Etiket arşivi: Emre Kongar

Merdan Yanardağ: İslamo-faşizm

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr
09 Temmuz 2023, Cumhuriyet

 

İSLAMO-FAŞİZM, Merdan Yanardağ’ın Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlanan son kitabının adı… Aynı zamanda, üç kez hapse girmesinin tarihsel, siyasal ve ideolojik nedenlerinin de bir özeti denilebilir.
***
Merdan Yanardağ da Ergenekon, Balyoz, ODATV, Casusluk davaları mahkûmları, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Gezi Direnişi mağdurları, 28 Şubat mahpusları, hapisteki yaşlılar, hastalar, bebekler ve çocuklar gibi Birinci ve İkinci Silivri Trajedilerinin simgelerinden biri durumuna geldi.

AKP Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun terör örgütü liderini mukayeseli olarak övmesi üzerinden yaptığı eleştiri ve değerlendirmeler yüzünden, yaptığının tam tersi iddia edilerek “terör örgütünü övmek” suçlamasıyla hapse atıldı.

Yalnızca haksız ve hukuksuz değil, aynı zamanda akıldışı ve mantıksız da olan bu suçlama ve karar hiç kuşkusuz Merdan Yanardağ’ı da aşan bir rejim sorunu.

İşte Yanardağ’ın son kitabı, O’nu hapse atan bu rejimi, tarihsel, toplumbilimsel, siyasal ve ideolojik olarak irdeliyor.
***
Şu satırlar, 14 ve 28 Mayıs 2023 seçimleri öncesi yazılmış olmakla birlikte, belki de seçimlerin neden demokratik güçlerin yenilgisiyle sonuçlandığı konusunda doğru bir çözümleme içeriyor:

  • “Ayrıca bilinmelidir ki Türkiye’nin ilerici, Cumhuriyetçi, demokratik, yurtsever ve sol güçleri topluma, ulusa güven verecek bir seçeneği geliştiremez ise, faşist bir karakter kazanmış tarihsel gericiliğin bir kez daha kazanması kimseyi şaşırtmamalıdır.
  • Toplumların tarihi böyle trajik deneyimlerle doludur. Çünkü çok boyutlu ve çok katlı kriz dönemeçleri her zaman ilerici ve demokratik çözümler üretmez, daha koyu bir gericilikle de sonuçlanabilir.
  • Bu nedenle, ilerici ve demokratik güçler bakımından böyle kriz dönemlerinde, siyasal mücadeleyi zamanın maddesine ve ruhuna uygun düşen doğru program ve taleplerle sürdürmek; dahası, titizlik, kararlılık ve cesaretle yürütmek yaşamsal bir önem taşır.
  • Eğer tarihin çağrısına uygun doğru yanıtlar verilemez ve ilerici/demokratik bir çıkış yaşama geçirilemezse toplum gerici çözümlere razı olabilir.
  • Burada ‘gereğini yapmak’ deyimiyle ifade edilen şey şudur: Kötülüğü örgütleyip toplumsallaştırarak iktidara taşıyanlara karşı gerektiğinde kavga etmeyi göze almak demektir.
  • İslamo-faşizmi sokakta da durdurma cesaretine, siyasal kararlılığına ve önderlik bilincine sahip olmaktır.
  • Nedeni açıktır: Bir rejimin temelini tartışılamaz, eleştirilemez, sorgulanamaz ve itiraz edilemez ‘kutsal inançlar’ ve ilkeler oluşturmaya başlamışsa, orada demokrasi ve özgürlüklerden söz edilemez. İşte, İslamo-faşist hareketler ve iktidarlar da itiraz edilemez, sorgulanamaz ve tartışılamaz, diğer bir ifadeyle kendinden menkul ‘kutsal’ değerlere dayalı rejimler oluşturur.
  • Siyasal İslamcılık ve faşist ideolojinin, yani dincilik ile aşırı milliyetçilik ve şiddet kültürünün bir sentezi olarak tanımlanabilecek İslamo-faşist hareket, kutsallara dayalı bir siyaset kültürüne dayanır. Böylece, halkın geniş kesimlerinin genel kabullerine dayalı kutsal değerlerin istismarı üzerinden her türden siyasal itirazı bastırır.” (s.165)

***
Merdan Yanardağ’ın kitabı, Türkiye’de “Karşı Devrimin” tarihsel, siyasal ve ideolojik serüvenini anlatıyor. Bu serüven içinde, kendisinin haksız, hukuksuz, adaletsiz ve mantıksız tutukluluğunun öyküsü de elbette önemli ve ibret verici bir bölüm olarak yerini almıştır!

Önemli not: Değerli okurlarımdan kitap çalışmalarım için iki haftalık izin rica ediyorum.

Sığınmacılar, enflasyon ve Yanardağ

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr
04 Temmuz 2023, Cumhuriyet

 

Ne oluyor, neden oluyor; madde madde sıralayalım:

1) Herkes, yaşam pahalılığından şikâyetçi (yakınmacı), herkes geçim derdinde…

2) Sığınmacı sorunu, artık ekonomik ve siyasal bir sorun olmanın sınırlarını aştı, insanların güvenlik sorunu durumuna geldi…

3) Merdan Yanardağ, bir iktidar milletvekilinin terör örgütü ve onun lideri hakkında yaptığı yorumlar üzerinden iktidarın politikalarını eleştirdiği için, terör örgütü propagandası yapmak suçlamasıyla hapse atıldı.

4) Bu sorunları yaratan iktidar, şeffaf ve adil olmayan koşullarda, üstelik devlet gücünü de kendisi için kullanarak genel seçimleri kazandı, yerel seçimlerde de İstanbul’u geri almaya çalışıyor.

5) Süreçler ve olaylar art arda geliyor; yaşamımızı cehenneme çeviriyor; bütün bu sorunların sorumlusu olan iktidar, bu olumsuzlukları yaratan koşulları daha da ağırlaştırarak sürdürüyor.
***
6) Çünkü, Azgelişmişlik kapanına sıkışmış olan ülkemizin, “devleti, kendi kişiliğinin önüne koymaya alışmış olan” insanı, bağımsız ve özgür kişiliğini bir türlü yeterince geliştiremediği, yeterince eğitilemediği için, bütün bu olumsuzluklarla iktidar arasındaki ilişkiyi göremiyor; kutsanan bir dinsel/mezhepsel kimlik ve kutsanan bir milliyetçilik / etnikçilik anlayışı ile Osmanlı’dan gelen “kulluk” davranışını sürdürüyor.

7) İktidar halkın, seçmenin, bu anlayışına, bu tutum ve davranışına dayanarak kutsal devlet, kutsal din ve kutsal milliyet kimlikleri üzerinden siyaset ve propaganda yapıyor, böylece her türlü baskıyı, yanlışı, yolsuzluğu, yasağı örtbas ediyor.

8) İktidar hem eğitimi çağ gerisine çekerek hem de Osmanlı’nın kulluk anlayışını siyasal ve ideolojik olarak pekiştirerek, seçmenin gelişmesini engelliyor, onu yoksullaştırarak kendisine muhtaç ediyor ve böylece her türlü toplumsal, ekonomik ve kültürel gelişmeyi durdurarak ömrünü uzatmaya çalışıyor.
***
9) İktidar, bu propaganda ve siyaset ile maskelediği baskılar, yolsuzluklar, yasaklar ve harcamalar yoluyla, üretilen milli geliri, ülke çıkarlarına uygun olarak değil, küçük bir oligarşinin yararına göre harcadığı için, toplumun üretim gücü ve borçlanma kapasitesi 21 yılın sonunda tükeniyor ve iflas başlıyor.

10) İflasın geçici olarak durdurulabildiği izleniminin yaratılması için bazı (kimi) önlemler alınıyor; eski uygulamalarla uyumsuz olan bazı ekonomik ve siyasal politika değişikliklerine başvurmak gereksinmesi ortaya çıkıyor; bu çelişkilerin kamuoyunda tartışılmasını engellemek için de medya üzerindeki baskı artırılıyor.
***
11) Sığınmacılar sorunu, diyalektik olarak yukarıda açıkladığım bu sürecin hem nedeni hem de sonucu oluyor:

Nedeni oluyor, çünkü onların üzerinden iktidar güç ve süreklilik kazanıyor.

Sonucu oluyor, çünkü sığınmacıların sayısı on milyon gibi bir büyüklüğe ulaşınca, eğitimde, sağlıkta, konutta ve güvenlikte, sosyal, ekonomik, mali, kültürel ve siyasal sorunlar, başa çıkılmaz niteliğe bürünüyor.

12) Enflasyon da diyalektik olarak bu iktidarın politikalarının hem nedeni hem sonucu oluyor.

TÜİK ile aynı yöntemi ve paketi kullanan, bu nedenle de sonuçları daha güvenilir olmakla birlikte, yine de bastırılmış nitelik taşıyan ENAG dün yıllık enflasyon oranını 108.58 olarak açıkladı.

Diyalektik olarak, ülke kaynakları tüketildiği için enflasyon yükseliyor, enflasyonun yükselmesi halkın daha da yoksullaşmasına ve iktidara muhtaç olmasına yol açıyor.

13) İktidar yerel seçimlere doğru, Kürtler üzerinden yeniden farklı politikalar geliştirme hazırlığına girişiyor ve bu, bir milletvekili tarafından açıklanıyor.

14) Bütün bu süreci irdeleyen ve çelişkileri vurgulayan TELE1’in sorumlusu Merdan Yanardağ, hapse atılıyor.

15) Bugün Yanardağ’ın hapisteki yedinci günü.

Kılıçdaroğlu niçin kaybetti?

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr  
08 Haziran 2023, Cumhuriyet


CHP, Cumhuriyeti ve Demokratik Rejimi kurduğu için tarihsel bir öneme sahiptir.

CHP, Atatürk’ün kurduğu parti olduğu için duygusal bir öneme sahiptir.

  • CHP, Altı Ok’un temsilcisi olduğu için ideolojik bir öneme sahiptir.

CHP, Altı Ok’a ek olarak, tarihsel ve siyasal bağlamda “Ortanın Solu” çizgisini de temsil ettiği için, “Demokratik Sol” ya da “Sosyal Demokrasi” olarak siyasal bir öneme sahiptir.

CHP, Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir sözlerine dayalı aklı, bilimi temsil ettiği için, çağdaşlığa sahip bir partidir.

CHP, “Sosyalist Enternasyonal”e de üye olarak uluslararası bir öneme sahiptir.

Özetle CHP, Türkiye’de ve Dünyada, Cumhuriyeti, Demokrasiyi, Demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni bir “değerler bütünü” olarak temsil eder.

Şimdi bu değerlere bakalım.
***
Önce Altı Ok’u anımsayalım:

Cumhuriyetçilik                         :

Padişahlığın ve Halifeliğin yerine Halk / Millet Egemenliği.

Milliyetçilik                                 :

Ümmet yerine Millet; kozmopolit Osmanlı yerine Ulusal Türkiye Cumhuriyeti; bütün milletlerle eşitlik.

Halkçılık                                      :

Sömürü yerine dayanışma.

Devletçilik                                   :

Kamu girişimciliği, planlı kalkınma, kamusal hakların korunması.

Laiklik                                         :

Din, mezhep, ırk, dil, farkı olmaksızın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşlarına eşitlik; devletin herhangi bir inanca dayalı olmaması; azınlıkta kalan kimlik sahiplerinin çoğunluk inancına karşı korunması.

Devrimcilik                                 :

Akıl ve bilim bağlamında çağdaşlığı korumak için insanlığın gelişme ve evrim çizgisini sürekli olarak izlemek ve değişmek; Din-Tarım Toplumundan, Laik-Kentsel-Endüstri toplumuna geçişin kurumlarını oluşturmak ve korumak.
***
Sonra 1961 Anayasası’nın getirdiklerini anımsayalım:

  • Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti.

Kuvvetler (Güçler) ayrılığı.
Anayasa Mahkemesi
Bağımsız yargı.
Senato.
Planlama.
Özerk Üniversite.
Özerk TRT.
Sendika ve örgütlenme özgürlüğü.
Grev ve lokavt hakkı. (AS. Anayasa m.54 başlığı: Grev hakkı ve lokavt” denilmekte..)
Özerk devlet kurumları.
***
Daha sonra Bülent Ecevit’in 1977 seçimleri öncesinde Yeni CHP programına eklediği 6 yeni ilkeyi görelim:

Özgürlük : Devletin baskısı yerine bireyin özgürlüğü.

Eşitlik : Herkesin fırsat eşitliğine sahip olması ve herkesin milli gelirden katkısı oranında pay alması.

Dayanışma : Toplumsal üretimin ortaklaşa sağlanması, duygu ve ilke birliği.

Emeğin üstünlüğü ve bütünlüğü : Emeğin sömürülmesinin engellenmesi ve milli gelirden alacağın payın milli bir politika olarak korunması

Gelişmenin bütünlüğü ve etkinliği : Bütün toplumsal ve insanı değerlerin birlikte, uyumlu bir biçimde uygulanması.

Demokratikleşme : Demokratik Rejim’in önündeki engellerin kaldırılması ve Temel Hak ve Özgürlüklerin tümüyle korunması.
***
En sonra da Kemal Kılıçdaroğlu’nun katkısını anımsayalım:

Adalet: Hukuk Devleti ve yargı bağımsızlığı.

Güçlendirilmiş Parlamenter Demokratik Rejim: Şahsım Devleti Rejiminden kurtuluş.
***
Şimdi soru şu:

14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinde, Kılıçdaroğlu bu yazıda anımsattığım değerler birikimini topluma yansıtabilmiş midir?

Örneğin Cumhuriyeti, Atatürk’ü, Laikliği, Planlı ve Kamucu Ekonomiyi, Emeğin Üstünlüğünü, Çağdaş Eğitimi, Kadın Haklarını, yeterince savunabilmiş midir?

YOKSA BÜTÜN BU DEĞERLERİ YETERİNCE SAVUNAMAMIŞ ve SAVUNANLARI DA DÜŞ KIRIKLIĞINA UĞRATTIĞI İÇİN Mİ SEÇİMİ KAYBETMİŞTİR?

Teslimiyete hayır!

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr
04 Haziran 2023, Cumhuriyet

 

Bir insan, bir toplum nasıl dönüştürülür?

Bir insan, bir toplum, ancak teslim alınarak dönüştürülür.

Peki bir insan, bir toplum nasıl teslim alınır?

İster kişi olsun, ister toplum, her varlık belli değer yargıları üzerinde yaşar.

Bir gruba aidiyet duygusu, bir inanç, bir millet, bir ideoloji, özetle bir kimlik, bu değer yargılarıyla karşılıklı etkileşim halindedir, böylece onun omurgası oluşur:

Bir kişiyi veya bir toplumu teslim almak için bu omurganın yok edilmesi gerekir ki onların yerine yeni bir kimlik, yeni bir değer yargıları bütünü konulabilsin.
***
Bireyleri ya da toplumları kimliklerinden koparıp teslim almak için onların umutlarını yok etmek gerekir.

Savaş esirlerinin (tutsaklarının) beyinlerinin yıkanması, teslim olmalarıyla, teslim olmaları ise hem işkenceyle hem de umudunun yok edilmesiyle sağlanır.

Maddi, manevi işkenceyi biliyoruz.

Umudun yok edilmesi de sürekli işkence ve baskıya ek olarak, önce bir kurtuluş umudunun yaratılması, bu umudun beslenip büyütülmesi ve sonra bu umudun boşa çıkarılıp bireyin tümüyle çökertilmesi yoluyla yapılır.

Teslimiyet, umudun yok edilişiyle sağlanır!
***
Kendi iktidarları için toplumların Demokratik Rejimlerini yok eden otokratların da en büyük silahı, iktidarlarının asla sona ermeyeceğine, bütün seçimleri kazanacaklarına, bireyleri ve toplumu ikna etmeleridir.

Ama Demokratik Rejim umudu devam ettiği sürece bireyler ve toplum ikna edilemez.

O nedenle, Otokratlar, Demokratik Rejim umudunu yok etmeye çalışırlar:

Elbette günlük çıkarlar peşinde olan sermaye sahipleri ve çıkarcı politikacılar, derhal böyle bir iktidara katılırlar…

Bu katılımlar da bireylerin ve toplumların Demokratik Rejim umudunu kırmak için kullanılır.

Ama asıl şok, iktidarın (güya serbest, adil ve şeffaf) bir seçimle düşürülebileceği umudunu yaratıp, bu umudu geliştirip, sonra onu boşa çıkararak yaşatılır.

Büyük umutlarla sandığa giden Demokrat seçmenler, yeniden otokrat iktidarın seçimi kazandığını görünce:

Demokrasi’ye de, Demokrasi için çalışanlara da, Demokrasi umudunu yeşertenlere de, siyasete de, hayata da küser, içine kapanır ve iktidara teslim olur.
***
Umudun tükenişi, teslimiyeti…

Teslimiyet, kayıtsız koşulsuz boyun eğmek anlamına gelen, biatı…

Biat da, Demokrasiden Otokrasiye bireysel ve toplumsal dönüşümü getirir.

Böylece, Özgürlüğün ve Adaletin de sonu gelir.

O nedenle:

UMUDUN TÜKENİŞİNE HAYIR…

TESLİMİYETE HAYIR:

YAŞASIN DEMOKRASİ…

YAŞASIN DİRENİŞ!

Ne yapmalı ?

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr


DEMOKRATİK REJİM YENİDEN NASIL KURULUR?

Demokratik rejimin yeniden kurulması için siyasal tablonun iyi analiz edilmesi gerekir. Önce siyasal bilimlerin birinci ilkesini anımsayalım:

Siyaset boşluk kaldırmaz!
***

1) Türkiye’deki siyasal tablonun birinci eksiği Demokratik Rejimdir:

Erdoğan/AKP iktidarı yargıyı da ele geçirerek Demokratik Rejimi katletti…

Yine yargı aracılığıyla, “Şahsım Devleti”ni, yani Padişahlık tacı giymiş Faşizmi uygulamaya soktu!

Demek ki siyasette doldurulması gereken birinci boşluk rejimdir:

Rejim konusundaki boşluğun doldurulması için ise Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti için mücadele etmek gerekiyor.

a) Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti için mücadele etmenin birinci adımı yargının bağımsızlığı için savaşmaktır. Bağımsız bir yargı için mücadele etmenin araçları hiç de az değildir:

İnsanlık tarihi, hukuk tarihi, bilim, vicdan, ahlak, Anayasa, yasalar, Evrensel Hukuk, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna dayalı olan AİHM kararları ve kamuoyunun sürekli olarak bunlara vurgu yapması yargı bağımsızlığının oluşturulmasında etkin araçlardır.

b) Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti için mücadele etmenin ikinci adımı ise Sendikaların, Demokratik Toplum Örgütlerinin, Meslek Odalarının, İnsan Hakları Derneklerinin, Siyasal Partilerin, Gençlik Örgütlerinin, Kadın Hakları Derneklerinin, Çevrecilerin, Anayasada ve yasalarda kendilerine tanınmış olan ifade özgürlüğü haklarını sonuna kadar kullanmalarıdır.

c) Demokratik Rejim için, yani Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti için mücadele etmenin üçüncü adımı, medyanın bu hedefe dönük olarak örgütlenmesi ve yayın yapması ve bunların genel okur ve izleyici kitlesi tarafından izlenerek desteklenmesidir.

Demokratik Rejim taraftarları, bu rejimi savunan medya organlarını, gazeteleri, radyoları, dergileri, televizyonları, “YouTube”u, “Podcast” yayınlarını, izlemeli ve desteklemelidirler.

d) Demokratik Rejim, halkın sadece (yalnızca) seçimden seçime sandığa gitmesi demek değildir. Bu satırları okuyanlar başta olmak kaydıyla bütün halk, duygu ve düşüncelerini, milletvekilleri, belediye başkanları gibi politikacılara yansıtarak siyasete ağırlıklarını koymalıdır.
***
Biliyorum, sevgili okurlarım, bütün bunlar size biraz ütopik ve belki de zor geliyor ama dünyada ter ve gözyaşı dökülmeden kurulan hiçbir Demokratik Rejim yoktur

Lütfen Atatürk ve İsmet İnönü’nün topluma bedel ödetmeden bize armağan ettiği Demokratik Cumhuriyet için biraz çalışalım!
***
2) Türkiye’deki siyasal tabloda eksik olan ikinci faktör (etmen) hem “Ortanın Sağı”nın hem de “Ortanın Solu”nun siyasal yelpazede yarattığı boşluktur:

a) Erdoğan/AKP iktidarının toplumu ayrıştırıcı ve insanları birbirine düşmanlaştırıcı kimlik politikaları “Demokratik Rejim” üzerinde uzlaşmış olan “Orta Sağ” ve “Orta Solu” yok etti.

Bu açıdan Demokratik Rejim’in yeniden inşasında “sevgi”, “uzlaşma” temalarının, “Temel Hak ve Özgürlüklerin” vurgulanması doğru bir yaklaşımdır; ama yalanlara ve saldırılara yanıt veremediği için yeterli değildir.

b) Erdoğan/AKP iktidarının yaptığı seçim yasası ittifakları zorunlu kıldı, böylece toplumdaki ayrıştırma ve düşmanlaştırma politikasına uygun olarak Demokratik Rejim üzerinde uzlaşmış olan “Orta”yı, aşırı uçlara taşıdı.

Dolayısıyla, siyasal yelpazedeki “Orta Sağ” ile “Orta Sol” boşluğunu yeniden doldurmak gerekmektedir.

c) Erdoğan/AKP iktidarı “Orta Sağ”ı kendi içine alarak Demokratik Rejimden uzaklaştırdı, dinci-ırkçı-çıkarcı sağ içinde eritti.

Tarikatları, partinin, hükümetin ve devletin içine sokarak rejimi, siyasette din istismarına dayanan bir yapıya taşıdı.

Millet İttifakı tarafından da doldurulamayan Orta Sağ’daki boşluk ülke siyasetinde önemli bir eksikliktir.

d) CHP, sadece (yalnızca) bütün öteki sağ partilerle ittifak ederek değil, aynı zamanda CHP’nin geleneksel Atatürkçü ve Orta Sol çizgisini de “Orta Sağ”a taşıyarak yani partinin tarihsel kimliğini değiştirerek “Orta Sol”u yok etti, fakat “Orta Sağ”daki boşluğu da dolduramadı.

Partinin Orta Sol ve Atatürkçü çizgisi korunarak yapılabilecek ve verimli olabilecek olan bu ittifak, partinin öz varlığı da sağa kaydırıldığı için, yelpazede “Orta Sol” konusunda ciddi bir boşluk yarattı.

Hele “helalleşmek” gibi dinsel terimlerin kullanılması hem kimseyi ikna edemedi hem de partinin çekirdek kadrosunu kendisinden uzaklaştırdı.

  • CHP’nin yeniden özgün çizgisine dönmesi ve “Orta Sol”daki bu boşluğu doldurması gerekiyor.

CHP bunu beceremezse, “Siyaset boşluk kaldırmaz” ve başkaları (haksız ya da haklı olarak) burayı doldurur.
***
Sevgili okurlarım, ben ne politikacıyım ne de siyasal parti lideri:

Dolayısıyla yukarıda yazdıklarım sadece (yalnızca) birtakım gözlemlerdir.

Çözümleri üretecek olanlar elbette politikacılar ve parti liderleridir.

Ama bizim de yurttaşlar olarak üstümüze düşen görevleri yapmamız gerekiyor!

Atatürkçülük, milliyetçilik ve demokratlık

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr
25 Mayıs 2023, Cumhuriyet

 

İkinci tura 4 gün kala, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceklerini resmen duyurdu.

Böylece ATA İttifakı içinde, Vecdet Öz’ün Genel Başkanı olduğu Adalet Partisi’nden sonra, ikinci parti de Kılıçdaroğlu’na destek açıklamasında bulundu.

Ümit Özdağ’ın bu ittifakın esas omurgasını oluşturan seçmenleri temsil ettiği düşünülürse, bu açıklamanın çok önemli sonuçlarının olabileceği görülür:

Bu açıklama, ikinci turda Kılıçdaroğlu’nun kazanma şansını artırmış görünmektedir.
***
Özdağ, Kılıçdaroğlu ile olan müzakereleri hakkında:

  • “1 sene içinde uluslararası hukuka uygun, insan haklarını gözeten, Suriyelilerin Suriye’deki güvenliğini sağlayacak, uyuşturucu çetelerini okulların önünden kurtaracak bir model üzerinde kendisiyle fikir birliğine vardık ve Zafer Partisi olarak 2. turda Sayın Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı verdik.” dedi.

***
Üzerinde anlaşma sağlanan mutabakatın tam metni şöyle:

“Kapsam:
Bu protokol, Zafer Partisi ile Millet İttifakı Bileşenleri arasında, Cumhurbaşkanlığı İkinci tur seçiminde ve sonraki süreçte yapılacak işbirliği esaslarını kapsamaktadır.

Amaç:
21 yıllık AKP hükümetlerinin yarattığı
sosyal yıkım, yolsuzluk, yoksulluk, devlet krizi,
sığınmacı sorunu,
rant-borç-talan ekonomisi ve neden olduğu ağır ekonomi sorunları
ve toplumun siyasi kutuplara bölünmesine karşı devletin yeniden düzenlenmesi;
milli birlik ve beraberliğin sağlanması, yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar ve
ağır ekonomi sorunlarının çözümü, Türkiye için ağır bir güvenlik ve demografi sorunu oluşturan sığınmacı ve kaçakların gönderilmesi için ortak çalışma ve işbirliği detaylarının tespit edilmesidir.

Temel İlkeler:

1-Anayasamızın ilk 4 maddesi ve 66. maddede yer alan Türk Vatandaşlığı konusundaki tanımı ve içeriği korunacaktır.

2-1924 yılında kurulan milli-üniter-laik devletten asla taviz (ödün) verilmeyecektir. Bu değerlere bağlı kalınacaktır.

3- Başta Suriyeliler olmak üzere tüm sığınmacılar ve kaçaklar en geç 1 yıl içinde ülkelerine geri gönderilecektir.

4. Devletin varlığı ve bütünlüğünü hedef alan başta FETÖ, PKK, IŞİD olmak üzere bütün terör örgütleri ile etkin ve kararlı mücadele edilecektir.

Terörle mücadele çerçevesinde, terörle bağlantısı hukuki kanıtlarla sabit olan mahalli idare yöneticileri yerine devlet görevlileri ataması uygulamasına yargı kararı çerçevesinde devam edilecektir.

  • Terörle müzakere değil, mücadele edilecektir.

Türkiye’nin milli ve üniter devlet yapısını hedef alan hiçbir siyasi ve hukuki düzenlemeye izin verilmeyecektir.

5- Devletin bütün birimlerinde yapılacak görevlendirmelerde sadakat değil, liyakatin esas alınması sağlanacaktır.

6- Bütün yolsuzluklar ile hukuk çerçevesinde çok etkin bir şekilde mücadele edilecektir.

7- Devletin vatandaşına karşı şeffaf olunması ve açık davranması konularında tam mutabakata varılmıştır.”

***
Meral Akşener, Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğini açıklayan Ümit Özdağ ile ilgili olarak:

“O mutabakat metninde bizi rahatsız eden bir şey yok” dedi.

Akşener, Zafer Partisi’ne bakanlıklar verildiğine ilişkin dedikodular konusunda ise:

“Biz henüz bakanlıklar konusunu hiçbir şekilde, Millet İttifakı’nın bileşenleri olarak, bir araya gelip konuşmadık” açıklamasında bulundu.
***
Bu destek ve açıklanan bu protokol, Erdoğan/AKP iktidarı tarafından Millet İttifakı’na ve Kılıçdaroğlu’na karşı montajlanmış sahte videolarla yürütülen kara propagandayı engelleyecek ve yapılan eleştirilere karşı da bir “emniyet supabı” fonksiyonu görecek maddeleri içermektedir:

1) Anayasa’nın ilk dört maddesi ve 66. maddesi güvence altına alınmıştır.

2) Irkçılığa dayanmayan, bütün vatandaşları eşit gören, “Milli Demokratik Devlet güvence altına alınmıştır.

3) Üniter Demokratik Devlet yapısı güvence altına alınmıştır.

4) Laiklik güvence altına alınmıştır.

5) İthal nüfus sorununun bir yıl içinde çözüme kavuşturulması üzerinde anlaşma sağlanmıştır.

6) Her türlü terörle müzakere yerine, ödünsüz bir mücadele, güvenceye kavuşturulmuştur.

7) Liyakat ilkesi güvence altına alınmıştır.

8) Yolsuzluk yapanlarla mücadele güvenceye kavuşturulmuştur.

9) Hukuk Devletinin kurulması güvence altına alınmıştır.

10) Şeffaf devlet yapısı ve işleyişi güvenceye kavuşturulmuştur.
***
Sonuç olarak bu destek, Kılıçdaroğlu’nun yolunu:

Atatürkçülük çizgisinde

Irkçılığa dayanmayan Demokratik Milliyetçilik bağlamında…

Bütün vatandaşları eşit gören, Demokratik Laik ve Hukuk Devleti olan bir Cumhuriyet idealine doğru…

Güçlendirmiş…

Ve 28 Mayıs’ta, seçmenin Aydınlık bir tercih yapması ihtimalini artırmış görünmektedir.

Haftaya bugün ne yapacaksınız?

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları
21 Mayıs 2023, Cumhuriyet

Haftaya bugün… 28 Mayıs 2023 Pazar günü yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçiminde… Nasıl oy kullanacaksınız?

Kime oy vereceksiniz: Lidere mi… kendinize mi?

Ben kendime, bugüne kadar (dek) savunduğum değerlere ve ilkelere oy vereceğim!
***
1) Atatürk’e, onun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne inandığım için…

Hangi lider Atatürk’ü ve Cumhuriyeti savunuyorsa, ona oy vereceğim.

2) Demokratik Rejim’i savunduğum için…

Hangi lider Demokratik Rejim’i savunuyorsa ona oy vereceğim.

3) Hukuk Devleti’ni ve adaleti savunduğum için…

Hangi lider Hukuk Devletini, adaleti savunuyorsa ona oy vereceğim.

4) Laikliği savunduğum için…

Hangi lider laiklikten yanaysa ona oy vereceğim.

5) Yargı bağımsızlığına inandığım için…

Hangi lider yargı bağımsızlığını savunuyorsa ona oy vereceğim.

6) Tek kişi yönetimine inanmadığım için…

Hangi lider tek kişi yönetimine karşı ise ona oy vereceğim.

7) Din ve mezhep politikalarının ayrımcı olduğuna inandığım için…

Hangi lider din ve mezhep üzerinden politika yapmıyorsa ona oy vereceğim.

8) Irkçılık ve azgın milliyetçilik politikalarının ayrımcı olduğuna inandığım için…

Hangi lider ırkçılık ve azgın milliyetçilik üzerinden politika yapmıyorsa ona oy vereceğim.

9) Kavgaya değil, uzlaşmaya inandığım için…

En az kavgacı olan, uzlaşmayı en çok savunan lidere oy vereceğim.

10) Savaşa değil, barışa inandığım için…

Yurtta barış, cihanda barış diyen lidere oy vereceğim.

11) Sosyal Devlet’ten yana olduğum, sömürüye karşı olduğum için…

Sosyal Devleti savunan, gelir ve servet dağılımını dar ve sabit gelirlilerden yana düzeltecek ekonomik ve mali politikaları uygulamayı vaat eden lidere oy vereceğim.

12) Hırsızlığa karşı olduğum için…

Dürüst lidere oy vereceğim.

13) Kamu malının yağmasına karşı olduğum için…

Kamu malını koruyan lidere oy vereceğim.

14) Yeşilden yana, betonlaşmaya karşı olduğum için…

Yeşili koruyan, betonlaşmaya karşı olan lidere oy vereceğim.

15) Terbiyeden ve nezaketten yana olduğum için…

Terbiyeli ve nazik olan, küfür ve hakaret etmeyen lidere oy vereceğim.

16) Dünya ile rekabet edebilecek, sorgulayıcı ve çağdaş eğitimden yana olduğum için…

Çağdaş, sorgulayıcı eğitimden yana olan, dogmatik, ezberci eğitime karşı olan lidere oy vereceğim.

17) Bilim, sanat, edebiyat ve kültür alanlarında yaratıcılıktan, özgürlükten, özerklikten ve özgünlükten yana olduğum için…

Bilimde, sanatta, edebiyatta, kültürde, yasaklara karşı olan özgürlükçü lidere oy vereceğim.

18) Üniversite özerkliğinden yana olduğum için…

YÖK’e karşı olan lidere oy vereceğim.

19) Medya özgürlüğünden yana olduğum için…

Medya özgürlüğünü savunan, gazetecileri hapse atmayan, RTÜK ve BİK gibi kuruluşları sadece (yalnızca) meslek ahlakını denetleyen ve siyasal iktidardan bağımsız olan kurumlar haline getirecek lidere oy vereceğim.
***
Ve seçimi ister benim oy verdiğim lider kazansın, isterse rakibi…

Kendime, bütün ömrüm boyunca savunduğum değerlere oy verdiğim için, vicdanım rahat bir biçimde gece mışıl mışıl uyuyacağım!

Ve seçimi ister benim oy verdiğim lider kazansın, isterse rakibi…

  • Ertesi sabah yine Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti için mücadeleye devam edeceğim.

TELE1 ekranının karartılması haksız ve hukuksuzdur

Emre Kongar
Emre Kongar 
ekongar@cumhuriyet.com.tr

Son Yazısı / Tüm Yazıları
24 Şubat 2023, Cumhuriyet

 

Benim de Merdan Yanardağ ile birlikte “18 Dakika” adlı 45 dakika kadar süren bir yorum programı yaptığım TELE1 televizyon kanalı, Radyo Televizyon Üst Kurulu RTÜK kararıyla 22 Şubat Çarşamba günü saat 00.00’dan itibaren (başlayarak) üç gün süreyle karartıldı.
***
Önce olayı anımsayalım:

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu RTÜK, TELE1’de Enver Aysever’in sunduğu “Ayrıntılar” programına konuk olarak katılan TİP Milletvekili Sera Kadıgil’in Diyanet eleştirisi sebebiyle, TELE1’e 3 günlük ekran karartma cezası vermişti.

RTÜK oyçokluğu ile alınan kararın gerekçesini Sera Kadıgil’in Diyanet bu haliyle siyasal İslamcı gereçtir sözleri olarak göstermişti.

Bu karar üzerine TELE1, cezanın iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle yargıya başvurmuş ve Ankara 2. İdare Mahkemesi, oybirliği ile yürütmenin durdurulması kararını vermişti.

RTÜK bu karara karşı bir üst mahkemeye itiraz etmişti.

Ankara Bölge İdari Mahkemesi İdare Mahkemesinin verdiği yürütmeyi durdurma kararını iptal etti ve TELE1’in ekranı karartıldı.
***
Hem RTÜK’ün bu ceza kararı…
Hem de bu cezanın yürütmesini durduran İdare Mahkemesi kararını kaldıran Bölge İdare Mahkemesi kararı…
Anayasasında “Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti” yazan Türkiye Cumhuriyeti’nde mantıksız, haksız ve hukuksuz bir karardır.

Mantıksız bir karardır:

Çünkü, Sera Kadıgil, TELE1 personeli değildir, TELE1’de program yapmamaktadır, TELE1’i temsil etme, TELE1 adına konuşma yetkisine sahip değildir.

Dolayısıyla, sözleri asla TELE1’i bağlamaz.

Özetle, önceden ne diyeceği de bilinmeyen bir konuğun sözleri dolayısıyla TELE1’in cezalandırması, bırakın yasaları, düz mantığa bile aykırıdır.

Hukuksuz bir karardır:

Çünkü, Diyanet İşleri Başkanlığı devletin bir bürokratik kurumudur ve her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı onu eleştirmek hakkına sahiptir.

Üstelik Sera Kadıgil bir milletvekilidir ve görevi zaten iktidarı ve devlet kurumlarını irdelemek, değerlendirmek ve eleştirmektir.

Yani Sera Kadıgil, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı eleştirirken aslında görevini yapmaktadır.

Demokrasiye aykırı bir karardır:

Çünkü Sera Kadıgil bir milletvekilidir, kürsü dokunulmazlığına sahiptir; kürsüde dile getirdiği görüşleri dışarıda da aynıyla dile getirmek hakkına sahiptir.

Üstelik bir siyasal parti üyesidir ve her siyasal parti üyesi gibi iktidarı ve devletin bürokratik kurumlarını eleştirmek, hatta onların kaldırılmasını bile istemek hakkına sahiptir.

Unutulmasın ki bu rejimde, bir siyasal lider, bırakın Diyanet İşleri Başkanlığı’nı, Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını bile önerebilmiştir.

Hukuk Devleti kavramına, temel hak ve özgürlüklere aykırı bir karardır:

Çünkü sadece (yalnızca) bir devlet kurumunun eleştirilmesi değil, iktidarın bir siyasal eğiliminin, bir yöneliminin ve bunu temsil eden bir kurumun eleştirilmesi de ifade özgürlüğüne girer.

Evrensel hukuk ve demokratik rejim anlayışına da aykırıdır:

Çünkü din ve mezhep inançları üzerinden, tek bir inanç grubuna yönelik olarak tekelci ve istismarcı bir biçimde siyaset yapılması hem Hukuk Devleti’nin hem de Demokratik Rejimin altını oyar.
***
Sevgili okurlarım, özetle RTÜK’ün verdiği ceza ve bu cezanın yürütmesinin durdurulmasının kaldırılması ve TELE1 ekranının karartılması, Anayasa’ya da Demokrasi’ye de Hukuk Devleti’ne de Laikliğe de temel hak ve özgürlüklere de mantığa da aykırıdır.

20 yıl sonunda iç savaş tehdidi mi?

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr
27 Eylül 2022, Cumhuriyet

Erdoğan/AKP iktidarı kaybedeceği bir seçime doğru giderken ülkede iç savaş çığlıkları işitilmeye başlandı:

Ne büyük bir hüzündür ki Tek Parti döneminde İsmet İnönü’nün Demokrasiye geçmesi sayesinde iktidar olan Dinci/Sağ Siyaset, 20 yıllık kesintisiz iktidarı sonunda, Türkiye’nin 70 yıl önce tarihe altın harflerle armağan ettiği, “Devrimcilerin barışçı yolla, iktidarı muhaliflerine devretmesi deneyiminden” sonra bu günleri yaşıyor!
***
Bu 20 yıllık Erdoğan/AKP iktidarı boyunca neler oldu?

  • Devlet ve devletin bütün meşru kuvvet kullanma yetkisine sahip organları ve yargı mekanizması bir kişinin emrine sokuldu.

Tarikatlar, vakıf ve dernekler aracılığıyla devletin işlevlerine ortak edildi.

15 Temmuz 2016’da iktidarın müttefiklerinden bir Cemaat, askeri darbe teşebbüsünde bulundu.

  • Bu sırada pek çok otomatik silah kayboldu.

Yurtdışından iktidarın yolsuzluk ve haksızlıkları hakkında ifşalarda bulunan bir çete lideri, bazı silahların bazı sakıncalı yerlere verildiğini açıkladı.

İktidarın tetikçileri gazetelerde, televizyonlarda şiddete yönelik beyanlarını yoğunlaştırdılar.

Birtakım imamlar, tarikatların, cemaatlerin liderleri, hem laikliğe karşı hem kadınlara karşı kin kusmaya hem de silahlanma ve şiddet çağrısında bulunmaya başladılar.

Şaşırtıcı bir biçimde, sokak köpeklerinin katledilmesini savunan bazı hesaplar da sosyal medyada silahlanma çağrısı yapıyor.

Bu duruma dikkat çekmek için, 25 Eylül Pazartesi günü www.kongar.org adresindeki internet sitemde aşağıdaki uyarıyı yayımladım.
***
“GARİP VE RASTLANTISAL(!) AMA KİRLİ BİR İTTİFAK

Son günlerde özellikle sosyal medyada garip ve kirli bir ittifak göze çarpıyor:

Bir yandan sokak köpeklerinin öldürülmesini isteyenler silahlanma çağrısı yapıyor…

Öte yandan bazı imamlar devlet düşmanlarının temizlenmesi ve bu amaçla evlerde nakit para ve baklagiller gibi dayanıklı besin maddelerinin bulundurulmasını öneriyorlar…

İmamlar tarafından sürekli olarak kadınların açık saçık giyindiklerinden şikâyet ediliyor…

Otomatik silahlarla poz verenlerin fotoğrafları, zaten uzun zamandır, övünmek için kendi hesaplarında yayımlanıyor…

Ana muhalefet partisi olan CHP’nin ve meşru bir parti olan HDP’nin, terör örgütü PKK ile ilişkili olduğu iddiaları Anadolu’da, çeşitli biçimlerde hazırlanan pankartlarla ilan ediliyor…

16 Nisan 2017 sözde referandumunda parklarda ve sokaklarda atılan silahların sesleri hâlâ insanların kulaklarında…

İktidarın tetikçileri ise medyada iktidarın seçimi kaybetmeyeceği, kaybetse bile gitmeyeceği propagandasını yayıyorlar…

Ve laikliği ve hayvan haklarını savunan yazarlar, özellikle de kadınlar bu gruplar tarafından linç ediliyor.

Tam ülkenin kaderini belirleyecek seçimlere gidilirken bu garip ve rastlantısal(!) ama kirli ittifaka kamuoyunun dikkatini çekmek istedim.”
***
Tam bu yazıyı yayımlamıştım ki Twitter’da Prof. Dr. Eser Karakaş’ın şu tweet’ine rastladım:

Eser Karakaş
@EserKarakas53

Akit TV’de üç gün önce Ahmet Maranki denen biri 

“seçimleri kaybedersek gömdüğümüz silahları çıkarıp ‘Bismillah’ deyip sokaklara çıkarız” 

dedi, internetten sesli ulaşabiliyorsunuz, Akit TV programcısı bile “Hop” demek zorunda kaldı.

Peki savcılardan bir girişim var mı acaba? Rezalet

ÖS 8:59 · 25 Eyl 2022
***
Aklıma, yurtdışından iktidar hakkında ifşalarda bulunan bir çete liderinin

  • “Oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız” 

sözü ve bu sözün gerekçesini açıklarken “Ortak fikir çerçevesinde o sırada korku iklimi yaratmak gerekiyordu, onu yaptım” mealindeki açıklaması geldi.

Tetikçiler, klasik ve sosyal medyada AKP/Erdoğan’ın seçimi kaybetmeyeceği, kaybetse bile iktidarı terk etmeyeceği biçiminde, şiddet yöntemlerini de anımsatan açık veya kapalı mesajlar vermeye devam ediyorlar.

Bilmiyorlar ki Özgürlük ve Adalet İnancının” ve Hukuk Devleti ve Demokrasi Savaşımının” barışçı gücü, bütün silahlardan ve şiddet eylemlerinden daha cesur ve daha etkilidir!

Hatay’ın önemi

Emre KongarEMRE KONGAR

ekongar@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Cumhuriyet, 29 Mart 2022

 

ABD’nin Irak’a ve Suriye’ye müdahalesinden sonra Türkiye’nin güney sınırlarında Akdeniz’e ulaşmak için kurulmak istenen kara koridoru ve Rusya-ABD rekabeti dolayısıyla, Hatay’ın, Doğu Akdeniz bölgesindeki stratejik önemi çok daha yaşamsal bir nitelik kazandı. Zaten ABD’nin Ortadoğu’ya müdahalesinden de önce, bazı Suriye haritalarında Hatay’ın Suriye sınırları içinde gösterildiği herkesin belleklerindeki taze yerini korumaktadır.

Esad’ın, Suriye’ye müdahale etmemesi için Türkiye’yi uyarırken, bu müdahalenin Türkiye’nin sınır güvenliği ve terörle mücadelesi konularında sorunlar yaratacağı biçiminde tehditkâr bir ifade kullanması, daha o zaman, Hatay’ın içinde bulunduğu kritik jeostratejiyi işaret ediyordu.

Hatay, ülkemizdeki dört din mensuplarının refah ve mutluluk içinde birlikte yaşadıkları “Barış simgesi” bir kentimizdir.

Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümcül hastalığına rağmen Türkiye’ye katılmasını sağladığı bir ilimizdir.

Ve şu anda ekonomik ve siyasal açıdan önemli tehlikelerle, moda deyimle bir “Beka sorunuyla” karşı karşıyadır.

Türkiye’nin yanlış kararlarla taraf olduğu Suriye savaşında ödediği en önemli bedellerden biri olan ve sayıları 6 milyon kadar olduğu tahmin edilen “Suriyeli sığınmacılar”, bu kentimizde yarattıkları toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal meselelerle Hatay’ı ülke için bir “Milli Güvenlik Sorunu” haline getirmiştir.

Bir tıp doktoru olan Hatay Belediye Başkanı Doç. Dr. Lütfü Savaş’ın dikkat çektiği sorunlar, Hatay’ın içinde bulunduğu tehlikeleri önlemek için iktidarın müdahale etmesi gerektiğini vurgulamaktadır. (Bu konuda ayrıntılı bilgiler için benim kişisel internet sitem kongar.org’da yayımladığım dünkü “Güncel” yazıma bakılabilir.)
***
2022’ye ertelenen Hatay Expo 21 Fuarı’nın 31 Mart’ta açılışı dolayısıyla, Alev Coşkun’un 22 Temmuz 2019’da yayımlanan Atatürk ve Hatay adlı yazısında vurguladığı bazı tarihsel gerçekleri anımsatmak istedim.
***
Lozan’da Hatay milli sınırlarımızın dışında kalmıştı. Suriye ile Türkiye arasında yapılan sınır tespiti çalışmaları uzatılıyordu. Burada önemli bir noktaya işaret etmeliyiz ki, Lozan Konferansı sürerken Atatürk’ün direktifleriyle 30 Mayıs 1923’te Antakya-İskenderun Havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu.
***
Atatürk’ün Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde kalamaz söylemi Hatay konusundaki düşüncesini belirtiyordu. Atatürk, 1 Kasım 1936’da TBMM açış konuşmasında “…milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük mesele, gerçek sahibi öz Türk olan İskenderun, Antakya çevresinin geleceğidir. Bunun üzerinde ciddiyet ve kesinlikle duruyoruz” demişti.
***
Atatürk Fransız büyükelçisine, Hatay benim şahsi davamdır. Şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz dedi. Fransızlar, Hatay için silah gücünün kullanılacağını anlamaya başladılar.
***
19 Mayıs 1938’de Ankara’daki törenden hemen sonra trenle Adana’ya hareket etti. Hastalığını umursamıyordu. Çukurova bölgesinde beş gün süren bir yorucu gezide hasta olmasına rağmen askeri birlikleri denetledi. Adana ve Mersin’de düzenlenen geçit törenlerini ayakta izledi. Epeyce yorulduğunu hissedince askeri geçidin sonuna doğru “Marş marş ile geçsinler” diye emir verdi. O günlerde burnunda sürekli kanama görülüyordu. Amacı, bütün dünyaya ayakta olduğunu ve Hatay davasından ödün vermeyeceğini göstermekti.
***
Bu arada da Fransa’yla yapılan bir anlaşma gereğince, Kurmay Albay Şükrü Kanatlı kumandasındaki birliklerimiz Hatay’a girdi. 13 Ağustos’ta seçimler yapıldı ve Hatay Cumhuriyeti kuruldu. 2 Eylül 1938’de Hatay Cumhurbaşkanlığı’na Tayfur Sökmen seçildi. Atatürk ölmeden önce bu gelişmeleri görmek ve duyumsamak mutluluğuna erişti.
***
Hatay Cumhuriyeti 9 ay sonra, 30 Haziran 1939 tarihinde Türkiye’ye katılma kararı aldı. Hatay Devleti sınırları Türkiye-Suriye sınırı olarak kabul edildi. 23 Temmuz 1939’da Hatay, Türkiye Devleti’ne dahil oldu ve Hatay Vilayeti kuruldu. Anayurdun bölünmez, vazgeçilmez bir parçası olan Hatay, anayurtla bütünleşti. Hataylılar yaşamının son günlerine kadar Hatay için çalışan Atatürk’ü hiçbir zaman unutmazlar.
***
Erdoğan/AKP iktidarı bir an önce, CHP’li belediyelere karşı yürüttüğü düşmanca politikayı bir yana bırakmalı ve Hatay’ın değerli ve başarılı Belediye Başkanı Doç. Dr. Lütfü Savaş ile işbirliği ve eşgüdüm içinde, bu kentimizin başta güvenlik olmak üzere, ekonomik, toplumsal, demografik ve siyasal sorunlarını çözmek için ülkenin bütün kaynaklarını seferber etmelidir.