Etiket arşivi: Türk Tabipleri Birliği

TTB’den Giresun’da Yaşanan Üzücü Olay Hakkında Kamuoyu Duyuru

TTB’den Giresun’da Yaşanan Üzücü Olay Hakkında Kamuoyu Duyuru

Beyaz kod bildiriminin ardından güvenlik güçleri sağlık merkezine gelmiş ve medyada da yer alan görüntülerden anlaşılacağı gibi olay hekimle hasta diyalogu sırasında değil, ters kelepçe ve biber gazının da kullanıldığı, kişinin polis tarafından gözaltına alınması sürecinde yaşanmıştır.

  • Türk Tabipleri Birliği olarak sağlık çalışanlarına şiddet uygulanmasına karşı olduğumuz gibi,
  • Polisin güvenliği sağlama adı altında ciddi sağlık sorunlarına neden olan ve işkence olarak kabul edilen ters kelepçe ve biber gazı uygulamasına da karşı olduğumuzu belirtmek isteriz. (http://www.ttb.org.tr/kutuphane/bibergazi.pdf)

Hasta olmaksızın 3. kişiler tarafından kanunsuz / usulsüz isteklerde bulunan kişilerce ısrarlı bir biçimde işlem yapılması istemlerinde bulunulması sağlık çalışanları ile kişiler arasında ciddi çatışmalara neden olmaktadır. Sağlıkta şiddet olgularının büyük bölümü bu haksız istemlerin oluşturduğu bilinmektedir.  Kanunsuz, haksız ve sonunda çatışma ve şiddete dönüşmeye neden olacak ısrarcı davranışların bildirilmesi için Sağlık Bakanlığı tarafından Beyaz Kod adlı bir uygulama vardır. Sağlık Bakanlığının bu uygulaması ile her gün giderek artan sağlıkta şiddet olaylarının önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla Sağlık Bakanlığı tarafından sağlık çalışanlarına, şiddet olayları ve şiddete dönüşme riski bulunan durumlarda 113 numaralı telefonun aranarak beyaz kod işleminin başlatılması tebliğ edilmiştir. Bu da göstermektedir ki meslektaşımız bu konuda doğru bir yaklaşımla gerekli olan prosedürü başlatmıştır.

Yine, hekimler hakkında yapılan soruşturmalarda SGK müfettişleri, kezlerce hekimin kimlik denetimi sorumluluğunun altını çizmiş ve hekimlere ceza vermekle kalmayıp bir de ağır ceza mahkemesinde hekimler aleyhine davalar açmıştır. Bu nedenle hastanın doğrudan kendisinin sağlık kurumuna başvurması zorunludur. (http://www.adanatabip.org.tr/sgk-basmufettisi-hekimlere-koruyucu-bilgi-verdi/). Geçtiğimiz yıl SGK İstanbul İl Müdürlüğü yalnızca İstanbul’da yüzlerce hekime, hastanın kendisi olmaksızın yapılan işlemlerden dolayı kamu zararının tahsilatı için milyonlarca liralık tebligat göndermiştir.

Kişinin sağlık kurumuna gidemeyeceği durumlarda ise 4443833 nolu telefon numarasını arayarak Sağlık Bakanlığı’nın hastanelerde bulunan Evde Sağlık Hizmetleri birimlerine başvurmaları gerekmektedir. Mevzuata göre Evde Sağlık Hizmetleri aile hekimlerinin değil hastanelerin görevidir.

Meslektaşımız tarafından da bütün toplumun uymak zorunda olduğu yasal işlemlerin yapılmış olduğu açıktır. Sağlık sisteminden kaynaklı sorunların sorumlusu olarak sağlık çalışanlarının görülmesi / gösterilmesi son derece tehlikeli, yanlış ve haksız bir yaklaşımdır.

Sosyal medyada yapılan yorum ve paylaşımların sorumluluk duygusuyla ve medyada yer alan haberlerin araştırmacı gazetecilik ilkeleri çerçevesinde, yukarıda özetlenen mevzuatın da dikkate alınarak yapılması gerektiğini vurgulamak isteriz.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
29.07.2018, Ankara

Çocuk işçiliği yasaklanmalıdır!

Çocuk işçiliği yasaklanmalıdır!

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türk Tabipleri Birliği, 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü dolayısıyla bir açıklama yaptı. Çocukların ucuz iş gücü olarak çalışma yaşamında yer almalarının ancak eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasıyla önlenebileceğine dikkat çekilen açıklamada;

– çocuk işçiliğinin yasaklanması,
– çocuk işçiliğine zemin hazırlayan 4+4+4 eğitim sisteminden vazgeçilmesi,
– savaşı ve çatışmalı ortamı yaratan politikaların terk edilmesi istendi.

Açıklamanın tam metni aşağıdadır (12.06.2018) :

BASIN AÇIKLAMASI

ÇOCUK İŞÇİLİĞİ YASAKLANMALIDIR!

“Çocuklarımızın ucuz iş gücü olarak çalışma yaşamında yer almamaları eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacaktır”.

12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günüdür.  Çocuk işçiliği sorunu günümüz koşullarında güncelliğini korumaya devam etmektedir. 2016 yılı kayıtlarına göre dünyada çocuk işçi sayısı 168 milyondur. Üstelik bu sayıya ev işlerinde, enformal (kayıt dışı) sektörlerde çalışan çocuklar dahil değildir.

Çocuk işçi çalıştırma az gelişmiş, gelişmekte olan ülkelerde daha çok olsa da, bu ülkelere özgü olmayıp tüm ülkelerin sorunu olmaya devam etmektedir.

Ülkemizde çocuk işçiliği tarım sektörü başta olmak üzere inşaat, tekstil, metal iş kollarında yoğun olarak görülmektedir. Komşu ülkelerde; özellikle Suriye’de yaşanan savaş ve çatışmalar, iç savaşlar göç ile birlikte çocuk işçi sayısında büyük artışlara neden olmuştur. Ülkemizde de çatışma, yoksulluk vb. nedenlerle yaşanan göçler çocukların ucuz iş gücü olarak kullanılmasının önünü açmaktadır.

Çocuk işçiler yetişkinlere göre çalışma koşullarının olumsuzluklarından daha çok etkilenmekte, dirençleri düşmekte, vücut gelişimleri olumsuz yönde etkilenmekte ve iş kazalarına daha çok maruz kalmaktadırlar. İşçi Sağlığı İş Güvenliği Meclisi’nin açıkladığı raporlara göre 2013-18 arasında 319 çocuğumuz iş kazalarında (AS: iş cinayetlerinde!) yaşamını yitirmiştir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2018 yılını Çocuk İşçiliği ile Mücadele Yılı ilan etmesine karşın çocuk işçi ölümlerinde, çocuk emeği sömürüsünde hiçbir azalma kaydedilememiştir.

Türk Tabipleri Birliği olarak;

Çocuk işçiliğinin yasaklanmasını,
çocuk işçiliğine zemin hazırlayan 4+4+4 eğitim sisteminden vazgeçilmesini,
savaşı, çatışmalı ortamı yaratan politikaların terk edilmesini

talep ediyoruz.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=fef8c126-6e54-11e8-8f08-7c307bdbd6a0 
===========================================
Evet dostlar,

DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ’nde
PERİŞAN HALLERİMİZ..

Ülkemizin yürek yakan sorunlarından biri de çocukların çalıştırılması..

1. Taraf Devletler, çocuğun, ekonomik sömürüye ve her türlü tehlikeli işte ya da eğitimine
zarar verecek ya da sağlığı veya bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal ya da toplumsal
gelişmesi için zararlı olabilecek nitelikte çalıştırılmasına karşı korunma hakkını kabul ederler.
2. Taraf Devletler, bu maddenin uygulamaya konulmasını sağlamak için yasal, idari,
toplumsal ve eğitsel her önlemi alırlar. Bu amaçlar ve öteki uluslararası belgelerin ilgili
hükümleri göz önünde tutularak, Taraf Devletler özellikle şu önlemleri alırlar:
a) İşe kabul için bir ya da birden çok asgari yaş sınırı tespit ederler;
b) Çalışmanın saat olarak süresi ve koşullarına ilişkin uygun düzenlemeleri yaparlar;
c) Bu maddenin etkili biçimde uygulanmasını sağlamak için ceza veya başka uygun
yaptırımlar öngörürler.
Öte yandan 4857 sayılı İş Yasası da çocukların çalıştırılmasında yaş sınırları getirmiştir
Çalıştırma yaşı ve çocukları çalıştırma yasağı

           Madde 71 – Onbeş yaşını doldurmamış çocukların çalıştırılması yasaktır. Ancak, ondört yaşını doldurmuş ve ilköğretimi tamamlamış olan çocuklar, bedensel, zihinsel ve ahlaki gelişmelerine ve eğitime devam edenlerin okullarına devamına engel olmayacak hafif işlerde çalıştırılabilirler.

Çocuk ve genç işçilerin işe yerleştirilmelerinde ve çalıştırılabilecekleri işlerde güvenlik, sağlık, bedensel, zihinsel ve psikolojik gelişmeleri, kişisel yatkınlık ve yetenekleri dikkate alınır. Çocuğun gördüğü iş onun okula gitmesine, mesleki eğitiminin devamına engel olamaz, onun derslerini düzenli bir şekilde izlemesine zarar veremez.

Aynı madde, 16-18 yaş arasını genç işçiler olarak tanımlamaktadır.

ILO verilerine göre dünya genelinde çocuk işçilerin sayısı 168 milyon olarak kestirilmektedir.  Türkiye Dünya nüfusunun %1,1’ine sahip olduğundan, kabaca 168 x 1,1 = 1,85 milyon çocuk işçisinin olabileceği kestirilebilir ancak rakamlar bunu aşkın ve 2 milyonun üzerindedir.

ILO tarafından yayınlanan 138 No’lu Asgari Yaş Sözleşmesi de ülkemiz iç hukukuna katılmış olup (4334 s. yasa; RG: 27 Ocak 1998 / 23243), ülkelerce istihdama kabulde asgari yaş(lar) belirlenmesi öngörülmektedir.
*****

  • Türkiye, bırakalım bu uluslararası normları, çok çok daha küçük, 2-3 yaşlarındaki çocukların bile ırzına geçilebilen bir ülke olmuştur son zamanlarda! Ne ağır sefilliktir bu!(Bkz. http://ahmetsaltik.net/2018/01/22/cocuklarina-tecavuz-eden-%95i-musluman-bir-toplum/)
  • Çocuk gelin – damatlar yüz kızartıcı düzeyde sürmektedir.
  • Suça alet edilen çocuklar
  • Madde bağımlısı olan çocuklarımız
  • Organ mafyasına kurban verilenler..
  • Göçlerde kırılanlar..
  • Dilendirilen çocuklar..
  • Yoksul(laştırılan) çocuklar..
  • Savaşlarda – çatışmalarda yitirilen çocuklar..
  • İnsest kurbanı çocuklar.. 
  • Sorumsuz anababalarca AŞIDAN YOKSUN BIRAKILAN ÇOCUKLARIMIZ..

Sorun, özünde yabanıl (vahşi) kapitalizmin herkesi – tüm emeği sömürme düzeni kaynaklıdır.

21. yy’ın şafağında uygar geçinen Dünyaya yakışmayan, kabul edilemez ve sürdürülemez bir insan hakları çiğnemidir (ihlalidir) bu sorun. Hızla aşılması için ulusal ve küresel ölçekte çok yoğun çaba gösterilmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 13 Haziran 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

TTB’nin aşı konusunda hazırladığı yasa değişikliği önerisi TBMM’ye sunuldu

TTB’nin aşı konusunda hazırladığı yasa değişikliği önerisi TBMM’ye sunuldu

Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) giderek artan aşı reddine karşı sağlık çalışanlarına ve halka çocukluk dönemi aşılarının önemini hatırlatmak ve zorunlu aşı yasasının bir an önce çıkarılması için Sağlık Bakanlığı’nı harekete geçirmek amacıyla 5 Nisan’da başlattığı “Aşı Candır” kampanyası kapsamında hazırladığı yasa değişikliği önerisi TBMM’ye sunuldu.

TTB Merkez Konseyi, “Aşı Candır” kampanyası kapsamındaki gelişmeleri basın toplantısıyla kamuoyuna duyurdu. 20 Nisan 2018’de TTB’de gerçekleştirilen basın toplantısına, TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, TTB 2. Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, TTB Genel Sekreteri Dr. Sezai Berber, TTB Merkez Konseyi üyeleri Dr. Selma Güngör, Dr. Şeyhmus Gökalp, Prof. Dr. Taner Gören ve Dr. Yaşar Ulutaş katıldılar. Basın toplantısına milletvekilleri Dr. Ali Şeker, Dr. Niyazi Nefi Kara ve Dr. Behçet Yıldırım da destek verdi.

Aşı reddindeki artışı endişe ile karşılıyoruz

Prof. Dr. Raşit Tükel, burada yaptığı konuşmada, çocuklarına aşı yaptırmayı reddeden aile sayısının son 7 yılda %125 arttığına dikkat çekerek, sayısının daha da artması durumunda salgın hastalıkların ortaya çıkabileceği uyarısının yapıldığını hatırlattı. Hekimler olarak bu durumu endişe ile karşıladıklarını belirten Tükel, dünyada her yıl aşılama sayesinde 2 milyondan çok çocuğun yaşamının kurtarıldığı ve eğer dünyadaki tüm çocuklar aşılanabilse, 1.5 milyondan çok çocuğun daha yaşamının kurtarılabileceği yönündeki verileri aktardı.

  • Aşılarla ilgili kanıtlanmış hiçbir ciddi yan etki yoktur

Aşıların son derece etkin ve güvenilir olduğunun birçok bilimsel çalışma ile kanıtlandığını belirten Tükel,

Aşılarla ilgili kanıtlanmış hiçbir ciddi yan etkinin olmadığının altını bir kez daha çizmek istiyoruz.
Aşı yapılması, kişinin ya da anababanın; bilimsellikten uzak, kanıtlanmamış bilgiler ve yanlış inançlar doğrultusunda aldığı keyfi kararlarına bırakılmamalıdır.
Toplum sağlığı açısından ileride bu kararların geriye dönüşü olmayan sorunlara neden olabileceği unutulmamalıdır” diye konuştu.

TTB’nin yasa önerileri TBMM’ye sunuldu

Anayasa Mahkemesi’nin 26 Ekim 2016 tarihinde varolan yasalar doğrultusunda çocuk felci dışındaki aşıların zorunlu tutulamayacağı yönünde bir karar aldığını hatırlatan Tükel, bu kararın aşılama konusunda yasal bir düzenleme yapılmasının gerekliliğini ortaya koyduğunu söyledi. TTB olarak Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda ve Türk Ceza Kanunu’nda konuyla ilgili değişiklik önerileri hazırladıklarını belirten Tükel, TTB’nin bu değişiklik önerilerinin CHP’li hekim milletvekillerince 16 Nisan 2018 tarihinde TBMM’ye sunulduğu bilgisini aktardı.

Sağlık Bakanlığı’nı göreve çağırıyoruz

Prof. Dr. Raşit Tükel, toplumda giderek artan aşı karşıtlığı ve bu konuda yürütülen tartışmalar karşısında Sağlık Bakanlığı’nın suskunluğunu sürdürmesinin ve aşılama konusunda halen gerekli düzenlemeyi yapmamasının dikkat çekici olduğunu söyledi. Bakanlıktan topluma güçlü mesajlar vererek aşılanmayı teşvik etmesinin ve yasal düzenlemeleri bir an önce yapmasının beklendiğini belirten Tükel, “Aşılama konusunda mevzuattaki belirsizliklerin sona erdirilmesi için, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve Türk Ceza Kanunu’nda değişiklik yapılmasına yönelik yasa taslağı önerilerimizi bir kez daha kamuoyu ile paylaşıyor; bu konudaki yasal düzenlemelerin ivedilikle yapılması için Sağlık Bakanlığı’nı göreve davet ediyoruz” diye konuştu.

Aşılamanın önemine ilişkin çalışmalarımız sürecek

TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Yaşar Ulutaş da 5-24 Nisan 2018 tarihleri arasında yürütülen “Aşı Candır” kampanyası kapsamında yürütülen çalışmalar hakkında bilgi verdi. Ulutaş, 24-30 Nisan tarihlerinin Dünya Aşı Haftası olduğunu belirterek, yasal düzenlemelerin bu hafta içinde çıkabilmesi için kampanyayı erken başlattıklarını söyledi. Bu sürede TTB web sayfası üzerinde ayrı bir Aşı sayfası oluşturulduğunu, 1. Basamak Sağlık Çalışanlarına Yönelik Aşı Rehberi’nin yayımlandığını, Anne ve Babalar İçin Aşı Broşürü yayımlandığını, afişler, videolar ve basın açıklamalarıyla aşının önemine vurgu yapan çalışmalar yürütüldüğünü, yasa teklifinin hem TBMM’ye hem de Sağlık Bakanlığı’na iletildiğini aktardı.

Kızamık aşısı olmadığı için ölen çocuklar anısına 13 balon uçuruldu

Basın toplantısının ardından TTB Merkez Konseyi üyeleri ve milletvekillerince, dünyada sadece kızamık aşısının yapılmaması dolayısıyla her saat 13 çocuğun yaşamını yitirdiğine dikkat çekilerek, sembolik olarak 13 adet sarı, beyaz ve siyah renkli balon gökyüzüne uçuruldu.

TTB’nin_1593’te_zorunlu_asi_icin_degisiklik_onerisi_ve_gerekcesi

Asi_reddi_icin_TCK’da_degisiklik_onerisi_ve_gerekcesi

TTB_basin_aciklamasi_asi_icin_yasal_duzenleme_yapisin

===================================================

Dostlar,

Meslek örgütümüze teşekkür borçluyuz…
Metinlerde yer yer maddi hataları düzeltmek gerekiyor..
1593 sayılı yasada zorunlu olarak yapılması istenen aşı çocuk felci değil ÇİÇEK aşısı.
Bu hastalık 1978’de dünyadan ÇİÇEK AŞISI sayesinde yok edildiğinden, artık aşısı yapılmıyor.
Kızamık ve çocuk felci de bu sınıra yine AŞILAR SAYESİNDE yaklaştı..

Bir de, Türk Ceza Yasası’nın 195. maddesinde yapılması istenen değişiklik (gerçekte ekleme) için yeni madde imiş gibi md. 89 denmiş. Oysa madde numarası değişmiyor, 195 kalıyor.

Md. 89, Umumi Hıfzıssıhha Yasasında içerik olarak değiştirilmesi önerilen maddenin numarası.

Ayrıca Anayasa Mahkemesinin tarihi 26 Ekim 2016 olarak verilen kararının gerçek tarihi 29.06.2016. Daha önce alınan bir karar daha var : 24 Aralık 2015.

Dolayısıyla 2,5 yıla yakın bir zaman geçmiş durumda aradan ve Sağlık Bakanlığı bir adım atmış değil!? Bize ulaşan duyumlara göre ise Bakanlık yasal değişlikliği hazırlamış ve sunmuş ancak Devletin tepesinde engellenmiştir. Bu konuyu / sorunu web sitemizde daha önce de kezlerce işledik. Manşetten CB Erdoğan’a AÇIK ÇAĞRI yayınladık. Bir kez de buraya alalım :
*****

AŞI REDDİ TEHLİKELİ BOYUTA ULAŞTI!
ERDOĞAN’a AÇIK ÇAĞRI  :

Anayasa Mahkemesinin zorunlu aşının “hak ihlali olduğu” kararının üzerinden 2,5 yıl geçti aşı reddi tırmanıyor, geçen yıl 23 bini aştı! Sağlık Bakanlığınca 2,5 yılda tek maddelik bir yasal dü-zenlemenin neden yapıl(a)madığı ciddi bir soru ve sorundur. Söylemler, devletin yüksek tepele-rinin buna karşı olduğu yönündedir!??! Erdoğan, bu sorunun ivedilikle çözümü için ne dü-şündüğünü kamuoyuna hemen açıklamak zorundadır. Kabul edilemeyecek biçimde, 2,5 yıl gi-bi çooooooook uzun sürede tek maddelik yasal düzenleme yapıl(a)mamış olması; duyum-ları, Erdoğan’ın buna engel olduğu savını güçlendirmektedir. Durum böyle değilse, hemen bu gün çözüm yoluna konmalıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a tarih önünde açık çağrımız ve konu-nun uzmanı olarak ciddi – kritik uyarımızdır. Seçim sürecinde bu ivedi sorun gözden kaçmasın!

Aşı reddinin yaygınlaşmasından doğacak salgınların ve bu salgınlarda ölecek- engelli kalacak masum çocukların sorumlusu doğrudan Erdoğan olacaktır!

Böylesine ağır bir insanlık suçu işlemek istenmiyorsa, gerekli yasal düzenlemenin önü hemen açılmalı ve Sağlık Bakanlığı yaygın aşılama görevini eksiksiz yerine getirmelidir. (http://ahmetsaltik.net/2018/04/15/asi-candir-hayat-kurtarir-saglik-bakanligini-asilama-konusunda-goreve-davet-ediyoruz/)
*****

Yarın, 21 Nisan 2018 sabahı 08:30’da Ulusal Kanal’da AŞI REDDİ konusunu işleyeceğim..

Sevgi ve saygı ile. 20 Nisan 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

24 Ocak… Çoook Olumsuz Bir Gün…

24 Ocak…  Çoook Olumsuz Bir Gün…

Dostlar,

Tarihimizde 24 Ocak birçok olumsuzluğun yaşandığı bir gün.
Geçtiğimiz yıl bu gün sitemizde yayımladığımız kapsamlı dosyayı, güncelliğini koruduğu için bir kez daha paylaşmak istiyoruz hoşgörünüzle.. Aynen aşağıda..
Özellikle, 12 Eylül 1980 darbesinin öncülü, gerekçelerinden olan, ülkemizin belini kıran
24 Ocak 1980 Kararlarına dikkat çekmek istiyoruz..
Osmanlı döneminin 1838 Baltalimanı Andlaşması gibi, kritik bir kırılma noktası ikisi de.

Dr. Ahmet SALTIK
24 Ocak 2018, Ankara
=====================================

24 Ocak 1980 Kararları bu gün 37. yılını tamamladı.
Dönemin Başbakanı S. Demirel‘in “Devlet 70 Cent’e muhtaç” sözleri kulaklarda hala yankılanıyor. 4 yıl önce bu gün, bu Kararlar ile ilgili bizim çıkardığımız bir kitap özetine sitemizde yer vermiştik. 4 A4 sayfası oylumlu bu metnin bir kez daha okunmasında çok yarar görmekteyiz.

http://ahmetsaltik.net/2013/01/28/24-ocak-1980-kararlari/

Bu Kararların olağan bir rejimde yürütülmelerinin olanaksızlığı çok geçmeden anlaşılmış ve 12 Eylül 1980’de ansızın Sıkıyönetim gelivermişti! Sıkıyönetim “kardeş kanı dökülmesine” 1 gecede son verdiği gibi (!), CHP dahil tüm siyasal partileri, sendikaları, kimi dernekleri. kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarını (Türk Tabipleri Birliği vd.).. kapatmıştı.

Kararların tüm ekonomik faturası gene emekçi halka çıkarılmaktaydı :

– Kamu harcamaları kısılıyor,
– Sosyal devlet geriye çekiliyor,
– Vergi tabanı genişletilerek oranlar yükseltiliyor,
– Yeni vergi türleri ekleniyor (KDV 1985’te kondu!),
– KİT ürünlerine okkalı zamlar yapılıyor ve şirket gibi yönetilmelerine geçiliyor,
– Özelleştirme (=talan!) hız kazanıyor ve
– Dış ticaret kısıtları tümüyle kaldırılarak tam liberasyon ile
ithal ikamesi rejimi terk ediliyordu..

Ne hazindir ki, 45. ABD Başkanı D. Trump, dış ticarette özellikle olmak üzere ekonomide bütünüyle korumacı politikalara geçiyor ve Küresel emperyalizmin de-regülasyon – mutlak serbest ticaret vb. putlarını kırmaya başlıyor 20 Ocak 2017’de Oval Office’i henüz devralmadan (20.01.2017) önce..

Küresel emperyalizmin maşası IMF, ancak bu koşullarda (24 Ocak kararları dayatması!) “can yeleği” atıyordu Türkiye’ye. Ardından da bir dizi “yapısal reformlar” (!) yapılacak ve alınan önlemler kalıcılaştırılacak, ekonominin – devletin DNA’sı değiştirilecekti (SAP-structural adjustment programs) .. Bunlar çok büyük ölçüde Askeri yönetimin gözetimi altında “çifte müsteşar” (DPT ve Başbakanlık) elektrik mühendisi Turgut Özal tarafından kotarıldı ve piyasa ekonomisine – dış ticarette gümrük korumasının hemen hemen hiç kalmadığı
bir düzene geçildi.. Çiçeği burnunda 45. ABD başkanı D. Trump, Meksika’daki Ford fabrikasını tehdit ederek ”ya sök fabrikanı ABD’ye getir ya da %45 dışalım (ithalat) vergisi koyacağım!”  buyurdu.. Fabrika tıpış tıpış emre uyuyor..

Borç ve de emir alındı aynı anda..

1982 Anayasası da bu bağlamda içeriklendirildi. Örn. sağlık hizmetleriyle ilgili
56. maddede Devletin sağlık hizmetlerini “denetleme ve düzenleme” üzerinden yürüteceği belirtildi.. Sosyalleştirilmiş sağlık sistemine son verme olanağı sağlandı ve bu AKP eliyle yapıldı! Özelleştirme ve taşeron devlete kapı aralandı ve son 35 yılda sonuna dek açıldı. Özellikle AKP’nin Sağlıkta Dönüşüm programıyla.. On milyarlarca Dolar servetimiz yerli – yabancı – yandaş sağlık sektörü patronlarına aktarıldı; ”Tayyip beyin rüyası” Şehir Hastaneleri ile bu rant aktarımı daha da büyütülüp hızlandırılarak sürdürülecek.. Üstlenilen işlev bu!

35 yıl sonra geldiğimiz yer, küresel ekonomiye neredeyse tümüyle eklemlenmiş
yarı-sömürge sınırlarını aşmış bir Türkiye’dir. Sorunlar süregenleşmiş (kronikleşmiş), kalıcılaşmış, ekonomi bir şeytan üçgeninin içinde tutsak edilmiştir :

Ekonominin_Seytan_Ucgeni

 

– Bütçe açığı
– Dış ticaret açığı
– Cari açık…

 

 

AKP, 2002 sonunda devraldığı toplam 221 milyar $ borcu 3+ katına (600+ milyar $!) çıkarmıştır. 1,60 TL’de devraldığı Doları 3,80 TL’ye getirmiştir!
Gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksullaşTIRma tüm vahşetiyle sürdürülüyor. Üstüne bir de dinci baskı rejimi ve bölünme tehlikesi.. AKP hükümeti sözcüsü Numan Kurtulmuş açık açık halkı tehdit ederek, Başkanlık halk oylamasında onanırsa terörün azalacağını söyleyebiliyor. Haziran 2015 genel seçimi sonrası aynı söylem RTE’den gelmişti ve ”verin 400 vekili terör bitsin” buyurmuştu, Kasım 2015’te genel seçim yinelenene dek 4 ay ülkeye ”kan ve can” diyeti ödetilmişti. Filmin benzeri yinelenecek önümüzdeki 2 ay boyunca ve uzun boylu yakışıklı profesör, hükümet sözcüsü Kurtulmuş üvertür ile görevli anlaşılan?? İlgilisinden daha yüksek perdeden uyarılar yolda ?!

“Yeni anayasa” dayatması ise, Türkiye’nin küresel sermaye birikimi sürecinde uysal bir ülke olarak rolünü sürdürebilmesi için Anayasa’da yer alan son birkaç “engelciğin” kaldırılması hedeflidir özünde.. Sosyal devlet, hukuk devleti, yurttaşların ekonomik ve sosyal hak ve özgürlükleri – devletin görevleri… falan.. Ne demekmiş bunlar?

Ayrıca Başkanlık! Federatif hatta olursa daha iyisi bölünmüş bir Türkiye..
Bağımsız Cumhuriyet direnci kırılmış, Misak-ı Milli onuru zedelenmiş, ekonomik – siyasal bakımdan tama yakın sömürge kılınmış, “Sevr benzeri” (Quacy Sevres!) koşullar dayatılarak uygulanmış ve teslim alınmış bir Türkiye..

37 yıl sonra, “24 Ocak 1980 Kararları sistematiği” nin orta erimde ülkemizi taşıdığı yer böyledir. Tarihsel miyopların, burnunun ucun göremeyen ve 3 sayfa yakın tarih okumamış ülke yöneticileriyle politikacıların dikkatine sunsak ne olur, sunmasak ne olur?
*****
Bu yazdıklarımız daha çok gençleredir..
Büyük ATATÜRK‘ün Cumhuriyetini emanet ettiği Gençlerimiz…
Bütün umudumuz onlardadır. Mustafa Kemal Paşa da öyle demekteydi :

– Bütün ümidim gençliktedir..

Sürdürülemez ve insanlık onuruna aykırı bu gidişi gençler durduracaktır.
Daha yaşanası, insanlık onuruna dayalı bir düzeni onlar mutlaka kuracaklardır.
Biz kıdemli kuşaklar, onların yaratıcılığına ve devingenliğine (dinamizmine) ket vurmadan birikimlerimizi – deneyimlerimizi onlara hep sunacağız, omuz omuza olacağız evlatlarımızla.. Ama 18 yaşını yeni bitirmiş çocuğu göstermelik TBMM üyesi yapma popülizmine, yozluğuna kapılmadan.. Önce onlara sıkı bir eğitimle iş ve gelecek sağlayarak.. 25 yaş sonrası da dilerlerse siyaset yolu zaten açık.

İnsanlık onuru mutlaka kazanacak.. Kapitalizm – emperyalizm de yeryüzünden
yok edilecek.. Bu hedef, Gazi Mustafa Kemal Paşa‘nın da öngörüsü idi..
*****
Bu gün, 24 Ocak 2017 günü..
Uğur Mumcu‘yu 24 Ocak 1993’ten bu yana bir kez daha acıyla andık..

– Bu gün, Diyarbakır Emniyet müdürü A. Gaffar Okkan ve 5 polisin şehit edilişini 16. kez daha andık (24 Ocak 2001).. Devletin emniyet müdürünü arabasıyla ve 5 korumasıyla havaya uçuracak gücü “birilerinin” Diyarbakır’da nasıl elde edebileceğini sorgulamayı sürdürdük.. Ama Devlet sor(a)madı!

Her 2 cinayetin (ve daha yüzlercesinin!) gerçek işletenlerinin “hala” yakalanamayışına sardonik (acılı) gülüşlerle tepki (!) verdik.. Devletimizden umudumuzu kesmek istemiyoruz inat ve dirençle.. Bir gün mutlaka..
Ama ne zaman??

– Bu gün laik sermayenin, Atatürk Türkiye’sinin yarattığı ulusal burjuvazinin
Atatürk’e saygılı eliti Mustafa Vehbi Koç‘u toprağa verdik..

(Mustafa Koç, Küba’nın başkenti Havana’da Atatürk yontusu yanında)

– Bu gün Kamer Genç nam bir yiğit – Atatürkçü – ulusalcı Tunceli milletvekili hemşehrimizi uğurladık.. Vasiyeti gereği Türk bayrağına sardık ve Tunceli toprağına uğurladık..

– Bu gün, Cumhuriyet kuşağı ve onun ürünü – onuru devrimci dilbilimci, yazar, düşünür.. Atatürk aşığı Prof. Tahsin Yücel‘i sonsuzluğa uğurladık..

Lütfen bakınız : TAHSİN YÜCEL’İ YİTİRDİK.. Mustafa Koç ve Kamer Genç’i de!(http://ahmetsaltik.net/2016/01/23/tahsin-yuceli-yitirdik-mustafa-koc-ve-kamer-genci-de/)
*****
“24 Ocaklar olmasın!” diye haykırmak geliyor içimizden…
Merhum bilge Oktay Akbal’ın “Hiroşimalar Olmasın” özlemi ve isyanı gibi..

Dayan yüreğim dayan..
İlk taktik hedef, TBMM’yi işlevsiz kılıp halk egemenliğini tek adama =
post-modern sultana devreden anayasa değişikliğini halkoylamasında reddetmek.. Nisan 2017 içinde.. Bir kez daha başaracağız.

Sevgi ve saygı ile.
24 Ocak 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

Hekimlik Andı güncellendi

Hekimlik Andı güncellendi

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

DTB Konsey Başkanlığı’nca Hekimlik Andı’nı güncellemek için oluşturulan çalışma grubuna, Almanya, İsveç, ABD, Hindistan ve İsrail tabip birlikleriyle birlikte seçilen Türk Tabipleri Birliği, internetten yapılan taramalarda Hipokrat Yemini yerine bu metnin bulunma ve kullanılma olasılığının artıracağı gerekçesiyle DTB Cenevre Bildirgesi’ne bir alt başlık olarak “Hekimlik Andı” isminin eklenmesini önerdi; öneri kabul gördü.

Ayrıca, Alman Tabipler Birliği ile birlikte, bir hasta hakkı olarak uzun süredir tanımlanmış bulunan tıbbi uygulamalar hakkında aydınlatılma ve onam verme ya da reddetme hakkının meslek ahlakı yükümlülükleri arasına da eklenmesi önerildi ve bu öneri de metne eklendi.

Hekimin hastaları arasında kişisel özelliklere göre ayrım yapmayacağını belirten

  • “Görevimle hastam arasına; yaş, hastalık ya da engellilik, inanç, etnik köken, cinsiyet, milliyet, politik düşünce, ırk, cinsel yönelim, toplumsal konum ya da başka herhangi bir özelliğin girmesine izin vermeyeceğime,” ifadesinin sadeleştirilmesi, kişisel özeliklerin tek tek sayılmasına gerek olmadığı şeklindeki öneri TTB’nin itirazı ile reddedildi ve ifade olduğu biçimiyle korundu.

TTB’nin, “Mesleğimi vicdanımla ve onurumla uygulayacağıma” ifadesindeki ‘vicdan’ sözcüğünün hekimin kişisel değerlerini mesleki kararlarında kullanabileceği anlamına gelebildiği, bunun ayrımcılığa kapı arayabileceği, dolayısıyla çıkarılması gerektiği biçimindeki önerisi tartışıldı. ‘Vicdan’ kavramını cümleden çıkarmak yerine, kişisel değerlerin kullanılmaması gerektiğini vurgulamak üzere, ifadenin “Mesleğimi vicdanımla, onurumla ve iyi hekimlik ilkelerini gözeterek uygulayacağıma” biçiminde değiştirilmesi üzerinde uzlaşıldı.

Ayrıca;

– Sağlığın tüm belirleyenlerinin dikkate alınması gerekliliğini anımsatmak üzere, “Hastamın sağlığına her zaman öncelik vereceğime” ifadesi “Hastamın sağlığına ve esenliğine her zaman öncelik vereceğime” biçiminde,

– Her hekimin öğretmenlerine olduğu gibi öğrencilerine karşı da sorumlulukları olduğunu vurgulamak üzere, “Mesleğimi bana öğretenlere, hak ettikleri saygıyı ve minnettarlığı göstereceğime,” ifadesi yerine “Mesleğimi bana öğretenlere, meslektaşlarıma ve öğrencilerime hak ettikleri saygıyı ve minnettarlığı göstereceğime” ifadesinin kullanılmasına karar verildi.

– Hekimin mesleğini en iyi düzeyde yapabilmesi için kendi sağlığını koruma ve mesleki yetkinliğini sürdürme yükümlülüğünü vurgulamak üzere “Hizmeti en yüksek düzeyde sunabilmek için kendi sağlığımı, esenliğimi ve mesleki yetkinliğimi korumaya dikkat edeceğime” cümlesi metne eklendi.

– Metne eklenen bir diğer cümle, “Tıbbi bilgimi hastaların yararı ve sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi için paylaşacağıma” cümlesi oldu.

Hazırlanan taslak çeşitli uzmanların görüşüyle yeniden değerlendirildi. Sonrasında herkesin önerilerini iletebilmesi için Genel Kurul’a kadar DTB sayfasından paylaşıldı. Gelen öneriler doğrultusunda son hali verilerek Ekim 2017’de Chicago’da düzenlenen Genel Kurul toplantısında kabul edildi.

Türk Tabipleri Birliği bu önemli metnin profesyonel çevirisini yaptırdıktan sonra, çeviriyi tıp etiği uzmanlarının ve ayrıca TTB Etik Kurulu‘nun değerlendirmesine sundu; metnin Türkçesi böylelikle son halini aldı.

Türk Tabipleri Birliği, günümüz mesleki değerleriyle uyuşmayan, keyfi değiştirilebilen ve internette çok çeşitli versiyonları bulunan ‘Hipokrat Yemini‘ yerine, tüm fakültelerde tıp eğitimi sürecinde ve mezuniyet törenlerinde DTB Cenevre Bildirgesi / Hekimlik Andı’nın kullanılmasını sağlamak üzere ülkedeki tüm tıp fakültesi dekanlıklarına, tıp etiği anabilim dallarına, tıp eğitimi anabilim dallarına, uzmanlık derneklerine Hekimlik Andı’nın birer kopyasını yollamakta, bu konuda tüm meslektaşlarımızın desteğini beklemektedir.

http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=b6b3bd8a-c9e0-11e7-8a71-159198489f44
==================================
Dostlar,

Bu değişiklikleri olumlu buluyoruz.
Kadim Hipokrat‘tan bu yana geçen 2500 yılda (Doğumu İÖ 460) yaşamın çok değiştiği tartışma dışı. Dolayısıyla bunca zamandır, klasikleşen Hekimlik Andı’na verdiği değeri ölçülemez katkı nedeniyle kendisini saygı ile anıyoruz. Yemin içeriğinin güncellenmesinde katılımcı, demokratik bir yöntem izlenmiş olması ayrıca sevindiricidir.

Yaklaşık çeyrek yüzyıl önce, yönetiminde olduğumuz Edirne-Kırklareli Tabip Odasınca bir Deontoloji – Etik toplantısı düzenlemiştik. Dönemin Tıp Fakültesi Dekanı’nın yönetiminde birkaç saat süren bilimsel tartışmaların ardından Dekan, “.. her şey hekimin vicdanına kalıyor..” diyerek bir özetleme yapmıştı ve biz şiddetle karşı çıkarak yeryüzünde insan sayısı ölçüsünde vicdan türü olduğunu, tartışmanın sonucunun böyle özetlenemeyeceğini vurgulamıştık. Nesnel ve giderek evrensel kabul gören “genel ilkelere” gereksinim olduğunu belirtmiştik. O yıllarda “Etik” kavramı, günümüzdeki ölçüde güncel ve yaygın değildi. Tıbbi Deontoloji Tüzüğü başlıca metindi ulusal ölçekte.

İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi’nin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” adıyla ve 5013 yasa numarası ve 03.12.2003 tarihinde kabul edilen Oviedo Sözleşmesi, güncel Biyoetik kurallarını dünya genelinde belirlemiş ülkemizde de Anayasa md. 90/son uyarınca iç hukukumuza bir yasa olarak katılmıştır. Sıra, bu Sözleşmenin uygulanabilirliğini sağlamaya dönük nesnel koşulların yaratılmasına gelmiştir.

  • Ne var ki, SAĞLIKTA ÖZELLEŞTİRME en temel tıp etiği engelidir.

Sevgi ve saygı ile. 27 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Sağlık çalışanına şiddet artık iş kazası sayılacak

Sağlık çalışanına şiddet artık iş kazası sayılacak

Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB), sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının iş kazası olarak bildirilmesi gerektiğine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na yaptığı başvuru olumlu sonuçlandı. Bakanlık, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin iş kazası olarak kaydedilmesi gerektiğini bildirdi.
 
TTB Merkez Konseyi, 9 Ekim’de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na gönderdiği yazıda, sağlık kurumlarındaki çalışanlara yönelik ruhen ya da bedenen etki yaratan şiddet olaylarının iş kazası olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı.
 
TTB’nin yazısı üzerine inceleme başlatan Bakanlık, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun ilgili maddelere göre, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin iş kazası olarak değerlendirilmesi gerektiğini bildirdi. Başvuruya ilişkin SGK’nin görüşünün de alındığı belirtilen yazıda, “Sağlık hizmet sunucularında çalışanların bir iş kazasına maruz kalmaları durumunda, bu kazaların işveren niteliği olan sağlık hizmeti sunucuları tarafından ‘Beyaz Kod’ sistemiyle kendi bünyelerinde kayda alınsa bile, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu uyarınca Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’na iş kazası bildiriminin yapılması gerektiği değerlendirilmiştir” denildi.
 
Önemli bir kazanım
TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Raşit Tükel,
* “Çalışma yaşamında sıklıkla karşılaştığımız yaralanma ve ölümler gibi esasen sağlıkta artan şiddetin bir kaza olmadığını, uygulanan politikaların sonuçları olduğunu biliyoruz” dedi. Tükel, işyerinde veya işin yürütümü sebebiyle meydana gelen şiddetin, teknik bir kavram olan ‘iş kazası’ şeklinde kaydedilmesinin ve gerekli bildirimlerin buna uygun olarak yapılmasının, çalışanların haklarının geliştirilmesi ve Türkiye’deki iş kazası gerçeğinin daha net görülmesi bakımından önemli olduğunu vurguladı. Çalışma Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’na da başvuru yaptıklarını anımsatan Tükel, “Sağlık Bakanlığı’na yaptığımız başvurunun Çalışma Bakanlığı’nın değerlendirmeleri de gözetilerek yeniden ele alınması ve bütün birimlerin bu yönde bilgilendirilmesinin sağlanması için TTB tarafından yeni bir talep yazısı da gönderildi” dedi.
====================================
Dostlar,

TTB’nin girişimi yerinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yanıtı da olumludur. Ancak uygulamayı görmek gerekmektedir. Asıl olan “..sağlıkta artan şiddetin bir kaza olmadığını, uygulanan politikaların sonuçları olduğunu..akıldan çıkarmamaktır. Ne var ki bu bağlamda iyimser olmak son derece güçtür. Çünkü Sağlık bakanlığı ve AKP iktidarı, kökü dışarıda Sağlıkta Dönüşüm politikalarını topluma dayatmayı sürdürmektedir. Üstelik Ekim 2017 başında DB-IMF kurgusu Sağlıkta Dönüşümün 2. aşaması olan ŞEHİR HASTANELERİNE geçerek! Bu hastanelerde hizmet standardı yükseldi gerekçesiyle yurttaşlardan giderek daha çok katkı payı alınacağı, prim = ek vergi karşılığı hizmetlerin nitelik ve kapsamının daraltılacağı kesindir. Türkiye ve Dünya uygulamaları bu yargımız için kanıttır. Zorunlu Genel Sağlık Sigortası 01.10.2008’de başlatıldığında prim karşılığı sağlık hizmetleri bunca kısıtlanmamıştı, katkı payları da günümüzdeki gibi 10 kalemi ve önemli tutarları bulmamıştı. Örn. özel hastanelerde SGK geriödemesine ek %20 ödeyerek hizmet alınabilecekti. Bu oran günümüzde resmen  tam 10 katına erişmiş ve %200 olmuştur. İnformal / illegal – kayıtdışı ek ödemeleri herkes biliyor. 

Dolayısıyla sağlık hizmetlerine erişimde giderek daha da zorlanacak yurttaş, sorumlu olarak karşısında sağlık alışanlarını görecek ve öfke boşalmasının öznesi sağlıkçılar ne yazık ki olacaktır. Kalıcı çözüm;
* Sağlık hizmetlerinin kamu sorumluluğunda,
* ağırlıklı ve öncelikli olarak KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİ olmak üzere
* herkese temel bir insanlık hakkı olarak sunulması,
* prim = ek vergi adaletsizliğinin kaldırılması,
* SAĞLIĞIN YURTTAŞA HAK – DEVLETE ÖDEV olduğu ilkesinin benimsenmesidir..
Sevgi ve saygı ile. 26 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Cinsel suç hükümlülerini zorla tedavi eden yönetmeliğe yürütmeyi durdurma

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Basın yayın organlarında kamuoyuna ‘Hadım Yönetmeliği’ olarak tanıtılan, Adalet Bakanlığı tarafından 26.07.2016 tarih ve 29782 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlarda Hükümlü Olanlara Uygulanacak Tedavi ve Diğer Yükümlülükler Hakkında Yönetmelikin bir kısım maddelerinin iptali istemiyle Türkiye Psikiyatri Derneği tarafından açılan davada yürütmeyi durdurma kararı verilmiştir.

Danıştay 10. Dairesi’nin E.2016/12975 sayılı ve 26.7.2017 günlü kararında Yönetmeliğin tedavi tanımına yer veren 7. maddesinin 1. fıkrası yönünden yürütmeyi durdurma kararı verilmiştir. Kararda Yönetmeliğin dayanağı olan 5275 sayılı Yasa’nın (AS: Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun) 108. maddesinde “tedavi”den ne anlaşılması gerektiğinin açıkça düzenlenmediği, oysa Anayasa’nın 17. maddesi uyarınca kişilerin vücut bütünlüğüne yönelik düzenlemelerin ancak kanunla yapılmasının mümkün olduğu belirtilmiştir.

Yönetmeliğin hem her maddesi yürütmesi durdurulan cinsel suç hükümlüsünün tedavi edilmesi örgüsü üzerine kurulduğundan Yönetmelik’in uygulanma olanağının kalmadığı ortadadır. Böylelikle cinsel dokunulmazlığa karşı suçlardan hükümlü olanlar yönünden uygulanacak tedaviden ne anlaşılması gerektiği yasa ile düzenleninceye kadar Yönetmelik uyarınca hekimlerin herhangi bir tedavi gerçekleştirmesi söz konusu olmayacaktır.

Alana ilişkin Yasal düzenleme yapılana dek, kendisine ilgili makamlarca tedavi talebiyle cinsel suç hükümlüsü yönlendirilen hekimler dilekçe ile tedavi talebinin hukuka uygunluk taşımadığını ve bu nedenle gerçekleştirilemeyeceğini ilgili makama bildirebilirler.

Türk Tabipleri Birliği olarak sürecin takipçisi olacağımızı kamuoyunun bilgisine sunarız.

Karar için tıklayınız.

Dilekçe örneği için tıklayınız.

====================================
Dostlar,

AKP iktidarının hukuk bilgisinin ya da özeninin düzeyine ilişkin bir başka örnek daha..
Adalet Bakanlığı merkezinde yüzlerce hukukçu çalışıyor..
Bu kişilerin bir bölümü çok kıdemli ve üst yönetim basamaklarında bulunuyor.
Bir de Danıştay denen bir kurum var. Anayasa md. 115, ”Bakanlar Kurulu, kanunun uygulanmasını göstermek veya emrettiği işleri belirtmek üzere, kanunlara aykırı olmamak ve Danıştayın incelemesinden geçirilmek şartıyla tüzükler çıkarabilir.” demekte.

İncelenen Danıştay kararında ise bir Yönetmelik iptali söz konusu. Ülke genelinde uygulanacak genel yönetmeliklerde yetki Danıştay’ın.

Ayrıca 2575 sayılı Danıştay Yasası md. 23/e şöyle : ‘

Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık tarafından gönderilen işler hakkında görüşünü bildirir.”

Dolayısıyla böylesi önemli bir konuda pekala Başbakanlık istemiyle Danıştay’dan görüş alınabilir ve yersiz hukuksal karmaşa çıkması engellenebilirdi.

Anayasa md. 2, Türkiye’nin bir HUKUK DEVLETİ olduğunu vurgular. Anayasaya saygının temel kuralı da onu çok iyi bilmek ve uygulamak için çok titiz davranmak, çiğnemlerden (ihlallerden) kaçınmak olmalıdır. Başta iktidardan olmak üzere bu özeni beklemek hakkımızdır.

Öte yandan, GÜÇLER AYRILIĞI ilkesinin ne denli önemli olduğu bir kez daha görülüyor. İdare bir genel düzenleme yapıyor ve bu düzenleme ile çıkar bağı olanlar – çıkarları zedelenenler hakem olarak yargıyı göreve çağırıyor. Somut olayda Anayasaya aykırı Yönetmelik düzenlemesi yapan, Bekir Bozdağ’ın Adalet Bakanı olduğu AKP hükümeti, davacı olan bir sivil toplum örgütü olarak Türkiye Psikiyatri Derneği ve uyuşmazlığı çözüme kavuşturan bir yüksek yargı organı olarak Danıştay..

Hukuk devleti yalnızca yurttaşların değil, Devletin de kurumsal güvencesidir ve ancak Güçler Ayrılığı İlkesi ile yaşatılabilir.. Bu ilkeye başta iktidar, herkes sahip çıkmalıdır.

”OHAL döneminde Anayasaya aykırı KHK çıkarılabilir..” buyuran Adalet Bakanları olmamalı bu ülkede.. Böyleleri, meslekte fahiş bilgi – deneyim – görgü açığı gibi gerekçelerle, ağır etik kaygılarla, diplomaları askıya alınarak Hukuk Fakültelerine zorunlu ”ek eğitime” yollanmalı.. Bu gibiler ayrıca terfi ettirilerek ancak Patagonya’da Başbakan Yardımcısı olabilmelidirler.

Sevgi ve saygı ile. 21 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

AİHM’in Gülmen ve Özakça’nın tahliye talebine red kararı vermesine tepki

AİHM’in Gülmen ve Özakça’nın tahliye talebine red kararı vermesine tepki

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır.)

KHK ile ihraç edildikleri görevlerine geri dönmek için açlık grevinde olan tutuklu akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça’nın tahliye edilmesi için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapılan başvuruya ret cevabı verildi.

Kararı ve söz konusu süreci değerlendirmek üzere Ankara Tabip Odası, Türk Tabipleri Birliği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, İnsan Hakları Derneği ve Çağdaş Hukukçular Mülkiyeliler Birliği’nde 03 Ağustos Perşembe günü basın toplantısı düzenledi.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Sekreteri Dr. Metin Bakkalcı, “Bu durum için ne dünyada ne Türkiye’de hiç kimse, tıbbı kullanamaz demek için geldim. Baştan beri açlık grevini tıbbileştirmeyelim dedik çünkü nedenleri tıbbi değildir. Nedenleri tıbbi olmadığı için çözümü de tıbbi değildir. Çözümü çok basit, işlerini geri verin” diyerek sözlerine başladı.

AİHM’nin ihtiyati tedbirin “Yalnızca bir başvurucunun hayati tehlike doğuracak ciddi ve onarılamaz hasar riskiyle karşı karşıya bulunduğu durumlarda uygulanabileceği” kararını eleştiren Bakkalcı “Mahkemeye göre hayati tehlike yok” dedi. AİHM’nin 10 tane rapordan sadece cezaevi kampüsünde bulunan Sincan Devlet Hastanesi ve Numune Hastanesi’nin raporlarına atıf yaptığını belirten Bakkalcı “Ancak o raporların ikisinde de hayati tehlike var diyor” sözleriyle kararın tutarsız olduğunu belirtti.

İnsan Hakları Derneği Başkanı Öztürk Türkdoğan, AİHM’nin bu tutumunun yeni olmadığını, son birkaç yıldır bu şekilde sürdüğünü örneklerle anlattı. KHK mağdurlarının AİHM başvurularının reddedildiğini belirten Türkdoğan “Hak savunucusu ve hukukçu olarak vurgulamak istiyorum ki; Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi 25 Nisan’da Türkiye’yi siyasi denetim altına aldı. Böyle bir durumda tarafsız ve bağımsız bir yargıdan bahsedilemez. Avrupa Konseyi’nin yasama organının aldığı karar açık ama Avrupa Konseyi’nin yargı organı bambaşka bir noktada duruyor. Avrupa Konseyi’nin bu sorunu bir an önce çözmesi gerekir.” diye konştu.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyesi Dr. Selma Güngör, “Yaşamı koruyan, savunan ve yaşama müdahale eden her şeyle mücadele eden bir örgüt olarak kişinin açlık grevine gitmesini önermiyoruz ama bir yandan da insanların özgür iradeleriyle almış oldukları kararlara hekim olarak saygı göstermek gerektiğinin bilincindeyiz.” dedi.

Zorla yapılan her şeyin kırılgan hale gelmiş bedenlerde geri dönülemez sonuçlara yol açabileceğine dikkat çeken Dr. Güngör, “Zorla götürme, zorla muayene ya da zorla tedavi gibi uygulamalardan kaçınmak gerekir” diye konuştu. Açlık grevinin bir hastalık olmadığını hatırlatan Dr. Güngör, “Kişiler bir mücadele yöntemi olarak benimsemişlerdir o sebeple tıbbileştirilemez” sözlerini kaydetti.

Dr. Selma Güngör, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın dışarıyla bağlantılı koğuşlara alınmalarını ve yanlarına refakatçi verilmesini talep ederek “Ancak insan aklı birdir. Hayatlarının kısalmasına yol açacak cezaevi koşullarından kurulmaları için salıverilmelerini bekliyoruz” dedi.

Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Vedat Bulut, 148 gün önce Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın başvurularıyla sağlık takiplerinin Ankara Tabip Odası tarafından yapılmaya başlandığını söyledi. 23 Mayıs tarihine kadar, görevlendirilen üç hekimin her gün muayenelerini yaptığını belirten Dr. Bulut “Ancak tutuklandıkları tarih itibariyle muayenelerimiz aksadı” dedi. Bu dönemden sonra konunun hukuki bir boyut kazandığını ifade eden Dr. Bulut “Bu dönemden sonra konu hukuk çerçevesi içinde gerek AYM ve gerekse AİHM’e başvurularla sürdü. 17 Temmuz’a kadar AİHM devlete bir süre tanıdı. Bu kararda açlık grevcilerinin kendi seçtikleri hekim nezaretinde bulundukları koşulda muayenelerini bir karar haline getirdi. Böylece tutukluluk hallerinin yaşam sürelerini kısaltmakta etkili olup olmadığı sorgulandı. Bunun üzerine Ankara Tabip Odası pek çok hekimden oluşan bir kurul oluşturdu.  Çünkü açlık grevlerinin hekimler için çok ayrı bir yönü vardır. Açlık grevleri çoklu organ sorunlarına neden olabileceği için nörolog, kardiyolog, iç hastalıkları, infeksiyon hastalıkları, acil tıp, adli tıp uzmanlarının isimlerini bildirdik. Zaten kardiyolojik sorunlar Nuriye Gülmen’de başlamıştı, Semiz Özakça’nın da üst solunum yolları enfeksiyonu vardı. Dr. Şebnem Korur Fincancı hem cezaevleri yaşam koşulları hem de insan hakları konusunda yetkin ve donanımlı bir hekim olarak Adalet Bakanlığı ve Cezaevi Müdürlüğü tarafından kabul edildi. Ankara Tabip Odası’nın İnsan Hakları Komisyonunda 1996-2000 yılları arasında cezaevlerindeki açlık grevi sürecinde de görev yapan, bu alanda deneyimli, donanımlı çok yetkin hekimlerimiz vardır. Onlar da bu süreçte önemli bir travma yaşadılar. Hastalar, açlık grevcileri, acı çeken insanlar hangi acıları çekiyor ve hangi sorunları yaşıyorlarsa, bu acıların tabipler üzerinde de yansımaları olur. Aynı olayları tekrar tekrar yaşamak bu hekimlerimiz üzerinde de ağır bir ruhsal travma oluşturdu.” dedi.

O dönemde tek yapılabilecek şeyin sağlıklı ve uzun yaşamın korunmasına yönelik önerilerde bulunmak olduğunun altını çizen Dr. Bulut, “Ankara Tabip Odası’nın başvuruları, Adalet Bakanlığı’na ve cezaevine yazılarıyla iki olumlu gelişme sağlandı. Birisi; uzun süre yatmaya bağlı yaraların gelişmemesi için havalı yatak, diğeri de klozet takılmasının sağlanması oldu. Ancak cezaevi koşullarında sağlıklı yaşam sürebilecekleri bir ortam bulunmamaktadır” diye konuştu.

AİHM kararında bir cümleye atıfta bulunan Dr. Bulut “Önerilerde belirtilen tabiplere ait cümleleri kabul etmemiz mümkün değil. Örneğin Tutukluluk halinin tehirinin gerekmediği’’ gibi bir tümcenin yerine sağlık çalışmalarının cezaevinde yapılabileceğine ilişkin daha hekimce cümleler olmalıydı” dedi.

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın sağlık hakkının 80 milyon kişininkinden farklı olmadığına dikkat çeken Dr. Bulut, “Meclis’te de söylediğimiz gibi suçlu, suçsuz kavramı bize ait bir kavram değil, hukuka ait bir kavramdır. Tabipler, kişilerin suçlu suçsuz olduğuyla ilgilenmezler, ayırt etmezler. Herkesin yaşam hakkı kutsaldır. İçişleri Bakanı’nın yaşam hakkı neyse, Cumhurbaşkanı’nın yaşam hakkı neyse Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın da yaşam hakları aynı derecede bizim için kutsaldır. Biz o nedenle temizliğin, kirlenmemişliğin simgesi olarak beyaz önlük giyeriz” sözlerini kaydetti.

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın sağlık durumlarındaki gelişmeleri de paylaşan Dr. Bulut protetin kaybının şiddetli olduğunu, tüm organlarında sorunlar yaşanabileceğini ve çok hekimli bir ortamda bulunmaları gerektiğini belirtti.

Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı da tutukluluğun istisnai ve tali bir mesele olduğunu, Nuriye ve Semih’in canlarını tehlikeye soktuğu için ilgilendiklerini söyledi. Dosyanın boş ve ceza hükmüyle sonuçlanmayacağını ifade eden Kozağaçlı “Gerçek mesele Nuriye ve Semih’in işlerine geri dönmesidir. OHAL Komisyonu’nun derhal karar vermesidir” diye konuştu.

AİHM kararını imzalayan yargıcın Türkiye’deki baskı rejimine duyduğu sempatinin hesabını vermesi gerektiğini söyleyen Kozağaçlı, “Bu gerekçeyi açıklamalıdır. Dosya içerisinde hayati tehlike belirten 24 uzman hekim raporu varken, hayati tehlike görmüyorum diyen Avrupa yargıcı Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin halklarına bu görüşünü açıklayacaktır. Bunu her ülkede, her dilde sonuna kadar dile getireceğiz” diye konuştu.

Uluslararası yargıç örgütleriyle, avukat örgütleriyle ve Avrupa’da örgütlenmiş tüm hukukçularla birlikte bu hesabın sorulacağını ifade eden Kozağaçlı, “Şu ana kadar hiçbir Türk yargıcı, ağır ceza mahkemesi yargıcı bize “Hayati tehlikeleri yok” cümlesini söylememiştir. Kendilerini tutuklayan yargıçlar bize bu saygısızlığı yapmamıştır” dedi. (03.08.2017)
=================================
Dostlar,

Türkiye gündemiyle “acımasızca” oynandığı için, gerçek sorunların özüyle ilgilenmenin yanı sıra bir de bu oyunla savaşmak gerekiyor..

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın durumu – trajedisi gerçekte Türkiye’ni yarası – acısı olmak gerekir. Ancak özellikle unutturularak gündem dışına itilmek isteniyor. Bunu insanca sayamayız. Aylardır sitemizin manşetinde bu sorunu tutuyor ve güncelliyoruz.

Yukarıdaki basın açıklamasının içeriğini biz de paylaşıyoruz Ankara Tabip Odası’nın bir üyesi olarak.

Sevgi ve saygı ile. 068 Ağustos 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Ankara Tabip Odası Üyesi, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Sağlıkçılar 14 Mart’ta İstemlerini Yineledi

Sağlıkçılar 14 Mart’ta İstemlerini Yineledi

14/03/2017, http://www.ato.org.tr/news/show/163 

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır…)

Sağlıkçılar 14 Mart'ta Taleplerini Yineledi

Ankara’da her yıl düzenli olarak sürdürülen 14 Mart Resmi töreni Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirildi.

Her yıl uygulanan program kapsamında dekanlar, öğretim üyeleri, hekimler, öğrenciler ve Ankara Tabip Odası yönetim kurulu üyelerinin katılımıyla yapılan Anıtkabir ziyaretinin ardından Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Morfoloji Binası Abdulkadir Noyan Salonu’nda ülkenin sağlık ortamı ve eğitimin durumu üzerine konuşmalar yapıldı.

Törene; Ankara, Hacettepe, Gazi, Başkent, TOBB ETÜ, Yüksek İhtisas, Yıldırım Beyazıt Tıp fakültesi dekan ve dekan yardımcıları, Ankara Tabip Odası Başkanı
Dr. Vedat Bulut, ATO Genel Sekreteri Dr. Mine Önal, Yönetim Kurulu Üyeleri
Dr. Metin Baştuğ, Dr. Zafer Çelik, hekimler ve tıp fakültesi öğrencileri katıldı.

Törende sırasıyla Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Dr. Şehsuvar Ertürk, ATO Başkanı Dr. Vedat Bulut, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi 5. Dönem öğrencisi,
Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Görevlisi tarafından sağlık ortamını,
tıp eğitiminin son durumunu ve sorunlarını kapsayan konuşmalar yapıldı.

Dr. Vedat Bulut 14 Mart Tıp Bayramının kutlamadan ziyade Türkiye’deki sağlık politikalarının ve sağlık çalışanlarının sorunlarının masaya yatırıldığı bir hafta haline geldiğini belirterek “Geçmişimizin gururla andığımız izleri, yerini geleceğimizin endişesine bıraktı” dedi.

Dr. Vedat Bulut konuşmasında emekli hekimlerin sorunlarına, sağlıkta şiddete, kamudan ihraçlara, sağlıkta dönüşüm süreciyle yaşanan performans baskısına da değindi.

Resmi törenin ardından Türk Tabipleri Birliği, Ankara Tabip Odası, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası, Türk Hemşireler Derneği üye ve yöneticileri Hacettepe Üniversitesi bahçesinde biraraya gelerek
sağlık emekçilerinin taleplerini dile getirmek için Sağlık Bakanlığı’na yürümek istedi.

Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının önlükleri ile Bakanlık önüne yürünmesi polisler tarafından engellendi. Sağlık emekçilerinin önlüklerini çıkarmadan yürüyüşe izin vermeyeceğini belirten polislere gerekçe sorulduğunda, “2911’e göre önlüklerinizle yürüyemezsiniz” yanıtının verilmesi tepki çekti. Uzun süren tartışmaların ardından önlüklerini çıkarmayı kabul etmeyeceklerini belirten meslek odası üye ve yöneticileri Hacettepe Üniversitesi bahçesinde basın açıklaması düzenledi.

Türk Tabipleri Birliği, Ankara Tabip Odası, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası, Türk Hemşireler Derneği üye ve yöneticileri “14 Mart Tıp Bayramında
sağlıkta taşerona,
sağlıkta dönüşüme,
sağlıkta şiddete,
şehir hastanelerine,
piyasalaşan sağlık sistemine,
OHAL’e, KHK’lere, hukuksuz ihraçlara
Hayır diyoruz”
pankartı açtı.
Eylemde, “Sağlıkta Şiddet Sona Ersin”, “Yaşamak, Yaşatmak İstiyoruz” sloganları atıldı.

Ortak açıklamayı yapan Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Başkanı Vedat Bulut,
14 Mart Tıp Bayramının kutlamadan ziyade bir anma haline dönüştüğünü söyledi.
OHAL sürecinde 2761 hekim ve 10 binin üzerinde sağlık çalışanının kamu görevinden çıkarıldığını belirten Bulut, “Adil ve demokratik yargılama usullerine uyulmadan
keyfi bir şekilde işlerine son verilen sağlık çalışanlarıyla sorunlarını tartışmak ve çözüm önerileri üretmeyi, meslek örgütlerimizin bu dönemdeki temel sorumluluğu olarak görüyoruz. Sağlık çalışanlarının görevlerine bir an önce kavuşabilmeleri, 14 Mart’a giderken öncelikli talebimizdir.” diye konuştu.
Bulut, “Hekimler kısa sürelerde çok sayıda hastaya bakmaya zorlanıyor, bu durum acilen düzeltilmelidir. Çalışma koşulları iyileştirilmeli, örgütlenme özgürlüğü, çalışma ortamının demokratikleştirilmesi, emekliliğe yansıyan güvenceli ücret ve mesleki gelişim hakkı, uluslararası normlara uygun olarak çalışma süreleri düzenlemelidir. ‘Hekim-Emekli Hekim Ücretleri’ ile ilgili önerilerimizi içeren çalışma koşullarımız iyileştirilmeli, ‘Fiili Hizmet Zammı Yasa Tasarısı’ ve sağlık çalışanlarının hakları verilmelidir” diyerek taleplerini sıraladı.​

Türk Tabipleri Birliği İkinci Başkanı Dr. Sinan Adıyaman da TTB’nin 1980 yılından beri 14 Mart’ı bir bayram olarak kutlamadığını belirtti. Sağlık alanındaki keyfiliğin, hoyratlığın ve despotluğun günbegün arttığına dikkat çeken Dr. Sinan Adıyaman dört talep sıraladı. Çalışma koşullarının iyileştirilmesini, emeklilikte insanca yaşanacak bir ücreti, sağlıkta şiddetin sona ermesini, yıpranma hakkını ve haksız ihraçlara son verilerek sağlık çalışanlarının görevlerine iade edilmelerini istediklerini kaydeden Dr. Adıyaman “Özlük haklarımızdan ve demokrasi isteğimizden asla vazgeçmeyeceğiz” diye konuştu.

SES Eş Genel Başkanı Gönül Erden de konuşmasında “Uzun zamandır bizimle görüşmeyen Sağlık Bakanı’na kamuoyu aracılığıyla sorunlarımızı iletecektik, önlüklerimiz bahane edilerek engellendik. 14 yıldır sağlıkta dönüşüm adı altında biraz daha krize sürüklenen bir ortamda 14 Mart Tıp Haftasına girdik” sözlerini kaydetti.

Devrimci Sağlık İş adına konuşan Gürsel Kaya da “Bu ülkeyi yönetenler sağlıkta devrim yaptık diyor, biz halkımıza gerçekleri anlatmakla yükümlüyüz. 14 yılda yapılan bir devrim değil kaos”  dedi.

Basın açıklamasının tamamını okumak için tıklayınız.
====================================
Dostlar,

Biz de oradaydık Ankara Tabip Odası üyesi olarak.. (Sabah da Anıtkabir’de..)
Polis, “Ankara Tabip Odası”, “SES”, “DİSK”, “Türk Hemşireler Derneği”.. yazan yeleklerin ve pankartların yürümemize
engel olduğunu söyledi!?
Tüm çabalar iknaya yetmedi. 50-60 kişi kaldırımdan, slogan atmadan Sağlık Bakanlığı önüne yürüyecek ve orada basın açıklaması yapacaktık. Bunun için Valilikten ayrıca izin almamız gerektiğini söylüyordu çok öfkeli polis şefi.. Sesini yükseltiyor ve bağırarak azarlıyordu adeta bizleri. Kendisiyle konuşan hekimlere “sen” diye hitap ediyordu.
Hiç ama hiç nezaketli olma yükümü duyumsamıyordu.
Bizim sayımızdan çok polis vardı. Ne çok korkuyorlardı..
Kimi polisler boş boş bakıyordu, her şeye yabancılaşmış gibiydiler..
Kimilerinin gözlerinde açık ve bol kin – nefret – öfke ve kızgınlık okunuyordu..
Şırnak İdil’de IŞİD militanlarının devlete meydan okuyan yürüyüşlerini seyreden polis, Ankara’da 50-60 sağlıkçıyı yürütmüyordu.. Geçen yıl yürümüştük oysa,
AKP çemberi daraltıyor her geçen gün.. OHAL bahane – FAŞİZM ŞAHANE!

IŞİD İdil'de yürüdü ile ilgili görsel sonucu

FAŞİZMİ BİR KEZ DAHA DÜN ANKARA’DA GÖRDÜK..

Yazıklar olsun ülkemizi hukuksuz – demokrasisiz bırakanlara ve
onlara bilerek – bilmeyerek alet olanlara..

Sevgi, saygı ve kaygı ama UMUT ile.
15 Mart 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
Ankara Tabip Odası Üyesi
Mülkiyeliler Birliği Üyesi

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TTB : Gülhane’nin devri iptal edilmelidir!

ttb_logosu

Gülhane’nin devri iptal edilmelidir!

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin (GATA) Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi ile ilgili olarak açıklama yaptı.
(http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/gata-6354.html, 25.10.2016)

TTB’den yapılan açıklamada,

  • “Yüzlerce hekim ve tıp fakültesi öğrencisi ile binlerce sağlık çalışanı ve sağlık meslek öğrencisini, hem muvazzaf hem de geçici süreli asker personeli ve ailelerini mağdur eden devir işlemi, yalnızca modern tıp eğitiminin tarihinin değil, kamusal sağlık hizmeti sunumundaki sosyal devlet uygulama modelinin de silinmesi operasyonudur.” denildi. Açıklamada, bu yanlıştan bir an önce dönülmesi gerektiği vurgulandı.

GÜLHANE’NİN DEVRİ İPTAL EDİLMELİDİR!

Kuruluş tarihi olan 14 Mart 1827, ülkemizde modern tıp eğitiminin başlangıcı olarak kabul edilen Gülhane, 1908 yılında İstanbul Tıp ve 1945 yılında Ankara Tıp Fakültelerinin kuruluşlarına doğrudan, ilk nüvesi 1954 yılında atılan Hacettepe Tıp Fakültesi’nin kuruluşuna da dolaylı olarak katkıda bulunmuş; mezuniyet öncesi ve sonrası tıp eğitimi kadroları ile tıp ve sağlık hizmetleri tarihimizin temel taşlarından birisi olmuştur..

Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin (GATA), 15 Temmuz 2016 tarihindeki asker kalkışmasından 10 gün sonra, 25 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında gerçekleştirilen Bakanlar Kurulu toplantısında, diğer asker hastaneleri ile birlikte Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi kararlaştırılmıştır. Karardan yaklaşık bir hafta sonra, 31 Temmuz 2016 tarihinde yayımlanan 29787 sayılı Resmi Gazete’de yer alan 669 sayılı KHK ile bu karar uygulamaya girmiştir. İki hafta gibi kısa bir süre içinde, 29804 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2016/9109 sayılı GATA ve Asker Hastanelerinin Devrine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Karar ile asırlık kurum, bir gecede tamamlanan tabela değişimleriyle yok sayılmak, hiçleştirilmek istenmiştir.

Kurumda, 626 (AS: 926 olacak) sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Personel Kanunu’na tabi asker sağlık çalışanları ve eğitim almakta olan öğrenciler, bırakın karar aşamasında yer almayı, her türlü ön bilgilendirme ve yapılandırmadan uzak bir biçimde ‘adeta sokağa konmuşlar’; bu kişilerin çalışma ve eğitim ortamları yok edilmiş, özlük hakları ellerinden alınmıştır. Bu durum kabul edilemez! Hekim meslektaşlarımızın da içinde yer aldığı sağlık çalışanlarının maruz kaldığı bu uygulama geri alınmalıdır.

Gelen eleştiriler karşısında ‘muharip gücü yüksek ordu yapılanması’ gerekçesi ile savunulmaya çalışılan uygulama, gerçeği yansıtmamaktadır. TSK’nin sağlık dışındaki hizmet sınıfları olan levazım, ordu donatım, muhabere, ulaştırma vb. sınıflarına yönelik bu türden bir düzenleme söz konusu değildir. TSK, bu alanlardaki hizmeti kendi personeli ile kendi birimlerinde üretmeye devam etmektedir.

Sağlık Bakanı başta olmak üzere, uygulamayı gerçekleştiren ve sahip çıkanların aksine GATA ve Asker Hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devri, AKP’nin 2003 yılında başlattığı Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) kapsamında gerçekleştirilmiş bir işlemdir. Çünkü bu kurumlar, 926 sayılı TSK Personel Yasası kapsamındaki kamu personeli ve aileleri ile zorunlu askerlik hizmetini yapmakta olanlar ve ailelerine parasız sağlık hizmeti sunan, sosyal devlet uygulamalarının sağlık alanındaki son örnekleriydi. GATA ve Asker Hastaneleri, sağlık hizmetlerinin finansmanının TSK’ye genel bütçeden ayrılan paydan sağlandığı, hizmet sunumu ile finansmanının tek elden yürütüldüğü, hem hizmetin niteliği ve maliyeti hem de personelin çalışma koşulları açısından ülkemizdeki son kamu sağlık kuruluşuydu.

Özetle; yüzlerce hekim ve tıp fakültesi öğrencisi ile binlerce sağlık çalışanı ve sağlık meslek öğrencisini, hem muvazzaf hem de geçici süreli asker personeli ve ailelerini mağdur eden devir işlemi, yalnızca modern tıp eğitiminin tarihini değil, kamusal sağlık hizmeti sunumundaki sosyal devlet uygulama modelinin de silinmesi operasyonudur.

Asker hekimliği ortadan kaldıran uygulamadan çok kısa bir süre sonra, kıt’a hekimliği uygulamaları da sekteye uğramaya başlamıştır. Sağlık Bakanlığı, 71. Dönem Devlet Hizmeti Yükümlülüğü Kurası için ilan ettiği 718 kadronun 47’sini, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı kıt’a hekimliklerine ayırmıştır. Farklı bir personel yasası bulunan, sivil tababetten farklı gereksinimleri olan TSK birimlerinde sivil hekimlere zorunlu hizmet uygulaması, Anayasa başta olmak üzere, hukukun rafa kaldırılmasıdır; kabul edilemez. Kapatılan GATA Tıp Fakültesi nasıl birkaç hafta sonra yeniden eğitime başlatıldıysa,

  • 669 sayılı KHK’nin GATA ve Asker Hastaneleri ile ilgili
    106-109. maddeleri de iptal edilmelidir.

Daha çok zaman geçirmeden bu yanlıştan dönülmelidir. Yanlışın yarattığı tahribat, bir zaman sonra hatadan geri dönülmek istense de onarılamayacak boyuta ulaşabilir.

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi
======================================
Dostlar,

Bu açıklama ve çağrıya bütünüyle katılıyor ve biz de uyarı ve anımsatma görevimizi hem bir yurttaş hem de profesyonel olarak yerine getirmek istiyoruz…  Sitemizde daha önce de bu konuyu işleyen yazılara yer verdik..

Hatadan dönmek de bir irfandır..

Devlet yönetimi sağduyuya – bilimsel akılcılığa – hukuka – adalete – erdeme.. dayanmak zorundadır.

Bu KHK’yi çıkaran ve çıkarılmasını teşvik edenler sayılan değerlere tümüyle yabancı – saygısız – vicdansız… olamayacaklarına göre!?

Sevgi ve saygı ile.
30 Ekim 2016, Ankara

Prof.Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com