Etiket arşivi: Onur Öymen

ABD Başkanı Trump’ın Ortadoğu – Vatikan ve NATO ziyaretleri

ABD Başkanı Trump’ın Ortadoğu,
Vatikan ve NATO ziyaretleri

Onur ÖYMEN

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

ABD Başkanı Trump’ın Ortadoğu, Vatikan ve NATO ziyaretlerinde sergilediği yaklaşımlar ve kullandığı ifadeler bazı ülkelerde hatta Amerikan basınında rahatsızlık yarattı.

Suudi Arabistan’da 110 milyar Dolarlık silah siparişi ve Amerika’ya 300 milyar Dolardan fazla yatırım vaadi alan Trump, bu ziyaretini siyasi açıdan İran’a karşı bir gövde gösterisi haline dönüştürdü. Bölgedeki diğer Müslüman ülkelerin temsilcileriyle yaptığı toplantıda da onların İran’a karşı bir ortak tavır içine girmelerini sağlamaya çalıştı.

İsrail ziyaretinde bu ülkeye evvelce verdiği desteği tekrarladı ve bu ülkenin İran’a yönelik politikasını da tamamen (AS: tümüyle) desteklediğini ortaya koydu.

Trump’ın bölgeye yaptığı ziyarette bu tavırlarının, kendi güvenlikleri açısından Amerika’nın desteğine bel bağlayan ülkeleri memnun ettiği görülüyor. Ancak, İran’ın Suudi Arabistan’a ve onun müttefiklerine karşı tutumunu ve söylemlerini daha da sertleştirebileceği anlaşılıyor.

Vatikan’da Trump’ın Papa’yla özellikle mülteciler gibi sosyal konularda farklı görüş ve yaklaşım içinde olduğu izlenimini giderecek bir açıklama duyulmadı. Tarafların arasındaki ilişkinin mesafeli olduğu bir kere daha ortaya çıktı.

NATO’nun kuruluşundan itibaren (AS: başlayarak) bütün Amerikan Başkanları bir NATO ülkesine yapılan saldırının bütün ittifak ülkelerine yapılmış sayılacağı yolundaki NATO Antlaşmasının 5. maddesine açıkça (AS: konuşmalarında) yer) vermişlerdi. Evvelce (AS: önceleri) NATO’dan köhneleşmiş bir örgüt olarak söz eden Trump ise bu konuya çok dolaylı ifadelerle değindi ve müttefik ülkelerin güvenliğine Amerika’nın kayıtsız şartsız destek olacağı izlenimini vermedi. Yalnızca NATO’nun bu maddeye dayanarak 11 Eylül saldırılarına karşı Amerika’nın yanında yer aldığını hatırlatmakla yetindi. Daha çok NATO ülkelerinin İttifaka yaptıkları katkıları arttırmaları çağrısında bulundu.

Gerçekten, Soğuk Savaşın bitmesinden sonra (AS: 1990) ittifak ülkeleri, “Barış payı” (peace divident ) anlayışının icabı olarak savunma harcamalarının GSMH içindeki payını azaltmışlar ve birçoğu öngörülen %2’lik payın çok gerisinde kalmışlardı. Trump birçok konuşmasında Amerika’nın NATO ülkelerine desteğinin onların İttifaka yeterli katkıda bulunup bulunmadıklarını dikkate alarak şekillendireceği izlenimi vermişti. Bu defaki NATO zirvesinde, Trump bu izlenimleri silecek bir tutum sergilemedi.

Bütün bu gelişmeler Avrupa güvenliği ve Türkiye’nin çıkarları açısından rahatsızlık yaratıcı sonuçlar verebilir ve ittifakın en önemli gücü olan caydırıcılık unsurunu zayıflatabilir. NATO’nun Suriye’de Amerikan öncülüğündeki koalisyona katkıda bulunacağı yolundaki haberler bu gerçekleri değiştirecek nitelikte değildir.

Hatırlanacağı gibi Bosna ve Kosova’daki NATO operasyonları bütün üye ülkelerin eşit söz hakkına sahip oldukları NATO Konseyi‘nin yönetiminde yürütülmüştü. Afganistan, Irak ve Suriye’de Amerikalılar kendi yönetimlerindeki koalisyonlar ile operasyonları gerçekleştirmeyi tercih etmişlerdi. Bu kez Suriye’de de aynı durumun tekrarlanabileceği, dolayısıyla Türkiye’nin rolünün ve etkisinin sınırlı kalacağı anlaşılmaktadır.

Bütün bu gelişmeler Türkiye’yi kendi güvenliğini doğrudan doğruya ilgilendiren gelişmeler karşısında daha da dikkatli olmak zorunda bırakmaktadır.

  • En önemli rehberimiz ulusal çıkarlarımız olmalıdır ve
  • Türkiye güvenlik politikalarını oluştururken her şeyden önce kendi gücüne dayanması gerektiğini idrak etmelidir.
    (https://www.facebook.com/Onur-%C3%96ymen-Resmi-Sayfas%C4%B1d%C4%B1r-184615704945843/?fref=nf)
    ===========================================00
    Dostlar,

    “AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan” dış ziyaretleriyle içerideki gündemi yönlendirme çabasında olduğu gibi, zoraki saygınlık / görüntüyü kurtarma peşinde bir yandan da.. Ancak öyle olmuyor doğallıkla. Kendisinden çoooook daha donanımlı – deneyimli ve aralarında köklü dış politika kurumlaşması olan ülkeler karşısında ne yazık ki Erdoğan çoook zayıf kalıyor.. Bu zayıflıkta en belirleyici öge ise kendi yapıp ettikleri.. Türkiye’yi fiilen ve resmen faşizme sürükledi ve demir yumruklu tek adam baskısı uygulamakta.. Ağzıyla kuş tutsa boşuna.. Ülke açıkhava kodesi!

    Önümüzdeki günlerde, her ne denli içeride AKP tabanına dönük “gürleme balonları” şişirilse de, Batı’nın dayatmaya varan ısrarları karşısında ufak – orta boy, sesli ya da sessiz ödünleri, isteklere boyun eğişleri izleyeceğiz, onları da irdeleyeceğiz..

    Suriye gelişmeleri ciddidir ve 2011 Mart’ında ülkemizi bu kanlı bataklığa akıl dışı politikalarıyla sürükleyenler, epeydir ve günümüzde süregelen biçimde adeta bu batakta boğulmaktadırlar. Ne var ki, faturayı malı – kanı – canı ile TSK – Mehmetçik – ulusumuz ödemektedir.. Bu tablo isyan ettirici bir yakıcılıkla kuşatıyor aklı başında tüm yurtseverleri. Erdoğan’ın Batılılarca çok iyi bilinen sicili ve özellikle Suriye’de uluslararası hukuk bağlamında suça bulaştırılması, etkisini – gücünü neredeyse sıfırlıyor.. Belki de tasarım (plan) buydu!?

    Artan şehitler yüreğimizi kavuruyor. Ama gene hiçbir üst düzey AKP’linin asker çocukları değil bu evlatlarımız..

    Heeeeeeeeeeep ama heeeeeeeeeeep gariban halkın çocukları! Halk bunu görüyor elbet..

    İçeride tam bir faşizm egemen.. Yüksel Caddesi – insanlık anıtı çevresi günlerdir yasak bölge.. Oradaki esnaf ve çalışanlar ne yapacaklar, iflas mı ettirilecekler? Dün akşam (26.5.17) saat 18:00 gibi tanık olduk, bir kadın elinde posterle “haklarımızı alacağız” diye 1-2 dakika birşeyler söylemeye girişti. 10’a yakın sivil – resmi polis hemen hareketlendi ve kenara sürükleyerek susmasını istedi. Kadıncağız direndi ve sözlerini yineledi.. Topu topu 1-2 dakika bile değil.. İfade özgürlüğüm.. dedi.. YASAK dediler bağırarak.. Bir orta yaşlı bey destek verdi kadına, ona da polisler “yürüü” deyip üstüne yürüdüler. Kadın sustu ve kenara çekildi.. “Burda durma” dedi polisler.. Kadın direndi ve siz orda durun, ben de buradayım… dedi..

    İçimizi sıkıntı kuşattı.. Nedir bu Allah aşkına? Çıtırdıdan ödünüz kopuyor..
    İstanbul’a bile KALEKOL yapıyorsunuz..
    GEZİ paranoyasına tutsaksınız..
    Ankara Valisi “gün battı – her şey bitti” buyruğu yayımlıyor..
    Erdoğan’ı, dünya süper devletleri Trump – Putin düzeyinde koruyorsunuz.. Kimden, niçin, nedir bu muazzam korku? Bu çooook yüksek ve de fuzuli “güvenlik” (!?) harcamalarını bu yoksul millet vergisiyle karşılıyor. Hak mı dır, reva mıdır!? Örtülü ödenekler rekor kırıyor, helal mi?

    Bu tablonun hiçbir bakımdan AKP – Erdoğan açısından sürdürülebilmesi olanağı yok – tur!
    Kısır döngü sarmalına dolandı AKP – RTE.. Korku ve baskı... Bu lanetli 2’linin nasıl sonlandığının örnekleriyle dolu yakın ve de uzak tarih..

  • Ya normalleştireceksiniz Türkiye’y,i ya da bırakıp gideceksiniz..

O zaman da yargılanma korkusu var değil mi?? Şu 16 Nisan 2017 deli saçması anayasa değişikliklerinde açık – örtük AF getiren maddelerin yürürlüğünü neden 3 Kasım 2019 sonrasına bıraktınız ki?? O güne dek AKP – RTE kâbuslar yaşayacak, ölçüsüz baskılar sürdürülecek,
halk da dayan babam dayan – ya sabır Allah’m mı diyecek? Hesap bu mu??

Bu ne lanetli durumdur Tanrı aşkına?? AKP içinde hiç ama hiç kalmadı mı gören, içi sızlayan, vicdanı isyan eden???

Sevgi ve saygı ile. 27 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Kurban Bayramı düşünceleri

Kurban Bayramı düşünceleri

Portresi_ATA_ile
Onur ÖYMEN

(AS : Bizim düşüncelerimiz yazının altındadır..)

Bütün arkadaşlarımızın Kurban Bayramını içtenlikle kutluyor, sağlık, başarı ve esenlikler diliyorum.

Bu yıl Kurban Bayramını büyük üzüntü ve acılarla yaşıyoruz. Menfur darbe girişimi sırasında bir günde yaklaşık 240 vatandaşımız şehit oldu.

Terörist saldırılar sonucunda 2016 yılının başından beri 370’ten çok şehit verdik. Cerablus operasyonunda da kayıplarımız var.

Bölgemizde de büyük acılar yaşanıyor. Suriye’de hayatını kaybedenler için farklı rakamlar var.
Birleşmiş Milletlere göre, bu yılın Mart ayına kadar, son beş yıl içinde 283,000 kişi ölmüş. Bunun 81,436’sı sivilllerden oluşuyor. Ölümlerin çoğunluğunun sorumlusu Esad rejimi ama Esad rejiminin silahlı kuvvetlerinden 101,662 kişi de hayatını kaybetmiş. Suriye Politika Araştırma Merkezi toplam ölü sayısını 470,000 kişi olarak veriyor. Türkiye’de Esad’ın 600,000 kişinin ölümünden sorumlu olduğunu söyleyenler de var.

En düşük rakam bile geçerli kabul edilse, hiçbir ölçüye göre kabul edilemeyecek bir durum var. Şimdi, Amerika ve Rusya’nın girişimleri sonucunda Kurban Bayramı sırasında bir ateş kes uygulanacağı ifade ediliyor. Ancak bu ateş kesin sürekli olması umudu pek kuvvetli değil.

Bütün bu gelişmeler bölgemizde yaşananların insani boyutunun ön plana çıkartılmasını zorunlu kılıyor. Oysa bugün yaşanan sıkıntılar içinde bazı ülkelerin stratejik menfaatlerinin ve beklentilerinin önemli rol oynadığı görülüyor. Özetle bölgeye yeni bir nizam vermek isteyenlerin, siyasi coğrafyanın değiştirilerek devletlerin sınırlarının yeniden çizilmesini ve hükümetlerin değiştirilmesini isteyenlerin payı az değil. O bakımdan Suriye’nin sorumluluk payının ön plana çıkartılarak eleştirilmesi ve kınanması ne kadar doğruysa, büyük devletlerin rolünün görmezden gelinmesi de o kadar yanlış olur. Bu husus bence ülkemizdeki son darbe girişimi, PYD’ye verilen destek ve PKK’nın Kuzey Irak’tan tasfiyesinde büyük devletlerin gösterdiği isteksizlik açılarından da de doğrudur.

Kurban bayramında Suriye’deki ateşkes bütün bu konuların serinkanlılıkla düşünülmesi ve insanların yaşadıkları ıstırapların önlenmesine yönelik çözümlerin ön plana çıkartılması için bir fırsat yaratmasını ümit edelim.

Saygılar, sevgiler. 11.09.2016

===============================

Teşekkürler Sayın Öymen..

Türkiye bu Ortadoğu ateş çemberinde ne yazık ki ABD’nin maşalığını hem de büyük bir iştahla, kıraldan çok kıralcı olarak AKP – RTE iktidarı ile yürüttü ve bırakalım “pastadan pay almayı” (ne sefil bir beklenti değil mi!?) en büyük ve kanlı bedeli ödeyenlerden oldu..

  • Tek sorumlu AKP – RTE’dir!

Bunun yasal hesabı da bu dünyada, hukuk devleti gereği, Türk adaletine verilmelidir.
Tanrı’ya hesabınızı ayrıca verirsiniz.. “Milletim beni affetsin..” demekle de bu iş bitmez..

Diyanet İşleri Başkanı’na, Saray’da ziyareti sırasında zaten karun kadar zengin Diyanet Vakfı için 3 kurban bedeli 1500 TL vermek ve muhterem Başkan Görmez‘in de her nasılsa yanında taşıdığı makbuzla hemen belgelemesi, ardından basına servis edilmesi İslam dini ile bağdaşacak davranışlar mıdır; büyük günah olan gösteriş midir??
(Sahi, 500 TL’ye kurban var mı, kaç kilodur??)

Erdoğan kurban bağışını neden TSK Mehmetçik Vakfına yapmamıştır??

Hamasi ve vıcık vıcık din sömürüsü kokan demeç ve davranışlarla, pörsümüş popülist ritüellerle nereye varılabilir?

Bir / Bu millet, insanlık ne zamana dek uyutulabilir ve türlü türlü ve acımasızca sömürülebilir??

Bayram gelmeden 10 ve 11 Eylül 2016 günlerinde “trafik kazalarında” (cinayetlerinde!?) karayollarında = kanyollarında en az 24 insan telef olmuş, 106 yurttaş yaralanmıştır. Bu “kurban” ların hesabını kim soracak, kim verecektir? Siyasal iktidarın sorunluluğu yoksa kimin vardır? Geçen 9 günlük tatilde (Şeker Bayramı) öğrenebildiğimiz ölçüde 134 yurttaş “trafik kazalarında” (!?) karayollarında = kanyollarında “kurban” verildi.. Her gün ortalama 15 ölü ve yıllardır böyle..

  • Demir ve deniz yollarını neden bu ülke öne çıkarmaz??

    Bir “kurban bayramı” nda aklımıza üşüşen sorular, sorunların bir bölümü böyle..
    Kutlayacak ne kaldı??Gel de “bayram” yap!
    Yoksa Deli’ye her gün bayram mı??

    Sevgi ve saygı ile.
    12 Eylül 2016, Datça

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Erdoğan-Obama görüşmesinden ilk izlenimler

Erdoğan-Obama görüşmesinden ilk izlenimler

Portresi_ATA_ile

 

Onur Öymen

(AS : Bizim kapsamlı karşı irdelememiz yazının altındadır.)

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Obama’nın Çin’de G 20 zirvesi vesilesiyle yaptıkları görüşmeden kayda değer bir sonuç çıkmadı.

Obama’nın basına yaptığı açıklamalardan mutad nezaket cümleleriyle,

– ‘Mültecilerin yükünü karşılamada Türkiye yalnız bırakılmamalıdır’,
– ‘Türkiye NATO’nun güçlü bir üyesidir’

gibi “Palis gerçeği” denilen, aksi söylenemeyecek ifadeler çıkartıldığında geriye Türkiye’nin beklentilerini karşılayacak fazla birşey kalmamaktadır.

Öyle anlaşılıyor ki, özellikle Suriye’deki gelişmeler ve terörle mücadele gibi alanlarda Türkiye’nin ve Amerika’nın stratejik öncelikleri arasındaki farklılık devam etmektedir.
Gülen’in iadesi, hiç değilse Amerikan yargısı bir karar verene kadar oradaki faaliyetlerinin engellenmesi gibi konularda da Obama’dan bir söz alınmış değildir.

Yapılan açıklamalara bakılırsa, o görüşmede söylenmeyenler söylenenlerden daha önemlidir. Örneğin Amerika inkar edilemeyecek bir gerçek olan PKK-PYD bağlantısını hala kabul etmemekte ve PYD’yi bir terör örgütü olarak görmemekte ısrar etmektedir. Oysa Ankara’daki İngiltere Büyükelçisi Richard Moore, bile Milliyet’ten Serpil Çevikcan’a verdiği demeçte PYD ve YPG’nin PKK’yla bağlantısının farkında olduklarını söylemiş ve “Böyle bir bağlantının olma ihtimalini reddetmek aptal bir davranış olur. YPG’nin ve PYD’nin herhangi bir ofisine, işyerine gitseniz onların duvarlarında Abdullah Öcalan’ın fotoğrafını görüyorsunuz” demişti.

Uluslararası Af Örgütü Amnesty International da 13 Ekim 2015 tarihli raporunda PYD’nin işgali altındaki bölgelerde yaşayan sivil halkın yaşadıkları yerleri terketmek zorunda bırakıldıklarını ve evlerinin tahrip edildiğini belirtmiş ve bunun bir savaş suçu olduğunu ilan etmişti.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Suriye’de başlattığı ve şimdiden önemli sonuçlar aldığı operasyon ortadayken müttefiklerimizin hala IŞİD’le mücadelede PYD’nin en güvenilir güç olduğunu kabul etmeleri akla aykırıdır. Öyle anlaşılıyor ki, esas hedef Kuzey Irak’ta Barzani’nin kurulacağını ilan ettiği “Bağımsız Kürdistan Devletini” Akdeniz’e bağlayacak Kürt koridorunun oluşturulmasında PYD’nin etkili bir rol oynamasıdır. Biden’in Ankara’da verdiği söze rağmen PYD’nin hala Fırat’ın Doğusuna çekilmemesi ve Obama’nın bu konuda bir beyanda bulunmaması başka türlü açıklanabilir mi?

Öte yandan Obama’nın PKK’nın Kuzey Irak topraklarından çekilmesi için güçlü bir çağrı yapmaması ve bu konuda Irak Hükümetine ve Barzani’ye yönelik bir talepte bulunmaması da dikkat çekicidir. Bir günde PKK’nın saldırıları sonucunda 20 şehit verdiğimiz bir dönemde Amerika’nın bu terör örgütüne karşı daha etkili bir tavır almaması düşündürücüdür.

Sayın Cumhurbaşkanının Çin’de dünya liderleriyle yaptığı görüşmelerden Türkiye’nin sınır güvenliği ve terörle mücadele gibi konularda başka ülkelerden anlamlı bir destek beklemesinin gerçekçi olmadığı bir kere daha anlaşılmıştır. Türkiye bu gibi önemli sorunlarının çözümünde herşeyden önce kendi gücüne güvenmek zorundadır.

Saygılar, sevgiler. (04.09.2016)
=====================================

Dostlar,

Evet, ABD Başkanı H.B. Obama, bizim de izlediğimiz ölçüde, Fransız diplomatik termiyle “La verite de la Palisse” olarak nitelenen “Palis gerçeği” türünden sözlerden fazlasını etmedi görüşmede. Acaba sorun, Sayın Öymen’in yorumladığı üzere, salt Batı emperyal çevreleri başta olmak üzere uluslararası kamuoyunun Türkiye’nin sorunlarına duyarsızlığı ile açıklanabilir mi?

Yoksa Erdoğan’ın kişiliğinde AKP iktidarının kendisine ilişkin bir tepkisellikle bu siyasal kadroyu yalnızlaştırma, yalıtma ve diplomatik baskı ögesi de eşdeğer ağırlıkta mıdır? AKP çevreleri bu seçeneği öne çıkarmakta, hatta melankolik bir savunma ile “değerli yalnızlık” terimini kullanmaktadırlar. Kuşkusuz bu savunu patolojiktir ve yaşanan travmayı savuşturmaya yönelik tepkisel bir savunma refleksidir. Ancak “real politics”, hangi nedene dayalı olursa olsun ortadadır. Türk devlet aklının her 2 handikapı da irdelemesi ve yeni seçenekler üretmesi gerekiyor. Ancak “Tayyip beyin monşerleri” devre dışı!.. Dışişleri yıllarca, FETÖ’cü olduğu yenilerde savlanan ve görevden alınan Müsteşar F. Sinirlioğlu’na emanetti.

Dolayısıyla Sn. Öymen’in, “Türkiye bu gibi önemli sorunlarının çözümünde herşeyden önce kendi gücüne güvenmek zorundadır.” değerlendirmesini bütünüyle kabul etmek zor. Öğrenilmiş çaresizlik sendromu güdümünde bir yere varılamaz. Türkiye, dış politikasında elini güçlendirecek yeni dengelere yönelmelidir. Komşularından başlayarak ilişkilerini iyileştirmesi, Avrasya seçeneğini gözden geçirmesinin zamanıdır..

1945’lerden bu yana 70 yıldır süregelen Batı uydusu dış politika, Türkiye’yi yalnızlaştırmış ve neredeyse elini kolunu bağlamıştır. Kulvar değişikliği köktenci (radikal) gelecek ve göze alınamayacaksa, ciddi bir pusula ayarı ve çok yönlü – dengeleyici – seçenekli dış politikaya yönelmek gerekiyor.

Büyük ATATÜRK döneminde olduğu gibi.. Uluslararası dengelere oynamak!

Sevgi ve saygı ile.
05 Eylül 2016, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Erdoğan Çin görüşmelerinde açıkça çok yorgun görünüyordu ve kaçınılmaz olarak performansı düşük oldu korkarız. Özgüven eksikliği çok belirgindi, savunmada idi ve ABD Devlet Başkanı Obama’ya “Sayın Barack” diye seslendi diplomatik kuralların dışına çıkarak.. Batı’nın kurt diplomatlarının gözünden hiçbir ayrıntının kaçmayacağını belirtmek gerekli mi?? Ve bütün bunların ülkemize faturası sanıldığından çoook daha ağır oluyor.. Güneydoğu’da ABD, Türkiye ile PKK – PYD – YPG (hatta IŞİD ve türevleri) aracılığıyla vekaleten savaşı sürdürüyor. Son 2 günde şehit sayısımız 30’u aştı! Karşımızdaki basit bir terör örgütü mü sanıyoruz hala? HDP Genel Başkanı Demirtaş da Almanya ziyaretinde PKK’yı terör örgütü görmediğini bir kez daha söyleyerek savunuyor, meşrulaştırmaya çabalıyor. (HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Almanya’nın Süddeutsche Gazetesi’ne verdiği mülakatta PKK’yı terör örgütü olarak tanımlamadıklarını söyledi.. http://www.mynet.com/haber/politika/hdp-es-genel-baskani-demirtas-pkkya-teror-orgutu-demedi-2616434-1, 04.09.2016)

Cumhuriyetin Başsavcısı duydu mu, okudu mu, gördü mü acaba??

30 Ağustosun düşündürdükleri

30 Ağustosun düşündürdükleri

Portresi_gulumseyen

Onur Öymen

(AS : Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Ulusal Kurtuluş Savaşımızı taçlandıran, özgür ve bağımsız bir Cumhuriyete kavuşmamızın yolunu açan 30 Ağustos zaferinin (AS: 94.) yıldönümünde Büyük Atatürk’e ve Onun silah (AS : ve dava) arkadaşlarına bir kez daha minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz.

Bu zafer hakkında Atatürk şöyle diyordu:

  • “30 Ağustos Zaferi, Türk Tarihi’nin en önemli dönüm noktasıdır. Ulusal tarihimiz çok büyük, parlak zaferlerle doludur, ama Türk Ulusu’nun burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir akım vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Besbelli ki yeni Türk Devleti’nin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı, ölümsüz yaşayışı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan
    Türk kanları, bu göklerde uçuşan şehit ruhları, devletimizin, cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır.”

Falih Rıfkı Atay 30 Ağustos zaferi için şöyle yazmıştır:

  • “Neyimiz varsa, eğer bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaşlar olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batının pençesinden, vicdanımızı ve düşüncemizi Doğunun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos zaferine borçluyuz.”

Bu zafer mazlum milletlerin emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesine de esin kaynağı olmuş ve bu uğurda mücadele eden liderleri yüreklendirmiştir.

Daha sonra Pakistan’ı bağımsızlığına kavuşturacak olan ilk Devlet Başkanı Muhammed Ali Cinnah, Türklerin 30 Ağustos zaferinden sonra, 11 Eylül 1922’de Londra’da şunları söylüyordu:

  • “Ne biz ne de her kıtada yaşamakta olan tutsak ve mazlum ulusları bundan sonra tutamayacaksınız. Mustafa Kemal ve Türkler ki, kendileri için hazırlanan tabutu
    yayılmacıların başına geçirmişlerdir; şimdi dünyada başlarına tabutlar geçirilecek başkaları da benzer sonuçlara hazırlanmalıdırlar.”

Hintlilerin ünlü lideri Mahatma Gandi de 8 Eylül 1922’de düzenlediği basın toplantısında şöyle diyordu:

  • “Türkiye Orduları bir devir kapatmıştır. Şimdi mazlum ve tutsak devletler ve uluslar
    artık vazgeçilmez bir reçeteye sahiptirler.
    Mustafa Kemal’in utkusu, Dünya için özgürlük ve bağımsızlık sancağıdır.

İşte Büyük Atatürk’ün önderliğinde böyle büyük bir zafer kazanan ve dünyadaki bağımsızlık mücadelelerine öncülük yapan Türk milleti, bugün de O’nun ışıklı yolundan ilerleyerek dış baskılara direnmesini ve karşılaştığı güçlükleri yenmesini bilecektir.

Saygılar, sevgiler. 30.08.2016

===================================

Size katılıyoruz Sn. Öymen

  • “….. Bu alanda (Afyon ovası, Dumlupınar) akan Türk kanları, bu göklerde uçuşan
    şehit ruhları, devletimizin, cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır.”

Yüce ATATÜRK‘ün bu açıklaması aklımızdan hiç çıkmıyor…
Vatan evlatları Büyük Taarruz’da canlarını ülkemiz – ulusumuz için gözlerini kırpmadan esirgemedikleri gibi, aziiiiz mi aziz şehit ruhları da bu kutsl semalarda devletimizin, cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır.

Bu maddi – manevi güçle Büyük ATATÜRK‘ün en büyük yapıtı (eseri) olan Türkiye Cumhuriyeti kutsal emaneti, sonsuza dek özgür – bağımsız – onurlu – başı dik – gönençli.. yaşatılacaktır.

Ne yapalım, kimileri yazgılarına küsebilirler ama böyle yazılmıştır bu coğrafyanın yazısı!

Sayın Kılıçdaroğlu’na ve Güvenlik güçlerine yönelik saldırılarının düşündürdükleri

Sayın Kılıçdaroğlu’na ve Güvenlik güçlerine yönelik saldırılarının düşündürdükleriPortresi_gulumseyen

Onur Öymen

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Dün Artvin’de Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik menfur terör saldırısını nefretle kınıyor, o saldırıda şehit olan askerimize Allah’tan rahmet, yaralanan askerlerimize acil şifalar diliyoruz.

PKK terör örgütünün bu saldırıyla bir strateji değişikliğine gittiği, bir yandan bu sabah Cizre’de görüldüğü gibi, güvenlik güçlerine yönelik eylemlerini yoğunlaştırırken bir yandan da siyasal liderleri hedef alarak ülkemizde bir kaos (AS: karmaşa) yaratma çabası içine girdiği anlaşılmaktadır.

Bu gelişme teröre karşı mücadelemizin daha büyük bir kararlılıkla ve sonuç alıcı biçimde yürütülmesinin zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Artık amacımızın ülkemize yönelik terör saldırılarının kaynağını oluşturan Irak’ın Kuzeyindeki PKK varlığını tümüyle tasfiye etmek olduğunu ortaya koymalı, Irak Hükümeti ve Barzani üzerinde etkili girişimlerde bulunmalı ve büyük devletleri de aynı doğrultuda hareket etmeye yönlendirici kararlı bir diplomasi uygulamalıyız. Bu girişimler sonuç vermezse Kuzey Irak’a yönelik olarak güç kullanmaktan çekinmeyeceğimiz ortaya konulmalıdır. Öbür ülkelerin yaptığı gibi terörün yurt dışındaki kaynaklarını bertaraf etmenin öncelikle hedefimiz olduğunu göstermeliyiz. Artık ‘Teröre yenilmeyeceğiz’ yolundaki söylemlerin yerine ‘terörü yeneceğiz’ söylemlerini kullanmalıyız.

Türkiye’nin, ülkemize yönelik büyük bir suikasta kalkışan bir terör örgütüyle masaya oturmayacağını, ülkemizin anayasasını ve gelecekteki siyasal yapısını terör örgütüyle hiçbir zaman görüşme konusu yapmayacağını, Türkiye’yi buna zorlamak isteyen yabancıların telkinlerini peşinen reddedeceğimizi vurgulamalıyız.

  • Oslo’da, Habur’da ve İmralı’da yapılan hataların bir daha tekrarlanmayacağını açıkça ilan etmeliyiz. 

Özetle, Sevr’den bu yana Türkiye’ye dayatılmak istenen çözümleri şimdi terör baskısıyla gerçekleştirmek isteyenlere bu fırsatı vermeyeceğimizi ortaya koymalı, yani Türkiye’nin terörle terbiye edilebilecek bir ülke olmadığını bütün dünyaya göstermeliyiz.

Saygılar, sevgiler.
26.08.2016

=============================================

Dostlar,

Saldırıyı kınıyoruz, nefretle lanetliyoruz, biz daha büyük bir nefretle kınıyoruz.. daha daha daha.. Şehit ve yaralılarımızı da unutmadan..

Bundan daha fazlasını ve farklısını yapmak gerek..
Yalnızca alt beyin bölgelerimiz değil, beyin kabuğumuzu da (Kortkeks) kullanmalıyız. Olayların derinlemesine irdelemesini yapmalı ve sorgulamalıyız. Sonra da biimsel çıkarımlara dayalı öngörülerde bulunmalıyız..

Sn. Öymen’de bu bilimsel yöntemi görüyoruz.. Doğallıkla hep sağlıklı – geçerli – güvenilir sonuçlara varıyor. Yıllardır benzer uyarıları yapıyor. Keşke AKP hükümeti Sn. Öymen’den daha çok yararlansa..

Sevgi ve saygı ile.
26 Ağustos 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not              : 94 yıl önce bu gün, 26Ağustos 1922 günü,  Afyon Kocatepe‘den yönetilen Büyük Taarruz olanca şiddetiyle sürüyordu. Bir millet, Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Paşa komutasında tam bir nefs-i müdafaa durumundaydı. Parola “Ya istiklal ya ölüm!” idi. Yiğitlere aşk olsun, aşk olsun, aşk olsun!

İktidarın bazı dış politika hatalarını kabul etmesinin düşündürdükleri

İktidarın bazı dış politika hatalarını kabul etmesinin düşündürdükleri

 Portresi_ATA_ile

 

Onur Öymen

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

   Son günlerde, Cumhurbaşkanının, Başbakanın ve Hükümet sözcüsünün bazı demeçleri evvelce yapılan hatalardan geri dönülebileceğinin işaretlerini veriyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, FETÖ‘nün gerçek yüzünü çok önceden ortaya dökememiş olmanın üzüntüsünü yaşadığını belirterek, Allah’tan ve milletten af diledi.
Erdoğan, Devlet Başkanı Putin’e bir mektup göndererek düşürülen Rus uçağı nedeniyle öldürülen pilotun ailesine üzüntüğlerini bildirdi ve “kusura bakmasınlar” dedi.
Başbakan yardımcısı Numan Kurtulmuş, Türkiye’nin bugün başına gelen ‘birçok şeyin’ ‘Suriye politikasının bir sonucu’ olduğunu belirterek “… biz de geçerli bir politika ortaya koyamadık..” diyerek özeleştiride bulundu.
Başbakan Binali Yıldırım ilk kez Suriye’de geçiş sürecinde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat’la görüşülebileceğini söyledi. Yıldırım, istesek de istemesek de şu anda aktörlerden biri Esed’dir” diye konuştu.
Bu ifadeler, iktidarın geçmiştge yapılan kimi hataları kabul etme ve bunları düzletme noktasına geldiğini göstreriyor. Bu olumlu bir işarettir. Ama yeterli değildir. AKP’nin işibaşına geldiği tarihten sonra izlenen dış politikada ne gibi hatalar yapıldığının ve bu hataların Türkiye’ye nelere mal olduğunun da açık yüreklilikle ve cesaretle irdelenmesi gerekiyor. Akla gelen bazı örnekler şunlar:
AB ile üyelik sürecinin başlangıç aşamasında Kıbrıs sorunu ile AB üyeliğimiz arasında bir bağ kurulmasını kabul etmek hataydı. Bu doğrultuda 2005 yılının Temmuz ayında gerekli rezervleri koymadan imzalanan anlaşmayla ciddi sıkıntıya yol açabilecek ve kabul edemeyeceğimiz taahhütler altına girdik. Böylece AB Konseyi’nin 8 müzakere başlığına ambargo konulmasının yolu açılmış oldu. Yapılan bu hata nedeniyle 11 yıldır o anlaşmayı Mecliste onaylayamıyoruz.
Kıbrıs’ta yıllardan beri izlediğimiz politikalardan uzaklaşarak Kofi Annan Planına destek vermemiz bence hata oldu. Rumların planı reddetmesiyle sağladığımız büyük avantajı da yeterince değerlendiremedik.
Kuzey Irak’ta askerlerimizin  başına çuval geçirilmesine tepkisiz kalmamız yanlıştı.
  Ermenistan’la, yabancıların telkiniyle imzalanan protokoller hataydı. O protokollerde esas olarak Ermenistan istemleri yer alıyor ama Türkiye’nin beklentilerine yer verilmiyordu. Türkiye’de muhalefetin ve kamuoyunun, Azerbaycan’da da bizzat Devlet Başkanı Aliyev’in haklı tepkileri nedeniyle bu protokoller yıllardan beri Meclis’te onaylanamıyor.
Oslo görüşmeleri, Habur açılımı, İmralı’yla görüşmeler yanlıştı. Bu politikalar terörü sonlandırıcı çözümler getirmedi, büsbütün azdırdı.
Bağdat Hükümetine ve Barzani’ye yönelik olarak PKK’nın Irak topraklarını terketmesini sağlayacak baskılı politikalar izleyemememiz yanlıştı. Kuzey Irak’a sonuç alıcı bir kara harekatı yapamamamız ve 1988 yılındaki harekatı kısa kesip geri dönmemiz bence hataydı.
Ege’de kıyılarımıza yakın bölgede, hiçbir antlaşmayla Yunanistan’a verilmemiş adacıklara Yunanistan’ın fiili durum yaratarak el koymasına seyirci kalmamız hataydı.
Müslüman Kardeşlere açıkça sahip çıkmamız yanlıştı. Mısır’daki yeni yönetime Türkiye kadar karşı çıkan başka ülke olmadı. İlişkilerimiz, onarımı zor olacak ölçüde bozuldu.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün…
 Şimdi Suriye ve Rusya örneklerinde gördüğümüz gibi bütün bu vb. konulardaki hataların gözden geçirip doğru politikalara dönülmesi Türkiye’ye çok şey kazandırabilir. Ancak bence yapılacak ilk iş, bizi yurt içinde ve yurt dışında  bu hatalara kimlerin hangi beklentilerle sürüklediklerini saptayıp bir daha benzeri durumlara düşmekten kaçınacak önlemler almak olmalıdır. Bence İktidar partisinin evvelce bütün bu konularda muhalefetin Mecliste yaptığı eleştiri ve uyarıları bir kere daha okuyup değerlendirmesi yararlı olur.
Aynı şekilde, bugünkü politikalarımızı oluştururken de ileride pişman olacağımız adımlar atmaktan sakınmalıyız. Eğer ders alınsaydı tarih hiç tekerrür eder miydi sözünü unutmamalıyız.

   Saygılar, sevgiler. 21.08.2016

=============================================

Dostlar,

Çok deneyimli ve yetkin diplomat Sayın Dr. Onur Öymen‘in dış politika tarihimize not düşercesine ve son derece zarif bir dille, iletişim becerilerini sergileyerek hiç “sen dili” kulanmaksızın, kaleme aldığı bu değerli makaleyi eminiz pek çok Dışişleri yetkilisi okuyacaklardır. Okumakla kalmayıp, siyasal iktidarı etkileyecek biçimde kullanmaları ve sonuç alınması sağlanmalıdır.

RT Erdoğan’ın, Başbakanlık yıllarında, Türk Dışişleri Bakanlığının çok değerli uzman diplomat insangcücü birikimini küçümseyerek “monşerler” diye aşağılaması ve dışlamasını unutamıyor ve bağışlayamıyoruz. Erdoğan’ın bu stratejik hatası ükemize çok pahalıya malolmuştur, geleceğe de yansıması kaçınılmazdır.  Görülen o ki; Erdoğan’ın Türkiye’yi yönetegeldiği 14 yıl ciddi ve ağır yanlışlarla dolu.. Bu ağır fatura ve sorumluluk salt Rabbinden ve Milletten af dileyerek asla geçiştirilemez.

  • AKP – RTE, bu çok ağır ve doğrudan hatalarının siyasal ve hukusal faturasını da mutlaka ödemelidir, Türkiye Cumhuriyeti hukuksal hesabını sormalı ve bedeli ödetilmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
21 Ağustos 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Türkiye’yi PKK’yla müzakere sürecine oturtmak için yabancıların yaptıkları baskılar

Türkiye’yi PKK’yla müzakere sürecine oturtmak için yabancıların yaptıkları baskılar

Portresi_ATA_ile
Onur Öymen
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Çözüm süreci konusunda dış baskılarla ilgili olarak Yeniçağ’dan Salim Yavaşoğlu’na verdiğim mülakat aşağıdadır:
******

Onur Öymen, ABD ve Avrupalıların medya operasyonuyla algı oluşturduklarını amaçlarının ise Türkiye’yi PKK ile yeniden müzakere masasına oturtmak olduğunu söyledi.

ABD’de CIA güdümündeki düşünce kuruluşlarının sürekli olarak “Türkiye’de darbe olacak” şeklindeki iddialarını değerlendiren emekli Büyükelçi Onur Öymen:

“Benim gördüğüm kadarıyla son dönemlerde Amerikan basınında ve sivil toplum örgütlerinde Türkiye’yi köşeye sıkıştırma eğilimi var.” dedi

. Öymen, “İşler kendi istedikleri gibi gelişmeyince böyle çeşitli üstü kapalı tehditlerle Türkiye’yi hizaya getirme çabaları görüyorum. Özellikle onların öngördüğü PKK ile görüşme süreci sekteye uğrayınca ve koşulların da zorlamasıyla hükümet müzakere yerine mücadele yöntemini benimseyince bundan rahatsız oldular. Şimdi devleti yönetenleri korkutarak, baskı altına almaya çalışıyorlar” dedi.

Öymen, şunları söyledi:

“Burada üstü kapalı ifadelerle Türkiye’de darbe olabilirmiş algısı yaratılmak isteniyor. Böyle bir şeyin ortamı olmadığına göre, bunun tek izahı var; Türkiye’yi baskı altına alarak PKK ile yeniden müzakere masasına oturtmak ve yeni bir anayasayı onların istediği gibi yaptırtmak.”

Öymen, “Bu sistemde sanki tek bir merkez tarafından yönlendirilen bir medya kampanyası yürütülüyor.. Geçmişte de çok örneğini gördük. Medya yoluyla sizin medyanızı, sivil toplum örgütlerinizi, aydınlarınızı etkileyecekler ve kendi istedikleri gibi bir kamuoyu oluşturacaklar.” tespitini yaparak, şöyle devam etti:

“Bunu yaza yaza şimdi o hale geldik ki, Türkiye’de televizyona çıkanların içinde bir kişi çıkıp da ’Hakikatten yeni anayasaya ne ihtiyacımız var?’diyemiyor.

Devleti yönetenleri kampanya ile baskı altına almaya çalışıyorlar. Gayet tabii, bu konularda Türkiye’nin geçmişte yaptığı hatalar var. Yoksa bu noktaya gelmezdi işler. Ama bu noktaya geldikten sonra bence ’Mademki siz müzakereden vazgeçip, yeniden mücadele yöntemine girdiniz, biz sizi tekrar kendi yolumuza sokmak için böyle bir kampanya yaparız.’ mesajı verilmek isteniyor.”

Onur Öymen, değerlendirmesini şöyle tamamladı:

“Bunları böyle bu boyutuyla düşündüğün takdirde şu sonuca varıyorsunuz. Türkiye üzerinde bir medya kampanyası yapılıyor. Bu gayet açık. Avrupa’da da aksini söyleyen yok. Avrupalılar ile Amerikalılar bu konuda tam bir görüş birliği içinde Türkiye’yi sıkıştırıyorlar. Türkiye biraz direnince de Almanya’nın yaptığı gibi Türkiye’yi incitici, zorlayıcı hakaretamiz kararlar aldırabiliyorlar. ’Bizim istediğimizi yapmazsanız daha da kötüsü gelir başınıza demek isteniyor. Almanya Dışişleri Bakanı Steinmeier’in kısa bir süre önce söylediği, “Türkiye’nin açılım sürecini yeniden başlatmamasının ölümcül sonuçları olur.” sözünü unutmamak gerekir.

Yani Türkiye’yi terörle terbiye etmeye çalışıyorlar. Bunlara karşı direnmek zorundayız.”

Saygılar, sevgiler.
13 Haziran 2016

=============================

Dostlar,

Ne yazık ki Sayın Onur Öymen gene acı gerçekleri dile getirmiş ustalıkla..

Daha da acı olan, AKP – RTE’nin PKK’ya ve bölücü terörüne onca sınırsız ödün verdikten sonra iyi kötü hidayete ermesi ve bir anlamda ‘kendi ettiğini temizlemek zorunda kalması..”

Ne var ki bedeli çok ağır görüldüğü gibi.. ve masum halk ödüyor..
24 Temmuz 2015’ten bu yana şehit sayısı beş yüzü aşmış durumda..
Dile kolay.. Beş yüzden çok gencecik – yiğit vatan evladı kara toprağa verildi
AKP – RTE’nin olağanüstü hatalı politikaları yüzünden..
Vicdanları sızlıyor mudur acaba? Rahat uyuyabiliyorlar mı? Şehit yakınlarının acılı feryatları rüyalarından eksik olmasın dileriz.. Karabasanları (Kâbusları) eksik olmamalı..

Bunca ağır bedelin politik – tarihsel sorumlusu çok net olarak AKP-RTE’dir!

Şimdi kalkıp hamaset yapmaya zerrece hakları yoktur..
Hele hele bir de siyasal avantaj devşirmeye asla ve asla! Utanmak gerekir utanmak!
Önce, deyim yerinde ise ”pisliklerini” temizleyecekler, ardından Ulusumuzdan af dileyecekler ve siyaset sahnesini, halkımıza yasal hesap vermek üzere terk edeceklerdir. Öyle yağma yok..

Sevgi ve saygı ile.
13 Haziran 2016, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

23 Ağustos Nazizmin ve Stalinizmin kurbanlarını anma günü

23 Ağustos Nazizmin ve Stalinizmin
kurbanlarını anma günü

Portresi_ATA_ile

Onur Öymen

Avrupa Parlamentosu, 2009 yılında aldığı bir kararla 23 Ağustos’u
Nazizmin ve Stalinizmin kurbanlarını anma günü ilan etti.

İsveç, Estonya, Lituanya, Letonya, Bulgaristan, Hırvatistan, Polonya, Macaristan, Slovenya, Kanada, Gürcistan ve ABD 23 Ağustos’un “Siyah Kurdele Günü” adıyla
Nazizmin ve Stalinizmin anılması günü olarak kabulü için özel yasa çıkarttılar.

Böyle özel yasa çıkartmayan ülkelerden biri Almanya, biri de Türkiye.

Acaba böyle bir yasa çıkartmamızın zamanı gelmedi mi?
Hükümet ve muhalefet partileri böyle bir öneriyi Meclise getirmeyi düşünürler mi?

Saygılar, sevgiler.
06 Haziran 2016

Avrupa da Türkiye’den hızla uzaklaşıyor

Avrupa da Türkiye’den hızla uzaklaşıyor

Portresi_ATA_ile


Onur Öymen

 

 

Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz.

  • “Türkiye nefes kesen bir hızla Avrupa’dan uzaklaşıyor.” demiş.Bu sözler acaba sadece Türkiye’de hukuk, insan hakları, basın özgürlüğü gibi alanlarda yaşanan sıkıntılara bir tepkiden mi kaynaklanıyor? Bu alanlarda yaşanan eksiklikler, yapılan yanlışlıklar herkesten önce Türk aydınları, siyasal partileri ve basını tarafından eleştiriliyor. Ama acaba bütün bu alanlardaki geriye gidişte Avrupa’nın hiç mi sorumluluğu yok?

Son yıllarda insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanında yaşanan en büyük sıkıntılar, hükümetin de sonunda komplo olarak nitelendirdiği Ergenekon davasından kaynaklanmış ve bu dava sırasında çok sayıda gazeteci, siyasetçi, aydın, subay yıllarca hapis yatmıştı. Peki, Avrupa’nın Ergenekon davasıyla ilgili tutumu ne olmuştu? Bazı usul hatalarına işaret etmekle birlikte Avrupa Birliği, özellikle Avrupa Parlamentosu bu davanın sanıklarını devletin içine sızmış bir çete olarak nitelendirmiş ve onların yargılanıp cezalandırılmasını istemişti.

İlhan Selçuk, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan gibi çağdaş düşünceli, demokrasiye inanmış, Atatürkçü gazetecilerin tutuklanmasına karşı Avrupa’nın tepkileri çok cılız kalmıştı.

Türkiye’nin Kıbrıs meselesi, Ermeni soykırımı iddiaları, PKK terörü, Ege sorunları gibi milli konularında Avrupa Birliği hemen hemen daima Türkiye’nin karşısındakilerin yanında yer almış, CHP’nin bu konulardaki çabalarına karşı da çoğunlukla mesafeli davranmıştı. Geçmişten bu yana bütün Türk hükümetlerinin bu milli konularımızda hep yanlış yaptığı izlenimi yaratılmıştır.

Türkiye’nin AB üyeliği hedefini şimdiye dek  destekler görünen İngiliz Muhafazakar Partisinin lideri David Cameron şimdi 3000 yılına dek bu hedefin gerçekleşmeyeceğini söylemeye başlamıştır.

Fransa Türkiye’nin AB üyeliğini engellemek için 4 müzakere başlığının, Kıbrıs Rum Kesimi 6 müzakere başlığının, AB Konseyi, Kıbrıs bahanesiyle 8 müzakere başlığının görüşülmesine ambargo koymuştur.

Avusturya’da Cumhurbaşkanlığı seçimini kıl payıyla kaybeden Norbert Hofer,

“Türkiye üye olursa Avusturya’nın AB’yi terk edeceğini” söylemiştir.

Türk vatandaşlarına vize bağışıklığı sağlanması konusunda Avrupa’nın geri adım atmaya başladığı, evvelce koyduğu koşullara ek olarak yeni fren mekanizmaları geliştirmeye çalıştığı görülmektedir. İngiliz eski İstihbarat Başkanı Richard Dearlove, Türklere vize bağışıklığı sağlanmasının ateşe benzinle gitmek gibi olacağını ileri sürmüştür..

Son olarak Almanya Parlamentosu, Hıristiyan Demokrat, Sosyal Demokrat ve Yeşiller Partisinin ortak girişimiyle 2 Haziran’da Ermenilerin soykırım iddialarını benimseyen bir karar almaya hazırlanmaktadır.

Başbakan Merkel’le son zamanlarda sık sık gerçekleştirilen üst düzey ziyaretlerde Türk devlet adamlarının kendisini bu tasarıyı engellemeye ikna edemedikleri görülmektedir. Sayın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da kısa bir süre önce gerçekleştirdiği Berlin ziyareti sırasında görüştüğü Sosyal Demokrat ve Yeşiller partisi milletvekillerini tasarıyı geri çekmeye ikna edebildiğinin işareti yoktur.

Bu tablo gerçekten Türkiye-AB ilişkilerinin hızla geriye gittiğini gösteriyor.

Türkiye’de iktidarın başından beri AB’ye pek sıcak bakmadığı biliniyordu. Ancak şimdi aslında Avrupa’nın da hızla Türkiye’den uzaklaştığı görülüyor. Bu olumsuz gidişi salt Türkiye’nin yanlışlarına veya eksiklerine bağlamak insaflı bir değerlendirme olmaz. Bence Türkiye konusunda uzun zamandan beri çoğunlukla yanlış politikalar izleyen Avrupa, şimdi geleceği de doğru okuyamamakta, Türkiye’yi kendi elleriyle Orta Doğu’ya doğru hızla itmektedir.

Türkiye’nin Avrupa’nın değerlerinden uzaklaşmasında Avrupa’nın da sorumluluğu büyük olacaktır.

Saygılar, sevgiler.
24.05 2016

=================================

Evet dostlar,

Sular yataklarına dönüyor galiba…
Bu hülyanın boş olduğunu yıllardır yazdık, söyledik..

Türkiye’nin yeri AVRASYA Bloku olarak görülüyor..

Öncelikle TAM BAĞIMSIZLIĞINI koruyarak.

Ortadoğu’da 2. bir Sudi Arabistan rolüne soyunmak Türkiye’nin parçalanması demektir!

Sevgi ve saygı ile.
25 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

Kilis’e yönelik terör saldırına ilişkin düşünceler

Kilis’e yönelik terör saldırına ilişkin düşünceler

portresi_kursude_bayrakla

 

Onur Öymen

 

 

(AS: Bizim katkılarımızı yazının altındadır…)

Kilis’e sınırın Suriye tarafındaki terörist gruplar tarafından geçtiğimiz Ocak ayından beri yapılan füze saldırıları sonucunda şimdiye dek 21 vatandaşımız yaşamını yitirdi, çok sayıda vatandaşımız yaralandı.

Türkiye’nin bu saldırılara karşı IŞİD hedeflerine yönelik obüs saldırıları sonucunda birçok teröristin yaşamını yitirdiği açıklansa da, saldırıları durdurmak henüz olanaklı olamadı.

Suriye topraklarından teröristleri bertaraf etmek herkesten önce Suriye Hükümetinin görevidir.

Birleşmiş Milletler Yasası‘nın VII. bölümüne dayalı olarak Güvenlik Konseyi’nin 28 Eylül 2001’de aldığı 1373 sayılı karar ile aynı doğrultudaki öbür kararları ilgili bütün ülkeleri topraklarındaki terör örgütlerine karşı gerekli önlemleri almakla yükümlü kılıyor.

Suriye bu görevi tek başına yerine getiremiyorsa başka ülkelerin desteğiyle teröristleri topraklarından uzaklaştırmak zorundadır. Aynı şey Irak için de geçerlidir.

  • Türkiye, Birleşmiş Milletler Yasası’nın 51. maddesine göre topraklarını yurt dışından gelebilecek bütün saldırılara karşı koruma hakkına sahiptir.

Ayrıca NATO Antlaşması‘nın ortak savunmayı gerçekleştirmek amacıyla kaleme alınan 5. maddesi bir müttefik ülkeye yapılan saldırının bütün müttefiklere karşı yapılmış sayılacağını ve her müttefik ülkenin elindeki olanaklarla bu saldırıyı defetmeye yardımcı olacağını yazmaktadır.

Amerika, Almanya ve Hollanda sınır boyunca Türkiye’ye konuşlandırdıkları Patriot füzelerini Aralık 2015’ten başlayarak geri çekmişler ve yerine, yeni koşulların gerektirdiği başka savunma sistemlerini yerleştirmemişlerdir. Yalızca Adana dolayında İspanya’nın konuşlandırdığı Patriot füzelerinin görev süresi bir yıl uzatılmıştır.

Bir Rus uçağının düşürülmesinden sonra Rusya Devlet Başkanı Putin, 17 Aralık’ta (2015) verdiği demeçte Türk uçaklarının Suriye hava sahasına giremeyeceğini söylemiştir. Basında yer alan değerlendirmeler, Rusya’nın Türk uçaklarının Suriye’den kaynaklanan terörist saldırılara karşı bile kullanılmasını engelleyebileceği yolundadır.

Rusya’nın böyle bir yaklaşımı benimsemesi, Birleşmiş Milletler Yasası’nın 51. maddesine açıkça aykırıdır ve Türkiye’nin bu konuyu ivedilikle Rusya’yla ikili düzeyde görüşmesi ve gerekiyorsa konuyu BM Güvenlik Konseyi‘ne getirmesi gerekmektedir.

Aynı biçimde Türkiye’nin konuyu Antlaşma’nın 4. maddesine göre NATO Konseyi’ne getirmesi ve İttifakın Rusya’nın engellemesine karşı ortak bir tavır almasını istemesi yerine olacaktır.

Bütün hükümetlerin öncelikli görevi, ülke topraklarının her köşesinin saldırılara karşı korunmasını sağlamaktır. NATO da bir müttefikinin komşu bir ülkeden gelen terörist saldırılara uğramasına karşı kayıtsız kalamaz ve bu durumu içi boş sözlerle geçiştiremez.

Gerek yurt içinden gerekse komşu ülkelerden gelen terörist saldırıların durdurulması için bütün siyasal partilerin ve basının birlik içinde hareket etmeleri ve bu milli sorunu iç politika malzemesi yapmamaları önem taşımaktadır.

Terör örgütlerinin ve onların içerideki ve dışarıdaki destekleyicilerinin Türk milletinin silahlı dayatmayla dize getirilemeyeceğini anlamaları için yakın tarihimize bakmaları yeterlidir.

Saygılar, sevgiler.
09 Mayıs 2016.

==============================================

Evet Dostlar,

Deneyimli ve birikimli diplomat, Dışişleri eski Müsteşarı Sn. Öymen‘in değerlendirmeleri son derece nesnel. Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası hukukun somut ve açık normlarına dayanmakta: BM Ana Sözleşmesi (Sn. Öymen BM Yasası diyor) ve NATO Kurucu Andlaşması. Oysa NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, genelgeçer sözler ediyor ve NATO’ya düşen sorumluluğun gereği olarak hangi somut girişimlerin yapıldığını (artık yapılacağını değil herhalde!) belirtmiyor.. Dışişleri Bakanı Mevlüt bey (Çavuşoğlu) yurt dışında ama NATO Gn. Sekreteri ile yüz yüze değil telefon ile görüşme yapıyor nedense?

  • Kilis valisi, hiç sıkılmadan halka abdestsiz gezmeyin ve binaların kuzey tarafında oturun..”
    diyerek ölçüsüz bir aczi dile getiriyor ve tarihe geçiyor! AKP iktidarı görevden al(a)mıyor!?

Güdümlü kamuoyu yoklamaları AKP’yi hala % 52-53’lerde gösteriyor!?. Yetmedi, Başkanlık için halkın desteğinin de %58’lerde olduğu bile servis ediliyor.. Beyaz propaganda yöntemleri bunlar. Eğer öyleyse hiç durmasınlar; olağanüstü kongreye gidilmesin diye AKP’ye yalvar – yakar olan Devlet Bahçeli’nin eriyen MHP’si ile gecikmeden işbirliği yapıp 316 + 40 (MHP fire verebilir) ile 330’u kolayca (?) aşıp Anayasayı değiştirsin ve halkoylamasına sunsunlar!

Sıkıyor değil mi!

AKP- RTE saltanatında çöküş başlamıştır.. Bunca başarısızlığı, yolsuzluğu, yıkımı gören çooook sayıda AKP’li vekil – yönetici – seçmen nereye dek bu yangına ortak olacaklardır? Umutları ve dayançları hızla tükenmektedir. Salt “oyun bozan olmamak” ya da “ihanetle suçlanmamak” adına çok sayıda AKP’linin vicdanlarına gem vurması nereye ve ne zamana dek beklenebilir??

AKP-RTE açıkça Anayasa’yı çiğnemektedirler. Bunu bilerek ve isteyerek, tasarlayarak ve yineleyerek yapmaktadırlar. Bu girişim apaçık anayasayı çiğneme suçudur.

  • Türkiye’de Anayasal rejim fiili bir darbe ile AKP-RTE tarafından askıya alınmıştır.
    Bu tablo açıkça parti kapatma nedenidir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı neyi beklemektedir? Suça ortak olduğunun altını çizelim!

Durum hazin ötesidir.. Ülkesinde yurttaşlarının can güvenliğini sağlamak gibi en temel yükümünün gereğini bile yerine getirmeyen / getiremeyen bir siyasal iktidar, tüm dayanaklarını – meşruluğunu yitirmiş sayılmalıdır.. Hele hele “Anayasyı tanımıyoruz..” diye haykırmaktan bile geri durmuyorlarsa! RTE’nin seçimle gelen Cumhurbaşkanı olması, anayasal rejimi tanımayarak fiilen başkalaştırması (yozlaştırması) yetkisi vermez O’na! Hukukun en genel kurallarından biri, yürürlükteki hukuk kurallarına değiştirilinceye dek bağlı ve saygılı kalmaktır. Ötesi suç ve anarşidir.

Ülke pek çok bakımdan yangın yerine dönmüşken, RTE’nin takıntı durumuna getirdiği Başkanlık = Halife Sultanlık rejimini, AKP’yi de peşine takarak sürüklemesi son derece tehlikeli bir siyasal serüvendir. Ülkemiz – Ulusumuz çok ağır bedeller ödemektedir. Kilis’te kıçı kırık IŞİD tarafından atılan Rus yapımı Katyuşa roketleriyle öldürülen 21 insanın hesabı RTE-AKP’nin boynundadır! Siyasal sorumluluk, hukuksal açıdan en ağır sorumluluk türlerindendir ve er ya da geç sorumlu siyasiler halka hesap verirler, Türkiye’de de vereceklerdir. AKP – RTE’yi zihinsel olarak kuşatan da bu korkudur. Dini acımasız ve ölçüsüz biçimde alet ederek totaliter – baskıcı dinci – faşist bir rejim kurararak ölene dek iktidarda kalmak dışında bir seçeneğin kalmadığını çok net olarak görüyorlar. Kılıçlar çekilmiştir ve dönüş gözükmemektedir.

Ancak Türkiye; Devlet geleneği, kurumsal yapısı, demokratik birikimiyle… bu belayı da defetmeyi mutlaka başaracaktır..

Sevgi ve saygı ile.
10 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazımızın pdf biçimi :
AKP-RTE’nin_KILIS’te_ISID_ROKETLERI_ile_GOMULEN_GELECEGI