Etiket arşivi: NED (National Endowment for Democracy)

SİVİL ÖRÜMCEĞİN AĞINDA


Dostlar,

Sayın Mustafa Yıldırım,

“Sivil Örümceğin Ağında: Project Democracy

adlı görkemli kitabını – belgeselini Toplumsal Dönüşüm Yayınları eliyle
yayımlamasının üzerinden 10 yıl geçti..(İstanbul, 2004, 597 syf.)

600 sayfalık bu görkemli kitap hangi kritik uyarılar ve saptamalar yapıyordu?
Bugün Türkiye nerede? Geçen 10 uzun / kısa yıl Sn. Yıldırım’ı neredeyse tümüyle
haklı çıkardı..

Aşağıda bir miktar seçki (alıntı) paylaşıyoruz..
En azından gelecek yıllar adına ders çıkarılabilir mi acaba??
Kritik zamanlar hızla akıyor ve Türkiye’nin manevra alanı olabildiğine daralıyor..

Kendisine, ufuk derinliği ve çoook değerli uyarıları için şükranlarımızı sunarken; Türkiye’yi de artık uyanmaya ve kendine gelmeye, “kritik yılları yitirmemeye” çağırıyoruz..

Lütfen aşağıdaki seçkiyi özenle okur musunuz, üzerinde düşünür müsünüz,
paylaşır mısınız??

Sevgi ve saygı ile.
28.6.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Özet – seçki metni aşağıda olup, pdf biçimi için tıklayınız.

SIVIL_ORUMCEGIN_AGINDA_kitap_ozeti

==================================================

ARŞİVİMİZDEN…

SİVİL ÖRÜMCEĞİN AĞINDA



Mustafa YILDIRIM

21 Adım’da bir ülke demokratikleştiriliyor diye nasıl bölünür, sömürgeleştirilir?

1. İktisadi ortamı denetleme: Borç ekonomisinde dalgalanmalar yaratmak üzere,
para piyasalarının dışardan gelen uluslararası vur-kaç tefecilerine sonuna dek açılması.

2. Ulusal bunalımlar yaratılması: Ülkede sık sık iktisadi dalgalanma yaratılarak
bunalım aralarının azaltılması. ulus devlet merkezinin elindeki en önemli güç olan
para kaynaklarının, bankaların, devlet şirketlerinin kapatılması, yabancı şirket egemenliğine geçirilmesi.

3. Merkez devlete güvensizlik yaratma: Kritik dönemlerde iktisadi bunalım yaratılmasıyla umutsuzluğa düşürülen yerel sanayicilerle ve üreticilerle konferans, sempozyum adı altında doğrudan ilişkiye geçilerek, devlet merkezine karşı güvensizlik aşılanması.

4. İşadamlarını örgütleme: Yerel işadamı örgütlerinin ve ilişki bürolarının kurulması; başına buyruk, devlet denetiminden giderek uzaklaşan “serbest ekonomi” ve
“serbest pazar” düzeninin kabul ettirilmesi.

5. Yolsuzluk kampanyaları: “Yerinden yönetim” istemlerini yükselterek,
devletin egemenliğinin zayıflatılması, yolsuzluk olaylarını abartarak topluma
aşağılık duygusunun yerleştirilmesi, halkın çaresizliğe itilmesi.

6. Belediye hizmetlerinin yabancı şirketlere devredilmesi: Yerel yönetimi güçlendirme adı altında, toplumsal hizmetlerin “kârlılık” esasına oturan şirketlere devredilmesi,
su-elektrik gibi kentsel işletmelerin yabancı şirketlere devredilmesi için gerekli
düşünsel alt yapının oluşturulması.

7. Ulusal sanayinin yıkımı: Ulusal iktisadın çökertilmesi için, ulusal sanayileşmenin
ve enerji kaynaklarının yıkıma uğratılması için toplum ile devlet arasında çatışmayı da içerecek biçimde çevreci akımların, örgütlerin desteklenmesi ve ulusal madenciliğin, doğal yakıt üretim kaynakları işletmeciliğinin ulusal egemenlik alanının
dışına çıkarılması.

8. Kamuoyu oluşturucuları -bizdeki adlandırmalarıyla, aydınlara, yazarlara,
bilim adamlarına- yönelik içerde ve dışarıda, giderleri karşılayarak, konferanslara çekmek. katılımcılarla doğrudan ilişki içinde, ilgili ülke hakkında bilgi almak ve “düşünce” ve “örgütlenme” özgürlüğü başlığı altında yeniden yapılanma düşüncesini benimsetmektir.

9. Alt örgütler yoksa, hemen Helsinki Nihai Senedi kapsamında
Helsinki Yurttaşlar ve Ortak Zemin Merkezleri Örgütlemek ve koşullar olgunlaştıkça, uzaktan yönlendirilebilecek bir ilişkiler ağı altında insan hakları dernekleri ve
benzeri örgütlenmelerin kurulması.

10. Bilimsel ve toplumsal konferansların çoğaltılması.
Yerel vakıf ve “think tank” derneklerinin kurulması.

11. İşadamları derneklerinin, sendikaların kurulması, varolanların içine bilim danışmanlarıyla sızılması. Siyasali partilere eğitim programlarıyla, particilik dersleriyle yaklaşarak kadroların yönlendirilmesi, gençliğin “düşünce özgürlüğü” ve
“siyasal katılımcılık” propagandasıyla örgütlenmesi.

12. Yeni propaganda aygıtlarının (radyo, gazete, dergi, TV, video yayını)
devreye sokulması. bilimsel ve magazinsel içerikli, insan hakları ilkeleri üstüne sürdürülen yayınların yoğunlaştırılması. İnsan hakları ihlallerinin yaratılmasıyla
sürecin hızlandırılması.

13. Casuslar yerine yayın muhabirleriyle yerinden bilgi elde etmek için
yaygın bir yayıncı eğitim programının gerçekleştirilmesi.

14. Gizli ve yarı gizli istihbarat çalışmalarının azaltılması, buna karşılık
medya muhabir ağıyla açık ve yaygın istihbarat toplanması, olanaklıysa
Amerikan televizyonlarının yerli şubeleriyle yayına geçilmesi, eksik-yanlış bilgilendirmeyle kitlelerin yönlendirilmesi, eğitim-konferans-gezi düzenleyerek
yerel medya ile kalıcı bağlar oluşturulması.

15. Yanlış ve eksik bilgilendirme: Kitlelerin akıl denetimlerini ele geçirmek üzere yoğun propaganda ve yanlış bilgilendirmeyle tarihsel devlet kurumlarının ve etnik sürtüşmeleri önleyen geleneksel kurumların yıpratılması, toplumsal kimliği karıştırmak için tarihsel ve toplumsal gelişim gerçeklerini tahrif ederek, yeni kimlikli topluluklar yaratılması.

16. Etnik kışkırtıcılık: Etnik ayrılıkları güçlendirmek üzere kültür anımsatma programlarına başlanarak yerel toplantılardan uluslararası toplantılara adam taşınması, ulusal-bölgesel tarihin bütünleştirici özelliklerinin azımsanılarak, yerel tarih, yerel kültür araştırması adı altında en eskiye özlem yaratılması.

17. Kültürel kaynaşmanın yıkımı: “Çok kültürlülük” propagandasıyla toplumsal
ortak kültürün temellerinin yıkılması. uluslararası karşı kampanyalar ile ulusal kurtuluşun simgesi olan anma günlerini ve toplumun tarihten kalma bağımsızlık ve onur simgesi özelliklerini sözde dostluk adına silikleştirerek güdülebilir bir topluluğa dönüştürmek.
din kültürünün parçalanması, geleneksel akışın kesilmesi ve ulusal dayanışmayı pekiştirici etkisinin yok edilmesi için, “medeniyetler / dinler arası diyalog” programıyla, Batı’nın dinsel kurumlarının güdümünde eritilmesi. böylece azınlık
din kurumlarıyla, ulusal egemenliğin karşısında ortak, dinsel cephe oluşturulması

18. İnanmış örgüt liderlerinin yetiştirilmesi: Liderlik programlarıyla, güdümlü,
yeni dünya düzenine tapınan ultra-liberal önderlerin üretilmesi ve
yeni partiler kurulması, varolanlara yeni liderler yerleştirilmesi; parti programlarının rejimle hesaplaşmaya yönelik, birer kışkırtma programına dönüştürülmesi.

19. Silahlı gücün zayıflatılması: İktisadi bunalımı bahane ederek, toprak bütünlüğünü koruma aracı ulusal ordunun, silah donanımlarında, komuta kontrol ve iletişim sistemlerinde yenilenme alımlarının kısıtlanarak, zayıflatılması ve ulusal sınırların gevşetilmesi.

20. Orduları ulusal savunma kimliğinden koparma: Güvenlik güçlerinin
ulusal yapıların korunmasına yönelik müdahalelerini önlemek için, profesyonelleştirmek. Devlet egemenliğine sahip çıkmaya çalışan orduları geriletmek için, kışkırtmalara başvurularak, ordu yönetimlerinin günlük siyasete çekilmesi,
Ordu içinde politik tartışma, Ordu ile halk arasında cepheleşme yaratılması.

21. Devlet yönetiminin kargaşayla ele geçirilmesi: Seçim darbesiyle
egemen devletin ele geçirilmesi. merkezi direniş olursa, yaygın ve sürekli
kitle gösterileri düzenlenmesi. Bu sürecin hızlandırılması için halkı ikna edici
etnik çatışmaların düzenlenmesi, ölümle sonuçlanan kışkırtmalarla etnik
ya da mezhepsel kimliklerin kemikleştirilmesi.

…”Ulusal egemenliklerinden ödün vermeye yanaşmayan bu tür devletlerin sınırlarının eleğe döndürülmesi işi, örtülü, kirli işlerle becerilemez ve ilgili ülkelerin insanlarının onayı alınmadan gerçekleştirilemezdi. Bu nedenlerle, “hür dünya” işlerinden,
“insan hakları” ve “din hürriyeti” bekçiliğine evirilen operasyon ile ABD’nin
uygun göreceği türden demokrasiler kurulmalıydı. Demokrasi ihracını konu edinen
bu incelemenin amacı, adı “project democracy” olarak ABD Başkanı R. Reagan tarafından konulan ve 1980’lerin başından bu yana 92 ülkede uygulanan ve
yeni-mandacıların işbirliğiyle örülen ağ’da, yani “Örümcek Ağı” içinde çırpınmakta olan Türkiye’de olan bitene az da olsa ışık tutmakta ve toplumsal-siyasal yaşamın
yabancılar tarafından ele geçirilişini bir parça olsun sergilemektedir.”…

…”Yabancı bir devletin, bir ülkenin içinde örgütler kurmasının, eski örgütleri, sendikaları, odaları yönlendirmesinin, onlardan raporlar almasının, bu raporlara göre o ülkeye
yön vermesinin bir tek anlamı olabilir. O da, ülkede varolan devlete paralel,
merkezi dışarıda bir yönetim oluşturmak. bunun tek sonucu da operasyon
nesnesi olan devletin egemenliğinin örtülü olarak yok edilmesidir.”

…”İçine sızılan devletin bürokratlarının da yardımıyla, yaygın bir “medyatik” ve “entellektüel” yedek güç operasyonuyla, Amerikalıların “manifacturing
public perception”
dedikleri ‘kamuoyunun algılama dizgesini üretme’ sürecinde,
aşamalar bir bir geçiliyor. ‘Algılama dizgesi üretimi’ sonucunda, o ülke insanları,
aslında kendilerine benimsetilmiş olan düşünceleri ya da eylem planlarını,
doğrudan  kendi kurumlarının, kendi beyinlerinin ürünüymüş gibi algılayıp,
eyleme geçiyorlar.” (AS. Algı yönetimi)

…”Ülke yasalarının ve anayasalarının çok etnikli, federatif bir yapı oluşturacak biçimde yeniden düzenlenmesi, operasyonun temel aşamaları arasında, küçük ya da büyük, kanlı ya da kansız olaylarla testler yapılarak, oluşumun düzeyi ölçülerek hız ayarlanması ve küçük program değişikliklerinin gerçekleştirilmesi asıldır…”

…”Aşamalar birer birer geçilirken, ülke dışında da paralel süreç yürütülür. Çok kültürlülük propagandasıyla etnik ayrıştırma ve çatışma sürecinin güçlendirilmesi için, insan hakları raporları giderek etnik azınlık hakları raporlarına dönüştürülür. Avrupa ve Amerika’da etnik ve dinsel ayrılıkçı “diaspora”ya parasal ve siyasal destek verilir.
Küllenmiş tarihsel çatışmalar, acılar yeniden ateşlenir. Ülkede özgüveni sarsılmış halkın, gün geçtikçe yabancı kültürüne, yabancı düzenine özenme eğilimleri kışkırtılır.”

…”Yıllardır barış içinde yaşayan toplumlar inanılmaz bir hızla önce ayrışır, sonra da çatışır. Sonuç, ekonomisi yabancıların eline geçmiş, zayıflamış merkezi egemenliğiyle dış politikada bağımsız karar verebilme yetkinliğini yitirmiş, yabancıların dayattığı kararlara mahkum olmuş bir devlet ve tarihsel-kültürel kimliğini yitirmiş Batı’nın
alt dereceli bir hizmetkarına dönüşmüş bir halk topluluğu…”

“Her ülkede olduğu gibi, şirketler için esas olan devlet politikalarına ve kararlarına
yön vermektir. Yön verilecek olan devlet yönetimi ve yasama organları olunca, yönlendirici elemanların niteliği de önem kazanıyor. Bu nedenle elemanların
büyük çoğunluğu, devlet deneyimine sahip eski ve yeni görevlilerden seçiliyor.
İkinci eleman kaynağı ise, yine devlet organlarıyla içli dışlı olmuş akademisyenleri barındıran üniversitelerdir…”

“..Dış ülkelerde izlenecek ABD çıkarlarına uygun ayarlama işlerine denk düşen araştırma, inceleme, değerlendirme çalışmalarını gerçekleştirecek olan dernek,
vakıf, enstitü adı altında kurulan, eski memurları, akademisyenleri, şirketlerin
seçkin yöneticilerini bir araya getiren örgütlenmeler “think tank” (düşünce topluluğu) adı altında toplanıyorlar. Bu sivil örgütlerin (öbür adı ile NGO) Amerika’daki merkezlerinde, emekli dışişleri ve istihbarat elemanları, Amerika’ya yerleşmiş
3. Dünya elemanları, operasyonlarda dünya deneyimli CIA eski istasyon şefleri ve akademisyenler görev alıyor. “Think tank” örgütlerinin en önemli yararı, ABD yönetimini sorumluluktan kurtarmalarıdır. ABD resmi organlarının başka ülkelerde araştırma ve incelemeler yapması, o ülkelerce, şimdilerde pek kullanılmayan eski deyimle “casusluk” etkinliği olarak değerlendirilebilir ve devletler arası anlaşmazlıklara neden olabilir.
Teslim edilen raporlar, ABD resmi belgeleri olarak ele alınıp, casusluk suçlamalarına yol açabilir.”

Project democracy” adı altında sürdürülen bu operasyon için CIA eski direktörü William Colby:

“CIA’nın örtülü olarak yaptıklarını açıktan yapıyoruz.” demiştir.

“Türkiye’deki sivil toplum kuruluşu ,think tank, enstitü veya vakıf adı verilen dernek,
yani genel adıyla örgüt, Türkiye’de gerçekleştireceği araştırma, çalışma veya proje için bu iş ya da bu işleri bitirince bir rapor, bir kitap, radyo yayını, televizyon belgeseli,
hatta roman hazırlayıp, size sunacağım; şu tür bir ekiple çalışacağım ve paraları
şöyle harcayacağım… Bu işler için, sizden şu denli Dolar/ Sterlin / Euro istiyorum diyerek, başvuru özet-raporu hazırladığında, bu ön rapor ABD’nin Dışişleri Bakanlığı’na, hem de siyasal işler bölümüne verilmektedir. İşin bir başka yönü daha yakıcı olabilir. Para verilmeden önce, ABD Dışişleri’ne ön rapor sunulmasının öteki yüzünde,
ABD Dışişlerinin ya da ABD NSC’nin (National Security Committee / Milli Güvenlik Kurulu) isteği doğrultusunda “project” hazırlanması olasılığıdır. NED’e (National Endowment for Democracy / Demokrasi İçin Ulusal Fon) bağlı olan bu örgütler Türkiye’de yürütecekleri projeler için paraları da NED’ten almaktadırlar.
Aslında para kaynağı doğrudan ABD hazinesi, yani devlettir. NED ise paranın kasasıdır.
NED ile ABD Dışişleri Bakanlığı şu konularda anlaşmışlardır:

a) NED herhangi bir “project” işine girişip para vermeden önce ABD Dışişleri’ne
bilgi verecektir.

b) NED yönetim kurulunun onayına sunulan tüm “project” önerilerinin bir kopyası,
ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasal İşler Yardımcılığına verilecektir.

Yüzlerce bağıştan birkaç örnek:

1988’ten bugüne öbür bağışlar için 56-69 arası sayfalara bkz.

1991- Parayı veren: NED / Bağış alıcı: CIPE (Centre International Private Enterprise) /
alt bağış alıcı: Türk Demokrasi Vakfı NED (National Endowment for Democracy, TDV) / Konu: İş ve ekonomi / miktar: 80.000 $ / TDV’nin, Türkiye’de özelleştirme için
18 aylık programı desteklenecek.
1997- parayı veren: NED / bağış alıcı: Cipe / alt bağış alıcı: Liberal Düşünce Topluluğu (LDT) / Konu: İş ve ekonomi / miktar: 61.710 $ / serbest piyasa ekonomisinin
İslam diniyle bağdaştığı anlatılacak.

– Bu sivil toplum örgütlerinin ne denli sivil olduğunun yorumu size kalıyor.

“…Kendi ülkelerinin iç düzenine karşıt olan gruplar, ABD gibi bir kurtarıcı bulmuş olmaktan mutlu olduklarından, yaşadıkları ülkelerini bu sivil örgüt adı altındaki
Amerikan misyonerlerine / istihbaratçılarına ihbar etme fırsatını kaçırmamalarının yanında, dünya egemeni olarak gördükleri ABD devlet aygıtı tarafından desteklenmekten de son derece hoşnut kaldılar.”

…”Dünyada yerleştirilmek istenen yeni düzenin, demokratik bir düzen olacağı
sonucuna varılabilir!?

  • Bu düzen içinde dünyanın tüm ülkelerinde devletler merkezi otoritelerini yitireceklerdir. 

Olabildiğince etnik ayrıma uğramış küçük eyaletlere ayrılmış ülkelerde
(Not: Dünyada 1000 adet ülke olması öngörülmektedir, şu an sayı 200 dolayında, 1980’lerdeki sayı 182 adet).

Tarihsel partiler eriyecek, vakıflardan, düşünce topluluklarından, ticaret odalarından, insan hakları denetim örgütlerinden oluşan bir siyasal yapı oluşacaktır. Bu oluşumlar, doğrudan doğruya ABD’nin siyasal partilerine bağlı enstitülere, konseylere,
ABD şirket vakıflarına bağlanacaktır. Ülkelerdeki eğitim kurumları da vakıflaşacak ve ABD akademik dünyasıyla organik bağlar kuracaktır.

Merkezi otoritesini yitirmiş, salt denetleyici kurullara dönüşmüş Devlet örgütlerinin yanı sıra Ordular da ulusallığını yitirmiş devletlerin savunma gücü olmaktan çıkacak ve ortak güvenlik güçlerine katılacaklardır. Herhangi bir bölgesel başkaldırıya (bu bağımsızlık uğruna bir başkaldırı da olabilir) karşı anında silahlı müdahalede bulunulması…”

Bu son derece ileri projeye engel olabilecek en önemli kurumlardan biri de dinsel kurumlardır. Dünya egemenliğinin kurulmasında engel oluşturacak dinsel çatışmaların önlenmesi için ‘dinlerarası diyalog’un geliştirilmesiyle birlikte kurumsal yapının da oluşturulması gerekir. En yaygın ve güçlü dinsel kurumlardan başlayarak, tüm dinlere
bir yeni merkezi eşgüdüm gereklidir. Eşgüdümün merkezi elbette Washington’da bulunacaktır. Öncelikle Amerikalılardan oluşturulan bu kurumsal yapı, IRFC’dir (International Religious Freedom Committee / Uluslararası Din Özgürlüğü Komitesi).
Bu Komitede belli başlı dinlerin ve mezheplerin temsilcileri bulunmaktadır.

“Bütün dünyada yapılacak işler buradan idare edilebilir ve hatta denilebilir ki;
şöyle veya böyle Amerika ile dostça geçinmeden, destek almak değil, Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir iş yaptırmazlar. (..) Bu realite kabul edilmeli. Amerika gözardı edilerek şurada, burada bir iş yapmaya kalkılmamalı.”

Fethullah Gülen, (Fethullah Hoca ile New York sohbeti-4, Yeniyüzyıl, 23 Temmuz 1997) Kasım 1996’da, ABD’nin Devlet Sekreteri Warren Christopher, “Din ve inanç hürriyetini yaygınlaştırmanın Birleşik Devletler’in çıkarlarının artırılmasını sağlayacağı” gerekçesiyle ACRF’yi (Advisory Committee on Religious Freedom Abroad /
Dış Ülkelerde Din Hürriyeti Danışma Komitesi) oluşturdu.

Bu yeni kurumlaşmanın gerekçesi olarak “ABD’nin kuruluşunun temelinde
dinsel kurumların bulunduğunu ve Birleşik Devletlerin dünyada din özgürlüğünü gözetleyerek yaptırımlarda bulunma hakkı olduğu belirtildi.”

23 Ocak 1998’de, “Din ve inanç hürriyetinin yayılmasının ABD dış politikasında
birincil önceliğe sahip olmasını,” Dışişleri Bakanlığı bünyesinde bir
“Uluslararası Din Hürriyeti Bürosu” kurulmasını sağlayacak yasa taslağı hazırlandı.

Aynı yıl Ulusal Kongre’de çıkarılan yasa:

“Din hürriyetinin yaygınlaştırılması ve (bu hürriyetin) baskı altında tutulmasına karşı çıkma görevi temel (olarak) Amerikan değerleri içindedir ve Birleşik Devletler’in (politikalarına) uygun, önemli ve gerekli bir dış politika hedefidir. Birleşik Devletler, evrensel insan haklarına bağlı bir dünya lideri olarak ve değişik dinsel nüfusa sahip
bir ülke olduğundan, dinlerin tümüyle ilgili haklardan (da) sorumludur.”

“Dinsel özgürlük taahhüdümüz Amerikan ideallerinin ifade edilmesinin de üstündedir
ve dünyadaki gücümüzün temel kaynağıdır.”

Madeleine Korbel Albright, ABD Dışişleri Bakanı

Kaynak: Sivil Örümceğin Ağında: Project Democracy,
Mustafa Yıldırım,
Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 2004, 597 sf.

DAYAN TAHRİR! EMPERYALİZMİN KİRLİ KELEPÇESİNİ KIR!

Dostlar,

Dr. Alper Akçam, meslektaşımız bir tıp doktorudur.
Bu sitede daha önce de kendisi hakkında yazılar koymuştuk.
Örneğin Şiir : OKULUNDA ÖMRÜMÜN..
(http://ahmetsaltik.net/siir-okulunda-omrumun/, 12.6.13)

Çook başarılı ve savaşım dolu 40 yılı bulan meslek uygulamasından (Genel Cerrahi) sonra emekliliğinde de boş durmadı. Son birkaç yıldır, Köy Enstitülü bir anabanın çocuğu olarak Yeni Kuşak Köy Entitütülüler Derneği Başkanlığını üstlendi. Özveri ve başarı ile yürütüyor.

Aşağıda Mısır’daki demokrasi istemlerine iilişkin bir dayanışma yazısı var.
Özlü ve ciddi tarihsel özetle Emperyalizmin kirli oyunları da sergilenmekte.
Kendisine teşekkür ederek, bizimle paylaştığı yazısını sitemizde yayımlıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 1.7.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================

DAYAN TAHRİR! EMPERYALİZMİN KİRLİ KELEPÇESİNİ KIR!

TAKSİM’DEN TAHRİR’E, ÖZGÜRLÜK VE ONURLU BİR YAŞAM İSTEYEN
TÜM MÜSLÜMAN HALKLAR SENİNLE…

portresi

Dr. Alper AKÇAM
2 Temmuz 1798 günü Mısır’ı işgal için İskenderiye’ye çıkmış Napolyon,
Mısırlılara seslenirken “nous sommes les vrais Musulmans” (biz gerçek Müslümanlarız) diyerek açmıştı iğrenç yalanlar kapısını.

II. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki emperyalist güçler yer değiştiriyor, Fransız ve İngiliz egemenliğinin yerini alan ve dünya emperyalizminin jandarmalığına soyunmuş ABD emperyalizmi yeni oyunlarla varlığını perçinlemeye çalışıyordu.

Napolyon, Mısır’dan ayrılırken yerinde bıraktığı Kleber’e verdiği öğüt yakın çağda de emperyalizmin ana ilkesi olacaktı. “Napolyon vekili Kleber’e kendisi ayrıldıktan sonra Mısır’ı Şarkiyatçılar ile kendi yanlarına çekebildikleri Mısırlı dini liderler aracılığıyla yönetme talimatı verdi; başka bir siyaset fazla pahalıya patlar, akılsızlık olurdu” (Edward Said, Şarkiyatçılık, syf. 92)

İlim Yayma Cemiyetlerinden Komünizmle Mücadele Dernekleri’ne, günümüzde tüm Afrika ve Asya ülkelerine dağılmış belli okullar, Türkiye’de yıllarca tüm okullara, karakollara, ev kapılarına kadar bedava dağıtılan gazeteler, din adamları adına Georgtown’dan Londra’ya yapılan simpozyumlar, İslam düşüncesini politika malzemesi yapmış kimi liderlerin ABD’de yüzlerce dönümlük arazilerde koruma altında yaşıyor olması, bu politikanın günümüze uzanmış ve bir yelpaze gibi değişik kültürel alanlara uzanmış görüntülerdir.

1950’lerin “milliyetçi” vurgusu önde tutulmuş “Komünizmle Mücadele Derneği” yöneticilerinin 21. Yüzyıl başlarından itibaren “ılımlı İslamcı” mertebeye terfi etmiş olduklarını görüyoruz. ABD’nin NATO ve CIA çatısı altında yürüttüğü “milliyetçi-İslamcı” çalışmaların bir uzantısı olan Komünizmle Mücadele Derneği’nin kurucu ve yöneticileri arasında Nihal Atsız’ın kardeşi Nejdet Sançar, Z. Velidi Togan, Peyami Safa ve Fethullah Gülen adları bulunmaktadır. Fethulah Gülen’in bugünkü politik yapısı göz önüne alındığında “milliyetçi-muhafazakâr” ya da “Türk-İslamcı” kanadın hangi politik evrelerden geçmiş olduğu anlaşılabilmektedir.

Bazı Sosyal Demokrat liderlerin bile kutlayarak kendisini onayına sunduğu, kutsal inançlarımızı kullanarak geniş bir taban kazanmış bu “okullar-yayınlar-olimpiyatlar” kültür ağı, göründüğü kadar masum olmayıp ABD gizli servisleriyle ilişki içindedir; emperyalizmin ekonomik ve politik geleceğine kültürel avadanlık olarak kullanılmakta, deyim yerinde ise, bir “koçbaşı” işlevi görmektedir.

1984 yılında kurulmuş NED (National Endowment for Democracy) adlı örgütün para ve politik destek verdiği birçok dergi (Yeni Forum, vb.) ve kurdurduğu NGO (Non Governmental OrganizationTESEV, TÜSEV gibi Sivil Toplum Örgütü) toplantılarında CIA ajanları doğrudan görev almıştı (Paul Henze ve Graham Fuller).

1996 yılında doğrudan ABD Başkanı’na bağlı ACRFA (Advisory Committee on Religious Freedom Abroad / Dış Ülkelerde Din Hürriyeti Danışma Komitesi) elemanları TBMM’ye türbanla giren ilk milletvekilini ülke ülke dolaştırıp Türkiye’deki totaliter odaklara karşı “demokrasi” nutukları attırmışlardı.

“Oyun İçinde Oyun” oynanmakta Müslüman Asya, Ortadoğu ve Afrika ulusları kutsal inançları kullanılarak zincire vurulmaktadır. Böylece AVM’lerden HES’lere, yer altı yerüstü zenginlikleri yerli işbirlikçilerle birlikte kolayca yağmalanmakta, “ulusalcılık” kavramı “faşizm” ile özdeş gösterilip tüm direniş noktaları yok edilmeye çalışılmaktadır.

Geçtiğimiz yıl Tahrir’de de önemli olaylara sahne olmuş Arap Baharı hareketi, Kaddafi’nin ve emperyalizme zaman zaman karşı çıkabilen bireysel despotik yönetim uygulayan birçok liderin başını yemiş, birçok İslam ülkesinde Müslüman Kardeşlere iktidar yolunu açmıştı…

Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da, Tunus’ta, Mısır’da yaşananlar, Suriye’de farklı ve çok kanlı bir senaryoya dönüşmüş durumda. Sıra İran’a da gelecektir…

Mursi, Mısır halkının özgürlük talebi üzerine kurmuştu iktidarını…
Müslüman Kardeşler örgütü, ABD metropollerinde ve politika belirleyen kuruluşlarında, dost ve müttefik bir güç olarak karşılanıyor…

Taksim olayları sırasında Fas’ta bulunan Başbakan R. T. Erdoğan, dönüş gecesi kendisini karşılamaya gelenlere yaptığı konuşmada, “Sizlere Fas’taki kardeşlerimin selamlarını getirdim, sizlere Cezayir’deki kardeşlerimin selamlarını getirdim, sizlere Tunus’taki kardeşlerimin selamlarını getirdim. Değerli kardeşlerim, Allah kardeşliğimizi daim etsin inşallah” diyordu. İstanbul’un kardeşi Saraybosna’yı, Bakü’yü, Beyrut’u, Kahire’yi, Üsküp’ü, Bağdat’ı, Şam’ı, Gazze’yi, Ramallah’ı, Mekke ve Medine’yi selamlıyordu… Getirdiği selam, kendisini temsilcileri ve belli oranda liderleri saydığı, Arap Baharı ile Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da iktidar koltuğuna epeyce yerleşmiş “Müslüman Kardeşler”e aitti…

TAHRİR MEYDANI.jpg

Bu oyunu halkların kardeşliği ile, imece ile, el birliği, güç birliği ile kırmalı, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” parolasıyla doğduğu topraklara adalet ve aydınlık getirmiş kutsal inancımızı bir politika malzemesi olmaktan kurtarmalıyız.

  • Dayan Tahrir, diren Tahrir… 
  • Kır bu çirkin oyunu!  
  • TAKSİM’DEN TAHRİR’E ÖZGÜRLÜK İSTEYEN TÜM MÜSLÜMAN HALKLAR SENİNLE…

01 TEMMUZ 2013,
Dr. Alper AKÇAM