?

    Sevgi ve saygı ile. 25 Mayıs 2018, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

     

Ekonomide doğrular ve yanlışlar

Ekonomide doğrular ve yanlışlar

Erinç Yeldan
Cumhuriyet, 23 Mayıs 2018
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
AKP ekonomi idaresinin almış bulunduğu makro iktisadi kararlar ve yürütmekte olduğu dışa bağımlı, çarpık büyüme stratejisi çok ciddi yanlışlıklar içermekte ve ulusal ekonomimizi istikrarsızlığa sürükleyerek, tahrip etmektedir.

Söz konusu yanlışlar dizisi ve tahribat, önceleri “cari işlemler açığı finanse edildiği sürece sorun değildir” söylemi ile uygulanmış ve Türkiye ekonomisi kronik olarak dış dengelerinde bozulmaya itilmiştir. Daha sonra Cumhuriyet tarihimizin en derin krizlerinden birisi olan ve ulusal ekonominin %6.5 daraldığı 2009 krizinin dersleri görmezden gelinerek, “krizin Türkiye’yi teğet geçtiği” savlanmış ve Türkiye yeniden ve çok daha kararlı bir biçimde bir “ithalat cennetine” dönüştürülmüştür. Günümüzde de “enflasyonun asıl nedeninin yüksek faizler olduğu(AS: Yüksek faiz bir neden değil bir sonuçtur!) gibi gerek iktisat bilimi, gerekse de iktisadi tarihin deneyimlerine tümüyle zıt bir saplantıda ısrar edilerek enflasyonla mücadele politikası ağır derecede tahribata uğratılmıştır.
***
AKP’nin 2003’ten bu yana geliştirdiği ekonomik politikaların ana dayanağı dövizin her ne pahasına olursa olsun ucuz kılınması ilkesine dayanmaktadır. 2003’ten 2009 küresel krizine değin geçen sürede, AKP hükümetleri (ve Merkez Bankası yönetimi) dövizi ucuz tutarak bir yandan enflasyonist baskıları hafifletmeyi, öbür yandan da ithalat maliyetlerini düşürerek tüketim ve yatırım harcamalarını kamçılamayı öngörmekteydi. Ucuz döviz (aşırı değerli Türk Lirası) sayesinde dolar bazında ifade edilen milli gelir rakamlarımız da sanal bir biçimde olduğundan çok daha yüksek gözüküyor, bu da kamuoyunda bir AKP mucizesi olarak pazarlanıyordu. 
AKP’nin bu ilk dönemi küresel ekonominin de sanal ve istikrarsız bir büyüme içinde olduğu genişleyici bir konjonktüre denk düştü. Amerikan ekonomisi Avrupa ve Uzak Asya ile olan ticaretinde ciddi açıklar veriyor ve bu açıkları da yüksek hacimlerde dolar basarak ve küresel piyasalara tahvil ihraç ederek finanse ediyordu. Dolayısıyla, tüm dünyada faizler hızla düşerken, ucuz dolara dayalı döviz bolluğu dünya ticaret hacmini genişletiyordu. Ancak “yerçekimini yadsıyan” bu kendi kendine değer kazandırma hayali, reel ekonomilerin gerçekleriyle yüzleştiği noktada kriz patlak vermişti. 
Türkiye de bu dönemde göreceli olarak çok yüksek reel faizler sunarak (AS: dövizi de baskılayarak)  küresel ekonomide dolaşan bu finansal kâğıtları ve ucuz dolara dayalı sıcak parayı ulusal ekonomiye çekme uğraşı içindeydi. Söz konusu dönemde sıcak paraya dayalı büyümenin istikrarsızlık kaynağı olduğu ve ulusal sanayiyi tahrip ederek yapısal bir işsizlik tehdidi yarattığı yönündeki uyarılar “dövizin sıcağı soğuğu olmaz, cari açık finanse edildiği sürece sorun olmaz” türünden akıl ve bilim dışı bir retorik ile susturuluyordu. 
AKP bu dönemde uluslararası işbölümünde yüksek faiz sunan, bir ucuz ithalat cenneti olarak yer bulurken, yükselen piyasa ekonomisi unvanına layık görülüyordu. Bugün yaygın söylem ile 2003-2008 arası AKP’nin uyguladığı faiz politikasını betimlersek, en uygun sözcük “faiz lobisinin, AKP ekonomi idaresinin bizzat kendisi olduğudur.”
***
İktisada Giriş derslerinde bir ulusal paranın değerini ise üç biçimde tanımlanmaktayız: 
(1) faiz oranı; (2) ulusal paranın (burada Türk Lirası’nın) dövizler karşısındaki değişim değeri; ve (3) enflasyon oranının tersi. Para piyasasının “dengesi” bu üç tanımın uyumlu olmasından geçmektedir. Paranın değerini veren bu tanımlar arasındaki herhangi bir tutarsızlık, para piyasasında dengenin yitirilmesine ve bu dengesizliğin reel ekonomi kesimine de sıçramasına neden olacaktır. Dolayısıyla, enflasyon, faiz ve döviz kurunun aşınması birbirine bağlı olarak ilişki içindedir. Paranın bu üç tanımı arasındaki iktisadi ilişkiler herhangi bir “neden-sebep-sonuç” ilişkisi içermez, sadece bu üç öğenin birlikte hareket ettiğini belirtir. 
Nitekim enflasyon, özünde işgücü piyasalarındaki katılıkların ve dengesizliklerin para piyasalarına yansımasının bir ürünüdür. Enflasyonla mücadele ulusal ekonominin yapısal nitelikli sorunlarının çözümünden geçer, Merkez Bankası’nın günlük (kısa vadeli politika) faizlerinin düşürülmesinden değil. 
Yineleme pahasına yeniden vurgulayalım: 

  • AKP ekonomi idaresinin izlemekte olduğu bilim-dışı enflasyon politikası ve yürütmekte olduğu dışa bağımlı, inşaat betonuna dayalı büyüme stratejisi ulusal ekonomimizi istikrarsızlığa sürükleyerek tahrip etmektedir.
    ===============================================
    Evet dostlar,

    Ekonomi hocası Sn. Erinç Yeldan’ın yazdıkları böyle..
    AKP = RTE uzun zamanlardır bilim dışı takıntıları ile faiz yükseltilmesine karşı çıktı. Ülkenin ne durumlara sürüklendiğini gördük birlikte.. Londra ziyaretinde de saçma sapan sözler kullanılınca yangın iyice büyüdü.  Sonunda tükürdüğünü yalamak zorunda kaldı, dün gece TCMB faiz oranlarını bir kezde 3 puan daha artırarak %13,5’ten 16,5’e yükseltti!

  • Milyonlarca insan, koca bir ülke ileri derecede yoksullaştırıldı bu TEK ADAM dayatması ile.
  • Bu çok ağır bir bedeldir ve vebali bütünüyle Erdoğan’ın boynundadır; hesabı verilmelidir.
  • Tanrı, bir kulunu cezalandırmak istese idi daha ağır bir yaptırım uygular mıydı acaba??

    Erdoğan’ın kibiri – bilim dışı takıntıları… daha “resmen” Başkan olmadan bu ağır sonuçları doğurdu. Ulusal gelir ciddi oranda eridi, enflasyon daha da yükselecek, cari açık, dış ticaret açığı ve bütçe açığı (3’lü açık sarmalı!) daha da büyüyecek.. Bu günkü açıklamasında Erdoğan yine verileri çarpıttı : Kamu borçlarının ulusal gelire oranının %8,5 olduğunu söyledi!? Oysa kamu borcu 450 milyar $ ve 2017 sonu ulusal geliri 850 milyar $ dolayında ve oran %50’nin üstünde. Bu borç şimdi daha yüksek, gelir ise daha da küçüldü.. Erdoğan salt 2018 yılı verisini temel alarak sorunu gizliyor. Oysa böyle bir ölçüt yok. Ayrıca asıl olan salt kamunun borcu da değil.. Ülkenin toplam borcu özel sektörle birlikte! Bu rakam ise 700 milyar dolara dayandı. 245 milyar doları aşan özel sektör borçlarına kamu (Hazine) büyük ölçüde kefil. Örneğin şehir hastaneleri talanı başta olmak üzere kamu- özel ortaklığı masalı ile yürütülen pek çok uluslararası projede, yüklenicilerin dış kredilerine (borçlanmalarına) Hazine garantisi verildi üstelik kur garantisiyle!

    AKP = Erdoğan, sokaktaki insanı belki bir süre daha aldatabilir ve akıl – bilim dışı kibirli, dinci takıntılarıyla yarattıkları cehennemi kendilerine dönük operasyon gibi sunarak, yine mağdur edebiyatıyla 24 Haziran’da oylarını da artırabilir.. Ancak güneş balçıkla sıvanamaz! 16 yıldır sürdürülen har vurup harman savurma – yağma/talan bezirganlığının bedeli ödenecek, Türkiye’ye ödetilecektir. Elbette bu kaçınılmaz diyet ödemelerinden AKP = Erdoğan’a de er ya da geç hak ettiği pay düşecektir, düşmelidir..

    Sevgi ve saygı ile. 24 Mayıs 2018, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Vurun CHP’ye!

Vurun CHP’ye!

Cumhuriyet, 22 Mayıs 2018
(AS: Bizim ironik katkımız yazının altındadır..)

1) Tehlikesi yok; terör örgütüne üye olmadan yardım ettiğinizi veya cumhurbaşkanına hakaret ettiğinizi iddia ederek kimse sizi hapse atmaz… 
2) Havası var; CHP’ye yönelttiğiniz eleştiriye göre, solda veya sağda istediğiniz konuma yerleşir, entel görünürsünüz. 
3) Modaya uygun; herkes yapıyor, siz de yapın!
***
Demokratlık konusunda eleştirin: 
İsterseniz, “Çok demokrat, fazla müsamahalı, parti içinde bile disiplin yok” deyin…
İsterseniz tam tersini söyleyin; “Demokrat görünümlü ama aslında otoriter, parti içinde bile demokrasi yok” deyin.
***
Genel çizgi konusunda eleştirin: 
İsterseniz, “Sol parti, Türkiye’de seçmen çoğunluğu sağda, asla iktidar olamaz” deyin… 
İsterseniz, tam tersini söyleyin; “Sağdan oy istiyor, sağa açılıyor, bu yolla iktidar olamaz” deyin.
***
Devlet konusunda eleştirin: 
İster, “Üniter devletten yana, baskıcı ve faşizan” deyin… 
İster tam tersini söyleyin; “Federasyonu savunuyor, bölücü” deyin.
***
Mezhep konusunda eleştirin: 
İster “Alevicilik yapıyor” deyin… 
İsterseniz tam tersini söyleyin; “Alevilerin haklarına yeterince sahip çıkmıyor” deyin.
***
Etnikçilik konusunda eleştirin: 
İsterseniz, “Kürtçülük yapıyor” deyin… 
İsterseniz, tam tersini söyleyin; “Kürtlerin haklarını yeterince savunmuyor” deyin.
***
Genel Başkanı eleştirin: 
İsterseniz, “Çok efendi, İskandinav ülkelerinde iyi olur ama bizim millete yaramaz” deyin… 
İsterseniz tam tersini söyleyin; “Partililerini de, seçmeni de dinlemiyor, kendi dediğini bastırıyor” deyin.
***
Milletvekili adaylarını eleştirin: 
İsterseniz, “Solcular tasfiye edildi, çok sağcı” deyin… 
İsterseniz, tam tersini söyleyin; “Fazla solcu liste” deyin.
***
Sonuç olarak: 
CHP’yi eleştirin de eleştirin… 
CHP’ye vurun da vurun! 
Nasıl olsa Erdoğan/AKP iktidarına gücünüz yetmiyor… 
Sizin gücünüz yetse bile dalkavuk havuz medyası sesinizi duyurmuyor
Hiç olmazsa, böylece şimdilik kendinizi tatmin eder, sonra da, Tek Adam Yönetimi altında inim inim inlerken, “Ülkede doğru dürüst muhalefet yok ki, bütün suç CHP’nin” diyerek teselli bulursunuz! 
Bana gelince: 
1) DEMOKRASİYİ VE HUKUK DEVLETİNİ YENİDEN KURACAĞI İÇİN… 
2) ÇOCUKLARIMIZA İPOTEK KOYAN EĞİTİMİ ÇAĞDAŞLAŞTIRACAĞI İÇİN

CHP’Yİ DESTEKLİYORUM VE DESTEKLEMEYE DE DEVAM EDECEĞİM!
===============================================
Dostlar, 

Emre hocamız böyle yazmış..Tabii yıkıcı biçimde vurmayalım ama eleştiri olmadan demokrasi olur mu?
Hepsi bir yana da, Konya’dan halen tek Milletvekili olan Dr. Cüneyt Hüsnü Bozkurt neden konmadı listeye?? Aslanlar gibi bir Kemalist idi değil mi! Yürekli, birikimli, deneyimli..
Bir AKP kurucusu olan Abdüllatif Şener’e neden tercih edildi? Şener, Konya’dan 4 vekil çıkaracağız.. buyurdu. Hüsnü bey gene 1. olurdu, madem 4 çıkacak, Şener de haydi 4. demeyelim ama 2. ya da 3. yapılırdı..
Süheyl Batum da dışlandı..
Balbay da öyle..
Ama geçmişte Atatürk’e hakaret eden Bekaroğlu duruyor,
kodlu CIA ajanı olduğu her yede yazılan Avukat milletvekili gene aday!??!!
………….
…………..

En iyisi biz Emre Kongar hocamızı kırmayalım, elbet bir bildiği vardır!
Derin derin yutkunalım ve şu kritik  mi kritik 24 Haziran seçimini de geçirelim ve
hesaplaşma bir başka bahara kalsın..

Sevgi ve saygı ile. 22 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com



Seçimden önce!

Seçimden önce!

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
AKP’nin Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan geçen haftanın başlarında yaptığı İngiltere ziyareti sırasında, bir TV kanalında 15 Mayıs’ta yaptığı açıklamada, eğer  kendisi Cumhurbaşkanı seçilir, ancak Meclis’te karışık bir tablonun çıkması durumunda AKP-MHP ittifakı Meclis’te çoğunluk sağlayamazsasistemin tıkanmasına izin vermeyeceğini, bunu sağlamak için ellerinde A, B,C planı olduğunu açıkladı. Ancak Erdoğan bu çok önemli açıklamasının içeriği konusunda, bugüne dek kamuoyuna bilgi verme gereği bile duymadı.

Neden?

Duyarsızlığın bu kadarı? 
Adı demokrasi olan tüm devlet yönetimlerinin vazgeçilmez ortak özelliği şudur: Seçimlerde adaylar eşit koşullarda yarışmalıdır. Bu, demokrasinin en temel ilkesidir. 
Oysa Türkiye’nin siyasal yapısını köklü bir biçimde değiştireceği konusunda görüş birliği olan 24 Haziran seçiminde, çok büyük ve yıkıcı bir eşitsizlik var: Bir uçta HDP adayı Selahattin Demirtaş tutukludur; diğer uçta, devlet-parti-basın yayın bütünlüğünün tüm gücünü arkasına almış olan AKP adayı Erdoğan var. 
Erdoğan, seçim sürecinde TRT dahil devletin tüm olanaklarını kullanıyor; yetmiyor, yandaş sermaye oluşturarak ele geçirdiği ve ülkenin basın-yayınının %90’ına varan vurucu gücünden tek başına ve sonuna kadar yararlanıyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi demokratik seçimin temeli olan adayların eşitliği ilkesini hiçe sayıyor; hiçbir demokratik seçimde görülmeyecek bir tutumla diğer adaylarla birlikte kamuoyunun karşısına çıkmaktan ısrarla kaçınıyor. Bu ayrıcalıklı tutumuyla, örneğin Fox TV gibi tarafsız bir kanalın adayları tek tek de olsa kamuoyunun karşısında tartışmaya çağırdığı programa katılmayacağı anlaşılıyor. 
Erdoğan’ın kamuoyunu hiçe sayan ve seçmene büyük saygısızlık olan bu tutumu, aslında, demokrasi anlayışının ne kadar eksikli olduğunun çok somut bir göstergesidir.

Hemen açıklamalı! 
Başta CHP adayı İnce’nin estirdiği olumlu rüzgâr ve öbür muhalefet adaylarının özellikle bunalıma sürüklenmiş olan ekonomi konusundaki eleştirileri Saray’ı iyice sarsıyor! 
Tam da bu noktada, hele de demokrasi eksiği göz önünde tutulursa, Erdoğan’ın sözünü ettiği A, B ve C planlarının neler olduğunu açıklamasını istemek, başlı başına büyük bir anlam ve önem kazanıyor. 
Anımsanacağı gibi, Erdoğan, adını Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi – CHS koyduğu, dünyada bir benzeri bulunmayan siyasal yapıyı, topluma, siyasal krizleri önleyeceği ve ekonomiyi uçuracağı gerekçesiyle pazarlamıştı. Şimdi ise oluşturduğu yapının siyasal krizlere gebe olabileceğini ve o krizleri aşmanın da yalnız ve ancak kendisi ile olanaklı olduğunu öne sürerek bir kez daha vazgeçilmezliğinin altını çiziyor. 
Bu durumda muhalefetin ve demokratik kamuoyunun birincil görevi Erdoğan’ı, olası bir siyasal bunalımı çözeceğini öne sürdüğü A, B, C planlarını bir an öce açıklamaya zorlamak olmalıdır. 
Ülkeyi, ekonomisi, iç ve dış siyasetiyle büyük krizlere sürüklemiş olan ve kamuoyunu ve seçmeni hiç önemsemeyen Erdoğan’ın, yarının Türkiye’sinde de sorunlara çözüm üretemeyeceği çok açıktır. Krizlere sürükleyen mi kriz çözecektir sorusu özenle sorulmalı ve asıl bu nedenle onun krize çözüm planlarının içeriği tüm yönleriyle ve bir an önce açıklık kazanmalıdır. 
Diğer yönden Erdoğan’ın krize çözüm planlarını ayrıntılarıyla öğrenmek, Türkiye halkının ve sandığa gidecek seçmeninin en doğal ve vazgeçilmez hakkıdır.
====================================
Dostlar,

Üstadımız Sayın Prof. Dr. Yakup Kepenek hocamızdan nefis bir irdeleme..
Tek sözcük eklemeye – çıkarmaya yer yok. Ama gene de birkaç söz etmek gerek :

  • Erdoğan, “millet ne derse eyvallah” diyemiyor. Varsa yoksa BEN!
  • Bu tablo normal bir ruh sağlığına işaret etmiyor..
  • Narsistik kişiliğin girdaplarında – kuyularında boğulmak ve koca bir ülkeyi de feda etmek anlamına geliyor..

Buradan bir kez daha not düşmüş olalım akıl ve vicdan sahibi her-ke-se!
Ve de iş işten geçmeden…

Erdoğan, eğer meşru – hukuksal – demokratik ise bu A, B, C planlarını açıklamak zorundadır.
Açıklayamazsa, açıklamazsa tersini düşünmek gerekecektir ki; bu hukuk devletinde SUÇTUR!

Sevgi ve saygı ile. 22 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com