Etiket arşivi: Dr. Ahmet SALTIK – Mülkiyeliler Birliği Üyesi

CHP’li Erdoğdu: Döviz alım- satım işlemlerinin incelenmesini istiyoruz

CHP’li Erdoğdu:
Döviz alım- satım işlemlerinin incelenmesini istiyoruz

CHP’li Erdoğdu: Döviz alım- satım işlemlerinin incelenmesini istiyoruz

SÖZCÜ, 25 Mayıs 2018

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu, döviz kurunda aşırı hareketliliğin yaşandığı gün Merkez Bankasının müdahale etmek için saat 17.00’ye dek beklediğini söyleyerek, “Bu sürede MASAK tarafından döviz alım ve satım işlemlerinin incelenme-sini istiyoruz. Eğer bir üst akıl varsa, eğer bir oyun söz konusu ise bu işlemlerden ortaya çıkacaktır” dedi. (AS: MASAK – mal, Suçları Araştırma Kurulu) 

CHP’li Aykut Erdoğdu, partisinin genel merkezinde son günlerde döviz kurundaki yaşanan hareketlilik nedeniyle basın toplantısı düzenlendi. Kurda büyük bir dalgalanma yaşandığını söyleyen Erdoğdu, Dolar kurunun şu an 4.70 düzeyinde olduğunu söyledi. Türkiye ekonomisinin bu dalgalanmadan çok büyük zarar gördüğünü belirten Erdoğdu, “Döviz kurundaki bu dalgalanmanın önemli yapısal sebepleri olduğunu biliyoruz, ancak döviz kurundaki dalgalanmayı başlatan en önemli sebebin ülkemizdeki otoriter tek adamın Londra’da iktisat biliminin en basit teorisi olan faiz teorisine, fon yöneticileri karşısında karşı çıkması dolayısıyla ülkemizi ilgilendiren uluslararası bir panik yaşanmış ve döviz kuru hızla yukarı doğru tırmanmıştır” dedi.

“Sürekli bir üst akıldan, sürekli bir dış güçlerin operasyonundan söz edilmektedir.” diyen Erdoğdu, “Biz sürekli şunu soruyoruz. Bu üst akıl nedir, nasıl operasyon yapıyor. Dış güçlerle kastettikleri nelerdir? Eğer gerçekten samimiyseler, biz bu mücadelede iktidarın yanında durmaya hazırız. Ama bizim gördüğümüz gerçekler biraz daha farklı. Arkadaşlar,

  • Türkiye’nin 453 milyar dolar dış borcu var.
  • Üstelik bunun 185 milyar doları bir yıldan kısa vadeli” diye konuştu.

Hükümetin ekonomide önlem almada geç kaldığını ifade eden Erdoğdu, “Bu geç kalmanın sebebini anlamıyoruz. Döviz kuru aşırı dalgalandığında hükümetten sadece Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi bir açıklama yapıyor. Yaptığı açıklama dalgalanmayı düşüreceğine, daha da yükselten bir açıklama. Merkez Bankasının eli kolu bağlanmış durumda” şeklinde konuştu.

‘İLK YAPILMASI GEREKEN OHAL’İ KALDIRMAKTIR’

“Türkiye ekonomisini bu kötü halden kurtarmanın ilk yolu siyasidir” diyen Erdoğdu, şöyle konuştu: “453 milyar dolar dış borcu olan bir ülke, dış kaynağa aşırı muhtaç bırakılmış bir ülkede şu an hukuk güvenliğinin olmadığı tek adam yönetimi altında yabancı yatırımcılar ülkemize girmekte çekince göstermektedir. Çünkü OHAL koşulları altındaki bu ülkede yatırımların güvenliği risk altındadır. Hukuk güvenliği kalmamıştır. Onun için ilk yapılması gereken derhal OHAL’i kaldırmaktır. OHAL bugün kaldırılmış olsa, faiz oranlarında çok kısa bir sürede 5 puana yakın iniş sağlanabilir. Döviz kurunda %10-15, OHAL kaldırıldığı günden başlayarak bir ay içinde düşüş bekleyebilirsiniz. Çünkü OHAL koşulları yabancı yatırımcıları çok korkutuyor. Bunu bize söylüyorlar, bildiriyorlar. Şu an Türkiye’ye sağlıklı bir sermaye girişi yok. Bu yüzden Türkiye ekonomisinin önündeki tek umut 24 Haziran seçimleridir.”

‘DÖVİZ ALIM VE SATIM İŞLEMLERİNİN İNCELENMESİNİ İSTİYORUZ’

Kurun aşırı oynak olduğu günde Merkez Bankasının saat 17.00’ye dek müdahale etmek için beklediğini söyleyen Erdoğdu, “Bu sürede Mali Suçlar Araştırma Kurulu (MASAK) tarafından döviz alım ve satım işlemlerinin incelenmesini istiyoruz. Yüksek tutarlı döviz alarak veya satarak faiz kur farkı elde edenlerin MASAK tarafından belirlenmesini istiyoruz. Eğer bir üst akıl varsa, eğer bir oyun söz konusu ise bu işlemlerden ortaya çıkacaktır. Onun için ‘dış güçlerin oyunu, üst aklın oyunu’ diyenlerden bize bunu piyasanın normal kuralları içinde, hatta kriz kuralları dışında döviz alıp satarak belki de Merkez Bankasının faiz yükselteceğini önceden bilerek, saatlik hatta dakikalık işlemlerle kimlerin zengin olduğunu açıklanmasını istiyoruz.” dedi.
============================================
Dostlar,

Erdoğan artık politikadan çekilmeli,
Türkiye’nin yakasından düşmelidir!

CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu, donanımlı bir siyasetçi. Yurt dışında yüksek lisans eğitimi, sertifikaları var mali denetim konularında. Dolayısıyla yukarıdaki basın açıklamasında dile getirdiği MASAK tarafından döviz hareketlerinin izlenip açıklanması istemi yerindedir. Sayın Aydoğdu’dan önce biz de benzer istekte bulunmuş ve sitemizin manşetinde yazmıştık. BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu), MİT ve MASAK bu parasal akışlara ilişkin mutlaka bilgi sahibidir. SPK’nın (Sermaye Piyasası Kurulu) da epey verisi olsa gerektir.

Dolayısıyla 23 Mayıs 2018 akşamı saat 17:00 sonrası MB Para Kurulu’nun (MBPK) toplantıya girmesinden, faizlerin 3 puan yükseltilmesi (%13,5’ten %16,5’e) kararı açıklanana dek geçen 3 saatte yaşanan hızlı Döviz hareketleri, özellikle satış olmak üzere gün ışığına kavuşturulmalıdır. Erdoğan’ın çaresizlik içinde, çoooook geç de olsa dize gelmesiyle faiz artırımına gidileceği belli olmuştu. Hem de öyle 0.25 – 0.50 – 0.75 baz puan artışların yetmeyeceği de.. Nitekim 3 (ya da 300) baz puan yükseltme kararı çıktı MBPK’ndan.. Hesabını da yapmıştık manşette ve ilgili yazımızda (http://ahmetsaltik.net/2018/05/26/imfden-kritik-turkiye-aciklamasi/) :

MB’nın faiz artırma kararı birkaç saat öncesinden sızdırılsa (insider trading / insider trader!) milyarlarca TL spekülatif kazancın yerli – yabancı yandaşlara ikramı işten bile değildir.. Açalım: Ücretini ödediniz, haber verildi size, MB Para Kurulu toplanıyor, 2-3 saate kalmaz, faiz artırımı kararı çıkacak.. Ne yaparsınız? 1 $ = 4.92 TL’den tepe yapmışken hemen ve booolca satardınız değil mi!? Faiz artırımı kararı açıklandığında Dolar “küüt ” diye 4,52 TL’ye geçici olarak iner / indirilir.. 40 kuruş ucuzl(tıl)amıştır bir süreliğine!

– 1 dolarda 40 kuruş
– 10 dolarda 400 kuruş (4 TL)
– 100 dolarda 40 TL
– 1000 dolarda 400 TL
– 10 bin dolarda 4000 TL
– 100 bin dolarda 40 bin TL
– 1 milyon dolarda 400 bin TL

– 1 milyar dolarda 400 milyon TL… servet sahibi olursunuz birkaç saat saat içinde!?

Dolayısıyla, 23 Mayıs 2018 gecesi, MB Para Kurulu toplantıda iken yoğun düzeyde Dolar’dan çıkan (TL’ye geçen) kişi ve kurumlar (bankalar, aracı kurumlar…) kimlerdir?? Bunlar MASAK, BDDK, MİT ve SPK tarafından rahatlıkla ortaya çıkarılabilir. Çıkarılır ve açıklanırsa büyük oyun da bozulur..

Örneğin bu kurgulu devalüasyon Londra görüşmelerinde mi kararlaştırılmıştır?

  • Ne var ki iktidarda AKP varken, bu bağlamda beklenti deli saçmasıdır! Kim bilir, gene de???

Erdoğan Erzurum’da halkı dövizini bozdurmaya çağırdı bu gün..
Bu çağrıya komprador burjuvaziden yanıt almak olanaklı değildir.
Çünkü komprador burjuvazinin vatanı, siyasal partisi, dini – imanı – kitabı – Allah’ı… yoktur.
Onun bütün kutsalı SERMAYESİ – KAPİTALİDİR.
Dolayısıyla olsa olsa orta – küçük tasarruf sahibi “yurdum insanı” bu vicdanlı olmayan çağrıya bir ölçüde yanıt verebilir. Yakın geçmişte de benzerini küçük ölçekte yaşadık; birkaç milyar Doları geçeceğini sanmıyoruz bu yastık altı döviz tasarrufunun AKP = Erdoğan’ın doğrudan sorumlu olduğu yangını söndürmeye.. Olsa olsa “birkaç kova su” işlevi görebilir ki, geçici olacaktır o da. Olan, bu arada orta – küçük – mütevazi döviz / altın tasarruflarına olacaktır ki; kara gün dostu tasarruf aracı da elden çıkarılmış olacaktır. AKP’nin yoksullaştırdığı bu insanlar, büyük ölçüde AKP’nin sadık seçmeni olsa gerektir. Ne hazin tecelli? Uyan ey halkım, uyan!

AKP’nin iktidara oynarken 2002 sonunda “3 Y vaadi” olmuştu. Yoksulluk – Yasaklar – Yolsuzluklarla savaş.. Tammmmmm da tersini yaptı AKP ve Erzurum çağrısı bir yoksullaştırmaya çağrıdır! Erdoğan “Biz yerli ve milliyiz” diyor ya!

  • AKP bir kez daha, kendi seçmen tabanı dahil, yoksullaştırmakta, bu kesimlere duygu sömürüsü uygulamaktadır. Ayrıca söz konusu sınırlı servet üst katmanların eline (portföyüne) geçerek ülkedeki gelir dağılımını daha da bozacaktır.

TL, son dalgalanmada Arjantin Peso’su ile birlikte Dünyada en ağır darbeyi yiyen ulusal para birimi olmuştur. Döviz, başta Dolar, küresel piyasada artık eskisi gibi bol değildir; dolayısıyla ucuz değil, pahalıdır. Ayrıca sizin döviz açığınız devasa olduğunda, elbette size çoooooooooook pahalıya vereceklerdir döviz ilacınızı.. Erdoğan pek övünüyordu 23,5 milyar $ IMF borcunu kapatınca.. Oysa toplam borcumuz 230 milyar $ iken 2002 sonunda AKP iktidar olduğunda, günümüzde 3 katını aştı AKP’nin tek başına 15,5 yıllık iktidarında..

Şimdi gene çaresiz IMF yolları ve Niyet Mektupları görünüyor “AKP’nin kahve falında

  • Herkes, başta içtenlikli AKP seçmeni kardeşlerimiz olmak üzere şunu kesinlikle kafalarına koymalıdırlar ki; yaşanan devalüasyon YAPISAL‘dır!
  • Türkiye ekonomisi ağır HAS-TA-DIR AKP sayesinde!
  • Ekonomiyi ağır hasta eden AKP’nin akıl ve bilim dışı yağmacı – talancı politikalarıdır.
  • “AKP ekonomi idaresinin izlemekte olduğu bilim-dışı enflasyon politikası ve yürütmekte olduğu dışa bağımlı, inşaat betonuna dayalı büyüme stratejisi, ulusal ekonomimizi istikrarsızlığa sürükleyerek tahrip etmektedir.” (Prof. E. Yeldan, devamı için tıklayın)

Ortada AKP = Erdoğan’ın çarpıttığı – halkı yanılttığı gibi bir küresel dış operasyon yok-tur!

Ağır hatasını örtmek isteyen AKP = Erdoğan, gene mağdur edebiyatı yapmaktadır. Bu küresel güçler kimlerdir? AKP = Erdoğan’ın ÜST AKIL diye uydurduğu şehir efsanesi düşman neyin nesidir? Çıksın bunu açıklasınlar, tüm ülke bütün gücümüzle birlikte savaşalım.. Erdoğan Londra’ya gitti önceki hafta, “üst akıl” varsa oradaydı ve onlarla kendisi görüştü. “Paranın pirleri”ne Erdoğan “faiz kuramı” anlatmaya kalktı kendinden menkul dinci takıntılarıyla..  Faizin enflasyonu yükselteceğini buyurdu. Oysa Türkiye’nin hastalığında faiz neden değil sonuç idi. Üstadlar paniğe kapıldılar “bu adam ne diyor?” diye.. TEK ADAM’ın ülkesinde bir de OHAL vardı üstelik. 24 Haziran sonrası MB’nı da tam anlamıyla kendine bağlayacak (sanki halen değilmiş gibi!?) ve sorunlar o zaman yoluna konacakmış.. En temel iktisat bilgileri ile bile çelişen Erdoğan’ın sözleri, küresel sermaye sözcülerinde haliyle panik yarattı..

Ne bekliyorsun 24 Haziran’ı? Ortalık yangın yeri! Çıkar bir OHAL KHK’sı, Anayasa falan takma, MB yasasını değiştir ve örn. MİT Başkanlığını, Savunma Sanayisi Müsteşarlığını nasıl “halen sorumsuz Cumhurbaşkanına” bağladı isen Anayasayı bir kez daha çiğneyerek, MB’nı da kendine bağla ve yangını söndür.. Yılbaşından bu yana %30’a koşuyor TL’de değer erimesi. Yıl sonunda toplam ulusal gelir bu oranda düşerse, yeni seri hesapla şişirilmiş olarak 850 milyar $ olan 2017 sonu ulusal geliri (GSMH), bu yıl hayal edelim % 7 büyüse bile (!), net olarak %23 küçülecek demektir.. Bu da Türkiye’nin G20’den düşmesi ve 2023’te ilk 10 ekonomi içine girme ham hayallerinin iyice çürütmesi demektir. Beş yıl önce yazmıştık matematiksel olarak böyle bir hedefin olanaksızlığını bu sitede : (TÜRKİYE 2023’te EN BÜYÜK 10 EKONOMİDEN BİRİ OLABİLİR Mİ? http://ahmetsaltik.net/2015/11/06/top-10-biggest-economies-in-the-world-2013/)Her geçen yıl bir serap gibi uzaklaştık, artık hayal ötesi!

  • Türkiye’nin 453 milyar dolar kamu dış borcu var.
  • Üstelik bunun 185 milyar doları bir yıldan kısa vadeli

Özel sektörün borcu 245 milyar $ da eklenince toplam borç 700 milyar $’a erişiyor. Türkiye, çok büyük olasılıkla 2018 sonunda bu tutarda bir ulusal gelire bile erişemeyecektir. Dolayısıyla, son 1 hafta – 10 gündür sitemiz manşetinde uyardığımız ve bugünlerde artık gerçek olan ÖDEME GÜÇLÜĞÜNE sürüklenmiştir en hafif terimiyle.. Batı her şeyin ayrımındadır elbette. Bu yıl vadesi gelen borç ödemesi + dış ticaret açığı.. toplamda 240 milyar $ düzeyindedir. Dış ticaret açığı 50 milyar $’ı çok aşacak görünüyor. Pahalılaşan döviz nedeniyle dışalım (ithalat) biraz sınırlansa da, dışsatımdan girecek Döviz, ürünlerimizin yabancı para karşısında önemli oranda değersizleşmesi nedeniyle istenen düzeyde artmayabilir. Kaldı ki, 100 $’lık dışsatım için 70-80 $ tutarında dışalıma (ithalata) mahkum bir imalat sanayisi hastalığımız (ithalat bağımlılığımız) var.

  • 3’lü açık birlikte, çığ gibi büyümekte : Bütçe açığı – dış ticaret açığı – cari açık!

Neresinden tutulursa, tablo son derece ağırdır. Fatura, her geçen gün orta – alt katmanların sırtına yüklenecektir. Özellikle 24 Haziran sonrasında. Bu arada iktidar yandaşları yüklü (milyarlarca Dolar!) devalüasyon vurgunu da yapmış olacaklardır. Çıkınlarına doldurdukları haram serveti, ülkenin bataktan kurtulması için ne ölçüde feda edebilirler acaba?? Yoksa yurt dışına mı kaçırırlar, en çok 2 yıla kalmadan çıkarılacak bir başka “varlık barışı” = kara ve haram para aklama yasasına dek!? Son 15 yılda 27’den 42’ye (kayıtlı!) ulaşan Dolar milyarderi sayımız kaça varır ki? AKP her yıl 1 Dolar milyarderi = 1 milyon yoksul üretti adeta..

Okumak için tıklayınız :  Turkiye’nin_iflasi_basladi

Son söz ve çare                               : 

Türkiye’yi yangından – bunalımdan – iflastan… kurtarmak için 12 temel ivedi adım

  • Ölümcül hastayız! 
  • Nedeni AKP = RTE’nin akıl ve bilim dışı, asla yerli ve milli olmayan güdümlü,
    despotik politikalarıdır!
  • Türkiye AKP=RTE’den kurtulmadıkça bu yangına çare yok..
  • Erdoğan artık politikadan çekilmeli, Türkiye’nin yakasından düşmelidir!

Sevgi, saygı, kaygı ve UMUT ile. 26 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

IMF’den kritik Türkiye açıklaması

IMF’den kritik Türkiye açıklaması

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

IMF Başkanı Christina Lagarde Türkiye hakkında açıklamalarda bulundu.

cumhuriyet.com.tr25 Mayıs 2018

Lagarde ‘Türkiye hakkında endişeli misiniz?’ sorusuna,

  • “Gerekli önlemleri almayan bazı gelişmekte olan ekonomilerde düzen bozulacak”

diye konuştu. Lagarde Merkez Bankası‘na müdahale eleştirileriyle ilgili olarak, “Herkes iyi olduğu işi yapmalı” diye konuştu.

İşte IMF Başkanı Christina Lagarde’ın Türkiye hakkında Bloomberg’e söylediği o sözler…

Türkiye Arjantin’den farklı bir aşamada piyasada baskı var lira son birkaç ayda çok değer yitirdi. Politik liderler ile Merkez Bankası arasında uyumsuzluk var.

Politik liderler derken Erdoğan’ı mı kastediyorsunuz?

Para politikası anlamında bütün siyasi liderler Merkez Bankası‘nı yapmak zorunda olduklarını işlerini yapmaları anlamında serbest bırakmak zorunda olmalıdırlar. Merkez Bankası‘nın bağımsızlığı sağlanmalıdır.
Yapılan bazı yorumlar uluslararası kamuoyunu ve yatırımcıları alarm haline geçirdi. Merkez Bankası hakkında yapılan bazı yorumlar Bankanın talimat altında olduğu, yönlendirildiği veya etkilendiği hususunda uluslararası kamuoyunu uyardı. Bu durum belirsizlik ve güvensizlik yaratıyor.

Erdoğan’a mesajınız lütfen Merkez Bankası‘ndan uzak durun mu olur?

Bence herkes işini en iyi olduğu alanda yapmalı. Merkez Bankası başkanları genelde işlerinde iyidir. Para politikasının uzmanlar tarafından halledilmesi gerekir. Ellerinde iyi araçlar var. güçlü mentaliteye sahipler. İşi onlara bırakmak çok daha iyi olur.

IMF olarak Türkiye hakkında endişeli misiniz?

Dolar güçleniyor. ABD’de para politikası sıkılaşıyor. Gelişmekte olan ülkelerden para geri gidiyor. Gördüğümüz bu. Bu, gerekli önlemleri almayan bazı gelişmekte olan ekonomilerde düzeni bozacak. Bu bekleniyordu.
============================================
Dostlar,

AKP = ERDOĞAN’a DİZ ÇÖKTÜREN BORÇ ÇIKMAZI

Uluslararası finansman stratejileri, çağımızın en önemli uzmanlık alanlarındandır. Bu kritik alanda uzmanlaşmak için uygun bir temel dalda (tercihan çift anadalda)  4 yıllık lisans eğitimi üzerine önce mutlaka bir yüksek lisans çalışması yapılması, bürokraside ve uluslararası finansman kurumlarında yılarca deneyim kazanılması ve Doktora çalışması gereklidir.

Erdoğan‘ın böylesi bir donanımdan fersah fersah uzak olduğunu herkes biliyor. Ekonomi danışmanlarının bilimsel edinimlerini (formasyonlarını) ayrıntılı bilmiyoruz.. Ancak herkes Erdoğan’ın artık patolojik sınırları zorlayan kibirini – inadını – kendini beğenmişliğini – dediğim dedikçiliğini… çok iyi biliyor. Kimi dinci takıntılarını da.. Bunların hepsi birlikte çok özel (nev-i şahsına münhasır!) bir kişilik ortaya koyuyor ve ileri derecede narsisistik kişiliğin türevleri – ögeleri olarak kabul görüyor. Ne yazık ki faturayı 81 milyonluk koskoca Türkiye ve önemli ölçüde komşu coğrafya insanları ödüyor.

Öte yandan yaşamın somut ve yakıcı gerçekleri (real politics) önünde sonunda baskın çıkıyor ve direnenleri terbiye ediyor. Ne var ki, AKP = Erdoğan çaresizlikten pes edene dek olan oluyor  ve giderimi (telafisi) çooook güçleşiyor. Nitekim IMF Başkanı Lagard’ın diplomatik söylemi yeterince açık :

  • … gelişmeler, gerekli önlemleri almayan bazı gelişmekte olan ekonomilerde düzeni bozacak. Bu bekleniyordu.

Erdoğan’a para politikasına burnunu sokma, anlamadığın işe karışma… deniyor açıkça.
Sitemizin manşetinde yer verdik şu dizelere – uyarılara :

  • “AKP ekonomi idaresinin izlemekte olduğu bilim-dışı enflasyon politikası ve yürütmekte olduğu dışa bağımlı, inşaat betonuna dayalı büyüme stratejisi ulusal ekonomimizi istikrarsızlığa sürükleyerek tahrip etmektedir.” / Prof. E. Yeldan, devamı için tıklayın

Türkiye’yi yangından – bunalımdan – iflastan… kurtarmak için 12 temel ivedi adım :

  1. OHAL hemen kalkmalı
  2. Tüm yolsuzluklar yansız – bağımsız yargıya taşınmalı.
  3. Gereksiz – verimsiz – dış borç doğuran tüm projeler (başta şehir hastaneleri!) durdurulmalı
  4. Kamu öncülüğünde planlı karma ekonomi ile üretim ve tasarruf seferberliğine başlanmalı.
  5. Dış ticarette takas ve karşılıklı ulusal para kullanımı olabildiğince yaygınlaştırılmalı.
  6. Yersiz, gereksiz, akıl dışı ve aşırı yüksek nüfus artışı mutlaka frenlenmeli.
  7. Suriye – Esad ile doğrudan ilişki kurularak göçmenler hızla ülkelerine yollanmalı..
  8. Dış borçlar için bir “mola alınmalı”, konsolide edilmeli, yeniden yapılandırılmalı.
  9. İç ve dış barış iklimi yaratılmalı, halka gerçekler anlatılmalı ve desteği istenmeli. 
  10. Tüm bunları yapacak bir ULUSAL HÜKÜMET kurulmalı, bir süre “olağanüstü restorasyon dönemi” sürdürülmelidir…
  11. Türkiye ve AKP, Erdoğan’ın kibirli ve akıl-bilim dışı takıntılarından mutlaka kurtarılmalıdır.
  12. Yaşanan fiili bir devalüasyondur ve küresel sermaye – AKP ortaklığıylayürütülmektedir!

Türkiye AKP=RTE’den kurtulmadıkça bu yangına çare yok!.. Ölümcül hastayız ve nedeni
AKP=RTE’nin akıl ve bilim dışı, asla yerli ve milli olmayan güdümlü despotik politikalarıdır!

  • AKP = Erdoğan, sokaktaki insanı belki bir süre daha aldatabilir ve akıl – bilim dışı kibirli, dinci takıntılarıyla yarattıkları cehennemi kendilerine dönük operasyon gibi sunarak, yine mağdur edebiyatıyla 24 Haziran’da oylarını da artırabilir.. Ancak güneş balçıkla sıvanamaz! 16 yıldır sürdürülen har vurup harman savurma – yağma / talan bezirganlığının bedeli ödenecek, Türkiye’ye ödetilecektir. Elbette bu kaçınılmaz diyet ödemelerinden AKP = Erdoğan’a da 
    er ya da geç hak ettiği pay düşecektir, düşmelidir..
  •  Prof. Dr. Yalçın Karatepe (SBF önceki dekanı), iktidarın pasif tutumu nedeniyle şu anda Türkiye ekonomisinin sahipsiz kaldığını söyledi. Merkez Bankası’nın kurdaki yükseliş karşısında geçen hafta gereken önlemlerin alınacağını söyleyip bir haftadır sessiz kaldığını belirten Karatepe, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin de “Doların yükselişini kabul etmiyorum” demesinin ardından doların %10 değer kazandığını anımsattı… (24.5.18)

Erdoğan Londra’da, çökerttiği ekonomiyi kurtarmak için küresel patronlarla görüştü. Enflasyon yangına dönüştü. Olağanüstü bir aşamaya gelindi; zincirleme gelişmelerle akut ve çok ağır bir bunalıma girilebilir; ÖDEME GÜÇLÜĞÜİvedi ve epey (bu yıl en az 240 milyar $!), sıcak – nakit döviz gerek! Peki Batı’ya verilen bedel – ödün – söz.. ne karşılığında? Yine mi gizli anlaşmalar? Hem de gidici AKP=RTE ile!?

Örn. Kıbrıs’ta garantörlükten vazgeçme, askerin çekilmesi, Doğu Akdeniz MEB (münhasır ekonomik bölge) haklarımız, devalüasyonyeniden AÇILIM!

AKP=RTE bu konularda neden suskun ve eylemsiz!? 2002 ayarlarına dönüş mü oldu/oluyor!? 11.02.2018’de yazdık:
Erdoğan İçin Köprüden Önce Son Çıkış : Politik Plastron Patlamak Üzere!

  • Aklımızla, Ekonomiyle, halkla alay eden AKP=RTE; bunun sonu yok!? 26+ milyon nüfus (3 kişiden 1’i!) yoksul (TÜİK), asgari ücret açlık sınırının altında, enflasyon-işsizlik-faiz 2 haneli!? Çok ağır borçlar nasıl döndürülecek? 
  • AKP=RTE ile iflas eşiğindeyiz, Osmanlı Düyun-u Umumiyesi kapıda mı? Bu yıl 240 milyar $ sıcak para gerek, nerden bulunacak?
  • Kaldır OHAL’i, israfa son ver, yolsuzlukları yargıya taşı, sırtımızdan in; kamu öncülü-ğünde planlı karma ekonomiyle üretime hız ver, eğitimi bilimselleştir… döviz düşer!
  • Bu Dolar yangını “kurgu” mu yoksa!?

    2015 Haziran-Kasım arası halkı, birden azdı-rılan kan ve terörle korkutarak teslim alma gibi bu kez ekonomik terör ile diz çökertme planı mı!?

Lütfen tıklayınız : Turkiye’nin_iflasi_basladi

Bu arada : MB’nın faiz artırma kararı birkaç saat öncesinden bile sızdırılsa (insider trading ve insider trader!) milyarlarca TL sekülatif kazancın yerli – yabancı yandaşlara ikramı işten bile değildir.. Açalım; haber verildi size, MB Para Kurulu toplandı, 2-3 saate kalmaz, faiz artırımı kararı çıkacak.. Ne yaparsınız, 1 $ = 4.92 TL’den hemen ve booolca satarsınız değili mi!? Faiz artırımı kararı açıklandığında Dolar “küüt ” diye 4,52 TL’ye iner.. 40 kuruş ucuzlamıştır!

– 1 dolarda 40 kuruş
– 10 dolarda 400 kuruş (4 TL)
– 100 dolarda 40 TL
– 1000 dolarda 400 TL
– 10 bin dolarda 4000 TL
– 100 bin dolarda 40 bin TL
– 1 milyon dolarda 400 bin TL

– 1 milyar dolarda 400 milyon TL… servet sahibi olursunuz birkaç saat saat içinde!?

Dolayısıyla, 23 Mayıs 2018 gecesi, MB Para Kurulu toplantıda iken yoğun düzeyde Dolar’dan çıkan (TL’ye dönen) kişi ve kurumlar (bankalar, aracı kurumlar…) kimlerdir?? Bunlar MASAK, BDDK ve MİT tarafından rahatlıkla ortaya çıkarılabilir. Çıkarılır ve açıklanırsa büyük oyun da bozulur.. Ne var ki iktidarda AKP varken bu bağlamda beklenti deli saçmasıdır!

İşte dış borçlanma böylesi bir zincirdir; bağımsızlığınız – egemenliğiniz toz olur uçar!
AKP = Erdoğan, Kasım 2002’de 230 milyar $ toplam borcu olan Türkiye’yi devraldılar; 3 katına çıkardılar toplam borcu : 450 milyar $ kamunun + 245 milyar $ özel sektörün borcu. Toplam 700 milyar Dolara dayanan muazzam bir borç yükü ve çevirmede tıkanma!

Mustafa Kemal Paşa, 1923-38 arasında neden onca yokluklar içinde denk bütçe için vargücüyle titizlenmiş; yıkımlar arasından bir yıldız yükseltmiştir..  İlk belirleyici hücrelerine dek DÜRÜSTLÜK idi.. Tasarruf idi, verimlilik idi, çalışkanlık idi, yerli malı idi, ithal ikamesi idi, planlı kalkınma idi, kamu öncülüğünde karma ekonomi idi, özelleştirme değil tersine MİLLİLEŞTİRME – DEVLETLEŞTİRME idi.. Bu yüzden bir ekonomi mucizesi gerçekleştirildi ve 1929 Dünya Ekonomik bunalımı da yaşanırken, Merkez Bankası ancak 1930’da kurulabilen, bir yandan da Osmanlı’nın ağır borçları ödenirken.. 15 yılda yıllık ortalama %6,5 büyüme geçekleştirildi. Bu inanılmaz başarıya Batı yazını (literatürü) “Mustafa Kemal’in Ekonomi Mucizesi” dedi!

ÇARE                      : Yukarıda yazdık.. yinelemeye gerek var mı??

  • Kamu öncülüğünde planlı karma ekonomi!
  • Başka hiç – bir yolu yok efendiler, TAMAM MI!?

Sevgi ve saygı ile. 26 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Venizelos – Atatürk – Nobel!

Venizelos – Atatürk – Nobel!

Özgen Acar
Cumhuriyet, 22 Mayıs 2018

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Yunanistan’da “megalo idea (büyük ülkü)” siyasasının savunucusu Eleftherios Kyriakou Venizelos, 1915’te İzmir’i işgal ettirdi. Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Osmanlı ile 1920 Sevr Antlaşması’nı imzalayanlar arasında Venizelos da vardı.
9 Eylül’de Mustafa Kemal’in ordusu Yunanları İzmir’den kovaladı. Venizelos, 24 Temmuz 1923’te İsmet İnönü ile Lozan Antlaşması‘nı imzalamak zorunda kaldı. Venizelos 1930’da geldiği Ankara’da Atatürk’ün konuğu olurken “Dostluk Antlaşması’nı” imzaladı.

Atina’da “Venizelos Vakfı’nın” arşivinde, 12 Ocak 1934’te Fransızca yazılmış bir belge buldum. Belgede Venizelos, Atatürk’ün “Nobel Barış Ödülü’ne” adaylığını öneriyordu. Atina’daki Norveç Büyükelçiliği aracılığı ile belgenin doğruluğunu da saptadım. “Atatürk’ün 100. doğum yıldönümünde” açıkladığım mektup şöyle (*):

Sayın Başkan,
Yedi yüzyıla yakın bir süre boyunca tüm Yakındoğu ve Orta Avrupa’nın büyük bir bölümü, yankıları çok daha geniş olan savaşlara sahne olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu ve sultanlarının mutlakiyetçi rejimi, bunun başlıca nedenini teşkil etmiştir.
Hıristiyan halklarının dayanılmaz bir baskı boyunduruğuna tabi kılınması, bunun doğal sonucu olarak Haç’ı Ay’a karşı çıkaran dini savaşlar, özgürlüklerini isteyen bütün bu halkların ardı ardına gelen ayaklanmaları, sultanların Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki etkilerinin devam ettiği sürece, aralıksız bir tehlike kaynağı olarak ortaya çıkan bu durumu yaratmıştır.
Mustafa Kemal Paşa’nın ulusal hareketinin hasımlarına karşı 1922 yılındaki zaferinden sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, gelecekte barış için yeni ve vahim tehlikeler ortaya çıkaracak bu hoşgörüden yoksun ve istikrarsız bu duruma kesin biçimde son vermiştir.
Gerçekten, bir ulusun yaşamında bu kadar kısa bir süre içinde bu derece köklü bir değişim ender gerçekleştirilmiştir.
Hukuk ve din kavramlarının karıştırıldığı teokratik (dinsel) bir rejim altında, çökmekte olan bir imparatorluğun yerini ulusal, modern canlılık ve hayatla dolu bir devlet almıştır.
Büyük reformcu Mustafa Kemal Paşa’nın itici gücüyle sultanların mutlakiyetçi rejimi kaldırılmış ve devlet açıkça laik olmuştur. Ulus, tümüyle ve haklı olarak ihtiraslı biçimde uygar ulusların öncüleri arasında yer almak üzere gelişmeye doğru atılımda bulunmuştur.
Ayrıca, barışın güçlendirilmesi hareketi, belirgin biçimde etnik, modern Türk devletine bugünkü görünümünü sağlayan iç reformlarla birlikte sürdürülmüştür.
Gerçekten, etnik ve siyasal sınırlarından açıkça memnun Türkiye, komşularıyla tüm toprak sorunlarını çözümlemiş ve böylece Yakındoğu’da barışın temel direği olmuştur.
Husumet içinde geçen uzun yüzyıllar boyunca Türkiye ile kanlı savaşları sürdürmüş biz Yunanlar, eski Osmanlı İmparatorluğu’nun yerini alan bu ülkedeki köklü değişikliğin etkilerini ilk olarak duyabilme fırsatını elde ettik.
Küçük Asya Felaketinin hemen ertesinde, savaştan bir ulusal devlet olarak çıkmış ve yeniden sağlığına kavuşmuş Türkiye ile anlaşma olanağını görerek, ona elimizi uzattık ve o da bunu içtenlikle kabul etti ve sıktı.
Barış arzusunu besledikleri takdirde, en tehlikeli anlaşmazlıkların ayırdığı halklar arasında anlaşma olanağı için bir örnek oluşturacak bu yakınlaşmadan ilgili iki ülke için olduğu kadar Yakındoğu’da barış düzeninin korunması içinde yalnızca olumlu sonuçlar ortaya çıkarmıştır.
İşte! Barış sorununa bu değerli katkıyı sağlayan kişi Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Mustafa Kemal Paşa’dır.
Yakındoğu’da, barış yolunda yeni bir çağ açan Yunan – Türk anlaşmasının imzalandığı dönemde, 1930 yılındaki Yunan hükümetinin başkanı kimliğiyle, şimdi Nobel Barış Ödülü Komitesi’nin seçkin üyeleri önünde Mustafa Kemal Paşa’nın adaylığını bu onur ödülüne layık olarak önermekten şeref duymaktayım.
En derin saygılarımın kabulünü rica ederim Sayın Başkan.
Saygılarımla, Eleftherios Kyriakou Venizelos
***
Bu olayların simgelerinden biri de, 1956’da mezun olduğum İzmir Atatürk Lisesi’dir. Ne var ki AKP Reis’i Umumisi’nin oğlunun Türkiye Gençlik Vakfı (TÜKVA), “Medeniyet ve Değerler Protokolü” kapsamında “dini eğitim yapması” için görevlendirildi! (**)
Son olarak da haddini bilmez Müdür, “mezuniyet balosunda” öğrencilerin “Onuncu Yıl” ve “İzmir” marşlarını söylemelerini engelledi, görevden alındı!
***
AKP Reis-i Umumisi, Venizelos’un 84. yıl önceki şu sözlerini makam odasına asmalıdır:

  • Hukuk ve din kavramlarının karıştırıldığı dinsel bir rejim altında, çökmekte olan bir imparatorluğun yerini ulusal, modern canlılık ve yaşamla dolu bir devlet almıştır!” 

(*) 20 Mayıs 1981 Milliyet – (**) 8 Ağustos 2017 Cumhuriyet
=======================================
Dostlar,

Sayın Özgen ACAR Cumhuriyet’in en kıdemli yazarlarındandır.
Yazıları belgelere, araştırma emeğine dayalıdır.
Yukarıdaki yazısı da bu kapsamdadır.
Ülkemizde Mustafa Kemal ATATÜRK ve O’nun görkemli yapıtı Türkiye Cumhuriyeti için ölçüsüz bir vefasızlıkla görmezden gelen, hatta karalayan, düşmanlık duyguları,kin – nefret besleyen.. bu yönde yetiştirilen kulaklara örnek bir yazıdır.
Korkunç bir vekalet savaşı ile emperyalizmin kışkırtması – desteği ile Batı Anadolu’yu işgal  eden ve 9 Eylül 1922’de Mustafa Kemal Paşa’nın komutasındaki Türk ordusu ile denize dökülen Yunanistan’ın devlet başkanı, örnek bir olgunluk – devlet  adamlığı göstererek savaşta yenildiği Mustafa Kemal ATATÜRK’ü NOBEL’e aday gösterebilmiştir. Üstelik NOBEL Barış ödülüne. Bu davranışta Venizelos’a yakıştırılması gereken bir asalet payı tartışma dışıdır.

Öte yandan, tüm ayrıcalıklı kişiliğine karşın Venizelos’un NOBEL Barış ödülüne aday gösterdiği

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “biricikliğini” görmezden gelme olanağı olabilir mi??

Sevgi ve saygı ile. 25 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com


 

ABD-TÜRKİYE ANTLAŞMALARI

ABD-TÜRKİYE ANTLAŞMALARI

Av. Nurullah AYDIN
23 Mayıs 2018

(AS: Bizim katkılarımız metin içinde ve sonundadır..)

Kendilerini yetiştiren iktidara getiren efendilerine arada sırada meydan okumalar yapılır. Amaç; sapkın yandaşlar desteklediklerinin kimin emrinde olduklarını farketmesinler. Türkiye, 1930’lu yıllarda bağımsız politikaya yönelir. ABD Lozan antlaşmasını imzalamaz. Bugüne kadar da imzalamamıştır. (AS: ABD Lozan’da gözlemcidir, taraf değildir; imza atması gerekmez / atıp atmaması uluslararası hukuk bakımından bir sonuç doğurmaz) Türkiye; kalkınma hamleleri ile Sadabat Paktı ve Balkan Antantı ile bölgesel etkinliğe yönelir. Bu durum; İngiliz Fransız Amerikan güçlerini harekete geçirir. 1936 (AS: Atatürk’üm başarısı Montrö Boğazlar Sözleşmeşine dek) yılına dek İstanbul Marmara bölgesi, limanlar işgalcilerin elindedir.

ABD; 2. Dünya Savaşından, Nükleer gücü tekelinde bulunduran bir süper güç olarak çıkar. Amerikan yaşam tarzı, propagandayla dünyayı saran moda halinde idi. Bu parlak görüntünün arkasında bir emperyalist devlet vardı. ABD-İngiltere 2. dünya savaşı sonrası birliktedir. İki ülke, tek bir politika ile küresel strateji oluşturulur. ABD, İngiltere ile birlikte Ortadoğu coğrafyasının SSCB nüfuzuna girmesini önlemek için strateji geliştirir. Bunun sonucu olarak; bağlayıcı anlaşmalara gider. İlk olarak da Türkiye’yi yeniden mutlak vesayete almaya yönelirler.

Kapitülasyon Antlaşması :1 Nisan 1939

Türkiye, Atatürk’ten sonra yabacı bir devlete ekonomik imtiyaz tanıyan ilk ikili antlaşmayı 1 Nisan 1939′da ABD ile yapar. 5 Mayıs 1939′da yürürlüğe giren antlaşmaya göre Türkiye, ABD’ye gerek ithalat ve ihracatta ve gerekse diğer bütün konularda en ziyade müsaadeye mazhar millet statüsü tanımıştır. Ayrıca, ABD sanayi malları için gümrük indirimleri sağlanıyordu. Lozan’da bin bir zorlukla kaldırılan kapitülasyonlar İnönü eliyle geri gelir. (AS: Bu anlaşma kapitülasyon niteliğinde değildir..)

Karşılıklı yardım anlaşması: 23 Şubat 1945

Antlaşma; “Karşılıklı Yardım Antlaşması” olarak gözükmesine karşın, tümüyle ABD isteklerinin Türkiye tarafından kabulünü içerir. Antlaşma, ABD’nin haklarını korumaktadır! Antlaşmanın 2. maddesinde: “T.C. Hükümeti, sağlamakla görevli olduğu hizmetleri, kolaylıkları ya da bilgileri ABD’ye temin edecektir.” denilmekteydi. (AS. Salt bir maddeyi öne çıkarmak ve bütünsel bağlamından ayrı yorumlamak doğru değildir; karşılıklı yükümler söz konusudur..)

Kredi Antlaşması: 27 Şubat 1946

ABD ile imzalanan ikinci antlaşma. Antlaşmanın özü dünyanın değişik yerlerinde kalmış ABD’nin savaş artığı eski malzemelerini satın alması koşuluyla Türkiye’ye 10 milyon dolar borç verilmesi idi ve ağır koşullar içeriyordu. Türkiye, malzemeyi kırık, bozuk, işlemez nasıl bulduysa satın alacak! Ayrıca satın alınan malın mülkiyeti ABD’de kalacak! (AS: 2. Büyük Paylaşım Savaşı sonrası Türkiye perişan.. 6 yıl milyonu aşkın askerde tutulmuş, ülkede kıtlık ve karne var..)

Truman Doktrini: 12 Temmuz 1947 Antlaşması

Başbakan Recep Peker, ABD basınına: “Başkan Truman, tam geçekçi ve tam insani bir görüşten mülhem olmuştur.” diyordu. 24 Mayıs 1947′de subay üniformaları, Amerikan subaylarınınki örnek alınarak değiştirilir. 2. Dünya Savaşı sonunda 245 milyon Dolarlık döviz ve altın stoku olan Türkiye, kendi olanaklarıyla yatırım yapabilecekken, ABD güdümüne sokulur. ABD, Türkiye’yi bir açık pazar, bir hammadde kaynağı olarak yapılandırır.

ABD ile Eğitim Komisyonu Antlaşması: 27 Aralık 1949

ABD, Türkiye’de yerleştikçe ve denetimi ele geçirdikçe kendi ideolojisini benimsemiş, ABD’nin çıkarlarını kendi çıkarları gibi özümsemiş ve ileride Türkiye’de önemli görevlere gelme olasılığı yüksek gençleri ‘yetiştirmek’ yolunu tutmuştu. Bu antlaşma, ABD’nin eğitime önce ortak edilmesini, sonra da belirleyici olmasını sağlayacak bir antlaşmaydı. Antlaşmanın 1. maddesine göre: Türkiye’de bir Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu kuruluyordu.

NATO anlaşması: 18 Eylül 1952

Türkiye Başbakanı Adnan Menderes, Türk-Amerikan ilişkileri için ölümsüz dostluk derken, ABD Dışişleri Bakanı John Fuster Dulles; Amerika’nın dostu yok, çıkarı vardır diyordu.

Petrol Yasası:1954

Yabancı petrol şirketlerinin adamı Max Ball’e (AS Bell) hazırlatılan ve petroldeki devlet tekelini kaldıran “Petrol Yasası” aynı yıl TBMM’de kabul edilir. Yasanın değiştirilen 136. maddesinde; “Bu yasa, yabancı şirketlerin izni olmadan değiştirilemez” deniliyordu. (AS: Günümüzde de benzer düzenleme Anayasa md. 90/son’da var..)

Vergi Muafiyetleri Anlaşması: 23 Haziran 1954

Yalnızca Amerikalıların yararlandığı bu anlaşma, Türkiye’deki ABD varlığını adeta devlet içinde devlet haline getiriyor ve ABD şirketlerine vergisiz, gümrüksüz, denetimsiz ve yargı organlarından uzak, yasa üstü bir statü tanıyordu. 1959’da millileştirme işlemlerinde muhatabın ABD olmasını kabul eden, İstimlâk ve Müsadere Garantisi Anlaşması yasalaşır.

Tarım Ürünleri Antlaşması: 12 Kasım 1956

Antlaşmaya göre ABD Türkiye’ye 46.3 milyon dolarlık buğday, arpa, mısır, dondurulmuş et, sığır eti, konserve, donyağı ve soya yağı satacaktı. Bir tarım ülkesi olan Türkiye’nin ürettiği bu temel ürünler, ABD gibi gelişmiş bir ülkenin, eşit olmayan rekabetine terk ediliyordu.

ABD’ye Askeri Müdahale Yetkisi Veren Antlaşma: 5 Mart 1959

Bu antlaşmada ABD’ye “Türkiye’nin siyasi bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne karşı yapılacak her türlü tehdidi çok ciddi bir biçimde araştırmak” görevi veriliyor. Yine: ABD’nin “doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak; tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet, sivil saldırı, dolaylı saldırı hallerinde” Türkiye’ye müdahale etmesi kabul ediliyordu. Dolaysız saldırı, dolaylı saldırı, tecavüz ve özellikle sivil saldırı gibi kavramların ne anlama geldiği açıkça tanımlanmamış, bunlar ABD’nin yorumuna bırakılmıştı. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, 4 Nisan 1960′ta bu gerçeği kabul edecek ve açıklamasında bu konudaki takdir hakkının Amerikalılara ait olduğunu söyleyecektir.

ABD Kredi Anlaşması; 31 Mayıs 1968

Türkiye’yi ekonomik, mali ve siyasi bağımlılığa sürükleyen koşullu kredi anlaşmalarına çarpıcı bir örnektir. 1962 yılında ABD Savunma Bakanı McNamara: Gelecek yıl Amerikan askeri okullarında yabacı uluslardan 18 bin kişi eğitim görecektir. Bu kişilerde her biri demokrasimizin nasıl çalıştığına tanık olacak, bizim hükümet geleneklerimizi ve felsefemizi öğreneceklerdir. Ülkelerine döndüklerinde de her biri bunun uygulayıcısı olacaktır, diyordu. 

Ya sonraki antlaşmalar?

İmzalanan sayısı ve niteliği bilinmeyen gizli anTlaşmalar Türkiye’nin gerçeği değil mi?

Günün Sözü: Milli kimliği ve kişiliği gelişmemiş insan, sığınma gereği duyar ve emir eri olur.
========================================
Dostlar,

Sayın Aydın bu “acıtıcı” yazısı ile bize gerçekleri anımsattı bir kez daha..
Yer yer yazı içinde karşı notlarımızı düştük, yanlışlara işaret ettik.
Merhum Haydar Tunçkanat “İKİLİ ANLAŞMALARIN İÇYÜZÜ” başlıklı görkemli kitabında bu Anlaşmaları ayrıntılı sergilemişti çok yıllar önce..

Ä°kili Anlaşmaların İçyüzü Haydar TunçkanatMerhum İsmet İNÖNÜ, Mustafa Kemal Paşa’nın “en yakındava ve silah arkadaşıdır. O’nu yersiz yıpratmak ve haksız güvensizlik yanıltıcı ve yanlıştır.

Kemal Paşa yanıldı mı İsmet paşa hakkında?

Bunu söylemek olanaksız.. O halde, yazılanlar bu imayı yapmamalı..

Sevgi ve saygı ile.
25 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Lira sert düştü merkez faiz artırdı: Büyük kriz kapıda!

Lira sert düştü merkez faiz artırdı:
Büyük kriz kapıda!

SEMİH GÜVEN semihguven@birgun.net @semihguvenn

BİRGÜN, 24.05.2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türk Lirası’nın bir günde % 5 düşmesinin ardından Merkez Bankası faizi üç yüz baz puan artırdı. Ekonomistler, halkın ciddi bir işsizlik ve yaşam pahalılığı tehlikesi içinde olduğu uyarısını yapıyor. Bozulan ekonomiye bir de seçim belirsizliği ve hükümetin pasif tutumu eklenince liradaki değer yitiği kriz noktasına geldi. Dolar 4 lira 90 kuruşu aşarak bir gün içinde lira karşısında % 5 değer kazandı. Avro da 5 lira 80 kuruşa yükselerek rekorlarına yenisini ekledi. Durumu değerlendiren ekonomistler, hükümetin ekonomide denetimi yitirdiği ve halkın çok ciddi bir ekonomik krizle karşılaşacağı uyarısında bulundu. Merkez Bankası ise olağanüstü toplanarak geç likidite faiz oranını %13,5’ten 16,5’e yükseltti.
Ekonomi sahipsiz kaldı

BirGün’e konuşan Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yalçın Karatepe, iktidarın pasif tutumu nedeniyle şu anda Türkiye ekonomisinin sahipsiz kaldığını söyledi. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın kurdaki yükseliş karşısında geçen hafta gereken önlemlerin alınacağını söyleyip bir haftadır sessiz kaldığını ifade eden Karatepe, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’nin de “Doların yükselişini kabul etmiyorum” (AS:Ne denli anlamsız bir söz değil mi!?) demesinin ardından Doların %10 değer kazandığı bilgisini verdi.

‘Sıcak suyun içinde kıvranan kurbağa gibiyiz’
19 Şubat 2001’de dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Başbakan Bülent Ecevit’e Anayasa kitapçığı fırlatmasıyla başlayan süreç sonunda dalgalı kur rejimine geçilmesiyle TL’nin dolar karşısında % 35 değer yitirdiği bilgisini veren Karatepe, “Sadece bugün dolardaki değer artışı %5. TL yalnızca Dolara karşı değil, bütün dünya paralarına karşı değer kaybediyor. Bu durum bildiğiniz bir krizdir. Sıcak suyun içinde kıvranan bir kurbağa gibiyiz. Haşlanıyoruz ama haşlandığımızın farkında değiliz.” şeklinde konuştu.

lira-sert-dustu-merkez-faiz-artirdi-buyuk-kriz-kapida-467142-1.

‘Borçlar nasıl ödenecek?’
Karatepe, reel sektörün yaşadığı kriz orta-mını şu örneklerle ifade etti: “Kiraları dövize endeksli olan AVM’lerdeki dükkân sahipleri kiralarını nasıl ödeyecek? Nasıl para kazanacaklar? Malatya’da bir çiftçi Ziraat Bankası’ndan aldığı kredileri öde-yemeyince kendini yakmaya çalıştı. Özel sektörün bu sene ödemek zorunda olduğu 185 milyar $ dış borç var. Bu borcu ödeyecek olan insanlar TL cinsinden gelir elde ediyor. Dolar bir ay içinde %20 değer kazandı. 185 milyar $ borcu ödeyecek iş dünyası için bir kriz olmadığını söyleyebilir misiniz? Türkiye çok ciddi bir krizle karşı karşıya ve hükümetin bunu önlemek için herhangi bir girişimi yok.”

‘Faiz artışının etkisi sınırlı kalır’
Karatepe, Merkez Bankası’nın doları düşürmek için faiz artışına gitmesinin, liranın değer kaybı üzerindeki etkisinin sınırlı olacağını sözlerine ekledi.
***
Dün ne yaşandı? (23.5.18)

»Dövizlerdeki hızlı tırmanışın peş peşe rekor düzeylere neden olmasına bağlı olarak gram altın 200 lira düzeyini aşarak 203 liraya, çeyrek altın da 300 lirayı aşarak 330.5 liraya tırmandı.
»İş Yatırım’ın piyasa bülteninde, cuma gününden bu yana %6 değer yitiren liranın kayıplarını “kısmen geri alması için” Merkez Bankası’nın müdahalesinin gerektiğine dikkat çekildi.
»Dövizdeki dalgalanma nedeniyle İstanbul Tahtakale’deki bazı döviz bürolarının tabela kapattığı yani döviz alım ve satışını kısa süreli durdurduğu görüldü.
»Borsa İstanbul, Borsa’nın “kısa vadeli ihtiyaçları dışında kalan” döviz varlıklarının tamamının dün itibariyle Türk Lirasına çevrildiğini açıkladı. Borsa İstanbul Başkanı Himmet Karadağ ise, borsanın döviz satışına ilişkin olarak piyasaya güven vermek istediklerini, ne kadar döviz sattıklarını ise bilmediğini söyledi.
***

Halk nasıl etkilenecek?
lira-sert-dustu-merkez-faiz-artirdi-buyuk-kriz-kapida-467143-1.Gazetemize değerlendirmelerde bulunan Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hurşit Güneş, Türkiye’de demokratik bir ortam ve hukuk düzeninin kalmamasının üstüne ekonomideki sıkıntıların da artmasının lirada rekor kayıplara yol açtığını söyledi.

Türkiye’nin milli gelirinin yarısından fazlasını aşan dış borca ve gelirin yüzde 6’sına ulaşan cari açığa işaret eden Güneş’e göre, kurdaki ani yükselişin halka etkileri şöyle olacak:

»Ulaşım maliyetleri artacak.
»Şirketler döviz borçlarını ödeyemedikleri için tasarruf tedbirlerine girecek. İşsizlik artacak.
»Üretim düşecek, ekonomik büyüme azalacak.
»İthal fiyatlar yükselecek.
»Kış ayına geldiğimizde doğalgaz ithal ettiğimiz için ısınma fiyatları cep yakacak.
»Elektriğe çok ciddi bir zam kapıda.

Yaşanması olası krizin etkilerinin 2001 kriziyle karşılaştırılamayacak kadar büyük işsizliğe neden olacağını da belirten Güneş, sözlerini,

  • “Muhalefet partilerinin ‘biz ekonomiyi bu çöküntüden kurtaracağız’ izlenimini mutlaka vermeleri gerekiyor” diyerek sonlandırdı.
    ==========================================
    Dostlar,

    Her 2 değerli hocamıza, ne yazık ki son derece gerçekçi – yerinde irdelemeleri için teşekkür ediyoruz..
    AKP=RTE 2 ateş arasında sıkışmıştır. Bir yandan ekonomi 15,5 yıldır haramzade gibi yönetildiği için (Batı’ya ve yandaşa rant aktarıldığı için) yıkım çok ağır ve ciddidir; bir yandan da küresel sermaye, tıkanan ekonomi ve çaresizlikten çırpınan iktidardan diyet istemektedir. İktidarda kalmak için AKP bu ödünleri verecek ancak yakıcı – yıkıcı bedelini yoksullar ve orta sınıf ödeyecektir.

  • Bize öyle geliyor ki, bu çok ağır fatura, devalüasyon yapılması dayatması olmuştur.Geçen hafta Londra ziyaretinde bu yangın pazarlığı yapılmış olabilir. Film çok net.. Dolar almış başını giderken iktidar eli – kolu bağlı beklemiş ve MB-faiz polemiği ile kamuoyu oyalanmıştır. Öngörülen devalüasyon düzeyi -ki %30’a yakındır- yakalandıktan sonra “sözde” MB müdahalesi gelmiştir. Müdahale, faizlerin %13,5’ten %16,5’e çıkarılması biçiminde olmuştur ve Erdoğan bu manüplasyonu da sindirmek zorunda kalmıştır.. Anımsanmalıdır ki, Erdoğan başından beri faize karşıydı ve MB’na açık baskısını sürdürmekteydi.
    Tükürdüğü yalatılmıştır.
    Şimdi gıdım gıdım “sıcak para” akıtılabilir Türkiye’ye ve çark döndürülebilir; öldürmemek üzere..

    Bu arada : MB’nın faiz artırma kararı birkaç saat öncesinden bile sızdırılsa (insider trading ve insider trader!) milyarlarca TL sekülatif kazancın yerli – yabancı yandaşlara ikramı işten bile değildir.. Açalım; haber verildi size, MB Para Kurulu toplandı, 2-3 saate kalmaz, faiz artırımı kararı çıkacak.. Ne yaparsınız, 1 $ = 4.92 TL’den hemen ve booolca satarsınız değili mi!? Faiz artırımı kararı açıklandığında Dolar “küüt ” diye 4,52 TL’ye iner.. 40 kuruş ucuzlamıştır!

    1 dolarda 40 kuruş
    10 dolarda 400 kuruş (4 TL)
    100 dolarda 40 TL
    1000 dolarda 400 TL
    10 bin dolarda 4000 TL
    100 bin dolarda 40 bin TL
    1 milyon dolarda 400 bin TL

    1 milyar dolarda 400 milyon TL… servet sahibi olursunuz 2 saat içinde!

    Dolayısıyla, 23 Mayıs 2018 gecesi, MB Para Kurulu toplantıda iken yoğun düzeyde Dolar’dan çıkan (TL’ye dönen) kişi ve kurumlar (bankalar aracı kurumlar…) kimlerdir?? Bunlar MASAK BDDK ve MİT tarafından rahatlıkla ortaya çıkarılabilir. Çıkarılır ve açıklanırsa büyük oyun da bozulur.. Ne var ki iktidarda AKP varken bu bağlamda beklenti deli saçmasıdır!

    İşte dış borçlanma böylesi bir zincirdir; bağımsızlığınız – egemenliğiniz kalmaz!

    Mustafa Kemal Paşa, 1923-38 arasında neden onca yokluklar içinde denk bütçe için vargücüyle titizlenmiş; yıkımlar arasından bir yıldız yükseltmiştir..  İlk belirleyici hücrelerine dek DÜRÜSTLÜK idi.. Tasarruf idi, verimlilik idi, çalışkanlık idi, yerli malı idi, ithal ikamesi idi, planlı kalkınma idi, kamu öncülüğünde karma ekonomi idi, özelleştirme değil tersine MİLLİLEŞTİRME – DEVLETLEŞTİRME idi.. Bu yüzden bir ekonomi mucizesi gerçekleştirildi ve 1929 Dünya Ekonomik bunalımı da yaşanırken, Merkez Bankası ancak 1930’da kurulabilen, bir yandan da Osmanlı’nın borçları ödenirken.. 15 yılda yıllık ortalama %6,5 büyüme geçekleştirildi. Bu inanılmaz başarıya Batı yazını (literatürü) “Mustafa Kemal’in Ekonomi Mucizesi” dedi!

    ÇARE : Yukarıda yazdık.. yinelemeye gerek var mı?? Kamu öncülüğünde planlı karma ekonomi! Başka hiç – bir yolu yok efendileri TAMAM MI!?

    Sevgi ve saygı ile. 25 Mayıs 2018, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

     

Ekonomide doğrular ve yanlışlar

Ekonomide doğrular ve yanlışlar

Erinç Yeldan
Cumhuriyet, 23 Mayıs 2018
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
AKP ekonomi idaresinin almış bulunduğu makro iktisadi kararlar ve yürütmekte olduğu dışa bağımlı, çarpık büyüme stratejisi çok ciddi yanlışlıklar içermekte ve ulusal ekonomimizi istikrarsızlığa sürükleyerek, tahrip etmektedir.

Söz konusu yanlışlar dizisi ve tahribat, önceleri “cari işlemler açığı finanse edildiği sürece sorun değildir” söylemi ile uygulanmış ve Türkiye ekonomisi kronik olarak dış dengelerinde bozulmaya itilmiştir. Daha sonra Cumhuriyet tarihimizin en derin krizlerinden birisi olan ve ulusal ekonominin %6.5 daraldığı 2009 krizinin dersleri görmezden gelinerek, “krizin Türkiye’yi teğet geçtiği” savlanmış ve Türkiye yeniden ve çok daha kararlı bir biçimde bir “ithalat cennetine” dönüştürülmüştür. Günümüzde de “enflasyonun asıl nedeninin yüksek faizler olduğu(AS: Yüksek faiz bir neden değil bir sonuçtur!) gibi gerek iktisat bilimi, gerekse de iktisadi tarihin deneyimlerine tümüyle zıt bir saplantıda ısrar edilerek enflasyonla mücadele politikası ağır derecede tahribata uğratılmıştır.
***
AKP’nin 2003’ten bu yana geliştirdiği ekonomik politikaların ana dayanağı dövizin her ne pahasına olursa olsun ucuz kılınması ilkesine dayanmaktadır. 2003’ten 2009 küresel krizine değin geçen sürede, AKP hükümetleri (ve Merkez Bankası yönetimi) dövizi ucuz tutarak bir yandan enflasyonist baskıları hafifletmeyi, öbür yandan da ithalat maliyetlerini düşürerek tüketim ve yatırım harcamalarını kamçılamayı öngörmekteydi. Ucuz döviz (aşırı değerli Türk Lirası) sayesinde dolar bazında ifade edilen milli gelir rakamlarımız da sanal bir biçimde olduğundan çok daha yüksek gözüküyor, bu da kamuoyunda bir AKP mucizesi olarak pazarlanıyordu. 
AKP’nin bu ilk dönemi küresel ekonominin de sanal ve istikrarsız bir büyüme içinde olduğu genişleyici bir konjonktüre denk düştü. Amerikan ekonomisi Avrupa ve Uzak Asya ile olan ticaretinde ciddi açıklar veriyor ve bu açıkları da yüksek hacimlerde dolar basarak ve küresel piyasalara tahvil ihraç ederek finanse ediyordu. Dolayısıyla, tüm dünyada faizler hızla düşerken, ucuz dolara dayalı döviz bolluğu dünya ticaret hacmini genişletiyordu. Ancak “yerçekimini yadsıyan” bu kendi kendine değer kazandırma hayali, reel ekonomilerin gerçekleriyle yüzleştiği noktada kriz patlak vermişti. 
Türkiye de bu dönemde göreceli olarak çok yüksek reel faizler sunarak (AS: dövizi de baskılayarak)  küresel ekonomide dolaşan bu finansal kâğıtları ve ucuz dolara dayalı sıcak parayı ulusal ekonomiye çekme uğraşı içindeydi. Söz konusu dönemde sıcak paraya dayalı büyümenin istikrarsızlık kaynağı olduğu ve ulusal sanayiyi tahrip ederek yapısal bir işsizlik tehdidi yarattığı yönündeki uyarılar “dövizin sıcağı soğuğu olmaz, cari açık finanse edildiği sürece sorun olmaz” türünden akıl ve bilim dışı bir retorik ile susturuluyordu. 
AKP bu dönemde uluslararası işbölümünde yüksek faiz sunan, bir ucuz ithalat cenneti olarak yer bulurken, yükselen piyasa ekonomisi unvanına layık görülüyordu. Bugün yaygın söylem ile 2003-2008 arası AKP’nin uyguladığı faiz politikasını betimlersek, en uygun sözcük “faiz lobisinin, AKP ekonomi idaresinin bizzat kendisi olduğudur.”
***
İktisada Giriş derslerinde bir ulusal paranın değerini ise üç biçimde tanımlanmaktayız: 
(1) faiz oranı; (2) ulusal paranın (burada Türk Lirası’nın) dövizler karşısındaki değişim değeri; ve (3) enflasyon oranının tersi. Para piyasasının “dengesi” bu üç tanımın uyumlu olmasından geçmektedir. Paranın değerini veren bu tanımlar arasındaki herhangi bir tutarsızlık, para piyasasında dengenin yitirilmesine ve bu dengesizliğin reel ekonomi kesimine de sıçramasına neden olacaktır. Dolayısıyla, enflasyon, faiz ve döviz kurunun aşınması birbirine bağlı olarak ilişki içindedir. Paranın bu üç tanımı arasındaki iktisadi ilişkiler herhangi bir “neden-sebep-sonuç” ilişkisi içermez, sadece bu üç öğenin birlikte hareket ettiğini belirtir. 
Nitekim enflasyon, özünde işgücü piyasalarındaki katılıkların ve dengesizliklerin para piyasalarına yansımasının bir ürünüdür. Enflasyonla mücadele ulusal ekonominin yapısal nitelikli sorunlarının çözümünden geçer, Merkez Bankası’nın günlük (kısa vadeli politika) faizlerinin düşürülmesinden değil. 
Yineleme pahasına yeniden vurgulayalım: 

  • AKP ekonomi idaresinin izlemekte olduğu bilim-dışı enflasyon politikası ve yürütmekte olduğu dışa bağımlı, inşaat betonuna dayalı büyüme stratejisi ulusal ekonomimizi istikrarsızlığa sürükleyerek tahrip etmektedir.
    ===============================================
    Evet dostlar,

    Ekonomi hocası Sn. Erinç Yeldan’ın yazdıkları böyle..
    AKP = RTE uzun zamanlardır bilim dışı takıntıları ile faiz yükseltilmesine karşı çıktı. Ülkenin ne durumlara sürüklendiğini gördük birlikte.. Londra ziyaretinde de saçma sapan sözler kullanılınca yangın iyice büyüdü.  Sonunda tükürdüğünü yalamak zorunda kaldı, dün gece TCMB faiz oranlarını bir kezde 3 puan daha artırarak %13,5’ten 16,5’e yükseltti!

  • Milyonlarca insan, koca bir ülke ileri derecede yoksullaştırıldı bu TEK ADAM dayatması ile.
  • Bu çok ağır bir bedeldir ve vebali bütünüyle Erdoğan’ın boynundadır; hesabı verilmelidir.
  • Tanrı, bir kulunu cezalandırmak istese idi daha ağır bir yaptırım uygular mıydı acaba??

    Erdoğan’ın kibiri – bilim dışı takıntıları… daha “resmen” Başkan olmadan bu ağır sonuçları doğurdu. Ulusal gelir ciddi oranda eridi, enflasyon daha da yükselecek, cari açık, dış ticaret açığı ve bütçe açığı (3’lü açık sarmalı!) daha da büyüyecek.. Bu günkü açıklamasında Erdoğan yine verileri çarpıttı : Kamu borçlarının ulusal gelire oranının %8,5 olduğunu söyledi!? Oysa kamu borcu 450 milyar $ ve 2017 sonu ulusal geliri 850 milyar $ dolayında ve oran %50’nin üstünde. Bu borç şimdi daha yüksek, gelir ise daha da küçüldü.. Erdoğan salt 2018 yılı verisini temel alarak sorunu gizliyor. Oysa böyle bir ölçüt yok. Ayrıca asıl olan salt kamunun borcu da değil.. Ülkenin toplam borcu özel sektörle birlikte! Bu rakam ise 700 milyar dolara dayandı. 245 milyar doları aşan özel sektör borçlarına kamu (Hazine) büyük ölçüde kefil. Örneğin şehir hastaneleri talanı başta olmak üzere kamu- özel ortaklığı masalı ile yürütülen pek çok uluslararası projede, yüklenicilerin dış kredilerine (borçlanmalarına) Hazine garantisi verildi üstelik kur garantisiyle!

    AKP = Erdoğan, sokaktaki insanı belki bir süre daha aldatabilir ve akıl – bilim dışı kibirli, dinci takıntılarıyla yarattıkları cehennemi kendilerine dönük operasyon gibi sunarak, yine mağdur edebiyatıyla 24 Haziran’da oylarını da artırabilir.. Ancak güneş balçıkla sıvanamaz! 16 yıldır sürdürülen har vurup harman savurma – yağma/talan bezirganlığının bedeli ödenecek, Türkiye’ye ödetilecektir. Elbette bu kaçınılmaz diyet ödemelerinden AKP = Erdoğan’a de er ya da geç hak ettiği pay düşecektir, düşmelidir..

    Sevgi ve saygı ile. 24 Mayıs 2018, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Vurun CHP’ye!

Vurun CHP’ye!

Cumhuriyet, 22 Mayıs 2018
(AS: Bizim ironik katkımız yazının altındadır..)

1) Tehlikesi yok; terör örgütüne üye olmadan yardım ettiğinizi veya cumhurbaşkanına hakaret ettiğinizi iddia ederek kimse sizi hapse atmaz… 
2) Havası var; CHP’ye yönelttiğiniz eleştiriye göre, solda veya sağda istediğiniz konuma yerleşir, entel görünürsünüz. 
3) Modaya uygun; herkes yapıyor, siz de yapın!
***
Demokratlık konusunda eleştirin: 
İsterseniz, “Çok demokrat, fazla müsamahalı, parti içinde bile disiplin yok” deyin…
İsterseniz tam tersini söyleyin; “Demokrat görünümlü ama aslında otoriter, parti içinde bile demokrasi yok” deyin.
***
Genel çizgi konusunda eleştirin: 
İsterseniz, “Sol parti, Türkiye’de seçmen çoğunluğu sağda, asla iktidar olamaz” deyin… 
İsterseniz, tam tersini söyleyin; “Sağdan oy istiyor, sağa açılıyor, bu yolla iktidar olamaz” deyin.
***
Devlet konusunda eleştirin: 
İster, “Üniter devletten yana, baskıcı ve faşizan” deyin… 
İster tam tersini söyleyin; “Federasyonu savunuyor, bölücü” deyin.
***
Mezhep konusunda eleştirin: 
İster “Alevicilik yapıyor” deyin… 
İsterseniz tam tersini söyleyin; “Alevilerin haklarına yeterince sahip çıkmıyor” deyin.
***
Etnikçilik konusunda eleştirin: 
İsterseniz, “Kürtçülük yapıyor” deyin… 
İsterseniz, tam tersini söyleyin; “Kürtlerin haklarını yeterince savunmuyor” deyin.
***
Genel Başkanı eleştirin: 
İsterseniz, “Çok efendi, İskandinav ülkelerinde iyi olur ama bizim millete yaramaz” deyin… 
İsterseniz tam tersini söyleyin; “Partililerini de, seçmeni de dinlemiyor, kendi dediğini bastırıyor” deyin.
***
Milletvekili adaylarını eleştirin: 
İsterseniz, “Solcular tasfiye edildi, çok sağcı” deyin… 
İsterseniz, tam tersini söyleyin; “Fazla solcu liste” deyin.
***
Sonuç olarak: 
CHP’yi eleştirin de eleştirin… 
CHP’ye vurun da vurun! 
Nasıl olsa Erdoğan/AKP iktidarına gücünüz yetmiyor… 
Sizin gücünüz yetse bile dalkavuk havuz medyası sesinizi duyurmuyor
Hiç olmazsa, böylece şimdilik kendinizi tatmin eder, sonra da, Tek Adam Yönetimi altında inim inim inlerken, “Ülkede doğru dürüst muhalefet yok ki, bütün suç CHP’nin” diyerek teselli bulursunuz! 
Bana gelince: 
1) DEMOKRASİYİ VE HUKUK DEVLETİNİ YENİDEN KURACAĞI İÇİN… 
2) ÇOCUKLARIMIZA İPOTEK KOYAN EĞİTİMİ ÇAĞDAŞLAŞTIRACAĞI İÇİN

CHP’Yİ DESTEKLİYORUM VE DESTEKLEMEYE DE DEVAM EDECEĞİM!
===============================================
Dostlar, 

Emre hocamız böyle yazmış..Tabii yıkıcı biçimde vurmayalım ama eleştiri olmadan demokrasi olur mu?
Hepsi bir yana da, Konya’dan halen tek Milletvekili olan Dr. Cüneyt Hüsnü Bozkurt neden konmadı listeye?? Aslanlar gibi bir Kemalist idi değil mi! Yürekli, birikimli, deneyimli..
Bir AKP kurucusu olan Abdüllatif Şener’e neden tercih edildi? Şener, Konya’dan 4 vekil çıkaracağız.. buyurdu. Hüsnü bey gene 1. olurdu, madem 4 çıkacak, Şener de haydi 4. demeyelim ama 2. ya da 3. yapılırdı..
Süheyl Batum da dışlandı..
Balbay da öyle..
Ama geçmişte Atatürk’e hakaret eden Bekaroğlu duruyor,
kodlu CIA ajanı olduğu her yede yazılan Avukat milletvekili gene aday!??!!
………….
…………..

En iyisi biz Emre Kongar hocamızı kırmayalım, elbet bir bildiği vardır!
Derin derin yutkunalım ve şu kritik  mi kritik 24 Haziran seçimini de geçirelim ve
hesaplaşma bir başka bahara kalsın..

Sevgi ve saygı ile. 22 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com



Seçimden önce!

Seçimden önce!

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
AKP’nin Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan geçen haftanın başlarında yaptığı İngiltere ziyareti sırasında, bir TV kanalında 15 Mayıs’ta yaptığı açıklamada, eğer  kendisi Cumhurbaşkanı seçilir, ancak Meclis’te karışık bir tablonun çıkması durumunda AKP-MHP ittifakı Meclis’te çoğunluk sağlayamazsasistemin tıkanmasına izin vermeyeceğini, bunu sağlamak için ellerinde A, B,C planı olduğunu açıkladı. Ancak Erdoğan bu çok önemli açıklamasının içeriği konusunda, bugüne dek kamuoyuna bilgi verme gereği bile duymadı.

Neden?

Duyarsızlığın bu kadarı? 
Adı demokrasi olan tüm devlet yönetimlerinin vazgeçilmez ortak özelliği şudur: Seçimlerde adaylar eşit koşullarda yarışmalıdır. Bu, demokrasinin en temel ilkesidir. 
Oysa Türkiye’nin siyasal yapısını köklü bir biçimde değiştireceği konusunda görüş birliği olan 24 Haziran seçiminde, çok büyük ve yıkıcı bir eşitsizlik var: Bir uçta HDP adayı Selahattin Demirtaş tutukludur; diğer uçta, devlet-parti-basın yayın bütünlüğünün tüm gücünü arkasına almış olan AKP adayı Erdoğan var. 
Erdoğan, seçim sürecinde TRT dahil devletin tüm olanaklarını kullanıyor; yetmiyor, yandaş sermaye oluşturarak ele geçirdiği ve ülkenin basın-yayınının %90’ına varan vurucu gücünden tek başına ve sonuna kadar yararlanıyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi demokratik seçimin temeli olan adayların eşitliği ilkesini hiçe sayıyor; hiçbir demokratik seçimde görülmeyecek bir tutumla diğer adaylarla birlikte kamuoyunun karşısına çıkmaktan ısrarla kaçınıyor. Bu ayrıcalıklı tutumuyla, örneğin Fox TV gibi tarafsız bir kanalın adayları tek tek de olsa kamuoyunun karşısında tartışmaya çağırdığı programa katılmayacağı anlaşılıyor. 
Erdoğan’ın kamuoyunu hiçe sayan ve seçmene büyük saygısızlık olan bu tutumu, aslında, demokrasi anlayışının ne kadar eksikli olduğunun çok somut bir göstergesidir.

Hemen açıklamalı! 
Başta CHP adayı İnce’nin estirdiği olumlu rüzgâr ve öbür muhalefet adaylarının özellikle bunalıma sürüklenmiş olan ekonomi konusundaki eleştirileri Saray’ı iyice sarsıyor! 
Tam da bu noktada, hele de demokrasi eksiği göz önünde tutulursa, Erdoğan’ın sözünü ettiği A, B ve C planlarının neler olduğunu açıklamasını istemek, başlı başına büyük bir anlam ve önem kazanıyor. 
Anımsanacağı gibi, Erdoğan, adını Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi – CHS koyduğu, dünyada bir benzeri bulunmayan siyasal yapıyı, topluma, siyasal krizleri önleyeceği ve ekonomiyi uçuracağı gerekçesiyle pazarlamıştı. Şimdi ise oluşturduğu yapının siyasal krizlere gebe olabileceğini ve o krizleri aşmanın da yalnız ve ancak kendisi ile olanaklı olduğunu öne sürerek bir kez daha vazgeçilmezliğinin altını çiziyor. 
Bu durumda muhalefetin ve demokratik kamuoyunun birincil görevi Erdoğan’ı, olası bir siyasal bunalımı çözeceğini öne sürdüğü A, B, C planlarını bir an öce açıklamaya zorlamak olmalıdır. 
Ülkeyi, ekonomisi, iç ve dış siyasetiyle büyük krizlere sürüklemiş olan ve kamuoyunu ve seçmeni hiç önemsemeyen Erdoğan’ın, yarının Türkiye’sinde de sorunlara çözüm üretemeyeceği çok açıktır. Krizlere sürükleyen mi kriz çözecektir sorusu özenle sorulmalı ve asıl bu nedenle onun krize çözüm planlarının içeriği tüm yönleriyle ve bir an önce açıklık kazanmalıdır. 
Diğer yönden Erdoğan’ın krize çözüm planlarını ayrıntılarıyla öğrenmek, Türkiye halkının ve sandığa gidecek seçmeninin en doğal ve vazgeçilmez hakkıdır.
====================================
Dostlar,

Üstadımız Sayın Prof. Dr. Yakup Kepenek hocamızdan nefis bir irdeleme..
Tek sözcük eklemeye – çıkarmaya yer yok. Ama gene de birkaç söz etmek gerek :

  • Erdoğan, “millet ne derse eyvallah” diyemiyor. Varsa yoksa BEN!
  • Bu tablo normal bir ruh sağlığına işaret etmiyor..
  • Narsistik kişiliğin girdaplarında – kuyularında boğulmak ve koca bir ülkeyi de feda etmek anlamına geliyor..

Buradan bir kez daha not düşmüş olalım akıl ve vicdan sahibi her-ke-se!
Ve de iş işten geçmeden…

Erdoğan, eğer meşru – hukuksal – demokratik ise bu A, B, C planlarını açıklamak zorundadır.
Açıklayamazsa, açıklamazsa tersini düşünmek gerekecektir ki; bu hukuk devletinde SUÇTUR!

Sevgi ve saygı ile. 22 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com


 

Sular çekilince…

Sular çekilince…

Ergin Yıldızoğlu
(AS: Bizim kapsamlı katkımız ve 10 önerimiz yazının altındadır..)

Günümüzün en deneyimli spekülatörlerinden W. Buffet’in deyimiyle Sular çekilince denize kimin donsuz girdiği ortaya çıkar”. Şimdi sular çekiliyor ve AKP rejiminin ülkeyi derin bir resesyonun, borç krizinin eşiğine getirdiği görülüyor. 
Geçen 10 yıl içinde, çevre ülkeleri, merkez ülkelerin küresel finans sisteminin çöküşünü engellemek için başlattıkları düşük faiz, 12-13 trilyon dolar parasal genişleme politikalarının yarattığı ucuz ve bol kredi dalgasından yararlandılar. 
O Merkez Bankaları, şimdi bu genişleme politikasını terk ediyor. ABD’nin, yükselen güçlerin basıncına, hegemonyasının gerileme sürecine uyum sağlama zorluğunun uluslararası alanda yarattığı riskler artıyor. Bu iki etkene bağlı olarak, dolar değerleniyor, ticaret savaşları başlıyor, petrol fiyatları yükseliyor.

Ortaya çıkanlar

“Yükselen piyasaların” 
yararlandığı dalga geri çekilirken, bu “denize” kimlerin donsuz girdiği ortaya çıkıyor. Listenin başında Arjantin ve AKP Türkiye’si var. Arjantin önlem almaya başladı. AKP rejimi yine realiteden kaçma çabasında! 

AKP’de temsil edilen siyasal İslamın rejimi altında Türkiye ekonomisinin, borçlanarak büyüme sarmalı ivme kazandı. Devlet, daha önemlisi özel sektör borçları hızla arttı, cari açık büyüdü. Şimdi ucuz, bol kredi dalgası geri çekilirken, siyasal İslamın “ahbap çavuş kapitalizmi” (borçlan, rant yarat, yandaşlarla paylaş, kimi projeleri gelirlerinin kapasitesinin çok üstünden garanti et, faizleri ve piyasa sinyallerini bastır) modelinin gerçeği de ortaya döküldü. 
Türk Lirası’nın kaybı Ocak (2018) başından bu yana %20’yi geçti. Ocak sonundan bu yana borsa yaklaşık %15 geriledi. Enflasyon hızlanıyor. 

  • The Economist bu hafta yorumunda Türkiye’yi “reytingi çöp derecesine düşen yükselen piyasa” olarak niteliyordu. 

AKP rejimi ise bu kritik durumun realitesini kavramaktan çok uzak. Geçenlerde Londra’da, rejimin liderini dinlemeye gelen uluslararası yatırımcılar, kendilerine verilen “faiz-enflasyon ilişkisi” dersindeReuters’in aktardığına göre “kulaklarına inanamadılar, şok geçirdiler”Financial Times, Yatırımcılar Erdoğan’la yemeğe oturdular,  iştahları kaç-tı” diyordu.

Seçimden sonra… 

AKP’de temsil edilen siyasal İslamın egemen sınıfının, onun liderliğinde şekillenmiş iktidar blokunun destek sınıflarının çıkarlarının, Türkiye kapitalizminin genel çıkarlarıyla çatıştığına daha önce dikkat çekmiştim. Kendini enflasyon-yüksek faiz ilişkisi üzerinden ileri sürülen saçmalıklarla gösteren bu çatışma artık sürdürülemez bir noktaya ulaştı. 

  • AKP liderinin, danışmanlarının, yandaş “ekonomistlerin” ekonomik duruma ilişkin saptamaları, Türkiye’yi, kaçınılması son derecede zor bir depresyonun, döviz krizinin beklediğini gösteriyor.

Türkiye kapitalizminde, “ekonomik büyüme” dış kaynağa/krediye bağımlıdır. Bu kaynağı getirenlerin Türkiye ekonomisinin borç ödeme kapasitesine güvenleri hızla dağılıyor. Bu sırada,

  • TL ve borsa değer yitirirken, AKP’yi destek sınıfları, ranta dayalı ekonomik çıkarlar ayakta kalabilmek için düşük faizde, devlet kaynaklarından beslenmekte ısrar ediyorlar:
  • Kriz giderek derinleşiyor. 

Seçimlerden sonra Türkiye’yi yönetecek olanlar, borçların çevrilmesi, ihracat malları üretimi için gerekli ithalatın finansmanı, ülkenin enerji gereksiniminin karşılanması için gerekli dış kaynak girişini canlandırmak (uluslararası piyasalara güven vermek) için faizleri hızla olağanüstü düzeylere yükseltmek zorunda kalacaklar:

Özel sektörde iflaslar, buna bağlı olarak işsizlik hızla artacak, toplam talep gerileyecek, ekonomik büyüme negatif alana, hatta depresyon düzeyine düşecek. 

Ya da Türkiye’yi yönetenler, düşük faiz politikasında ısrar edecekler. O zaman önlerinde TL’nin değerini korumak, borsanın çöküşünü önlemek için konvertibiliteyi, sermaye hesaplarındaki serbestliği kaldırmaktan, kimi servetlere el koymaktan başka çare kalmayacak. O zaman da dış kaynak akışı tümüyle duracak, borçlar çevrilemeyecek, üretimde, ihracat kapasitesinde, tüketimde şiddetli bir depresyon gündeme gelecek.

  • Tehlikenin farkında mısınız?

=========================================
Dostlar,

Hazin, çok hazin ama o ölçüde de bilimsel ve gerçekçi bir ekonomo – politik öngörüyü, İngiltere’de Ekonomi Doçenti, Cumhuriyet’in saygın yazarı Ergin Yıldızoğlu‘ndan aktardık. Yazının tümü çok önemli ve altı çizilerek birkaç kez okunmalı.. 

Özellik ve öncelikle AKP seçmenleri, Erdoğan ve danışmanları, AKP kurmayları okumalı!

Kasırga geliyorum diyor bütün öncül belirtileriyle.

  • Önce AKP=RTE mi; önce Türkiye mi?

Aylar önce de yazdık;

  • ..öyle ağır bir çöküntü yarattınız / yaratıyorsunuz ki, yeniden seçimi alsanız bile o yıktığınız Türkiye’yi yönetemeyeceksiniz; hep birlikte altında kalacağız.. 

Yapmayın efendileri Türkiye’ye kıymayın..
Hep eleştirmeyelim, çözüm önerileri sunalım…
Mülkiye de okumuş bir tıp öğretim üyesi ve 65’ine girmiş bir kıdemli yurttaş olarak öneriler sunalım :

  1. OHAL hemen kalkmalı
  2. Tüm yolsuzluklar yansız – bağımsız yargıya taşınmalı
  3. Gereksiz – verimsiz – dış borç doğuran tüm projeler (başta şehir hastaneleri!) durdurulmalı
  4. Kamu öncülüğünde planlı karma ekonomi ile üretim ve tasarruf seferberliğine başlanmalı.
  5. Dış ticarette takas ve karşılıklı ulusal para kullanımı olabildiğince yaygınlaştırılmalı.
  6. Yersiz, gereksiz, akıl dışı ve aşırı yüksek nüfus artışı mutlaka azaltılmalı.
  7. Suriye – Esad ile doğrudan ilişki kurularak göçmenler hızla ülkelerine yollanmalı..
  8. Dış borçlar için bir “mola alınmalı”, konsolide edilmeli, yeniden yapılandırılmalıdır.
  9. İç ve dış barış iklimi yaratılmalı, halka gerçekler anlatılmalı ve desteği istenmelidir. 
  10. Tüm bunları yapacak bir ULUSAL HÜKÜMET kurulmalı, bir süre “olağanüstü restorasyon dönemi” sürdürülmelidir.

Sevgi, saygı ve DERİN KAYGI ile. 22 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ATATÜRK GİBİ OLMAK

ATATÜRK GİBİ OLMAK

  • “Atatürk gibi olmak için 40 kütüphane dolusu kitap okumak gerek”

Prof. Dr. Süleyman Çelik

Atatürk’ün kuşağı daha doğmadan, Osmanlı İmparatorluğu dağılma sürecine girmişti. Çocukluklarından beri “vatan elde gidiyor” sözlerini duyan ve askeri okulda, kendilerine sürekli “birinci görevlerinin vatanı kurtarmak olduğu” öğretilen Atatürk ve arkadaşları okullarını bitirince, Vatanı kurtarmaktan başka bir şey düşünmeksizin görevlerine koştular ve kendilerini mücadelenin içinde buldular. Gittikleri yerlerde savaş yoksa bile ya bir isyan ya da bir ayaklanma vardı.

Büyük çoğunluğu evlenmeyi aklına getirmedi. Çünkü insan kendi canını düşünmeyebilir, ama eşini ve çocuklarını düşünmek zorunda kalır. Böyle bir sorun edinmek istemediler.  Örneğin, Kurtuluş Savaşı’nın önde gelen 7 askerinden beşi (M. Kemal Atatürk, Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele), yaşları 40 dolayında olmasına karşın hala evlenememişlerdi. Evli olan İsmet İnönü ile Fevzi Çakmak ise 30 yaşını geçtikten sonra, ailelerinin zoruyla evlenmiş, ancak eşlerinin yanında 15 gün bile kalamadan cepheye koşmuşlardı.

Hepsi vatanseverdi ve görevlerini canları pahasına büyük bir özveriyle yapıyorlardı, ama Atatürk onlardan farklıydı. Fark, Atatürk’ün onlardan daha çok okumuş ve dolayısıyla daha bilgili olmasından ileri geliyordu. Üstelik o, Lloyd George’un deyimiyle, “dünyaya yüz yılda bir nadiren gelen bir dahi” idi. O, diğerleri gibi yalnız verilen görevleri yapmıyor, bir yandan da dünyanın ve Osmanlı’nın genel durumunu değerlendiriyor ve çıkış yolu bulmaya çalışıyordu.

Çocuk yaşta başlayan okuma alışkanlığı, bir tutkuya dönüştü ve ölene dek sürdü. Cephede bile yanında kitap taşıyor ve ateş hattında okumak için zaman yaratıyordu. Çanakkale muharebelerinin en kızgın döneminde Madam Corinne’e yazdığı mektupta, “savaşın sıkıntılarından kendisini bir an olsun uzaklaştıracak romanlar göndermesini” istiyordu. Yeni bir devlet kurdu, Cumhurbaşkanı olarak yaşadığı 15 yılda birçok devrimler, reformlar gerçekleştirdi; yapılanları halka anlatmak için sürekli  yurt gezileri yaptı. Bu denli yoğun işi arasında okumayı hiç bırakmadı. Gezilere giderken, her zaman yanında 1-2 sandık kitap taşırdı. Aynı zamanda bir yazardı ve ilk kitabını 27 yaşında yayımlamıştı.

Cumhuriyet’ten sonra, yaptıklarını övüp kendisine yalakalık yapanlara güler ve dostlarına işin sırrını açıklardı: “çocukluğumdan beri elime geçen 2 kuruştan biri ile kitap almasaydım, yaptıklarımın hiçbirini başaramazdım.”

Manastır Askeri Lisesi’nde okuduğu kitaplardan politik bilinç kazanmaya başladı. Fakat Abdülhamid sansürü yüzünden, Türkçe kaynak yok denecek kadar azdı. İstediği kitapları okuyabilmek için Fransızcasını geliştirmeye ve bu dile hakim olmaya karar verdi. Bu amaçla gönüllü Katolik rahiplerin işlettiği yerel bir misyoner okulunda dersler aldı. Yaz tatillerinde gittiği Selanik’te de Fransız Hıristiyan Frerlerin açtığı dil kursuna devam etti ve zamanla bu dili rahatça okuyabilecek kadar öğrendi.

Genellikle Jön Türkler tarafından yurda sokulan Voltaire, Rousseau, Auguste Comte, Montesquieu, Descartes gibi Fransız filozoflarının eserlerini okuyarak Fransız Devrimi ve dolayısıyla Aydınlanma düşüncesiyle tanıştı. Fransız ve Amerikan Yurttaş Hakları Bildirgelerini öğrendi. Atatürk, Manastır’da Avrupa Uygarlığını hazırlayan Aydınlanma felsefesini ve rasyonel düşünceyi benimsemiş, ulusal egemenlikten yana, monarşi karşıtı bir devrimci olarak İstanbul’a, Harbiye’ye geldi.

Dünyada, Büyük Prusyalı askeri kuramcı Carl von Clausewitz’den sonra gelen askeri kuramcı kabul edilen Colmar von der Goltz’un, daha sonra Osmalıca’ya da çevrilecek olan, ‘Das volk in Waffen  (Ordu Millet) adlı ünlü kitabının 1891’de yapılmış Fransızca çevirisini de askeri lise öğrencisi iken satın alarak okudu. İyi bir komutan olabilmek için iyi bir lider olmak gerektiği tezini öne süren ve politika-savaş ilişkilerini işleyen Goltz, Atatürk’ü çok etkiledi. Okul günlüklerinde kitabına sık sık gönderme yaptığı görülür. 1909’da İmparatorluğa görevli olarak yeniden geldiğinde, ondan “büyük bilgin ve düşünür” şeklinde saygıyla söz ettiği, görülecektir. Daha sonra Clausewitz’in, “Savaşın İdaresinde Temel İlkeler” kitabının Türkçe çevirisi yayımlandı ve Atatürk bu kitabı da okudu. Böylece Harbiye’ye başladığında yalnız politik değil, aynı zamanda bilinçli bir asker olmuştu.

Yabancıların kapitülasyonlara dayanarak dokunulmazlık kazanmaları ve Beyoğlu’nu adeta özerk bir bölge haline getirmelerinin bir yararı olmuştu. Abdülhamid’in yurda girmesine izin vermediği yayınlar, sansürsüz olarak yabancıların özel posta servisleri aracılığı ile getiriliyor ve Beyoğlu’ndaki kitapçılarda, bazıları el altından, bazıları açıktan satılıyordu. Genç Türkler de yayınlarını bu yolla gönderiyorlardı. Bunu keşfeden Mustafa Kemal’in en çok uğradığı yer Beyoğlu’ndaki kitapçılar oldu. Harp Okulu’nun Beyoğlu tarafında olması da işini kolaylaştırmıştı. Hafta sonu iznine çıktığında doğru kitapçılara gidiyor, Fransızca gazeteleri okuyor, yeni kitaplar satın alıyordu. Artık Fransızcasını iyice ilerletmişti. Şimdi daha iyi anlayarak ve daha derinine inerek inceleyebiliyordu.

Mustafa Kemal ayrıca, Harp Okulunda üç yıl Almanca öğrenimi gördü. Almancasını da kitap okuyacak derecede ilerletti. Daha sonra Almanca yazılmış askerlikle ilgili bir kitabın Türkçeye çevirisini de yapacaktı. Le Matin ve Le Petit Parisien en çok okuduğu gazetelerdi. Gazeteler, günceli yakalamak, yurt içi ve dışındaki gelişmeleri öğrenmek, böylece ufkunu genişletmek için kolay erişilebilen bir kaynak işlevi gördü. Türkçe gazeteleri de okumaya başladı ve iyi bir gazete okuru oldu. Gazetecilik o kadar hoşuna gitti ki, okulda arkadaşlarıyla elle yazılmış bir gazete çıkarmaya karar verdiler. Doğal olarak bu işi gizli yapacaklardı. Oysa gazete çıkarmak değil, okulda ders kitapları dışında kitap ve gazete okumak bile yasaktı. Mustafa Kemal kitap ve gazeteleri, herkes uyuduktan sonra gizli bir köşe bulur ve orada loş ışık altında okurdu.

Tarih doktorası da yapmış olan Emekli Büyükelçi Bilal Şimşir, Atatürk’ün kitap sevgisiyle ilgili ilginç belgeler bulmuştur: “Mesleğim dolayısıyla Londra, Paris, Roma ve Viyana Büyükelçiliklerimizin eski arşivleri elimden geçti. Bu arşivlerde, Tanzimat döneminden günümüze kadar pek çok değerli belge vardır. Belgeler arasında, zamanın Osmanlı ve Türk devlet adamlarıyla ilgili çeşitli yazışmalar da vardır. Bu yazışmalar arasında bir nokta özellikle dikkat çekicidir. O da şudur: Atatürk, yurt dışından sürekli olarak kitap sipariş etmiştir. Yurt dışından kitap sipariş eden tek Türk devlet adamı Atatürk olmuştur. Atatürk’ten başka bir padişahın, sadrazamın, cumhurbaşkanının ya da başka bir devlet adamının kitap sipariş ettiğini gösteren herhangi bir belgeye rastlamadım. İngiltere’den tavus kuşu yumurtası bile sipariş etmiş padişahlar gördüm. Ama kitap sipariş eden tek devlet adamı Atatürk olmuştur. Faturalar kitaplarla birlikte gönderilir ve paraları da kendi özel bütçesinden ödenir.

Atatürk’ün sipariş edip getirttiği kitapların bir bölümü, bugün Atatürk’ün özel kitaplığı kataloğunda görülmemektedir. Bu katalogda toplam 4289 kitap görünmektedir. Kayıp kitapları da hesaba katınca bu liste belki bir kat daha artabilecektir. Bu kitaplar üzerinde yapılan şöyle bir inceleme, insanı büsbütün şaşırtmaktadır. Atatürk, sipariş edip getirttiği kitapların hemen hepsini incelemiş, okumuştur. Kitapların üzerlerinde onun çeşitli notları, işaretleri bulunmaktadır.  Atatürk’ün kendine özgü okuma alışkanlığı vardır. Okurken önemli gördüğü yerlerin altını çizer, sayfa kenarlarına notlar alır, ünlem, soru işareti, dikkat gibi özel işaretler koyar. Bu şekilde, eleştirel bakış açısıyla okuduğu gibi uygulamada yararlanacağı konuları da belirlediği anlaşılmaktadır. Atatürk’ün okuduğu  kitaplardan 3997’si üzerinde bir araştırma yapılmış; altını çizdiği satırlarla, sayfa kenarlarına düştüğü notları bir araya getirildiğinde 500’er sayfalık 24 cilt kitap oluşmuştur.

Bilal Şimşir’in bulduğu bir belge çok ilginç; “Atatürk’ün hastalığı 1 Nisan 1938’de resmen açıklanmıştır. Hasta yatağında yatarken Le Monde gazetesinde Maya tarihi ile ilgili yeni bir kitap haberi okur. Paris Elçiliği’ne hemen bir yazı yazdırır: ‘Libraire Oriantale Paul Gauthner-12 rue Vavain, Paris VI- kitabevi tarafından yayımlanmakta olan, Dechiffrement de l’Ecriture Maya et Traduction de leurs codices (par Dr. Werner Wolf), isimli kitaptan bir adet, faturasıyla birlikte, gönderilmesini…’ 13 Nisan tarihinde Paris Elçiliğinden verilen yanıtta, bu kitabın basımının henüz tamamlanmamış olduğu ve matbaadan çıkar çıkmaz derhal gönderileceği’ bildirilir. Bu belge hakkında Bilal Şimşir, şöyle der: “Bu belgeler insana hüzün veriyor. Atatürk hasta haliyle, yeni yayınları izlemeye çalışmaktadır. O kadar ki daha basımı bitmemiş kitapları bile öğrenmekte ve sipariş etmektedir. Hem de ta Maya uygarlığına dahi ilgi duymaktadır. Araştırma, inceleme, okuma tutkusu, kitap sevgisi engindi Atatürk’ün. Ne yazık ki bu son kitabı okuyup incelemeye ömrü yetmemiştir.”

Atatürk’ün okuduğu kitapların sayısı, ölümünden sonra tereke yargıçlığınca tutulan kayıtlara göre 7333 adettir. Bu sayıya değişik kütüphanelerden alıp okuduktan sonra iade ettiği kitaplar dahil değildir. Ayrıca Selanik düşman eline geçtikten sonra, annesi ve kız kardeşi, öbür eşyaları olduğu gibi kitapları da bırakıp kaçmışlardır. Ki cepheden cepheye koştuğu için sabit bir evi olmayan Atatürk, günlük kullandığı eşyaları dışındaki eşyaları ile birlikte kitaplarını da Selanik’teki evlerinde tutuyordu. Bu şekilde okuduğu kitap sayısının 10 binin çok üzerinde olduğu düşünülmektedir.

  • Yeryüzünde neredeyse hiçbir asker, hiçbir devlet adamı ve hiçbir devrimci, bu derece derin bir entelektüel birikime sahip değildir.

İşte Atatürk ile Kurtuluş Savaşı’nda kader birliği yaptığı asker ve sivil arkadaşları arasındaki fark bundan ileri gelmektedir. Atatürk, ünlü eseri Nutuk’ta der ki,

  • “Milli Mücadeleye birlikte başladığımız yolculardan bazıları, ulusal yaşamın bugünkü Cumhuriyete ve Cumhuriyet yasalarına kadar uzayan gelişmeleri, kendi düşünme, kavrama ve hayal etme sınırlarını aştıkça bana direnmeye ve karşı çıkmaya başlamışlardır, (M. K. Atatürk, Nutuk, c.1,s.16).

Okuma engelli olmaları nedeniyle, günümüzde de “kendi düşünme, kavrama ve hayal etme sınırları” yetersiz olan kifayetsiz muhterisler Atatürk’e düşman olmakta ve ‘kurbağanın boğaya öykünmesi gibi’ ona öykünmeye çalışmaktadırlar.

Ulusal Kurtuluşumuzun başlangıcı olan 19 Mayıs 1919’un 99. Yıldönümünde Yüce Atatürk’ü minnet ve şükranla anarken bunları düşündüm.

Bayramınız kutlu olsun…

Kaynaklar     :
Andrew Mango, Atatürk- Modern Türkiye’nin Kurucusu, Remzi Kitabevi
George W. Gawrych, Genç Atatürk- Osmanlı subayından Türk devlet adamına
Lord Kinross, Atatürk- Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Altın Kitaplar.
Turgut Özakman, Diriliş- Çanakkale 1915, Bilgi Yayınevi.
Sinan Meydan, Akl-ı Kemal- Atatürk’ün Akıllı Projeleri, Cilt.1, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2012.
Recep Cengiz (ed.), Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar, 24 cilt, Anıtkabir Derneği yayını, Ankara, 2001
Bilal Şimşir, Atatürk’ün Kitap Sevgisi, in: Atatürk Dönemi- İncelemeler, Atatürk Araştırma Merkezi yayını, Ankara, 2006, s. 260-261.
====================================================

Sevgili dostumuz Prof. Süleyman Çelik hocamızı “bunları düşündüğü” ve de yazdığı için şükranla selamlıyoruz..
O’ndan ve değerli yazılarından öğrenmeyi sürdürmek istiyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 21 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com