Etiket arşivi: Küresel iklim değişikliği

TEKNOLOJİ HER ŞEYİ ÇÖZER Mİ?

TEKNOLOJİ HER ŞEYİ ÇÖZER Mİ?

Ölümcül Salgınlarda Endüstriyel Hayvancılık Sisteminin Payı - Prof ...

Tayfun Özkaya
Yurt Gazetesi, 23.5.2020

Dünyada hangi sorunla karşılaşsak teknolojinin bunları çözeceğine inanan hayli köksüz bir inanç var. En saçmalardan başlayalım. Küresel iklim değişikliğini (AS: artık küresel iklim faciası deniyor!) sona erdirmek için karbondioksiti veya sera gazlarını ortadan kaldırma konusunda bazı düşünceler var. Bunlara genel olarak jeomühendislik (geoengineering) deniliyor. Örneğin karbondioksiti okyanuslarda veya monokültür (tek tür) ağaç plantasyonlarında depolamayı düşünüyorlar. Bu işlemlerin insan toplulukları, ekosistem, doğal süreçler, uluslararası barış ve güvenliği konularında çok olumsuz riskleri taşıdığı ve olumsuz etkileri olabileceği düşünülüyor. (1)
Siz de “bu güzel bir fikir olabilir” diyorsanız, belki de bu tarz fikir yürütme hastalığına yakalanmışsınız demektir.
Tarım alanında da bu tarz yaklaşım görülüyor. Örneğin hassas tarımın (precision farming) endüstriyel tarımın yarattığı sorunları çözeceğine dair köksüz düşünceler var. Hassas tarım; coğrafi bilgi sistemleri, küresel konumlama sistemleri (GPS), uzaktan algılama teknolojileri vb. sistemlerle yüklü pahalı tarım makineleri (traktör veya hasat makinesi gibi) kullanarak arazide adeta adım adım değişken girdi uygulamaları yapmaya olanak sağlıyor. Hassas tarıma kökten karşı çıkmak anlamsız olsa da bu gibi teknolojilerin şimdiki uygulamalarında tarım kimyasallarını (sentetik tarım ilaçları ve kimyasal gübreler) sadece bir miktar azaltabileceği, buna karşılık ağır ve pahalı makine ve sistemlere ihtiyaç duyulacağı çok açık. Bu ise sadece büyük şirketlerin tarım yapabileceği, çiftçilerin büyük çoğunluğunun da işçi olarak bunların bir tür kölesi gibi yaşayacağı bir gelişmeye yol açıyor. Hatta köle bile olmak belki daha iyi olabilecek, çünkü önemli bir insan çoğunluğunu düpedüz oyun dışı bırakabilecekleri görülebiliyor. Ancak hassas tarım anlayışını agro-ekolojik tarım sistemi ile birleştirmek de olanaklı. Burada yalnızca hassas tarımın uygulandığı şekliyle durumu değerlendiriyorum. Bunları yazarken kuşkusuz teknoloji düşmanlığı falan yapmıyoruz. Teknoloji sınıflar sisteminden bağımsız olarak gelişen bir olgu değildir. Örneğin yapay zekânın pekâlâ insanların ve doğanın yararına kullanılabileceği açık. Ancak savaşlarda üstünlük sağlamak için veya insanları despotik bir denetim altında tutmak için de kullanılabilir. (2)
Bir de topraksız tarım olayı var. 2080 yılında dünyanın buna ihtiyaç duyacağı söyleniyor. İzmir ve Giresun’un Bulancak İlçesinde Piraziz’de bu konuda yeni projeler yapılıyor. İzmir’deki proje önceki belediye yönetiminden kalmış bir proje imiş.
Türkiye’de daha önce tarım yapılan ve şimdi ekilmeyen 3,5 milyon hektar tarım arazisinin olduğunu biliyoruz. Sanki toprak kalmamış gibi neden topraksız tarım yapılacak. Çevreci olduğu yolundaki iddialar da pek gerçeği yansıtmıyor. Tarım kimyasalları kullanılmaya devam ediliyor. Sezon sonunda kullanılan atık su doğaya bırakılıyor. Tesis için yoğun sermaye ve materyal kullanılıyor.
2080 yılında bu kadar çok nüfusla ve küresel iklim sorunu ile dünyanın yürümeyeceği açık. Küresel iklim değişikliği önlemler alınmaz ise önümüzdeki on yıllarda yaşamı çekilmez duruma getirecek. Aslında şu anda da etkilerini görüyoruz. Teknolojik aldatmalardan başımızı alıp, aptalca tüketimi düşürmek, agro-ekolojik tarıma geçmek, fosil yakıtları kullanmayı bırakmak,

  • demokratik yollardan nüfusu sınırlandırmak hatta düşürmek

gibi önlemleri almak gerekiyor.
Bu ve benzeri olayları açıklamak için İngilizce bir terim var: “Technological fix” . “Teknolojik tamir” diye çevrilebilir (AS: bize göre “teknolojik uyarlama” de denebilir). Bu yaklaşım bütün sorunların (hatta sosyal sorunların) teknolojik çözümleri olduğunu düşünmektir. Örneğin otomobiller istenilmeyen kirlilik yaratıyorsa, kamu taşıma araçlarını ve bisikleti yaygınlaştırmak veya daha az seyahati gerektirecek olanaklar yaratmak yerine otomobillerde teknolojik değişiklik yaparak kirliliği azaltmak yönünde düşünceler geliştirilir. Her sorunu çözmek için buna benzer parlak düşünceler var. Ancak çoğunun içi boş ve sorunların temel çözümlerinin (bir bölümü toplumsal çözümler) gözlerden uzaklaşmasına yol açıyor.
Bir daha yinelemek gerekiyor : Teknoloji düşmanı değiliz. Teknolojinin bir avuç şirketin çıkarları doğrultusunda kullanımına karşıyız. Teknolojik düzeltmelere karşı dikkatli olalım. Her sorunu teknolojik değişikliklerle çözemeyiz.

(1) Jeomühendislik karşıtı bir manifesto birçok kuruluş tarafından imzalanmıştı. Bkz: ETC, Manifesto Against Geoengineering, October 2018 https://www.etcgroup.org/sites/www.etcgroup.org/files/files/home_manifesto_english_.pdf
(2) Tarımda, elektrik enerjisinde ve bilgisayar yazılımları alanlarında alternatiflerin neler olabileceğinin incelendiği bir çalışma için bkz: Tayfun Özkaya (editör). 2015. Başka Bir Teknoloji Mümkün, Yeni İnsan Yayınevi.

Ekonomik krizi ve dünyayı soğutacak bir tarım mümkün

Ekonomik krizi ve dünyayı soğutacak bir tarım mümkün

Prof. Dr. Tayfun Özkaya
Prof. Dr. Tayfun Özkaya

YURT Gazetesi, 07.09.2018

KARŞI karşıya olduğumuz ekonomik sorunlar çok açık. Döviz gelirlerimiz giderlerimizden az. Üretimi destekleyecek bir politika izlenmediğinden ülke içi tasarruflar yetersiz. Bu nedenlerle uzun yıllardır devlet ve şirketler yurt dışından borç alıyor. Borçlarımız birikti ve ödenmediği takdirde yeni borçlar bulmak zorlaşıyor. Öte yandan devlet bütçesi açık veriyor. Fiyat artışları hızlandı. Türk lirası değersizleşiyor. Artan döviz kurları, fiyat artışlarını hızlandırıyor. Çünkü üretilen, ihraç edilen ürünlerin hammaddeleri de ithal. Tarım da bu sorunlara katkı veriyor. Tarımsal üretim yapmak için ithalat yapmak gerekiyor. Uygulanan endüstriyel tarım (yoğun kimyasal gübre ve sentetik tarım ilaçları, mazot, şirket tohumları, aşırı su ve ağır makinelere dayalı tarım) büyük ölçüde ithalata dayanıyor.

Tarımda kullanılan mazot ve tarım kimyasalları bir yandan küresel iklim değişikliğine yol açarken öbür yandan ithalata dayalı olduğundan döviz kıtlığına katkıda bulunuyor. Bu tarım sistemi toprakları, suyu kirlettiği gibi insan sağlığı açısından da yoğun zararlara neden oluyor. Kısacası uygulanan endüstriyel tarım sistemi hem ekonomik krizi şiddetlendiriyor, hem de dünyanın ısınmasına yol açıyor. Uygulanan tarım ve ekonomi politikaları çiftçi ve tüketicilerin sömürülmesine yol açıyor. Çoğunluğun çok alıştığı bu tarım sistemi ve tarım politikaları artık sürdürülebilir değil.

  • Agro ekolojik bir tarım sistemine ve gıda egemenliğine dayalı bir tarım politikasına geçmek gerekiyor.

Agro ekoloji, ekolojik bir tarım demektir. Yalnızca organik tarıma indirgenemez. Agro ekoloji dünyada hızla yayılmaktadır. Büyük başarılar elde edilmiştir. Verim düşüşü değil artışı söz konusudur. Dünya köylü, çiftçi, balıkçı ve göçerlerinin örgütü Via Campesina agro ekolojiyi savunmaktadır. Birleşmiş Milletlerin Gıda ve Tarım Örgütü olan FAO agro ekolojiyi kabul etmek zorunda kalmıştır. Hatta bu yaklaşımı yozlaştırmak için büyük tarım tekelleri bile agro ekolojiyi benimsemiş görünmeyi tercih etmektedirler.

Türkiye ekonomik bir krizin yakınlarında dolaşmaktadır. Kriz anları ülkelere yaratıcı çözümlere açılmak için fırsatlar da verir. Agro ekolojik sistem, tarım kimyasallarını çok büyük ölçüde sıfırlamaktadır. Sentetik tarım ilaçları yerine yerel tohum, kardeş bitkiler, nöbetleşme, ev yapımı ekolojik tarım ilaçları gibi birçok teknik ve araç kullanılmaktadır. Kimyasal gübre yerine ise; hayvansal gübre, yeşil gübre, kırmızı solucan gübresi, komposto, kardeş bitkiler vb. birçok yöntem kullanılacaktır. Azaltılmış veya sıfırlanmış toprak işleme ile mazot ve makine kullanımı kısılacaktır. Böyle bir tarım sistemi tarımsal üretimde kullanılan ithale dayalı girdileri gereksiz hale getirecek ve döviz tasarruf edilmesine yol açacaktır.

Var olan tarım politikası aynı zamanda tarım ürünleri ithaline de dayanıyor. Bunun nedeni ülkemizin gıda egemenliğine sahip olmamasıdır. Döviz kuru arttığı için ithal edilen tarım ürünleri pahalılığı arttırıyor.

  • Ürünler kooperatifler aracılığı ile çiftçiden tüketiciye doğrudan ulaştırılabilse çiftçinin eline daha iyi fiyat geçeceğinden üretimi artıracak, tüketici ise daha ucuza bu ürünleri elde edeceğinden enflasyon kısıtlanacaktır.

Kısacası agro ekolojik tarım sistemine geçtiğimizde üretim için ithale dayalı girdiler ya hiç kullanılmayacak ya da bazı girdiler (mazot gibi) daha az kullanılacaktır. Bu hem çiftçinin maliyetini düşürecek hem de döviz darboğazının azalmasına katkı verecektir. Tarım ürünleri ithalini zorlaştırdığımızda ve kooperatifleri destekleyerek çiftçi eline geçen fiyatları artıracak biçimde daha etkili tarım destekleri yaptığımızda, bunlar dış ticaret açığını kapatma yönünde etki edecektir. İhraç ettiğimiz ve zehirlerle yüklü olmayan tarım ürünlerimizin ise birim fiyatları artacağı için tarım bir de bu yönden dış ticaret açığının kapanmasına katkı verecektir. Daha derin düşünürsek temiz ve besleyici ürünleri tüketen halkımız daha az hasta olacak bu da beşeri ilaç ve tıp cihazları ithalatını düşürecektir.

Türkiye zaman yitirmeden
– agro ekolojik tarıma geçmeli,
– gıda egemenliğini sağlayacak bir ekonomi ve tarım politikasını benimsemelidir.

Şimdi başlarsak beş altı yılda durumumuz oldukça düzelecektir.
===================================
Dostlar,

Değerli dostumuz Sayın Prof. Dr. Tayfun Özkaya gerçek bir yurtsever ve çok nitelikli bir Tarım Ekonomisi uzmanıdır Ege Üniv. Ziraat Fakültesinde. YURT Gazetesinde, uzmanlık alanında  düzenli teknik makaleler yazmaktadır. Ancak çok anlaşılır, dur bir dille..

Kendisine ülkemize önemli bilimsel katkıları için teşekkür borçluyuz..

Sevgi ve saygı ile. 18 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Gıda israfı sandığımızdan büyük

Gıda israfı sandığımızdan büyük

YURT Gazetesi, 12.05.2017

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

İspanya’da insanlara gıda israf düzeyleri sorulmuş. Ortalama %4 olduğunu tahmin etmişler. Daha incelikli yöntemlerle aynı konu araştırılmış. Gerçek israf düzeyi bu kez %18 bulunmuş.

Birleşmiş Milletler FAO örgütü (Gıda ve Tarım Örgütü) bu konuda 2014 yılında birçok uzmanın katıldığı bir rapor hazırlamıştı. (Food Losses and Waste in the Context of Sustainable Food Systems) Bu FAO’nun web sayfasından bulunabiliyor. (http://www.fao.org/3/a-i3901e.pdf)

FAO’nun verilerine göre dünyada insan tüketimi için üretilen gıdanın miktar olarak üçte biri, kalori bazında ise dörtte biri kayıp ve israftır. Bu 1,3 milyar ton gıda israfı anlamına geliyor. Milyar tondan söz ediyoruz. Yaklaşık iki milyara yakın insanın tüketebileceği kadar gıdanın her yıl düzenli olarak yok olduğu görülmektedir. İspanya için verilen oran yalnızca tüketici düzeyindeki israfı ortaya koyuyor. Üretim aşamasından tüketiciye gelinceye dek gıdalar kayıp ve israf oluyor. Bu yazıda tüketim aşamasındaki israf üzerinde duralım.

Bu konudaki araştırmalar daha çok ABD ve Avrupa’da yapılmış. ABD’de gıda için harcanan değerin %9’unun, İngiltere’de ise %15’inin israf olduğu saptanmış. En çok israf meyve ve sebzelerde görülmektedir. FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) dünya düzeyinde hane halklarında sebze ve meyvelerde israfın % 39, tahıllarda ise %33 olduğunu saptamış.

Restoranlar ve benzeri yerlerde de israf çok yüksek. Finlandiya’da bu sektörde ortalama israf %24 olarak bulunmuş. Ülkemizde de çok yüksek olduğu izleniyor. Örneğin serpme kahvaltı denilen sistemde yüksek israf var. Yurt dışında da gözlediğim bir sistem var. İzmir’de Karşıyaka Belediyesine ait restoranlarda sabah kahvaltısında dikdörtgen geniş bir porselen tabağa istediklerinizden istediğiniz kadar koyuyorsunuz, kasada tartılıyor. Çaydan istediğiniz kadar alabiliyorsunuz. Sahanda yumurta gibi kimi yiyecekler ise ayrı olarak ısmarlanıyor. Buna göre bir ödeme yapıyorsunuz. Bu sistemde israfın çok aza indiği gözleniyor. Ödenen para da aşırı yiyecek almadığınız takdirde serpme kahvaltı gibi sistemleri kullananlara göre daha düşük oluyor. Herkes kazanmış oluyor. Bu gibi sistemler teşvik edilmeli.

Dünyada gıdanın yeterli olmadığı iddiası oldukça yanlış!

Bu sorunlar çözümlense aç insan kalmaz. Açların önemli bir kesiminin kırsal alanlarda yaşadığını da unutmayalım. Açlık daha çok gelir dağılımı ile ilgili. Kırsal kesimdeki açların çoğunun toprağı yok. Bugünlerde Afrika’da görülen açlık ise kuraklıkla ilgili…
Bu ise muhtemelen küresel iklim değişikliğine bağlı bir olay..
====================================
Dostlar,

Sayın Prof. Özkaya’yı sitemiz okurları tanıyorlar..
Sorumlu ve yurtsever bir Tarımbilmci. Bu alanda da özellikle Tarım Ekonomisinde uzman. O’nun YURT gazetesindeki yazıları, ülkemizde ve dünyada gıda politikaları ve sorunlarına ilişkin çok aydınlatıcı.

Biz de yıllardır Tıp Fakültesinde Gıda – Beslenme sorunlarının tıbbi ve sosyo-ekonomik,
sosyo-politik boyutlarını işlemekteyiz. Örn. şu dosyamız çok yararlı olabilir :

GIDA GÜVENLİĞİ ve SU HİJYENİ

Geçtiğimiz Cumartesi günü (14.5.17) Türkiye’mizin çiftçileri Ankara Tandoğan (Anadolu) meydanında bir açıkhava toplantısı (mitingi) düzenleyerek,

  • BIRAKIN ÜRETELİM.. diye haykırdılar..

Akaryakıt, gübre ve yem fiyatlarında destek istediler ve tarımsal gıda üretimi yetersiz olursa Türkiye’nin AÇ ve İŞSİZ kalacağını, dışalımın (ithalatın) çözüm olamayacağını vurguladılar. 2016’da gıda dışalımımız (ithalatımız) 14,3 milyar Dolar oldu.. Tüm dışalımın 1/10’u gıda!
Dış ticaret açığı 56 milyar dolar ve bu açığın 1/4’ü gıda dışalımı kökenli. Bir başka anlatımla, Türkiye gıda üretiminde kendine yeter olursa, Dış Ticaret açığı da 1/4 oranında azalacak!
(http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=21798, 16.5.17)

Bunlar yetmezmiş gibi bir de GIDA İSRAFI kabul edilebilecek bir olgu değildir.
Türkiye’de gerçek kişiler ve kurumlar ellerinden gelen her şeyi yapmalı ve neredeyse 1 gm gıda bile israf edilmemelidir.

FAO verileriyle 2014-16 döneminde Dünyada 795 milyon aç insan (7,3 milyar dünya nüfusu) söz konusudur (her 9 kişiden 1’i açtır!) ve bu rakamın 780 milyonu (%98’i!) gelişmekte olan ülkelerdedir. Müslüman ve hızlı nüfus artışı içindeki ülkelerdeki açlık dikkati çekicidir
(http://www.worldhunger.org/2015-world-hunger-and-poverty-facts-and-statistics/, 16.9.17).

Hz. Muhammet, aç kalacaklarını bile bile gene de insanlara “Çoğalın, sakın aile planlaması yapmayın..” der miydi acaba? AKP – RTE bunu yapıyor, dini çarpıtıyor ne yazık ki!?

Öte yandan tarladan sofraya gelene dek ürün fiyatları birkaç kez katlanıyor.. Tarlada 1 TL /kg fiyatla alınan domates, tüketiciye 10 TL’yi bulan bedellerle ulaşıyor nasıl oluyorsa!? 15 yıldır tek başına iktidar olan bir siyasal kadro ise bu sorunu çözemiyor öyle mi? Adama gülerler..
Hangi seçenek geçerli :

  • Bunca beceriksiz misiniz, sorunun ayırdında mı değilsiniz, ranta ortak mısınız?? Hangisi??

Unutulmasın, gıda enflasyonu, toplam enflasyon içinde hatırı sayılır pay alıyor.. Enflasyon da epeydir 2 rakamlı ülkemizde ne yazık ki,, İşsizlikte olduğu gibi.. Ve neciiiiip mi necip milletimiz gene de AKP oylarını tek basamaklı rakamlara indir(e)miyor?

Bu ne acayip politik bulmacadır? 

Sevgi ve saygı ile. 16 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Yerel tohum ve köylü haklarına yeni darbeler

Yerel tohum ve
köylü haklarına yeni darbeler

portresiProf. Dr. Tayfun ÖZKAYA
Ege Üniv. Ziraat Fak.
YURT Gazetesi, 25.11.16

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Yerli veya yabancı tohum şirketlerinin egemen olduğu Türkiye Tohumcular Birliği (TÜRKTOB) yöneticileri altı ay önce Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’i ziyaret etmişti. Geçtiğimiz hafta da Tohum Sanayicileri ve Üreticileri Alt Birliği benzer bir ziyaret yaptı. Tohum konularını konuşmuşlar. “Şimdi sonuçlarını almaya başlıyoruz. Kendilerine ve tüm Bakanlığımıza, hükümetimize teşekkür ediyoruz” diye gazetelerde açıklama yapıyorlar. Aldıkları sonucu ise “Bakanlar Kurulundan 2018 yılında tüm tohumluklar sertifikalı olacak kararı çıktı, tohumculuk sektörü her zamankinden daha çok hükümetin gündeminde” olarak açıklıyorlar.
Bildiğiniz gibi 2006’da çıkarılan “Tohumculuk Kanunu” büyük tohum tekelleri lehine birçok hüküm içermektedir. Bir kez köy popülasyonları denilen, büyük bir zenginlik gösteren, bir örnek olmayan, gerek lezzet gerekse besleyicilik ve değişen koşullara uyum yeteneği yüksek olan tohumluklar, şirketler bile istese yasa tarafından tohumluk olarak kabul edilmemekte, sertifikalandırılamamaktadır. Öbür yandan bu yasa; çiftçilerin binlerce yıldır köylülerce geliştirilmiş çeşitlere ait tohum veya bunlardan üretilen fideleri satmasını, bugüne dek katı bir şekilde uygulanmamasına karşın yasaklamıştı.  Elbette ki bu yasak giderek Türkiye tohumculuğuna egemen olan yabancı ve onların yanında aynı çıkarları savunan yerli şirketlerden yanadır. Benzer yasaları daha önce uygulamış gelişmiş denilen batılı ülkelerde yerel çeşitlerin %90’lara varan oranlarda yok olduğunu biliyoruz.
Tabii bu topluma böyle anlatılmamaktadır. Kaçak ve sahte tohumların önleneceği, hastalıksız ve verimi yüksek tohumluklara çiftçilerin kavuşacağı söylenmektedir. Şirket tohumları ile birçok hastalık, zararlı ve olumsuz özelliklerin ülke içinde yayıldığı unutulmaktadır. Yerel tohumlar iklim değişikliklerine daha hızlı uyum gösterir, hastalık ve zararlılara daha dayanıklıdır, besleyici değerleri ise daha yüksektir. Çevrelerinde beğenilen tohum ve fide üreten çiftçiler zorla, kuşaklar boyu yaptıkları işten uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu bir zulümdür!
“2018’den sonra bütün tohumluklar sertifikalı olacak” ne demektir? Çiftçilerin ektiği tohumu polisler mi kontrol edecek? Çiftçinin kendi tohumunu ekmesi, takas etmesi yasaklanacak mı? Eğer bu yola girilecekse dünyanın ilk tarım devrimine yakın komşuları ile önderlik etmiş bu coğrafya ve binlerce yıldır geniş biyoçeşitliliği korumaya çalışan köylülere darbe vurulmak istenmektedir. Giderek ağırlaşan küresel iklim değişikliğine karşı en iyi çarenin yerel tohum olduğu bilindiği halde ve biyoçeşitliliği, köylü haklarını koruyan uluslararası anlaşmalara karşı bir yola mı girilecektir? Tohum ve aynı zamanda tarım ilaçları ve hatta aynı anda beşeri ilaçlar alanında tekel olan şirketlere destek mi çıkılacaktır?
Bir avuç şirket tohumuna destek çıkmak yerine Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının yerel tohumları koruması, bunları üreten çiftçilerin haklarına saygı göstermesi, desteklemesi daha doğru değil midir? Yerel tohumlardan yararlanarak köylülerle birlikte katılımcı ıslah yapılarak, herkesin erişebildiği tohumluklar üretmek yerine bir avuç şirketin kısıtlı sayıda çeşidi için araştırma desteği yapmak, bunları üreten şirketleri zenginleştirmekten başka bir işe yaramaz. Şirket tohumları dayanıksız olmaları nedeniyle tarım ilaçları üreten aynı şirketlerin kârlarını artırırken bir yandan da yoğun zehir kullanımını artırması nedeniyle kanser başta, hastalıkları artırmaktadır. Bir kollarıyla da beşeri ilaç üreten bu şirketlerden bazıları için, bu durumun gelirlerini artırmak için, bilinçli olarak istememiş olsalar bile, kârlı olduğunu söylemek zorundayız.
İhtiyacımız olan, özgür tohumlardır.
Yerel tohumların kökünü kazımaya yönelik çabalar durdurulmalıdır.
=====================================
Dostlar,

Sayın Prof. Tayfun Özkaya son derece kritik, stratejik bir sorununa değiniyor bu yazısında. Ne yazık ki Türkiye’nin cadı kazanı yapay gündeminde kaynayacak korkarız. Türkiye toprakları flora (bitki örtüsü) ve flora (hayvan türleri) bakımından olağanüstü varsıldır. Biyoçeşitlilik denilen bu doğal kaynak varsıllığı ülkemiz, insanımız ve küresel toplum için büyük bir güvence ve armağandır :

  • Anadolu coğrafyası Dünya arı ırkının 1/5’ine, ballı bitkilerin ise 3/4’üne sahiptir!!

780 bin km2 Anadolu toprağı, 10 milyon km2’ye varan kıtasal Avrupa topraklarından daha varsıl bir biyoceşitliliğe sahip benzersiz bir coğrafyadır Türkiyemiz! Otlardan ilaç yapımı için yabancılar dağlarımızı taşlarımızı dolaşmakta ve bitki türlerini toplamaktadırlar.

  • Tohumlarımızı uluslararası tekellere kaptırmak, stratejik bir yanılgıdır ve ulusu açlığa mahkum edebileceği gibi dış politikada bağımsızlığın yitirilmesine bile neden olabilir!

AKP iktidarı gerçekten bu ülkenin – ulusun çıkarlarından yana ise, Tohumculuk Yasası yeniden düzenlenerek, yerel türlerimizin korunması için her tür çabayı göstermelidir.

  • Yurt dışından dışalımı yapılan (ithal edilen) Teminatör tohumlar ülkemizde tarımı bitirebilir! Bu tohumlarla yapılan tarımdan elde edilen tarımsal ürünlerin tohumu kısırdır, adeta yoktur! Türkiye kendi geleceğini tehdit eden ve dönüşümsüz olabilecek çok vahim bir hatadan dönmelidir.

ABD eski Dışişleri Bakanı Dr. H. Kissinger‘in şu sözü kulaklara küpe olmalıdır :

  • “Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin.” 

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Dünya ve Türkiye’de arazi gaspı ne durumda?

Dünya ve Türkiye’de arazi gaspı
ne durumda?

portresi

Prof. Dr. Tayfun Özkaya
YURT Gazetesi, 09.09.2016

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Küresel iklim değişikliği yoğunlaştıkça kimi ülkeler ve şirketlerin dünyanın değişik ülkelerinde arazi gaspı yönündeki çabaları da artıyor.

Devlet veya şirketler geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde çok uzun süreler için toprak kiralıyorlar veya satın alıyorlar.

Tarım ürünleri, petrol, enerji üretiyorlar. Açıkça işgal etmenin yanında, şimdi bir de böylece ülkelerin topraklarına çok şık (!) yöntemlerle el koyuyorlar. Küresel ısınma ve petrolün tükeniyor olması artık görünür bir gerçek.

Ülkemiz de her iki yönüyle bu olayın dışında değil. Büyük devlet olmanın bunu gerektirdiği açıklanmıştı.

Bu aslında düpedüz emperyalizm

Yurt dışında tarım yapan bir şirketin ülkemize faydası yok. Onun yurt dışındaki herhangi bir şirketten farkı yok. Mutlaka ürünleri Türkiye’ye getirmesi gerekmiyor. Getirse bile bunun yerli üreticiyi baltalamaktan başka pek bir yararı olacağını sanmam.

Grain adlı kuruluş bu konuda Haziran 2016’da yeni bir rapor yayınladı. https://www.grain.org/article/entries/5492-the-global-farmland-grab-in-2016-how-big-how-bad

Bir önceki raporu 2008 yılında idi. Grain’in saptamalarına göre 2016’da dünyada 78 ülkede 30 milyon hektar alanda, 491 büyük ölçekli arazi gaspı yapılmıştır. Çin 115 gasp yapmış. ABD 128, İngiltere 124, Singapur 61, Suudi Arabistan 27, Japonya ise 24 gasp olayında yer almış.

Grain dışında Land Matrix adlı bir kuruluş da veri yayınlıyor. www.landmatrix.org  web sayfasında ülkeler, şirketler hakkında geniş bilgi var.

Grain verilerine göre Türkiye’de Al Tijaria adlı bir Kuveyt şirketi 1000 hektarlık bir alanda ürün yetiştirmek üzere arazi gaspı yapmak istemektedir.

Land Matrix verilerine göre ise güncel açıdan hedef ülke olarak Türkiye bulunmamaktadır. Ancak ikinci yatırımcı olarak Türkiye yedi olayda yer almaktadır. Hedef ülkeler arasında Rusya Federasyonu, Tanzanya, Uganda ve Etiyopya (dört olayda) yer almaktadır.

Grain raporunda arazi gaspının suya el koymakla çok yakından ilgili olduğu açıklanmıştır.

Gaspa karşı direnç de artmaktadır. Değişik guruplar arasında (köylüler, göçebe hayvan yetiştiricileri, kentliler) dayanışma gelişmektedir.

Arazi gaspı ülkemizde henüz güncel bir konu değil. Ancak her bakımdan hazırlıklı olmakta yarar var.

==================================

Dostlar,

Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesinden değerli bilim insanı Prof. Dr. Tayfun Özkaya,
YURT
Gaztesinde çok önemli haftalık yazılar yazmakta. Sık olmasa da yazılarını paylaşıyoruz web sitemizde.. Geçen haftaki yazısını “Bayram” (!?) telaşında atlamışız. Görüldüğü gibi nüfus anormal hızla ve son derece gereksiz – tehlikeli – riskli biçimde artarken; tersine, giderek azalan Dünya kaynakları, -başta toprak olmak üzere- şiddetlenen bir küresel kapışma konusu. Türkiye ise tarımsal üretimde giderek geriliyor. Buna bir de finans-kapitalin toprak talanı boyutu eklenirse vay halimize. 80 milyon nüfusumuzu tarımsal – hayvansal üretimle besleyemiyoruz. Pek çok temel gıdayı ithal ediyoruz. Ciddi bir Tarım Reformuna ve stratejik sektör kabulüyle yoğun kamusal desteğe gereksinim var.

1. sınıf tarımsal alanlarını bile yapılaşmaya, sanayiye açan, yabancılara önemli düzeye varan toprak satışı yapan bir ülkedeyiz. Yabancı, alıp götürmüyor ama ülke topraklarının makro bir master plan çerçevesinde yönetimi (tasarrufu) elden çıkıyor. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünden emekli Sayın Orhan Özkaya bu ciddi sorunu kitaplaştırdı..

Orhan Özkaya Yabancıya Toprak Satışı ile ilgili görsel sonucu

Sorun ciddi ve Türkiye 1 karış toprağını bile yabancılara satmamalı!..
Sınırlı koşullarda kullanım (intifa) hakkı olabilir karşılıklılık ilkesine dayalı olarak.
TOPRAK REFORMU yapmayarak topraksız köylüsünü üretken kıl(a)mayan bir ülkenin topraklarını yabancılara satması anlaşılır şey değildir. Bu, Türkiye’yi yöneten sağcı – yerel / uluslararası sermaye güdümlü siyasal iktidarların utanç verici ihanetidir!
Ayrıca tarımsal üretimi nitelik ve nicelik açısından iyileştirmek stratejik bir sorundur.

Unutulmasın; İsrail, Filistinlilerden parayla satın alınan toprakların birleştirilmesi ve etrafının çevrilerek “Burası İsrail Devleti topraklarıdır” diye bayrak çekilerek kuruldu!

Sevgi ve saygı ile.
18 Eylül 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Göller kuruyor; bakıyoruz!

Göller kuruyor; bakıyoruz!

Tayfun ÖzkayaProf. Tayfun ÖZKAYA
Ege Üniv. Ziraat Fak.
tayfun.ozkaya@yurtgazetesi.com.tr
YURT, 19.08.2016

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Medyada izliyoruz. Konya’daki Meke Gölü yok olmak üzere. Bunun gibi birçok göl aynı durumda. Bunun nedenleri arasında artık elle tutulur hale gelen küresel iklim değişikliği önde geliyor. Selçuk Üniversitesinden jeoloji mühendisi Doç. Dr. F. Atık şöyle söylemiş:

  • “Konya kapalı havzasında bu yıl yağış miktarında ciddi düşüş oldu. (…) Uzun yıllar ortalaması 60 kg olan Nisan yağışı, bu yıl 6,1 kg oldu. Bu, hemen hiç yağış olmadığını anlamına gelir.”

Türkiye küresel iklim değişiklinin azaltılması yönünde ciddi adımlar atmadığı gibi, termik santrallere hız vererek bunu kışkırtıyor da! Beri yandan bu sorunların başka bir nedeni de aşırı su kullanımı. Şeker pancarı, mısır çok su istiyor. Mısır üretimi birçok şekilde teşvik ediliyor. Örneğin mısırdan şeker üretilebiliyor. Mısırdan yapılan şekerin pankreas kanserine yol açığı konusunda araştırmalar var. Türkiye’de üretilebilecek bu şekere (nişasta bazlı şeker-kısaca NBŞ) devlet tarafından getirilmiş olan kota durmadan yükseltiliyor. Mısır çok su talep ediyor. Öte yandan mısır dane olarak veya silaj olarak hayvan beslenmesinde kullanılıyor. Hayvanlar meralardan beslendiğinde ürünleri olan süt veya et son derece sağlıklı olduğu halde bu hayvanları bir yere tıkarak mısır gibi ürünlerle beslediğinizde bu ürünler sağlığa zararlı olmaya başlıyor.

Meraları da gözden çıkarıyoruz. Bunların ot kalite ve miktarının artırılması yolunda önemli bir çaba gösterilmediği gibi, hayvanları sıkıştırarak ve mısır gibi ürünlerle beslenmelerine dayanan ve büyük sayıda hayvanın bir arada bulunduğu endüstriyel hayvancılık sistemleri teşvik ediliyor. Kısacası insan sağlığı pek ciddiye alınmıyor. Çünkü çok sayıda hayvanı bir arada bakmaya dayanan sistem para babalarının çıkarına uygun oluyor. Kâr daha hızlı artırılabiliyor. NBŞ daha ucuz. Yaşam ile kâr (daha doğrusu kapitalizm) arasındaki tercihte ikincisi çoğu zaman kazanıyor. Bunların sonucunda buğday gibi çok sulamaya dayanmayan ürünlerin yerine, daha çok mısır ekilmeye başlıyor. Bu ise yer altı su düzeylerini düşürüyor.

Doç. Dr. Arık şöyle konuşmuş:

  • “Geçen nisan ayına göre yeraltı su düzeyinde ortalama 2 m düşüş söz konusu. Son 30-40 yıllık uzun yıllar ortalaması 1 m iken, 2015’ten 2016’ya geçtiğimiz dönemde 2 m’ye çıktı. Meke Gölünde su her sene daha derinlere gidiyor.”

Artık görülmesi gereken gerçek küresel iklim değişikliği ile karşı karşıya olduğumuzdur. Fosil yakıt kullanan termik elektrik santrallerinden vazgeçmeliyiz. Kuraklığa en iyi uyum gösteren yerel tohumlar desteklenmelidir. Agro-ekolojik bir tarım sistemi geliştirilmelidir.

Konya ovasını ele alalım. Burada çok su tüketen mısır gibi ürünlerden büyük ölçüde vazgeçilmelidir. Ancak yapılmaya çalışılan, başka havzalardan Konya havzasına su taşınması oluyor. Bu taşıma işlemi kuşkusuz elektrik enerjisi gerektirdiği için termik santraller için yeni bir gerekçe doğuyor. Bu da küresel iklim değişikliğine katkıda bulunuyor. Kısır döngünün tekrar başına gelmiş oluyoruz.  Sulamada az su kullanan damlama sulama gibi sitemler teşvik edilmeli.

Başka bir önlem de su veya yağmur hasadıdır. Su hasadı yöntemi, yağmur sularının ve yüzey akışa geçen suların toplanıp biriktirilmesi, bitkisel ve hayvansal üretim için gerekli olan suyun temini ile evsel tüketim için gerekli suyun sağlanması olarak tanımlanmaktadır. Herkesin bildiği zeytin ağaçlarının önüne taş duvarlar ile setler yapımı da bir yağmur hasadıdır. Bu yöntemin pek çok uygulama biçimleri var.
===================================

Dostlar,

Sn. Prof. Tayfun Özkaya, Ege Üniv. Ziraat Fak. nin duyarlı öğretim üyelerinden. YURT gazetesinde düzenli haftalık makaleler yazıyor. Uzmanlık alanı Tarım Ekonomisi bakımından özenle yararlanılması gereken makaleler bunlar. Keşke daha sık alıntı yapabilsek sitemizde Sn. Özkaya’dan.

Ne yazık ki Türkiye gündemi alev alev.. Gaziantep’te açık düğün alanında dün (20.8.16) yapılan saldırı, şu ana dek 22 insanın yaşamına mal oldu. IŞİD sorumlu tutuluyor şimdilik. Öte yandan ülkemizin bir yığın ciddi sorunu var. Asıl sorunlarla uğraşmaya zaman, enerji, kaynak… bulamıyoruz.. Bunun da istenen – kurgulnan bir ara sonuç olduğunu düşünüyoruz. Biz gene de gözden kaçmaması gereken önemli yurt sorunlarını, terörden fırsat bulursak sitemizde yayımlıyoruz. “Küresel ısınma” diye taratılırsa, sitemizde en az 5-10 belgesel yazı çağrılabiliyor.

Biz de ısrarla vurgulayalım ki, KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ (Global Climate Change) çok ciddi küresel bir sorundur ve uluslararası ölçekte çözümler aranmaktadır. Küresel toplumun gündeminde baş sıralarda yer tutmaktadır. Bu sorun küresel ısınmayı doğurmaktadır. Dünyanın atmosferik sıcaklığı sürekli artmaktadır (sera etkisi). Gidiş ciddidir ve dünyayı ağır yıkımlar (felaketler) beklemektedir. Kuraklık, tarımsal toprakların azalması, tarm ürünleri üretiminin düşmesi, kıtlık ve açlık, hastalıklar..

Sorun asla yabana atılamayacak ölçüde ciddi, ağır ve ivedidir. Geçtiğimiz Temmuz ayı, tüm zamanların en yüksek sıcaklık ortalaması ile tarihe geçti. BM Çevre Programı UNEP alarm veriyor.. Bu bakımdan Türkiye’nin de ivedi önlemler alması gerekiyor.. En başta %1,35’leri bulan çok hızlı ve gereksiz, çok sakıncalı, anlamsız….. nüfus artış hızının düşürülmesi geliyor. Sonra her alanda tasarruflu yaşam.. En az enerji, su… tüketerek.. Bu vb. önlemlerin bir küresel seferberlik psikolojisi ile uygulamaya konması gerek..

Sevgi ve saygı ile.
21 Ağustos 2016, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

KURAKLIK ALARM VERİYOR!


KURAKLIK ALARM VERİYOR!

Dostlar,

Elle duyumsanır – gözle görünür biçimde deneyimliyor, yaşıyoruz.

Şubat ayı içinde Nisan sıcaklarını görüyoruz ve yağmur hala yok!

Barajlarda kalan su düzeyi alarm veriyor..
Baraj çevreleri hızla ağaçlandırımalı, HES projeleri gözden geçirilmeli..

Hükümet yolsuzlukları örtme derdinde, çünkü başı ciddi biçimde ağrıyor
ve 30 Mart 2014 yerel (gerçekte genel!) seçimleri çok yaklaştı.
Telaş, etekleri başa geçiriyor neredeyse..

Ama ülke çok ağır bedelleri olabilecek bir kuraklığa doğru sürükleniyor.

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu Allahlık.. Desteksiz konuşuyor..
A, B hatta C planlarının olduğunu, İstanbul’u susuz bırakmayacaklarını buyuruyor ama bir türlü bu planların içeriğine girmiyor!? Devlet sırrı sanki..

İvedilikle uzmanları toplayıp

OLAĞANÜSTÜ DURUM İLAN ETMEK ve
BİLİMSEL ÇÖZÜMLER ARAMAYA BAŞLAMAK İÇİN GEÇ KALINIYOR..

Bulutlara yağmur bombaları gibi kimi meteorolojik girişimler..

TV’lerde, basında, duyuru panolarında..
su tasarrufu hakkında sık sık ciddi çağrılar veuyarılar yapılmalı..

Kademeli artan, tüketim düzeyine uyarlı fiyatlama..
Kamu kurumlarından başlayarak fotoselli musluklar..

WC rezervuarlarının 2 bölmeli yapılması (büyük ve küçük tuvalet için).

Hemen tüm WC’lerde su rezervuarlarının içine
1 ya da 2 tane yarım litrelik içi su dolu pet şişe koymalıyız.

Susuz pisuvarlar
 yaygınlaştırılmalı..

Deniz suyundan içme – kullanma suyu üretimi için AR-GE çalışmaları..

Yeraltı su sondajları..

Az su gereksinimli tarım ürünlerine geçme..

ORMAN alanlarını gözü gibi koruma, 3. Havaalanı için orman kıyımını durdurma.
B2 arazilerini tarıma açıp köylüye satma (Türk usulü bütçe açığı kapatma!)
yerine yeniden ormanlaştırma..

Toplu taşımacılığı – metro ve demiryollarını geliştirme, bisiklet ve yürümeyi teşvik..

Rekreasyon alanlarında, WC’lerde yarı arıtılmış geri kazanılan su kullanımına geçmeliyiz.

Uzmanlar, kanıta dayalı olarak KISA – ORTA – UZUN ERİMLİ seçenekleri belirlemeli ve tüm Türkiye olarak hemen uygulamaya geçmeliyiz..

MUTLAKA TASARRUF!
     MUTLAKA TASARRUF!
          MUTLAKA TASARRUF!

Nüfus artışını frenleme.. HER AİLEYE 1 ÇOCUK!

Sevgi ve saygı ile.
20 Şubat 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

KURAKLIK TEHLİKESİ KAPIDA!

Ali_Ercan_portresi

 

Prof. Dr. Ali ERCAN

 

 

 

Değerli arkadaşlar,

Bu yaz Kuraklık kapıda !

Kentler arası “Su Savaşları” başlayabilir.

kuraklik_feci

***

BASINDAN

Ülke genelinde kurak bir dönem yaşanırken, barajlardaki su düzeyi de giderek düşüyor. İstanbul’daki barajların doluluk oranı %31’e, Ankara’da ise %36’ya geriledi.

Barajlardaki son durum

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) verilerinden derlenen bilgiye göre, İstanbul’daki Ömerli Barajı %42, Pabuçdere Barajı % 0,2 Sazlıdere Barajı %17, Büyükçekmece Barajı % 29, Alibeyköy Barajı %21, Terkos Barajı % 41, Kazandere Barajı %15,
Elmalı Barajı %7, Darlık Barajı %30 ve Istrancalar Barajı %13 dolulukla hizmet veriyor. İl genelindeki barajların toplam doluluğu ise %31 olarak belirlendi.

Kemerburgaz_baraji_kurumus_Subat_2014

ANKARA’DA DURUM

Ankara’daki Kavşakkaya Barajı ise %13, Akyar Barajı % 16, Eğrekkaya Barajı %31, Çubuk Barajı % 32, Çamlıdere Barajı % 36 ve Kurtboğazı Barajı %61 doluluğa sahip bulunuyor. Başkentteki barajların doluluk oranı %36’ya geriledi.

İZMİR’DE DURUM

İzmir’deki Balçova Barajı %47, Güzelhisar Barajı % 58, Tahtalı Barajı %61,
Ürkmez Barajı %61, Gördes Barajı % 20;

Bursa’da Nilüfer Barajı %62, Doğancı Barajı %26 dolulukla hizmet veriyor.

BESİN KRİZİ KAPIDA MI?!

 

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan hocamızı yakından tanıyor bu site okuyucuları.

Sayın Ercan Nükleer enerji uzmanı ve bu konulara haliyle çok duyarlı.

“Çevre ve Enerji” başlıklı konferansının yansılarını bu sitede 22.1.13 günü yayımlamıştık. Bu yansıların özenle, bir kez daha izlenmesinde yarar görüyoruz.

Aşağıda yer verdiğimiz Sayın Ercan’ın yolladığı yazı da bu tezleri desteklemekte..

  • Nüfus artışı ve Küresel İklim Değişikliği artık alarm vermekte..
  • Böyle giderse AÇLIK KRİZİ felaketi kapımızı çalıyor..

Türkiye buğday bile ithal eder durumda!

Bilgiye sunalım :

Dünya Felaketler Raporu / BBC                                :

Ø1 milyar insan yetersiz besleniyor (AÇ!).
ØBu sayıyı aşkın insan aşırı kilolu.
ØUluslararası Kızıl Haç ve Kızıl Aylar Federasyonu’nca yayımlanan raporda,
Dünya nüfusunun yaklaşık % 15’inin (1040 milyon!) açlıkla karşı karşıya oldukları belirtildi.
ØBu sorunu oluşturan nedenler :     * Aşırı nüfus artışı

     * yükselen gıda fiyatları
     * israf
     * dağıtım sorunları…
ØRaporda, Dünyada tüketilen gıdaların yarısını üreten köylülerin ciddi bölümünün açlık çektiğinin altı çizildi.
ØObesite (şişmanlık), pek çok gelişmiş ülkenin sağlık sistemine ciddi yük.
Øİngiltere’de yetişkinlerin ¼’ü, çocukların 1/10’u obez (şişman).
ØHer şey şimdiki gibi sürerse, 2030’da ABD’lilerin yaklaşık yarısının, İngilizlerin ise %40’ının obes olacağı kestiriliyor.
(BBC, 25.9.11)

Başbakan RT Erdoğan ise hala, hiç hesap kitap yapmadan,
hangi akla hizmet ettiği anlaşılmaz biçimde 4-5 çocuk yapılsın istiyor..

Bu düşüncesinin gerekçelerini içtenlikle söylese de biz de öğrensek.

Ya da bu konuda ulusal Demografi Kurultayı düzenlese de enine boyuna tartışsak.

Salt danışmanları ile yetinmese.. karşıt görüşleri de dinlese..

Ülkemize çok yazık oluyor, RT Erdoğan çok ağır tarihsel vebal alıyor..

Bir kez daha uyaralım : HER AİLEYE 1 ÇOCUK..

Ve de özyeterlik hedefli ulusal tarım politikaları!

Başka yolu yok!

Bir kez daha yüksek tonla anımsatalım :

DÜNYAYI KORKUTAN 10 TEHLİKE + Küresel Terör

§OZON KATMANININ DELİNMESİ..
§DÜNYANIN ISINMASI (KÜRESEL ISINMA – İklim değişikliği)
§NÜFUSUN HIZLI ARTIŞI ve DENGESİZ DAĞILIMI
§TEMİZ SU KAYNAKLARININ AZALMASI
§TOPRAK EROZYONU
§ASİT YAĞMURLARI
§NÜKLEER ATIKLAR ve KİRLENME
§ZEHİRLİ KİMYASAL MADDE ATIKLARI
§BALIK POPÜLASYONUNDA AZALMA
§E K O L O J İ K   G E R İ L E M E ! + T e r ö r !

Sevgi ve saygı ile.
17.3.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=======================================

BESİN KRİZİ KAPIDA MI?!


Değerli arkadaşlar, 

Küresel iklim değişikliğinin neden olduğu olumsuz koşullar karşısında, denetimsiz biçimde artmakta olan nüfusunu doyuramayan geri kalmış ülkeler büyük panik içinde.

  • Dünyada nüfus her gün 210 bin kişi artıyor!

  • Türkiye’de de nüfus her gün 3 bin kişi artıyor.

Su ve Toprak yönetimini beceremeyen ülkeler Buğday, Pirinç ve Mısır yetiştirmek için
öbür ülkelerde “toprak kiralamak” yoluna gidiyorlar. Bizde de Anadolu gittikçe kuraklaşıyor.(Küresel ısınım sonucu nornal termodinamik denge sıcaklığı 6,2 derece olan Gezegenimizin ortalama sıcaklığı 15 C dereceye yükselmiş durumdadır) Zaten çok az olan su kaynaklarımız gittikçe azalıyor. (Türkiye’de su 1000 m3/kişi/yıl düzeyindedir; yani dünya ortalamasının yarısından da az!) Afrika ülkelerinde kiralayacağımız topraklara bel bağlıyoruz. Buna karşın hala 3-5 çocuk doğumunu teşvik eden aklıevveller var bu ülkede..

Son zamanlarda değişik dernek ve kurumlarda yaptığım “Enerji ve Çevre” başlıklı  söyleşilerimde  bu konuları (Enerji, su, besin, toprak, nüfus, kriz ve kaos ve öneriler..)  işliyorum.

İngiliz gazetesi The Guardian’ın bu konudaki bir haberi aşağıdadır. æ

________________________
 

The world is closer to a food crisis than most people realise

Unless we move quickly to adopt new population, energy, and water policies, the goal of eradicating hunger will remain just that

  • Lester Brown
    • Lester R. Brown
      president of the Earth Policy Institute and author of Full Planet, Empty Plates: The New Geopolitics of Food Scarcity
    • guardian.co.uk, Tuesday 24 July 2012 12.21 BST
Algeria food riots

Food riots in Algeria in 2008. Photograph: Fayez Nureldine/AFP/Getty Images

In the early spring this year, US farmers were on their way to planting some 96 million  acres in corn, the most in 75 years. A warm early spring got the crop off to a great start. Analysts were predicting the largest corn harvest on record.

The United States is the leading producer and exporter of corn, the world’s feedgrain.
At home, corn accounts for four-fifths of the US grain harvest. Internationally, the US corn crop exceeds China’s rice and wheat harvests combined. Among the big three grains – corn, wheat, and rice – corn is now the leader, with production well above that of wheat and nearly double that of rice.

The corn plant is as sensitive as it is productive. Thirsty and fast-growing,
it is vulnerable to both extreme heat and drought. At elevated temperatures, the corn plant, which is normally so productive, goes into thermal shock.

As spring turned into summer, the thermometer began to rise across the
corn belt. In St Louis, Missouri, in the southern corn belt, the temperature in late June and early July climbed to 100F (32C) or higher 10 days in a row. For the past several weeks, the corn belt has been blanketed with dehydrating heat.

Weekly drought maps published by the University of Nebraska show the drought-stricken area spreading across more and more of the country until, by mid-July, it engulfed virtually the entire corn belt. Soil moisture readings in the corn belt are now among the lowest ever recorded.

While temperature, rainfall, and drought serve as indirect indicators of crop growing conditions, each week the US Department of Agriculture releases a report on the actual state of the corn crop. This year the early reports were promising. On 21 May, 77% of the US corn crop was rated as good to excellent. The following week the share of the crop in this category dropped to 72%. Over the next eight weeks, it dropped to 26%, one of the lowest ratings on record. The other 74% is rated very poor to fair. And the crop is still deteriorating.

Over a span of weeks, we have seen how the more extreme weather events that come with climate change can affect food security. Since the beginning of June, corn prices have increased by nearly one half, reaching an all-time high on 19 July.

Although the world was hoping for a good US harvest to replenish dangerously low grain stocks, this is no longer on the cards. World carryover stocks of grain will fall further at the end of this crop year, making the food situation even more precarious. Food prices, already elevated, will follow the price of corn upward, quite possibly to record highs.

Not only is the current food situation deteriorating, but so is the global food system itself. We saw early signs of the unraveling in 2008 following an abrupt doubling of world grain prices. As world food prices climbed, exporting countries began restricting grain exports to keep their domestic food prices down. In response, governments of importing countries panicked. Some of them turned to buying or leasing land in other countries on which to produce food for themselves.

Welcome to the new geopolitics of food scarcity. As food supplies tighten, we are moving into a new food era, one in which it is every country for itself.

  • The world is in serious trouble on the food front.

But there is little evidence that political leaders have yet grasped the magnitude of what is happening. The progress in reducing hunger in recent decades has been reversed. Unless we move quickly to adopt new population, energy, and water policies, the goal of eradicating hunger will remain just that.

Time is running out.

The world may be much closer to an unmanageable food shortage – replete with soaring food prices, spreading food unrest, and ultimately political instability– than most people realise.