Etiket arşivi: İmmanuel Kant : SAPERE AUDE..

İslam’da ve Kuran’da Kölelik

İslâm’da ve Kuran’da Kölelik

Mayıs 27, 2013

Bilindiği gibi Hz.Muhammed’in yaşadığı dönemde bölgede köleci toplum düzeni vardı. Özellikle savaşlarda ele geçirilen esirler köle ve cariye yapılıyor, ya da köle pazarlarında satılıyordu. Bu köle ve cariyeler hizmetkar olarak ev işlerinde ya da tarlalarda çalıştırılıyordu.

İslam egemen olduğunda da kölecilik devam etti. Gerek Muhammed’in zamanında, gerekse İslamiyet geldiği çoğrafyada toplum düzenini, gelenekleri ve sosyal yapıyı değiştirmeden sadece kendine göre yeniden düzenlemiştir. Kölelikte aynı kural ve kaidelerle ve toplumsal ve ekonomik düzene göre sürdürülmüştür. Bu yönüyle müslümanlığın kölelik ve cariyelik konusunda toplum düzenine getirdiği hiçbir yenilik yoktur. Muhammed zamanında olduğu gibi onun ölümünden sonra da yapılan savaşlarda esir alınanlar geçmiş dönemlerde olduğu gibi ya bir fidye karşılığında geri verildi ya da köle yapıldı.

Kur’an’da adam öldürenin ya da yemininden dönenlerin bir köle azat etmesi söylenir. Kölelere iyi davranılması ve yardım edilmesinden söz edilir. Kadınlara, hayvanlara da iyi davranılmasından bahsedilir ama köleliği kaldırma emaresi olan tek bir ayet dahi yoktur.

Tersine kölelik gayet doğal karşılanır. Bu nedenle İslam tarihinde hiç bir dönemde köleliğe karşı çıkılmamış, kaldırılması istenmemiş, düşünülmemiştir. Çünkü köleliğin şeriattan olduğuna inanılmıştır. Üstelik dünya yüzeyinde köleliğin enson kaldıranlar müslüman ülkelerdir.

Ahzap-52 Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunan cariyeler hariç, güzellikleri hoşuna gitse bile, bunların yerine başka hanımlar alman sana helâl değildir. Allah her şeyi gözetler.”

Bakara-178 Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür).”

Nîsa-92 “Ayet yazdı:Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğer ki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola. (Bu takdirde diyet vermez). Eğer öldürülen mümin olduğu halde, size düşman olan bir toplumdan ise mümin bir köle azat etmek lâzımdır. Eğer kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve bir mümin köleyi azat etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay peşpeşe oruç tutması lâzımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.”

Bakara-221 “Ayet yazdı:İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan kadınlarla evlenmeyin. Allah’a ortak koşan kadın hoşunuza gitse de, mü’min bir cariye Allah’a ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır. İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan erkeklerle, kadınlarınızı evlendirmeyin. Allah’a ortak koşan hür erkek hoşunuza gitse de; iman eden bir köle, Allah’a ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise izniyle, cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, insanlara âyetlerini açıklar ki, öğüt alıp düşünsünler.”

Bu da Kur’an’ın bir başka incisi. İman eden köle bile olsa hür olan müşrikten daha hayırlıdır derken bile kölelere karşı açık bir aşağılama olduğu ortada. Evet bazı sureler köle azat etmeyle ilgili ama bunlar tutulamayacak bir yemin karşılığında veya bir günahın kefareti vb. karşısında dır. Köleliği kaldırma amacı güdülmemiştir.

Müminun-1-6 “Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler. Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekâtı verirler ve onlar ki, iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (câriyeleri) hariç; (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir.”

Görüldüğü üzere ayetlerde köleliğin kaldırıldığına veya kaldırılmak istendiğine dair bir sözcük bile yok. Bu demektir ki Kurana göre bir Müslüman, köle alıp satmaya devam edebilir. Allah’ın rızasını kazanmak için arada bir köle azat etmesi İslam’a gayet uygundur. Hatta bu köleci Müslüman, arada bir köle azat etmekle sevap bile kazanır. Müslümanlar buna itiraz edeceklerdir. Peki, bakalım itiraz edebilecekler mi? Buyrunuz Wiki kaynaklarında İslam ülkelerinin köleciliği bırakma tarihleri :

Köleliğin Kaldırıldığı Ülkeler ve Zaman Çizelgesi

(1800–1849)

1847: Under British pressure the Ottoman Empire abolishes slave trade from Africa.[39]

(1850–1899)

1882: Ottoman firman abolishes all forms of slavery, white or black.[50]

(1900–present)

1922: Morocco abolishes slavery.[57]

1923: Afghanistan abolishes slavery.[58]

1924: Iraq abolishes slavery.

1928: Iran abolishes slavery.[59]

1952: Qatar abolishes slavery.

1960: Niger abolishes slavery (though it was not made illegal until 2003).[64]

1962: Saudi Arabia abolishes slavery.

1962: Yemen abolishes slavery.

1963: United Arab Emirates abolishes slavery.

1970: Oman abolishes slavery.

Peki Osmanlı ne yapmış? 1847 yılında İngiltere’nin baskısıyla Afrika’da köle ticaretini bırakmış. 1882’de ise kölecilikle ilgili ne varsa kaldırmış. Tabi dini çevrelerin baskısı ile Osmanlıya bağlı Arabistan topraklarında kölelik kaldırılamamış ve yukarda verilen tarihlere kadar kölelik o topraklarda devam etmiş. Halende gizli kapaklı devam etmektedir.

Şimdi soruyorum İslam’da kölecilik haram mı? Bu soruya hemen “Haram tabi, köle azat etmek sevaptır diye ayet var, sonra peygamberin hadisleri var.” denecektir.

Diğer soruyu soralım; İslam’da domuz eti haram mı? Bu soruya da hemen tabi Haram denecektir. İslam çoğrafyasında bir iki ayetle kesin olarak yasaklanan domuz eti 1400 senedir yenmiyor

Peki ozaman soruyu tekrar soralım İslam’da kaç senedir kölecilik yapılmıyor?

Evet, apaçık kitap yazmak böyle bir şey işte. Domuz etinin yasak olduğu apaçık yazıldığı için 1400 senedir yenmiyor, köleciliğin yasaklanması apaçık yazılmadığı için 1300 sene daha devam etmiş. Köleciliği bırakan islam ülkeleri ya diğer ülkelerin baskıları sonucunda bırakmışlar, ya içinde bulundukları çağdan utandıkları için.

Demekki neymiş, İslamda kölecilik varmış.

Bir de hadislere bakalım. Hadislere baktığımızda ise köleliği kaldırmak şöyle dursun İslam’ın bu köleci düzeni daha da bir sağlamlaştırmaya hizmet ettiğini görürüz. Mesela Muhammed ve Allah kölelerin kaçmasını istemezler. Sahibi en ağır işlerde çalıştırsa da sövse de dövse de köle kaçmamalıdır. Sahibine itaat etmelidir tıpkı musibetler karşısında Allah’a isyan etmeyen hatta haline şükreden kul gibi olmalıdır. Hatta sahibinden kaçan kölenin namazı kabul olmuyor.

Ravi : Cerir

Hadis : Resulullah buyurdular ki: “Hangi köle kaçarsa, bilsin ki ondan zimmet (garanti) kalkmıştır, dönünceye kadar namazı kabul edilmez.” (Hadis No: 4163)

Ravi : Ebu Ümame

Hadis : Resulullah buyurdular ki: “Üç kişi vardır ki, onların namazları kulaklardan öte geçmez:

1-Dönünceye kadar, kaçan köle.

2-Geceyi, kocası kendisine dargın olarak geçiren kadın.

3-Kavminin nefret ettiği imam.” (Hadis No: 2801)

Hatta köle efendisine itaat etmeli ki Cennet’e girsin. Efendisini hoşnut etmeyen köle Cennet’e de giremiyor.

Ravi : Ebu Hureyre

Hadis : Resulullah buyurdular ki: “Bana cennete giren ilk üç kişi arzedildi. Bunlardan biri şehid, biri iffetli olan (ve azla yetinerek) iffetini koruyan, biri de Allah’a ibadetini güzel yapan ve efendilerine hayırhah olan bir köle idi.” (Hadis No: 5140)

Köleliğin İslam tarafından kaldırıldığını iddia eden Müslümanlar, eğer tutarlı hareket etmek istiyorlarsa yukarıda yazılan ve benzer ayetleri hemen Kur‟an‟dan çıkarıp atmak zorundadırlar. Fakat böyle cesurca bir işe kalkışamayacakları kesin. Çünkü Müslüman mantığına göre Kur‟an, doğaüstü bir gücün eseri. Dolayısıyla o kitapta yanlış ya da gereksiz bilgilerin var olamaz ve Kur‟an kararlarının tümü “kıyamet gününe” kadar geçerlidir.

Emeğin ilkel şekildeki sömürüsüne bu kadar toleranslı yaklaşan İslam dininin, özel mülkiyete yönelik suçlarda ise son derece acımasız davrandığını (Maide 38’de dile getirilen “Hırsızlık edenlerin ellerinin kesilmesi”hükmü) hatırlamakta da yarar var.

Kur’an’ın Tanrı’sı özetle “Siz kölelerle kendinizi eşit kabul ediyor musunuz ki, bana ortak koşulmasına razı olasınız” (Nahl-75) diyecek kadar açık konuşuyor. Köle azadı ise; sadece bazı istisnai haller, hür insanların işledikleri günahlar ve toplum içinde ayıp görülen kimi davranışları için -üstelik sınırlı sayıda- öngörülüyor. Velhasıl, köleye “iyi” davranma-azatlama (hatta kimi hadislerde dile getirildiği üzere onlara “kızım-oğlum” gibi güzel sözlerle hitap etme) buyruklarının köleliği toptan kaldırmakla ilgisi yoktur. Çünkü tarihsel sürece baktığımızda İslam‟ın bu ve benzer bildirimlerdeki gayesinin, kölelerin emeğinden maksimum düzeyde yararlanmak (bilhassa savaşlarda), yeni taraftarlar kazanmak için onları bir koz olarak kullanmak ve topluca isyan etmelerinin de önüne geçmek olduğunu görüyoruz.

Muhammed‟in kendi Veda Hutbesindeki “efendisinden başkasına bağlanmaya kalkan köleye” yönelik bedduası da köleliğin İslam tarafından kurumsal olarak teyit edildiğinin bir diğer kanıtıdır.

https://islamingercekleri.wordpress.com/2013/05/27/12-islamda-ve-kuranda-kolelik/

=========================

Nesini tartışacağız?
İnanç tartışılabilir mi?
Dinler bu yüzden ”iman” kalkanını kullanmıyor mu?
”Şeksiz – şüphesiz iman edeceksin!! zırhı ve kesin emri bu tabu içi değil mi?
Reçeteyi kadim İmmanuel Kant, ünlü 1784 tarihli ”Aydınlanma Üzerine” adlı makalesinde vermişti :

– SAPERE AUDE! SAPERE AUDE’! SAPERE AUDE’!…..

– Aklını kullan, aklını farket, sorgula…

Sevgi ve saygı ile.
03 Temmuz 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ATO Konferansı : “Sağlıkta Muhafazakârlaşma”

Adalet ve Demokrasi Haftası’nda ATO’dan konferans : 

Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag) tarafından düzenlenen

23. Adalet  ve Demokrasi Haftası

etkinlikleri kapsamında, Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Mine Önal‘ın konuşmacı olduğu “Sağlıkta Muhafazakarlaşma” konulu konferans gerçekleştirildi.
Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde 26 Ocak Salı günü gerçekleştirilen konferansın
açış konuşmasını TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan yaptı.

Ankara Tabip Odası, Türk Tabipleri Birliği, NÜSED ve Tüketici Hakları Derneği’nin düzenleyicisi olduğu etkinliğe çok sayıda Ankaralı katıldı.

Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde
Göğüs Hastalıkları Uzmanı olarak görev yapan Dr. Mine Önal
“Sağlıkta Muhafazakarlaşma”yı son yıllarda uygulanan sağlık ve sosyal politikaların yarattığı değişimin ışığında değerlendirdi.

“Yapılan düzenlemelerle kadının kendi bedeni üzerindeki tasarruf hakkı engelleniyor”

Türkiye’de varolan yasal çerçeve içinde, 10 haftalığa dek gebeliklerin sonlandırılabildiğini
(AS: 2827 sayılı ve 1983 tarihli Nüfus Planlaması Yasası md. 5 ve 6) belirten Dr. Mine Önal;

– muayenehanelere kürtaj yasağı,
– anneye düşünme süresi verilmesi,
– bebeğin kalp atışlarının dinletilmesi ve
– kürtaja karşı olan hekimin ‘ret’ hakkına sahip olması
….
gibi yapılan yeni düzenlemelerle kadının kendi bedeni üzerindeki tasarruf hakkının engellenmeye çalışıldığının altını çizdi.

Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi Dr. Mine Önal’ın “Sağlıkta Muhafazakarlaşma” başlıklı sunumundan satırbaşları şöyle:

“Anne Sütü Bankası çalışmaları sona erdi”

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu 2013 yılında ‘anne sütü bankası’ ile ilgili çalışmalarını Medeniyet Projesi olarak tanımlamışken, dünyada süregelen bilimsel tartışmaların aksine,
dinen caiz olmayabileceği görüşleri nedeniyle çok yararlı olabilecek bu girişim
başlamadan sona erdi.”

“Hastalara din psikoloğu”

“Hastalara ruhsal destek ve danışmanlığın modern tıbbi uygulamalar yerine din psikoloğu
veya manevi destek uzmanı gibi tanımlamalar altında dinsel telkin verilmesi bilimsellikten uzak ve geriye dönük bir projedir. Psikoloji bir bilim dalı ve lisans eğitimi olmayan kişilere
din psikoloğu adı altında benzer bir unvan verilmesi yanlış bir uygulamadır.”
(AS : Yasal olarak da suçtur!)

“Anayasa Mahkemesinin Aşı Kararı”

“Anayasa Mahkemesi Kasım 2015’te bebeklik / çocukluk dönemi aşılarını yaptırmak istemeyen ebeveynlerin (AS: anababanın) bireysel başvurusu hakkında; Anababa rızası olmadan çocuğa zorunlu aşı yaptırılmasının Anayasa’nın ‘kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı’nı düzenleyen ‘temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine’ ilişkin maddesine
(AS: m. 13) aykırı bularak “hak ihlali” kararı verdi. Böylelikle, çocukların sağlığı değil anababanın ‘rıza’ olarak adlandırılan davranış biçimleri Yüksek Mahkeme tarafından kutsanmış oldu. Çocuklarını aşılatmayan anababalar yalnızca kendi çocuklarını değil,
bütün çocukların sağlığını tehlikeye atıyor.”

“Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Yönetmeliği yayımlandı”

“Yönetmelikte geçen Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp uygulamalarının hekimler, diş hekimleri ve sağlık personeli tarafından kullanılması düzenlenmiş ve çok geniş endikasyon listesi belirlenmiştir. Kapsamında

– kupa uygulaması (hacamat),
– akupunktur,
– apiterapi,
– fitoterapi,
– hipnoz,
sülük tedavisi ve

bunun gibi birçok yöntemin yer aldığı geleneksel ve tamamlayıcı tıbba ilişkin bilimsel bilgi büyük oranda eksik ve bu yöntemlerin etkisiz olduğuna ilişkin birçok Tıp Uzmanlık Derneğinin açıklamaları var. Ayrıca kimi yöntemler riskli ve göze alınamayacak yan etkilere sahip. Hekimlerce yapılacak olması da onlara bilimsellik kazandırmaz. Ayrıca Yönetmelikle bu alanda bir pazar (AS: piyasa) oluşturulmakta ve pazara çeki düzen verilmekte. Türk Tabipleri Birliği tarafından da tıp ve tıpta uzmanlık eğitiminin gereklerine, bu alandaki kamu yararına aykırılığı nedeniyle ‘Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Yönetmeliği’ nin ekleriyle birlikte tümünün iptali
ve yürütülmesinin durdurulması istemiyle açılan dava Danıştay Onbeşinci Dairesi’nde
devam etmektedir.”

============================================

Dostlar,

Önemli bir toplantıdır… yurtsever Atatürkçü aydınımız Uğur Mumcu‘yu anmaya adanan..
Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası’nın 23. Adalet ve Demokrasi Haftası imecesine değerli bir katkısıdır. Meslektaşımız Dr. Mine Önal altı çizilecek saptamalarda bulunmuş ve uyarılar yapmıştır..

Sağlık Bakanlığı’nın neye hizmet ettiğini anlamak çok güçtür.. Aslında tam da tersine “kolay” dır. Sözümona SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM masallarıyla sağlık hizmetlerine erişim kolaylaşmıştır! Kamu sağlık sektöründe kurulu kapasite sağlık hizmeti gereksinimini karşılayamamaktadır. Özellikle radyolojik görüntüleme incelemeleri için aylar sonrasına randevu verilebilmektedir. Hastane yatakları dolu olup, hastalar bekleme listesine alınmaktadır.

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM denen kökü dışarıda özelleştirme – piyasalaştırma dayatmasının cilaları epeydir dökülmeye başlamıştır. Bu durumda, milyonlarca yoksul insana çağcıl (modern)
tıbbi hizmet verilemeyeceği için, hacamat gibi, sülük gibi ilkel ve tıbben zararlı yöntemlere yönlendirilerek “oyalanmaları” Sağlık Bakanlığı’nın yüksek takdirlerine terk edilmiştir.

Adına da zihinsel sözel tuzakla (Retorik tuzak) “Tamamlayıcı Tıp….” denen söz konusu
bu Yönetmelik düzenlemesinin Danıştay’da dava edilmiş olması sevindirici ve düşündürücüdür.
Dileriz halkın – kamuoyunun sağlığı sağlık tacirlerinin önünde tutulur ve halkın kobay edlmesi
ve sağlık hizmetlerinin geçelim “muhafazakarlaştırılmasını” ilkelleşmesi Danıştay’ın bu Yönetmeliği iptaliyle sağlanır..

Anayasa Mahkemesi‘nin aşı uygulamasında temel insan haklarının “ancak yasa ile” sınırlanabileceğine ilişkin Anayasal gerekçe ile (md. 13) anababa kararını (bireysel hak)
halk sağlığına (üstün kamu yararına) önceleyerek zorunlu aşı uygulamasını sınırlaması talihsizliktir. Gerçekte Umumi Hıfzıssıhha Yasası‘nda aşı uygulamasının zorunlu tutulduğuna ilişkin çok sayıda madde bu Yasanın ruhu ve amacı gereği yasada içselleştirilmiştir.
Biçimsel bir zorlama ile ille de bir yasa maddesinin açık açık bu zorunluluğu sözel – maddi olarak ifade etmesini aramak, kamu sağlığı yönünden sakıncalı olmuştur. Sağlık Bakanlığı’nın ise anılan yasada derhal kısa bir yasa maddesi eklenmesi ya da değişikliği ile sorunu çözebilecek iken, bildiğimiz ölçüde günümüze dek bu yönde bir adım atmamış olması düşündürücüdür.
Biz konuyu sitemizde önceki aylarda kapsamlı işlemiştik.. (HASUDER’den :
Anayasa Mahkemesi’nin Aşılama Kararı Hakkında Basın Açıklaması, 14 Kasım 2015,
http://ahmetsaltik.net/2015/11/23/hasuderden-anayasa-mahkemesinin-asilama-karari-hakkinda-basin-aciklamasi/)

Oysa “Yüce Meclis”, dünyada örneği olmayan adına “Torba yasa” denilen “Türk tipi yasalaştırma” sürecini sürdürmektedir. Son olarak doğurganlığı teşvik etmek üzere kadın çalışanlara izin ekleri ve kolaylıkları getirilmiştir.

Sağlık Bakanlığı, sağlığa zararlı olmayı sürdürmektedir..
Bu çok hazin bir olageliştir (tecellidir) ve karamizah kuyusudur..
Ancak yalın akıl, bu akıl ve bilim dışı gidişin hızla durdurulması gerektiğini buyurmaktadır.
İmmanuel Kant‘ın 1784’lerde yazdığı ünlü makalesindeki uyarıları yankılanıyor kulaklarımızda:

SAPERE AUDE… SAPERE AUDE..(Aklını kullan… aklını kullan…)

Sevgi ve saygı ile.
29 Ocak 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net 
profsaltik@gmail.com

Damadını, avukatını, doktorunu, metin yazarını, muhasebecisini, okul arkadaşını, asker arkadaşını, makam şoförünü milletvekili yaptı..

Dostlar,

Araştırmacı gazeteci -yazar geleneğini sürdüren çok yetenekli yazarlarımızdan biri,
görüşlerini paylaşmayan pek çok çevrenin de hakkını vererek onayladığı Yılmaz ÖZDİL..

Yazıları gerçekten birbirinden öğretici, düşündürücü ve de en önemlisi sorgulatıcı..
İnsanlık SORGULAMAYI öğrendiğinde, Kurtuluş Güneşi ufuklarımızda
yükselmeye başlayacak.

Bize göre bir insana verilecek en büyük armağan; SORGULAYAN AKIL kazandırmaktır.
Ama Türkiye, ezberci eğitimle ZİHİNSEL SOYKIRIM uygulamakta.. AKP ile iyice hızlandı.
onbinlerce bebe Kuran’ı ezberlemeye, Hafız olmaya zorlanıyor, bu soykırım teşvik ediliyor.
Binlerce Kuran kursunda onbinlerce çocuk öğrenci.. İnsan ve çocuk hakları ayaklar altında.

Kuran’ı anlayarak öğrenmeye / öğretmeye dönük kurslara neden pek rastlamıyoruz ??

Aydınlanma öncülerinden Alman felsefeci İmmanuel Kant‘ın feryadı kulaklarımızda :

  • SAPERE AUDE, SAPERE AUDE, SAPERE….AU…
    (Aklını fark et, aklını kullan, aklını kullan…)G20 Türkiye-2015 Doruğu’nun ardından yine dağ fare doğurdu denebilir.. Ancak bu yargı beklentinize bağlı. Doğrusu biz düş kırıklığına uğramadık, çünkü -sanırız- beklentilerimiz gerçekçi idi, yani Dünya Barış ve gönenci için anlamlı bir somut katkı veya gelecek için
    uygulanabilir çözüm önerileri zaten beklemiyorduk.
  • RTE egosunu biraz daha besleme olanağı buldu, dileriz bir süre idare eder ve bu arada
    doğru şeyler yapılır Türkiye’de.. Kısa süre sonrasını bilemiyoruz.. Narsisistik kişiliklerin onmaz ego doyumsuzluğu sorununun çözümsüzlüğü için sıradan bilimsel yazına (literatüre) bakılabilir.
    (DSM V’te Narsisistik Kişilik Bozukluğu  olarak tanımlanıyor. İngilizcesi “Narcissistic Personality Disorder” ancak.. bu “Disorder” karşılığı “Bozukluk” dendiğinde kimi cevval savcılar salt bu gerekçe ile hakaret davası açabiliyor!.. Ne günlere kaldık!??)26. genel seçimlerde RTE kimleri aday yaptı ve TBMM’ye taşıdı, Kanada ile karşılaştırmalı olarak Özdil’in yazısından ibretle okuyoruz.. Özellikle son paragrafı :
  • “Bizim asrın lideri ise… Damadını, avukatını, doktorunu, metin yazarını, muhasebecisini,
    okul arkadaşını, asker arkadaşını, makam şoförünü milletvekili yaptı.
    Bana sorarsanız G20’nin en önemli sonucu budur. Elalem, astronotu tercih etti. 

    Bizim ahali, bizimkinin şoförünü.”Sevgi ve saygı ile.
    18 Kasım 2015, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

    ========================

    G 20

Yılmaz Özdil Yılmaz ÖZDİL
SÖZCÜ, 17.11.2015

Annesi hippi’ydi. Nerde akşam orda sabah takılıyor, esrar kullanıyordu. Babasıyla birlikte olmaya başladıklarında henüz reşit değildi, 17 yaşındaydı. Aralarında 30 yaş fark vardı.
Nikah masasına oturduklarında, annesi 22 yaşında, babası 52 yaşındaydı.
*
Üç çocukları oldu ama, üç çocuk annesi hâlâ ele avuca sığmayan bir çiçek kız’dı.
Resmi davetlere sutyensiz gidiyor, süper mini giyiyor, üstelik külot giymiyor, kahkahayla
frikik veriyordu. Skandallar kraliçesiydi, paparazzi ordusuyla geziyordu. Mesela… Rolling Stones konserine gitti, çıkışta buhar oldu, nerede olduğu bilinmiyordu, geceyi Mick Jagger’la geçirdiği konuşuluyordu. Gazeteciler sabaha kadar otel otel aradı. Ertesi gün anlaşıldı ki,
Mick Jagger’la değil, Rolling Stones’un gitaristi Ronnie Wood’la beraber olmuştu.
*
Neticede, çocuklarını kocasının başına bıraktı, evi terketti. New York’un efsane gece kulübü Studio 54’ün müdavimlerinden oldu. Bir gece Andy Warhol’un kolunda, bir gece Mikhail Baryshnikov’un yanında, bir gece Truman Capote’nin masasındaydı. Sosyete dergilerinin kapaklarındaydı. ABD Başkanı’nın kardeşi, senatör Ted Kennedy’yle aşk yaşadı.
Jack Nicholson’la aşk yaşadı.
*
Diyeceksiniz ki, annesi bunları yaparken, annesinden 30 yaş büyük babası ne yapıyordu?
Gelmiş geçmiş en büyük zamparalardan biriydi. Barbra Streisand’la aşk yaşadı. Mick Jagger’ın eşi Bianca Jagger’la aşk yaşadı. Sex and the City’den tanıdığımız Kim Catrall’la yattı.
Klasik gitarın first leydisi olarak bilinen Liona Boyd’la yattı. Grammy ödüllü şarkıcı Gale Zoe Garnett’le yattı. Superman’i boynuzladı kardeşim… Superman filminde Superman’in
kız arkadaşı Lois Lane’i canlandıran Margot Kidder’la beraber oldu.
*
Görüldüğü gibi, annesiyle babası cümle alemle yatıyor, bi tek birbirleriyle yatmıyorlardı…
E nihayet boşandılar.
*
Babası, çocukların velayetini aldı. Annesi bir başkasıyla evlendi, iki çocuğu daha oldu,
gene boşandı. Babası, 2000 senesinde öldü. Babası hastanedeyken, annesi geldi, günlerce başucunda oturdu, son nefesini verene dek elini tuttu. Çünkü aslında, başka kollardayken bile birbirlerini seviyorlardı, ruhen birbirleri için yaratılmışlardı ama, evlilik onlara göre değildi. Jenerasyon farkı da, tuz biber ekmişti.
*
Annesi şu anda 67 yaşında… Yüreğindeki fırtınaları dindi, nihayet duruldu. Sivil toplum örgütlerinde çalışıyor. Gençliğinde ihmal ettiği çocuklarıyla ve torunlarıyla mutlu bir
babaanne olarak yaşıyor.
*
Kim bu insanlar diye merak edersiniz?
*
Hani, G20 zirvesinin en dikkat çekici ismi, Kanada başbakanı Justin Trudeau var ya…
İşte O’nun ebeveynleri. (AS: ebeveyn : anababa!)
*
(Babası Pierre Trudeau, kendisi gibi, Kanada başbakanıydı. 14 yıl  iktidarda kaldı.
Fransa yanlılarını yenilgiye uğrattı, Kanada’nın bölünmesini engelledi. Ülkesinin Birleşik Krallık’tan fiilen ayrılmasını sağladı, Kanada’nın tam bağımsızlığını ilan etti. Hem kendisinin, hem de eşi Margaret’in çalkantılı özel yaşamına karşın… Kanada tarihinin en başarılı başbakanıydı.)
*
(G20 ülkelerine bakarsak… Almanya’nın Cumhurbaşkanı Gauck, evli ama eşinden ayrı yaşıyor, kendisinden 20 yaş küçük sevgilisi var, saklamıyor, resmi gezilere bile sevgilisiyle gidiyor. Rusya Devlet Başkanı Putin, kendisinden 30 yaş küçük jimnastikçi sevgilisi yüzünden 30 yıllık eşinden boşandı. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, eşini sevgilisiyle aldattı, sevgilisini de yeni sevgilisiyle aldattı, kadınlar birbirine girdi, adamın özel yaşamı öylesine karışık ki, anca grafikle anlatılabiliyor. ABD eski başkanı B. Clinton, stajyer Monica’yla enselendi, eşi Hillary boşanmadı, Dışişleri Bakanı oldu, seneye Başkan olabilir. Çünkü… Gelişmiş ülkelerin milletleri, kim kiminle yatmış, ilgilenmiyor. Milletin orasına koyan var mı, ona dikkat ediyor!)
*
Kanada’ya dönersek…
Üç yaşındaki Aylan’ın cansız bedeni Bodrum sahilinde karaya vurana kadar, Kanada’da muhafazakar hükümet vardı. Aylan’ın halası Kanada vatandaşıydı, Aylan’ın babası Kanada’dan sığınma talep etmiş, reddedilmişti, mecburen çocuklarıyla birlikte bota binip Yunan adasına geçmeye çalışmıştı. Aylan’ın tüm dünyada manşet olan fotoğrafı, Kanada’da hükümetin değişmesine neden oldu, Justin Başbakan oldu. Kanada halkı, hükümeti cezalandırmıştı.
*
Türkiye’de ise… Aylan öldü, bizim hükümetin oyları arttı. Kanada halkı cezalandırırken,
bizim muhafazakar ahalimiz ödüllendirmişti!
Aylan’ın ölümü, Kanada’da bardağı taşıran damlaydı. Çünkü, muhafazakar iktidar döneminde, Kanada’nın borcu artmış, yolsuzluk iddiaları ayyuka çıkmıştı.
Türkiye’de ise… Ayakkabı kutularından dolarlar, yatak odalarından para kasaları fışkırdı, muhafazakar ailelerde büyümüş muhafazakar siyasetçilerimiz alenen hırsızlıkla suçlandı, muhafazakar iktidarımız oy patlaması yaptı.
*
Justin Trudeau hükümet kurdu, kadın-erkek eşitliği fıtrata ters değil dedi, 30 bakanlığın 15’ini kadınlara verdi. Irk, din ayrımı yapmadı, bakanları arasında Afgan kökenli de var, kızılderili kökenli de var, müslüman da var, ateist de var. Nobel Barış Ödülü sahibi profesörü teknoloji bakanı yaptı. Afganistan’da Bosna’da vuruşmuş, madalyalı savaş kahramanı subayı savunma bakanı yaptı. Maganda kurşunuyla rastgele vurulan ve tekerlekli sandalyeye mahkum olan avukatı gazi işleri bakanı yaptı. Görme engelli, olimpiyat madalyalı, paralimpik yüzücüyü, spordan ve engellilerden sorumlu bakan yaptı. Uzay mekiğiyle bir değil, üç kez uzaya çıkan astronotu, ulaştırma bakanı yaptı.
*
Bizim asrın lideri ise… Damadını, avukatını, doktorunu, metin yazarını, muhasebecisini, okul arkadaşını, asker arkadaşını, makam şoförünü milletvekili yaptı.
Bana sorarsanız G20’nin en önemli sonucu budur.
Elalem, astronotu tercih etti. Bizim ahali, bizimkinin şoförünü.
===============

Prof. Dr. Rennan Pekünlü’nün yargılanmasına devam

Prof. Dr. Rennan Pekünlü’nün yargılanmasına
yarın devam edilecek

Cezaevi’nde 4 ay 16 gün kalıp tahliye olduktan sonra dört türbanlı öğrencinin daha şikâyeti üzerine yeniden yargılanmaya başlayan Prof. Dr. Rennan Pekünlü’nün duruşmasına yarın devam edilecek. İlk yargılamanın adil yapılmadığı iddiasıyla AİHM’e başvuran ve başvurusu kabul edilen Pekünlü’nün yargılanması hakkında, “AİHM’deki davanın bekletici mesele olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğine” yarın karar verilecek.

Ahmet Çınar
17 Eylül 2015

Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü’nde görev yaparken türbanlı öğrencilere Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve AİHM kararlarını hatırlattığı için türbanlı bir öğrencinin şikâyeti üzerine “eğitim özgürlüğünü ihlal”gerekçesiyle yargılanan, 2 yıl 1 ay hapis cezası alan ve 4 ay 16 gün Foça Cezaevi’nde yatan Prof. Dr. Rennan Pekünlü, dört ayrı türbanlı öğrencinin daha şikâyeti üzerine benzer bir davadan yargılanmaya devam ediyor. Pekünlü’ye açılan ikinci davanın duruşması 30 Haziran 2015’te İzmir 9. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülmüştü. Ancak Pekünlü“ilk davada adilane yargılanmadığı”iddiasıyla AİHM’e başvurmuş, AİHM başvuruyu kabul etmişti. Pekünlü’nün yarınki duruşmasında, “AİHM’deki davanın bekletici mesele olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğine” karar verilecek.

AV. ÜLKÜ: MAHMEKE“BEKLETİCİ MESELE”HAKKINDA KARAR VERECEK

Pekünlü’nün avukatı Murat Fatih Ülkü soL’a yaptığı açıklamada;

Geçen duruşmada biz 9. Asliye Mahkemesi’ne iki sebepten ‘bekletici mesele’ başvurusu yapmıştık. İlki AİHM’de süren ve müvekkilimin ceza alıp hapiste yattığı ilk davada yargılamanın adilane olmadığı iddiasıyla açtığımız davaydı. İkinci ise olayla ilgili Ege Üniversitesi’nde süren soruşturmanın halen devam ettiği gerekçesiyle ‘bekletici mesele’ başvurusu yaptık. Yarın İzmir 9. Asliye Ceza Mahkemesi, bu iki nedenin ya da iki nedenden birinin ‘bekletici mesele’ olup olmadığına karar verecek. Bekletici mesele olarak değerlendirip davayı bekletmeye de alabilir ya da karar  verebilir. Yarınki duruşmada göreceğiz.” dedi.

Prof. Dr. Rennan Pekünlü başvurusunu AİHM kabul etti

Rennan Hoca’nın davası 18 Eylül’e ertelendi

PROF. DR. RENNAN PEKÜNLÜ DAVASI NEDİR?

Türbanlı öğrencilerine AYM, Danıştay ve AİHM kararlarını hatırlatan Prof. Dr. Rennan Pekünlü’ye “öğrencileri sınıfa almadığı” iddiasıyla dava açılmış, İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 13 Eylül 2012’de verdiği karar sonucunda Pekünlü 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Türkiye’deki akademi ve bilim çevreleri cezanın haksız olduğunu iddia ederek infazın ertelenmesi ve yeniden yargılanması için imza toplamış fakat cezanın infazı durdurulmamıştı. Dava sürecinde üniversitedeki görevinden alınan ve emekliye ayrılan Pekünlü, Kasım 2014’te Foça Açık Cezaevi’ne girmişti. 4,5 ay sonra tahliye olan Pekünlü aleyhine başka dört türbanlı öğrenci aynı iddiasıyla yeni bir dava açılmıştı. Pekünlü şimdi de benzer iddialarla İzmir 9. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaktadır. Öte yandan Pekünlü, avukatı aracılığıyla ilk davadaki yargılamanın adilane olmadığı iddiasıyla AİHM’e başvurmuş, başvurusu kabul edilmişti.

=========================

Dostlar,

Türkiye’nin yüz kızartıcı durumlarından biri..
Bu sitede Pekünlü olayı ile ilgili 10’dan az olmayan yazı yazıldı.

Dreyfus davasını geçmiştir.
Yapılan zulümdür, kasıtlı bir gözdağıdır.
Türkiye’nin dincileri “surda gedik” açtırmamaktadır; taktik budur. Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere yüksek yargı kararları hatta içtihatları ayaklar altındadır.Bu mahkemeler kendi içtihatlarını çiğnemişlerdir.

AİHM yarın “hak ihlali” derse maddi – manevi tazminatı Devlet ödeyecek. Bu kararı veren yargıçların sorumluluğu olmayacak mı? Yargıçlık makamı tüm sorumluluklardan bağışık mıdır? Prof. Pekünlü dincilerin gazabına uğramış ve günah keçisi ilan edilerek linç edilmek istenmektedir.

Bu süreçte TÜMÖD Ege Üniversitesi temsilcisi Prof. Kayhan Kantarlı hoca, ileri yaşına karşın çok büyük çaba göstermiştir, kendisine şükran borçluyuz. Ege Üniversitesi rektörlüğünün dava sırasında mahkemeye gerekli belgeleri sunmaması hatta yanıltıcı belge yollaması ayrı bir utanç kaynağı. O makma açılan dava ise bitmeyip sürüyor.. Rennan hoca için ise “hüküm” hızla geliyor?!

AİHM’ni daha hızlı karar vermeye, Türk yargısını da insaf ve adalete çağırıyoruz.

Rennan hocaya dayanışma duygu ve düşüncelerimizi sunuyoruz. Türkiye elbette bu sözde İslam Ortaçağı‘nı da aşacaktır.. Batı’da olduğu gibi, birkaç yüzyıl gecikmeyle olsa da..

Paris Karnaval Müzesinde sergilenen insan derisi ile kaplı anayasaları anımsamadan edemiyoruz…

Vah insanlık vah… insanlık hala emeklemekte..
Aklını farkedip yaşamı sorgulamamakta..
İmmanuel Kant‘ın feryatları da kulaklarımıza yankılanıyor !

SAPERE AUDE, SAPERE AUDE..
(Aklını fark et, aklını kullan..)

Sevgi ve saygı ile.
17 Eylül 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com