Etiket arşivi: Pir Sultan

2 Temmuz’a dair 3 Şiir…

ŞİİR KÖŞESİ..

 

Dr. Serdar Koç

2 Temmuz’a dair 3 Şiir…

TEMMUZ AĞITI
(Cuma Cinayetleri)

-I-
alev ve duman soluması
ölümün son dizeleriydi
haksız
dayanaksız
saçma

“ben ölürsem sen bana sahip çıkarsın
sen ölürsen ben sızarım”
diyordun Metin Altıok
esrik bir yaz akşamı
yaşama ilişkin

temmuz cuması gün ortası
yangın ayazında donmak değil

pusatsız
berzah
berzah

-II-
“öldüğümde
doğduğum yere gidiyorum
yıllarca süren bir hasret ve bilinmezliği
işte böylesine yeniyorum”

yangın ayazından önce
en son kâhin dizeleri
bir peçeteye yazdığın

okuyorum
yüreğim ezilerek
Uğur Kaynar
sevgili dostum

“oysa
oldum olası
yerleşik yabancısıyken ben
bu ülkenin
ne de güzel yalnızdım”

-III-
hoşça kal
Behçet Aysan bilge kâhin

“sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde ölürüm…”

“gidiyorum
bu şehri bu yağmuru
bu düşleri
bu aşkı bu kavgayı bu kederi
size bırakarak”

“o kadar düşündüm ki seni
gerçekliğini yitirdim”

kendi külünde devinen
“yanık otlar gibi”

artık ben de ölürüm

-IV-
otopside
iç cebinden çıkan dizeler
Serkan Doğan’ın

ölümü karşılarken yazdığı
yangın ayazında

“yanıyorum
anam sakın ardımdan ağlamasın
Ali’yim ben
Pir Sultan yoluna ölüyorum
başıma kızıl bağla
arkamdan sakın ağlama”

rastlantıyla
canlı bulundu
morgda
kardeşi Serdar Doğan
bir gün sonra

“çekerken yazgı kurasını”
payına düşen bu onun da

-V-
son okuduğu kitabın
sayfaları arasından
kurumuş bir gül yaprağı
çıktı canım Asuman’ın
kardeşi Yasemin ile
kucak kucağa ölürken

yangın ayazında yiten
kül olan defterler gibi

-V-a
gülüşün de dondu mu?
çocuk
yangınlar ayazında
gül yüzünde güller açmaz
öpücükler kanatlanmaz mı artık

oniki yaşındaki delikanlı
Koray arkadaş
ey musahip yoldaş
gardaş can
kehri akik

-V-b
ablanla
bir meleğin iki kanadısınız
ay şafağında
sönümsüz bir
Menekşe alevi
bundan böyle

senden
hep iki yaş daha büyük
kalacak olan
ablanla el ele
tutuşarak
yangın ayazlarında

-VI-
“rüzgarın kanatlarına binip gitti Hasret”
anacığının yüreğinde
………………….

“her şey birden yaşandı ve bitti”

… ……………… .
düşümde gördüm seni
“kendi kitabımızı kendimiz yazmaya geldik”
diyordun bana
……………………

“devlete çok güvendik”
dediler
“bizi ve çocuklarımızı bu güven yaktı”
aileler
……………………..

“artık hiçbir şeye inanmıyoruz”
………………………

-VII-
bir kentin nasıl düşürüldüğünü
gördük o gün Sivas’ta hep beraber
“allahüekber allahüekber”
zamanın çukurlaştığı saatler

hani ne kaldı yarına
hangi insani değerler
artık hiçbir tanrının ulaşamadığı
yaygaranızdan geriye

-VIII-
yakılan değil yaktırandı
çarmıha gerilen değil
asıl acınası
topografyasız tarihi
imgesiz coğrafyası

önce sen kendini sorgula
merhamet değil
yardım ya da
dolmadan kuyular taşla
ermeden göğe başları
ey yanıtsız sorular utancı

-IX-
Ankara’da
asfalt eriyordu
doksanüç temmuzunda
yaz kederinden

kanım iliğim buharlaşıyordu

siz hangi bedeli ödeyeceksiniz
“bay yargıç”
biliyor musunuz konu bu

mutsuz ve iktidarsız bir halka rağmen iktidar
suratı duvar
yüreği buz

-X-
sayfalar kitaplar boyu
ne de çok yalnızız şimdi
yokluğun dayanılmaz
ağırlığı altında…

Serdar Koç
(TEMMUZ AYAZI, Ağustos 2000, Gelenek Yayınları)
***

TEMMUZ AYAZI

-masallara su verirdi yurdum
destanlar koynumuzda büyürdü-

-I-
durdu bir an
dinledi kendisini kırık vazo
ah ne yazık ki o an
o sonsuz an
dağıldı kainata paramparça

ha var ha yok
olası ömrüm
elveda
kalbim elveda
sonsuz elveda

yer çekimsiz
ağırlıksız
ivmesiz

-II-
bir kez daha
nesnelerin adını yeniden koydum

tanımlayabilmek için
içimdeki yangını
çağıldayan sulara
kapıp koyuverdim kendimi

bir kez daha
bulabilmek için seni

-III-
aşkla ilgili ne bilirdim ki
neydi ki zaten
asılsız böbürlenmelerle
ve kof inançlarla dolu bellek
bir yumrukta indi aşağıya cam çerçeve
tuz buz oldu uğundu
gözlerimi buz kesti yüreğim buydu

parçalandı gece sabahlara kadar
yıldızlarla öpüşen dudaklarım
kalbim delice parçalandı
yemyeşil bir dal kırıldı içimde
bir çığ uçurum
bir dağ boşluğu

gel dolaşalım tüm kenti
hiç konuşmadan
bu keder yüreği dağıtmadan

tüm zamanı gördük o gün
zaman yoktu
sonsuz sayıda insan
insan yoktu

-IV-
zamanın aynasında sallanan bu şehir
bu toz
bu kül
bu buğu
bu şamdanların aydınlattığı tül
saçının tellerine bağlı
titrer rüzgarda

hüzün
ki en uzun şiiridir kalbimin
ben günde yüzbin
şiir yazsam da

-V-
sevgiler düşünde öldüm
öldüm dirildim
ben seni geçen yüzyıl da sevmiştim
anımsa
beni sevdiğini bilirsem
hep mutlu ölürüm
çiçekler ve aşklar sınırında

hep bu günümde kal
kal yollarda
tüm aynaları kır ve yok ol kalbim
yok ol bir daha

ben seni gelecek yüzyıl da sevmiştim
anımsa
bekle yollarda bekle bir daha

-VI-
ateşe ve suya gömülmüş gölgeler
geçmişi anlatır mavi gök kara gece
anımsa dostum
iki yeğeninin ölümlerini teşhise gitmiştin de

insanların taşlanarak yakıldığı
gözlerini kan bürümüş -devletli-
dindar bir “cinnetin” ikinci günü

Tıp Fakültesi Morgu’nda Sivas’ta
büyüğü ondokuzunda onaltısında diğeri
iki güzelim inci tanesi nasıl da düşüvermişti
semah ekibinden tel duvak kefenlere
nasıl bir duyguydu anımsa

“Pir Sultan kızıydım ben de Banaz’da”

-VII-
gecelerken morg kapısında
sigarayı yumuşat parmaklarında
yak bir daha
bir daha tükensin gece
gece tükensin ömrüm kederde
ateş ağzıma gelsin dayansın bir daha
bir daha sivas’ı anlat bana
yıldızlarla delik deşik bir gece
dilimde otuzyedi kırbaç izi

“Pir Sultan kızıydım ben de Banaz’da
Dedemi astılar kanlı Sivas’ta”

-VIII-
ah ellerim ayaklarım bağlı
üşür gözlerim
üşür gözlerim
üşür gözlerim

bu yangın ayazında
ısınır mı gözlerim
yüreğim ısınır mı bir daha

damla
damla
kanarken
acı

ey iki yüzlülük ey onursuzluk!

(eti yakan ateş değil)

Serdar Koç
(TEMMUZ AYAZI, Ağustos 2000, Gelenek Yayınları)
***

YANGIN AYAZI

karanfil bastım yarama
al karanfil acılandı

kendi tarihi altında ezildi kent
bin yıllık bir çınar kökünden sökülürcesine
kılıçlar çekildi vicdanlar sustu
ey ölümün sessiz çığlığı

en ince ayrıntısına
en kılcal dereden
en ıssız kuytuluğa

kayalardan fışkıran çiçek
uçurum diplerini öpen su
ey gözyaşı

düzlükleri köpürte köpürte
kanatlanmış bir küheylan
kıyılarını kaybetmiş de denizin
kalbimin…

Sivas Sivas yanar
Sivas Sivas üşür gözleri

Serdar Koç
(TEMMUZ AYAZI, Ağustos 2000, Gelenek Yayınları)
***

Halil Çivi şiiri : KİMLİK

ŞİİR KÖŞESİ…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

 

KİMLİK

Düşüncesi çağdaş, insanı fakir,
Alevi soyundan gelen bir canım.
Her çağda her derde deva bir fikir,
Üretip söyleyen çağdaş insanım.
Xxx
İnsanlığın insan kalan özüyüm,
Adem, Musa, Muhammed’in iziyim,
Aklın ve bilimin somut yüzüyüm,
Bilim bahçesidir benim mekânım.
Xxx
Kerbela’da su vermedi, vurdular,
Her fırsatta kılıç çekti, kırdılar,
Tarih boyu benden hesap sordular,
İnancım uğruna çok aktı kanım.
Xxx
Enel-Hak deyince astılar beni,
Din dışı saydılar, kestiler beni,
Öldürüp kuyuya bastılar beni,
Nesimi göründüm, yüzdüler tenim.
Xxx
Sarı saza teller takan benidim,
Derdini türküye döken benidim,
Zalimlerden yaka silken benidim,
Bir ölüp bin doğan yüce soydanım.
Xxx
Ozan oldum boynuma ip taktılar,
Aydın oldum düşüncemden korktular,
Madımak’ta diri diri yaktılar,
Fikrim ölmez kül olsa da bedenim.
Xxx
İnsanlıktan yüce bir değer bilmem,
Zalimin, zorbanın yanında olmam,
Pir Sultan nesliyim , baskıdan yılmam,
İnancım uğruna çok aktı kanım.
Xxx
İslam’ı insanlık mayası bildim,
Biçimi bıraktım, özünü aldım,
Türkçe dua ettim, Türkçe saz çaldım.
Hacı Bektaş Veli muhibbindenim.
Xxx
İnsanlıktan geldim, insanla varım,
Sevgiyi en büyük erdem sayarım,
Kadını, erkeği eşit tutarım,
Yunus Emre oldu fikir sultanım.
Xxx
Helal olmayana uzanmaz elim,
Kini, iftirayı söylemez dilim,
Harama çözülmez, sağlamdır belim,
Böyle emretmiştir ahlakım, dinim,
Xxx
İnsana muhabbet vardır özümde,
Tüm ırklar, inançlar birdir gözümde,
Eğrileri bulamazsın sözümde,
Özü, sözü bir olana hayranım.
Xxx
Türkmen Aleviyim, Türk’ün hasıyım,
Türk dilinin ustasıyım, sesiyim,
Kemal Atatürk’ün öz bendesiyim,
Türkiye’dir ezel, ebet vatanım.
Xxx
Demokrasi benim özgürlük aşım,
Laikliği özümsedim, yurttaşım,
Al Bayrağa dost olanla kardeşim,
Yurdumun uğruna şehit yatanım.
Xxx
Halil Çivi kov hatayı sözünde,
Ayrımcılık yoktur senin özünde,
Büyük Atatürk’ün bilim izinde,
Gidenlerin yollarına kurbanım.
Xxx


12.07.2001 Nazili / AYDIN
Prof. Dr. Halil Çivi

TEMMUZ AĞITI (Cuma Cinayetleri) – Serdar KOÇ

MADIMAK ŞEHİTLERİNE AĞIT…

Dr. Serdar Koç ile ilgili görsel sonucu

TEMMUZ AĞITI 
(Cuma Cinayetleri)

-I-
alev ve duman soluması
ölümün son dizeleriydi
haksız
dayanaksız
saçma

“ben ölürsem sen bana sahip çıkarsın
sen ölürsen ben sızarım”
diyordun Metin Altıok
esrik bir yaz akşamı
yaşama ilişkin

temmuz cuması gün ortası
yangın ayazında donmak değil

pusatsız
berzah
berzah

-II-
“öldüğümde
doğduğum yere gidiyorum
yıllarca süren bir hasret ve bilinmezliği
işte böylesine yeniyorum”

yangın ayazından önce
en son kâhin dizeleri
bir peçeteye yazdığın

okuyorum
yüreğim ezilerek
Uğur Kaynar
sevgili dostum

“oysa
oldum olası
yerleşik yabancısıyken ben
bu ülkenin
ne de güzel yalnızdım”

-III-
hoşça kal
Behçet Aysan bilge kâhin

“ sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde ölürüm…”

“gidiyorum
bu şehri bu yağmuru
bu düşleri
bu aşkı bu kavgayı bu kederi
size bırakarak”

“o kadar düşündüm ki seni
gerçekliğini yitirdim”

kendi külünde devinen
“yanık otlar gibi”

artık ben de ölürüm

-IV-
otopside
iç cebinden çıkan dizeler
Serkan Doğan’ın

ölümü karşılarken yazdığı
yangın ayazında

“yanıyorum
anam sakın ardımdan ağlamasın
Ali’yim ben
Pir Sultan yoluna ölüyorum
başıma kızıl bağla
arkamdan sakın ağlama”

rastlantıyla
canlı bulundu
morgda
kardeşi Serdar Doğan
bir gün sonra

“çekerken yazgı kurasını”
payına düşen bu onun da

-V-
son okuduğu kitabın
sayfaları arasından
kurumuş bir gül yaprağı
çıktı canım Asuman’ın
kardeşi Yasemin ile
kucak kucağa ölürken

yangın ayazında yiten
kül olan defterler gibi

-V-a
gülüşün de dondu mu?
çocuk
yangınlar ayazında
gül yüzünde güller açmaz
öpücükler kanatlanmaz mı artık

oniki yaşındaki delikanlı
Koray arkadaş
ey musahip yoldaş
gardaş can
kehri akik

-V-b
ablanla
bir meleğin iki kanadısınız
ay şafağında
sönümsüz bir
Menekşe alevi
bundan böyle

senden
hep iki yaş daha büyük
kalacak olan
ablanla el ele
tutuşarak
yangın ayazlarında

-VI-
“rüzgarın kanatlarına binip gitti Hasret”
anacığının yüreğinde
………………….

“her şey birden yaşandı ve bitti”

… ……………… .
düşümde gördüm seni
“kendi kitabımızı kendimiz yazmaya geldik”
diyordun bana
……………………

“devlete çok güvendik”
dediler
“bizi ve çocuklarımızı bu güven yaktı”
aileler
……………………..

“artık hiçbir şeye inanmıyoruz”
………………………

-VII-
bir kentin nasıl düşürüldüğünü
gördük o gün Sivas’ta hep beraber
“allahüekber allahüekber”
zamanın çukurlaştığı saatler

hani ne kaldı yarına
hangi insani değerler
artık hiçbir tanrının ulaşamadığı
yaygaranızdan geriye

-VIII-
yakılan değil yaktırandı
çarmıha gerilen değil
asıl acınası
topografyasız tarihi
imgesiz coğrafyası

önce sen kendini sorgula
merhamet değil
yardım ya da
dolmadan kuyular taşla
ermeden göğe başları
ey yanıtsız sorular utancı

-IX-
Ankara’da
asfalt eriyordu
doksanüç temmuzunda
yaz kederinden

kanım iliğim buharlaşıyordu

siz hangi bedeli ödeyeceksiniz
“bay yargıç”
biliyor musunuz konu bu

mutsuz ve iktidarsız bir halka rağmen iktidar
suratı duvar
yüreği buz

-X-
sayfalar kitaplar boyu
ne de çok yalnızız şimdi
yokluğun dayanılmaz
ağırlığı altında…

Serdar Koç
(TEMMUZ AYAZI, Ağustos 2000, Gelenek Yayınları)

Ruhi Su’nun 35. ölüm yıl dönümü

Ruhi Su’yu 35. ölüm yıl dönümünde saygı ve özlemle anıyoruz…

Ruhi Su ve eşi Sıdıka Su türkü ve şiirlerle anılacak – Direnişteyiz!

O’nunla ilgili bir yazı paylaşalım…

SORARLAR BİRGÜN, SORARLAR

Yıl 1912.. Van’da doğdu..
Adı Mehmet’ti.. Mehmet Ruhi Su..
Küçük yaşta annesi ve babasını kaybetmişti..
Onları hiç tanımadı.. Neden kaybettiğini hiç bilmedi..
Kimsesiz kalmıştı.. Çünkü ne bir yakını vardı, ne akrabası..
Ne amcası, ne dayısı.. “İtten aç, yılandan çıplaktı..”
Ailesi artık Anadolu insanıydı.. “Hangi taşı kaldırsam anam babam..
Hangi dala uzansam Hısım akrabam..
Ne güzel bir dünya bu İyi ki geldim” derdi.
*  * *
Neden kimsesizdi?.. Neden tek bir yakını yoktu?..
Yıllar sonra Yalçın Küçük, Ruhi Su’nun Ermeni yetimi olabileceğini yazdı..
Bunun üzerine oğlu İlgin Ruhi Su, “Babamın 1912’de Van’da doğması, öksüzler yurdundan gelmesi, bugüne kadar hiçbir akrabasının çıkmaması düşünüldüğünde Ermeni olma ihtimali hayli yüksek” demişti.. Kendisi de yanıtını bilmediği bu soruyu “Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı çocuklardan biriyim.” diye yanıtlardı..
* * *
Ruhi Su’yu Adana’da çocuğu olmayan yoksul bir aileye verdiler..
1915 Ermeni tehcirinde ailesini yitirmiş yüzlerce “devşirme” çocuk gibi..
Bunlar amcan ve yengen dediler.. Onları öyle bildi..
Adana’nın İngiliz ve Fransız İşgalinde amcam ve yengem dedikleri Ruhi Su’yu terketti..
Bunun üzerine Öksüzler Yurdu’na verildi..
Müziğe meraklıydı.. Yurtta bağlama, keman çalardı..
* * *
Çok başarılıydı.. Öksüzler Yurdundan, önce Adana Öğretmen Okuluna, ardından Ankara’da Musiki Muallim Mektebi‘ne girmeyi başardı.
Yıl 1942.. Ankara Devlet Konservatuarını bitirdi..
Aynı yıl Hasanoğlan Köy Enstitüsü`nde müzik öğretmenliği yaptı..
Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’nda görev aldı.. Devlet Operasında çalıştı..
* * *
Yıl 1951.. Devlet, türkülerinden rahatsız oldu..
Komünist diye içeri attılar.. Sansaryan Han’ın en alt katındaki hücrelerde ağır işkence gördü..
Tabutluğa kondu.. Beş yıl hapis yattı… Ama yılmadı..

“Mahsus mahal derler kaldım zindanda
Kalırım kalırım dostlar yandadır..
Dirliğim düzenim dermanım canım
Solum sol tarafım imanım dinim.” dedi.
* * *
Yıl 1957, cezaevinden çıktıktan sonra Ankara Radyosunda iş buldu..
İşi kısa sürdü.. Kovdular.. Kovulma nedeni şu türküydü..

“Serdari halimiz böyle n’olacak..
Kısa çöp uzundan hakkın alacak..
Mamurlar yıkılıp viran olacak..
Akıbet dağılır elimiz bizim.”
* * *
Türküleri ünlendikçe, milyonlara ulaştı.. Düşmanı da çoğaldı..
Devlet ve egemen sistem onu hiç rahat bırakmadı.. Uzun süre işsiz kaldı..
27 Mayıs darbesi kulüplerde yabancı şarkıların sahne almasını yasaklayınca, gece kulüplerinde türkü söyledi..
* * *
Yıl 1962..
Yapı Kredi Yayınları için 5 yıllık bir çalışmayı tamamlayıp, taslağı banka yetkililerine teslim etti..
Banka kitabı bastı ama kitabı hazırlayan ve yazan Sadi Yaver olarak görünüyordu..
İsyan etti.. Emeği sömürülmüştü.. Mahkemeye gitti, kazandı..
Ama Yapı Kredi Bankası kitabın 2’nci baskısını yapmadı.

“Bir gece kulübünde bugün
Kırk bin, elli bin liradır
Bir Zeki Müren dinletisi
Ve elbette güzeldir canım
Emeğin değerlendirilmesi

Ama benim memleketimde bugün
İnsan kanı sudan ucuz
Oysa en güzel emek insanın kendisi
Kolay mı kan uykulardan kalkıp
Ninniler söylemesi”
* * *
Yılmadı.. Türküleri sevdanın ve kavganın sesiydi..
Toplumsal olaylara duyarsız kalmadı..
Yıl 1969.. Kanlı Pazar..
16 Şubat’ta İstanbul Taksim Meydanı’nda ABD’nin 6. Filo’sunu protesto etmek için 76 gençlik örgütünün toplandığı sırada devlet tarafından öldürülen gençlere türkü yaktı..

“Bu Meydan Kanlı Meydan
Ok Fırladı Çıktı Yaydan
Kalkın Ayağa, Kalkın
Biz Şehirden, Siz Köyden.”

Halkı isyana teşvikten yargılandı..
* * *
Yılmadı.. Yıl 1975.. Dostlar Korosunu kurdu..
Anadolu Halk Müziğine büyük katkılar verdi.
Çok sesli müziğin gelişmesinde önderlik yaptı..
Başta Pir Sultan ve birçok ozanın deyişlerini türkü yaparak, Alevi kültürünü milyonlara sevdirdi..

“Benim kabem insandır
Kuran da kurtaran da
İnsanoğlu insandır.”

dedi, dinsizlikle suçlandı.
* * *
Yılmadı.. Yıl 1977.. 1 Mayıs katliamına haykırdı :

“Şişli Meydanında üç kız
Biri Çiğdem biri Nergis
Vuruldular güpegündüz
Sorarlar bir gün sorarlar.”

* * *
Yılmadı.. Kahramanlık türküleri çaldı.. Estergon Kalesi, Çanakkale içinde Aynalı Çarşı..
Ankara’nın taşına bak, Kuvai Milli destanı.. Ezilen Anadolu halkının sesi oldu..

“Dostlarım, kardeşlerim, canlarım
Kaldırın başlarınızı..
Suçlular gibi yüzümüz yerde
Özümüz darda durup dururuz
Kaldırın başlarınızı yukarı.”

* * *
Yıl 1980.. Türkiye’de 12 Eylül darbesi oldu..
Ruhi Su kemik kanserine yakalandı.. Tedavi için yurtdışına gitmesi gerekiyordu..
Pasaport vermediler.. Askerler yurt dışına çıkmasını engellediler..
“Ölsün” dediler.. 1985 yılında öldü..

“Ağaç demiş ki baltaya,
Sen beni kesemezdin ama
Ne yapayım ki sapın benden
Bak şu ağacın bilincine sen
Ölen ben, öldüren benden.”

Geride 16 adet 45’lik plak ve 11 adet uzunçalar, yüzlerce öğrenci, milyonlarca hayran bıraktı..
* * *
Cenaze töreni 12 Eylül’den sonra ilk toplumsal protestoya dönüştü..
Güvenlik güçlerinin tüm engellemelerine rağmen onbinler Şişli Camisi’ne aktı..
Medyanın cenaze törenini görüntülemesi engellendi..
Cenazesi Şişli’den Zincirlikuyu’ya giderken, onbinler haykırdı : “Ruhi Su’lar ölmez”
Ön sıralarda haykıranlar gözaltına alındı.. Tam 163 kişi hakkında soruşturma başlatıldı..
Devlet memuru olanlar işinden atıldı..
* * *
Yıl 1990.. Zincirlikuyu’daki mezarı kimliği belirsiz kişiler tarafından saldırıya uğradı..
Saldırganlar mezar taşını kırmaya çalıştı.. Başarılı olamayınca kurşunladılar..
Saldırganlar hakkında soruşturma bile açılmadı.. Dosya kapatıldı..
* * *
Yıl 2010..
Devletin el üstünde tuttuğu, Kaçak Saray’a övgüler yağdıran Hülya Avşar kendi TV programında Cem Karaca’nın eşi İlkim Karaca’yı konuk ediyordu.. İlkim Karaca, adının konservatuvarda Ruhi Su tarafından konduğunu söyledi. Bunun üzerine Hülya Avşar, “O’na da buradan selam yollayalım” dedi. Karaca’nın “Ruhi Su öldü, hem de 25 yıl önce” sözleri üzerine şaşkına dönen Avşar, “Aaaa öyle mi.. Nur içinde yatsın o zaman” diye konuştu..
* * *
Bugün 20 Eylül..
Ruhi Su’nun ölümünün 35. yıldönümü..
Nazım Hikmet‘in sözüdür :

  • “İnsanların türküleri kendilerinden güzel, kendilerinden umutlu, kendilerinden kederli,
    daha uzun ömürlü kendilerinden
    .”

Ruhi Su’nun türküleri ölümsüzdür..
Çünkü Ruhi Su, dev bir çınardır; kökü Anadolu topraklarındadır..
Çünkü Ruhi Su, ulu bir dağdır; Ağrıdır, Munzurdur, Erciyestir, Spildir..
Hasan Dağı gibi dimdik ve Anadolu’nun ortasında her an patlamaya hazır bir volkandır..
Çünkü Ruhi Su, sudur; Kızılırmaktır, Yeşilırmaktır, Sakaryadır..
Dicledir, Fırattır, Çoruhtur.. Anadolu’nun her yerinde gürül gürül akmaktadır…
Çünkü Ruhi Su, çeliktir.. .. ve çelik, aldığı suyu unutmaz..
Birgün mutlak hesap sorar..

“Sabahın bir sahibi var
Sorarlar bir gün sorarlar
Biter bu dertler, acılar
Sararlar bir gün, sararlar”

****
Ve bir ezgisini ekleyelim…

Ataol Behramoğlu : Cesaret ve isyan şiirleri

Cesaret ve isyan şiirleri

Ataol Behramoğlu
Cumhuriyet, 23.09.2917

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Bizim edebiyatımızda cesaret şiirleri denildiğinde aklıma en önce Şarkışlalı Âşık Serdari’nin “kısa çöp uzundan hakkın alacak” dizesinde ölümsüzleşen destan şiiri gelir… Sivas’ın Şarkışla ilçesinde 1834’te doğup 1918’de (kimi kaynaklara göre 1921 ya da 22’de) yaşamdan ayrılan Serdari, bu ünlü şiirinde 1886-87 yıllarındaki kuraklığı konu almış. Aşağıya giriş ve sonuç dörtlüklerini alacağım bu destan şiir, toplumsal adaletsizlik devam ettikçe bir cesaret ve isyan şiiri olarak gündemde kalmayı sürdürecektir…

Nesini söyleyim canım efendim
Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim
Arzuhal eylesem deftere sığmaz
Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim (…)

Serdari halimiz böyle n’olacak
Kısa çöp uzundan hakkın alacak
Mamurlar yıkılıp viran olacak
Akıbet dağılır ilimiz bizim

Pir Sultan’ın, Veysel’in hemşerisi Serdari’nin kehaneti doğrulanmış, şairin seksen yılı aşkın ömrünün süreçlerinde parçalanıp dağılması süren Osmanlı Devleti, yine Serdari’nin tanık olduğu Balkan Savaşları ve İlk Dünya Savaşı’nın yıkımları sonucunda da tarih sahnesinden çekilmiştir..
***
Bizim halk şiirimizin, dilimize, siyasal ve yazınsal tarihimize özgü nedenlerle, dünya halk şiirinin en yüce doruğunda bulunduğundan kuşkum yoktur.

“Ferman Padişahın, dağlar bizimdir” (Dadaloğlu,18-19. yy.) meydan okuyuşu, idam sehpasına giderken “Benden selam olsun ev külfetine / Çıkıp ele karşı ağlamasınlar” (Pir Sultan Abdal 15-16. yy.) gibi bir sesleniş, “Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” (Köroğlu, 16. yy.) gibi özdeyişsel dizeler, Türkçe ve şiir yaşadığı sürece var olmayı ve etkilerini sürdürecektir…
***
Namık Kemal (1840-1888) benim her zaman en ön sıradaki şairlerim arasında olmuştur. “Zalim avcıya hizmet etmekten köpekler zevk alır.” diyebilmek günümüzde de her babayiğidin harcı değildir… Ve çok zaman önce okuduğumdan bu yana hep ezberimdeki şu “rubai”ye bakın:

Zalim olsa ne rütbe bî-perva
Yine bünyad-ı zulmü biz yıkarız
Merkezi hâke atsalar da bizi
Küreyi arzı patlatır çıkarız…

(Zalim ne kadar pervasız olursa olsun/ Yine zulmün temelini biz yıkarız/ Yerin dibine de atsalar bizi/ Yerküresini patlatır çıkarız.)
Böyle muhteşem dizelerin, bir insanın kaleminden çıkmış olduğuna insanın inanası gelmiyor…
***
Ve Tevfik Fikret… Çağdaş şiirimizde cesaret ve isyan şiirinin en büyük öncüsü ve bence her anlamda gelmiş geçmiş en büyüğü: 

İnsanlığı pâ-mâl eden (çiğneyen, ayak altına alan) alçaklığı yık ez
Billah yaşamak yerde sürüklenmeye değmez

***
“O duvar, o duvarınız, vız gelir bize vız” diye haykıran Nâzım’dan, “Yürü üstüne üstüne / Tükür yüzüne celladın” çağrısının sahibi Ahmed Arif’e; “Kızılırmak”ın şairi Hasan Hüseyin’den “Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara” dizesinin şairi Metin Demirtaş’a, “isyan” sözcüğünü günümüz şiirinde belki ilk kez ve defalarca kullanan Nihat Behram’a kadar, geçmişten bugünlere büyük bir cesaret ve isyan şiirleri ırmağı akıp gelir ve dünya şiir okyanusuna karışarak devam edecektir… Yazıyı iki alıntıyla tamamlayayım… İlki benden olsun:

Sesime kulak ver gülüm
Tutsaklığa yeğdir ölüm
Nerde varsa böyle zulüm
Çaresi isyan olmuştur. 

Ve Leton şiirinin büyük ustası Yan Raynis’ten (1865-1929) dilimize çevirdiğim, “Gücümün Kaynağı” başlıklı evrensel bir cesaret ve isyan şiiri:

Umutsuzluk kaçar türkülerimden
Ölüm orada yer bulmaz kendine
Orada umut, direniş ve güç
Ateş, inat ve öfke

-Nasıl başardın bunu, şu günlerde
Acı kapı kapı dolaşmadayken?
-Gelecek düşüncesidir koruyan beni
Emekçi halktır bana güç veren.

============================================
Dostlar,

Sanatın gücü işte..
Zor zamanlarda şiire, edebiyata, sinemaya, tiyatroya, resime, yontuya da sarılmak gerek..
Aydın sorumluluğu ateşten gömlek..
“Gerçek Aydın” ın umutsuzluk – depresyon – çökkünlük hakkı yok..
Bunlar bize biraz “paralı askerliği” anımsatıyor.
Bilim terbiyesi, bilimsel yöntem ve us yürütme eğitimi alan AYDIN, kendini sınırlar sözcükleri ile.
Der ki; “…şu şu şu veriler bana şunları – bunları düşündürüyor...”
Nokta.
Ötesi yok.
Bilimsel öngörü ve çıkarımla sınırlı.
Ve de bu durum olumsuz ise nasıl müdahale edileceği?
Çöktüm, öldüm, bittim, benden bu denli, felaket.. gibi duygusal yaklaşımlara yer yok!

Dolayısıyla “Sistematik Felsefe ve Mantık” eğitimi herkes için zorunlu olmalı.
Toplumda depresyon vb. ruhsal sıkıntıları aşmanın bir yolu da “Sistematik Felsefe ve Mantık” eğitimi.

Bu arada, Rifat Ilgaz’ın “AYDIN MISIN?” şiirini anmamak haksızlık olabilir / olur..
Son dizeleri aktaralım yalnızca.. (tümü için tıklayınız :
http://ahmetsaltik.net/2014/07/08/turker-erturk-rifat-ilgazi-aniyoruz/)
…….

Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol

Ve de kadim Ahmed Arif’in görkemli ANADOLU şiirinden birkaç dize :

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne – üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.

Bu lanetli dönemi de geride kalacak ülkemizin..
Bilge hocamız Emre Kongar‘a saygı ile

DİREN LAİKLİK…
DİREN HUKUK DEVLETİ…
DİREN DEMOKRASİ!

Sevgi ve saygı ile. 23 Eylül 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Sonunda siz kaybedeceksiniz!

Sonunda siz kaybedeceksiniz!

portresi

Prof. Dr. Yakup KEPENEK
Cumhuriyet, 7.11.16

Cumhuriyet düşmanlığınız sınır tanımıyor! Gücünüzün zirvesindesiniz; devletin yasama, yürütme ve yargı erklerini; asker, polis güvenlik birimlerini; bilim ve ekonomi kurumlarını; kişi ve örgütleriyle sermayeyi; basın-yayını ve sokağı kendinize bağımlı kılmış olmanın özgüveniyle istediğinizi yapıyorsunuz.
Olağanüstü gücünüzü, Cumhuriyeti ve onun değerlerini sahiplenmiş olan aynı adlı gazeteyi yok etmek için kullanıyorsunuz.

Bunu başaramayacaksınız!
Çünkü insanlığın gelişme doğrultusuna uyum sağlayamıyor; giderek ona daha fazla ters düşüyorsunuz.
Öncelikle özgürlük ve demokrasi anlayışınız çağdışı. Özgürlüklerin temeli olan düşünce özgürlüğünün kökünü kazıdınız. Demokrasiyi de yalnızca sandık sonuçlarına indirgediniz. O kadar ki çok yakın bir zamanda getirmeye çalıştığınız başkanlık sisteminin değil içeriğini, yüzünü bile bu topluma göstermekten korkuyor, üzerini peçe ile kapatıyorsunuz.

Ekonomi anlayışınız çağdışı. Evet, yollar, köprüler, hanlar, saraylar yapmakta ustalaştınız. Ancak kapitalizm öncesi bir anlayışla sermayenin fiyatı olan faize düşmansınız; ama bilmiyorsunuz ki Hıristiyanlık yaklaşık 500 yıl önce faiz düşmanlığından vazgeçmeseydi, kapitalizm doğmazdı. Doğal olarak bugünkü kapitalizmin motorunun özgür bir ortamda yapılan araştırma ve buna dayalı teknolojik yenilik olduğunu kavrayamıyorsunuz.

Eğitim anlayışınızın çağdışı olduğunu yinelemeye bile gerek yok; bilimsel bilginin yol göstericiliğinden hızla uzaklaştırdığınız için, o daha da çağdışı.

Yerle bir ettiğiniz ve sonunda cezaların en ilkeli ve insanlık dışı olanı idamın ilmiğine astığınız adalet anlayışınız da çağdışı.

Adaletiniz, şort giydiği için bir kadını tekmeleyen o dindaşınıza ne yapacağını bilemiyor; yandaşlarınız sanat fuarlarını basıyor. Her gün binlerce kamu çalışanı, bir günde 163 bilim insanı işinden kovuluyor ve bunların hak arama yolları kapalı.

13 çalışanı gözaltına alınan ve bunlardan 9’u tutuklanan Cumhuriyet gazetesinin son soruşturmasıyla FETÖ sanığı bir savcıyı görevlendiriyorsunuz, kendileri bu ülke adaleti için tam bir talihsizlik olan Adalet Bakanınız bu bir talihsizlik diyebiliyor ve o savcı işini bitirmeden ikisi başsavcı vekili olmak üzere üç savcı daha görevlendiriliyor.

Gazetenin yıllarca ekmeğini yiyenlerden gelen saldırılar için söz Pir Sultan’ın:

  • “Şu ellerin taşı hiç bana değmez, ille de dostun bir tek gülü yareler beni.”

Çağdışı yönetim anlayışınızın geldiği son noktaya bakın. Ankara’nın bir ilçesinin kaymakamı Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne kayyım olarak atanıyor; ülkenin milletvekili sayısına göre üçüncü en büyük partisi HDP’nin eş genel başkanlarının da içinde bulunduğu 12 milletvekili gözaltına alınıyor, 9’u tutuklanıyor. Bu yapılanların toplumsal yaraları çok daha derinleştireceğini; toplumu iç çatışmaya götürebileceğini göremeyecek kadar gözleriniz kapalı.

Ülke yönetiminde etkinliğini her gün artırdığınız Diyanet, verdiği onca fetvadan sonra, Muhammed, Allah’ın Elçisi adlı İran yapımı sinema yapıtını eleştirecek gücü kendisinde buluyor. Ya bunun olası toplumsal sonuçları?

Yetmedi, bu iletişim çağında interneti kısıtlıyor; üniversite öğretim üyelerinin kendilerini yönetecek rektör için aralarında eğilim yoklaması yapmasını bile ellerinden alıyorsunuz.

Dış politikadaki yönetim yanlışlarınız saymakla bitmiyor.

Sonuç olarak; yalnızca bu kadar çağdışı olduğunuzdan da değil, asıl çağa ayak uyduramadığınızdan, insanlığın gelişme doğrultusundan tamamıyla çıktığınızdan başaramayacaksınız!

Cumhuriyetin aydınlığı kalacak, önünde sonunda bu toplumun tümünü yine bu Gazete ve diğer Cumhuriyeti savunanların çabalarıyla aydınlatacak, siz de kendi karanlığınızda kaybolacaksınız!
***
Cumhuriyet’in uğradığı saldırı sonrasında tanıdık, tanımadık onca insandan bana gelen destek ve dayanışma telefon ve iletileri için teşekkür ederim.
=================================
Dostlar,

Sayın Prof. Yakup Kepenek, ODTÜ’den emekli İktisat (Ekonomi) öğretim üyesidir.
Köy Enstitülerinin son kalıntılarından feyiz alarak yetişmiştir.

“TÜRKİYE EKONOMİSİ” adlı çok değerli yapıtı (ders kitabı) alanında bir klasik olmuş ve 1983’ten bu yana 33 yılda 27. baskısı yapılmıştır (bizdeki Mart 2014, Remzi Kitabevi).

Evet, AKP kadroları Türkiye’yi çağdışı bir karanlığa sürükleyemeyecekler.. Sona yaklaştılar..

Sevgi ve saygı ile.
09 Kasım 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

 

“OSMANLICA’ İNADININ ALTINDA NE VAR?”

Dostlar,

ADD BDK eski üyelerinden Sayın E. Alb. Cemil Denk‘in
“OSMANLICA’ İNADININ ALTINDA NE VAR?” başlıklı yazısını paylaşmak istiyoruz.

Dostumuz Sn. Denk, çarpıcı örneklerle hem Osmanlıcılık yapanlara ders veriyor,
hem de yaşamsal önemdeki Haziran 2015 genel seçiminde iktidarın değiştirilebilmesi için yurtseverleri göreve çağırıyor.

Sevgi ve saygı ile,
04.01.2015 

Dr. Ahmet Saltık
ww.ahmetsaltik.net

***

‘OSMANLICA’ İNADININ ALTINDA NE VAR?

Cemil Denk*

Birileri çıkmış; “Dedelerimizin mezar taşını okuyamıyoruz.” diyor.
“O mezar taşları bu ülkenin mührüdür. Mezar taşlarını okumayı bilmeyen bir nesil tarihini bilmez!”

“Osmanlıcanın liselere zorunlu ders olarak konulmasının” şart olduğunu söyleyip,
“isteseler de istemezlerse de öğrenilecektir.” diye dayatıyor.

Konu ilgimi çekti araştırdım: İngilizler de mezar taşlarını okuyamıyorlar; nasıl mı görelim;

William Shakespeare 1564-1616 arasında yaşamış, İngilizce’nin dünyaca kabul edilen,
en büyük şairi ve tiyatro oyunları yazarıdır. Shakespeare’in mezar taşındaki yazıları da günümüz İngilizleri okuyup anlayamıyorlar. Çünkü mezar taşındaki yazılar Latince!
Hem o günkü İngilizce bugünkü İngilizce’ye de pek benzemiyor. Buna karşınn, bugün dek
hiçbir İngiliz Kralı – Kraliçesi ya da Başbakanı çıkıp da;

“Çocuklarımız Shakespeare’in mezar taşında yazılan yazıları okuyup anlayamıyorlar;
bunu asla kabul edemeyiz! Bundan böyle İngiltere’deki tüm okullarda, Latince zorunlu ders olacaktır!” dememiştir…

İngiltere’den bir örnek daha vereyim:

“İngiliz Kralı Yurtsuz John, 1215’te baronlarla bir sözleşme imzaladı. Tarihe geçen bu sözleşme
“Magna Carta Libertatum” yani, “Büyük Özgürlük Sözleşmesi” olarak bilinir.
Bu sözleşme de o zamanki İngilizce ile yazılmamış, LATİNCE yazılmıştır.
Çünkü o dönemde halkın dili İngilizcedir ama İngiliz Saray dili Latincedir.
Günümüz İngilizleri, MAGNA CARTA’yı yazıldığı dilde anlayamıyorlar,
ama kimse “Latince zorunlu ders olarak okutulacaktır!” dememiştir…

Displaying

***

İnternet’te araştırdığımızda; Osmanlı’nın da O güne dek kurulmuş 14 Türk devletindeki
mezar taşlarını okuyamadıklarını görüyoruz. Çünkü Türk tarihi Osmanlı ile başlamamaktadır. Türk tarihi en az 5 bin yıllık bir tarihtir ve çeşitli Türk kavimleri tarih boyunca
ÇEŞİTLİ ALFABELER kullanmışlardır. Örneğin, Müslümanlığı kabul etmek zorunda kalmalarından önce Kök-Türk alfabesini kullanıyorlardı. Arap alfabesinin kullanıldığı
Osmanlı döneminde hiçbir Padişah kalkıp da “çocuklarımız, dedelerinin mezar taşlarını okuyamıyor” diyerek; eski Türk devletlerinden birinin dilini veya alfabesini öğretmek
yoluna gitmemiştir.

Aslında, Osmanlıca özgün bir dil de değildir; yaklaşık %40 Arapça, %40 Farsça,
%10 Balkan dilleri ve %10 Türkçe sözcüklerin karışımından oluşturulmuş,
Arap harfleriyle yazılan, çoğu saraylının bile anlamakta zorlandığı uyduruk (yapay) bir dildir.

Önceki Başbakan, –Atatürk dönemindeki dil ve alfabe devrimini kastederek
yeni bir şey daha söyledi;

“Bir sabah kalktık ki, okuma-yazma bilmeyen bir halka dönüşmüşüz!”

Bunu hep söyleyegeldiler Devrim karşıtları. Onlara şunu (kezlerce) anımsatmak gerekir :

Cumhuriyet kurulduğu zaman yaklaşık 40 bin köy vardı, bunların 38 bininde okul yoktu. Erkeklerin %6 kadarı, kadınların ise ancak %0,4’ü okuma-yazma biliyordu.
Okuma-yazma bilmeyen o %94, bugün okunamadığı söylenen o mezar taşlarını
o gün de okuyamıyorlardı.
 Çünkü o mezar taşlarını okuma-yazmayı bilmeyen halk,
saray dili Osmanlıcayı da bilmiyordu, Ararp alfabesini de bilmiyordu..

Halkın konuştuğu dil; Yunus Emre, Pir Sultan, Karacaoğlan, Dadaloğlu gibi
halk ozanlarının kullandığı sade, temiz bir dildi.

***

Bu konuda, Bekir Coşkun’u okuyalım :

“… Osmanlı “ecdat” falan değil… Zaten Türkleri saraya sokmadılar…
Sadrazamlar devşirme…
Vezirler devşirme…
Hanım Sultanlar devşirme…
Cariyeler, devşirme…
Ordu devşirme…
Sadece;
“EMİR-İ AHUR” TÜRK…
Yani, AHIRLARA BAKAN…
Kısacası; Türkiye Cumhuriyeti, TÜRK DEVLETİ’DİR, Osmanlı değil!
Bak Türk Milleti Cumhurbaşkanı yaptı SENİ…
Yoksa “AHIRLARA BAKAN olacaktın olsa, olsa!…”
***

Eski Başbakan’ın “Osmanlıca mutlaka öğretilmeli” dayatmasıyla gündemi saptırmasının
altında yatan nedenler bence;

1. 17-25 Aralık yolsuzluk olaylarını unutturmak,
2. Bebek katili Apo’ya verilen söz gereği, Kürtçe eğitim ve öğretimin önünü açmak ve
3. Hayallerindeki “ANADOLU FEDERE İSLAM DEVLETİ” kurulduğunda,

Türkçeyi tümden kaldırıp, Arapça (alfabe ve dilinde) eğitim ve öğretimin altyapısını hazırlamaktır…

Böyle giderse;

Bir yanda Osmanlıca-Arapça, bir yanda Kürtçenin çeşitli lehçeleri, öbür yanda
Pontus Rumcası, 20 yıl sonra Türkiye’de kimse birbirini anlayamaz duruma gelecektir…
Halk CEHALET bataklığına yeniden itilecektir. Bölünmek, parçalanmak işte böyle gerçekleştirilir!

Emperyalizmin hizmetindeki gerici ve bölücülerin; gerçek amaçları budur ve
adım-adım hedeflerine yürümektedirler.

SON SÖZ

Son bir ricam var.
Dostlarımızı karalamaktan, yaralamaktan vazgeçelim, birbirimizi bitirmeyelim.
Seçimlerde sandığa gitmeyen, Yurttaş olarak oyunu (fikrini) kullanmayan
10 milyon dolayındaki insanımızı ve de “YETMEZ AMA EVET” çileri ikna edelim.
Muhalefet parti(ler)mize üye kazandıralım, Çünkü AİDİYET çok önemlidir.
Kişileri motive eder, SORUMLULUK ve ÖVÜNME duygusu verir.

Muhalefet, önceki Başbakan RTE’nın “Esas oğlan” olduğu Demokrasi oyununda “Figüran” olmaya devam etmemelidir.

“Figüran” olmayalım !

Saygılarımla…

*) Cemil DENK, E. Albay
Din-Laiklik konusunda Araştırıcı-yazar
0532 217 88 11
e-mail: denk.cemil@gmail.com

“Tekirdağ’da Bir Kürt Düğünü Bir de Sünnet! Ve Çağrıştırdıkları..”


Dostlar
,


“Tekirdağ’da Bir Kürt Düğünü Bir de Sünnet Ve Çağrıştırdıkları..”

başlıklı yazımızı 12.7.2008’de Tekirdağ’da yazmış ve www.facebook.com/profsaltik  adresinde paylaşmıştık. O dönemde www.ahmetsaltik.com adresli sitemizi
merhum Ahmet Selçuk Acunsal’ın teknik desteği ile yürütmekteydik.
Kendisini beklenmedik biçimde erken yitirince (toprağı bol olsun..) o siteyi iptal etmiş ve şimdiki sitemizi açmıştık (orada yayımlanan yazıları, merhum Acunsal’dan
site şifresini alamadığımızdan, kurtarmak olanağı olmadı..)

Adı geçen makalemizi 6 yıl sonra bir kez daha okumakta yarar var…
Şöyle giriyoruz :

  • “En az 5-6 saattir, 50 m ötede eğlenen Kürt kardeşlerin yüksek sesli müzikleri, bizlere ziyafet oluyor yaz tatili­mizde.. Açık hava diskosundayız. Hiçbir tercih hakkımız sorul­madan. Müzik arası tüm konuşmalar Kürtçe.. Yalnızca 2-3 tane Türkçe türkü söylediler toplam 50-60 parça içinde ve en az 90-100 desibel düzeyinde gürültü tam şu anda bitti (saat 22:30). Gürültü Kontrol Yönetmeliği’ne göre açık alanda en çok 55 desibel ses düzeyine izin verilmesine karşın saat­lerce, Topağaç bölgesinde tüm çevreye  adeta “otantik bir konser yayını yapıldı. Küçük bahçelerinde halaylar çektiler, eğlendiler doyasıya.Yaşasın AB süreci ve de Kopenhag Ölçütleri…”

****************

Devamla :

  • “Fransa milleti değil, Fransız,
  • İngiltere milleti değil, İngiliz,
  • İtalya milleti değil, İtalyan,
  • İspanya milleti değil, İspanyol,
  • Japonya milleti değil, Japon..
  • Amerikalı değil, Amerikan![1]
  • …………………………

Bir ülke adı var, bir de o ülkenin farklı etnik kökenler­den de gelse halkının gönüllü uluslaşması ile ULUS adı! Türkiye’ye çok görülen; kimilerince de Yüce ATATÜRK’ün dahice Ne mutlu Türk’üm di­yene! tarihsel-sosyolojik-doğal sentezine karşı çıkılarak.

Türkiye’li” tuzağının dayatılmak istendiği zavallı ül­kemiz ve de mazlum halkımız. Emperyalizmin halkı birbi­rine düşürerek, sözde azınlıklar yaratarak ulusal bütün­lüğü zayıflatma girişimleri.. Artık sıkmaya başladı, ya­vanlaştı!

Bırakınız artık, insanları birbirine düşmanlaştırarak kadim “böl-yönet”
(Divida et İmpera!) oyunlarını ey Batılı emperyalistler!.

[1] 11 Eylül 2001 İkiz Kule Saldırısı planı tutmuş, ABD yurttaşları Kongre’de
We’re Americans! We’re Americans! diye haykırıyorlardı.. ABD ve çoğu AB ülkesinde, SSCB, Çin, Japonya’da.. pek çok kamusal kurumun adının başında ya
ülke ulusunun adı (British, French, American,  Japanese, Chinese, Russian, German, Indian..) ya da “National”, “Ulusal” sözcüğü yer alır. Bizde bu “Türk”, “Turkish” sözcüğüne karşı kışkırtılan “nefret” nedendir acaba ??!

**************

Ve bağlıyoruz :

İnsanlık onuru kazanacak!..

Bizler örgütlü ve akla-bilime dayalı savaşımı sürdür­dükçe o günler daha yakın olacak.. Belki fukara küsürat ömrümüzde biz görmeyeceğiz, fakat insanlık, bir bütün ve sürekli, değil mi?

Her kuşak, uygarlık meşalesini giderek daha da yüksek burçlara taşımak zorunda
değil mi?

Şanlı Nesimi, Martin Luther, Pir Sultan, Abdal, Giardano Bruno, İbni Haldun,
Galileo Galilei.
.. hep öyle yapma-dılar mı? Canları pahasına, göz kırpmadan! Günümüz anayasaları ne yazık ve ne acı ki, İnsan derisiyle kaplı! (Prof. Tarık Zafer Tunaya; İnsan Derisiyle Kaplı Anayasa, Çağdaş yay. 1979)

Yineleyelim : İnsanlık onuru kazanacak!

Emperyalizm ve sömürgecilik, yeryüzünden yok olacak.
Bizler o za­manlarda, günün yakıcı sorunlarına tarihin derinlikle­rinde kalmış zavallılıklarımız diye bakacağız tatlı tebes­sümler dudaklarımızda..
Anakronik gevezelikler yapıyor olacak kimi okumuşlarımız zaman tunelinde.

İnsanlık  olgunlaşma sürecini tamamlayamadı, üstelik bu çok görece; ama “bebek” hızla, durmadan büyüyor, büyüyecek, büyüyecek..! Eytişimin (Diyalektiğin) gerekirci (Deterministik) tunç yasası böyle yazılı.

**********

Yaklaşık 4 sayfa ve pdf olarak aşağıda sunuyoruz :

Tekirdağ’da Bir Kürt Düğünü, Bir de Sünnet!, 12.07.08

Sevgi ve saygı ile.
21.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Sağlık Açısından Biber Gazı – Öbür Kimyasallar ve İdare’nin Sorumluluğu


Sağlık Açısından Biber Gazı – Öbür Kimyasallar ve İdare’nin Sorumluluğu

Dostlar,

TTB (Türk Tabipleri Birliği) Toplumsal Olaylarda Güvenlik Güçlerince Kullanılan
Biber Gazı vb. Kimyasallar hakkında bir bilgi notu yayımladı.

Bu kimyasalların olası (potansiyel) sağlık sakıncaları ve alınabilecek pratik önlemlere yer verilmekte yazıda.

5 sayfalık bilgi notu aşağıda pdf olarak sunulmaktadır. Bu not,

KİMYASAL SİLAHLAR GÖSTERİ KONTROL AJANLARI” (TTB yayını 2011)
adlı kitaptan alınma..

biber_gazi_vd.bilgi_notu.TTB

  • Hemen belirtelim ki, gözlere limon damlatmayı doğru bulmuyoruz.

Limon suyunda sitrik asit vardır ve bu kimyasal zayıf bir asittir.

Oysa beden sıvılarının pH’sı nötre çok yakın çok dar bir aralıktadır.

Göze, deriye, mukozalara bir kimyasal değinim (temas) olduğunda o maddenin
asidik ya da bazik yapılı oluşuna bakarak tersi özellikte kimyasal kullanılarak
-düz mantıkla- nötralizasyon yapmak tıbbi hatadır (malpraktistir).

İlk kimyasalların olumsuz etkilerine, üstelik de zedelenmiş dokuda 2. kez yeni kimyasalla daha da çok ve kalıcı – öldürücü olabilecek zarar verilebilir.

Yapılabilecek, yapılması gereken; olanak ölçüsünde ortamdan hızla uzaklaşmak ve
tercihan bu sırada ya da ilk fırsatta gözleri bol suyla ve 15 dakika kadar yıkamaktır.
Bu sırada -ve sonrasında- özellikle kornealara bastırarak ovuşturma yapılmamalıdır.
Güneşli ve karlı havalarda uygun güneş gözlüğü takılarak fotofobiden korunulabilir.

Gözleri tümüyle kapayan yüzücü gözlüğü kullanmak işe yarar bir önlem olabilir.

Doğallıkla en insancıl ve sağlıklı – güvenli olanı ise, Kolluğun (Polis, Jandarma, özel güvenlik vd.) bu tür ciddi sakıncaları olabilecek yöntemleri harcıalem kullanmamasıdır.

Unutulmamalıdır ki;

Kolluk, İdare Hukuku bakımından orantılı güç kullanmak zorundadır:

1. Eldeki olanaklar (elverişli araçlar) sıralanacak,

2. En hafifinden başlanacak

3. Olayın durumuna göre en az dozdan başlanarak orantılı kullanılacaktır.

biber_gazi

Bu kuralların dışına çıkmak, Kolluğu ve de sıralı Amirlerini yasal olarak zincirleme (müteselsil) sorumlu kılar. Yasa dışı buyruk verenler ve uygulayanlar ileride
polis ses kayıtlarından, güvenlik kameraları ve öbür görsel belgelerden
ortaya çıkarılabilir.

Zarar gören yurttaşlar, Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) yaptığı gibi,
sağlık raporlarıyla suç duyurusunda bulunabilir, ceza ve giderim (tazminat) davaları açabilirler. Dava dilekçesi içeriği, TBB davasındaki gibi olabilir.

İdarenin her türü işlem ve eylemi, hukuk devletinde Anayasa gereği yargı denetimine bağlıdır (md. 125). Bu bağlamda İdare, yurttaşlara ve çevreye verdiği zarar ziyanı gidermekle (tazmin etmekle) yükümlüdür. Yine İdare, neden olduğu zarar ve ziyanı tazmin ettikten sonra, buna neden olan “kusurlu” kamu görevlisine rücu etmek ve ödediği tazminatı kusuru ölçüsünde bu kişilerden (Kolluk!) istemek zorundadır.

Bir somut örnek olmak üzere;

Yasal gösteri hakkını kullanan yurttaşlardan öğretmen ve Eğitim İş Sendikası
Genel Başkanı Sayın Veli Demir’in kırılan 3 kaburgasının ve içine düştüğü yaşamsal tehlikenin (iç kanama riski!) hesabını kim(ler) verecektir??

Niçin uygar Batı ülkelerinde toplumsal olaylarda göstericilerden çok daha fazla polis yaralanmaktadır??

Bu zulüm böyle sonsuza dek gitmez.. Pir Sultan‘ın yüzlerce yıl önce yazdığı ve
yüzlerce yıldır da hep doğrulandığı üzere;

Yürü bre Hızır Paşa  
Senin de çarkın kırılır  
Güvendiğin padişahın  
O da bir gün devrilir  

Nemrut gibi Anka n’oldu  
Bir sinek havale oldu  
Davamız mahşere kaldı  
Yarın bu senden sorulur  

Şah’ı sevmek suç mu bana  
Kem bildirdin beni Han’a  
Can için yalvarmam sana  
Şehinşah bana darılır  

Hafid-i Pelgamber’im has  
Gel Yezid Hüseyn’imi kes  
Mansur’um beni dara as  
Ben ölünce il durulur  

Ben Musa’yım sen Firavun  
İkrarsız Şeytan-ı lain  
Üçüncü ölmem bu hain  
Pir Sultan ölür, dirilir

*********************

Başbakan, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat‘ı yakın süre önce bağrına basarak “Kardeşim – Biraderim Esat” diyordu. Hatta ortak Bakanlar Kurulu toplanıyor,
sınırların kaldırılmasından söz ediliyordu! BOP kapsamında balans ayarından sonra
birden bire “Kardeşim Esat”, “Kanlı diktatör Eset” (İngilizce söylenişi ile!) oluverdi?

Son olaylarda yurt genelinde kendi insanına kendi güvenlik güçleriyle böylesine
hukuk dışı ölçüsüz şiddet kullanarak Başbakan hangi sıfatları hak ediyor acaba??

TTB verileriyle 20’si ağır olmak üzere binlerce yaralı ne demektir?

Öğrenebildiğimiz kadarıyla en az 1 de ölüm vardır.
Daha önce de biber gazından ölen, ağır yaralanan ve engelli kalan
yurttaşlarımız olmuştu..

Bu sitede, 1 Mayıs 2013 günü biber gazı kapsülü ile kafası kırılan 16 yaşındaki Dilan vesilesiyle yazdığımız makalede suç duyurusunda da bulunmuştuk..
Cumhuriyetin savcıları görmediler mi, okumadılar mı??
(Dilan’ın Gaz Bombası ile Kırılan Kafası ve Demokrasi’nin Boğulması..  
http://ahmetsaltik.net/dilanin-gaz-bombasi-ile-kirilan-kafasi-ve-demokrasinin-bogulmasi/)

  • Bu davranışlar İNSANLIĞA KARŞI SUÇTUR ve
    ZAMAN AŞIMI SÖZ KONUSU DEĞİLDİR!

Herkese ama herkese anımsatmak isteriz..

Sonuç olarak :

  • Siyasal iktidar artık gidicidir.. Uzatmaları oynamaktadır.
  • Bu arada atılacak içtenlikli olmayan uzlaşıcı adımlara kanmamak gerekir.
  • Kışkırtmalara kapılmadan, örgütlü halk yığınlarına bilinçli önderlik yaşamsaldır.

İktidar keşke edebiyle çekilebilse, bu toplum çok da bağışlayıcıdır.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 4.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net