Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.ne

Halk Ozanı Karamanlı Nevzat: Doktora saldırı üzerine…

Halk Ozanı Karamanlı Nevzat’tan.. (Doktor babası)

İstanbul'da öldürülen psikiyatristin adı ile ilgili görsel sonucu

Dr. Fikret Hacıosman’ı kaybettik, Türkiye sağlık camiasına ve tüm hekimlere başsağlığı diliyoruz

Doktora saldırı üzerine…

Tanrı şifa verir doktor eliyle,
Yazık ki saldırır kulu doktora.
Cahil hesap sorar ilkel haliyle,
Bıçak gibi batar dili doktora.

Doktoru şikâyet moda olmuştur,
İhbar hattı vardır; o da olmuştur.
Suçlayan gizlidir, bu da olmuştur,
Perişan görünür, hâli doktora.

Değilse ihmalkâr ya da dolapçı,
Her an nöbettedir ya da icapçı;
Toplumun ittiği esrarkeş, hapçı,
Emanet edilir deli, doktora.

Olsa da doktorun elleri kanda,
Umudu yeşertir her bir insanda.
Anlamazsa bunu kıro, maganda,
Öfkeyle saldırır eli doktora.

Doktora saldırı önlensin artık,
Kanlı cinayetler sonlansın artık.
Sağlık sistemimiz canlansın artık,
Ağıt yakmayalım ölü doktora?

Yıllarca öğrenir verir hakkını,
İnsan hizmetine sunar aklını.
Nankörlük etmesin hasta yakını,
Kalbi sevgi ile dolu doktora.

Kötüler doktora zehir kusmasın,
İyi destek olsun, devlet susmasın.
Acılı olanlar sakın küsmesin,
Dokunur sitemin yeli doktora.

Doktoru sevenler sessiz kalmasın,
Çaresiz olanlar kusur bulmasın.
Nefret söylemleri engel olmasın,
Ulaşsın sevginin seli doktora.

Acil hizmet verir bakar anında,
Lokman Hekim vardır onun şanında.
Doktor yalnız değil, halkı yanında,
Sevenin siperdir kolu doktora.

Nevzat nerde görse doktora pusu,
Doktor babasıdır, artar kaygusu.
İçini doldurur minnet duygusu,
Ne zaman düşerse yolu doktora.

Halk Ozanı Karamanlı Nevzat

 


Dostlar,

Çok acı bir cinayetle daha yüz yüzeyiz.. Psikiyatri uzmanı meslektaşımız Dr. Fikret Hacıosman, 18 yaşında bir katil tarafından İstanbul’da öldürüldü.. Bu kaçıncı sağlık çalışanı cinayeti?? Artık sabrımız ve dayancımız (tahammülümüz) kalmadı. SAĞLIKTA ŞİDDET hakkında yeterince çalışma, rapor, belge, araştırma özellikle TTB (Türk Tabipleri Birliği) tarafından yapıldı ve yayınlandı ama AKP iktidarı yıllardır göz yummayı sürdürdü.

Çünkü kök nedenler Sağlıkta Dönüşüm denilen kökü dışarıda sağlıkta vahşi özelleştirme – piyasalaştırma politikalarında saklı. Yerli – Milli olduğu safsatasını halka yutturmaya çalışan AKP’nin sermaye yanlısı politikaları ülkemizi çok yönlü çıkmaza sürükledi. Sağlıkta Şiddet bu genel yozlaşmanın (dejenerasyonun) bir türevi.

Bütünüyle AKP’nin sorumlu olduğu, içine sokulduğumuz derin bunalım giderek daha çok can yakmaya başladı. 1 kg domates 12 TL’yi geçti ama AKP Genel Başkanı Erdoğan, vatandaşı muhbirliğe yönlendirerek çare arama (!) çaresizliğinde ne yazık ki..

ABD Başkanı Trump, BM genel kurulunda geçtiğimiz hafta son derece ilginç sözler söyledi..

  • Küreselleşmeyi reddediyoruz... dedi!
  • Amerika’yı Amerikalılar yönetir… dedi!

Biz hala deriiiiin gaflet uykusunda KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizmin uyduluğunu südrürüyoruz.

Erdoğan’a soruyoruz : Yerli Domatesin kg’ını 12 TL’nin de üstüne dış güçler mi çıkardı!?

Korkumuz, Erdoğan’ın politik kaygılarla kitlelerde algı yönetimi amaçlı söylediği krizi görmezden gelmeye – üstünü örtmeye dönük sözlerine kısa sürede kendisinin de inanması!

İşte o zaman Nasreddin Hoca’nın ünlü fıkrasındaki “büyük kıyamet” kopacak!
*****
Efendiler; 
Sağlık – Eğitim – Sosyal Güvenlik başta olmak üzere halktan yana kamusal politikalara geri dönünüz..
Sonra da Kamu öncülüğünde, üretime dayalı planlı karma ekonomiye dönünüz..
Başka hiç-bir çıkar yolumuz yok-tur..
Bu azgın sel katar önüne götürür sizi, tarihin çöplüğüne süpürür sizi..

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

 

VATAN SEVGİSİ

VATAN SEVGİSİ 

Suay Karaman

Suay Karaman
Konuk yazar

19 Eylül 2018’de İstanbul Kabataş Lisesi’nde 2018-2019 eğitim öğretim yılı açılış törenine katılan AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“Emeği, güneşin altında çalışan bir işçinin alın terinden öğreneceksiniz. Vatan sevgisini, Suriyeli bir muhacir çocuğun gözlerinden öğreneceksiniz. Kahramanlığı, Ömer Halisdemir gibi yiğitlerin cesaretinden öğreneceksiniz. Özveriyi, terör örgütünün kalleşçe şehit ettiği Aybüke öğretmenin fedakarlığından öğreneceksiniz.”

Türk milleti, vatan sevgisini Suriyeli bir göçmen (muhacir)  çocuğun gözlerinden öğrenemez. Çünkü vatanını terk eden Suriyelilerin çocuklarının gözlerinde vatan sevgisi yerine vatanına karşı görevini yapmamanın suçluluğunu ve başka bir vatanda sığıntı gibi yaşamanın ezikliğini görürüz.

Türk milleti, vatan sevgisini çok iyi bilir. Çünkü bizler vatan sevgisini Çanakkale’deki Onbeşlilerin gözlerinden, Seyit onbaşının gücünden öğrendik. Vatan sevgisini İnönü’den, Sakarya’dan, Kocatepe’den, Dumlupınar’dan öğrendik. Vatan sevgisini Kurtuluş Savaşımızda iz bırakmış kahraman Türk Kadınlarından öğrendik…

Bizler vatan sevgisini Namık Kemal’den, Tevfik Fikret’ten öğrendik. Vatan sevgisini Kuvayi Milliye şehitlerinden, gazilerimizden, eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ten öğrendik. Vatan sevgisini Nazım Hikmet’in “Kuvayi Milliye Destanı”ndan öğrendik.

Vatanseverlik, hürriyet, millet kavramlarını Türk düşün yaşamına ve edebiyatına sokan Namık Kemal, vatan sevgisini şu şekilde anlatmıştı:

  • “Süt çocukları beşiğini, çocuklar eğlendiği yeri, gençler geçimlerinin sağlandığı yeri, ihtiyarlar dünyadan ellerini-eteklerini çektikleri yalnızlık köşelerini, evlat anasını, baba ailesini ne türlü duygularla severse insan da vatanını öyle duygularla sever. İnsan vatanını sever. Çünkü vatan, öyle bir galibin kılıcı veya bir katibin kalemiyle belirsiz hatlardan, sınırlardan ibaret değil; millet, hürriyet, menfaat, kardeşlik, hakları kullanma, hakimiyet, atalara hürmet, aileye sevgi, çocukluk hatıraları gibi birçok yüce duyguların toplanmasından oluşmuş, mukaddes bir düşüncedir.”

İşte vatan sevgisi budur; bu sevgi her türlü koşulda büyük bir özveriyi gerektirir ve vatan için seve seve ölüme gitmeyi göz önüne alır.

Vatan sevgisini Atamızın Gençliğe Hitabesi’nden, Bursa Nutku’ndan öğreniriz. İstiklal Marşı’mızdan, şanlı al bayrağımızdan öğreniriz vatan sevgisini. Okullardan kaldırılan andımızı okumaya devam ederek öğreniriz. “Ne mutlu Türküm diyene” sözünün anlamını kavrayarak öğreniriz vatan sevgisini. Eğer vatan sevgisini mutlaka bir gözden öğreneceksek, işte o zaman şehit çocuklarının gözlerindeki yaşlardan öğreniriz, kahraman Mehmetçiğin cesaret dolu gözlerinden öğreniriz.

Karanlık ortaçağa takılarak, ılımlı İslam çığlıkları atıp, büyük işgal projelerine öncülük edenler vatan sevgisini bilmezler, bilemezler.

Emperyalizme karşı ülkesini kurtaran Kuvayi Milliye’cilerin torunlarına ve büyük önder Atatürk’ün gençlerine vatan sevgisini öğretmeye kalkanlara ise güler geçeriz.
===========================

Yaşşa Mustafa kemal Paşa çok yaşşşa..

Yaşşa Suay Karaman dostumuz, çoooook yaşşa..

Sevgi ve saygı ile. 01 Ekim 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Yerli ve milli McKinsey

Yerli ve milli McKinsey

Deniz Yıldırım
Cumhuriyet, 29 Eylül 2018
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
– Gün geçmiyor ki “yerli ve milli” dönüşüm hamlesiyle ilgili yeni bir icraat haberi almayalım. Yeni haber New York’ta açıklama yapan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’tan.

Önce kısa hatırlatma: Albayrak 20 Eylül’deki yeni ekonomi programı sunumunda bakanlık bünyesinde bir Maliyet ve Dönüşüm Ofisi kurulacağını ilan etmişti. Bu ofiste tüm bakanlıkların temsilcileri yer alacak ve kemer sıkma programı buradan yürütülecekmiş. Ayrıca buradaki ekip “kamudaki işleyişten farklı” çalışacakmış. Özeti bu. 
Kamu adına görev yapan, “anayasal” devlet düzeni içinde işleyecek bir kurul nasıl farklı çalışır ki? “E, hani devlette çift başlılık olmayacaktı!” Bu soruyu soruyorsanız, Türkiye’nin 16 Nisan anayasa referandumuyla ve ardından 24 Haziran seçimleriyle içine sürüklendiği yeni, denetimsiz Saray Rejimi’nden de habersizsiniz demektir. Artık her şey mümkün. Bir kararnameye, tek imzaya bakar. 
İşte bu “kamudaki işleyişten fark”ı tanımlayan yeni haberi verdi Bakan Albayrak. Bu ofisin kamudaki kesintilerle ilgili çalışmalarını denetlemek için Amerikan danışmanlık şirketi McKinsey ile anlaşma yapılmış. Bu şirket, içinde tüm bakanlıkların temsilcilerinin yer alacağı Maliyet ve Dönüşüm Ofisi’nin işlerini her çeyrekte denetleyecek ve rapor sunacak. “Şu çok harcamış, buradan az kısmışsınız” diyecek yani. Çünkü ekonomi tıkırında, işler yolunda!

  • IMF yerine McKinsey verelim.

Şakası bir yana, Osmanlı’nın son döneminden hangi kurumu andırdığını çok iyi biliyorsunuz. (AS: Düyun-u Umumiye!) Tek tek McKinsey şirketinin farklı ülkelerdeki sicilinden de örnekler sunabiliriz elbette. Örneğin bu şirketin birkaç ay önce Lübnan hükümetine “ekonomiyi canlandırmak için tıbbi marihuana üretimini serbest bırak” dediğini ya da Suudi yönetimiyle çalışırken Enerji Bakanı’nın iki çocuğu dahil üst düzey 8 hanedan üyesinin çocuğunu, akrabasını işe aldığını belirtebiliriz. 
Fakat ana sorunumuz bu şirket değil. “A şirketi değil de B şirketi olsun” demiyoruz. 
Nedir sorun? Açalım :

Birincisi; Madem Amerika ile ekonomik savaştayız; öyleyse Amerikan yapımı hediye uçağı iade edin” derken baktık ki ekonominin denetimiyle ilgili yetkiler bir Amerikan şirketine devredilmiş. Eğer “Amerika ile ekonomik savaş”tayken bu karar alındıysa; yenilgi bayrağının çekildiğine işarettir. Eğer “Amerika ile ekonomik savaşta” değilsek, iç siyasette halkımıza ekonomik kötü gidişin sorumlusunun başkaları olduğu masalı satılmıştır. Hangisi doğru? Baktığınız yere göre ikisi de. 

İkinci soruna gelelim. Ulusal egemenliğe kapsamında bir yetki, uluslararası bir şirkete aktarılıyor. Oysa Türkiye’de kamunun harcamalarını, gelir ve giderlerini anayasanın 160. maddesine göre kim denetlemeli? Sayıştay.

  • Peki ne oldu Sayıştay’a? Yetkileri budandı, etkisizleştirildi. Raporları kamuoyundan ve Meclis’ten adım adım kaçırıldı. 

Sonraki adıma bakalım. 16 Nisan 2017’de bir anayasa değişikliği yapıldı. Meclis’in yürütmeyi denetleme yetkileri elinden alındı; Bakanlar Kurulu kaldırıldı; devlet Saray etrafında yeniden yapılandırıldı, ülkenin kararnamelerle tek kişi tarafından yönetilmesinin önü açıldı. Değişiklikle Anayasa 87. maddede TBMM’nin görev ve yetkileri arasında sayılan “Bakanlar Kurulu’nu ve bakanları denetlemek” ibaresi de çıkarıldı. 

İşte kamunun ekonomik açıdan denetiminin ABD’li bir şirkete verilmesi de bu rejim dönüşümünün 3. adımıdır. Önce güçler ayrılığı budandı; ardından Meclisin yetkileri Saray’a taşındı ve şimdi bu yetkiler, uluslararası güçlerle paylaşılıyor.

  • Bu bir egemenlik devri işaretidir. (AS: AY md. 6 açıkça ayaklar altında!)

Ve çok açıkça gösteriyor ki Türkiye demokrasiye, halk egemenliğine yaklaştıkça bağımsızlaşır; bunlardan uzaklaştıkça bağımlılaşır. Yeniden yaşıyoruz. 

Gelelim son soruna. “Fena mı işte, şirket gibi dışarıdan bir gözle harcamaları denetlesinler, kamuda tasarruf yapılsın” diyenler olacaktır. Birincisi, şirketin parası bizim cebimizden çıkacak. İkincisi, kamuda tasarruf dendiğinde uluslararası tekellerin aklına ilk gelen şey, kamu hizmetlerinden kesinti ve faturanın çalışan çoğunluğa kesilmesi oluyor.

Ne diyecekler? 

  • “Saray’ın ısınma, aydınlatma masraflarını, örtülü ödeneğini kısın; makam araçlarını, uçaklarını satın” mı?

Hayır. Daha çok özelleştirme yapın” diyecekler. Bir yandan özelleştirmeler, öbür yandan kamu hizmetlerinden kesintiler ve son olarak da tasarrufu desteklemek adı altında gelir artırıcı, yani yeni vergi öneren önlemler kapıda. Ne demişti Albayrak 20 Eylül toplantısında? 

“Vergiyi tabana yayacağız.”

Yani yükü artacak olan yine kıt kanaat geçinen, ücretli çalışan çoğunluk. Halkçı, kamucu ve bağımsızlıkta ısrar eden bir iktidar seçeneğinin zorunlu olduğunun yeni bir kanıtıdır yalnızca McKinsey kararı. (AS: “kararı” değil “imtiyazı” hatta “kapitülasyonu”!)
=============================================

Dostlar,

ABD ŞİRKETİNE VERİLEN YETKİ KAPİTÜLASYONDUR!

Cumhuriyet’in yeni yöneticilerinden değerli Deniz Yıldırım’ın yazılarını yararlanarak okuyoruz..
Yukarıdaki yazısı da önemli ve paylaştık bu nedenle. Üstelik yumuşak.. konunun tüm ağırlığına karşın. (Cumuriyet‘in Dil Devrimi’ne daha özenli olmasını diliyoruz ayraç içinde..)

Yazı içinde dayanamayıp 2 yerde ayraç içinde katkı koyduk. İlki aşağıda.

  • Bu bir egemenlik devri işaretidir. (AS: AY md. 6 açıkça ayaklar altında!)

Evet, AKP iktidarı, bilerek (ihanet!) ya da bilmeyerek (gaflet ve dalalet / aymazlık ve sapkınlık) içinde.

Yersiz yinelemeye gerek yok. Bu ülkenin kurumları tükendi mi ki; bu “ciddi mali denetim (!?) yetkisi bize vahşice ambargo uygulayan, Suriye ve Irak’ta taşeron örgütleri PKK-YPG’yi apaçık binlerce TIR silahla destekleyerek adı geçen 2 ülkeyi bölmek ve kukla Kürt devleti kurmak isteyen, sonra da BOP kapsamında Türkiye’yi böleceğini açıkça ilan eden ABD‘ye Türkiye karşılıklılık kapsamında zerrece tepki ver(e)meyecek midir?? Geçelim uluslararası ilişkilerde “karşılıklılık” ilkesini, tam tersinde “teslimiyetçi” davranışlar hatta sömürge – kölelik ruhu değil de nedir?!

“Yerli ve milli” (!?) AKP,  Batı emperyalizmi ile boğuşuyor öyle mi!? Hadi canım sen de!
*****
Biz 10 Ağustos’tan (2018) beri,”Kara Cuma” dan beri yazıyoruz..

  • Ekonomik bunalım gerçekte KURGULU BİR DEVALÜASYONDUR!
  • Ekonomi, AKP tarafından soygun – talan ile yandaşı besleme ve Batı’nın rantını aktarma adına adına batağa sürüklenmiştir.
  • En az %50 devalüasyona mahkum kalan iktidar mutlaka gider; ama henüz Batı ile sözleşme bitmedi ise (örn. BOP Eşbaşkanlığı!) yepyeni ve post-modern bir senaryo yazmak ve halkı hipnotize etmek gerekir! Kitlesel hipnozda din – iman – Allah – mağduriyet..  sosları olacaktır bolca.. Sadık taban yutsun yeter.. Gerisi zaten oy vermiyor AKP’ye..
    ****

Anayasa madde 6 – Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.
Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

ABD şirketine yukarıdaki yetkileri vermek Anayasa’nın 6. maddesini açıkça çiğnemektir.

Bu anlayış, yine yukarıda yazı içinde not düştüğümüz üzere Düyun-u Umumiye ruhudur. AKP cenahının neredeyse taptığı kızıl sultan 2. Abdülhamit, Osmanlı Devletinin uluslararası hukukta Moratoryum olarak bilinen  İFLASINI ilan etmiş, borçları ödeyemediğini kabul ve itiraf etmiş, İngiliz – Fransız – İtalyan komiserler İstanbul’a gelerek devletin tüm maliyesine – gelirlerine el koymuşlardır. Osmanlı bütçesi bu 3 Komiserin onayı ile yürürlük almaktadır. Osmanlı tam sömürge kılınır böylelikle. Örn. Fransız Reji idaresi Osmanlı topraklarında tütün tarımının tek yetkilisidir. Gelirler vahşice toplanır, Müslüman tebaa iyice yoksullaştırılır ve Osmanlı yaklaşık 40 yıl daha finansal yoğun bakımda tutularak nasıl bölüşüleceğine Sykes-Picot gizli anlaşması ile 1915’te karar verildikten sonra son dönemece girilir.. O Sevr‘dir 10 Ağustos 1920’de! 

Mustafa Kemal ve yurtsever Anadolu halkı, Osmanlı hanedanı İngiliz işbirlikçisi hain ve alçak – sefil Vahdettin ve şürekası ile de savaşarak Anadolu’yu ve Türk milletini kurtarır.. Birkaç milyon Türk de Balkanlar, Yunanistan’dan… anayurda göç ederek yok edilmekten kurtulur.. Sevr yırtılmış, onaylayan Osmanlı Saltanatı 1. Meclis tarafından HAİN ilan edilmiş ve yerine İstiklal Savaşı ürünü Lozan Anlaşması konmuştur. Ne yazık ki Osmanlı’nın uğursuz ve devasa borcunu bu masum ve yoksul halk taa 1954’e dek taksit taksit, burnundan gelerek , çeyrek yüzyıl boyunca ödemiştir..
*****

ABD şirketine verilen bu kabul edilemez yetki apaçık suçtur, Anayasayı çiğnemektir!

  • ABD şirketine verilen bu kabul edilemez yetki imtiyazdır, KAPİTÜLASYONDUR ve Lozan Andlaşmasına’da aykırıdır! McKinsey sözleşmesi derhal feshedilmelidir!

AKP’nin suç dosyası artık klasörlerden taşmaktadır..

İşte Türkiye’de dinci – kinci – saltanatçı sağ kadrolar böylesine ağır sabıkalıdır.
Kasım 2002 – Eylül 2018 arasında 16 yıldır kesintisiz olarak, adeta Saltanat yetkisiyle Türkiye’yi yöneten Abdülhamit – Vahdettin tapınıcısı nesiller ile gene benzer çıkmaza saplandık.

Yeni bir KURTULUŞ SAVAŞI kokuyor kapkara bulutların Anadolu topraklarına bıraktığı
hazin gözyaşlarından..

Sevgi ve saygı ile. 29 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Atatürk’ün vasiyetnamesi

Atatürk’ün vasiyetnamesi

hikmet sami türk ile ilgili görsel sonucu

Prof. Dr. Hikmet Sami TÜRK
Eski Adalet Bakanı, 26.9.18, Cumhuriyet

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı “İş Bankası hisseleri” konusunda CHP’nin Atatürk’ü “suiistimal” ettiği açıklaması, haksız bir iddiadır.

[Haber görseli]

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 16 Eylül 2018 günü Azerbaycan dönüşünde uçakta gazetecilerin CHP’nin bir TV kanalını satın aldığı iddiası ile ilgili bir sorusu üzerine; “Bunlar önemli değil. Ama daha önemli bir suç var. Siyasi partiler banka kurabilir mi? Hayır, kuramaz. Ama şu anda CHP, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü suiistimal ederek, onun cebihümayunu’ndan İş Bankası hisselerinin %28’inin sahibi durumunda. Oradan para alamıyor, ama yönetim kurulunda dört üyesi var. Bu dört üye ne yapar? Buna bir bakılması lazım. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu tür bir varlığı herhangi bir siyasi partinin etiketi altına giremez. Girse girse Hazine’ye girer.” şeklinde konuşması (1), bir konu hakkında yeterince bilgi edinmeden yaptığı önyargılı açıklamaların yeni bir örneğidir.

Ata’nın mirası
CHP’nin Türkiye İş Bankası AŞ pay senetlerinin bir bölümüne sahip olması, Atatürk’ün ölümünden iki ay beş gün önce “Dolmabahçe, 5-IX-1938 Pazartesi” düzenleme yer ve tarihiyle, kendi el yazısıyla yazarak ertesi gün (6 Eylül 1938) Dolmabahçe Sarayı’na çağırdığı İstanbul 6. Noteri İsmail Kunter’e kapalı ve mühürlü bir zarf içinde teslim ettiği, 10 Kasım 1938 günü ölümünden sonra 28 Kasım 1938 günü Ankara 3. Sulh Hukuk Hâkimliği’nce açılan vasiyetnamenin gereğidir. Altında “K. Atatürk” imzası bulunan bu vasiyetname, -günümüz Türkçesiyle- şöyledir:
“Malik olduğum bütün para ve pay senetleriyle Çankaya’daki taşınır ve taşınmaz mallarımı Cumhuriyet Halk Partisi’ne aşağıdaki koşullarla terk ve vasiyet ediyorum:
1. Para ve pay senetleri şimdiki gibi İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır (faiz ve kâr payı ödenecektir).
2. Her yılki nemadan, bana yakınlıkları şerefi saklı kaldıkça yaşadıkları sürece Makbule’ye ayda 1.000, Afet’e 800, Sabiha Gökçen’e 600, Ülkü’ye 200, Rukiye ve Nebile’ye şimdiki 100’er lira verilecektir.
3. S. Gökçen’e ayrıca bir ev alınabilecek para verilecektir.
4. Makbule’nin yaşadığı sürece Çankaya’da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.
5. İsmet İnönü’nün çocuklarına yükseköğrenimlerini tamamlamaları için muhtaç oldukları yardım yapılacaktır.
Her yıl nemadan kalan miktar yarı yarıya Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir.”(2)

İşte Atatürk, bu koşullarla ölümünden kısa bir süre önce düzenlediği vasiyetname ile malvarlığını kurucusu olduğu ve o dönemde tek parti konumunda bulunan CHP’ye bırakmıştır. Vasiyetnamede sözünü ettiği pay senetleri, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde alınan karar(3) doğrultusunda 26 Ağustos 1924 günü Mahmut Celâl Bey’e (Bayar’a) 1 milyon TL esas sermaye ile kurdurduğu Türkiye İş Bankası’nın pay senetleridir. Kuruluşta esas sermayenin dörtte biri olan 250.000 TL Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından karşılanmış ve başlangıç sermayesi olarak fiilen ödenmiştir. Bu para, Kurtuluş Savaşı’nı desteklemek üzere Hindistan Müslümanlarının (AS: Pakistan’lılar!) gönderdiği paranın kalan yarısı idi(4).

Ortaklık yapısı
30 Haziran 2018’de Türkiye İş Bankası AŞ pay senetlerinin bunlara sahip üç büyük grup arasındaki dağılımı şöyledir: İş Bankası Munzam Sandık Vakfı % 40.12, CHP (Atatürk hisseleri) % 28.09, halka açılma ile binlerce pay sahibi % 31.79(5). Atatürk’ün vasiyeti gereğince maliki olduğu pay senetlerinin kâr payları her yıl yarı yarıya Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarına ödendiği için CHP, mülkiyet hakkından doğan diğer yetkileri kullanmakta ve Türkiye İş Bankası AŞ sermayesinin üçte birine yakın bir bölümü ile Banka Yönetim Kurulu’nda temsil edilmektedir. Vasiyetname gereklerini yerine getirmek bakımından CHP, vasiyeti yerine getirme görevlisi konumundadır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CHP’nin Atatürk’ün vasiyeti gereğince Türkiye İş Bankası AŞ pay senetlerinin bir bölümüne sahip olmasını “önemi bir suç” olarak nitelemesi ise, yalnızca yasal değil, mantıksal dayanaktan da yoksundur. Bu, Atatürk’ün kurucusu olduğu CHP’yi vasiyet yoluyla suçlu duruma getirdiğini iddia etmekten başka bir anlam taşımaz. Böyle bir mantık olabilir mi? CHP’nin Atatürk’ün vasiyeti gereğince bu pay senetlerine sahip olması, Anayasanın 69. maddesinin II. fıkrasında siyasi partiler için yasaklanan “ticarî faaliyet” niteliği taşımaz. Kaldı ki ne Türk Ceza Kanunu’nda, ne Siyasî Partiler Kanunu’nda, ne Bankacılık Kanunu veya başka bir kanunda böyle bir suç öngörülmüş değildir.
CHP’nin mülkiyetinde bulunan pay senetlerine düşen, fakat Atatürk’ün vasiyeti gereğince Türk Dil ve Türk Tarih Kurumlarına ödenen Türkiye İş Bankası AŞ kâr payları hakkında anayasanın “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu” ile ilgili 134. maddesinin II. fıkrasında bu ödemenin yapılmasını güvence altına alan şu hükme yer verilmiştir:

  • “Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu için Atatürk’ün vasiyetnamesinde belirtilen mali menfaatlar saklı olup kendilerine tahsis edilir.”

Bu hüküm, aynı zamanda Atatürk’ün vasiyetnamesinin gereğinin yerine getirilmesi için konulmuş anayasal bir dayanaktır.

Sonuç
Açıklanan nedenlerle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İş Bankası hisseleri” konusunda CHP’nin Atatürk’ü “suiistimal” ettiğini öne sürmesi, haksız ve yanıltıcı bir iddiadır. Atatürk’ün ölümünden 80 yıl sonra bu hisselerin Hazine’ye geçmesi gerektiğini savunmak, böylece banka yönetimine girmenin yolunu açmak, O’nun iradesine saygısızlık anlamına geldiği kadar miras hukukuna da aykırıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında CHP’nin -haberi veren gazetedeki yazılışıyla- “onun (Atatürk’ün) cebihümayunu’ndan İş Bankası hisselerinin %28’inin sahibi” olduğunu söylerken Türkçe/Osmanlıca sözlüklerde yer almayan bir sözcük kullanmıştır. Böyle bir sözcük varsa “ceb-i hümayunundan” biçiminde yazılması gereken bu Farsça isim tamlaması, “padişahın cebinden” anlamına gelir. Böyle bir sözcüğün saltanatı kaldıran Atatürk hakkında kullanılması, Cumhuriyet’in kurucusuna gösterilmesi gereken saygı ile bağdaşmayan bir davranıştır.
============================
Dostlar,

Sayın Prof. Hikmet Sami Türk, önceki Adalet Bakanlarımızdandır. Uzmanlık alanı Ticaret Hukuku olup, Ankara Üniv. Hukuk Fak. emekli öğretim üyesidir. Kaleme aldığı yukarıdaki yazısı uzmanlık alanındadır ve tam bir ehliyetle yazılmıştır. 

Eskilerin ama eskimeyen bir deyimle ağır ama “kemal-i edep” ile yazılmıştır. Anlayana.. Biz de günlerdir sitemizin manşetinde tutuyoruz :

  • İŞ-BANKASI‘ndan pis ellerinizi çekin.. İğrenç emellerinize bu ulusal bankamızı da alet etmeyin..
  • İŞ BANKASI Cumhuriyetin ve ATATÜRK‘ün Türk halkına ve ekonomisine armağanıdır.
  • O nedenle yönetim kurulunda, Atatürk’ün kendisinin kurduğu parti CHP‘den 4 üye, güvence amacıyla atanmıştır.
  • İŞ Bankasından CHP’ye maddi katkı yoktur. Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumuna gelir güvencesi sağlanmıştır ileri görüşlülükle.
  • Hem gündem oyunudur hem de asla iyi niyetli değildir. Halka tuzak kurarak bu bankayı da Varlık Fonuna aktarıp yutmak vatana ihanetle eşdeğerdir. Kınıyoruz!

Sevgi ve saygı ile. 26 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

EĞİTİMDE DİBE VURDUK

EĞİTİMDE DİBE VURDUK

Konuk yazar
Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar
19 Eylül 2018

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

2018-19 Yeni Öğretim yılı başladı. Öncelikle tüm öğretmen ve öğrencilerimize başarılar diliyoruz. Fakat gerçekte eğitimde başarının neresindeyiz? Son yıllarda eğitimin içine düştüğü – düşürüldüğü derin  çıkmaz ve nedenleri nelerdir?

Eğitimde mekânsal sorunların yanında, yönetsel sorunlar, hatta “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” insanlar yetiştirme hedefini dışlayıp “dindar ve kindar” kuşaklar yetiştirme çabalarının bugün bizi getirdiği nokta; 137 ülkenin eğitim niteliğine göre sıralandığı listede 99’uncu sırada yer almak olmuştur. Pakistan ve Endonezya’nın gerisinde kaldığımız bu listede Türkiye’nin eğitimde nitelik (kalite) notu 7 üzerinden 3.1’dir.

Evet, Türkiye, Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF), “Eğitim Kalitesi 2018” başlığıyla yayımladığı listede 99’uncu sırada yer alıyor. Ülkelerin, eğitim sistemi kalitesine göre sıralandığı bu raporda Katar, Malezya, Endonezya, İran ve Pakistan gibi ülkeler Türkiye’nin önünde. Listenin başında İsviçre geliyor. Yemen ise en son sırada yer alıyor. Yemen’den önde olmaya isterseniz sevinebiliriz.

WEF’in 137 ülkenin eğitim sistemini puanlandığı, “Eğitim Kalitesi 2018” raporunda Türkiye, yalnızca 38 ülkenin önüne geçebiliyor. Eğitim sistemi kalitesinde 137 ülke arasında 101’inci sırada yer alıyor. 2017 yılına göre 2018 yılında iki basamak yükseldiğimiz halde, Mozambik, Nikaragua, Tanzanya, Etiyopya ve Kamboçya’nın bulunduğu yüzdelik dilimden kurtulamıyoruz

Dünya Ekonomik Forumu’nun 134 ülkenin ilköğretimde okullaşma ilişkin verilerine göre Türkiye %94.1’lik oranla ancak 82’inci sıraya yerleşebiliyor. Bu durumda Burundi, Azerbaycan ve Peru ile aynı sırada yer alabiliyoruz

Singapur, toplam bütçe giderinin %30’una yakınını eğitime ayırıyor. Dünyada ikinciliğe yerleşiyor. 3. ve 4. sırada ise, Finlandiya ve Hollanda var. Sanırım anlaşılıyor; toprakları Konya ilimiz büyüklüğündeki Hollanda’nın tarım ürünleri dışsatımında (ihracatta) bizi neden 5’e katladığı! Hollanda yılda 90 milyar $, Türkiye 17 milyar $ tarımsal ürün dışsatımı yapıyor.

UNICEF’in, “Çocuklar ve Eğitim Sistemi” başlığıyla yayınladığı raporda, Türkiye’de eğitim sistemi sorunları da ele alınıyor. Raporda, “Başta kız çocukları olmak üzere kimi çocuklar yoksulluk veya dışarıda çalışma ile evdeki sorumluluklar gibi nedenlerle okullarını terk ettiklerinden ya da okula düzenli devam edemediklerinden, ilköğretimde %100 kapsam ve cinsiyet (gender) eşitliğini sağlamaya yönelik çabaların sürmesi gerekmektedir.” denilen raporda devamla; “Eğitimde, PISA testleriyle, ulusal sınav sistemiyle veya akademisyenlerin bu alandaki değerlendirmeleriyle alınan sonuçlar genellikle doyurucu  edici olmaktan uzaktır.” değerlendirmesine yer veriliyor

Mevcut yönetim 4+4+4 sistemi ile eğitimde “kendine göre” yeni (!) kuşaklar yaratmaya çalışıyor. Edebiyat, bilim, güzel sanatlar, sanat, spor, felsefe dersleri ortadan kaldırılıyor ya da çok azaltılıyor. Karma eğitimi sonlandırma çabaları ise, bizi Cumhuriyetin kuruluşu ile hedeflenen “Muassır medeniyetleri yakalama’’ doğrultusundan, Mozambik, Nikaragua, Tanzanya, Etiyopya ve Kamboçya ile aynı karede yer alma düzeyine indirgemiştir.

  • Eğitimde dibe vurmuş durumdayız.

Ancak Erdoğan, hala, eğitimde tarihsel değişiklikler yapacaklarını duyurabilmektedir! Müfredat (eğitim- öğretim programları) zaten içerik olarak çağ dışı, nitelik olarak ise Türkiye’yi utandırıcı durumda iken..
==============================
Dostlar,

Saygıdeğer Eğitimci – Yazar dostumuz Mustafa Aydınlı, emekli bir eğitimci olarak, 2018-19 eğitim – öğretim yılının başında adeta içini dökerek ülkemize yol göstermekte. Uluslararası raporlara dayalı olarak düşüncelerini kanıtlara bağlamakta. Kendisine teşekkür ederken, siyasal iktidarın “ar-tık” kör kör gözüm parmağına inadını bir yana bırakması gerekiyor.

16 yıldır tek başına iktidar ile ülkemizin hemen hemen tüm yaşam alanlarında ciddi yıkımlara yol açan irrasyonel politikalara son verilmesi gerekiyor ar-tık!

Sona gelindi İslamcı ideolojik takıntılarla.

Türkiye’nin mutlaka ve hızla;

– Laik (seküler)
– Akla ve bilime / bilimsel akılcılığa dayalı
– Karma; kız ve erkek öğrenciler birlikte, aynı sınıfta, hatta aynı sırada!
– Uygulamalı: üretim için eğitim, eğitim içinde üretime dayalı
– Sorgulamacı – bilimsel kuşkucu – ezberci değil sorun çözücü
– Küresel sistemde rekabet gücü sağlayan – özgüven veren
– Ulusal değerlerine bağlı ve saygılı ama evrensel değerleri de kazandıran

– Kamusal, ücretsiz ve fırsat eşitliği sağlayan…….

bir Milli Eğitim Sistemine geçmesi gerekmektedir
Bu gereksinim, belki de en başta gelen sorunsalıdır Ülkemizin..

Erdoğan‘ın bu gün “..bizde kriz miriz yok..” sözleri dehşet vericidir birçok bakımdan!
Yaşamın somut – acı gerçekliğinden bunca kopulmuş olabilir mi, ciddi ruh sağlığı sorunudur;
Ya da ne adına bunca ağır – temelsiz – akıl dışı bir çarpıtma yapılabilir??

Biri 40 katır ise öbür 40 satırdır ve Türkiye bu çok hazin – trajik tabloyu hiç mi hiç hak etmiyor.

Sevgi ve saygı ile. 19 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

Ekonomik krizi ve dünyayı soğutacak bir tarım mümkün

Ekonomik krizi ve dünyayı soğutacak bir tarım mümkün

Prof. Dr. Tayfun Özkaya
Prof. Dr. Tayfun Özkaya

YURT Gazetesi, 07.09.2018

KARŞI karşıya olduğumuz ekonomik sorunlar çok açık. Döviz gelirlerimiz giderlerimizden az. Üretimi destekleyecek bir politika izlenmediğinden ülke içi tasarruflar yetersiz. Bu nedenlerle uzun yıllardır devlet ve şirketler yurt dışından borç alıyor. Borçlarımız birikti ve ödenmediği takdirde yeni borçlar bulmak zorlaşıyor. Öte yandan devlet bütçesi açık veriyor. Fiyat artışları hızlandı. Türk lirası değersizleşiyor. Artan döviz kurları, fiyat artışlarını hızlandırıyor. Çünkü üretilen, ihraç edilen ürünlerin hammaddeleri de ithal. Tarım da bu sorunlara katkı veriyor. Tarımsal üretim yapmak için ithalat yapmak gerekiyor. Uygulanan endüstriyel tarım (yoğun kimyasal gübre ve sentetik tarım ilaçları, mazot, şirket tohumları, aşırı su ve ağır makinelere dayalı tarım) büyük ölçüde ithalata dayanıyor.

Tarımda kullanılan mazot ve tarım kimyasalları bir yandan küresel iklim değişikliğine yol açarken öbür yandan ithalata dayalı olduğundan döviz kıtlığına katkıda bulunuyor. Bu tarım sistemi toprakları, suyu kirlettiği gibi insan sağlığı açısından da yoğun zararlara neden oluyor. Kısacası uygulanan endüstriyel tarım sistemi hem ekonomik krizi şiddetlendiriyor, hem de dünyanın ısınmasına yol açıyor. Uygulanan tarım ve ekonomi politikaları çiftçi ve tüketicilerin sömürülmesine yol açıyor. Çoğunluğun çok alıştığı bu tarım sistemi ve tarım politikaları artık sürdürülebilir değil.

  • Agro ekolojik bir tarım sistemine ve gıda egemenliğine dayalı bir tarım politikasına geçmek gerekiyor.

Agro ekoloji, ekolojik bir tarım demektir. Yalnızca organik tarıma indirgenemez. Agro ekoloji dünyada hızla yayılmaktadır. Büyük başarılar elde edilmiştir. Verim düşüşü değil artışı söz konusudur. Dünya köylü, çiftçi, balıkçı ve göçerlerinin örgütü Via Campesina agro ekolojiyi savunmaktadır. Birleşmiş Milletlerin Gıda ve Tarım Örgütü olan FAO agro ekolojiyi kabul etmek zorunda kalmıştır. Hatta bu yaklaşımı yozlaştırmak için büyük tarım tekelleri bile agro ekolojiyi benimsemiş görünmeyi tercih etmektedirler.

Türkiye ekonomik bir krizin yakınlarında dolaşmaktadır. Kriz anları ülkelere yaratıcı çözümlere açılmak için fırsatlar da verir. Agro ekolojik sistem, tarım kimyasallarını çok büyük ölçüde sıfırlamaktadır. Sentetik tarım ilaçları yerine yerel tohum, kardeş bitkiler, nöbetleşme, ev yapımı ekolojik tarım ilaçları gibi birçok teknik ve araç kullanılmaktadır. Kimyasal gübre yerine ise; hayvansal gübre, yeşil gübre, kırmızı solucan gübresi, komposto, kardeş bitkiler vb. birçok yöntem kullanılacaktır. Azaltılmış veya sıfırlanmış toprak işleme ile mazot ve makine kullanımı kısılacaktır. Böyle bir tarım sistemi tarımsal üretimde kullanılan ithale dayalı girdileri gereksiz hale getirecek ve döviz tasarruf edilmesine yol açacaktır.

Var olan tarım politikası aynı zamanda tarım ürünleri ithaline de dayanıyor. Bunun nedeni ülkemizin gıda egemenliğine sahip olmamasıdır. Döviz kuru arttığı için ithal edilen tarım ürünleri pahalılığı arttırıyor.

  • Ürünler kooperatifler aracılığı ile çiftçiden tüketiciye doğrudan ulaştırılabilse çiftçinin eline daha iyi fiyat geçeceğinden üretimi artıracak, tüketici ise daha ucuza bu ürünleri elde edeceğinden enflasyon kısıtlanacaktır.

Kısacası agro ekolojik tarım sistemine geçtiğimizde üretim için ithale dayalı girdiler ya hiç kullanılmayacak ya da bazı girdiler (mazot gibi) daha az kullanılacaktır. Bu hem çiftçinin maliyetini düşürecek hem de döviz darboğazının azalmasına katkı verecektir. Tarım ürünleri ithalini zorlaştırdığımızda ve kooperatifleri destekleyerek çiftçi eline geçen fiyatları artıracak biçimde daha etkili tarım destekleri yaptığımızda, bunlar dış ticaret açığını kapatma yönünde etki edecektir. İhraç ettiğimiz ve zehirlerle yüklü olmayan tarım ürünlerimizin ise birim fiyatları artacağı için tarım bir de bu yönden dış ticaret açığının kapanmasına katkı verecektir. Daha derin düşünürsek temiz ve besleyici ürünleri tüketen halkımız daha az hasta olacak bu da beşeri ilaç ve tıp cihazları ithalatını düşürecektir.

Türkiye zaman yitirmeden
– agro ekolojik tarıma geçmeli,
– gıda egemenliğini sağlayacak bir ekonomi ve tarım politikasını benimsemelidir.

Şimdi başlarsak beş altı yılda durumumuz oldukça düzelecektir.
===================================
Dostlar,

Değerli dostumuz Sayın Prof. Dr. Tayfun Özkaya gerçek bir yurtsever ve çok nitelikli bir Tarım Ekonomisi uzmanıdır Ege Üniv. Ziraat Fakültesinde. YURT Gazetesinde, uzmanlık alanında  düzenli teknik makaleler yazmaktadır. Ancak çok anlaşılır, dur bir dille..

Kendisine ülkemize önemli bilimsel katkıları için teşekkür borçluyuz..

Sevgi ve saygı ile. 18 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ESFENDER KORKMAZ : BİR GECEDE NASIL YOKSULLAŞTIK

BİR GECEDE NASIL YOKSULLAŞTIK

Esfender KORKMAZ

Prof. ESFENDER KORKMAZ
esfender@esfenderkorkmaz.com  Yeniçağ – 19.08.2018

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Doların 7 liraya çıkıp sonrada 6 liranın altına düşmesini bazı yetkililerin piyasa ekonomisinde bir işleyiş olarak yorumladıkları anlaşılıyor.

Piyasa ekonomisi“Yatırım, üretim ve dağıtım ile ilgili kararların arz ve talebe dayalı olduğu, mal ve hizmet fiyatlarının serbest fiyat sistemi içinde belirlendiği ekonomidir.” Ancak piyasanın kendi halinde bırakılması piyasa anarşisi doğuruyor. Zira sermaye karını maksimize etmek için tekelleşme, kartelleşme ve spekülasyon yapma eğilimindedir. Bu nedenle devletin asıl işi gerektiğinde piyasaya müdahale etmek ve rekabet kurallarını çalıştırmaktır. Bizim Anayasamızda da Devlete bu görev verilmiştir.

Bu nedenle eğer dövizde bir spekülatif hareket oluyorsa bunun suçunu spekülatörlere iç ve dış güçlere atmak yanlıştır. Eğer bizim bilmediğimiz tersine bir müdahale yoksa, bu sorun devletin işlevsiz kalmasından kaynaklanan bir sorundur. Hükümet edenlerin kur politikası, faiz politikası, bütçe politikası ve devlet anlayışlarındaki yanlışlar spekülasyona izin vermiştir.

Spekülasyon, bir kısım insanların spekülatif kar elde etmesine, buna karşılık diğerlerinin aynı oranda kayıp vermesine neden olur. Kur hareketinde iki türlü sorun var; Birisi TL’nin düşük değerde olması diğeri de bir gecede kur artışından yüksek para kazananlar ve kaybedenlerdir.

  • TL, Dolara göre %40 daha düşük reel değerdedir. TL / Dolar kurunun 3.80 dolayında olması gerekir. Dolar 6 lira ise 2.20 lira daha pahalı demektir. Kamu kesiminin 142 milyar $ dış borcu var. TL bu değerde kaldığı sürece kamunun TL olarak dış borç karşılığına bugünkü değerle 312 milyar ek yük geldi demektir. Bu fark bütçeden yani halkın vergileri ile ödeneceği için, sonuçta yük topluma yayılmış oluyor.
  • Özel sektörün 217.3 milyar $ döviz pozisyon açığı var. Kazancı TL olduğu için bu kesimin TL karşılığı dış borç yükü de TL’nin düşük değerde kalması halinde % 40 artmıştır.
  • Dünyada yap- işlet – devret modeline göre özel sektöre yaptırılan kamu altyapı yatırımlarında risk, özel sektöre aittir. Bizde ise, rasyonel hiçbir esasa dayanmayan risk paylaşımı söz konusudur. Devlet talep garantisi vermiş ve ayrıca özel sektörün dış borçlarına kefil olmuştur. Üstelik Türkiye’de dolarla talep garantisi vermiştir.

2005 – 2017 Kamu – Özel İşbirliği projeleri yatırım tutarı 48 milyar dolardır. Bu yatırımdan beklenen gelirlerin bugünkü değeri, yani sözleşme değeri 115 milyar dolardır. Bunlar içinde çoğunluğu risk paylaşım yöntemiyle yapılmıştır. Kalkınma Bakanlığı kayıtlarında bu ayırım proje sayısı olarak yapılıyor ve fakat maalesef yatırım değeri olarak yapılmıyor.

Devletin riski paylaşması nedeniyle:

Yatırım pahalıya çıkmıştır. Devlet borç alarak bu yatırım yapsaydı % 15 kar payı ödemeyecekti ve bu nedenle yatırım 7.2 milyar $ daha ucuza çıkacaktı. Devletin talep garantisi her yıl değişir. Genel olarak projenin yarısı kadar dersek takriben 57 milyar $ bütçeden para ödenecektir.

Devlet ayrıca bu projelerin toplam 115 milyar $ gelirinden yoksun olacaktır. Eğer bu yatırımları Devlet borçlanarak yapsaydı, bu borcu yatırım gelirleri ile geri öderdi. Proje geliri Dolarla hesap edildiği için de ek olarak geliri artardı.

Bu haliyle devletin kaybı bütçeden ödenen 57 milyar $ talep farkı ile 7.2 milyar $ yatırım maliyet farkı olarak toplam 64.2 milyar Dolardır. Başka bir ifade ile devletin risk paylaşımına girmesi gibi yanlış bir kararı halka 64.2 milyar dolara mal olmuştur. TL düşük kaldığı sürece bu farkın TL maliyeti de daha yüksek olacaktır.

  • Doları bir gecede 7 liraya çıkarıp o gün dövizini bozduranlar, yüksek spekülatif karlar elde ettiler. Muhtemeldir ki, bu karlarla şimdi zora düşecek şirketleri satın alacaklardır. Söz gelimi bir bankanın 100 olan hisse senedi, şimdi 40 geriledi. Hisselerini kim toplar, bakmak gerekir.

Kesin sonuç “kim olursa olsun manüpülasyon yapanlar, spekülatörler kazandı hepimiz kaybettik şeklindedir.
================================================
Dostlar,

AKP DEVALÜASYONU HAKKINDA
YURDUM İNSANINA 10 SORU ve….

Çok kıdemli ve yetkin Ekonomi hocası, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi önceki Dekanlarından Sn. Prof. Korkmaz’ın bu irdelemesi son derece önemlidir, net ve muazzzam büyüklükte sayısal verilere dayalıdır.

Halkın cebinden en azından 64,2 milyar $ servet çalınmıştır. 

Hırsız kimdir ?

Peki Devletin – Hükümetin temel görevlerinden, varlık nedenlerinden değil midir halkın refahını, can ve mal güvenliğini sağlamak!??

Bu görev yerine getiril(e)memiştir. Görevini yapmayan siyasal iktidar, halk yığınlarının kitlesel olarak yoksullaştırılmasından sorumludur ve bu suçunun yasal – siyasal hesabını vermelidir.

Alman basınında bu hazin tablodan doğrudan Erdoğan sorumlu tutulmaktadır..

Yaşananların, olağanüstü yanlış ekonomi politikaları yüzünden zorunlu duruma gelen yüksek oranlı devalüasyon için bir mizansen olduğu yaygın kabul görmektedir.

İlk iş istifadır!

Ayrıca şu soruların mutlaka yanıtlanması zorunludur       :

  1. AKP – Erdoğan iktidarı gene kandırılmış mıdır?
  2. Kandırıldı ise bu kaçıncı kandırılmadır?
  3. AKP – Erdoğan, kandırılmak için mi iktidar olmuştur?
  4. Yeryüzünde kandırılmak için iktidara gelen hükümeti olan başka ülke var  mıdır?
  5. AKP = Erdoğan, ülke yönetiminin 16. yılında ustalık döneminde bu ”oyuna” (!) nasıl gelmiştir?
  6. Ha bire kandırılan ehliyetsiz – basiretsiz kadroların görevi bırakması ve halka hesap vermesi ülkenin bekası açısından zorunlu değil midir?
  7. AKP = Erdoğan; dış güçler, ekonomik savaş, bayrağa – ezana saldırı.. retorikleri (gerçek dışı laf kalabalığı) ile nereye dek halkı oyalayabileceği / kandırabileceği kanısındadır?
    İlk etapta yerel seçimlere dek mi?
  8. İktidarın ekonomideki yangın ve çökmeyi halka anlamak için bulabildiği en ”akıllıca” (!) yol, damardan hamaset ile  7. sorudaki masallar mıdır?
  9. AKP yandaşı ve soyguna – talana ortak olanlar, Müslüman ve bu ülkenin yurttaşı değil midir?
  10. İktidar; bu muazzam çapta, onlarca milyar $ düzeyinde halkın soyulması zulmünde gerçekten çaresiz durumda mıdır; yoksaaaaa ??????
    Bugün değilse bile bu soruların yanıtları yakın – orta – uzun erimde verilecektir.Demokrasiye yaraşır, onu hak eden bir toplum, millet olmak, sürü – mürit – talancı bir güruh olmaktan çıkabilmek, görüldüğü gibi, ne yazık ki, çoooook dayak – kazık yemek, soyulmakla öğrenilebiliyor.. Bedel çook ağır. Avrupa’da da Rönesans, Reform, Aydınlanma çooook kanlı oldu ve çoook uzun yüzyıllar sürdü. Ama bizim önümüzde hiç yoktan bu acı ve dev deneyim var.. Aynı yollardan birebir geçmek zorunda değiliz..

Eyyyy Yurdum insanı;

  • Bu son dinci – kinci çatal mı çatal kazıktan sonra, zangır zangır titre ve artık tebaa – kul olmaktan çık; Kant‘ın altın öğüdünü anımsa, ‘‘AKLINI KULLAN” (Sapere aude!) in-san-laş!
  • Ülkede bağımsız – tarafsız  yargı, Sayıştay, etkin TBMM, özgür basın, demokrasi olsaydı; yani kadir-i mutlak TEK ADAM rejimi olmasa idi; bu muazzam kazığı sana kim atabilirdi??!!

Kadim Socrates‘e saygı ile..
O, sorular sorarak insana kendi gerçeğini buldurma yolunda egemenlere canını verdi..

Sevgi, saygı ve ENDİŞE ile. 22 Ağustos 2018, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Coşkun Özdemir : CEHALET..

C E H A L E T …..

Prof. Dr. Coşkun Özdemir
Türkiye Kas Hastalıkları Derneği Başkanı
İstanbul Tıp Fak. Nöroloji Em. Öğretim Üyesi

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Cahil ve cehalet sözcükleri Osmanlı döneminden kalan en büyük mirasımızdır. 1950’den önce cehalet sözcüğü genelde okuma yazma bilmeyenler için kullanılırdı. Şimdi toplumun sadece okuma yazma değil, bilmesi gereken hiçbir şeyi öğrenmemiş olduğunu gördük. % 90’ı köylü olan halk hiçbir şeyi bilmiyor, yaşadığı dünyayı da tanımıyor. Cumhuriyet 17 yılda bütün Osmanlı tarihinde olduğundan çok çeşitli okul, sanat kurumu açmış, üniversiteleri yeniden kurmuş, Avrupa’ya öğrenciler göndermiş, Köy Enstitülerini açmıştır.”

Bunlar gerçek bir bilge kişi Doğan Kuban’dan alıntıdır. Genel olarak bu sözcüğü hele halkımız için kullanmakta çekingenlik var. Doğan hoca cehalet sözcüğünü cesaretle ve elbette yetki ile kullanıyor. Genellikle bu gerçeği gizliyoruz.

Özdemir İnce’nin iki kitabı var. Cehaletin Rönesansı ve Egemenliğini işleyen çok aydınlatıcı.
O da cesur bir düşünür. TV’lerde halkın bir araya gelip aralarında tartışıp siyasilere çok rasyonel mesajlar verdiğini dinliyorsunuz. Bunlar yapay yakıştırmalar, bir öykü gibi. Gerçekle ilgisi yok, çok yineledim. AKP iktidarının ve yandaşlarının karalayıp kötülediği Cumhuriyetin Atatürk’lü 15 yılı bir mucize gibidir. Bunu yadsımak onu bir enkaz gibi tanımlamak bir gaflettir. Bugün neredeyse İslam dünyasındaki ilk laik cumhuriyetten arta kalanlarla yaşıyor ve bu sayede umudumuzu koruyoruz. Birer aydınlanma odağı Köy Enstitüleri ve Halkevleri haince yok edilmese, çağdaş eğitime darbe vurulmasa idi, Türkiye bugün bambaşka bir yerde olacaktı.

Bakınız DOĞAN KUBAN nasıl devam ediyor:

”Cahillik, politika olarak istismar edilen bir kültürel yoksulluktur. Az gelişmiş bir toplumun politik ortamında kişileri uygarca davranmaya ulaştıracak bir bilinç partilerde de yok. Üniversitelerimizin en iyileri bile yurt dışındaki itibarlarını yitirdiler Bugünkü iktidar çevrelerinde süregelen bir Osmanlı hayranlığı var (C.Ö.) “Biz Osmanlı tarihini çağdaş bir tarafsızlıkla, fakat Türkçe konuşan dünyanın ilk laik cumhuriyetini kurmuş bir İslam toplumu olarak yeniden değerlendirmek zorundayız. Bunu bir iç kavga tohumu olarak kullanan,
bizim gibi ülkeleri sömürme peşinde olan Batılı emperyalistlerdir.”

Ben bugünkü az gelişmişliğimizde ve çekinmeden söyleyelim cehaletimizde, neredeyse bin yıl önceki İslam toplumundaki akıl ve dogma zıtlaşmasının büyük etkisi olduğu kanısında olanlardanım. İmam-ı Gazali önemli, etkili bir İslam bilgini idi. Ama yazık ki, içtihat kapısı kapanmıştır diye İslam dünyasını özgürlüğe ve felsefeye kapamıştır!? Bunu nasıl başardığını anlamamışımdır. Çünkü İslam dünyasında yüzyıllardır tersine bir potansiyel vardı.

Ben ilk Avrupa’ya çıkışımda Belçikalı bir profesörün “Avicenna’yı okudunuz mu?” sorusu ile karşılaşmıştım. Bilmiyordum, İbni Sina’nın Avrupa’daki adı imiş. Onlar İbni Sina’dan başka İbn-i Haldun, İbn-Rüşt, Farabi, Harezmi okurlarmış. Bunlar İslam yasağını dinlemeyen filozoflar. Yunan klasiklerini Arapçaya tercüme ettirip okuyor, okutuyorlar. Avrupa reform ve Rönesans için onlardan yararlanıyor. Ama Osmanlı onlara uzak kalıyor. Osmanlıda bu felsefecileri eleştiren, onlara karşı çıkan, konuşup, tartışmak eleştirmek doğruyu aramak yanlıştır. İÇTİHAT KAPISI KAPANMIŞTIR diyen İmam Gazali tarafını tutuyor. O’nun TEHAFÜTÜ FELASİFE adlı ünlü bir kitabı var. Bu Osmanlı ile birlikte İslam dünyasının özgür düşünceye, felsefeye kapanışıdır. Bu nedenle bakın DOĞAN hoca ne diyor :

” Abbasilerin Dar-ül Hikma benzeri bir çeviri etkinliği, dünya bilim tarihinde FARABİ gibi filozoflar, İbni Sina gibi bir filozof ve tıp uzmanı, HAREZMİ gibi bir matematikçi, HAYYAM gibi bir şair ve matematikçiyi, Osmanlı toplumu 500 yılda yetiştirememiştir.”

Cumhuriyet %5 okuma yazma bilen, fabrikasız, okulsuz, sanayisiz perişan bir toplum miras aldı. Büyük Atatürk ona inananlarla birlikte bu topluma bu coğrafyaya aklı bilimi, çağdaşlığı, laikliği ve aydınlanmayı getirdi. Büyük bir devrimdir bu. Bunu küçümsemek gaflettir, hıyanettir. O’nu izleyenler bu devrime sadık kalmadılar. Tam tersine eğitimi baltaladılar, Köy Enstitülerini, Halkevlerini yok ettiler. Halkı çağdaş, aydınlanmacı bir eğitimden yoksun bıraktılar. İslamcı bir parti bugün bu yoksunluğun meyvelerini topluyor. Sol adına Atatürkü küçümseyenlerimiz oldu. AKP’den demokrasi bekleyen liberallerimiz, “yetmez ama evet” çilerimiz sonunda bugünlere ulaştık.

Bir devlet adamı, kadınlar sesli gülmesin diyor. Bir başkası hadislerde bütün hastalıkların ipucu vardır diyor. Üniversite hocası müziğin her türlüsü günahtır buyuruyor. Diyanet başkanı nişanlılar el ele tutuşamaz diyor. El zinası, göz zinası üniversitede hakimler arasında, üst makamlarda yaygın. Nerede, hangi zeminde yetişiyor bu milyonlarca Fetocu? Nedir bu Adnan Oktar olayı?

Her gün kadın cinayetleri haberleri alıyoruz. En çok sigarayı biz içiyoruz. En çok işçi ölümleri bizde. En çok yalan haber uydurma, haber bizim medyada. Dövmesi var diye bıçaklanan kadın bizim kadınımız. Sayısız çocuk cinsel tacizi, çocuk kaçırma..

Yanmaz kefen bizde satılıyor çok rağbet var. Türkan Saylan’a “zıbarıp gitti, O’nu cehennemde zebaniler karşılayacak, Atatürkçüleri yanına çağırsın“ diyen bizim kadınımız. Sömürgede dinimizi daha iyi yaşardık.. genç kızlarımız söylüyor. Yunan kazansaydı saltanat, hilafet devam ederdi.. Bu da saray sofrasında oturan dinci tarihçimizden.. “Erkekler sakal bırakmazsa şehvet uyandırır, oğlancılık teşvik edilir” bizim bir din adamının söylemi. Utanç verici şeyler.

Unutulmaz 6-7 Eylül vahşeti (AS: 1955), 2 Temmuz 1993 Madımak faciası cehaletin eserleri değil mi? Sağdan sola yazmayı bilmeyen kendini Müslüman saymasın.. Böylece birisinin kemikleri sızlayacak ve cehennemde bir ait kademeye inecektir. Bir milli irade temsilcisi dindar bu da. En çok, en çeşitli tarikatlar bizde. Birbirine en az güvenen bizim halkımız.

Bütün bunlar bu insan manzaraları cehaletten kaynaklanıyor, Emperyalizm bundan yararlanıyor. Rasyonel (AS: akılcı) düşünceden, bilinçten, aydınlanmadan yoksun insanlar tarafından yaratılıyor bunlar. Tepeden tırnağa bu toplumda yaygın bir patoloji görmemek mümkün değil. Binlerce insan hapiste. Bir gün için yüzlerce tutuklama, yüzlerce göz altı. Binlerce işten atılma, üniversitelerde adeta bir kıyım. Sormaz mısınız? Nasıl bir memleket bu? Her şey normal diyebilir misiniz? Ülkenin yöneticileri her şeyin başkanı reise böyle bir memleket nasıl idare edilir demez mi?

Hapislerle idamlarla olur mu? Bu yaygın patoloji masa üstüne konmaz mı? Bu zeminin bu toprağın ciddi bir hastalık içinde olduğu çok açık değil mi? Bu kabul edilip çare aranmalı değil mi? Hapishaneleri doldurmak Enis Berberoğlu’nu, Osman Kavala’yı, Eren Erdem’i, binlerce üniversite gencini Selahattin Demirtaş’ı hapiste tutmak vb. adalet midir, kaosa destek midir? Hiç beraber olmadığımız Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan darbeye mi destek verdiler? Cumhuriyet yazarlarını 6-7 yıl hapse mahkum etmek neyin nesi? Bunların gerekçesi hangi vicdan sahibini ikna edebilir?

Derinlemesine bir sosyolojik psikolojik çok yönlü analizlere ihtiyacı var bu toplumun. Bu yazıyı yazarken bir katliam haberi alıyorum.. Bir ailede 5 ölü 4 yaralı, bir katliam. Ne kadar kolay öldürüyor! Hem de 28 kez, 32 kez bıçaklıyor benim insanım! Hastanelerde doktorlara saldırı vukuatı adiyeden (AS: sıradan olay). Bu ülkenin Başkanı ve iktidar partisi önderleri biz hangi koşullarda ardı ardına seçim kazanıyoruz, toplumun hangi kesiminden oy alıyoruz diye düşünmezler mi? Başkanın vurguladığı gibi asil bir halk mı bu?

Bakın iyi bir düşünür ve yazar olan Dr. Erdal Atabek ne diyor :

”Halkımız Erdoğan ve AKP’yi kutsallaştırıyor İktidar kutsallaşmıştır. Oy vermemek günahtır. Peygambere karşı çıkmaktır. Bilinç altı bir şey bu. Kollektif bilinç kolay kolay değişmez. CHP ancak toplumun bilincine seslenebiliyor bilinç altına değil.” Oysa Atatürkçü laik kesim için böyle bir kutsallık yok. Laikliği savunmak için çaba göstermek gibi bir sorumluluk, bir gereklilik düşünmüyor aydın kişi. Sayı üstünlüğü de olmadığı için, bütün seçimlerde yitiren yan.

  • Ne olacak, nereye gidiyoruz?

Yanıtını bilemediğimiz bir soru bu. Kaygılar içinde yaşarken, yaşayanlar hep birlikte görecekler.
Ama yılgınlık ve umutsuzluk yasak!
Aydınlanma için var gücümüzle çalışacağız!
==========================================

Dostlar,

Saygın insan Prof. Dr. Coşkun Özdemir bizim İstanbul Tıp Fakültesin’den hocamızdır. Uğur Mumcu Vakfı‘nda yollarımız kesişmiş ve Vakıf için bir Ulusal Sağlık Politikası raporu hazırlayan çalışma takımı içinde olmuştuk.

Sonra.. Ergenekon kumpas davalarında Silivri tutsaklarını bir ziyaretimizde çadırda dertleşmiştik.. Arada bizi katıldığımız TV programlarını izleyebilirse arar ve kutlar..

Özdemir hoca on yıllardır, Yeşilköy’de çooook mütevazi bir binada, kurucusu olduğu Kas Hastalıkları Derneği‘nde bu zor hastalıklarla boğuşanlara hizmet sunuyor, nitelikli – bilimsel – sevecen – insancıl emeğini akıtıyor.. Dünyanın en ünlülerinden Harvard Tıp Fakültesi’nde çalışmış, çoook başarılı bir Nöroloji hocası Prof. Coşkun Özdemir..

Kas Hastalıkları Derneği binası, İstanbul Büyükşehir Belediyesinden kiralık. Hemen hemen her yıl bu belediye “çıkın” der ve insanları perişan eder.. Oysa dinci – kinci – yandaş dernek ve vakıflara bu belediye ölçüsüz destek veriyor.. Ne adaletsiz tutum ve ne utandırıcı politika!?

Özdemir hocamız 1929 doğumlu.. 90’ına dayandı ama yüreği hala Ülkemiz – insanımız – Aydınlanma ve ATATÜRK DEVRİMLERİ için çarpmakta..

O’na daha nice üretken yıllar dilerken, ülkemize kattıkları için bin şükran sunuyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 29 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Tayyip Erdoğan’la açık sözlülükle

Tayyip Erdoğan’la açık sözlülükle

Ataol Behramoğlu
Cumhuriyet, 30 Haziran 2018

 

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Sizinle hiç karşılaşmadık. Belediye başkanlığınız sırasında bu olabilirdi.
Siz İstanbul Belediye Başkanı olduğunuzda ben de Türkiye Yazarlar Sendikası başkanlığına seçilmiştim. Yoksul sendikamızın, Kabataş Setüstü’ndeki lokalinin sahibi CHP Büyükşehir Belediyesi’ne bir hayli borcu birikmişti. 
Arkadaşlar gidip yeni başkanla görüşelim dediler. Gitmem dedim. 
Böylece bu ziyaret gerçekleşmedi. Gerekçelerimi birkaç kez yazdığım için tekrarlamayacağım. 
Sonra belediye başkanlığından alındığınızda, İstanbul Üniversitesi’ndeki işime giderken tam da Şehzadebaşı Camisi’nin önünde, sizin belediye sarayı önündeki topluluğa veda konuşmanıza tanık oldum. Durup bir süre dinledim. 
Sonradan bu sütundaki yazılarımdan birinde dile getirdiğim gibi, bu konuşma “görevden alınan bir belediye başkanının veda konuşması değil, kışkırtıcı bir meydan okumaydı.” 
Olaylar bu izlenimimi de fazlasıyla doğrulamıştır.
Avukatlarınız hakkımda iki kez hakaret davası açtılar. 
İlkinin gerekçesi, bir TV programında, -o sırada sanırım başbakandınız- başkanı olduğunuz partinin seçim yoluyla iktidarı bırakmayacağını söylemiş olmamdı. 
Zaten saçma bir davaydı. İlk duruşmada beraatla sonuçlandı. 
İkincisi, daha yakın zamanda, Ortaçağdan Sesleniş” başlıklı bir yazımda şehit ailelerine hitaben yaptığınız konuşmaya yönelttiğim eleştiriye ilişkindi. 
Onların ölmüş sayılmayacağını, şehitliğin hiç de üzülecek bir şey olmadığını söylüyordunuz. 
Yazıda özetle, bunların bir din görevlisi tarafından teselli amaçlı söylenebileceğini, fakat bir devlet başkanının görevinin böyle şeyler söylemek değil insanların can güvenliğini sağlamak olduğunu belirtmiştim. 
Avukatlarınız hakaret saymışlar. Neyse ki yargıç böyle düşünmedi ve bu dava da ilk celsede aklanmayla sonuçlandı. 
Yazılarımda size yönelik pek çok eleştiri vardır. Fakat ne size ne ailenize hakaret etmek aklımdan geçmez. Kişiliğimle, aldığım terbiyeyle de bağdaşmaz. 
Buna karşılık sosyal medya, seçim gecesinde Halk TV’deki birkaç sözümle ilgili olarak, taraftarlarınızın bana ve yakınlarıma yönelik ağza alınamayacak hakaretleriyle dolup taşıyor. 
Şahsen ben, bu nitelikte kişiler tarafından ve onların hiçbir değer ve ahlâk kırıntısı taşımayan sözleri yoluyla, herhangi bir konuda savunulmayı istemem.
Şimdi son olarak, RTÜK’ün bu yayın nedeniyle bu TV kanalına para cezası vermiş olduğunu öğrendim. 
Kanaldaki sözlerim, resmi sonuçlar henüz açıklanmadan zaferinizi ilan etmenizle ilgiliydi. 
Kuşkusuz o anların gerginliğinin ve heyecanının da etkisini taşıyan bir tonda, bu erken konuşmanın seçimle gelmiş bir devlet adamı tarafından değil, ancak bir çete reisi, bir darbecitarafından yapılabileceğini söyledim. 
O anda siz cumhurbaşkanı değil adaydınız ve erken bir zafer ilan etmeye -demokrasi ölçüleri içinde- hakkınız yoktu. Bence yasaya aykırı, ya da kendi yasasını kendi yapan biri tarafından yapılabilecek bir konuşmaydı. Amacım hakaret değil, dile belki sert getirilmiş bir tespittir. 
Bu sözlerim hiçbir uygar ülkede, suçlama, ceza konusu olamaz. 
Sonuçta, büyük sayılamayacak bir oy farkıyla da olsa, cumhurbaşkanı, ya da “yeni sistem”in başkanı seçildiğiniz resmen ilan edildi. Buna sevinen milyonlar ve üzülen milyonlar var. 
Ben üzülenlerdenim. 
Çünkü bütün yetkilerin tek elde toplanmasının diktatörlük ve bu “yeni sistem”in daha 2002’de onu ilk kez adlandıran kişi olduğum “sivil darbe”nin bir son aşaması olduğundan kuşku duymuyorum. 
Şu anda sahip olduğunuz sınırsız yetkileri ne ölçüde kullanacağınızı, ya da kullanabileceğinizi zaman gösterecek. Ben ise, kendi payıma, bu ülkenin, bu dilin bir şairi, bir yurtseveri olmaktan ötürü mutluyum. 
Bulunduğum yaş ve konum olarak ne kimseden zerrece korkum, ne de en ufak bir beklentim olabilir. 

  • Bütün korkum, ülkemizin Batılı bir demokrasi olmaktan
    büsbütün koparılarak Ortadoğu diktatörlüğüne dönüşmesidir

Tek dileğim ise onun uygar dünyanın bir parçası, özgür ve mutlu bir ülke olarak gelişip varlığını sürdürmesidir.
===========================================

Dostlar,

İşte üstad Ataol Behramoğlu‘nun yazıları böyle okunmaya doyulamayan, her biri bir edebiyat yapıtı, ayrıca belgesel; tarihe not düşen..

Biz de aynı duygu, kaygı ve düşünceler içindeyiz..

Bekleyip göreceğiz ve Türkiye’mizin, Behramoğlu’nun tanımlamasıyla;

  • uygar dünyanın bir parçası, özgür ve mutlu bir ülke

olarak yaşaması için bütün gücümüzle mücadele etmeyi sürdüreceğiz.
Kuşkusuz bizler kazanacağız çünkü tanımladığımız hedef hem gerçekçi hem de meşru!

Sevgi ve saygı ile. 30 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ACİL, ACİL, ACİL… SEÇİM SONUÇLARI DOĞRULANMALI

ACİL, ACİL, ACİL… SEÇİM SONUÇLARI DOĞRULANMALI

Naci BEŞTEPE

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

RTE “Seçim önceden kazanılır.” demişti.
%52 ile balkona çıkılacağı önceden dillendirilmişti. Öyle oldu.

Seçim AKP/RTE’nin belirlediği gibi sonuçlandı. 

Millet iradesi olduğuna inansam gıkımı çıkarmayacağım.
Ama inanamıyorum. Nedenini kendimce açıklayayım :

NEDEN İNANMIYORUM?

Seçim sandıkları 17: 00’da açıldı. Ben de kaç seçimdir sayım aşamasını izlediğimi gibi dün de izledim. Sandığın açılması, zarfların iki kez sayılması, zarfların içinin tek tek boşaltılması ve iki pusulanın ayrı ayrı konması, sonra pusulaların sayılması, bunların tutanağa geçirilmesi işlemi en az 30-45 dk. alıyor.

Cumhurbaşkanı  pusulalarının sayımı (ortalama her sandıkta 350 pusula vardı) 45 -60 dk. sürüyor. Saat 18:30’u geçti. Bizim sandıkta cumhurbaşkanı sayım tutanağı hazırlanırken muhterem medya seçim sonuçlarını açıklamaya başladı.

Sorum burada başlıyor :

Hangi sandıklar, ne zaman sayıldı, ne zaman tutanağa geçti, ne zaman sonuçlar Seçim Kurulu’na düştü? Sandıkların başındakiler fotoğraf çekip gönderdi desem o bile bu süreçte olanaksız.

Ben okuldaki 21 sandığı dolaştım saat 19:00’da yalnızca 1 sandık, o da sadece cumhurbaşkanlığı sayım sonucunu asabilmişti. Milletvekili oy pusulalarının sayımı daha da uzun sürdü. Bir saat aldı. Yani, usulüne uygun sayım en erken 19:30 -20:00’da bitirilebilirdi.

Çok hızlı çalışanlar 30 dk. önce bitirsin. Saat 20:00’de seçim sonuçları neredeyse belirlenmişti.

  • AA bu kadar doğru bilgiye hangi kanalla, nasıl ulaştı?

Seçim kurullarında sayılmayan oylar açıklanabilir mi?
Seçim kurulları dışında sonuçları toparlayan, aktaran, ilan eden bir sistem mi var?

Seçim sonuçlarının araçlarla İlçe Seçim Kuruluna hareketi saat 20:45-21:00 dolaylarındaydı. Medya sonuçların %90’ına ulaşmıştı. Bu nasıl olur?

SONUÇ YAŞAMIN AKIŞINA AYKIRI!

Bu sonuçların sandıkları yansıttığına inanmıyorum.
Kurgulanmış, provası yapılmış bir sayım sistemi bize yutturuluyor.

İnanmam için CHP veya Millet İttifakı’nın şöyle bir açıklama yapması gerekir :

  • Biz sandıkların %90’dan çoğunu denetledik. Seçim sonuçlarını – ıslak imzalı tutanakları aldık, sayımlarını yaptık, bizim sayım sonuçlarımız ile açıklananlar örtüşmektedir.

Bunun dışında

  • Türk ulusu olarak kullanıldığımızı, kandırıldığımızı, kazıklandığımızı kabul ediyorum.

Kendini yargıç yerine koyan ve kendi özeleştirisini yapmadan Millet İttifakı’nın neden yitirdiğini açıklama yarışına girenlerin dediklerinde gerçek payı olsa da; çıkan sonuç mantığa, sokağa-miting alanlarına, patates-soğan-benzin fiyatına, Dolar kuruna, güney sınırlarımızdaki gelişmelere aykırıdır.

ACİL, ACİL, ACİL…

Tüm muhalefet partileri bu gerçeğin açığa çıkması için var gücünü kullanmalıdır.
======================================
Dostlar,

Erdoğan gerçekte “topal ördek” tir..

Değerli dostumuz E. Tümg. Sayın Naci Beştepe‘nin yukarıda yazdıkları tümüyle doğrudur.
Biz de katılıyoruz ve benzer hatta aynı isteği sitemizin manşetinde, makalelerimizde 2 gündür yapıyoruz.. Binlerce kişi doğrudan sitemize girerek okuyor bu çağrıları – çığlıkları..

CHP içinde Kılıçdaroğlu – İnce çekişmesi yaratmanın zamanı değildir!

Bunun vebali çok ağırdır.

  • Zaman, Ulusun hukukunu ve seçimin namusunu koruma ve kurtarma zamanıdır.
    ****
  • CHP’nin / Millet ittifakının CB adayı Muharrem İnce’nin görkemli İstanbul mitingi, 23.6.18.. Şimdiye dek görülen en kalabalık miting.. 6,7 milyon rekor katılım oldu!
    İzmir 3, Ankara 2 milyon.. 3 büyük kent 12 milyon oy ediyor!?
  • CHP‘li seçmenler stratejik oy kullanarak hem İYİ Parti’yi hem de HDP’yi deyim yerinde ise ”emzirdi” ler. Bu da oy oranının %25’in altına düşmesinin temel nedeni oldu.
    Ne ağır yük CHP‘ye..! İYİ Parti için 15 ödünç vekil çok ustaca bir girişimdi.
  • Fakat mutlaka açıklanması gereken kritik – karanlık – stratejik manevralar oldu seçim – sayım gecesi!

Seçim matematiği sağlıklı değil! 

  • YSK sandık verileriyle CHP – İYİ Parti ve HDP’nin elindeki verilerin örtüşüp örtüşmediğini bilmeliyiz.

İYİ Parti kıl payı %10.. HDP %1 fazla.. Baraj altında kaldılar da bu “bonus” lara fit mi oldular?

Bu 3 parti sorumuzu yanıtlasın; yurttaşlara, STK’lara bu açıklamalarını doğrulama olanağı versin..

YSK’daki ıslak imzalı tutanaklar korunsun.

Gerekirse uluslararası hakemler, Noter çağrılsın.

AKP’den bir SEÇİM DARBESİ daha yemeyelim!

Bu şaibe toplumda huzur, BARIŞ.. bırakmaz!

Er ya da geç gerçekler öğrenilir; keser döner, sap döner, hesap da döner; TAMAM mı!?

  • Erdoğan’ın kendi oyu, gerçekte partisinin aldığı oydur. AKP – MHP ittifak yapmadı mı? Bahçeli “Bizim adayımız Erdoğan” demedi mi?.. Erdoğan’ın aldığı %10 fazlalık, Bahçeli’nin “Aday’ı Erdoğan’a ikramı”dır.
  • Erdoğan gerçekte, siyasal yazın deyimi ile “topal ördek” tir..
  • Dolayısıyla Erdoğan’ın “hakiki” oyu, partisinin aldığı oya yakındır ve dahası,
    2016 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığı oydan “reel” olarak daha düşüktür.
  • Ayrıca 8 ay sonra Mart 2019’da da yerel seçimler var!
    ****
    Suudi Arabistanlı kadın El-Hamad, 10 yıl sonra Formula 1 takvimine dönen Fransa Grand Prix’sine ev sahipliği yapan Paul Ricard Pisti’nde, Renault’nun 2012 sezonundaki aracı E20’yi sürdü…
  • S. Arabistan hicri takvimi bırakıp miladi takvime döndü.
    S. Arabistan, ABD dayattığı için uyguladığı vehabi islamdan ılımlı islama geçiyor.
    Ya AKP=RTE ve Türkiye?? Neyin ham hayalini kuruyor bu akılları geriye saplantılı zevat!
  • “Seçilmiş” (!?) Sultan bu kez “topal ördek” tir..
  • Partisi TBMM’de salt çoğunluğa sahip olmadığı gibi, Kasım 2015’e göre %8 (yakl. 4 milyon!) oy yitirmiş durumda. Bir yanda MHP bir yanda HDP sıkıştıracak. Kendi tabanı da elbette..
  • Erdoğan’ın %52 oyu ise asla tartışılmaz değil. 10 puanı MHP’den..
  • AKP=RTE ayrı ayrı %42 ile salt çoğunluğu yitirmiş durumda gerçekte!Ekonomi uçurum eşiğinde, OHAL kaldırılınca mağdurları hak arayacak, tazminatlar,
    işe iadeler.. Aldatılan – kandırılan muhalefet ise asla boyu eğmeyecek; tersine daha da
    bilenmiş direnecek..Türkiye, yönetimi son derece zor bir sürece sürüklendi AKP=RTE‘nin ölçüsüz ihtirası ile.Bir de Müslüman geçiniyor ve başkalarının inancını sorgulamaya kalkıyorlar..
  • Seçime hile karıştırmak, oy çalmak (Muharrem İnce 25.6.18 günü basın toplantısında açıkça söyledi!) hangi dinde var, İslamiyetin neresinde var? Gene takiyye yapıp,
  • Kerameti kendinden menkul kendi anlayışınıza göre “İslami rejim kurmak için / kurana dek dar’ül harp ilan ettiğimiz bu cennet vatanda her şey mübah..” mı buyuracaksınız?Allah’tan utanmaz ve korkmazlar..
    Milyonlarca insanı ALLAH İLE ALDATMA oyununuz da artık sona erdi..
    İnsanlar akıllandı ve sizleri tanıyorlar.

Avusturya ADD şubeleri  kurucu genel başkanı ve halen onursal başkanı değerli dostumuz Erol Güçlü aynen şunları yazmış :
***
Değerli İnsanlar
Balkon üzerinden yapılan yeni 15 Temmuz darbesine direnmek hak olmuştur.

BU BİR DARBEDİR. DİRENİLMEZ İSE BAŞARIYA ULAŞACAKTIR.  
Haksızlığa, Hukuksuzluğa Direnmek İnsanlıktır, Onurdur…

Kaygılarımla.

Erol Güçlü
*****

  • Biz Ulusumuza ve onun köklü birikimine – sağduyusuna – savaşımcılığına inanıyoruz.

Türkiye bu “lanetli parantezi” de açacak, aşacak, kıracak.
Tarihin tekerleği asla geri döndürülemeyecek!
Uygarlık – Aydınlanma ateşi yarasalar dahil herkesi uyandıracak.
****

CHP bu muazzam seçim hilesini boşa çıkarmada öncü – motor olmak zorunda..

Hızla toparlanmalı ve silkinmeli, iç çekişmeleri bırakıp ve içindeki Truva atlarını tasfiye ederek;

“6 Ok” un büyülü rotasına girmeli, orada toplanmalı yeniden!

Anlaşıldı mı, TAMAM mı!? Başka hiçbir çıkış – kurtuluş yok, yok, yok!

Sevgi ve saygı ile. 26 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com