Etiket arşivi: Türk Tabipleri Birliği

Dr. Benan Koyuncu’ya destek

ttb_logosu

Dr. Benan Koyuncu’ya destek

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi ve Türk Tabipleri Birliği Asistan Hekim Kolu Üyesi Dr. Benan Koyuncu’nun açığa alınmasına karşı görev yaptığı Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Servisi’nin önünde bir basın açıklaması düzenlendi. Ankara Tabip Odası Asistan Hekim Komisyonu’nun çağrıcılığını yaptığı basın açıklamasına Türk Tabipleri Birliği İkinci Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, ATO yöneticileri ve hekimler katıldı. Açıklamaya Cumhuriyet Halk Partisi Ankara Milletvekili Dr. Murat Emir de destek verdi.

Dr. Sinan Adıyaman, Dr. Benan Koyuncu’nun açığa alınmasına ilişkin olarak Üniversite Rektörü ile yapılan ve olumlu geçen görüşmeye vurgu yaparken, Dr. Murat Emir, bir hekimin hiçbir soruşturma yapılmadan açığa alınmasının kabul edilemez olduğuna dikkat çekti.

BASINA VE KAMUOYUNA

Bundan tam bir hafta önce asistan arkadaşımız Dr. Benan Koyuncu acil serviste görevli olduğu saatlerde KHK’nın 4. maddesi gereğince açığa alındı. Hakkında daha önce herhangi bir soruşturması olmayan arkadaşımızın apar topar görevinden alınması bizler açısından kaygı ile karşılanmıştır.

Yalnızca DR. Benan Koyuncu değil, kısa bir süre önce de Dr. Mihriban Yıldırım arkadaşımız da benzer iddialarla görevinden alınmıştır. Haklarında belki birçok şey duymuşsunuzdur! Ama gelin bir de bizden dinleyin; kimdir bu arkadaşımız, kimdir Asistan Hekim Komisyonu üyeleri?

“Önce okulunu bitir sonra bu işlerle uğraşırsın” diyenlere inat, okurken de çalışırken de “bu işler”le uğraştılar. Öğrenciyken de asistanlıklarında da halkın sağlık hakkının yanında tavır aldılar. Yeri geldiğinde öğrenci, yeri geldiğinde hekim ve sağlık hizmeti alan hasta olarak halkın sağlık hakkının yanında oldular. Emeğimize yabancılaşmamızı isteyenlere inat, sağlık politikalarının üretiminin de yönetiminin de uygulanışının da izleyicisi olmayı seçtiler.

Asistanlıkları boyunca arkadaşlarını sorunlarında yalnız bırakmadılar; “Eğitim değilse işimiz değil” (!) deyip nitelikli uzmanlık eğitiminin peşine düştüler, “Gına geldi” dediler, asistanlık eğitimi adı altında angaryaya ve mobbinge karşı durdular.
Savaşa karşı barışı, yaşam hakkını savundular.

Bu asistan arkadaşlarımızdan ikisi 15 Temmuz’daki darbe girişimi sonrası başlatılan cadı avına maruz bırakıldılar. Haksız kadrolaşmalara karşı çıkan; bilimsel, demokratik, laik eğitim, sağlıklı bir ülke isteyen aydınlık yüzler iktidarın hedefine oturtuldular.

En çok soruşturma konusu edilen sosyal medya paylaşımları açığa alınma nedeni gösterildi, yetmedi; daha yaşanılabilir bir dünya hayalinin ifadesi olan bu paylaşımlar üzerinden çeşitli internet sitelerinde hedef gösterildiler, asılsız haberler ile masumiyet karinesini çiğnediler.

KHK’lar aracılığıyla işten atılan bu denli çok kamu emekçisinin bulunması ve bunların hatırı sayılır bir bölümünün, sözü geçen asistan arkadaşlarımızın suçlanmasında sendikal grev ve eylemler gibi anayasal haklar dışında hiçbir gerekçe bulunmaması, aslında bu KHK’ların esas amacını göstermektedir.

Dr. Benan Koyuncu arkadaşımız yalnız değildir.
Bu haksız uygulamalara karşı birbirimizi yalnız bırakmayacağız!
Dayanışmayı büyüteceğiz. (07 Ekim 2016)

Ankara Tabip Odası Asistan Hekim Komisyonu
=======================================
Dostlar,

Bu hazin hukuk katliamları katlanılmaz boyutlara ulaştı.
Tek 1 kişinin hukuku bile, uğruna dünyaları vermeye değer..
AKP iktidarının bu OHAL sürecini bahane ederek yıllardır gizli gündeminde olan SİVİL DARBEYİ açıkça sahnelediği değerlendirmeleri yaygınlaşmaya başladı ve biz de buna kuvvetle katılıyoruz.

Devlet memurlarının – kamu görevlilerinin disiplin ve ceza soruşturmaları ve yargılanmaları özel mevzuata ve hukuk kurallarına tabidir. Oysa OHAL Kararnamaleri ile tüm bu kamu görevi güvence hakları görmezden gelinerek hukuk ayaklar altına alınmaktadır.

Hukukun yaygın kabul gören, yerleşik en genel ilkelerinden biri, yaptırımların ölçülü – zorunlu olmasıdır. Koşullar gerektiriyorsa = yeterli somut kanıt varsa önce geçici olarak görevden el çektirme (açığa alma),

– suç ve cezanın kişisel olduğu ve
– kesin hükme dek herkesin masum olduğu karinesi evrensel ilkeleri asla unutulmaksızın

bu süre içinde özlük haklarının başta aylık – maaş – ücret olarak kısıntılı ödenmesi (asla toptan kesilmemesi!), oturuyorsa kamu lojmanından çıkarılMAması… ve hızla adil bir soruşturma ile, vazgeçilmez ve evrensel olan kutsal SAVUNMA HAKKI mutlaka usulüne uygun kullandırılarak.. işlem yürütülmesi gerekir. İdari işlemle kamu görevine son verilecekse, mutlaka idari yargı yolu açık kalmalıdır (Anayasa md. 125/1). Ceza yargılamasını gerektirecek hukuka uygun toplanmış kanıtlar varsa, konu yetkili – görevli yargı yerine dosyasıyla sunulmalıdır.

R.T. Erdoğan’ın “mağdur yok!” sözü dehşet vericidir.. (Basın, Hakim – Savcı kura çekimi töreni, 12.10.16) Erdoğan 241 şehidin hesabını sorarken “yüzlerce kez 241 kişi” yaşarken ebedi ölüme mahkum edilebilmektedir. Bunun savunulabilecek yanı yoktur. Erdoğan’ın zerrece hukuk – insan hakları nosyonu yok mudur ki; böylesine sorumsuz ve hukuku katleden, Yargı dahil Yasama ve İdareye açık talimat anlamına gelebilecek sözler etmektedir kamuoyu önünde?? Aynı Erdoğan Ergenekon – Balyoz vd. kumpas davaların savcılığını açıkça üstlenmiş; Anayasa Mahkemesi’nin bu davalarda sanıkların haklarının çiğnendiği (ihlal edildiği) kararını ise “tanımadığını – saygı duymadığını” ileri sürecek derecede hukuk ve Anayasa dışına düşmüştü.. Ağır Ceza Mahkemelerine Anayasa Mahkemesi’nin kararına direnerek uygulamamaları telkininde dahi bulunabilmişti! Kaymakamlara, mevzuatı bir yana bırakın anlamında açıkça suç işlemeye azmettiren konuşmaları da olmuştu. Hedef açıkça, az eğitimli seçmen kitlesi olmalı!

Erdoğan’ın bu söz ve davranışları, ne yazık ki, Türkiye için büyük bir risk, handikap ve talihsizliktir..

Yineleyelim : Kin ve intikam ile devlet yönetilmez..
Yalnız Ülkenin değil, insanlığın da temeli ADALETTİR!

Suça bulaştığı kanıtlanan her-ke-se, hukuka uygun – bağlı kalmak koşuluyla hak ettiği yaptırım elbette  uygulanmalıdır. Buna kimsenin itirazı ol(a)maz, olsa da hükmü olmaz. Ancak;

Herkes, başta Hükümet edenler olmak üzere sağduyulu, hukukun üstünlüğüne sonuna dek ve sadakatle bağlı kalmak zorundadır. Bu tutum hepimizin kısa erimde de uzun erimde de en yüksek yararına olacak tek yoldur.

Sevgi ve saygı ile.
12 Ekim 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Tabip Odası Üyesi
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

Not : Yazımızın pdf biçimi için tıklayınız..
ohal_kararnameleri_-ile_akp-_insan_haklarini_bicmeyi_surduruyor

KHK’ler – haksız ihraçlar ve ÖYP düzenlemesi YÖK önünde protesto edildi

ttb_logosu

KHK’ler – haksız ihraçlar ve ÖYP düzenlemesi YÖK önünde protesto edildi

1 Eylül günü yayımlanan 672 sayılı KHK ile işten çıkarılan, görevlerinden alınan, kadroları değiştirilerek güvencesizleştirilen üniversite öğretim üyeleri ve araştırma görevlileri 22 Eylül 2016 günü Ankara’da Yükseköğretim Kurulu (YÖK) önünde eylem yaptı.

Türk Tabipleri Birliği, Eğitim Sen ve SES’in çağrısıyla gerçekleştirilen eyleme TTB İkinci Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, Ankara Tabip Odası (ATO) Başkanı Prof. Dr. Vedat Bulut ve ATO Yönetim Kurulu üyesi Dr. Onur Naci Karahancı, TTB önceki dönem Merkez Konsey üyeleri, çok sayıda hekim ve akademisyen destek verdiler. Kocaeli Üniversitesi’nde “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildirgeye imza veren öğretim üyeleri arasında olan ve 672 sayılı KHK ile işten çıkarılan öğretim üyelerinden Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Prof. Dr. Nilay Etiler, Prof. Dr. Ümit Biçer, Prof. Dr. Zelal Ekinci, Prof. Dr. M. Cengiz Erçin ve Doç. Dr. Özlem Özkan da eyleme katılan isimler arasında yer aldı.

Saat 13.00’te YÖK önünde biraraya gelen grup adına ortak açıklamayı akademisyen ve Eğitim Sen 5 No’lu Şube Yöneticisi Aysun Gezen okudu. Gezen, KHK’ler ile özlük haklarının ellerinden alınmasına neden olan 50/D’nin ve haksız ihraçların geri çekilmesini istedi. Gezen, şunları söyledi:

  • “AKP’nin kamu rejiminde yaratmak istediği dönüşüm karşısında emek mücadelemizi meslek örgütleri, emek ve demokrasi güçleri olarak omuz omuza, dayanışma içinde kararlılıkla sürdüreceğiz. Taleplerimiz açık ve nettir. Haksız ve hukuksuz açığa almalara, ihraçlara son verilmeli, arkadaşlarımız görevlerine iade e dilmelidir. KHK ile yapılan ÖYP düzenlemesi geri alınmalı, herkese iş güvencesi sağlanmalıdır.”

Basın açıklamasının okunmasının ardından, Eğitim Sen Genel Sekreteri Mesut Fırat, SES Eş Genel Başkanı Gönül Erden, KESK MYK üyesi Ramazan Gürbüz, TTB İkinci Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, HDP milletvekilleri Hişyar Özsoy ve Mehmet Ali Aslan ile işten çıkarılan akademisyenler adına Kocaeli Üniversitesi’nden Doç. Dr. Hakan Koçak birer konuşma yaptılar.

‘Darbe bahane’

TTB İkinci Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, işten çıkarılan akademisyenlerin bir bölümünün darbe kalkışmasından önce “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildirgeye imza attıklarını ve barış istedikleri için soruşturulduklarını hatırlatarak, bu isimlerin 15 Temmuz’dan sonra ise darbe kalkışması bahane edilerek üniversitedeki görevlerinden uzaklaştırıldıklarını kaydetti. Adıyaman,

  • “Biz her şeyin farkındayız. Bunlar barış istemiyorlar, çatışmasızlık istemiyorlar, isteyenleri de cezalandırıyorlar. Bizler bu arkadaşlarımızla dayanışmak için buradayız. TTB olarak hepsini sevgiyle, saygıyla selamlıyoruz.” diye konuştu.

‘Geri adım attıramayacaklar’

Doç. Dr. Hakan Koçak da, 672 sayılı KHK’nin dünya hukuksuzluk tarihine geçecek bir belge olduğunu belirterek,

  • “Bizler hala ne ile suçlandığımızı bilmiyoruz. Barış İçin Akademisyenler bildirgesine imza attığımız için bu çuvalın içinde doldurulduğumuzu düşünüyoruz. Eğer neden bu ise bize geri adım attıramayacaklarını söylemek isterim.” dedi.

672 sayılı KHK’nin kendilerini kamu hizmetinden uzaklaştıramayacağını belirten Koçak,

  • “Biz her zaman kamu hizmetindeyiz. Kamunun çıkarları gereği emeğin yanındayız, kamunun çıkarları gereği iş cinayetlerine tepki gösteriyoruz, kamunun çıkarları gereği parasız, bilimsel laik eğitimi, özerk ve demokratik üniversiteyi savunuyoruz ve savunmaya da devam edeceğiz.” diye konuştu.

‘Üniversiteler bir bütün olarak tasfiye edilmeye çalışılıyor’

Türkiye’de üniversitelerin bir bütün olarak tasfiye edilmeye çalışıldığına dikkat çeken Koçak,

  • “Bizimle dayanışmak, aslında Türkiye’de üniversitenin tasfiye edilmesi sürecine karşı durmaktır. Yaşasın bilimsel, laik, demokratik üniversite mücadelesi, yaşasın barış.” diyerek sözlerini tamamladı.

Basın açıklaması, YÖK önünde çekilen halayların ardından sona erdi.
(http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/yok-6294.html, 22.9.2016)

=================================

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğuumuz Türk Tabipleri Birliği (TTB) Ankata Tabip Odası (ATO) nın bu girişimini, AKP iktidarının hukuk tanımaz eylemi bağlamında destekliyoruz.

Diliyoruz ki TTB;

  • Etnik temelli çok hatalı politikalarını artık bıraksın ve ulusalcı çizgiye gelerek tüm Türk hekimlerinin örgütü olsun..
  • “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz.” diyen Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün onurlandırıcı rotasına girsin..
  • Sivas Kongresindeki Tıbbiye 3. sınıf öğrencisi Tıbbiyeli Hikmet‘in aziz anısına daha saygılı ve bağlı olsun..
  • 1915’te Çanakkale savunmasında tümü şehit olan İstanbul Tıbbiyesi’nin 1. sınıf öğrencilerinin ödenemez borcuna sahip çıksın.
  • 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ulaşan Bandırma vapurunda Mustafa Kemal Paşa’nın hemen yanıbaşında yer alan tıbbiyelilerin sevgin (aziz) anısına –daha da– hürmetli olsun…

672 sayılı OHAL KHK’si ile işlerine son verilen akademisyenlerin savunmalarının alınmaması kabul edilemez ve hukuk devleti işe asla bağdaşmaz.. Siyasal iktidar, OHAL bahanesi ile tüm karşıtlarını tasfiye etme patolojisinden sıyrılmak zorundadır.

Sevgi ve saygı ile.
25 Eylül 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Tabip Odası Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

“Fethullahçı Yapılanma ve Sağlık” Panel Duyurusu

Ankara Tabip Odası

“Fethullahçı Yapılanma ve Sağlık” Panel Duyurusu

Değerli Meslektaşımız;

15 Temmuz darbe girişiminden sonra kamu kurumlarında ve çeşitli vakıf üniversitelerinde “Fethullahçı Terör Örgütü/PDY” ile ilişkisi olduğu gerekçesiyle çok sayıda kişi açığa alındı ve kamu görevinden men edildi.

Kurumlar açısından son derece yıpratıcı ve tehlikeli olan bu süreç, kamuda görevlendirmelerde liyakat ve hakkaniyet dışında bir ölçüt olmaması gerektiğini bir kez daha göstermiştir.

Liyakat dışı yollardan kadrolaşmaların en çok zarar verdiği sağlık sektöründe böyle bir sürecin tekrar etmemesi amacıyla Ankara Tabip Odası olarak

  • “Fethullahçı Yapılanma ve Sağlık”

başlığıyla bir panel düzenlenmesi planlanmıştır. Panelimizde Gülen Cemaati ve benzeri örgütlerin devlet kurumlarında ve sağlık sektöründe örgütlenme biçimleri ve mücadele yolları masaya yatırılacaktır.

28 Eylül 2016 günü Türk Tabipleri Birliği’nde gerçekleştirilecek olan toplantıya katılımınızı bekleriz.

Saygılarımızla.

Ankara Tabip Odası

Yer      : Türk Tabipleri Birliği Toplantı Salonu
Tarih   : 28 Eylül 2016 Çarşamba, saat 18:00
Adres  : Şehit Daniş Tunalıgil Sok. GMK Bulv. No:2 Kat:4 Maltepe-Ankara
Afiş için tıklayınız
Web sitesine yönlendirme

===========================================

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Türk Tabipleri Birliği‘ne bu girişimleri için teşekkür ederiz.

Dileriz PKK – FETÖ/PDY ilişkileri de gündeme getirilir??

TTB’nin Batı maşası bölücü terör ve suç örgütü PKK karşısında net tutum alması gerek..

ATO Başkanına, ATO ve TTB’ye aşağıdaki e-iletiyi yolladık :

*****
Sevgili arkadaşlar,
Sevgili Vedat, (ATO Başkanı)

İyi yaptınız by paneli düzenlemekle.. PKK – FETO bağları da konuşulur dilerim..
TTB, kesin olarak PKK’ya destek anlamına gelebilecek en dolaylı davranıştan bile uzak durmalı. Emperyalizmin maşası kanlı bölücü örgütü tüm eylemleriyle kesinkes dışlamalı..

Halihazırdaki TTB politikasının sürdürülebilirliği yok ve örgütümüzün başına, korkarız,
endişe ederiz ki sorunlar açabilir.. Sözlerimiz hiç ama hiç yanlış anlaşılmasın..
Önü – arkası, iması, başkaca mesajı yok..
Yalın bir kaygı ve istenmeyen sonuçlardan sakınılması dileği..

*****

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Tabip Odası Üyesi
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

İstanbul Tabip Odası Başkanı Selçuk Erez Derhal İstifa Etmelidir!

İstanbul Tabip Odası Başkanı Selçuk Erez
Derhal İstifa Etmelidir!

portresi

 

Dr. Ali Rıza Üçer
Tıp Kurumu Genel Sekreteri

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Çözüm süreci için  tecrit kaldırılsın!”  bahanesiyle  Abdullah Öcalan ile görüşme talebinde bulunan DTK, HDK, KJA, DBP ve HDP gibi PKK yandaşı örgütlerin Diyarbakır’da başlattığı açlık grevinde İstanbul Tabip Odası Başkanı Selçuk Erez’in Öcalan ve PKK’ya verdiği açık destek utanç vericidir.

selcuk_erez_apo_tecriti_kaldirilsin_10-9-16

Erez, pervasız biçimde Öcalan ve PKK için tezgahlanan açlık grevi eylemine destek olurken, “Halkın alkış tutup tebrik etmesi gerekiyor. Kürt halkının temsilcisi Apo’dur. Barışa inanıyorsak, bir an evvel masa başına oturmalıyız” diyecek kadar ölçüyü kaçırmıştır. Erez’in eylem ve açıklaması Türk Ceza Kanununa göre de alenen suç niteliğindedir, derhal İTO Başkanlığı görevinden istifa etmelidir.

Selçuk Erez’in BDP Diyarbakır İl Örgütünde yaptığı bu talihsiz açıklama Türk Tabipleri Birliği yönetimiyle birlikte Başkanı olduğu İstanbul Tabip Odası ve diğer yandaş odaları da bağlamaktadır. Erez’i kınamadıkları ve istifaya davet etmedikleri takdirde suça ortak olmaya devam edeceklerdir.

Hekimlerin örgütlerine sahip çıkması hayat memat meselesidir.

  • Türk Tabipleri Birliği ve Odalarımız asla PKK’ya teslim edilemez.
    10.09. 2016

=========================================

Dostlar,

Çok üzcücüdür bu gelişme.. Prof. Selçuk Erez 80 yaşında, çok kıdemli bir hekimdir, meslek büyüğümüzdür, hocamızdır. Bu yaşında hala çok etkindir (aktiftir); kalkıp Diyarbakır’a gitmiş ve bir etkinliğe katılmıştır Cumhuriyet gazetesinde düzenli ve nitelikli yazılar yazmaktadır. Cerrahpaşa Tıp Fakütesi’nin Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalını uzun yıllar yönetmiştir.

Prof. Erez’in AKLIMIZIN AMBARGOLARI adlı yapıtını herkesin okumasını öneririz. Ancak hazin bir ironi midir Erez hocanın başına gelen?? Erez hocanın aklına kimler – nasıl ambargo koydu da hocamız bu ileri yaşında olmayacak işlere katılıyor??

Sevgi ve saygı ile.
10 Eylül 2016, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İstanbul Barosu : ANAYASA’nın TEMEL HÜKÜMLERİNE DOKUNULAMAZ

istanbul_barosu_logosu

ANAYASA’nın TEMEL HÜKÜMLERİNE DOKUNULAMAZ

(AS: Bizim kapsamlı irdelelememiz yazının altındadır..)

Bilindiği üzere son günlerde, Anayasamızın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilkelerini ve buna ilişkin maddelerini tartışmaya açma girişimi ortaya çıkmıştır. Bu girişimin, esasen Anayasayı ve Anayasal uygunluğu denetlemekle görevli Anayasa Mahkemesinin hukukçu olmayan başkanından gelmesi de ayrıca dikkat çekici ve düşündürücüdür.

Hatırlamakta ve hatırlatmakta yarar vardır ki, değiştirilemez bu maddeler;
– devletin şekline,
– Cumhuriyetin niteliklerine,
– devletin bütünlüğü,
– resmi dili,
– bayrağı ve
– marşına ilişkindir.

Bu üç temel madde ile Türkiye Devletinin
Cumhuriyet olduğu,
demokratik,
laik ve
sosyal bir
hukuk devleti olduğu,
tekil (üniter) bir devlet olduğu,
dilinin (AS: Resmi) Türkçe olduğu belirlenmiştir.
(AS : İnsan haklarına saygılı olma 1. özellik olarak sayılmaktadır..)

Görüldüğü gibi bu temel ilkeler, Devletin rejimi, yapısı, nitelikleri, üniter yapısı ile ilgilidir. Bunlar, 1923 yılında kurulan modern ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti‘nin temelini ve kuruluş felsefesini oluşturmaktadır. Hiçbir gerekliliği ve nedeni olmadığı halde, üstelik Anayasamızın 4. maddesine göre bu maddelerin değiştirilmesi teklif dahi edilemezken bunları tartışmaya açmanın, masumane ve samimi bir davranış olmadığı aşikârdır. Ülkemizde son yıllarda başta laiklik ve devletin üniter yapısı olmak üzere, bu kurucu temel ilkelere karşı yoğunlaşan açık saldırılar da dikkate alındığında, bunun belirli bir amaca yönelik planlı bir davranış olduğu da açıkça görülmektedir. Gene bu girişimin, ülkemizin 25 parçaya ayrılması yönündeki taleplerden ve düşüncelerden, Anayasa Mahkemesinin bu temel niteliklerle ilgili önemli kararlarından ve Yüce Mahkemeye karşı yapılan ağır, haksız ve planlı saldırılardan, Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü tartışma adı altında değersiz gösterme gayretlerinden sonra veya eş zamanlı olarak ortaya çıkması da ayrıca düşündürücüdür.

Bu ilkeleri tartışmaya açmak, Türkiye?nin rejimini, laik ve üniter yapısını, bayrağını, dilini tartışmaya açmaktır. Bu ise ülkemizi 85 yıl (AS: T.C. 2016’da 93 yaşında!) öncesine, yani 1923 yılı öncesine döndürme, Lozan Antlaşması’nı ortadan kaldırma çabalarından başka bir anlam ifade edemez. Her demokratik devletin kendisini, bu anlamda kendisini var eden temel ilkeleri ve felsefesini koruma hakkı mevcuttur. Anayasamızın 4. maddesi de bu korumayı sağlamaktadır. Ancak Türk Ulusu da bu ilkelerin koruyucusu ve kollayıcısıdır.

İstanbul Barosu bu ilkeleri koruma bakımından taraftır. Biz İstanbul Barosu ve hukukçular olarak, başta laiklik ve tekil devlet yapısı olmak üzere bu temel ilkelere, bunları koruyan anayasal hükümlere daima sahip çıkacağımızı, her durum ve koşulda bu ilkeleri koruyacağımızı ve kollayacağımızı, buna karşı yapılan hukuk dışı saldırılara sessiz kalmayacağımızı saygı ile Kamuoyuna duyururuz.

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI

========================================

Dostlar,

Adı “mini” de olsa, AKP tarafından gündeme taşınan ve muhalefetin de sınırlı – koşullu destek verdiği bir “anayasa değişikliği” paketi önümüzde..

Her an AKP’nin artık iyi bildiğimiz ayak oyunları ile içine beklenmedik madde ve saklı – gizli değişikliklerin yapılabileceğine ilişkin endişe ve kaygılarımız pek haklı olarak belirtelim. Örnekler öyle çok ki.. En yakını ve doğrudan ilgili olanı 12 Eylül 2010’da halkoylamasına “blok olarak” sunulan 26 maddelik Anayasa değişikliği paketi.. Örneğin günümüzün HSYK’sı ve yargının AKP tarafından ele geçirilmesi, FETÖ ile pazarlıklar ve FETÖ ile iktidarın paylaşımında sorun çıkınca da can düşmanı (gerçekte çıkar = siyasal iktidar kavgası!) olan AKP – FETÖ dalaşı bu değişikliklerle yakından ilgilidir. 26 madde halka blok olarak sunulmuş, “ya hep ya hiç” dayatması yapılmıştır. Halkın iradesine saygı ve demokratlık bu mudur?

Ya o dönemin kiralık – satılık kalem ve sözcülerine, sanatçılarına (!?) ne demeli?? Eğitimi ve nesnel haber alma kaynakları çook sınırlı Halkın beynini yıkamak için “yetmez ama evet” ayakoyunları!?

Pek çok Torba yasa içinde tuzak maddelerin gizlenmesi.. Örn. 667 sayılı 2.11.2011 tarihli YGK (Yasa Gücünde Kararname, KHK) içine Türk Tabipleri Birliğini kökten anlamsızlaştıracak bir madde konması… (Daha sonra Anayasa Mahkemesince iptal edildi bereket!) Bu elbette bir etik – moral sorun aynı zamanda ama AKP için her yol mübah, vız geliyor, böylesi değerleri ve kaygıları yok ne yazık ki!

  • Tüm yollar, artık deşifre olan 2023 hedeflerine = Anadolu Federe İslam Devleti’ne.. çıkıyor.. Ama yağma yok, bunu asla başaramayacaklar..

Dolayısıyla, bizce zamanı ve gereği hiç OLMAMAKLA birlikte, “mini” de dense Anayasa değişikliğine gitmenin zamanı ve gereği yokken “AKP ile aynı çuvala girmenin” anlaşılır yanı yoktur. Gelenin geçenin “kandırdığı” (!?) AKP, gerçekte kendisi bu bağlamda çoook mahirdir. Muhalefetin ağzı açık kalabilir.. İstanbul Barosu’nun 8 yıl kadar önce yayımladığı uyarıcı metni bu yüzden bir kez daha kaygı ile paylaşmak istedik.. Kaldı ki, AKP – RTE ne anayasa ne babayasa ne AİHS takmadan, 667-675 sayılı 9 OHAL Kararnamesi ile Türkiye’yi buldozer gibi düzlemekte..

TBMM, OHAL altında inletilen bir ülkede adeta sürgün tatilindedir..

28 kişilik = gerçekte TEK ADAMLIK bir oligarşi – monarşi neredeyse “mutlak” düzeyde Türkiye’yi tutsak almıştır.. 1876’da bile despot Padişah 2. Abdülhamit döneminde Meclis-i Mebusan kurulmuştu ve varolma yaşamı veriyordu..

Sonuç                                       :

1. “Mini” de dense AKP ile Anayasa değişikliğine Muhalefet partileri yanaşmamalıdır.
2. Anayasa’nın ilk 4 maddesi T.C.’nin varlık nedeni – tabusudur; asla DOKUNULAMAZ!

Büyük ATATÜRK‘ün  komutasında kazanılan 9 Eylül 1922 Büyük Zaferi’mizin 94. yılını bir kez daha coşkuyla kutlar ve o öncülere, kahramanlara sonsuz minnet ve şükranlarımızı sunarken; hala Cumhuriyetimizin temel değerlerini tartışıyor olmak, savunmak zorunda kalmak ve hele hele bu meşru savunma eylemini ülkemizin iktidarını her nasılsa ele geçirmiş günümüz siyasal kadrolarına / tarikatlar koalisyonuna karşı yapmak zorunda kalmak çok ağır geliyor bize..

Ne yazık ki karşıdevrim diyalektiği başka yol bırakmadı ve 1 kez daha başaracağız!

Sevgi ve saygı ile.
09 Eylül 2016, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Cinsel Saldırı Bir Hastalık Değil Suçtur!

Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suç İşleyen Bireylerin Önemli Bir Çoğunluğunun Tedavi Edilebilecek Ruhsal Bir Hastalığı Yoktur. Cinsel Saldırı Bir Hastalık Değil Suçtur!

Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suç İşleyen Bireylerin Önemli Bir Çoğunluğunun
Tedavi Edilebilecek Ruhsal Bir Hastalığı Yoktur.. Cinsel Saldırı Bir Hastalık Değil Suçtur!

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlardan Hükümlü Olanlara Uygulanacak Tedavi ve Diğer Yükümlülükler Hakkında Yönetmelik” 26 Temmuz 2016’da Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yayımlanan yönetmelik, bir başkası üzerinde güç ve şiddet uygulamanın sonucu olarak da değerlendirilmesi gereken, sadece cinsellikle açıklanamayacak olan cinsel suçların, tedavi edilmesi gereken ve böylece masumlaşan bir eylem gibi görülmesine yol açmaktadır.

  • Cinsel suçların faili olan bireylerin önemli bir çoğunluğunun tedavi edilebilecek ruhsal bir hastalığının olmadığı bilinmektedir.

Ruhsal rahatsızlığı nedeniyle cinsel dokunulmazlığa yönelik suç işleme eğiliminde olan hastalara yönelik tıbbi uygulamaların ne olacağı ve nasıl uygulanacağı ise yine hekimler tarafından, tıbbın bilimsel standartlarıyla, etik çerçevede belirlenmelidir. Yayımlanan yönetmelik ve cinsel suçlara karşı sergilenmesi gereken tutum ile ilgili Türk Tabipleri Birliği, Türkiye Psikiyatri Derneği, Adli Tıp Uzmanları Derneği ve Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği’ nin birlikte hazırladığı çalışma metni:

CİNSEL SALDIRI BİR HASTALIK DEĞİL SUÇTUR!

Adalet Bakanlığı tarafından oluşturulan “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlardan Hükümlü Olanlara Uygulanacak Tedavi ve Diğer Yükümlülükler Hakkında Yönetmelik” 26 Temmuz 2016 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yönetmelik başlığı ile kamuoyunda cinsel suçluların bir hastalığa muzdarip oldukları, tedavileri halinde ülkemizde yaşanan ağırlıkla çocuklara ve kadınlara zarar veren cinsel saldırganlık sorunun çözüleceği şeklinde anlaşıldığından ve yönetmeliğin içeriği ile uygulamada geri dönülmez hasarlara yol açacağı açık oluğundan kamuoyunu bilgilendirme zorunluluğu doğmuştur.

Cinsel saldırı ve çocukların cinsel istismarı toplumun her kesimini ilgilendiren, yaygınlığı, birey ve toplum üzerine olumsuz etkileri nedeniyle birden çok alanda mücadele edilmesi gereken önemli bir sorundur.

Cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar, özde şiddet uygulanmasının, başkası üzerinde güç kullanımının ve iktidar sergilemesinin yollarıdır. Bu suçları saf bir cinsel eylem olarak kabul etmek doğru değildir. Dolayısıyla, suç davranışının ve yinelemesinin önüne geçilmesinde sadece cinselliğin ele alınması, eksik ve yetersiz olacaktır. Toplumun bütüncül olarak cinsel saldırıyı önleme stratejileri geliştirirken, başta toplumun erkek egemen kavrayış ve uygulamaları olmak üzere toplumsal kolaylaştırıcı faktörlere odaklanması ve bu konularda adım atmaksızın alacağı önlemlerin yüzeysel olacağı her zaman göz önünde tutulmalıdır.

Resmi gazetede yayımnlanarak yürürlüğe giren Yönetmeliğin en önemli sorunu cinsel suç ve suçlunun tıbbileştirilmesidir. Yönetmelik bu haliyle kötü uygulamalara, dolayısıyla cinsel suçun sanki tedavi edilmesi gereken ve böylece masumlaşan bir eylem gibi görülmesi tehlikesine izin vermektedir.

  • Cinsel suçların faili olan her bireyin ruhsal bozukluğu olduğu varsayımı doğru değildir. Önemli bir kısmının tedavi edilebilecek ruhsal bir hastalığı yoktur.

Yargılama sırasında suça neden olacak bir hastalık yokken cezanın infazı sırasında tıbbi tedavi uygulamaya çalışılması, olmayan bir hastalığın türetilmesi ya da suça tıbbi bir kılıf bulma çabasına dönüşecektir.

Ruhsal rahatsızlığı olan kişilerin, cinsel dokunulmazlığa yönelik bir suç işlemesi halinde ise; tıbbi uygulamanın ne olacağı ve nasıl uygulanacağı insan hakları, hekimliğin evrensel değerleri ve tıbbın bilimsel standartlarıyla belirlenir; yasalar ve yönetmeliklerle değil.

Tıbbi uygulamanın yapılabilmesi için;
– öncelikle tıbbi bir sorunun varlığı,
– müdahalenin gerekliliği,
– kişiye zarar vermemesi,
– kişinin / yasal temsilcisinin aydınlatılmış onamının alınması
– ve tıbbi uygulamanın bilimsel ve kabul edilen standartlara uygun olması esastır.

Dünyada hastalığı olan ve cinsel suç işlemiş kişilere uygulanacak, standart olarak kabul edilmiş bir tıbbi işlem bulunmamaktadır. Bu tür uygulamaların yürütüldüğü ülke sayısı az olup, mevcut uygulamalar da tıbbi açıdan tutarsızlıklar içermektedir. Türkiye’de de bu konuda hekimler arasında ortak bilimsel bir yaklaşımdan söz edilememektedir.

Yukarıda sayılan temel çekincelerin yanı sıra, Yönetmeliğin mevcut halinin içinde birçok çelişki ve belirsizlik içermesi, uygulamada hem insan sağlığı hem de tıbbi ilkeler açısından geri dönüşü olmayacak hasarlara yol açacaktır.

Dolayısıyla, uygulamada
– temel insan hakları,
– mesleki etik ilkeler ve
– bilimsel standartlara aykırı
sonuçların doğmasına neden olacağını gördüğümüz bu Yönetmeliğin uygulaması acilen geri çekilmeli, TTB, uzmanlık dernekleri, hukukçular, kadın ve çocuk alanında görev yapan sivil toplum temsilcileri ile birlikte konu, tedaviyi de içerecek şekilde, tüm boyutlarıyla tartışılarak yeniden değerlendirilmelidir.

TTB ve Tıp Uzmanlık Dernekleri olarak bu çalışmaların içinde yer alacağımızı kamuoyuna saygıyla duyururuz.

Türk Tabipleri Birliği
Türkiye Psikiyatri Derneği
Adli Tıp Uzmanları Derneği
Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği
(http://www.ato.org.tr/news/show/43)

======================================

Dostlar,

Türkiye’nin yoğun ve yönlendirilen (manüple edilen) gündem kargaşası içinde bu önemli Yönetmelik hak ettiği ilgiyi görmedi. Ama sorun ciddi, önemli ve çok boyutlu. Bizim de üyesi olduğumuz Türk Tabipleri Birliği öncülüğünde ilgili ve yetkili 3 kurumun daha katkı verdiği bu bilimsel – ağırbaşlı – sorumlu uyarıya tümüyle hak ve destek veriyoruz.

AKP, ülke yönetiminin katılımcı, demokratik ve bilimsel akılcılığa dayalı olmak zorunda olduğunu artık kavramalı.. 14 yıldır tek başına iktidarda.. Dünyanın hatasını yaptı ve çok yanlış alışkanlıklarını tehlikeli biçimde sürdürüyor. Çağın ve Türkiye’nin bu irrasyonel gidişe artık dayancı (tahammülü) kalmadı..

TTB’nin bu yönetmeliği iptal istemiyle Danıştaya taşımasını (hukuksal deyimiyle YD istemli iptal davası açmasını) öneriyoruz. Geceikmeden..

Sevgi ve saygı ile.
20 Ağustos 2016, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

‘Savaş, Göç ve Sağlık: Hekimler Ne Yapmalı’ sempozyumunun sonuç bildirgesi açıklandı

TTB_logosu

‘Savaş, Göç ve Sağlık: Hekimler Ne Yapmalı’ sempozyumunun sonuç bildirgesi açıklandı

Türk Tabipleri Birliği, İstanbul Tabip Odası ve Dünya Tabipleri Birliği tarafından
26-27 Şubat 2016’da İstanbul’da düzenlenen “Savaş, Göç ve Sağlık: Hekimler Ne Yapmalı” başlıklı sempozyumun sonuç bildirgesi açıklandı.

*****
Dostlar,

Sonuç bildirgesi şöyle başlıyor :

Savaş, Göç ve Sağlık

Bildiri Mülteciler, göçmenler ve diğer konularla ilgili bildiri* Giriş Dünya liderleri büyük ölçüde savaşlar, silahlı çatışmalar ve insan hakları ihlalleri nedeniyle bugün küresel ölçekte
bir mülteci ve göç kriziyle karşı karşıya olunduğu konusunda anlaşmışlardır. Dünyadaki
tüm insanlar bu duruma bizzat yaşayarak ya da televizyon ekranlarından tanıklık etmektedir. Ortadaki durum pek çok ülkeye daha önce eşi görülmemiş bir yük getirmektedir ve gerçekleştirilebilir, kabul edilebilir bir çözüm için tüm dünya ülkelerinin eşgüdümlü çabaları gerekmektedir.

“Kriz”, devletlerin, sürmekte olan kitlesel göçlere gerektiği gibi ve insani biçimde yaklaşmada isteksiz ya da hazırlıksız olmalarından kaynaklanmaktadır.

Neden kriz var?

Kitlesel insan göçleri tahin boyunca görülen durumlardır. Bu hareketler, savaşlar, ülkelerin hazırlıklı olmadıkları doğal afetler ve diğer kritik olaylar sonucu gerçekleşmekte, sonuçta insanların ve ailelerin güvenli barınma imkânları bulmaları, beslenmeleri açısından güçlüklere yol açmaktadır. Bugünkü kriz ise belirli bir dönemde gelişmiştir ve dünyada cereyan eden bir dizi olayın yansımasıdır. Savaş, önemli doğa olaylarının sonuçları (kuraklık gibi iklimsel olaylar dâhil), yoksulluğun sürüp gitmesi bunlar arasında yer almaktadır. Bu şekilde ortaya çıkan kitlesel göç hareketlerine bizler de panik ve ayrımcılık karışımı duygularla tepki veriyoruz.
****

8 sayfalık bildirgenin ara başlıkları şöyle                  :

– Tarihsel öncüller neler?
– Mülteciler kimler?
– Evlerini terk etmelerinin nedenleri neler?
– Zorlanmış göç
– Gidilmek istenen ülkeler nasıl seçiliyor?
– Göç süreci geçiş ülkelerini nasıl etkiliyor?
– Varış ülkeleri üzerindeki toplumsal ve ekonomik etkiler neler?
– Sağlıkla ilgili konular neler?

Göçmenler de mülteciler de benzer biçimde toplumun yoksul, çoğu kez aşırı yoksul kesimlerinden insanlardır. Belki çalışma yaşamlarına meslek sahibi insanlar olarak başlamışlardır; ancak gelişen olaylar onları yoksullaştırmıştır. Gidecekleri ülkeye yolculukları uzun sürmüş olabilir ve yoldaki yiyecek ve barınma dâhil çeşitli sorunlar nedeniyle sağlıkları bozulmuş da olabilir. Göçmenlerin de mültecilerin de genel olarak yoksul kesimden gelmeleri muhtemel olduğundan tedavi edilmemiş ya da yeterince tedavisi yapılmamış kronik hastalıklar dâhil sağlık sorunları da olabilir. Bu söylenen, yoksullar dâhil güç durumdaki insanların
hepsi için geçerlidir. Çocuklar aşılanmamış ve bağışıklanmamış olabilirler ve malnütrisyon
(mutlak ve mikronütriyen yetersizliği) (AS: bir başka terim ile açık ve gizli açlık)
çocuklar arasında yaygın görülmektedir. 

Tüberküloz dâhil bulaşıcı hastalıklardan kaygı duyanlar olmakla birlikte asıl sorun yoksulluktan kaynaklanan raşitizm ve diğer malnütrisyon sendromları gibi sağlık sorunlarıdır. Çatışmalar sırasında ve dışında gelişen TSSB risklerine kronik maruz kalış durumu dikkate alındığında stresle ilişkili diğer psikolojik bozuklukların yaygın görülmesi de muhtemeldir.

– Siyasal diyalog ne?
– Doktorlar bu tartışmalara neler katabilir?

Doktorlar göçe yol açan toplumsal, ekonomik, güvenlikle ilgili ve diğer etmenleri, aile için daha iyisini gerçekleştirme dürtüsünü, göç yolculuğunun kişinin ve ailenin fiziksel ve psiko-sosyal sağlığı ve iyi olma hali üzerindeki etkisini kavrarlar. Halka, göçmenlerin gelişinin sağlık açısından bir tehlike yaratmayacağına ilişkin güvence verebilirler ve göçmenleri kabul eden mercilerin makul ölçülerde sağlıklı bir yaşam sağlamak adına yapabilecekleri konusundaki görüşlerini belirtebilirler. Doktorlar aynı zamanda olası ciddi psiko-sosyal sorunlar dâhil tedavi gerektiren hastalıkları tedavi edebilirler, çocukların bağışıklanıp aşılanmalarını sağlayabilirler ve konut ve diğer ihtiyaçların karşılanması konusunda yerel planlamacılara yardım edebilirler. Doktorların bu alanda yapabilecekleri birincil katkı, kitlesel göç ve hareketlilik olgusunun kamusal planlama açısından çevresindeki daha geniş kapsamlı konularla birlikte kavranmasına ilişkindir. Ancak, bu yapılırken kişinin ve ihtiyaçlarının merkezde yer aldığı hiçbir zaman unutulmamalıdır. Bu da, özellikle sağlığın toplumsal belirleyenleri, hastalıkların önlenmesi, sağlık hizmetlerinin varlığı ve istismar, ihmal ve sömürü gibi durumların önlenmesi gibi başlıklarda güçlü bir tanıtım-savunu rolü anlamına gelir.

Tavsiyeler..

Metinde 12 madde olarak öneriler sıralanmış.. Son 3 maddeyi paylaşalım:

10. Bu toplantı, önemli sayılara ulaşan göçmen ve mültecilerin gelişleri ve desteklenmeleriyle ilgilenen yetkililer dâhil yerel toplulukların üzerindeki basıncın bilincindedir.
Ulusal ve uluslararası yönetimlerin bu basıncı görerek, öncelikle finans olmak üzere
gerekli desteği sağlamalarını talep ediyoruz.

11. Göç istatistiklerinde yer almıyor olsalar bile kendi ülkelerinde yerlerinden olan insanlar (KÜYO) da dikkate alınıp kendilerine gerekli bakım sağlanmalıdır. Göçmenlerle ilgili meselelerde önemli güçlüklerle karşılaşan ülkeler arasında kimilerinde aynı zamanda çok sayıda KÜYO da vardır ve bu durum güvenli yaşam koşulları sağlanmasını daha da güçleştirmektedir. Bu toplantı, göçmenler, mülteciler ve sığınmacıların yanı sıra KÜYO ve sayısının da
dikkate alınması gerektiği kanısındadır.

12. WMA (AS: World Medical Association -Dünya Hekimler Birliği) sağlıkla ilgili sonuçların elverişsiz yaşam koşullarıyla ilişkisini kabul eder; tıp ve sağlık çalışanlarının örgüt ve derneklerinin güçlerini birleştirerek her tür göçmene güvenli ve sağlıklı yaşam koşulları sağlama ihtiyacını görüp gereğini yapmaları için hükümetler üzerinde etkili olmaya davet eder.

* Bu bildiri Sempozyum katılımcıları tarafından benimsenmiştir ve
Dünya Tabipleri Birliği’nin resmi politika belgesi değildir.

*****

Dostlar,

Önemli bir çalışma ve değerli bir metindir.
Toplantıya emek verenlere – Türk Tabipleri Birliği, İstanbul Tabip Odası ve Dünya Tabipleri Birliği – teşekkür ederiz.

Metnin tümü için lütfen tıklar mısınız : Savas_Goc_ve_Saglik_Sonuc_Bildirisi_Subat2016

Türkiye, AKP – RTE’nin son derece yanlış ve sorumsuz, Batı uydusu – güdümlü, onursuz dış politikası yüzünden Suriye ve Irak’taki çok ağır insanlık suçunun ortağı, dahası maşası olmuştur!

AKP – RTE’nin bu bağışlanmaz ağır hatası; ülkemizin başına yaygın terör, 3 milyona varan çok ağır sığınmacı yükü, ciddi ekonomik bunalım, ülkede can güvenliğinin kalmaması,
turizm, ticaret ve tarımın çökmesi….  gibi uzun erimli ve giderimi (telafisi) olağanüstü güç yükler bindirmiştir.

Bir de AB ile onur kırıcı 3 + 3 milyar € pazarlığı..
Yüz kızartıcı
biçimde, bu tablonun Kayseri pazarlığı olarak Başbakan Davutoğlu’nun
başarısı olarak kamuoyuna servis edilebilmesi.. Kimilerinin ar damarı çatlamıştır.

Bu fahiş politik hataların mutlaka bir siyasal bedeli olmalıdır. Ne var ki, az eğitimli ve yıldırılmış kitleler, basın ve yoksullukları üzerinden, din sömürüsü ile acımasız biçimde yönlendirilmekte ve AKP-RTE çok şaşırtıcı biçimde % 50’ler dolayında oyla seçim kazanmaktadır. Türkiye’nin içine sokulduğu bu girdaptan kurtarılması ve yaygın halk kitlelerinin gerçekleri öğrenmesi mutlaka sağlanmalıdır. Bunun yolu, tüm toplumu “asgari müştereklerde” birleşerek örgütlemektir.. Aydınlar ve siyaset kurumu böylesi günler için vardır.

Türkiye, şimdiye dek yapageldiklerinin tam tersine, Suriye’de rejimin normalleşmesi için çabalamalı, içişlerine asla karışmamalı, utandıran Batı maşalığını terk etmelidir. Ülkemizdeki
3 milyon göçmenin önemli bölümünün ülkesine dönmesini sağlamak,
herkesten önce Türkiye’nin yararına olacaktır. Bir yandan da bu ciddi nüfusun ülkemiz ile bütünleştirilmesi (integrasyon) çabaları zorunlu görünüyor.. Sorun giderek büyümektedir.
Bu nüfusun mutlaka etkin ve yaygın doğum kontrol hizmetlerine erişimi sağlanmalıdır.

Sevgi ve saygı ile.
15 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ATO Konferansı : “Sağlıkta Muhafazakârlaşma”

Adalet ve Demokrasi Haftası’nda ATO’dan konferans : 

Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag) tarafından düzenlenen

23. Adalet  ve Demokrasi Haftası

etkinlikleri kapsamında, Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Mine Önal‘ın konuşmacı olduğu “Sağlıkta Muhafazakarlaşma” konulu konferans gerçekleştirildi.
Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde 26 Ocak Salı günü gerçekleştirilen konferansın
açış konuşmasını TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan yaptı.

Ankara Tabip Odası, Türk Tabipleri Birliği, NÜSED ve Tüketici Hakları Derneği’nin düzenleyicisi olduğu etkinliğe çok sayıda Ankaralı katıldı.

Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde
Göğüs Hastalıkları Uzmanı olarak görev yapan Dr. Mine Önal
“Sağlıkta Muhafazakarlaşma”yı son yıllarda uygulanan sağlık ve sosyal politikaların yarattığı değişimin ışığında değerlendirdi.

“Yapılan düzenlemelerle kadının kendi bedeni üzerindeki tasarruf hakkı engelleniyor”

Türkiye’de varolan yasal çerçeve içinde, 10 haftalığa dek gebeliklerin sonlandırılabildiğini
(AS: 2827 sayılı ve 1983 tarihli Nüfus Planlaması Yasası md. 5 ve 6) belirten Dr. Mine Önal;

– muayenehanelere kürtaj yasağı,
– anneye düşünme süresi verilmesi,
– bebeğin kalp atışlarının dinletilmesi ve
– kürtaja karşı olan hekimin ‘ret’ hakkına sahip olması
….
gibi yapılan yeni düzenlemelerle kadının kendi bedeni üzerindeki tasarruf hakkının engellenmeye çalışıldığının altını çizdi.

Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi Dr. Mine Önal’ın “Sağlıkta Muhafazakarlaşma” başlıklı sunumundan satırbaşları şöyle:

“Anne Sütü Bankası çalışmaları sona erdi”

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu 2013 yılında ‘anne sütü bankası’ ile ilgili çalışmalarını Medeniyet Projesi olarak tanımlamışken, dünyada süregelen bilimsel tartışmaların aksine,
dinen caiz olmayabileceği görüşleri nedeniyle çok yararlı olabilecek bu girişim
başlamadan sona erdi.”

“Hastalara din psikoloğu”

“Hastalara ruhsal destek ve danışmanlığın modern tıbbi uygulamalar yerine din psikoloğu
veya manevi destek uzmanı gibi tanımlamalar altında dinsel telkin verilmesi bilimsellikten uzak ve geriye dönük bir projedir. Psikoloji bir bilim dalı ve lisans eğitimi olmayan kişilere
din psikoloğu adı altında benzer bir unvan verilmesi yanlış bir uygulamadır.”
(AS : Yasal olarak da suçtur!)

“Anayasa Mahkemesinin Aşı Kararı”

“Anayasa Mahkemesi Kasım 2015’te bebeklik / çocukluk dönemi aşılarını yaptırmak istemeyen ebeveynlerin (AS: anababanın) bireysel başvurusu hakkında; Anababa rızası olmadan çocuğa zorunlu aşı yaptırılmasının Anayasa’nın ‘kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı’nı düzenleyen ‘temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine’ ilişkin maddesine
(AS: m. 13) aykırı bularak “hak ihlali” kararı verdi. Böylelikle, çocukların sağlığı değil anababanın ‘rıza’ olarak adlandırılan davranış biçimleri Yüksek Mahkeme tarafından kutsanmış oldu. Çocuklarını aşılatmayan anababalar yalnızca kendi çocuklarını değil,
bütün çocukların sağlığını tehlikeye atıyor.”

“Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Yönetmeliği yayımlandı”

“Yönetmelikte geçen Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp uygulamalarının hekimler, diş hekimleri ve sağlık personeli tarafından kullanılması düzenlenmiş ve çok geniş endikasyon listesi belirlenmiştir. Kapsamında

– kupa uygulaması (hacamat),
– akupunktur,
– apiterapi,
– fitoterapi,
– hipnoz,
sülük tedavisi ve

bunun gibi birçok yöntemin yer aldığı geleneksel ve tamamlayıcı tıbba ilişkin bilimsel bilgi büyük oranda eksik ve bu yöntemlerin etkisiz olduğuna ilişkin birçok Tıp Uzmanlık Derneğinin açıklamaları var. Ayrıca kimi yöntemler riskli ve göze alınamayacak yan etkilere sahip. Hekimlerce yapılacak olması da onlara bilimsellik kazandırmaz. Ayrıca Yönetmelikle bu alanda bir pazar (AS: piyasa) oluşturulmakta ve pazara çeki düzen verilmekte. Türk Tabipleri Birliği tarafından da tıp ve tıpta uzmanlık eğitiminin gereklerine, bu alandaki kamu yararına aykırılığı nedeniyle ‘Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Yönetmeliği’ nin ekleriyle birlikte tümünün iptali
ve yürütülmesinin durdurulması istemiyle açılan dava Danıştay Onbeşinci Dairesi’nde
devam etmektedir.”

============================================

Dostlar,

Önemli bir toplantıdır… yurtsever Atatürkçü aydınımız Uğur Mumcu‘yu anmaya adanan..
Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası’nın 23. Adalet ve Demokrasi Haftası imecesine değerli bir katkısıdır. Meslektaşımız Dr. Mine Önal altı çizilecek saptamalarda bulunmuş ve uyarılar yapmıştır..

Sağlık Bakanlığı’nın neye hizmet ettiğini anlamak çok güçtür.. Aslında tam da tersine “kolay” dır. Sözümona SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM masallarıyla sağlık hizmetlerine erişim kolaylaşmıştır! Kamu sağlık sektöründe kurulu kapasite sağlık hizmeti gereksinimini karşılayamamaktadır. Özellikle radyolojik görüntüleme incelemeleri için aylar sonrasına randevu verilebilmektedir. Hastane yatakları dolu olup, hastalar bekleme listesine alınmaktadır.

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM denen kökü dışarıda özelleştirme – piyasalaştırma dayatmasının cilaları epeydir dökülmeye başlamıştır. Bu durumda, milyonlarca yoksul insana çağcıl (modern)
tıbbi hizmet verilemeyeceği için, hacamat gibi, sülük gibi ilkel ve tıbben zararlı yöntemlere yönlendirilerek “oyalanmaları” Sağlık Bakanlığı’nın yüksek takdirlerine terk edilmiştir.

Adına da zihinsel sözel tuzakla (Retorik tuzak) “Tamamlayıcı Tıp….” denen söz konusu
bu Yönetmelik düzenlemesinin Danıştay’da dava edilmiş olması sevindirici ve düşündürücüdür.
Dileriz halkın – kamuoyunun sağlığı sağlık tacirlerinin önünde tutulur ve halkın kobay edlmesi
ve sağlık hizmetlerinin geçelim “muhafazakarlaştırılmasını” ilkelleşmesi Danıştay’ın bu Yönetmeliği iptaliyle sağlanır..

Anayasa Mahkemesi‘nin aşı uygulamasında temel insan haklarının “ancak yasa ile” sınırlanabileceğine ilişkin Anayasal gerekçe ile (md. 13) anababa kararını (bireysel hak)
halk sağlığına (üstün kamu yararına) önceleyerek zorunlu aşı uygulamasını sınırlaması talihsizliktir. Gerçekte Umumi Hıfzıssıhha Yasası‘nda aşı uygulamasının zorunlu tutulduğuna ilişkin çok sayıda madde bu Yasanın ruhu ve amacı gereği yasada içselleştirilmiştir.
Biçimsel bir zorlama ile ille de bir yasa maddesinin açık açık bu zorunluluğu sözel – maddi olarak ifade etmesini aramak, kamu sağlığı yönünden sakıncalı olmuştur. Sağlık Bakanlığı’nın ise anılan yasada derhal kısa bir yasa maddesi eklenmesi ya da değişikliği ile sorunu çözebilecek iken, bildiğimiz ölçüde günümüze dek bu yönde bir adım atmamış olması düşündürücüdür.
Biz konuyu sitemizde önceki aylarda kapsamlı işlemiştik.. (HASUDER’den :
Anayasa Mahkemesi’nin Aşılama Kararı Hakkında Basın Açıklaması, 14 Kasım 2015,
http://ahmetsaltik.net/2015/11/23/hasuderden-anayasa-mahkemesinin-asilama-karari-hakkinda-basin-aciklamasi/)

Oysa “Yüce Meclis”, dünyada örneği olmayan adına “Torba yasa” denilen “Türk tipi yasalaştırma” sürecini sürdürmektedir. Son olarak doğurganlığı teşvik etmek üzere kadın çalışanlara izin ekleri ve kolaylıkları getirilmiştir.

Sağlık Bakanlığı, sağlığa zararlı olmayı sürdürmektedir..
Bu çok hazin bir olageliştir (tecellidir) ve karamizah kuyusudur..
Ancak yalın akıl, bu akıl ve bilim dışı gidişin hızla durdurulması gerektiğini buyurmaktadır.
İmmanuel Kant‘ın 1784’lerde yazdığı ünlü makalesindeki uyarıları yankılanıyor kulaklarımızda:

SAPERE AUDE… SAPERE AUDE..(Aklını kullan… aklını kullan…)

Sevgi ve saygı ile.
29 Ocak 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net 
profsaltik@gmail.com

“Savaş; Göç ve Sağlık: Hekimler Ne Yapmalı”

“Savaş; Göç ve Sağlık: Hekimler Ne Yapmalı” Sempozyumu 26-27 Şubat’ta İstanbul’da…sgs

Ülkemizin yanı başındaki coğrafya “mülteciliğin olağanlaştığı” bir bölge haline geldi. Suriye’de çatışmadan iç savaşa dönen kriz tüm dünyayı sarsıyor.

Türk Tabipleri Birliği yaşanan bu büyük krizin sağlık ve hekimlik alanında yarattığı sorunları Dünya Tabipleri Birliği’nin (DTB) gündemine taşıdı ve bu insanların sağlık alanında yaşadıkları sorunların ve çözüm önerilerinin ülkelerin ulusal tabip birliklerinin gündemine getirilmesinin önemini vurguladı. Bu çabaların bir sonucu olarak
Dünya Tabipler Birliği Ekim 2015’te Moskova’da yapılan 66. Genel Kurul toplantısında bu konuyla ilgili

 – Küresel Mülteci Kriziyle ilgili DTB (Dünya Tabipleri Birliği) Kararı”
başlıklı bir tutum belgesini kabul etti.  Dünya Tabipler Birliği şimdi de, 26-27 Şubat 2016’da İstanbul’da

“Savaş, Göç ve Sağlık: Hekimler Ne Yapmalı?” başlıklı bir sempozyum düzenliyor.

Türk Tabipleri Birliği’nin katkısıyla düzenlenecek bu sempozyumda konu ile ilgili uluslararası uzmanların yanı sıra farklı ülkelerden tabip birlikleri temsilcileri de
kendi ülke deneyimlerini aktarma fırsatı bulacaklardır. Sempozyumda;

– “Savaş, göç ve sağlığın sosyal belirleyenleri”,
– “Göç kaynaklı sağlık sorunları”,
– “Ortadoğu’da savaşlar ve göç: Türkiye’nin deneyimi ve TTB’nin etkinlikleri”, – “Ülkelerin ve kurumların göç politikaları: Eleştirel bir değerlendirme”,
– “Kadın ve savaş” ve
– “Ulusal tabip birliklerinin sunumları”

başlıklarında oturumlar gerçekleştirilecek.

“Savaş, Göç ve Sağlık: Hekimler Ne Yapmalı?” başlığını taşıyan sempozyum
tüm hekimlerin katılımına açık. Ayrıntılı program ve organizasyon bilgili önümüzdeki günlerde kamuoyu ile paylaşılacak. Sempozyum ile ilgili tüm ayrıntılara http://warmigrationhealth.com/ bağlantısından erişilebilir.

===================================

Dostlar,

Konu önemli..
TTB’nin sorunu Dünya Tabipleri Birliği’nin (DTB, World Medical Association) gündemine taşıyabilmesi değerlidir. Keşke Türkiye’nin ilgili kamu ve özel sektördeki kurumları nesnel bir sorumlulukla sürece destek verse ve katılsa..

Devlet aklı da kısır AKP – RTE siyasesinin ipoteğinden sıyrılarak “orada” olsa..
Ulaşılan sonuçlar, yönetimbilimi yöntemleriyle irdelenerek değerlendirilse ve
son yıllarda yaşanagelen çok boyutlu yakıcı sorunların çözümünde politika üretimi için kullanılabilse..

Dileriz TTB ve içindeki kimi etnik yönelimli kesimler, toplantının nesnel – bilimsel doğrultusunu dar ideolojk beklentiler içinde yönlendirmeye çalışmazlar..

Sorun salt Halk Sağlığı ile sınırlı değil. Dış politikadan istihdama, temel insan hak ve özgürlüklerinden ekonomiye, bölgesel barıştan küresel topluma dek açılımları var. Türkiye’de yaşayan 3 milyona yakın Suriyeli ve Irak’lı kitle son derece önemli
kısa – orta ve uzun erimli yansımaları olan ve olacak olan kritik bir sorundur.
Bu sorunu yönetmek üzere uygun bir Bakanlığa bağlı Müsteşarlık düzeyinde
kamusal bir örgütlenme çok yerinde olur.

Bu insanlar ülkelerine önümüzdeki birkaç yılda ciddi oranda dön(e)meyecekse,
-ki öyle görünüyor- bu kitlenin Türkiye toplumu ile bütünleşmesinin (entegrasyonunun) sağlanmasına çaba gösterilmelidir. Bu kitlenin sorunları artan nüfusları, büyüyen çocukları ve yaşlanan insanlarıyla, beklentileriyle.. giderek boyutlanmaktadır.
AKP – RTE’nin dış güdümlü emperyalist maşası Ortadoğu politikalarının ürünü olarak ülkemizin başına bu ağır sorunu dert etmişlerdir. Bu saptama hiç akıldan çıkarılmayacak ve tarih ile Ulusumuz sorumluları asla unutmayacak ve bağışlamayacaktır..

Sevgi ve saygı ile.
20 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Tüm Sağlık Çalışanlarına Güvenceli İş Güvenceli Ücret Güvenceli Gelecek

TTB_logosu

BASIN AÇIKLAMASI

Tüm Sağlık Çalışanlarına Güvenceli İş Güvenceli Ücret Güvenceli Gelecek
Sağlıkta taşeron çalıştırmaya son verilsin!

Sağlık emekçilerine karşı yeni bir saldırı hazırlığı ile karşı karşıyayız. Sağlık hizmetlerinin
bir işletme mantığı ile, daha çok kar etmek amacıyla sunulmasını öngören Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın ardından şimdi sağlık çalışanları daha da güvencesiz çalışmaya mahkum edilmek isteniyor.

Bilindiği gibi AKP hükümetinin çıkardığı ilk yasalardan olan ve 10.6.2003’te RG’de
yayımlanan 4857 sayılı İş Kanunu ile taşeron çalıştırma biçimi yerleşik duruma getirilmiş idi. Esnek ve güvencesiz çalışma temel çalışma rejimi haline getirilmek için 4857 sayılı
İş Yasası içinde pek çok yasal düzenleme yer almıştı.

Sağlık emekçilerinin mücadeleleriyle taşeron düzeninin hukuksuzluğu hem mahkemelerce
hem de toplumun geniş kesimlerince kabul edilmişti. Hiçbir AKP hükümetinin uymadığı mahkeme kararlarına karşı 64. Hükümet de hastanelerde taşeronu yasallaştırma çabası içinde. Seçimlerden önce “taşeron işçilere kadro müjdesi” diye manşetler attıranlar, seçimlerden sonra “Asıl iş-yardımcı iş” ayrımı ile taşeron köleliğini kalıcı hale getirmeye çalışıyorlar.
Sağlık hizmeti üretiminde çalışan hemşire, ebe, sağlık memuru, teknisyen, sosyal hizmet uzmanı, hasta bakıcı, bilgi işlem çalışanları, sağlık temizlik işçisi ve hastane yemekhane ve güvenlik işçileri asıl işi yapmaktadır. Sağlık hizmetleri bir bütündür. Yasal ve insancıl olan,
tüm sağlık emekçilerinin ayrımsız, kayıtsız, koşulsuz kadrolu çalışması, güvenceli bir işe kavuşmasıdır.

Seçimlerden önce taşeron işçilerine verdikleri sözleri seçimlerden sonra unutanlar,
bununla da yetinmiyor. 657 sayılı yasayla bir ölçüde iş güvenceleri olan emekçileri de güvencesizleştirme planları yapılıyor. 657 sayılı yasa ile kazanılmış hakları gasp ederek,
tüm emekçileri güvencesizlikte eşitlemek istiyorlar.

Güvencesizlik, salt sağlık çalışanlarını değil sağlık hizmeti alan herkesi tehdit etmektedir.
Daha çok kar elde etmek için sağlık emekçilerini bir “maliyet” ögesi olarak gören ve
emeklerini değersizleştiren anlayış, sağlık hizmetlerinde paran kadar sağlık anlayışını da egemen kılmaktadır. İşte bu anlayışın bir sonucu olarak sağlık hizmetleri işçi sınıfının geniş kesimleri için ancak asgari düzeyde ulaşılabilen bir hizmet durumuna gelmiştir.
Sağlığın bir kamu hizmeti olduğu unutturulmuştur.

Toplumun hasta olmasını engellemeye yönelik koruyucu sağlık hizmetlerinin altı giderek boşaltılmıştır. Bunun sonucu olarak tedaviye yönelik hizmetlerde bir patlama yaşanmış, sağlıksız bir toplum sermaye için “fırsat” olarak görülmüştür.

Sağlık emekçilerinin güvenceli bir iş mücadelesi, kamusal ve nitelikli bir sağlık hizmeti mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Sağlık hizmetlerinin bir kamu hizmeti olduğunu unutturmak isteyenlere karşı, hastayı müşteri – sağlık çalışanlarını köle olarak görenlere karşı mücadeleye devam diyoruz.

  • Taşeron sağlık işçilerinin tümüne kadro istiyoruz!
  • 657’den gelen sınırlı iş güvencemize dokunulmasına izin vermiyoruz!
  • Sürekli düşen döner sermayeden değil genel bütçeden karşılanan insanca ücret istiyoruz!
  • Ve aldığımız eğitime, verdiğimiz emeğe yakışır emekli maaşı istiyoruz!

Bu istemler için işyerlerimizden başlayarak, tüm sağlık kurumlarında bilgilendirme standları açıp, imzalar toplayacağız.

Bu istemler çevresinde bir araya gelen, Türk Tabipleri Birliği, Türk Dişhekimleri Birliği,
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), Devrimci Sağlık İş Sendikası,
Türk Hemşireler Derneği, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği, Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği ve Türk Medikal Radyoteknoloji Derneği ile kol kola omuz omuza olmaya devam edeceğiz!

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
TÜRK DİŞHEKİMLERİ BİRLİĞİ
SAĞLIK VE SOSYAL HİZMET EMEKÇİLERİ SENDİKASI
DEVRİMCİ SAĞLIK İŞ SENDİKASI
TÜRK HEMŞİRELER DERNEĞİ
SOSYAL HİZMET UZMANLARI DERNEĞİ
TÜM RADYOLOJİ TEKNİSYENLERİ VE TEKNİKERLERİ DERNEĞİ
TÜRK MEDİKAL RADYOTEKNOLOJİ DERNEĞİ

====================================

Dostlar,

Elbette biz de tüm bu istemleri haklı, yerinde bukuuyor ve aynen katılıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
21 Aralık 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com