Etiket arşivi: Dr. Ahmet Saltık www.ahmetsaltik.net

Kaçak Saray için resmi yazı gönderdiler

Kaçak Saray için resmi yazı gönderdiler

Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nde yapılan basın toplantısında, AOÇ’deki tüm iş ve işlemlerin durdurulması için süreç başlattıklarını ifade eden Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan,

“AOÇ’de Kaçak Saray ve yerleşkedeki tüm kaçak yapıların ruhsatının, iskanının ve dayanaktan yoksun alandaki bütün alt ölçekli planların iptal edilmesini Büyükşehir Belediyesine resmi yazıyla gönderdik.” dedi. (05 Ağustos 2015)

“Türkiye Cumhuriyeti böyle hukuksuzluk görmedi” diyen Candan şunları söyledi:

– “Ankara Büyükşehir Belediyesine alt ölçekli planların iptali için girişimde bulunduk.
. Artık üst ölçekli bir plan dayanakları yok. Ruhsat ve iskanları verdikleri alt ölçekli planların da iptal edilmesini istedik. Bu alandaki her şey, binalar yollar hukuk dışı. Ruhsat ve iskanlar da yasadışı verilmiş durumda, onlarla ilgili davalarımız devam ediyor. Hukuk önünde herkes eşittir. Sit alanında tarihi evinde değişiklik yapan Ayşe teyze için hapis cezası ve para cezası isteniyor. Hukuk Ayşe Teyze için uygulanıyor. Hukuk Kaçak Sarayda uygulanmıyor.

Artık herkes hukuka uymak zorunda. TBMM’nin AOÇ alanında sosyal tesis yapmasına karşı yürütmeyi durdurma aldık. TBMM bu karar uydu. AOÇ’de hukuka uymayanlar, toplumsal sözleşmemize aykırı davranıyorlar, bu hukuksuzluk toplumun birliğini, dirliğini ve huzurunu bozar. En önemli şey budur. Asıl sorun hukukun, üstünlerin hukukuna dönmesidir, adaletsizliktir. AOÇ’deki talan ve Kaçak Saray hukuksuzluğun aynası olmuştur.”

“ULUS’TA SİT ALANINDA ACELENİZ NE?”

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı, Ulus’ta içinde 1. derece arkeolojik SİT alanı olan Roma Tiyatrosu” ile birlikte büyük bir alanda, Bakanlar Kurulu kararıyla acele kamulaştırma yapıldığını bildirdi. 1. derece SİT alanlarında neden acele kamulaştırmaya gidildiğinin büyük bir soru işareti olduğuna dikkat çeken Candan, geçtiğimiz günlerde Ulus tarihi kent merkezinde yürütülen yenileme alanı projesi kapsamında Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından acele kamulaştırılacak
kimi taşınmazlara ilişkin Bakanlar Kurulu kararı, Resmi Gazete’de yayımlandığını hatırlattı. Candan, buna göre, tarihi kent merkezinde yürütülen çalışmalar kapsamında kalan, 11 parsel ile 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı kapsamında kalan parsellerin acele kamulaştırılması kararlaştırıldığını belirtirken, bu kararın hukuk dışı olduğunu söyledi. Ulus’taki acele kamulaştırma kararını yargıya taşıyacaklarını ifade eden Candan, AKP iktidarının acele kamulaştırmada rekor kırdığını söyledi.

1787 ACELE KAMULAŞTIRMA YAPILDI

Candan, sözlerine şöyle devam etti:

– “Acele kamulaştırma yalnızca üstün kamu yararı varsa, savaş durumunda yapılabilir. 1978-2012 arasında Türkiye’de acele kamulaştırma sayısı 14.
AKP iktidarında 13 yılda 2015 dışında tam 1787 acele kamulaştırma yapılmış!
Bu 130 kat çok. Aceleniz ne?? Diye sormak lazım. Acele kamulaştırma savaş durumlarında ve üstün kamu yararı için uygulanıyor.

Acele kamulaştırma AKP’nin kendi ekonomi ve sermayesini organize eden
kentsel ranta el koyma amacıyla yapılıyor.

Ulus tarihi kent merkezinde şu an Yıldırım Beyazıt Üniversitesine alan mı açılıyor?
1. derece Arkeolojik SİT alanlarında neden acele kamulaştırmaya gidildiği de büyük soru işaretleri taşıyor.”

Candan, konuyu yargıya taşımak için hazırlık yaptıklarını bildirdi ve Büyükşehir Belediyesinin açtığı onlarca kamulaştırma davasından hangi gerekçelerle feragat ettiğinin de açıklanmasını istedi.

“KAÇAK SARAY’I MEŞRULAŞTIRMAYA ÇALIŞIYORLAR”

Mimarlar Odası Ankara Şube 2. Başkanı Ali Atakan ise, ülke yöneticilerini hukuka saygılı olmaya davet ederek,

– “Toplum, geleceğinden kaygı duyar hale geldi. Milletin sarayı diyerek Kaçak Saray’ı meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Bunun neresi milletin sarayı, millet bu sarayın neresini kullanıyor?” diye sordu.

Yurt Gazetesi 
http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/kacak-saray-icin-resmi-yazi-gonderdiler-h93718.html

===========================================

Dostlar,

Dünden bu yana Bay RTE’nin Kaçak Sarayı‘na ilişkin birkaç yazı koyduk web sitemize..

TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesini ve Başkan Sayın Tezcan Karakuş Candan‘ı
bir kez daha kutluyor ve dayanışma duygu ve düşüncelerimizi bir kez daha açıklıyoruz.

Sizleri de bu kişiye ve Mimarlar Odası Ankara Şubesine destek vermeye çağırıyoruz..

Büyük ATATÜRK‘ün çok özel bir vasiyeti olan AOÇ – ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ‘nin daha da geliştirilerek üretimini – bilimsel araştırmalarını… sürdürmesi, Başkentin çevre sağlığı, esenliği ve beslenmesine, doğaya katkı vermesi… ve gelecek kuşaklara böylece aktarılması
vefa ve hukuk gereği iken, özellikle bu toprakların amaç dışı – rant hırsıyla kullanılması,
son derece lüks saraylar yapılarak birilerinin kişisel komplekslerinin onarımı – sağaltımı için, dahası Cumhuriyet ve Atatürk’ten intikam alınması dürtüsüyle işgali kanımıza dokunuyor!.

Bu bakımdan sorunun TBMM’ye taşınması, muhalefet partilerince ısrarla izlemi gerekiyor.
Türkiye’nin AKP eliyle yangın yerine, savaş ortamına sürüklendiği günlerde sorun özellikle
gözden kaçırılıyor.

Danıştay‘ın kendisine yaraşır biçimde hiçbir ödün vermeden SALT HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ SAVUNMASINI ve bu tutumunu sonuna dek sürdürmesini diliyoruz.

Gün olur;

– o KAÇAK SARAY boşaltılır,
– AOÇ’ye devredilir,
– AOÇ CUMHURİYET MÜZESİ yapılır..
– AOÇ Bilim – Araştırma Merkezi yapılır…

Büyük Atatürk‘ün kemiklerini sızlatmayacak bir biçim ve işleve mutlaka kavuşturulur, kavuşturulmalıdır. Bu bağlamda yasa tanımayanlardan da, Cumhurbaşkanı – Başbakan da olsalar mutlaka hesap sorulacaktır.

CHP soruna özellikle sahip çıkmalıdır. 

Sevgi ve saygı ile.
5 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

AKP DIŞINDA 3 PARTİYE 10 MADDELİK “ÇEKİRDEK PROTOKOL” KOALİSYONU ÖNERİSİ


AKP DIŞINDA 3 PARTİYE
10 MADDELİK “ÇEKİRDEK PROTOKOL” KOALİSYONU ÖNERİSİ

Koalisyonlar netameli konulardır…

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,

– “AKP ile koalisyon kuramazsak üzülürüm. Kurulacak koalisyon eğer Türkiye’ye
önemli bir sıçrama yaptıracaksa, kısa vadeli oy kaybı yaşamaya razıyız.
demiş.

İçtenlik payı da taşımasına karşılık, siyasetin gereklerindendir sanırız bu sözler.

Biz başından beri AKP’yi kesinkes dışlayan ve mutlaka hesap soran bir yapılanmayı savunduk.

Hatta CHP – MHP – HDP’nin asgarinin de asgarisi bir “çekirdek protokol” yaparak ülkenin bekletilemeyecek, bekletilmemesi gereken “olmazsa olmaz” ları ekseninde tanımlı bir süre için koalisyon kurmalarını önerdik. Her şeye karşın hala aynı noktadayız..

Yeter ki AKP zulmünden, YIKICILIĞINDAN ve talanından kurtulalım!..

Bu seçim bir “40 katır mı – 40 satır mı?” seçimi olabilir..

On maddelik bir çekirdek protokol önerimiz var..

İçinde MHP’nin kırmızı çizgileri de, CHP’nin 14 ilkesi de, HDP’nin kimi beklentileri
ve en azından 2 yıl için “hayır” diyemeyeceği, ülkemizin yakıcı – ivedi sorunları var.

  1. “Çözüm sürecini” protokol süresince askıya almak, hiç değinmemek.
    2. Ekonomideki yangını söndürmek; işsizlik ve yoksuluğu azaltmak.
    3. Sıcak çatışmaları durdurmak
    4. 17 – 25 Aralık 2013 yolsuzluğunun hesabını mutlaka AKP ve Erdoğan’dan sormak
    5. Bürokrasideki, özellikle MİT’teki AKP kemik kadrolarını tasfiye etmek
    6. “İç Güvenlik Yasası” nı geri çekmek
    7.  Dış politikadaki sefilliğe son vermek
    8. Eğitimdeki dincileşmeyi, zorunu din derslerini AİHM kararları gereği kaldırmak.
    9. Siyasal Partiler ve Seçim Yasalarında demokratikleştirici düzenlemeler yapmak
     Seçim barajını %3-5’lere çekmek, parti içi demokrasi ve seçim güvenliği…)
    10. Anayasa’da ilk 4 maddeye dokunmadan sınırlı iyileştirmeler yapmak…

*****

Sanırız AKP dışı 3 parti bu 10 ilkede 1-2 yıllığına uzlaşabilir.
Protokol gerekleri yerine getirildiğinde erken seçime gidilir.
Sürenin 2 yıl olması daha uygundur. Hem yeterli zaman edinilir hem de seçilen milletvekilleri 2 yıl TBMM üyeliği yaparak özlük haklarını elde eder hem de
ülke “normalleştirilmiş”olur..

Bu süre, milletvekillerinin iknası ve katılımını sağlamak açısından da
yerinde olacaktır.

İktidardan uzak kalan AKP; rant paylaşımı temelli bir tarikatlar koalisyonu olduğundan,
hızla güç yitirir. 2 yıl sonraki seçimde de marjinalleşir, giderek tarihin çöplüğüne atılır. Geçmişteki peeek çok siyasal parti gibi o da politik görevini ve ömrünü tamamlamış olur.

AKP ile koalisyon ise onun ömrünü uzatır, gücünü toparlamasına neden olur ve
ortak olduğu parti / partileri eritir.

Toplam 57,7 milyon kayıtlı seçmen içinde AKP oyları 18,863 milyon ile gerçekte 1/3 bile değildir (%32,7)!

Her 3 kişiden 2’si gerçekte AKP karşıtıdır.

Geçerli oyların %41’ini alan AKP’nin TBMM’de temsil oranı ise, ucube barajlı d’Hond’t sistemi sayesinde % 47’dir.
Bu gerçek hep öne sürülerek, masada tutularak psikolojik üstünlük elde tutulmalıdır.

CHP, MHP ve HDP mut – la – ka uzlaşmalı ve AKP dışında hükümet olmalıdır.

Muazzam yolsuzlukların, Gezi’nin, Reyhanlı’nın, Uludere’nin hesabı mutlaka sorulmalı,
Erdoğan sınırlanmalı, ülke normalleştrilmeli ve
Irak – Suriye’de sürüdürülen kanlı ve ülkemizi de bölücü serüvene…… derhal son verilmelidir.

AKP’nin kasten sürdürülen de facto iktidarına son verilmelidir.

Bu hükümet salt erken seçim amaçlı bile olabilir;

AKP-RTE’nin uzatmalı – gaspçı – düşük – emanetçi hükümeti ile seçime gidilmemelidir!

Sevgi ve saygı ile.
3 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

MİT TIR’ları Lahey’de

 

MİT TIR’ları Lahey’de

Uluslararası Ceza Mahkemesi,
Türk (AKP) hükümetinin Suriye’ye silah göndererek “savaş suçu” işlediğine
dair ihbarı incelemeye aldı.
Cumhuriyet, 30 Temmuz 2015 (Haber portalı)

Hollanda’nın Lahey kentinde bulunan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM),
Suriye’ye silah taşıyan MİT TIR’larına ilişkin suç duyurusunu işleme aldı.
Mayısta (2015) Cumhuriyet’in yayınladığı görüntülerin ardından

Türk hükümetinin “savaş, saldırı ve insanlığa karşı suç” işlediğini
savunan Halkın Kurtuluş Partisi (HKP) konuyu Lahey’e götürmüştü.

Savcılık Ofisi’nden gelen yanıtta,
– Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,
– Başbakan Ahmet Davutoğu,
– MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve
– eski İçişleri Bakanı Efkan Ala

hakkındaki suç duyurusunun incelemeye alındığı belirtildi.

Savcılık başvuruyu UCM’nin yetki ve görevlerini belirleyen Roma Statüsü çerçevesinde değerlendirerek soruşturma açılıp açılmayacağına karar verecek.

HKP Genel Sekreter Yardımcısı Avukat Tacettin Çolak, AKP Erzurum Milletvekili olan Ala’nın “devletin tanımadığı bir mahkemede aleyhine suç uydurmakla” itham ettiği HKP lideri Nurullah Ankut hakkında dava açtığını aktardı. Ankut Reuters’e mülâkatında

“MİT tırlarında silah taşınması sadece Erdoğan yönetiminin değil, ABD, İngiltere ve AB’nin de ortak işledikleri bir savaş suçudur. Biz de konuyu Lahey Savcılığı’na taşıdık ve savaş suçu ihbarında bulunduk. Bu başvurudan olumlu sonuç çıkma olasılığı yüksek.” demişti.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr.
Kerem Altıparmak ise başvurudan olumlu sonuç çıkma ihtimalini düşük buluyor.
Roma Statüsü’ndeki savaş suçu tanımında “başka bir ülkeye silah gönderme” unsurunun yer almadığına dikkat çeken Altıparmak, silahların Suriye’de işlenen savaş suçlarında kullanıldığına dair irade bağı kurulması gerektiğini ifade ediyor.

Dolayısıyla AKP hükümeti güney komşusuna silah göndererek uluslararası hukuku ihlal etmiş olsa bile, savaş suçuişlediğine hükmedilmesi için silahların siviller üzerinde kullanılması yönünde talimat verdiğini belgelemek gerekiyor.

HKP avukatlarından Doğan Erkan ise, UCM’nin hükümeti doğrudan yargılayamasa bile savaş suçu işlediği hükmüne varabileceğini vurguluyor.

=======================================

Dostlar,

AKP hükümeti Suriyeli isyancılara silah göndererek uluslararası hukuku ihlal etmiştir.
Bu silahların Suriye’de işlenen savaş suçlarında kullanıldığına ilişkin irade bağı kurulması gerekliliği aşılamayacak bir sorun olmayabilir. Suriye hükümeti bu bağlamda kanıtlara ulaşabilir ve HKP’ye verebilir. Böylece AKP’nin savaş suçu işlediğine ilişkin uluslararası hukukun (örneğimizde ICC- International Criminal Court, UCM – Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargılama yetkisini belirleyen Roma Statüsü!nün) öngördüğü suç ögeleri (unsurları) tamamlanabilir.

MIT_TIRLARI2_SILAH_DOLU_Cumhuriyet_29.5.12

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MIT_TIRLARI1_SILAH_DOLU_Cumhuriyet_29.5.12

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ne yazık ki, Türkiye Roma Statüsü’ne taraf olmamıştır ve dolayısıyla UCM’nin yargı yetkisini tanımamıştır. Bu bakımdan eski İçişleri Bakanı Efgan Ala’nın itirazı yerindedir.

Öte yandan Anayasa md. 38 /son şöyledir :

(Değişik son fıkra: 7/5/2004-5170/5 md.) “Uluslararası Ceza Divanına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye verilemez.”

Dolayısıyla Türkiye ileride Roma Statüsü’ne taraf olarak (imza koyarak ve TBMM’de onaylayarak) UCM’nin yargı yetkisini tanıdığında, geriye dönük olarak da bu kapsama giren suçların işleyenlerinin (faillerinin) Hollanda Lahey’deki bu Uluslararası mahkemede yargılanmasına engel çıkarılmaması beklenir. Burada suçun ve cezanın yasallığı evrensel ilkesine aykırı bir durum yoktur, failler açısından kazanılmış bir hak ileri sürülemez. Çünkü söz konusu suçlar halen Türk Ceza Yasasında tanımlıdır, failler iç hukuk kapsamında yargılanabilir. Sorun, adı geçen 4 kişinin (RT Erdoğan, A. Davutoğlu, E. Ala, H, Fidan) yargılanmak üzere UCM’ne verilip verilmeyeceği sorunudur. Bu da Anayasa md. 90 /son uyarınca Roma Statüsü‘ne hükümetçe taraf olunması ve uluslararası andlaşma metninin bir yasa ile TBMM’de uygun bulunmasını gerektirmektedir..

Gün ola harman ola…
Mazlumun ahı aheste aheste çıkarmış..
İlahi adalet er ya da geç yerini bulur.. dileriz.

Sevgi ve saygı ile.
30 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Kaynak :
Çetin, M. Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Türkiye’nin Durumu.
Ankara Barosu Dergisi Yıl:68 Sayı: 2010/3, syf. 335-360.

Türkiye Cumhuriyeti’nin önsözü: Lozan Antlaşması

Türkiye Cumhuriyeti’nin önsözü:
Lozan Antlaşması


Orhan_Cekic

Yrd. Doç. Dr. Orhan Çekiç
Maltepe Üniversitesi öğretim üyesi
AYDINLIK, Temmuz 2015

 

Saygıdeğer baylar, Lozan Barış Antlaşması’ndaki hükümleri, öbür barış önerisiyle daha çok karşılaştırmanın yersiz olduğu düşüncesindeyim. Bu antlaşma Türk ulusuna karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış, büyük bir yok etme girişiminin yıkılışını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasal utku yapıtıdır.” 
Gazi Mustafa Kemal – Büyük Nutuk; 1927


Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş senedi olan Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından bu yana 92 yıl geçmiş bulunuyor. Gazi Mustafa Kemal, işte bu Lozan Antlaşması’nı, Büyük Nutku’nda bu sözlerle değerlendiriyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin önsözü: Lozan Antlaşması

Oysa Cumhuriyet’e karşı olanlar elbette Lozan’a da karşı oldukları için ve sırf bu nedenle, içlerindeki kin ve nefretin verdiği narkoz etkisiyle olsa gerek, Lozan’ı bir “hezimet” olarak gösterme gayretlerini bu yıl da sürdürecek, kimileri gazete köşelerinden, kimileri TV ekranlarından bu aşağılık komplekslerini tatmin etmeye gene çabalayacaklardır.

Oysa bu Lozan Konferansı sonrasında cumhuriyet kurulmasaydı da, onun yerine çürümüş, çökmüş, iflas ettiğini daha 1876 yılında yayınladığı “moratoryum” ile bütün dünyaya resmen ilan etmiş olan Osmanlı Devleti, yarı sömürge bir şeriat devleti olarak devam etseydi, bu güruh işte eleştirdiği bu Lozan’ı da, bu Gazi’yi de o zaman yere göğe sığdıramazdı. Buna elbette hiç kuşku yok.
Fakat o zaman da, sanayileşmenin ve çağdaş eğitimin tamamen dışında kalmış, 200 milyon altın borçla, bugünkü Yunanistan’dan beter bir duruma düşmüş böyle bir Osmanlı Devleti, bugün
hangi coğrafyaya sığıştırılıvermiş, kaç parçaya bölünmüş olurdu, işte onu tahmin etmek zor.
Zira ne yazık ki benim milletim, Osmanlı Devleti’nin Mısır’daki Hidivi’nin İngiltere’ye aşırı borçlanması sonucu, bu borcu ödeyememesi nedeniyle, koskoca Mısır’ı İngiltere’ye verdiğini bilmez. Halkın bunları bilmesi de istenmez. Lozan’ı küçümseyenler bu gerçekleri hep bilmezden, görmezden gelirler. Yanlış okumadınız, bildiğiniz nakit borç karşılığında Osmanlı Devleti, koskoca Mısır’ı İngiltere’ye bırakmak zorunda kalmıştır. Küçük Mustafa işte tam da bu günlerde gözlerini Selanik’te, böylesi bir Osmanlı dünyasına açmıştır.

Ardından Tunus, derken koskoca Trablus, onun ardından tüm Balkanlar, onun ardından koskoca Dünya Paylaşım Savaşı kaybedilmiştir. Ve bütün bu zilletin sonucu olarak da bu devlet, SEVR ile idama mahkûm edilmiştir. Bu antlaşmaya göre Anadolu’nun ortasında sıkışıp kalmış bir yarı-sömürge Osmanlı Devleti, hangi illerini satardı da bu borcun altından nasıl kalkardı acaba? Böyle bir soru aklınıza hiç geldi mi? Bu idam hükmünü yırtıp atabilmiş isek, bu elbette Lozan sayesinde olmuştur. Selanik’te doğan o Küçük Mustafa büyümüş, Mustafa Kemal olmuş, sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa olmuş… Cumhuriyeti kurmuş, Atatürk olmuş ve o Cumhuriyet, Osmanlı Devleti’nin borçlarının
son taksidini 1953 yılında ödeyip bitirmiş.
Yani alacaklılar alacaklarını gene tahsil ettiler. Ama toprak olarak değil, nakit olarak.
Çünkü Cumhuriyet hükümetlerinin buna gücü vardı. Cumhuriyetin kazanımları bunu fazlasıyla sağlayacak konumdaydı. Osmanlı Devleti’nin ise Sevr’in imzalandığı günlerde artık parmağını bile kımıldatacak gücü kalmamıştı.

LOZAN SÜRECİ NASIL BAŞLADI?

Burada uzun uzun Kurtuluş Savaşı’nı anlatmaya elbette gerek yoktur. Fakat Mustafa Kemal’in önderliğinde sürdürülen Türk Kurtuluş Savaşı’nın önemli evrelerini de hatırlamakta yarar vardır. Bir başkaldırının hayal bile edilemediği bir dönemde Mustafa Kemal Paşa ulusun önüne düşmüş, önce sivil halkı örgütleyerek, günü geldiğinde ordularını kurarak, koskoca Dünya Savaşı’nın galiplerini perişan etmiş, onları “barış” istemeye mecbur bırakmıştır.

Önce Doğu’da Kâzım Karabekir Paşa harekete geçerek, Sarıkamış, Kars ve Gümrü kurtarılmış (1920), ardından Güney’de Çukurova, Gaziantep,Kahramanmaraş ve Şanlıurfa Savunmaları başarılmış (1919 – 1921), Fransa bölgeden çekilmek zorunda kalmıştır. Bu başarıları 1. ve 2. İnönü Savaşları ile Sakarya Savaşı izlemiştir (1921). Nihayet Büyük Taarruz sonucunda da işgalci Yunan orduları Ege’nin sularına, hayalleriyle birlikte gömülüp gitmişlerdir.

Bunun üzerine İtilaf Devletleri Ateşkes talep etmek zorunda kalmışlar, 11 Ekim 1922’de
Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalanmış ve bunun doğal sonucu olarak da barış görüşmeleri hazırlığına girilmiştir. Süreç işte böyle başlamıştır.
SALTANAT NEDEN KALDIRILDI?
İtilaf Devletleri barış görüşmelerinin 13 Kasım 1922’de Lozan’da yapılmasını Ankara Hükümetine bildirmişlerdir. Aynı davet İstanbul Hükümetine de yapılınca Ankara buna büyük tepki göstermiş ve bu çift başlılığa bir son vermek üzere 1 Kasım 1922’de Saltanat kaldırılmıştır.
Sinop Milletvekili Dr. Rıza Nur ve arkadaşları bir önerge sundular :
“Osmanlı İmparatorluğu’na son verilip TBMM hükümetinin onun yerine geçtiğine, Anayasa ile egemenlik hakkı milletin kendisine verildiğinden Padişahlığın ortadan kalktığına, İstanbul’da meşru bir hükümet tanınmadığına ve Hilafet makamının esir bulunduğuna” karar verilmesini istediler.

1 Kasım 1922’de TBMM saltanata son vererek, Osmanlı Devleti’nin tarihe karıştığına ilişkin kararı almıştır. 4 Kasım’da İsmet Paşa bu kararı İtilaf devletlerine bildirmiştir. Bu gelişme üzerine
17 Kasım 1922’de Sultan Vahdettin yurdu terk etmiştir. Kanun gereği halifelik bir gün sonra
BMM tarafından Abdülmecit Efendi’ye verilmiş, böylece Lozan’da ikilik çıkması önlenmiştir.

LOZAN İÇİN HAZIRLIK ÇALIŞMALARI

 

Lozan’da Türkiye’yi sadece TBMM Hükümeti temsil edecektir. Gazi henüz cumhurbaşkanı değildir. Gazi TBMM Reisi ve Başkomutandır. Başbakan Rauf Orbay’dır. Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak Paşa, Dışişleri Bakanı İsmet Paşa’dır.

Aslında Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk’tir. Mustafa Kemal Paşa Yusuf Bey’in bu önemli görevi gereğince yapabileceğinden kuşkuludur. Ondan istifa etmesini rica eder. Bunun üzerine
İsmet Paşa Dışişleri Bakanı seçilir. Başdelege odur. Dr. Rıza Nur ile Hasan Saka Bey delege olarak seçilmişlerdir.

Bakanlar Kurulu Lozan’da Savunulacak temel ilkelere dair 14 maddeden oluşan bir “talimatname”yi imzalayıp İsmet Paşa’ya vermiştir. Bunlar aşağıdaki gibidir :

*****
1-
Anadolu’da bir ERMENİSTAN kurulması asla kabul edilemez.
2- Musul, Kerkük, Süleymaniye istenecektir. Bir sorun çıkarsa Ankara’dan talimat.
3- Suriye sınırı haliyle korunmalıdır.
4- Adalar: Duruma göre hareket edilecek. Yakındakiler istenecek. Başarı sağlanmazsa Ankara’ya sorulacak.
5- Trakya Batı Sınırı: 1914 sınırı elde edilmeye çalışılacaktır.
6- Batı Trakya : Misak-ı Milli maddesi.
7- Boğazlarda ve Gelibolu’da yabancı asker kabul edilmez.
8- Kapütilasyonlar kabul edilemez. Gerekirse masadan kalkılır.
9- Azınlıklar: Esas olan “mübadele”dir.
10- Borçlar: Türkiye’den ayrılan devletlere paylaştırılır. Borçlar İdaresi kapatılır.
11- Ordu ve donanmayı sınırlandıran konu olmayacaktır.
12- Yabancı kurumlar Türk kanunlarına tabi olacaklardır.
13- Türkiye’den ayrılan memleketler için Misak-ı Milli’nin özel maddesi yürürlüktedir.
14- Cemaatler ve İslam Vakıflar Hukuku eski antlaşmalara göre düzenlenecektir.

*****

Lozan imzalandığında bu talimatların çok büyük bir bölümünün gerçekleştiği görülmüştür. İsmet Paşa bu talimatı alarak, delegasyonuyla birlikte Lozan’a gitmek üzere 5 Kasım 1922 günü Ankara’dan trenle yola çıkar. 7 Kasım’da İstanbul’dadır. İki gün kadar bazı temaslarını sürdürür ve 9 Kasım günü öğle vakti, heyetiyle birlikte Sirkeci garından törenle uğurlanır.

 

40 kişilik olan bu heyet 12 Kasım Pazar günü saat 22.00’de Lozan’a ulaşmıştır. Ne var ki toplantı
20 Kasım’a ertelenmiş fakat Türk Heyeti durumdan haberdar edilmemiştir. Bu sürpriz karşısında
İsmet Paşa Paris’e gidecek ve henüz kapatılmamış olan Osmanlı Elçiliğini ve personelini Ankara Hükümeti’nin Paris Temsilciliğine, dolayısıyla Ankara’ya bağlayacak, bu tarz işlerle uğraşacaktır.

HEYET DÖNÜYOR

 

Birinci görüşmelerde pek çok konuda mutabakat sağlanmasına rağmen, İsmet Paşa masayı
terk edecektir. Sebep, Osmanlı Borçlarının Ödenmesi, Kapitülasyonlar ve Musul meselesinde katılımcıların Türk tezini kabul etmeyip kendi görüşlerini dayatmak istemeleridir.
Tarih: 4 Şubat 1923.
İsmet Paşa ve Heyeti, hükümetin verdiği talimattan bir adım geri atmadıkları hatta masadan kalkıp Lozan’ı terk ettikleri halde, Ankara’da TBMM son derecede karışıktır. Sanki Heyet vatanı satmış gibi bir tavırla karşılanmıştır. Oysa ortada olmuş bitmiş herhangi bir şey yoktur. Aksine İsmet Paşa ve Heyeti Lozan’daki durumu olduğu gibi aktarmak ve TBMM’nden yeniden talimat almak üzere Ankara’ya gelmişlerdir.
LOZAN İÇİN GÜVENOYU

Sonuçta Lozan için TBMM’nde güvenoyu oylaması yapılır. Muhaliflerden 60 mebusun katılmadığı
bu oylamada, 20 ret oyuna karşılık , 170 oyla Hükümete, izlenen Lozan politikasına ve İsmet Paşa Başkanlığındaki Delege Heyetimize güvenoyu verilir.

Bunun üzerine hazırlanan 15 maddelik bir “Barış Projesi” devletlere gönderilir ve yeniden Lozan’da bir araya gelinir.
YENİ BAŞTAN LOZAN

4 Şubat 1923’te kesintiye uğrayan Lozan Konferansı 23 Nisan 1923’te yeniden çalışmalarına başlayacaktır. Bu arada Ankara Batı’ya olumlu mesajlar gönderecek, yabancı sermaye ve
batılılaşma yönünde açılımlar yapacaktır. Bu dönem İngiltere daha yakın bir politika izleyecektir.

KONFERANSA KATILAN DEVLETLER

 

Bu devletleri 3 grupta toplamak mümkündür:

 

– Davet Eden Ülkeler: İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya.
– Davet Edilen Ülkeler: Türkiye, Yunanistan, Romanya, ABD, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti
– Boğazlar Rejimi İçin Çağırılan Devletler: Sovyet Rusya ve Bulgaristan.
– Sadece Belli konular için Çağırılan Devletler: Belçika ve Portekiz

Lozan Konferansı İsviçre Cumhurbaşkanı’nın açış konuşmasıyla, 20 Temmuz 1922 günü çalışmalarına başladı. Önce 3 komisyon oluşturuldu.
 

– Ülke ve Askerlik Komisyonu: Başkan: Lord Curzon.
Boğazlar, Trakya Sınırı, Batı Trakya, Ege Adaları, Azınlık Hakları, Savaş Esirleri, Ermeni Meselesi, Musul konuları bu komisyona verildi.

– Yabancılara Uygulanacak Rejim Komisyonu:
Başkan: Marki Garroni (İta).
Kapütilasyonlar bu komisyonda ele alındı.

– İktisat ve Maliye Komisyonu:
Başkan: Mösyö Barrier (Fr.)
Borçlar İdaresi (Düyun-u Umumiye ve Osmanlı Borçları bu komisyonda ele alındı.
LOZAN’DA ÇÖZÜME KAVUŞAN SORUNLAR:

SINIRLAR

 

Doğu Sınırı: Moskova ve Kars Antlaşmaları esas alınmıştır. Böylece bir “Ermenistan” kurulması hayal olmuştur.
Irak Sınırı: Lozan’da bu sınır saptanamaz. Bu sorun İngiltere ile Türkiye’ye bırakılır. 1926 Ankara Antlaşması ile, Musul Irak sınırları içinde kalır. Bunda, uygulanan plebisitte Arap halkının Irak’ı seçmesinin büyük rolü olmuştur.
Batı Sınırı: Batı Trakya hariç, Misak-ı Milli’ye uygun olarak çizilmiştir.
Suriye Sınırı: Fransa ile 20 Ekim 1921 tarihinde yapılan Ankara Antlaşmasına uygundur. Atatürk ileride Sınırımız dışındaki Hatay’ın da anavatana katılabilmesi için gerekeni yapacak ve Hatay 1939 yılında Anavatana katılacaktır.
ADALAR
Bozcaada ve İmroz (Gökçeada) Türkiye’de kalmış, Batı Trakya, Midilli, Sakız ve Sisam adaları Yunanistan’da kalmıştır. 12 Ada İtalya’ya bırakılmıştır.
KAPÜTİLASYONLAR
Üzerinde en çok tartışma yapılan ve görüşmelerin kesilmesine yol açan her türlü adlî ve ekonomik kapütilasyonlar kaldırılmıştır.
DIŞ BORÇLAR
Düyun-u Umumiye (Borçlar İdaresi) kaldırılmıştır. Osmanlı Devleti’nden kalan borçlar, Osmanlı sınırları üzerinde kurulan devletler arasında paylaşılacak, büyük bir kısmı da TBMM tarafından taksitler halinde ödenecektir.
BOĞAZLAR
Boğazların idaresi, başkanlığını bir Türk temsilcinin yaptığı komisyon tarafından yönetilecektir. Boğazlardan barış zamanında ticaret gemileri serbestçe geçebileceklerdir.
20 Temmuz 1936 MONTREAU ANTLAŞMASI ile Boğazlar tümüyle Türk egemenliğine geçecektir.
SAVAŞ TAZMINATI
Yunanistan ekonomik açıdan çökmüş bulunduğu için, savaş tazminatı olarak Türkiye’ye Karaağaç’ı verecektir.
PATRİKHANE
Zararlı faaliyetler yapmaması ve dış devletlerle irtibata geçmemesi şartıyla, sadece Türkiye sınırları içindeki Rumların dinsel eğitim ve ihtiyaçlarını karşılamak üzere, varlığını tamamen Türk yasalarına uygun bir “kilise” olarak sürdürmesine izin verildi. Başındaki ruhban “papaz” olarak anılacaktı. Bugün “ekümeniklik” iddası peşinde koşan Patrik, Atatürk ve İnönü hükümetleri süresince ancak böyle bir statüye sahiptiler. Bugün ise nereden nereye gelindiğini büyük bir ibretle izliyoruz. Bu konuda Mülkiye’den rahmetli hocam Prof. Dr. Seha Meray’ın 8 ciltlik “Lozan Tutanakları” eseri, bu konudaki inanılmaz anekdotları içermektedir. O zabıtlarda Venizelos’un, İngiliz Lord Curzon’u da arkasına alarak İsmet Paşa’ya ne diller döktüğünü, ne ricalarda bulunduğunu ibretle okumak mümkündür.
AZINLIKLAR
Lozan’da tüm azınlıklar Türk vatandaşı sayılmıştır. Amaç Avrupa devletlerinin azınlıkları bahane edip içişlerimize karışmalarını önlemektir.
YABANCI OKULLAR
Türkiye’nin iç sorunu sayılmış, bu okulların Türk yasalarına uyarak varlıklarını devam ettirmelerine karar verilmiştir.

LOZAN ANTLAŞMASI’NIN ÖNEMİ

 

Birinci Dünya Savaşı’na son veren barış antlaşmalarının hiçbiri uzun süreli olamamış, kısa bir süre sonra bozulmuş ve yeniden milyonlarca insanın hayatına mal olacak savaşlar birbirini takip etmiştir. İkinci Dünya Savaşı bunun tipik bir örneğidir. Oysa Lozan Antlaşması, imzalandığı günden bu yana maddelerinde hiçbir değişiklik yapılmamış olan tek uluslar arası antlaşmadır. Hatay ve Montreau konularındaki düzenlemeler Türkiye lehine olan düzenlemelerdir. Bu da Lozan’ın ne denli gerçekçi temellere oturduğunun bir kanıtıdır.

 

Lozan Heyeti 10 Ağustos 1923 günü dönecektir. Lozan Antlaşması 23 Ağustos 1923 tarihinde TBMM tarafından 14 red oyuna karşılık 213 kabul oyu ile onaylanacak ve böylece yürürlüğe girecektır.
Lozan’ın diplomatik bir zafer olduğu tartışmasız bir gerçektir. Lozan’da ödünler verilmiş, barış için fedakârlıklar yapılmıştır. Bu tavizler ileride Hatay Meselesi ve Boğazlar Meselesinde olduğu gibi telafi de edilmiştir. Bütün bunlara karşın, tam bağımsız, egemen, demokratik, laik , sosyal bir hukuk devleti niteliklerine sahip, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Antlaşması sayesinde kurulmuştur.

İki sarhoş, kısacası kafa kafaya vermişler, koskoca bir ulusun tüm desteğini arkalarına almışlar, aslanlar gibi bir devlet kurmuşlardır. Onların sarhoş kafayla kurdukları bu devletin birliğini, dirliğini günümüzdeki bu ayıklar ise nereye kadar sürdürebilecek, yanıtı hiç de kolay olmayan soru işte budur.

====================================

Dostlar,

Yetkin ve yurtsever tarihçi sayın Yrd. Doç. Dr. Orhan Çekiç hocamıza bu özlü derlemesi için
teşekkür ederiz.

Asıl şükranımız, minnetimiz, ödenerek bitirilemeyecek borcumuz Kurtuluş savaşımızın şehit ve gazileri ile bu görkemli savaşımı planlayan, yürüten ve inanılmaz bir başarıya ulaştıran öncüleredir. Mustafa Kemal Paşayadır..

Lozan kahramanı İsmet İnönü‘yedir..

Öbür devlet büyüklerimize, komutanlarımızadır..

Lozan Antlaşması hakkında biz de bu gün kapsamlı bir dosya” yayımladık web sitemizde..
Başlığı ve erişkesi (linki) aşağıda..
Okunması, paylaşılması ve “gereğinin yapılması” dileğimizdir.

92. Yılında Lozan Antlaşması ve Türkiye’nin Geleceği /
The Lausanne Treaty at the 92nd year and future of Turkey

http://ahmetsaltik.net/2015/07/24/89-yilinda-lozan-antlasmasi-ve-turkiyenin-gelecegi-the-lausanne-treaty-at-the-89th-year-and-future-of-turkey/

Lozan Antlaşması ülkemizin hem tapusu hem de tabusudur..
O bizi biz de onu kollamalıyız..

Sevgi ve saygı ile.
24 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Cenaze taşıyıcısının öyküsü….

Cenaze taşıyıcısının öyküsü….

Sevgili Dostlar,

Bu yaşanmış öyküde insanın aklına şu geliyor insanca ve ilerici düşünenler için :
Bu Ayşe kız, Avukat dedikleri için nişanlandığı genç adamın cenaze taşıdığını gördüğünde keşke medenice düşünse de, o gençle bu konuyu konuşsa ve ona göre bir karara varsaydı belki daha hayırlı olabilirdi. İnsan daha kötüsünü düşünüyor; şöyle ki, Ayşe kız iyi ki aşiret kültürü ile düşünüp
Benim gururumla oynadın, bana yalan söyledin, …al sana… deyip kurşunlasaydı ne olacaktı ya?
Yine de ehven-i şer sayıp böyle yapmamış, yeniden nişanlanıp evlenmiş.
Vatansever genç avukatın gerçek vatanseverliği anlaşılıyor ki, işgal altında vatan için
ne yapmak gerekiyorsa, 
baban da olsa şüphe edecek ve işi sağlama bağlayarak ilerleyeceksin. Avukatın son sözlerinden de bu anlaşılıyor değil mi?
Bu kutsal vatan için hayatını vermiş ve vereceklere selam olsun kucak kucak…
Saygılarımla. 06.07.2015

Duran Aydoğmuş
(Kurtuluş Savaşı Gazisi’nin oğlu)
—————
6 Temmuz 2015 5:45 Pazartesi tarihinde Mehmet Ayhan <mehmetayhan@……….> şöyle yazdı:n üstün duygudur, VATAN SEVGİSİ !

Cenaze taşıyıcısının öyküsü….

Bir hanımefendi anlatıyor                :

1919 yılı idi. İstanbul baştan aşağı İngilizlerin işgali altındaydı.
Liseyi yeni bitirmiştim. Güzel bir kızdım. Dünür gelmeye başladılar.
Biri avukatmış, gösterdiler uzaktan, boylu poslu yakışıklı bir delikanlıydı,
beğendim. Nişanlandık. Nişanlımı seviyordum. Mutlu bir yuva kurmak hevesi
ile lamba ışığının altında sabahlara kadar oyalar örüyor, çeyizler
hazırlıyordum. Ama çok geçmedi ki, mahallede bir dedikodu yayıldı.
(Ayşe’nin nişanlısı avukat değilmiş, ipsizin biriymiş, üstelik cami önlerinden
tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş..) dediler.
Alt üst oldum. Babam götürdü, uzaktan izledik, gerçekten de tabut taşıyordu
…Yıkıldım. Nişanı atıp, ayrıldık.
 Aradan 5 yıl geçti. Evlenmiştim, Bir de çocuğum olmuştu. 1924 yılıydı.
Artık ülkemiz özgürdü. Bir gün Beyoğlu’nda rastladım O’na. Oğlum
yanımdaydı. Beni görünce titredi, çeketini düğmeledi.
Saygı göstererek durdu önümde.
Vaktiniz varsa size bir çay ikram etmek isterim, dedi.
– Olur, dedim. Bir büroya girdik. Burası bir avukatlık bürosuydu ve kapıda
adı yazıyordu. İçeride yardımcıları çalışıyordu.
– Siz gerçekten avukat mısınız? dedim.
Evet, dedi.
– Peki, avukatsınız da neden cami önlerinden tabut taşıyordunuz? diye sordum.
Durdu, başı öne eğildi.
Beni affedin, dedi. İstanbul işgal altındaydı, Her taraf İngiliz askeri
kaynıyordu. Her şeyi didik didik arıyorlardı. Biz de Anadolu’ya,
Milli kuvvetlere ancak, 
cenaze süsü vererek tabutlarla silah kaçırıyorduk.
Bu ülke için yaşamsal bir işti. Bunu size bile söyleyemezdim!… 
*****

BU VATANI, CANLARINI ve AŞKLARINI FEDA EDEBİLENLERE BORÇLUYUZ. BİR DE ŞİMDİNİN İNSANLARINI DÜŞÜNÜN…

====================================

Dostlar,

Ne yapmalı??

Eğitim öncelikle ULUSAL olmalı!

Bu tür vazgeçilmez – yaşamsal önemde değerleri tüm yurttaşlara kazandırmalı..

Yetmez, ULUSAL EĞİTİM;

– Akılcı,
– Bilimsel,
– Sorgulayıcı – eleştirel,
– Laik,
– Karma,
– Uygulamalı
ve
Devletin kaliteli okullarında ÜCRETSİZ olmalı…

Bu okulları bitirenler kendilerini ülkeye – vatana hizmet için “aşk” içinde bulmalı..

O zaman zorunlu hizmete gerek kalır mı??

En önemli kamusal hizmetlerin başında,
SAĞLIKLI TOPLUMDAN sona eğitimli – kültürlü toplum geliyor..

Böylesi bir toplum geri kalanını da kendi inşa eder..

Adaletli bir düzen de kurar, iç ve dış güvenliği de sağlar..
Politik ve ekonomik demokrasiyi de yaşama geçirir..

Sevgi ve saygı ile. (Bir EĞİTİM-İŞ Üyesi olarak)
06 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Çin’i protesto eden Türkler Korelilere saldırdılar


APTALLIĞIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ


Değerli arkadaşlar,  

Bizim “ya Allah, Bismillah, Allah-ü ekber”ci  sıkı Müslüman Milliyetçilerimiz (?)
Uygurların haklarını korumak adına yaptıkları Çin’i protesto gösterisi sırasında
Çinli sandıkları bir Koreliye saldırıyorlar; ayrıca sahibi Türk ve Baş aşçısı da Uygur olan
“Çin Lokantası”nın camlarını kırıyorlar…

Displaying image.png

Dünya alemin alay konusu olan bu haber taaa Singapur’a ulaşmış. æ

Günün Fıkrası

Uçakta bir Japon ve bir Amerikalı yan yana oturuyorlar…
Laf arasında, Amerikalı Japon’a soruyor:

– “What kind of “ese” are you?”
Japon anlayamamış. Bunun üzerine Amerikalı;
– “Are you japaneese, Vietnamese or Chinese?”  diye, sorusunu tekrarlamış. Japon da:
“I’m Japanese” diye yanıtlamış Amerikalının sorusunu…
Aradan bir süre geçtikten sonra, bu sefer Japon Amerikalıya:
– “What kind of  “key” are you?” diye sormuş.
Bu kez şaşıran Amerikalı olmuş… Ne demek istediğini sorunca, Japon sorusunu açmış:
– “I mean, Are you yankee, monkey or donkey ?”
***

Turks, protesting against China, attack Koreans!

Çin’i protesto eden Türkler Korelilere saldırdılar !-

The Straits Times – Singapore

ISTANBUL (AFP) – Turkish nationalists protesting China’s treatment of ethnic Uighur Muslims attacked a group of Korean tourists in the heart of Istanbul’s old city on Saturday, mistaking them for Chinese nationals.Hundreds of angry protesters marched towards the Topkapi Palace on the banks of the Bosphorus Strait in a show of solidarity with the Turkic Uigurs, who complain of cultural and religious suppression under Chinese rule. Shouting “Allahu Akbar” (God is the Greatest),they attacked some Koreans outside the Topkapi Palace, which is visited by thousands of tourists every day.

The tourists were rescued by riot police, who fired tear gas to disperse the attackers, members of the notorious far-right Grey Wolves closely affiliated with Nationalist Movement Party (MHP).

Video footage by Dogan news (AS: DHA) agency showed a distraught Korean tourist
telling reporters:

“I’m not Chinese, I’m Korean” 

The incident came amid a row between Ankara and Beijing over Turkish media reports of restrictions on Muslim Uighurs worshipping and fasting during the holy month of Ramadan.

Turkey this week summoned the Chinese ambassador to convey its concern over the alleged restrictions.

Beijing in turn denied the allegations and demanded that Turkey clarify its statements.

A total of 173 Uighurs arrived in Turkey from Thailand on Tuesday where they were being held after fleeing China. Beijing expressed displeasure with Turkey on Friday for accepting the group.

Over the last week, hundreds of Turkish nationalists across the country have demonstrated
to protest China’s alleged Ramadan bans. A popular Chinese restaurant in Istanbul was attacked on Wednesday and had its windows smashed by a group protesters who did not realise it was Turkish-owned and that its chef was an ethnic Uighur.

A predominantly Muslim country, Turkey shares linguistic and religious links with the Uighur community, which has several associations here.

Dr. D. Ali ERCAN
5.7.2015
================================

Dostlar,

Allah akıl fikir versin.. derler ya…
Üstelik bu vatandaşlar kendilerince herkesten daha Müslümanlar..
Sözde Allah’a daha yakınlar…
Bize yazan kimi site okurlarımız hala 1300 yıl önceki teraneyi yineliyorlar..
Efendim önce “dini doğru anlamak” gerekirmiş, “önce Müslüman olmak” gerekirmiş..
Yobaz tebliğ etmekle de kalmıyor; telkin ve tehdit ediyor.. Kendince aşağılıyor – dışlıyor ve aslında, dinini doğru anlamış olsa, bu ilkel davranışları ile kendisi din dışına düşüyor!
Bu ilkel yargıların barındırdığı hangi yanlışı düzeltelim ki??
Ürkütücü olan, bu dayatmayı yapan fanatik (yobaz) dincinin içine düştüğü mantıksal açmazın asla ayırdında ol(a)mayışı..
Çünkü eğitiminde mantık yok.. Ezberlemek ve sorgulamadan iman etmek – teslim olmak var..
İmam Hatip okullarına bunca sarılmanın stratejik amacı da bu. Özgür kuşaklar değil, biat eden çağdaş köleler ve gereğinde din savaşçıları – mücahitler yetiştirmek..
Bu insanlık düşmanı tabloyu görüp de susan İlahiyat Fakültesi hocalarına ne demeli?
Hepsinin mi basireti bağlı, zekaları yetersiz, gerçeği göremiyorlar??
Böyle olmadığına göre, neye ve kime, ne karşılığı hizmet ediyorlar??
Daha ne denli bu tarihsel ihanetlerini sürdürecekler??
Diyanet İşleri Başkanlığı laik – seküler devletin bir kurumu olmaktan çıkıp,
Sünni İslamın ilkel Vahhabi yorumunun militan kurumuna dönüşeki onyıllar oldu..

Madımak’ı da, Başbağları da, Gazi’si de, Çorum’u da, Kahramanmaraş’ı da, Reyhanlı’sı da,
6-7 Ekim HDP – PKK kırımı da… aynı kanlı yobazlık kaynağından beslenmiyor mu??
(Bu gün Başbağlar kırımının 22. yılı ne acı ki..)

DİB Başkanı zat Ali Görmez, üstelik de Prof. olmasına karşılık 3 maymunu oynamayı sürdürüyor.. Lüks araba saltanatı, devlet protokolünde 10. sıraya yükselme sarhoşluğu,
dünya ve can gözlerini iyice “görmez” kılmış..

Ne hazin, İslam dinini siyasete ve çıkarlarına alet edenlere.
Bunların cehennemi sonları Kur’anda apaçık yazılı. Bilememeleri olanaksız.
Geriye tek soru kalıyor : Gerçekten Müslüman mı bunlar??

“Müslüman” aklını fark etmedikçe ve kullanma – soru sorma / sorgulama alışkanlığı edinmedikçe daha çok acı çekecek insanlık.. Vicdanı aydınlanmış İlahiyatçıların (Din bilgini diyemiyoruz… Din de Sosyoloji, Felsefe, Antropoloji, Etik, Tarih, Ekonomi, Siyaset Bilimi… gibi disiplinlerce bilimsel olarak incelenmesi gereken bir konu nesnesidir) dur durak bilmeyen çabasına öyle çok gereksinim var ki.

Nerede bu insanlar, ne zaman mağaralarından çıkacaklar ??

Sevgi ve saygı ile.
05 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Ortak acımız: Madımak ve Başbağlar

Ortak acımız: Madımak ve Başbağlar

Rıza Zelyut


Rıza Zelyut
rizazelyut@gmail.com
02 Temmuz 2015

Aradan 22 yıl geçti ama sanki daha dün gibi… Önce Sivas-Madımak’ta göz göre göre, aralarında sanatçıların da bulunduğu 35 insanı yakıyorlar.
Bundan üç gün sonra Erzincan’ın Başbağlar köyünde, 29 köylüyü kurşuna diziyor PKK. Evleri yakarken de 4 köylü yanıp can veriyor.
Manzaraya bakar mısınız?
Sivas’ta Pir Sultan Abdal Derneği bir kültür şenliği düzenliyor. Kentte “Ozanlar Anıtı” da açılıyor. Çünkü Sivas, gerçekten de Türk halk edebiyatının en büyük ozanlarının yetiştiği bir çevre…
Lakin; şehirde aydınların gelip kitaplarını imzalaması, toplantılarda konuşmalar yapması İslam dinine saldırı gibi gösteriliyor. İşin içine büyük yazarımız Aziz Nesin de sokularak; laik ve cumhuriyetçi görüşe karşı bir tür ayaklanma başlatılıyor.

AMERİKANSEVERLER

Planı yapanı biliyoruz: Dünyayı yönetmek için her türlü katliamı düzenlemekten çekinmeyen ABD… Kullandığı kitleler ise, gericiliği din zanneden cahil sürüsü… Bunlar, 1960’ların sonlarına doğru Komünizmle Mücadele Derneği kurarak toplumcu gençlere saldıran, onları “Goministler Moskova’ya!” diyerek şişleyenlerin torunları…
Bunlar, 1970’lerin ortalarından başlayarak, Malatya’da, Erzincan’da, Sivas’ta, Çorum’da insan avlamayı İslam dinine hizmet sayanların yolundan…
Türkiye onlar için “dar ül-harb” yani kâfirlerin ülkesi…
Bunlar, Hıristiyan Batı’ya karşı cihadı bırakıp Müslümanları katletmeyi cihad ilan eden sapıkların soyundan…

SUUDİ PARASIYLA

Bunlar; imam hatiplerde, Kuran kurslarında, tarikat yurtlarında bir fide gibi yetiştirilmekteydiler.
Bu Amerika’ya hizmet etmeyi din haline getiren yobazlar; ilahiyat fakültelerini bile ele geçirmişlerdi.
Vahhabi gericiliğinin merkezi Suudi Arabistan bunları petrodolar denilen bol para ile beslemekteydi.
İşte bunları kullandı Türkiye’nin damarlarına sızmış olan Amerikancı örgüt…
Yine bir cuma günü camiden çıktılar.
Dillerinde yalan, yüreklerinde kin… Haykırdılar:
“Zafer İslam’ın!”
“Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak!”
“İslamiyeti ezdirmeyeceğiz!”
“Dinsiz laikler!”
“Şeriat gelecek, zulüm bitecek!”
“Yak, yak, yak!”
Yaktılar da…
Gencecik çocukları, yazarları, müzisyenleri…
Polis seyretti
Jandarma seyretti…
Başta DYP ile SHP hükümeti…
Otelde kıstırılanlar SHP’li bakanları, hatta Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’yü arıyorlar, “Bizi katledecekler, yakacaklar!” diyorlar.
Onlar cevap veriyor: “Merak etmeyin, devlet her türlü tedbiri almıştır.”
Katliam sanki hükümet gözetiminde yapılıyor. Başbakan Tansu Çiller, olaydan sonra bir inci yumurtluyor: “Çok şükür vatandaşlarımıza bir şey olmamıştır!”
Türkiye yanmış, dünya ayakta, bu kadın daha olan biteni algılayabilmiş değil…

VE BAŞBAĞLAR

Madımak’taki katliamdan sadece 3 gün sonra bu kez PKK devreye sokuluyor, 100’e yakın militan Başbağlar Köyü’nü basıyor… Meydana topladığı günahsız insanları kurşuna diziyorlar. 29 köylü hayatını kaybediyor. PKK militanları köyü de ateşe veriyorlar. Evlere gizlenen 4 kişi de yanarak can veriyor.
Arkasından açıklama yapıyorlar:
“Sivas’ta Alevi Kürtler öldürüldü; biz de Sünni Türkleri öldürdük…”

Alevi-Sünni düşmanlığını yaratmak, Türkiye’yi mezhep
ve etnik kimlik üstünden kamplaştırmak için
peş peşe iki katliam…

Nasıl ki Madımak’ta insan yakanları oraya Amerikancı Gladyo yönlendirdi ise Başbağlar’da cana kıyan çeteyi de oraya aynı Gladyo gönderdi…

PKK elebaşısı Öcalan; mahkemede verdiği ifadede, Başbağlar işini kendi adamlarından Doktor Baran kod adlı Müslüm Durgun’un yaptığını itiraf ediyor. Yine PKK yayın organlarından Serkwebun’un 1995-97 yıllarını kapsayan özel 25. sayısında da bu yönde bilgi var. Örgüt tarafından öldürülen Ercan Sönmez adlı PKK yöneticisinin anasına Öcalan’ın bir adamı tarafından yazılan mektuptan, Başbağlar olayını PKK’lıların yaptığı anlaşılıyor.

DİNCİ İKTİDAR İÇİN

Madımak da Başbağlar da Amerikancı örgütün farklı elleri kullanarak yürüttüğü kışkırtmaların eseridir. Bu olaylardan sonra, merkezdeki makul partilerin gücü azaltılmış, Refah Partisi’nin (RP) önü açılmıştır. Öyle ki, 8 ay sonra RP’den Tayyip Erdoğan İstanbul’a belediye başkanı seçilmiştir. Bir yıl kadar sonra da RP iktidara gelmiş, Necmettin Erbakan başbakanı olmuştur. Bu kamplaştırma ve çağdaş partileri aşındırma işi 2001 yılında ABD eliyle yaratılan ekonomik kriz ile doruğa çıkartılmış ve Refah Partisi’ndeki sıkı Amerikancı kanat, AKP’yi kurarak hemen iktidara gelmiştir.

İşte bu sürecin bir parçasıdır Madımak ve Başbağlar…

Madımak’ta da Başbağlar’da da katledilenler aynı mahallenin masum ve namuslu insanlarıdır…

Acımız büyüktür ve ortaktır.

Bundan sonra bu tür tuzakları; etnikçi ve mezhepçi bakış açılarını dışlayıp ortak vatandaş kimliğinde buluşarak bozabiliriz.

===================================

Dostlar,

2 Temmuz acısının yüreklerimzi kavurduğu 22. yıldönümünden birkaç gün sonra daha bir serinkanlılıkla -zorunlu olarak- Sayın Zelyut’un yazısını okuyalım…

Ne acımasız kışkırtmalarla birbirimize kırdırılmak isteniyoruz kahpe emperyalistlerce..
Başbakan Yard. Erdal İnönü ayalta uyuyor, Başbakan Tansu hanım zaten “sui generis” (nev’i şahsına özgü) bir tuhaf insan.. Nasıl saçmaladığı hala kulaklarımızda..

Bu ülkede yaşayan 80 milyon bir ve kardeş olarak “birlikte” ve “herkes” için hiçbir ayrım yapmadan, en üst düzeyde demokrasi ve insan hakları için kenetlenmedikçe çözüm yok gibi…

Sivas ve Başbağlar merhumlarının aziz ruhları da bu sözlerimizi onaylıyor gibi geliyor bize..

Sivas_kiyimi_2Temmuz1993

Sevgi ve saygı ile.
05 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Ülkemizi savunmak durumundayız!

Ülkemizi savunmak durumundayız!

portresi

 

İsmail Hakkı Pekin
E. Korgeneral
ihakkipekin@aydinlikgazete.com
AYDINLIK, 30 Haziran 2015
Türkiye yeni bir kararın eşiğinde, ama bu kez çok sıkıştırılmış ve çok az seçeneğe sahip durumda. Her seçeneğin mahzurları var. Ancak bu seçenekleri değerlendirecek, uygulayacak, aldığı kararların arkasında duracak bir siyasal irade yok ortada. Zaten AKP iktidarı bu konuda bir türlü kararlılık gösteremedi. ABD, İsrail ve Batı yanlısı politikaların peşinden gitmesi
bugün karşı karşıya kaldığımız beka tehdidini yarattı. Sorun yalnızca Suriye’nin kuzeyinde kurulacak bir Kürt devleti değil, aynı zamanda Türkiye’nin içinde PKK’ya karşı uygulanan ve “çözüm süreci” adı verilen politikanın yanlışlığından kaynaklanan daha büyük ve kapsamlı bir sorun.

AKP iktidarının satrancı tavla oynar gibi oynaması yüzünden,
Türkiye satranç tahtasında mat olma durumuyla karşı karşıya.

Şimdi Türkiye bu sıkışık durumdan kurtaracak politikaları uygulayacak ve düşünce tarzını geliştirecek bir iktidara ve çözümlere ihtiyacı var. Çözüm yok mu? Tabii ki var,
yeter ki milli düşünülsün ve Türkiye’nin sahip olduğu imkanlar değerlendirilsin.
Bölge ülkeleri ile ve küresel güçlerle görüşülerek mevcut dengeler gözetilsin.

Türkiye için tehdit önceliği;

PYD/PKK öncülüğünde Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt oluşumunun
meydana getirilmesi ve bunun Türkiye – Suriye sınırı boyunca Akdeniz’e kadar uzatılması yani ABD – İsrail koridorunun tesisi.

Koridorun Türkiye tarafındaki yapı ve Lübnan’ın Lazkiye’yi de içine alacak şekilde büyütülmesi, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz de dikkate alındığında içine yuvarlandığımız ya da itildiğimiz tehdidin boyutu daha kolay anlaşılır sanırım. Suriye, Irak, ABD ve Batı için
tehdit önceliği IŞİD. Rusya için de aynı. Suudi Arabistan ve Katar için IŞİD bir tehdit olarak görülmesine rağmen asıl tehdidin (Körfez ülkeleri dahil) İran olduğunu söyleyebiliriz,
Yani “Şii tehdidi”. Bu konuda Suriye’nin mevcut yönetimi ve Lübnan Hizbullahı da çok önemli bir tehdit. Söz konusu tehdit değerlendirilmesi konusunda Suudi Arabistan ve İsrail hemfikirler ve ittifak içindeler.

Suudi Arabistan da, İsrail de İran ile Arap ülkeleri arasına birleşik Sünni bir Kürt Devletinin tesisi konusunda bir politika / strateji izliyorlar. ABD de İsrail’in ve bölgedeki petrol ve doğal gazın güvenlikli bir bölgeden Akdeniz’e inişini sağlayacak böyle bir devletin tesisi konusundaki planlarını uyguluyor. Bunun için Suriye’nin bölünmesi gerekiyor. Hem de dört veya
beş parçaya. Bu da yetmiyor şu anda devam eden çatışmaların Lübnan’a gitmesi gerek.
Yani IŞİD Lübnan’a kaydırılarak, Lübnan Hizbullahı ile çatışmalar yakında başlayacak ve Levent bölgesi de şekillendirilecektir.

Bütün bu tehdit değerlendirmelerinden sonra Türkiye’nin yapması gereken şey,
Suriye ile anlaşarak ona IŞİD ile mücadelede ona yardım etmek ve Cerablus bölgesinden Suriye’ye girerek ABD – İsrail koridorunu fiziken önlemek ya da kesmek. Bunu yaparken
Suriye kuzeyinde Suudi Arabistan ile birlikte oluşturulan Fetih Ordusu’na olan desteği kesmek ve sınırları kapatmak. Rusya ve İran ile bu konuda gizli diplomasi yürütmek. ABD ve Batı’ya IŞİD ile mücadeleye yardımcı olacağımızı anlatmak ve bu konuda gereken yardımı yapmak. Türkiye içinde silahlı PKK unsurları ile mücadele etmek. Türkiye’den Suriye’ye olan insan, silah, malzeme ve mühimmat akışı dahil her türlü ikmali (PKK/PYD, IŞİD, ÖSO vb.) önlemek. Tabii asıl önemli olan siyasi kararlılık, alınan kararların arkasında durmak ve taviz vermemek. Bunları yapabilecek o zaman koridoru kesmek için gereken gücü Suriye’ye sokalım. Tabii Suriye ile anlaşarak. Eğer mevcut iktidar bunları yapamayacak ise o zaman bunu yapacak milli bir iktidar gerekiyor. Bunları yapmak ancak milli bir politika yürütmek ile mümkün. Ülkemizin bekası ve toprak bütünlüğümüz söz konusu. Ülkemizi savunmak durumundayız. Kimsenin toprağında gözümüz olmadığı gibi savaş yanlısı da değiliz.

Sadece ülkemizi savunuyoruz.

=======================================

Dostlar,

Sayın E. Korg. İsmail Hakkı PEKN’in bu önemli yazısı gözden kaçmamalı..

Tanı da doğru, önerilen sağaltım da…

AKP’nin gözünü 4 açması gerek..
Üstelik bu tablonun sorumlusu olarak..

Hiç olmaza bu denli somut ve kritik aşamada artık sorunu görün..
Ülkeyi bölünmenin eşiğine sürüklediniz!..
Hata idiyse haydi dönün artık..
Yok BOP Eşbaşkanlığı nedeniyle misyonunuz bu idiyse,
tarih ve bu toplum sizi asla bağışlamayacak ve hesabını mutlaka soracaktır.

Sevgi ve saygı ile.
04 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Prof. Dr. Bilsay Kuruç Planlama Seminerleri

AÜ SBF’den Dr. Serdar ŞAHİNKAYA
dostumuzdan önemli bir ileti var…
21. Yüzyıl Planlama Kurultayları Kayıtlarına Erişim Hakkında..

Merhaba

Prof. Dr. Bilsay Kuruç’un çağrısı ile Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi,
SBF-KAYAUM ve Mülkiyeliler Birliği’nin ortak etkinlikleri olarak gerçekleştirilen
21. Yüzyıl İçin Planlama Kurultaylarına ilişkin sunumlar, kitaplar ve gazete yazılarına

http://yonetimbilimi.politics.ankara.edu.tr/?page_id=27

linkini (AS: erişkesini) kullanarak ulaşabilirsiniz.

Ayrıca, 2015 yılı Bahar döneminde gerçekleştirdiğimiz dört haftalık
21. Yüzyıl İçin Planlama Seminerlerinin video kayıtlarını da

http://www.youtube.com/user/ausbfm

linki ile izleyebilirsiniz. En güncel tarihli etkinlik en üsttedir.

Bilgilerinize takdim olunur.

Selam ve saygılarımla.

=======================================

Dostlar,

Dr. Serdar Şahinkaya (İktisat, PhD) dostumuz kıdemli bir Mülkiyelidir.
Deyim yerinde ise “atom karınca” dır.
80’ine dayanan saygın bilim insanı Prof. Bilsay Kuruç‘un bitmeyen yurt sevgisi – bilim aşkının ateşlediği enerji ile son birkaç yıldır düzenleyegeldiği 21. Yüzyıl İçin Planlama Kurultayları sürüyor.

Sevgili Serdar Bey perde geerisinde, inanılmaz bir alçakgönülülükle, gösterişten uzak,
bu etkinlikleri omuzluyor.. Üstelik SBF kadrosunda olmadığı halde..

Dr. Serdar Şahinkaya, bize göre Mülkiye’nin akademik kadrosunda olmayı
çok ama çok hakediyor. Mülkiye dekanlığı bu düşüncemizi değerlendirmelidir.

Bu toplantıları kamera kaydına almak, konuşmaları metne dökmek ve üstelik de kitaplaştırmak, doğrusu bizim enerjimizi çoook aşan kocaman bir iş.
Dr. Şahinkaya tüm bunları gencecik bir avuç Mülkiye öğrencisi ile başarıyor..

Kamera kayıtları youtube’a yükleniyor..
Daha ne olsun..

Bu kurultayların hemen hepsini biz de izledik ve sağlık hizmetlerinde planlama…
bağlamında katkılarımız oldu.

Bu Planlama Kurultaylarına emek veren herkese şükranımız sunuyoruz.
SBF ve Mülkiyeliler Birliği‘nin kurumsal katkıları elbette çok önemli..

Dileriz Türkiye “bilimsel planlama” terbiyesi ve kültürünü geliştirir ve yaşama geçirir.

Değerli dostlarımız Dr. Serdar Şahinkaya‘ya ve Bilsay hocaya bir kez daha teşekkürler..

Kurultayların sürmesi dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile.
09 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ANKARA’nın SU SORUNU


ANKARA’nın SU SORUNU

22.05.2008 Ankara

Duran AYDOĞMUŞ

Ankara’da yaşayan Değerli Dostlar,
23.05.2015 Cumartesi günü uzmanından izlediğim 24 yansılık bir özet sunum ektedir.
Büyük ekranda sunumu yapan Sayın Erkin ETİKE (ODTÜ Kimya Mühendisliği ve Avukat, TMMOB Kimya Müh. Odası Ankara Şb. Bşk.).
Kimya Mühendisleri Odası Ankara Şubesi olarak, SU konusu ile ilgili ve yetkili uzman kurum olarak Ankara’nın kent Suyu konusunda resmi makamlarla işbirliği içinde ve sağlıklı su sağlanması için yaptıkları yazışmalar ve yanıtları dahil, bu yansılarda verilmiştir.
Aşağıdaki Ek’i tıklayarak 24 yansının her birini iyice okuyarak Ankara’nın şebeke suyunun
ne durumda olduğunu az da olsa bilmek ve gerektiğinde bu yansılardaki kadar bile bilgi sahibi olmak gerekir.
Şebeke suyuna zaman zaman Kızılırmak suyunun da karıştırıldığını hem kimya mühendisi sunucu, hem de tıp doktoru Prof. Ahmet Saltık‘ın söylediklerine göre;
– Kızılırmak suyu karıştırılsa da karıştırılmasa da şebeke suyu taşıyan boruların sağlıksız
-eski, çürük- olduğu
– Bu borulardan gelen su içildiği için olacak, hastalıkların çoğaldığını,
– Bu yüzden polietilen maddeden üretilen damacana su sektörünün ve su filtre sektörünün doğduğunu
– Her ikisinin de sağlıklı olmadığını ve bunun dünyada örneğinin pek olmadığını,
– Kimyasal tahlil sonuçlarını resmen bildirdikleri halde Belediye ve Sağlık Bakanlığından
yanıt alamadıklarını
– Sağlık Bakanlığı’nın bu kimyasal analiz sonuçları yayınlamadığını… anlattılar.

Barajların durumu da sağlık yönünden yürekler acısıdır zaten..

2000’lerin başında WHO (Dünya Sağlık Örgütü) dünya ülkeleri kent şebeke suları hakkında
bir rapor yayınlamıştı, Finlandiya’nın başkenti Helsinki’nin musluk sularının en temiz içilir
SU olduğu yayınlanmıştı. Avrupa ülkelerinde şebeke su kaynağı olan barajlar hep orman içinde ve ne insanların ne hayvanların barajlara yaklaşması olası değil. Bizim Çubuk barajı kenarında piknik yapıldığını, her pisliğin baraja karıştığını hep biliriz!
Ben de bu konferans sonunda ; “Polietilen maddeden üretilen damacanaların güneş ışığı altında belirli ölçüde zehir ürettiğini okumuştum. “Bu doğru mudur?” diye sormuştum.
Hem kimya mühendisi, hem tıp doktoru Prof. Saltık “doğrudur” dediler.
Hepimiz her gün görüyoruz ki; su dağıtıcıları bu konuda bilgisiz olduğu için bu damacanalar ve pet şişeler gün ışığı altında. Ben gördüğüm yerde uyarıyorum ama yararı olmuyor tabi.
Bu konuda yüzlerce TV kanallarında ilgili devlet kuruluşunun bir uyarısını, bilgilendirmesini duyanınız var mı?! En etkili yol TV yayını olduğu halde.
Bu sunumun sonunda (Kimya Mühendisinden sonra) Su sağlığı konusunda önemli bilgileri bize aktaran ve kimi soruları yanıtlayan Prof. Dr. Ahmet SALTIK hocamıza da
teşekkür ediyorum kendi adıma.
Sağlıklı günler saygılar.
Duran Aydoğmuş
29.05.2015, Ankara
Ulusal Eğitim Derneği

===========================================

Dostlar,

Bu konferansı geçtiğimiz hafta web sitemizden duyurmuştuk..
Birkaç temel noktaya da orada değinmiştik.

http://ahmetsaltik.net/2015/05/23/ankarada-su-sorunu/

Biz toplantı sonrası yazmaya zaman bulamadan, toplantıyı izleyen dostumuz
Sn. Duran Aydoğmuş notlarını paylaştılar..

Sağolsunlar bizim katkılarımızı da anıyorlar..

Suumu yapan Sn. Kim. Müh. Ersin Etike, 24 yansılık sunumlarını bizimle de paylaştılar
ve sitemize koymak üzere izinlerini almıştık..

Ersin_ETIKE_ULUSAL_EGITIM_DERNEGI_20150523
TMMOB Kimya Mühendisleri Odası Başkanı Ersin Etike
ve Ulusal Eğitim Drn. Gn. Bşk. Nazım Mutlu, 23.5.2015

Biz de sorular üzerine yer yer katkılar verdik
sağlık ve biyolojik kirlilik boyutunda :

1. Pet damacanaların 30-60 doldurma sonrası ilgili firmaca yenilenmesi gerekir.
2. Damacana suyu alınacaksa evde – işyerinde cam damacanaya aktarmak yerinde olur.
3. Büyük firmaların reklamlarını yapmak / öbürleri aleyhine haksız rekabet aklımızdan geçmez ama ister istemez büyük firmaların “görece daha güvenilir” olduğu söylenebilir.
Bu olgu, su dışı gıda sektörü için de geçerlidir.
4. Evlerde – işyerlerinde su deposu yaptırılacaksa paslanmaz çelikten olması ve yılda 1-2 kez yöntemine uygun temizlik yaptırılması zorunludur.
5. Su sebillerinin ve damacana pompalarının mekanizmaları haftada bir kez çamaşır suyu ile iyice temizlenmelidir.
6. Sağlıklı – güvenli içme – kullanma suyu bir temel insanlık hakkıdır ve yerel yönetimler
yasal olarak bunu sağlamak zorundadır. Ülkemizde denetim ise Sağlık Bakanlığı’nın yetkisindedir (5996 sayılı yasa  md. 27). Ulusal ve Uluslararası / Ulusalüstü hukukta pek çok düzenleme bu yöndedir. Örn. Anaysa md. 56, AİHS’nin (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) yaşam hakkıyla ilgili 2. maddesi ve Devletin her durumda özen yükümlülüğü.. vd.
7. Ayrıca yurttaşın sağlığı – güvenliği bağlamında hukukumuz KUSURSUZ SORUMLULUK
ilkesini benimsemiştir ve İdare (Yerel – Genel yönetim), hukuk önünde hiçbir kusur
kabul edilmeksizin yükümlü – sorumlu tutulmaktadır. (Türk Ceza Yasası md. 185-196 vd.)
8. Evlerde alınabilecek filtre  vb. önlemler bireysel ve sınırlı etkili, pahalı ve savunulamayacak geçici çözümler olabilir.. Ancak orta – uzun erimde sağlıklı-güvenli içme suyunun yerel – genel yönetimlerce sağlanmasını örgütlü olarak ve sürekli biçimde istemek, kalıcı çözümler üretmek gerekir.
9. Su tasarrufu yaşamsal önemdedir..  Zerresi israf edilmemelidir, bu yönde sürekli olarak
halka eğitim verilmelidir. Asıl tüketim kaynağı olan tarım ve sanayide kullanım da
gözden geçirilmelidir. Tüm musluklar ışığa duyarlı (fotoselli) yapılmalıdır
10. Dağıtım şebekeleri hızla ve öncelikle iyileştirilmeli, kayıp ve kaçaklar önlenmeli,
klorlama sonrası şebekede güvenlik amaçlı kalıcı klor bırakılmamalıdır.
11. Kızılırmak suyu ileri derecede kimyasal kirlilik – ağır metaller- yüklüdür..
Ancak ileri arıtma ile kullanıma verilebilir; bu da çok pahalıdır ve ülkemizde kurulu değildir.
Bu vb. sular Ankara şebeke suyuna katılmamalıdır.
12. Ankara Büyükşehir Belediyesi, Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu‘nun
yasal denetim görevi gereği yaptığı uyarıların gereğini mutlaka ve geciktirmeden yerine getirmelidir.. Bu yazışmalar ve ölçümler saydam, kamuoyu bilgisi içinde olmalı,
yurttaşın BİLME HAKKINA kesinkes saygı duyulmalıdır.
13. Kamuoyu örgütlü biçimde süreci izlemelidir. TTB (Türk Tabipleri Birliği)
TMMOB (Kimya, Çevre ve Gıda Mühendisleri Odaları özellikle), halka öncülük etmeli;
kuruluş yasalarından kaynaklanan görevlerini – yetkilerini kullanmalıdırlar.
Unutulmamalıdır ki, bu kurumlar Anayasa’nın 135. maddesinin koruması altındadırlar
ve “kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları”dır..
14. Su sağlanması için orta ve uzun erimli havza ve nüfus planlamaları yapılmalıdır.
Ancak unutulmamalıdır ki, 20-25 km yarıçaplı bir alanda 5 milyona yakın bir nüfusu yığmak doğa yasaları ve çevresel kaynaklarla uyumlu değildir. Bunca dar bir alanda milyonlarca nüfusa yetecek su doğal kurguda/çevrede yok-tur!

Ve 15. madde .

TÜRKİYE NÜFUSUNU ARTIRMAMALI;
AZALTMAYA GEÇMELİDİR


Dünya için de bu acı gerçeklik söz konusudur..


HER AİLE 1 ÇOCUK İLE YETİNMEK ZORUNDADIR!

*****
Çevre ve İnsan Sağlığı / Environment and Human Health
(http://ahmetsaltik.net/2014/11/21/cevre-ve-insan-sagligi-environment-and-human-health/)
başlıklı dosyamıza da bakılmasını öneririz.

Sevgi ve saygı ile.
29 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com