Etiket arşivi: Dr. Alper AKÇAM

KURBAN OLAYIM SANA… 

KURBAN OLAYIM SANA… 

Dr. Alper Akçam, 21 Ağustos 2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

İslam dünyası Kurban bayramını kutluyor… Öncelikle tüm halkımızın bayramını kutlayalım… Bayramlar halkın gülme, eğlenme, kucaklaşma, barışma, kaynaşma, yasaklara karşı çıkma ve kimi asık yüzlü kurallardan kurtulma günüdür.
İlk çağlardan bu yana, özellikle de hayvan ehlileştirilmesinin ekonomide ve geçimde esas olduğu Orta Barbarlık döneminden sonra, kurban, çok tanrılı dinlerde, animist dinlerde (canlıcılık) de, tanrılara sunulan bir can ile kendini bağışlatma arzusunu ilke edinir.
İslam’daki kurban geleneği de, İslam’ın çok öncesine, İbrahim peygambere kadar dayanır.
Kurban Bayramı denince, yalnız tarihi olarak değil, güncel olarak da çok anlamlı görüntüler çıkıyor ortaya…
İlk görüntülerden birisi, bayram öncesi piyasada derin dondurucu kalmamış olmasıdır! Demek ki, halkımız, bu dinsel ritüeli bir tür ekonomik olanağa da dönüştürmekte, bir taşla iki kuş birden vurmaktadır. Hem kurbanını kesmiş olmakla kendince sevabını kazanmakta, hem de uzun süre yiyebileceği bir et stoku yapmış olmaktadır.
Bu arada ABD’nin NED’iyle (National Endowment for Democracy) dirsek temasında oldukları kuşkusuzca ortada olan, adı STK (sivil toplum kuruluşu) olmakla birlikte din ve merhamet duygusu üzerinden faaliyetlerini sürdüren, Deniz Feneri gibi bazılarının sicilinde usulsüzlük ve yolsuzluktan Avrupa ülkelerinde alınmış mahkumiyetler bulunan, 12 Eylül 1980 sonrasında hızlanmış Şarkiyatçı Emperyalist politikalarla gökten zembille iner gibi inip birden çok büyük parasal ve siyasal güçlere ulaşmış, şu anda da bir kısmı Milli Eğitim Bakanlığı ile “değerler eğitimi” adı altında genç kuşaklara Sünni İslam üzerine eğitim protokolü yapmış bulunan, arada bir basında adları taciz ve benzeri sansasyonel haberlerle geçen vakıf ve dernekler kurban derisi gelirleriyle önemli bir kan kazanmaktadır.
2013 yılında yapılan bir düzenleme ile kurban derisi toplama yetkisi Türk Hava Kurumu’ndan alındı; zaten deri toplamada ve şehirleri çevreleyen semtlerde örgütlenmede epeyce mahir olan bu kurum ve kuruluşlarla cemaat ve tarikatların da önü epeyce açılmış oldu.
Bugün elde kesin veriler bulunmuyor olmakla birlikte, kurban derisi yoluyla yüz milyonları bulan bir para bu tür vakıf ve derneklerin kasalarına girmektedir (Suriyeli sığınmacılar için harcandığı söylenen 30 Milyar doların üstündeki paranın üç milyar dolara yakını da bu vakıf ve derneklere gitmişti)…
Bu gerçekler ışığında, İslam’daki kaynağı paylaşma, et bulmakta zorlanan yoksulların karnını doyurma gibi insanı değerler de içeren kurban geleneğinin, aynı zamanda emperyalist çıkarlar için İslam dünyasının kendini kurban etmesi ve bir ucu silahlı teröre dayanan iç çatışmalara sürüklenmesini de birlikte getirdiği anlaşılıyor.
Şehirleri süsleyen büyük reklam panolarına, üst geçitlere, köprülere asılmış koca duyurulara baktığımızda, kurban geleneğinin arkasındaki bu gerçeği açıkça görebilmekteyiz.
2 Temmuz 1798 günü Mısır’ı işgal için İskenderiye’ye çıkmış Napolyon’un söylediği “nous sommes les vrais Musulmans” (biz gerçek Müslümanlarız) sözünden ve kendinden sonra gelecek vekili Kleber’e verdiği öğütten sonra İslam dünyasının günlük dili bile Batı’dan kurgulanır gibi oldu… “Napolyon vekili Kleber’e kendisi ayrıldıktan sonra Mısır’ı Şarkiyatçılar ile kendi yanlarına çekebildikleri Mısırlı dini liderler aracılığıyla yönetme talimatı verdi; başka bir siyaset fazla pahalıya patlar, akılsızlık olurdu.” (Edward Said, Şarkiyatçılık, s 92)
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da Fransız ve İngilizlerin gücü azaldı. Onların yerini ABD emperyalizmi aldı. Petrol ve doğal gaz kaynakları üzerinden Suudi ortakları ve Arap şeyhleri aracılığıyla vurgun vuran ABD emperyalizmi, İsrail’i de kullanarak bölgeyi kan gölüne de çevirdi. Napolyon’u hiç aratmayacak ince oyunlar döktürdü.
Kandil kutlamalarından Cuma kutlamalarına, kutlu doğum haftalarına, pıtrak gibi doğup büyüyen dini cemaat, tarikat, dernek ve vakıflara kadar bu alandaki gelişmenin en büyük mimarlarından biri de halen ABD’de yaşayan FETÖ terör örgütünün onlarca yıl devlet desteğiyle yürüttüğü çalışmalar olmuştur… Bu süreçte inanç ve geleneklerin birleştirici, kaynaştırıcı öğelerinin üzeri silinip kadın geri plana atıldı, ayrıştırıcı, ötekileştirici bir düşünce egemen kılındı; günler bile işaret olsun diye birbirinden ayrıldı…
Biz bu rengarenk görüntü ve çelişkili kültürel ortam içinde Anadolu analarının sevgisini ifade eden “Kurban olayım sana,” deyişini hiç unutamayız; bu deyiş, sevdikleri için canını vermeye hazır bir analık duygusunun dile gelişidir.

Selam olsun emperyalizmin bin türlü dolapla soyup soğana çevirdiği, şehirlerini betona boğduğu, derelerini tutuklayıp yayla ve ormanlarını talan ettiği, insanlarını birbirinden kopardığı, üreticinin anasını ağlatan bezirgânların saltanat sürdüğü güzel Anadolu’nun ateş bekçisi analarına.

Şimdi biz taşıyacağız o ateşi; bayramların bütün hiyerarşilere karşı çıkan, zengin fakir, yaşlı genç, kadın erkek bütün farklılık ve karşıtlıklarını bir araya getirip harman eden insancıl ve isyancı geleneğine biz sahip çıkacağız.

Yolumuz iyiliğin, güzelliğin, doğruluğun, kardeşliğin, birliğin yolu olsun; halkımızın Kurban Bayramı kutlu olsun…
===================================
Dostlar,

Bir ”Kurban bayramı” daha geride kaldı..

Her yer kan – revan..
Kimi insanlarımız Afrika’nın ilkel kabilelerinden farksız..

Çok acı verici, utandırıcı, bizleri çağdaş dünyaya rezil eden görüntüler..
Hele derin dondurucu satışlarının tepe yapması, tam bir ahlaksal sefillik.
4 milyon dolayında hayvan birkaç günde boğazlandı. Muazzam bir çevresel yük. Üstelik ağır ekonomik bunalım içinde bir ülkede ve epey bir canlı hayvan dışalımıyla..

Hafta başında bu kez bir başka saçmalık başlayacak :

  • ‘Geçmiş bayramınız mübarek olsun…”

    Neresinden tutacağız ? Kurban bayramı zaten ”mübarek” sayılmaktadır her nasılsa. Şimdi ”mübarek olması” dilenecektir bir kez daha ve üstelik geriye dönük olarak!

    Bu toplum neden böylesine sersem sepelek duruma sürüklenmiştir ?
    Aklını kullanmayı unutmuştur, aklını kullanması kitlelere unutturulmuştur ve bu feci duruma ikincil, acınası durumlar yaşamaktadır.. Hem de kanıksamış olarak!

    İmmanuel Kant, mezarında ters dönebilir Türkiye’de olup bitenden haber alsa.

    …..
    Bir de KANYOLLARIMIZ var…ilk 8 günde 125 insanımızı yitirdik trafik cinayetlerinde.. 700’e yaklaşan yaralı var. 25.8.19 akşamı 17:00’ye dek bu rakamlar vardı elde. Sanırız şimdilerde de yüzbinlece insan dönüş yollarında ve 27.8.18 sabahına dek neredeyse 30 saati bulan çok riskli bir zaman dilimi daha var..

    Önceki yılların sayısal verilerine göre günlük ortalama 15 ölüm yaşanıyor.. 9. gün sonunda 135 ölüm ne acıdır ki aşılabilir..

    Yurttaşlar bir de adına ”karayolları” denen gerçekte ”KANYOLLARI”nde kurban olmaktalar.. Tren ve deniz yolu toplu taşımacılığı tu kaka ilan edilip herkese otomobil furyası ürünü olarak..

    ….
    Değerli meslektaşımız Dr. Alper AKÇAM‘ın yazısı bize geç ulaştı..
    Ne diyelim, ‘‘geçmiş bayramınız mübarek olsun’‘ !!??

    İronisi ve acı şakası bir yana, toplumun bir an önce akla – bilime dayalı – sorgulayan – karma – uygulamalı – laik – çağcıl – kamusal bir eğitim dizgesine (sistemine) kavuşturulması gerek yeniden.. hem de hızla ve kararlılıkla..

  • ”Sürü toplum” ile T.C.’nin 21. yy’da ”beka’sı’ hayaldir!

Sevgi ve saygı ile. 26 Ağustos 2018, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

GELECEĞİMİZİ BOĞMAYALIM! BARIŞ VE KARDEŞLİĞİ OYLAYALIM!

GELECEĞİMİZİ BOĞMAYALIM!
BARIŞ VE KARDEŞLİĞİ OYLAYALIM!

portresi

 

Dr. Alper AKÇAM

 

 

Suriye’deki iç savaştan kaçmak isterken Ege denizi açıklarında botları batan Ruksan anne, bir buçuk yaşındaki biricik oğlunun, Mirvan Muhammed’in denizde boğulmasını önleyemedi. Yürek dayanmaz bir acıdır bu… Ellerini avuçlarındakini satıp geleceklerini kurtarmak için insan kaçakçılarına veren komşu ülke yurttaşları, bindikleri uyduruk ve kalabalık botların batması sonucu denizin derinliklerinde yitip gidiyor. Bu kaçıncı boğulma, bu kaçıncı parçalanma…

20 Mart 2014 günü, Niğde’nin Ulukışla ilçesinde yol denetimi yapan polis ve jandarmaya ateş açıldı, bir asker, bir polis, bir de sivil yurttaşımız şehit oldu. Bir Avrupa ülkesi vatandaşı oldukları ve Suriye iç savaşında çarpıştıkları anlaşılan bu kişiler Türkiye’de ne arıyordu? Daha önce de İstanbul’da, Hatay’da ceplerinde bol US Doları olan, Libya’dan Kosova’ya değişik ülke pasaportu taşıyan silahlı külahlı kişilerin barındıkları, çevrede olay çıkardıkları haberleri basında ye almıştı.

14 Mayıs 2013’te Reyhanlı’da meydana gelen patlamada 52 yurttaşımız ölmüş, olayın sorumlusunun Suriye iç savaşındaki bir silahlı grup olduğu ortaya çıkmıştı. Bazı Afrika ülkelerinde de elçiliklerimiz bombalanmıştı. Suriye’ye gitmekte olan bazı TIR’ların aranmasına neden karşı çıkılmış, kendi ülkelerinde yol denetimi yaptırmak isteyen savcılar, jandarma görevlileri neden görevden alınmış, yol denetimi yapan polise ve jandarmaya neden ateş açılmıştı? Daha önce de, Irak’ta, İran’da iç savaşlar yaşanmış, ancak Türkiye, savaşlara taraf olması, en azından yabancı ülke silahlı güçlerine geçiş izni vermesi için baskı görmesine karşın, bu isteğe karşı çıkmış, emperyalizmin petrol ve yeraltı kaynaklarına yönelik kışkırtma ve asker çıkarmalarından kaynaklanan bu savaşlardan fazlaca etkilenmemişti.

Bugün din, iman, yalan bombardımanının arkasında ülke başka yerlere doğru sürükleniyor. İktidar partisinin seçim mitinglerinde neden bazı Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerine selam gönderiliyor?

Türkiye nereye gidiyor?

Ortada birçok yolsuzluk, rüşvet görüntüsü, konuşma kayıtları varken ve açığa çıkarılması gereken birçok yasa dışı olay yaşanırken neden basın ve sosyal iletişim üzerine yasaklar getiriliyor? Tivit yasağına gazete yasaklamaları ekleniyor. Bolu’da belediyenin uygulamalarını eleştiren Bolu Olay ve Bolu Gündem gazeteleri neden kapatıldı? Bugüne gelinceye dek neden birçok gazete ve televizyona yukarıdan baskılar yapıldı? Birçok gazeteci neden işinden oldu?

Demokratik açılım böyle mi sağlanacaktır?

Tüm bu olay ve sorular 30 Mart günü yapılacak yerel seçimlerin önemini bir kat daha çoğaltıyor. Yaşadığımız mahalleye muhtar, kente belediye başkanı seçmeyeceğiz sanki. Komşu ülkelerdeki iç çatışmalara doğrudan katılan bir ülke durumuna gelmek, ateşi kendi ülkemizin içine de kabul etmek, kardeş kavgasına sürüklenmek ya da savaştan, kanlı oyunlardan uzak durmak konusunda bir yol seçeceğiz… Bu denizi geçerken, çocuklarımızı karanlık sulara, hırçın ve saldırgan (para + iktidar) dalgalarına yem etmeyelim. Uyanık olalım, uyaralım… Kimi başkan ya da muhtar seçeceğimizi değil, geleceğimizi oyluyoruz… Barış ve kardeşlik için kenetlenelim! (26 Mart 2014)

==============================

Dostlar,

Çok değerli meslektaşımız, Yeni Kuşak Köy Enstitülüleri Derneği Başkanı Dr. Alper Akçam’ın 1,5 yıl önceki yazısını bu gün paylaşmak istiyoruz..30 Mart 2014 yerel seçimleri öncesinde yazılmış bir makale idi. O seçimi izleyen gün, AKP epey başarı sağlamış, 6330 sayılı Bütünşehir Belediye Yasası da yürürlük almıştı. 31 il Büyükşehir olmuş (750 bin+ nüfus) ve 17 bini aşkın KÖY 1 gecede Mahalleye dönüştürülmüş idi. Artık 18 bin dolayında köyümüz var ve Büyük şehirlerde Belediye sınırları Mülki sınırla örtüşüyor.. Belediye başkanları yavaş yavaş Vali’nin önüne geçiriliyor.. Bu illerde İl Özel İdareleri ve İl Genel Meclisleri kapatılıyor, malları yandaş vali ve kaymakamlarca AKP’li belediye, vakıf, dernek hatta kişilere peş keş çekiliyor. Söz ve karar yetkisi Belediye Meclislerine geçiyor..

Dahası, bu 17 bin + köyün tüzel kişilikleri kalktı, ortak malları (otlak, yaylak, mera, su kaynakları, binalar…) ellerinden alındı ve Büyükşehir Belediyesi tasarrufuna girdi. Bu alanların imar planları yapılacak, belki tarıma kapatılacak, köylüye “hayvanını buradan çek..” denilecek.. Korkunç çapta talana, peş keşe, yağmaya elveren bir yasa.. Ülkemizde tarım ve hayvancılığı bitirebilecek, kırda kalan % 7-8 dolayındaki üretken nüfusu da kent varoşlarına yoksul tüketici olarak itebilecek çok boyutlu bir AKP oyunu..

Şimdilik 31 il bu durumda.. Ülkede nüfus hızla artıyor.. % 1,34’ün üstünde bir hızla. OECD ortalamasının 4 katı dolayında.. Geçen yıl (2014) 1 milyon 30 bin nüfus artışı oldu maşallah! Nüfusu 750 bini aşan tüm iller bu statüye geçirilecek. Halen Türkiye, Dünyada kentsel nüfusu en yüksek ülkeler arasında.. % 93’lerde. Öyle ya, akşam yatıp sabah kalktık ve 17 bini aşkın köyün tabelasını “Mahalle” olarak değiştirdik.. Gerçek anlamda kentleştik mi? Bu coğrafyaya ve nüfusa kentsel belediye hizmetleri erişiyor mu? Çok dert değil.. Belediye otobüs seferleri koymak, çöp kutuları yerleştirmek şimdilik görüntüyü kurtarmaya yeter..

İnanılmaz bir cinlik ve hinlikle kırsal arazilere el koymanın adıdır bu yasa.. Bir AKP klasiğidir ve AKP’ye bu akıl (emir!), zerrece kuşku yok, Küresel merkezlerce verilmektedir.. Bu parti bu tasarımlar (projeler) için kurulmuş ve iktidara getirilmiştir. Bay RTE’nin örtük ama artık açık dinci – hilafetçi özlemleri ortaya çıkmasa, finans kapital desteğini kesintisiz sürdürecek. Türkiye hücrelerine dek sömürge kılınana dek!

Bu hazin tablo halka ne denli anlatılabildi? AKP sansürleri, yandaş basını el verdi mi?
Yeterince anlatılamadığı kesin ki, “soylu milletimiz” 20 milyonu aşkın oyu bir emperyal proje olan AKP’ye boca etti.. Dr. Alper Akçam, sorunun bu boyutlarına değinmiyor yazısında ama öbür ciddi sorun alanlarına dikkat çekiyor..

On gün sonra 1 Kasım 2015’te bu kez 26. genel seçimlere gidiyoruz. Yerel yönetimleri değil, ülkeyi yönetecek özeksel (merkezi) siyasal yetkeyi (otoriteyi) belirleyeceğiz. 13 yıldır Türkiye’yi tek başına sürükleyen (yöneten denilebilir mi??) AKP ile nerelere geldiğimiz, kanlı bir iç savaş eşiğine sürüklendiğimiz ortada. Ekonomideki çöküş de.. Elle tutulur hemen hemen hiçbir şey yok.. Kapkara ve de kıpkızıl bir Türkiye..

Necip milletimiz AKP’ye gene 20 milyonu aşan oy “boca ederse” artık kendi idam fermanını onaylamış olacak..

Bilmem kaçıncı kez bu sitede değişik boyutları ile yazdık.
Halkımız, uçurumun kıyısındaki ülkemizi, bu kez sağduyusu ile çekip alacaktır oradan. AKP sandığa gömülecek, 2. parti olacak ve iktidar olamayınca da, özünde çıkar örgütü bir tarikatlar koalisyonu olduğundan, örn. ANAP gibi hızla dağılacaktır. Ardından da sorumlularından yasal hesap sorma dönemi gelecek ve lanetli yıllar geride kalacaktır.

Haydi Türkiye, bağımsız – onurlu bir ülke ve halk olarak yaşamayı hakettiğini kanıtla!

Sevgi ve saygı ile.
22 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ERDEMLİ OLMAK..


ERDEMLİ OLMANIN TEK ÖDÜLÜ, ERDEMLİ BİR İNSAN OLARAK BİLİNMEKTİR!

portresi

 

 

Dr. Alper AKÇAM
Yeni Kuşak Köy Enstitülüleri Derneği Bşk.

 

Doğan Hızlan Ardahan’a gelmez dediler. “Kentsoyludur; evinden, annesinden,
alışıldık yaşamından kopmaz… Gelmez oralara.”

Kendisi de dememiş miydi, Alpay Kabacalı söyleşisinde, “Yolculuk sevmiyorum” diye. “Yerleşik düzenimin bozulmasına tahammül edemiyorum. O düzeni gittiğim yere de götürmek isteyince, o külfet beni yıldırıyor. Büyük şehirlerde, iyi otellerde kalabilirim ancak…”

2006 yılında, “II. Dursun Akçam Kültür Sanat Günleri”ne çağırmıştım. Bir yıl önce, Ardahan’da açtığımız, kültürün sanatın ışığını yakmaya, Cılavuz Köy Enstitüsü’nde doğmuş aydınlanma çabasına omuz vermeye çalıştığımız Dursun Akçam Kültürevi,
akla gelmeyecek sıkıntılarla, saldırılarla mücadele etmek zorunda kalmıştı.
Zamanın belediye başkanı yapım sırasında önündeki yolu kazdırmış, sonrasında
iktidar partisi yöneticilerine hakkımızda olmadık şeyler uydurmuştu. Resmi ve sivil neredeyse tüm iktidar erki Kültürevi’ni bir avuç suda boğmaya çalışıyordu.
Kırmadı beni. 2006 yılında Anadolu’nun en kuzeydoğusundaki 1800 küsur m yüksekte, 17.000 nüfuslu, adı il olmasına karşın yoksulluklar ve yoksunluklar içinde bocalayan
bir yerleşim merkezi olan o uzak Ardahan’a dek geldi. Orada, alçakgönüllü bir konukevinde, bizim aramızda kalmaya katlandı. Küçük ve eski bir otomobille
birçok konuğun, etkinlik için çalışanların ulaşımlarıyla uğraşmak zorunda kaldığım
o günlerde, bu değerli konuğumun yanına gidip de, adam gibi “hoş geldiniz” bile diyememiştim.

Arkasından köşesinde yazdı, zamanın Ardahan Valisini de birkaç kez arayarak kültürden ve sanattan yana olan tavrını açıkça ortaya koydu.

Musa Eroğlu, Arif Sağ, Ufuk Karakoç, Tolga Çandar, Adnan Binyazar, Adalet Ağaoğlu, Turhan Günay, Mustafa Şerif Onaran, Feyza Hepçilingirler, Kurtuluş Kayalı, Vecihi Timuroğlu, Tarık Günersel, Oğuz Makal, Kemal Kocabaş, Reis Çelik, Tuğrul Keskin,
K. Semra Eren ve daha birçok halk ve Dursun Akçam dostu gibi, o da uzattığım eli
geri çevirmemiş oldu.

12 Eylül 1980 sonrasında tüm edebiyat dünyası köy kökenli yazarlara ve
Köy Enstitülülere karşı bir linç kampanyasına katılırken neredeyse yalnız başına
Doğan Hızlan savunmuştu halkın içinden çıkmış o has edebiyatçıları.
“Zenginliğimizdir” demişti. “’Köy Edebiyatı’nı bilmeyen, ondan farklı bir tat almayan, edebiyatımızın tüm boyutlarını kavrayamaz”, diye eklemişti.

Dursun Akçam, Ardahan’a son geldiği, hastalık tanısının henüz konmadığı 2003 Haziran’ında, sonsuzluğa göç edişinin yalnızca üç ay öncesinde, oradan ayrılırken,
Ben bir daha bu memlekete, bu kente gelmem oğlum.” demişti. Çünkü, aradan
yıllar geçmiş, 12 Eylül’ün gerici karanlığı inmişti kitlelerin üstüne. İktidar çevresinin
din istismarcılığı, piyasanın reklâmları, yurttaşı sadaka verip onayı alınacak ayaklı oy pusulası gibi gören her soydan ve renkten paralı politikacının yarattığı bir hegemonya egemen olmuştu. Yıllar öncesinin her girdiği yerde büyük bir saygı ve ilgiyle karşılanan yazarı, TÖS yöneticisi Dursun Akçam’ı tanıyan bile kalmamıştı Ardahan’da. O’nu görünce, başını çevirenler, görmezden gelenler bile vardı. Çarıklı ayaklarıyla çıktığı köyünden adını ansiklopedilere geçirmeyi başarmış, önemli ödüller almış Kafdağları’nın isyankâr çocuğu, direnişçi ve üretken insan, televizyon kültürünün, inanç istismarcı politikaların estirdiği çıkarcı anlayışın karşısında küsmek, kendi kabuğuna çekilmek zorunda kalmıştı.
Bugün, O’nun adıyla anılan, 180 kişilik çok amaçlı bir salonu olan, 30 öğrencinin yararlandığı kitap dolu bir kitaplığı bulunan bir DURSUN AKÇAM KÜLTÜREVİ var Ardahan’da… Ardahanlılar yeniden tanışıyor Dursun Akçam’ın kitaplarıyla ve öbür edebiyat yapıtlarıyla… Öğrenciler ders çalışıyor, kitap okuyor… Onun romanlarından, öykülerinden esin alarak oynanan tiyatroları izliyorlar, her yıl adına yapılan Kültür Sanat şenliklerine katılıyorlar. Dursun Akçam Kültürevi’nde ücretsiz film izliyorlar;
bağlama, gitar, halk oyunları kurslarına katılıyorlar.

Doğan Hızlan’ın geldiği yıl Çıldır’ın Prut Köylüleri HEY ATLILAR ATLILAR adlı,
yörede anlatılan bir fıkradan yola çıkarak benim kaleme aldığım bir oyunu metni umursamadan, doğaçlama oynamıştı. 2013 yılında, Yeni Kuşak Köy Enstitüler Derneği’nin Doğan Hızlan’a “Aydınlanma Onur Ödülü verdiği yıl, Ardahan’da iki, Çıldır’da bir olmak üzere üç ayrı tiyatro oyunu birden oynanıyordu
“9. Dursun Akçam Kültür ve Sanat Günleri”nde. Maya tutmuştu!

Dursun Akçam Kültürevi, Köy Enstitüleri’nin Anadolu’nun dört bir yanına diktiği aydınlanma, özgürleşme bayraklarını yere düşürmemeye kararlı gibi duruyor Anadolu’nun o uzak ve yoksul çatısında…
Doğan Hızlan’ın da önemli bir payı var bunda…
Günlük piyasa aklıyla düşündüğümüzde, ya da egemen kültür açısından baktığımızda, enstitü çıkışlı edebiyatçıları savunmak, Ardahan da, Dursun Akçam adına yapılan etkinliklere katılmak O’na ne kazandıracaktı ki? Oralara dek gelmek, Dursun Akçam’ın oğlu, edebiyat dünyasında adı çok bilinmeyen, halk kültürünü ve Köy Enstitülü yazarları savunurken, seçkinci ve edebiyatla yaşam arasındaki bağı kırmaya çalışan
kimi çevrelere karşı dilini biraz sivrice kullandığı için, “edebiyat bağına destursuz girmekle” suçlanan Alper Akçam’ın kitabı için yazmak O’na ne katacaktı ki?
Edebiyat piyasasının duayeni, hatta prensi olarak biliniyordu zaten.
Büyük bir holdingin kilit yerinde, önemli bir köşe yazarıydı…

Doğan Hızlan, Anadolu’nun çatısındaki o yoksul kente, o netameli koşullarda yapılan etkinliklere gelerek erdemli olduğunu göstermişti zaten. Eylül ayında yayınlanan kitabım DİLLERİNE KURBAN, Tekin Yayınevi tarafından kendisine gönderilmiş,
farkına varmamıştı bir biçimde. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ndeki
Orhan Kemal Sempozyumu’nda karşılaşmamızda kitabın haberini duyunca, kendisi gitti Cağaloğlu’na dek, oradan kitabı aldı ve 1 Kasım günü köşesinde yazdı.
Emeğe saygıdan, yaşamı çoğaltacak kültür ve sanattan yana tavrını koymuş bir insandı o. Bir kez daha şaşırttı, afallattı herkesi.

Erdemli olabilmeyi başarmış ve bunu herkese göstermiş o insanın sırtıma vurduğu yük ömür boyu yetecektir bana.

Sen çok yaşa Doğan Hızlan…

=======================================

Dostlar,

Değerli meslektaşım Dr. Alper Akçam, inanılmaz bir tempo ile üretmeyi sürdürüyor.

Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği Başkanlığını başarıyla sürdürüuor.

Köy Enstitülerinin çağdaş örneklerini serigiliyor.
Gelenek ve görenekleri yaşatırkan bir yandan da devrimci kültür ile onları yoğurup harmanlayarak ilerlemenin önünü açıyor..

Anadolu AYDINLANMASINA alınteri ile harç katıyor..

Meslektaşımız erdemli insan Dr. Alper Akçam’ı ve saygın emeğini
hürmetle selamlıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
7.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

Talip Apaydın’ı Uğurluyoruz..


Değerli dostlar,

Çifteler Köy Enstitüsü, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü ve
Gazi Eğitim Enstitüsü çıkışlı
yazar, öğretmen, sanat ve mücadele insanı
TALİP APAYDIN‘ı son yolculuğunda yalnız bırakmıyoruz!
O artık hepimizde birden yaşayacak…
30 EYLÜL SALI KOCATEPE CAMİSİ
ÖĞLEN NAMAZI SONRASI KARŞISINDA SAF DURACAĞIZ
YENİ KUŞAK KÖY ENSTİTÜLÜLER DERNEĞİ ANKARA ŞUBESİ...

Dr. Alper AKÇAM

******Işıklar içinde ol Talip APAYDIN

Gerçekten de ap-aydınlık bir insandın…
Aydınlığından öyle çok verdin ki ülkemize, sana şükranımızı ödeyebilmek çok güç..Sevgi ve saygı ile.
28.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Aşık Veysel : “BENİM SADIK YÂRİM KARA TOPRAKTIR”


“BENİM SADIK YÂRİM KARA TOPRAKTIR”

portresi

 

 

Dr. Alper AKÇAM
16 Ağustos 2014

 


Böyle demişti Âşık Veysel… Tam da Veysel’in sadık yâriydi, sanki benim Ardahan’da öküz boyunduruğunda gün boyu hotaklık yaptığım kara kotan günlerinden anımsadığım, bir çift camuş, üç dört boyun öküz gücüyle devirdiğimiz, derin hakozlar açtığımız
o çimli-çiçekli kara topraktı dört beş gündür uğraştığım…

Bu sabah tamamladım işi.

Dağ başında, söz yerindeyse, bir kayalığın üstünde oturuyorum. Bir hafta kırıcı-delici makine çalışmadan temel kazılamıyor. Karşımdaki boş alana beş yıl önce diktiğim ağaçlar, çekirdekten yetiştirdiklerim, bir türlü kaya tabakasını aşıp beslenebilmeyi başaramayınca, yaz sıcaklarında üç dört gün sulanmadığında yaprak sarartıp boyun bükünce, toprak attırayım bari dedim. Nereden geldiyse yakındaki hafriyatçıya o kara toprak… Hani derler ya, bulgur gibi, ya da sakız gibi diye… Koca bir kamyon getirttim. Tam bir kara topraktı el arabasıyla çekip yaydığım. Avuç avuç veresim geldi ağaçlarımın dibine; bebek besler, torunlarım Güneş’i, Arya’yı, Deniz’i doyurur gibi… Şimdiden yaydı yapraklarını kırmızı çiçekli akasyam, rüzgârla salınarak minnetini bildirdi. Herkesi davet ediyor masalsı gölgesine…

İlk kez Kırıkkale Tınaz İlkokulu 5. Sınıf öğrencisiyken, 1962 yılında, 10 yaşımda karşılaştım Veysel’le… Köy Enstitüsü kökenli öğretmenlere Tonguç Baba’dan armağandı Veysel. Köy Enstitüleri’nde “Usta Öğretici”ydi; enstitü enstitü gezip içinden çıktıkları halk kültürüyle bir kez daha harman ederdi öğrencileri. Enstitüler kapatıldıktan sonra da, o kavruk köylü çocukları kara toprağın âşığına sahip çıkma kaygısında, sevdasında oldular. Çalıştıkları okullara çağırıp öğrencilerine dinlettiler, karnını doyurdular âşığın, cebine üç kuruş harçlık koydular…

Tınaz ilkokulu salonunda tanımıştım Veysel’i. Nasreddin Hoca’nın bağlama çalmasıyla ilgili fıkrayı da ilk kez o gün ondan duydum.

Veysel’in bağlamasıyla. Hoca Nasreddin, Keloğlan anlatılarıyla büyüdüğümüz için belki, şu metalik gürültülerde, klavyeli bağırtılarda, fantastik öykülerde sanat tadını bulamadım bir türlü.

Sonra, Ankara İçcebeci, Uzungemiciler Sokak’taki, biz taşındıktan sonra da kapısına
üç kez bomba konan evimize geldi Veysel. Kısa bir zaman önce yitirdiğimiz komşumuz,
o zaman TRT’de program yapımcısı olan Erdoğan Alkan ağbi getirmişti…
Birlikte yemek yedik, Veysel’in halk anlatımını, bağlamasını, türküsünü dinledik.

Geçici görevle gittiğim Edremit yakınında, Dikili’de 1999 yılında (Karabük’ten iş arkadaşım Eşref Aslantaş çağırmıştı) Ali Ekber Çiçek‘le tanıştım. 2004 yılında, Ardahan’daki Dursun Akçam Ormanı açılışına davet etmiştim Ali Ekber’i; koşa koşa geldi. “Haydar Haydar”ı, “Bir Güzel Methedem Bari Cihan Yanmasın”ı Ali Ekber’den dinlememiş olanlar halk müziğinin derinliğini yakından tanımamış demektir.
Köln Filarmoni Orkestrası Şefi, “Haydar Haydar”ı dinlerken afallayıp kalmış.
Benim orkestradaki onlarca enstrümanla bu sesin gücünü, farklı tınılarını yakalayabilmemiz mümkün değil demişti…

“Sanki Ömrüm Bir Bilmece / Bitmez Tükenmez Geceler”, “Bir Çit Öküz Yeter mi?”, “Erim Erim Eriyesin”, “Mevlâm Gör Diyerek İki Göz Vermiş”… Ardahan ve Bingöl gecelerimin can dostu Âşık Mahsuni’yi uzun uzun anlatmaya gerek var mı?
Ya da dinlerken yüreğimin yerinden oynadığı Neşet Ertaş’ı… “Açma Zülüflerin Yellere Karşı”, “Ah Yalan Dünya”, “Aşkın Beni Del’eyledi”, “Seher Vakti Çaldım Yarin Kapısın”…

Halk müziğinin hem söz içeriği, hem müzikalite bakımından bulduğu müthiş güç, yüzyıllarca ezilmiş, dışlanmış, kendi dili bile yasaklanmış bir çoğul ve zengin kültürün bir kanaldan fışkırıp patlamasını andırır. Kendi kuruluş ilkeleri doğrultusunda yalnızca altı yıl çalışabilmiş (1940-6) Köy Enstitüleri’nin yetmiş beş yıldır konuşuluyor olmasının ve UNESCO’dan birçok yabancı bilim örgütüne kadar aldığı övgülerin arkasında Tonguç Baba’nın halk kültüründeki gizilgücü sezmiş olması aydınlanır.

Hakyemez savaşçı, demokratik seçimle, bileğinin hakkına boyunun başına geçmiş Gâzi Ertuğrul’dan çevre Rum köylülerinden haraç alma önerisini getirenlere, “bir daha böyle bir şeyden söz ederseniz kellenizi vururum” diyen Bey Osman’a değişen, Yıldırım Beyazıt’tan sonra (Beyazıt’ın, kan toplumu geleneklerini sürdürmekte olan Timur’a yenilmesinin arkasında da bu gerçeklik vardır) çadırı bırakıp saraya geçen, oradan Sultanlığa, Süleymanlığa evrilen, Halifeliği aldıktan sonra, Kayı Boyu’nun “Beytül Mali Müslümin”, ortak kamu malı kıldığı toprakları mültezimlere, beylere paşalara peşkeş çeken, halkından kopan Osmanlı hanedanı, kendi içinden çıktığı boylara, kavimlere, hatta Türkçe diline nice baskılar uyguladı. Kendini yazıyla, resimle, farklı anlatım teknikleriyle ifade olanağı bulamayan halk kültürü de, gücünü türkülerde, bağlamanın, tulumun sesinde, masalların, fıkraların sözünde gerçekleştirme yolundan yürüdü.
Bu tarihsel gerçekliğin böyle duruca aydınlanmasında, 1973 yılında “Taih, Devrim, Sosyalizm” adlı kitabıyla tanıştığım, çalışkanlığına, araştırmacı sosyal zekâsına ve mücadele gücüne sonsuz hayranlık ve minnet duyduğum büyük Türk sosyalisti
Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın çok önemli bir yeri vardır. Saygıyla, minnetle anıyorum kendisini…

Günümüzde, kendini sultan ve halife yerine koyan, saraylar yaptıran, filolar kuran, parasını saymaya yatak odalarına kadar giren makineler alan birilerinin Osmanlıya özenmesini biraz anlayabiliyor insan da; yoksul halk yığınlarının, halk çocuklarının Osmanlı geçmişine duyduğu hayranlık insanı acıyla güldürüyor.
Basın-yayın, televizyon, yaygın iletişim teknolojisinin gücü de buradan anlaşılıyor…

“Benim Sadık Yarim Kara Topraktır” demişti Veysel. Kara toprak onun sesini, bağlamasını dal budak vererek, yaprak, çiçek açarak yaşatıyor. Dünya durdukça duracak halk kültürü de, üreten, yaşatan gücü de, yaşamını paraya ve iktidar koltuklarına adamış olanlar hep bir mide bulantısı ile anılacak…

Topraktan, güneşten, sudan, havadan ayrı düşmeyin dostlar;
inadına aşktan, özgürlük ve eşitlik için kavgadan…

Tarlasi_16.8.14

Displaying AŞIK VEYSEL.jpg

******************

Dostlar,

Değerli meslektaşımız Dr. Alper Akçam’ı azimli uğraşı, doğa – toprak – sanat tutkunluğu ve de tüm bu güzellikleri aktaran  – kalıcılaştıran güçlü duyarlı kalemi için kutluyoruz..

Sevgi ve saygıyla.
17.8.2014, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

SOMA’DAN ŞİLİ’YE ANADOLU STRATEJİSİ!

SOMA’DAN ŞİLİ’YE ANADOLU STRATEJİSİ!

portresi

 


Dr. Alper AKÇAM

Ortaokul ve lise öğrenim yıllarında çok duyardık,

  • “Anadolu çok stratejik bir noktadadır;
    bütün düşmanların gözü bizim topraklarımızdadır!”

 

Bu yarı demagojik söylemle epeyce yurtseveri CIA güdümündeki sözde milliyetçi örgütlere toplamışlardı. Aydınlara, yazarlara, namuslu hukukçulara, bilim insanlarına kurşun sıkan birçok tetikçi aynı zamanda vatanını kurtarıyor sandı kendini.
Aradan zaman geçti, gelişen iletişim olanakları, koca deniz filoları, havada binlerce kilometre etkili silahlarla toprak olarak coğrafyaların önemi belki geriledi ama, Anadolu hâlâ çok önemli bir stratejiye sahip.

Emperyalizm, Orta Doğu, Yakın Asya ve Afrika politikalarında Anadolu için kurup büyüttüğü farklı bir “Siyasal İslam” modeli ile kültürel, askeri yayılmasını kolayca yaptı.

  • 2002 yılında el çabukluğuyla gerçekleştirilen bir Alicengiz oyunu ile
    AKP birkaç ay içinde iktidara oturuverdi. (AS: 3 Kasım 2002 seçimleri..)

Sonrasında yaşanan gelişmeler sırasında, çevre coğrafyalara ateş düştü,
kardeş kavgaları patlak verdi. Bu arada kimi iç çelişkiler, “iktidar – cemaat”, “cunta – Müslüman Kardeşler” kavgaları yaşanıyor olsa da bu ülkelerde yükselen İslami siyaset ve “köktendinci” hareketlerin arkasında Sovyetlere karşı girişilen
Yeşil Kuşak hareketinden başlayarak emperyalist gizli servislerin ve
işbirlikçi Arap sermayesinin parmağı olduğu çok açıktır.

Kurtuluş Savaşı ile 7 düvele dişle tırnakla karşı koymuş, işgalci güçlere
hiç ummadıkları bir ders vermiş olan Anadolu coğrafyasının şimdi emperyalist yayılmacılık ve şiddet için aracı bir konuma düşmüş olması; Suriye’den Libya’ya,
hatta Nijerya’ya dek yaşanan iç çatışmalarda Türkiye’nin dolaylı olarak da olsa yer aldığı gerçeği içimizi acıtmaktadır.

Emperyalizmin son zamanlarda çok başarılı olamadığı bir coğrafyayı Anadolu’yla birlikte ele almakta yarar var. Birkaç on yıl öncesine dek arka arkaya patlatılan CIA güdümündeki askeri darbelerle milyonlarca evladını toprağa vermiş, işkencelerde yitirmiş Latin Amerika ülkeleri kendi yerli kültürleri üzerinden başlattıkları bir direniş hareketiyle bugün emperyalizme kafa tutar duruma geldi. Chavez’den Morales’e,
yerli önderler, onlarca yıldır ABD’nin burnunun dibinde, tüm bir halk olarak emperyalizme karşı direnen Küba’dan aldıkları esinle yeraltı ve yerüstü zenginliklerini kamulaştırıp halklarıyla paylaşıyorlar. Şirketlerin, yağmacıların kışkırttığı kimi toplumsal güçlerle çatışmalar sürüyor olmakla birlikte, Latin Amerika ülkelerinin eskisi gibi ya da şu andaki Anadolu gibi birilerinin arka bahçesi olmadığı çok açıktır.

Anadolu ile Latin ülkeleri arasındaki ekonomik ve kültürel benzeşmeler ise inanılmaz boyutlardadır. Osmanlı kuruluş döneminde Anadolu’da tüm toprakları Müslüman
ortak malı yapmış “Dirlik Düzeni” yerine, orada “Calpulli” denen bir sistem vardı. Anadolu’da birçok ilerici, devrimci atılımın kaynağı olmuş Horasan gelenekli göçerliğe karşı, Latin Amerika’nın “Çiçimeka” denen yerli göçerleri vardı.
Latin Amerika’nın sözlü kültür geleneklerinden doğmuş “Büyülü Gerçekçilik” ile Cumhuriyet’ten sonra kendi halk kültürünün güçlü kaynaklarına yönelmiş Türk edebiyatı arasında da önemli koşutluklar bulunabilir.

Türkiye’de Köy Enstitüleri’ni kurup bu toprağa derin izler bırakmış
Tonguç Baba
ile Meksikalı eğitimci Vasconcelos’un yaptıkları arasında benzerlikler bulmak kolaydır. Tonguç’un Anadolu halk kültürünü temelde tuttuğu eğitim uygulamaları, son zamanlarda EZİLENLERİN PEDAGOJİSİ ile adı çok duyulan Brezilyalı eğitimci Paula Freire’nin kuramsal açıklamalarını ondan 35 yıl önce
yaşama geçirmeyi başarmıştı.

Dün (21 Mayıs 2014 günü), Ankara Üniversitesi Latin Amerika Çalışmaları Araştırma
ve Uygulama Merkezi’nde (LAMER) yapılan bir toplantının izleyicisi oldum.
Arjantinli edebiyatçı Etcheverry ve dostum Haluk Erdem’i dinledim. Merkez Müdürü Prof. Dr. Mehmet Necati Kutlu’nun anlattığı bir öykü tümünden etkili, yürek yakıcı oldu. 2010’nda Şili’de meydana gelmiş ve 33 işçinin 69 gün sonra kurtarıldıkları,
geçen günler içinde işçilerin yer altında maç izleyebildiği kurtarma çalışmalarına katılmış bir ekibi Türkiye’ye çağırmıştık dedi (Yanlarında getirdikleri bir taşı merkezimizin en değerli anısı olarak saklıyoruz diye ekledi). Kurtarma çalışmalarının anlatılacağı toplantıya Zonguldak’taki Amele Birliği’ni de çağırmak istedik,
onların da dinlemeleri, izlemeleri hoş olacaktı… Ancak birçok kez telefonlar etmemize, fakslar çekmemize karşın ilgi göstermediler… Yöneticilerine ulaşmayı başardım sonunda, özel olarak çağırdım kendilerini dedi hocamız… Yanıt olarak bu tür toplantılara katılmalarının hoş karşılanmayacağını, yerel yönetici ve işletme ilgililerinin kendilerini kara listeye alacaklarını bildirmişler, ısrarlara karşın üzülerek gelemeyeceklerini, ekmeklerinden olmak istemediklerini belirtmişler…

Şimdi şapkamızı önümüze koyup düşünelim…

– 33 işçinin yer altından 69 gün sonra kurtarıldığı bir madenle,
– 301 canın birkaç saat içinde, ömrünün baharında çocuklarını yetim bırakarak uçup gittiği başka bir maden.

İkinci maden bizim ülkemizde, kara toprak Soma’da… Olaydan sonra insanlar tekmelenip tokatlandı, halkı yatıştırmak için Soma’ya kafilerle din adamları gönderildi

  • Madencinin fıtratında ölüm vardır; bu kaderdir denildi,
    hoca vaazlarıyla, futbol toplarıyla kederli insanların acısına kül atıldı,
  • Kapitalizmin iğrenç yüzü gölgelendi, iktidarın zeytinyağı gibi üstte kalarak başkalarını suçlama politikası ile halk bir kere daha kandırıldı.

Evet; Anadolu çok stratejik bir yerde, emperyalizm ve kan emici kapitalizm için
içler acısı günler yaşanıyor… Demokrasi adına bu günlere geldiğimiz yolları emperyalizme ve yerli ortaklarına açmak için kıçını yırtan liboş tayfası
acıyan yerlerine kına yakabilir artık!

İnsanların yüzlerle ifade edilen rakamlarla çıkarlar için toprağa verildiği bu ülkenin özgürlüğe varışı, kurtuluşu, tüm komşu coğrafyaların da kurtuluşu olacak belki.

Tüm dünyanın gamını, efkârını dağıtacak…

  • ŞİLİ’DEN SOMA’YA KARDEŞÇE BİR YAŞAM,
    DÜNYA BARIŞI İÇİN DAVRAN ANADOLU…

 

Dr. Alper AKÇAM : “BOŞ YÜCELİK” SARHOŞLARI!…


Dostlar,

Meslektaşımız Dr. Alper AKÇAM‘ın bu sitede çok düşündürücü – öğretici yazılarını paylaşıyoruz. 30 Mart 2014 yerel seçimlerinden 3 gün öne yazdığı yazıyı o günlerde yayımlayamamıştık. Bildiğiniz gibi zaman zaman arşivimize dönmekte ve “eski” yazıları da değerlendirmekteyiz. Salt “tarihi” eski, içeriği güncel yazılardan biri de aşağıda..

Tam da, TBB Başkanı Sn. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu‘nun bam teline vuran
çok yerinde eleştirileri AKP iktidarını panikle zıplatmışken..
Aman, Prof. Feyzioğlu ne diyor, kamuoyu içeriğe kulak kabartmadan
gargaraya getirilmeli, çığlığı zinhar boğulmalıdır!

Boşunadır.. (Nafiledir..)

Tarih, hiçbir kişi ya da iktidarın “olağan” ın (tarihsel koşulların belirlediği) dışında
“saltanat sürdüğünü” yazmıyor. Türkiye’de de halkın yaşayarak “yandım anam” diyene dek AKP iktidarının Fetret Dönemini yaşaması gerekiyordu.

Ne yazık ki büyük – eğitimsiz yığınlar deneme – yanılma ile öğreniyor..
Toplumsal fatura ağır da olsa, ama kazanılan “politik bağışıklık” güçlü ve
uzun süreli oluyor.. Sosyolojik – tarihsel gerçeklik bu bağlamda..

(“Bu minval üzere” demedik.. “bu bağlamda” dedik.. Anımsatmasa idik anlam eksikliği duyumsayan olacak mıydı? “Yerini tutmuyor…” diyen? Lütfen koşullanmışlığımızı ve takıntılarımızı bırakarak Yüce ATATÜRK’ün DİL DEVRİMİNE de sahip çıkalım..)

Boşuna çırpınmayın “BOŞ YÜCELİK” SARHOŞLARI!…

  • Tarih hükmünü yürütecek ve tüm hukuk dışı eylemlerin hesabı verilecektir, sorulacaktır. Hep böyle olageldiği gibi..
  • Artık yeter; ülkeyi daha çok germeyin ve hukuk içine dönün,
    derhal, hemen..
  • Cumhuriyetin temel değerlerine asla saygısızlık etmeyin;
    yemininize sadık kalın; dürüst olun, insan olun!

Sevgi ve saygı ile.
13 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================================

“BOŞ YÜCELİK” SARHOŞLARI!…

portresi

 

Dr. Alper AKÇAM

 

 

Türk edebiyatının 1950 kuşağı olarak da anılan dil atlılarına “Dost” öyküsü ile kapıyı aralayan Vüs’at O. Bener, “Boş Yücelik” kavramıyla zaman zaman kendi birey kimliğine de yönelmiş parodik bir biçem tutturmuştu. Aynı adlı bir de öyküsü vardır.  “Mantarca tek, zavallıca kurumluydu duruşu” der, telörgüler arkasındaki süs kayalıklara tünemiş bir kartal için…

Günümüz Türkiye’sinde, boş yücelik kurumuyla sarhoş dolaşırken
kendi mantarlığının farkına varmayanlardan geçilmez oldu.

30 Mart (AS: 2014) yerel seçimlerinin bir hayat meyat (AS: memat) sorunu kadar kapımıza dayandığı, belki de, savaşla barışın, kardeş kavgasıyla sevginin,
yalan-para-iktidar hırsı üzerine kurulmuş bir politika ile insana azıcık saygılı olmak gereğinin oylanacağı seçimlerde, “ille de ben” diyen boş yücelik kuruntuluları dolaşıyor ortalıkta.

Bir aday, “ÇAKMA SOLCULARA DEĞİL, GERÇEK SOLCULARA OY VERİN” diyen koca afişler bastırmış sol adayın kazanacağı şimdiden belli bir seçim bölgesinde.

“Senin gerçek solcu olduğun nereden belli, mokunda boncuk mu arayacağız?”
diye sorası geliyor insanın. “Ya da gerçek solcuysan eğer, git de sağ oyların
çok olduğu bir bölgede aday ol”…

Neredeyse elli yıldır demokratik mücadelenin, dolaylı da olsa siyaset karmaşasının içindeyim; adını çıkaramadım… Hani öyle bir iddiası var ki; yoksul yığınlara önderlik etmiş, demokrasi, insan hakları için, ezilenler için adını tarih sayfalarına yazdırmış, saldırılara uğramış, zindanlarda yatmış, “gerçek solcu” olmuş. En ironik olanı da,
boş yüceliklerin, böbürlenme yerine alçakgönüllülüğün, kişiliğini öne çıkarma yerine erdem sahibi olup safta durmanın, paylaşmanın, imece duygusunun geçerli olması gereken “Sol” adına yapılması…

Galatarasay diye bir futbol takımımız var. Tarih sayfalarında Metin Oktay gibi bir insan yiğidi taşır. On iki yaşındaydım Ankara’da karşılaştığımda. Dayım götürmüştü dinlendikleri otele. Yerinden kalkıp oturduğu sandalyeyi vermişti bana Metin. Alçakgönüllü, efendi; oyuna girince de yüreğiyle savaşan bir futbolcuydu. Şimdi O’nun taşıdığı formayı sırtına takan, milyon dolarlar verilerek alınmış birileri çıkıyor sahaya. Öyle duruşları var ki, alçak dağları hep onlar yaratmış… Babaları yaşındaki hakemle dalga geçiyor, oyunda iki adım atmak için de ek kira istiyorlar… Oynadıkları
takım oyunudur ama, işleri güçleri birbirine hava atmak, dedikodu kuyusu kazmak,
halka caka satmak…

Alın terine,  kol emeğine, insan yüreğine ve yaptığı işin bilincine sahip olmayanlarda paranın nasıl bir boş yücelik olduğu, en çok da onların kimliğinde somutlaşmıyor mu? Futbolcunun ün yapmışını satın almakla başarılı olamıyor futbol takımı.
Ey yönetici beyler, satın alabiliyorsa paralarınız, biraz “takım ruhu”, “ilkeli davranış”, “disiplin”, “insanlık” alın!

Ayakkabı kutularıyla dolarlar-avrolar kaçırırken,

kendi iktidarları için ülkeyi kardeş kavgasına, savaş meydanlarına götürmek niyetinde olanların politika koltuklarında oturuşu da boş yücelikten öte nedir ki?

  • Muhtaç durumda bırakıp akıllarını küçük çıkarlarla ve kutsal inanç bezirgânlığıyla satın aldıkları yığınların alkışları hiç aldatmasın…

Şimdi, hiçbir çıkar, koltuk, ayrıcalık gözetmeden, sevgiyi, dostluğu, kardeşliği, özveriyi, erdemli olabilmenin onurunu paylaşma zamanı. (27 Mart 2014)

“Köy Enstitüleri Onurumuzdur” Etkinliklerinin 9.su Sincan’da

18Nisan2014Sincan

“Köy Enstitüleri Onurumuzdur” Etkinliklerinin 9.su Sincan’da

Koy_Enstitusu_Diplomasi
Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Ankara Şubesi

“Köy Enstitüleri Onurumuzdur” etkinliklerinin 9.sunu Sincan’da, Eğitim – Sen ile birlikte yapıyor.

Dostları imeceye katılmaya
Köy Enstitülerini, günümüz ülke koşullarını, değişen nüfus ve üretim yapısını
göz önünde tutarak 
yaparak ve yaşayarak öğrenmeye, yarışıp birbirimizi ezerek, kapitalizme hizmet edecek seçkinleri ayırıp toplumun kalanını itaat ve
sadakaya muhtaç etmeye değil, 
yardımlaşarak, dayanışarak çoğalmaya, her günümüzü,
yaşamın her alanını örgütlemeye,  
barışa, kardeşliğe, hayatı iyiye, güzele,
yeniye doğru, 
el birliğiyle örmeye çağırıyoruz… 

Cuma Günü Sincan’dayız..

“Köy Enstitüleri Onurumuzdur” etkinliklerinin 9.sunu Sincan’da,
Eğitim – Sen ile birlikte yapıyor.
Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Ankara Şubesi

Dr. Alper AKÇAM
Başkan
portresi

 
brosur2K bildiri
brosur1K bildiri

ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ


ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ

Necatibey Cad. No: 13/13 Sıhhıye-Ankara
Tel: (0312)229 43 25 Belgeç: (0312) 229 45 26
e posta: ogdunyasi@gmail.com    web: ogretmendunyasi.org

Ankara, 19.11.2013

BASINA VE KAMUOYUNA…

2013 EĞİTİM ONUR ÖDÜLÜ PROF. DR. FATİH HİLMİOĞLU’NUN

       Ulusal Eğitim Derneğince oluşturulan seçici kurul tarafından her yıl Öğretmenler Günü etkinlikleri kapsamında verilen Eğitim Onur Ödülü, bu yıl, eski İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’na veriliyor. Hilmioğlu’nun ödülü,

23 Kasım Cumartesi günü saat 14.30’da, Ankara’daki Türk Hukuk Kurumu Konferans Salonunda (Adakale Sokak, No: 28, Kızılay) yapılacak “Aydın, Yönetici ve
Bilim İnsanı Olarak Fatih Hilmioğlu” 
konulu bir açıkoturumun ardından eşi
Nurhan Hilmioğlu’na verilecektir. Av. Ayhan Sarıhan’ın yöneteceği açıkoturumda Prof. Dr. İsa Eşme, Prof. Dr. Mustafa Kılıç ile Av. Hayati Hilmioğlu, Prof. Dr. Hilmioğlu hakkında konuşacaklardır.

Eğitim Onur Ödülü için aday gösterilen 16 kişi arasından Hilmioğlu’nun seçilme nedeni;

  • “Yöneticiliği sırasında çalışmalarıyla Ulusal Eğitim Sisteminin felsefesine, tekniklerine önemli katkılarda bulunmuş olması, eğitimin Bağımsızlıkçı, Aydınlanmacı, Halkçı, Bilimsel bir nitelik kazanması için etkili sonuç yaratan çabalar göstermesi; eğitim kamuoyunda olumlu, unutulmaz izler bırakması”
    olarak açıklandı.

Bu yılki seçici kurul şu kişilerden oluştu:

Saim Açıkgöz, Prof. Dr. Mahmut Âdem, Dr. Alper Akçam, Prof. Dr. A. Gönül Akçamete, Prof. Dr. Sina Akşin, Mutahhar Aksarı, Dr. Niyazi Altunya, Mustafa Atasoy, Erdal Atıcı, Prof. Dr. İ. Ethem Başaran, Mehmet Budak, Mustafa Gazalcı, Prof. Dr. F. Dilek Gözütok, Hasan Güleryüz,  Veli Demir, Prof. Dr. Cahit Kavcar, Prof. Dr. Nizamettin Koç, Nazım Mutlu, Mustafa Pala, Osman Nuri Poyrazoğlu, Ahmet Özer, Remzi Özkaya, Refik Saydam, Ayhan Sarıhan, Zeki Sarıhan, Prof. Dr. Ahmet Saltık, Prof. Dr. Sedat Sever, Hüseyin Hüsnü Tekışık, Prof. Dr. Ali Uçan.

Ulusal Eğitim Derneği, bugüne dek Talip Apaydın, Prof. Dr. Doğan Kuban, Prof. Dr. İnci San, Pakize Türkoğlu, Prof. Dr. İlhan Başgöz, Mehmet Başaran gibi birçok eğitimciye benzer gerekçelerle ödül vermiş ve kendi yayın organı Öğretmen Dünyası dergisinde ödül sahibiyle ilgili tanıtıcı yayınlar yapmıştır.

Nazım Mutlu
Genel Başkan

===================================

Dostlar,

Biz de yukarıdaki ödül seçici kurul üyesi idik.

Kuşkusuz tüm aday gösterilenler yaraşır ve saygındırlar.
Seçici kurulllar bu bağlamda çook zorlanırlar genellikle.

Seçilenler de Latince çok uygun bir deyimle “primus inter pares” tirler bir bakıma…
Yani “eşitler arasında birinci..”

Sevgili dostumuz, meslekaşımız, dava arkadaşımız Prof. Fatih Hilmioğlu
bu ödülü hiç kuşku yok fazlasıyla hak etti..

Bir kez daha tutuksuz yargılanmasını diliyoruz.

Sağlık sorunları çok ciddi, ağır ve ölümcüldür.

  • Fatih hoca ve hiçbir tutuklu – hükümlü hapiste sağlık sorunları
    tedavi edilemediği için ölmemelidir. Bu çok ağır bir insanlık suçudur
    ve işleyenler lanetlenmelidir.

İlgili Ceza Yargılaması Yasası hükmü belki 10. kez anımsatılmaktadır..
Sitemizde, Fatih hocanın kişiliği üzerinde yaratıln insanlık dramı ve suçu hakkında
çok sayıda yazı yayımladık ama ilgililer – yetkililer sağır – kör ve dilsiz..

Fakat vebali çok ağır olur ve hiç kimse altından kalkamaz..

Ceza_Muhakemeleri_Yasasi_infazi_erteleme

Son bir kez daha anımsatalım ve uyaralım..

İane, acıma, lütuf. vb. lerini istemekten çoook uzağız..

Yasayı çiğnemeyin, yasaya uyun yeter..

  • Ceza Muhakemeleri Kanunu madde 16/2

Sevgi ve saygı ile.
23 Kasım 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Ulısal_Egitim_Dernegi_Onur_Odulu_2013

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

yemek

DAYAN TAHRİR! EMPERYALİZMİN KİRLİ KELEPÇESİNİ KIR!

Dostlar,

Dr. Alper Akçam, meslektaşımız bir tıp doktorudur.
Bu sitede daha önce de kendisi hakkında yazılar koymuştuk.
Örneğin Şiir : OKULUNDA ÖMRÜMÜN..
(http://ahmetsaltik.net/siir-okulunda-omrumun/, 12.6.13)

Çook başarılı ve savaşım dolu 40 yılı bulan meslek uygulamasından (Genel Cerrahi) sonra emekliliğinde de boş durmadı. Son birkaç yıldır, Köy Enstitülü bir anabanın çocuğu olarak Yeni Kuşak Köy Entitütülüler Derneği Başkanlığını üstlendi. Özveri ve başarı ile yürütüyor.

Aşağıda Mısır’daki demokrasi istemlerine iilişkin bir dayanışma yazısı var.
Özlü ve ciddi tarihsel özetle Emperyalizmin kirli oyunları da sergilenmekte.
Kendisine teşekkür ederek, bizimle paylaştığı yazısını sitemizde yayımlıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 1.7.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================

DAYAN TAHRİR! EMPERYALİZMİN KİRLİ KELEPÇESİNİ KIR!

TAKSİM’DEN TAHRİR’E, ÖZGÜRLÜK VE ONURLU BİR YAŞAM İSTEYEN
TÜM MÜSLÜMAN HALKLAR SENİNLE…

portresi

Dr. Alper AKÇAM
2 Temmuz 1798 günü Mısır’ı işgal için İskenderiye’ye çıkmış Napolyon,
Mısırlılara seslenirken “nous sommes les vrais Musulmans” (biz gerçek Müslümanlarız) diyerek açmıştı iğrenç yalanlar kapısını.

II. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki emperyalist güçler yer değiştiriyor, Fransız ve İngiliz egemenliğinin yerini alan ve dünya emperyalizminin jandarmalığına soyunmuş ABD emperyalizmi yeni oyunlarla varlığını perçinlemeye çalışıyordu.

Napolyon, Mısır’dan ayrılırken yerinde bıraktığı Kleber’e verdiği öğüt yakın çağda de emperyalizmin ana ilkesi olacaktı. “Napolyon vekili Kleber’e kendisi ayrıldıktan sonra Mısır’ı Şarkiyatçılar ile kendi yanlarına çekebildikleri Mısırlı dini liderler aracılığıyla yönetme talimatı verdi; başka bir siyaset fazla pahalıya patlar, akılsızlık olurdu” (Edward Said, Şarkiyatçılık, syf. 92)

İlim Yayma Cemiyetlerinden Komünizmle Mücadele Dernekleri’ne, günümüzde tüm Afrika ve Asya ülkelerine dağılmış belli okullar, Türkiye’de yıllarca tüm okullara, karakollara, ev kapılarına kadar bedava dağıtılan gazeteler, din adamları adına Georgtown’dan Londra’ya yapılan simpozyumlar, İslam düşüncesini politika malzemesi yapmış kimi liderlerin ABD’de yüzlerce dönümlük arazilerde koruma altında yaşıyor olması, bu politikanın günümüze uzanmış ve bir yelpaze gibi değişik kültürel alanlara uzanmış görüntülerdir.

1950’lerin “milliyetçi” vurgusu önde tutulmuş “Komünizmle Mücadele Derneği” yöneticilerinin 21. Yüzyıl başlarından itibaren “ılımlı İslamcı” mertebeye terfi etmiş olduklarını görüyoruz. ABD’nin NATO ve CIA çatısı altında yürüttüğü “milliyetçi-İslamcı” çalışmaların bir uzantısı olan Komünizmle Mücadele Derneği’nin kurucu ve yöneticileri arasında Nihal Atsız’ın kardeşi Nejdet Sançar, Z. Velidi Togan, Peyami Safa ve Fethullah Gülen adları bulunmaktadır. Fethulah Gülen’in bugünkü politik yapısı göz önüne alındığında “milliyetçi-muhafazakâr” ya da “Türk-İslamcı” kanadın hangi politik evrelerden geçmiş olduğu anlaşılabilmektedir.

Bazı Sosyal Demokrat liderlerin bile kutlayarak kendisini onayına sunduğu, kutsal inançlarımızı kullanarak geniş bir taban kazanmış bu “okullar-yayınlar-olimpiyatlar” kültür ağı, göründüğü kadar masum olmayıp ABD gizli servisleriyle ilişki içindedir; emperyalizmin ekonomik ve politik geleceğine kültürel avadanlık olarak kullanılmakta, deyim yerinde ise, bir “koçbaşı” işlevi görmektedir.

1984 yılında kurulmuş NED (National Endowment for Democracy) adlı örgütün para ve politik destek verdiği birçok dergi (Yeni Forum, vb.) ve kurdurduğu NGO (Non Governmental OrganizationTESEV, TÜSEV gibi Sivil Toplum Örgütü) toplantılarında CIA ajanları doğrudan görev almıştı (Paul Henze ve Graham Fuller).

1996 yılında doğrudan ABD Başkanı’na bağlı ACRFA (Advisory Committee on Religious Freedom Abroad / Dış Ülkelerde Din Hürriyeti Danışma Komitesi) elemanları TBMM’ye türbanla giren ilk milletvekilini ülke ülke dolaştırıp Türkiye’deki totaliter odaklara karşı “demokrasi” nutukları attırmışlardı.

“Oyun İçinde Oyun” oynanmakta Müslüman Asya, Ortadoğu ve Afrika ulusları kutsal inançları kullanılarak zincire vurulmaktadır. Böylece AVM’lerden HES’lere, yer altı yerüstü zenginlikleri yerli işbirlikçilerle birlikte kolayca yağmalanmakta, “ulusalcılık” kavramı “faşizm” ile özdeş gösterilip tüm direniş noktaları yok edilmeye çalışılmaktadır.

Geçtiğimiz yıl Tahrir’de de önemli olaylara sahne olmuş Arap Baharı hareketi, Kaddafi’nin ve emperyalizme zaman zaman karşı çıkabilen bireysel despotik yönetim uygulayan birçok liderin başını yemiş, birçok İslam ülkesinde Müslüman Kardeşlere iktidar yolunu açmıştı…

Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da, Tunus’ta, Mısır’da yaşananlar, Suriye’de farklı ve çok kanlı bir senaryoya dönüşmüş durumda. Sıra İran’a da gelecektir…

Mursi, Mısır halkının özgürlük talebi üzerine kurmuştu iktidarını…
Müslüman Kardeşler örgütü, ABD metropollerinde ve politika belirleyen kuruluşlarında, dost ve müttefik bir güç olarak karşılanıyor…

Taksim olayları sırasında Fas’ta bulunan Başbakan R. T. Erdoğan, dönüş gecesi kendisini karşılamaya gelenlere yaptığı konuşmada, “Sizlere Fas’taki kardeşlerimin selamlarını getirdim, sizlere Cezayir’deki kardeşlerimin selamlarını getirdim, sizlere Tunus’taki kardeşlerimin selamlarını getirdim. Değerli kardeşlerim, Allah kardeşliğimizi daim etsin inşallah” diyordu. İstanbul’un kardeşi Saraybosna’yı, Bakü’yü, Beyrut’u, Kahire’yi, Üsküp’ü, Bağdat’ı, Şam’ı, Gazze’yi, Ramallah’ı, Mekke ve Medine’yi selamlıyordu… Getirdiği selam, kendisini temsilcileri ve belli oranda liderleri saydığı, Arap Baharı ile Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da iktidar koltuğuna epeyce yerleşmiş “Müslüman Kardeşler”e aitti…

TAHRİR MEYDANI.jpg

Bu oyunu halkların kardeşliği ile, imece ile, el birliği, güç birliği ile kırmalı, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” parolasıyla doğduğu topraklara adalet ve aydınlık getirmiş kutsal inancımızı bir politika malzemesi olmaktan kurtarmalıyız.

  • Dayan Tahrir, diren Tahrir… 
  • Kır bu çirkin oyunu!  
  • TAKSİM’DEN TAHRİR’E ÖZGÜRLÜK İSTEYEN TÜM MÜSLÜMAN HALKLAR SENİNLE…

01 TEMMUZ 2013,
Dr. Alper AKÇAM