Etiket arşivi: Büyük Atatürk

İnci ÖZDİL : AKP İktidarında Sanatın Durumu

İnci ÖZDİL :
AKP İktidarında Sanatın Durumu..

 

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz ve ilke olarak yılda 1 kez konferans verme olanağı bulduğumuz Ulusal Eğitim Derneğimiz, her hafta Cumartesi günleri geleneksel konferanslarını uzun yıllardır sürdürüyor.. Bu haftanın konuğu, ülkemizin ilk kadın orkestra şefi
Sayın İnci Özdil..

Sayın Özdil, 17 Kasım 2016 günü, ABD – AB – İsrail emperyalizminin Mart 2011’den beri iç savaşa sürüklediği ve ne acıdır ki yakın zamana dek Türkiye’yi de bu vahşi politikasına AKP üzerinden alet edip taşeron olarak kullandığı kanlı süreçte, Şam’da Suriye Ulusal Senfoni Orkestrası’na ustalıkla şeflik ederek enfes bir klasik müzik konseri gerçekleştirdi. Barışın öncü adımları gibiydi orkestranın kararlı “crechendo vuruşları“.. ve de “derechendo vuruşları” yaklaşan dingin barışı muştularcasına..
Gerçekten de öyle oldu ve yaklaşık 1 ay kadar sonra Suriye’de ateşkes, Rusya ve İran’ın sürükleyerek aklıselime davet ettiği Türkiye’nin de çaresiz boyun eğerek katılımıyla sağlandı ve BMGK’ince de (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi) el mahkum onaylandı..

Sanatçılar, Büyük Atatürk‘ün son derece yerinde tanımlamasıyla,

“..ışığı alınlarında ilk farkeden insanlardır..”

Sanat etkinlikleri savaş koşullarında bile sürdürülmeli (2. Dünya savaşında Churchill’in Londra’da asla kesmediği gibi!) ve ulusa güç ve moral vermeli, savaşım ve direnme enerjisi sağlamalıdır.. Böylesine stratejiktir sanatın toplumsal – psikolojik… katkısı ve işlevi..

Sayın İnci ÖZDİL ve tüm öncü – yaratıcı sanatçılara selam olsun..

AKP iktidarını da güzel sanatlara, pozitif bilime içtenlikli saygıya çağıralım bir kez daha..
Örneğin somut bir adımla, 9 yıldır çürümeye terk ettikleri Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi‘ni 6 ayda bitirip hizmete açsın.. Ayıplarını silsin..

Ulusal Eğitim Derneği’nin bu konferansına destek verelim..

Sevgi ve saygı ile.
05 Ocak 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Ahmet Saltık’tan konferans : 21. YÜZYILDA ATATÜRK’ü ANLAMAK…

21. YÜZYILDA
ATATÜRK’ü ANLAMAK…

Dostlar,

09 Kasım 2016 günü Ankara CANDOSTLAR CEMEVİ‘nde sunduğumuz yukarıdaki başlığı taşıyan görsel konferansımızın pdf yansılarına aşağıdaki erişkeden (linkten) ulaşabilirsiniz..
(179 yansı ve yaklaşık 6 MB olub oldukça varsıl bir içerik paylaşılmıştır..)

21-_yuzyilda_ataturku_anlamak_9-11-16_ahmet_saltik

Kör inanç – bilgisizlik temelli haksız – yanlış yargıları, ilkel öfke ve nefretleri değil..
Nankörlük yerini vefa ve şükrana terk edecek.. Diler ve umarız..

21-_yuzyilda_ataturku_anlamak_9-11-16

Sevgi ve saygı ile.
17 Kasım 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Eczacıbaşı VitrA Dünya Şampiyonu Oldu!

Eczacıbaşı VitrA Dünya Şampiyonu Oldu!

2016 Bayanlar Dünya Kulüpler Şampiyonası finaline çıkan Eczacıbaşı VitrA, İtalyan Pomi Casalmaggiore’yi 3-2 yenerek şampiyon oldu..

Eczacıbaşı VitrA, Dünya Şampiyonu Oldu

Eczacıbaşı VitrA, Voleybol Kadınlar Kulüpler Dünya Şampiyonası Finali’nde Pomi Cassalmaggiore’yi 3-2 yenerek şampiyon oldu.

Karşılaşmanın setleri 25-19, 20-25, 25-19, 22-25 ve 15-11 sonuçlandı. Geçen sezon da mutlu sona ulaşan Eczacıbaşı VitrA üst üste 2. kez şampiyonluğa ulaşmayı başardı.

EN BAŞARILI ÜLKE OLDUK

Türk takımları dördüncü kez mutlu sona ulaştı, böylece Türkiye şampiyona tarihinin en başarılı ülkesi oldu.

VakıfBank da turnuvayı 3. sırada tamamlamıştı. (23 Ekim 2016 Pazar 16:16, Haberler.com)
=============================================
Dostlar,

İşte Cumhuriyet’in çağdaş gençleri.. Akla ve bilima dayalı destek ve çalışmanın ürünü..

Büyük ATATÜRK‘ün

  • “BÜTÜN ÜMİDİM GENÇLİKTEDİR.!” sözü ne denli yerinde değil mi??

Sevgili sporcularımızı, onlara destek veren Eczacıbaşı holdingi kutluyoruz gönülden..

Yerel semayenin “ulusalcı – milli” olma niteliği mutlaka korunmalı.
Küresel sermaye ile işbirliği yapılabilir, yapılmalı ama ulusal çıkarlar alaeyhine değil..
Etik ve ahlak dışı, moral değerleri ve emeği dışlayan salt kâra odaklı bir sermaye anlayışı İLKEL ve KABUL EDİLEMEZ olarak ilan edilmel, ve dışlanmalıdır. Köprülerin altından çooook sular akmıştır. Dolayısıyla sermayenin de kendini yenilemesi ve ilkel – vahşi kodlarını terketmesi, post-moderniteye uyum sağlamasını diliyoruz.

Bilim, sanat – kültür  alanına da hakettiği desteklerin sistemli biçimde verilmesi ile ülkemiz her alanda uluslararası arenada saygın yerini alacaktır.

Bir ülkede çoooo pahalı, tantanalı, şaşaaalı fiziksel yatırımlar o ülkenin uygarlık düzeyine ilişkin gösterge olamaz. Hitler döneminde Almanya’da luks otoyollar vb. görsel – fiziksel yatırımlar yapılmıştı. Ancak Hitler’in otoyolları ülkeyi hızla faşizme sürükledi, yetmedi, Dünyayı kana boğdu. Türkiye’de de AKP – RTE fetişizm düzeyinde bu tür yatırımları kutsuyorlar. Kamu yararı, toplumsal faydayı ençoklama, dar kaynakları verimli kullanma ve hesap verme – saydamlık bağlamında çooook ciddi sorunlar ve şaibeler var. Halkın vergilerinden bu gösterişli yatırımlarla yandaş sermayeye kaynak aktarılıyor, açıkça KAPİTÜLASYON imtiyazları veriliyor.. AKP – RTE’nin ayrıca bütçe disiplini dışında olan bu olaüanüstü (ultra) lüks ve pahalı girişimleri ülkemizde demokrasiyi, insan haklarını, hukuk devletini, güzel sanatları ve kültürümüzü, bilim üretimimizi ileri taşımıyor. Halkın gelecek gelirlerine ipotek koyuyor, ülkeyi borçlandırıyor, çirkin siyaseti finanse ediyor, kara para aklamaya olanal veriyor..

Öte yandan ülkemizin masum, tertemiz gençleri, Türkiye’nin bu mide bulandıran görünümünü (imajını) iyileştirmeye çabalıyorlar..

Dün de Serbest dalış dünya rekortmeni Şahika Ercümen, Antalya’nın Kaş ilçesinde şehitler için yaptığı dalışta, 110 metrelik yeni bir dünya rekoru kırdı. Şahika Ercümen dedi ki 🙁http://www.haberler.com/sahika-ercumen-den-yeni-dunya-rekoru-8884004-haberi/)

– “Nefesimi şehitlerimiz için tuttum ve şehit çocuklarımız da bugün burada benimleydi. Arkamda ise tüm Türkiye vardı. Ülkemizin adını terör, darbe ile değil, böyle uluslararası başarılarla duyurmak istiyoruz.”

Şahika Ercümen'den Yeni Dünya Rekoru

Çirkin ve yeteneksiz siyasetçiye utançtan yerin dibine girmek ve ülke yönetimini ehil ellere bırakmak kalıyor..

Sevgi ve saygı ile.
23 Ekim 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Herkes ‘imam-hatipli’ olsun; bilimde-teknolojide Nobeller bizim olsun!

Herkes ‘imam-hatipli’ olsun;
bilimde-teknolojide Nobeller bizim olsun!

Ufuk SÖYLEMEZportresi

AYDINLIK, 13.10.2016

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Ülkede laiklik karşıtı, Cumhuriyet düşmanı, bir gerici karşı devrim dalgası geliyor üzerimize.

“Fen” liselerini bile “imam-hatip” yapmayı marifet sanan, ideolojik, mezhepçi, bağnaz bir bakış açısı büyük bir iştah ve de hınçla GATA’dan, köklü liselerimize kadar Cumhuriyet’in yüz akı kurumlarına büyük bir saldırı başlatmış vaziyette.

Dinimizi siyasallaştıran, Emevi zihniyetli, mezhepçi ve yobaz kafalar, Türkiye’nin dünyanın gelişmiş-zengin-modern ve çağdaş ülkelerinden hızla “negatif” yönde ayrışması için büyük bir hınçla çaba sarf ediyorlar sanki.

Hâlbuki uygar dünya, bugün Endüstri 4.0 olarak tanımlanan yeni dijital döneme geçiyor. Dijital Fabrikalardan, nesnelerin internetinden (internet of things), yapay zekâdan (Artificial Intelligence), Büyük veriden (Big Data), robotlaşmadan, nanoteknolojiden, uzaya-Mars’a insanlı yolculuklardan, teknolojinin demokratikleşmesinden bahsediyor, çalışıyor, icat ediyor, geliştiriyor, eğitiyor ve de zenginleşiyor.

Bizde ise, FETÖ’den sonra TV’lerde, Cüppeli Ahmet Hocayı mı yoksa Adnan Hocayı mı izleyeceğiz diye tartışıyor insanlar. Ya da Emniyeti “yazıcılara”, Yargıyı ”okuyuculara”, Sağlık Bakanlığını “Menzilcilere” Eğitimi “imam-hatiplere” mi teslim etmek daha güzel olur diye kafa yoruyor insanlar.

Hurafelerle, çoğu sahtekâr kerameti kendinden menkul sözde şeyhlerle-hocalarla, sonradan uydurulmuş birtakım hadislerle, Allah ile kul arasında kalması gereken dinimizi siyasallaştıran, ticari ve şahsi çıkarlarına alet eden, bağnaz-gerici-dinci bir ortaçağ karanlığına sürükleniyoruz adeta.

Bunların sözde dinciliği, siyasal İslamcılığı öyle bir şey ki, geçen gün düzenlenen “Avrasya İslam Şurasında” bile, komşu İslam ülkelerinin (Irak-Suriye) liderlerine ağzına geleni söylemeyi mubah görüyorlar. Bu kafalarla “eller Aya biz yaya” sloganı hayata geçecek gibi görünüyor.

Bu gidişatı şaşkın-çaresiz ve pasif bir biçimde izleyen geniş kesimler ise “Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” demekten başka bir şey kalmamış gibi davranıyor. Hâlbuki daha geç olmadan, başta tüm Anayasal kurumların ve Cumhuriyet’in kurucu değerlerine sahip çıkan tüm yurttaşların,

– sağ-sol demeden,
– köken-mezhep ayırmadan,  
– Atatürk’te birleşerek,

bu gidişata karşı demokratik bir kuvayı milliye anlayışı içinde, tavır koymaları, seslerini yükseltmeleri, güçlerini birleştirmeleri ve itiraz etmeleri gerekiyor. Elbette ki demokratik ve meşru yol ve yöntemlerle. Evet, daha da geç olmadan..

=======================================

Dostlar,

Değerli yazar ve siyasetçi (Eski Bakan) Sn. Söylemez, AKP’nin hırsına ve iştahına sınır olmadığını somutlamış.. O kadar ki, cüppeli bir yobaz, öldükten sonra cehenneme götürülen garibana falanca tarikattanım derse serbest bırakılacağını söyleyecek ölçüde kendinden geçiyor (meczup). Diyanet İşleri Başkanlığından, AKP iktidarından, Cumhuriyerin savcılıklarından, ilahiyat fakültelerinden… tık çıkmıyor.. İçtenlikli Müslümanlara soralım : İslamiyet bu mudur??

İşte büyük Atatürk‘ün aşağıdaki uyarısında dile getirdiği “mensuplar..” (tarikat mensupları) bunlar olsa gerektir..

  • “…. Efendiler ve Türk Ulusu, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar ülkesi olamaz. En doğru ve gerçek tarikat, uygarlık yoludur. Uygarlığın buyurduğunu, istediğini yapmak, insan olmak için yeterlidir…”
    (Atatürk’ten Anılar, Kâzım Özalp- Teoman Özalp, T. İş Bank. Yay. 3. bs. s. 69, 1995)

Bu çok tehlikeli sürüklenişe kaytsız kalınamaz.. Çözümü de işaret ediyor değerli Söylemez :

  • … başta tüm Anayasal kurumların ve Cumhuriyet’in kurucu değerlerine sahip çıkan tüm yurttaşların,

    – sağ-sol demeden,
    – köken-mezhep ayırmadan,  
    – Atatürk’te birleşerek,

    bu gidişata karşı demokratik bir kuvayı milliye anlayışı içinde, tavır koymaları, seslerini yükseltmeleri, güçlerini birleştirmeleri ve itiraz etmeleri…

    Katılıyoruz bu söyleme.. Halkımız elbette görecek gerçekleri ve gereğini yapacak..

    Sevgi ve saygı ile.
    14 Ekim 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

EĞİTİM-İŞ : LOZAN ANTLAŞMASI TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN TAPU SENEDİDİR, TARTIŞILAMAZ!

logo

LOZAN ANDLAŞMASI TÜRKİYE CUMHURİYETİ’nin TAPU SENEDİDİR, TARTIŞILAMAZ!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sarayda muhtarlarla yaptığı toplantıda, “1920’de bize Sevr’i gösterdiler. 1923’te Lozan’a razı ettiler” demiş, Atatatürk ve İnönü‘yü hedef alarak “Birileri bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştı” sözlerini sarfetmiştir.

Daha birkaç ay önce Lozan Antlaşmasının Yıldönümü’nde, “Aziz milletimizin inanç, cesaret ve fedakârlıkla elde ettiği zafer, Lozan Antlaşması ile diplomasi ve uluslararası hukuk alanına taşınarak tescil edilmiştir.” diyen Erdoğan, Cumhuriyet’in kazanımlarına saldırmaya kaldığı yerden devam etmektedir.

Lozan Barış Antlaşması, Atatürk‘ün tanımıyla

  • “Türk ulusu aleyhine, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın çöküşünü bildirir bir belgedir.”

Lozan Barış Antlaşması, geçmişte emperyalist devletlerin Ortadoğu ve Asya’ya ilişkin planlarını nasıl bozmuşsa, günümüzde de bağımsız ve laik bir Türkiye Cumhuriyeti, varlığıyla bölgeye yönelik emperyalist planlara engel oluşturmaktadır. Bu nedenle, Sevr’i hortlatmak isteyenler, Lozan’ın kazanımlarını yok etmek istemektedir.

Bugün özellikle AKP iktidarı döneminde, 93 yıl önce elde edilen Lozan Antlaşması’nın kazanımlarına sahip çıkılmamakta, Lozan müzakereleri sırasında yapılan baskı ve dayatmalarının benzerlerine direnç gösterilmemektedir.

Lord Curzon’un Lozan görüşmeleri sırasında İsmet İnönü’ye savurduğu “İleride dara düşüp bize yardım için geldiğinizde, burada reddettiğiniz her şeyi, cebimden çıkartıp önünüze koyacağım.” şeklindeki tehdit, bugün hala geçerliğini korumaktadır.

Ülkemizde sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarındaki karşı devrim politikalarını uygulayan AKP’ye ve emperyalist güçlere Lozan Barış Antlaşması’nın ilkelerine, değerlerine sahip çıkarak karşı koymalıyız. Unutulmamalıdır ki; çok zor koşullar ve olanaksızlıklar içindeyken kazandığımız özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi, bugün ülkemiz üzerinde oynanan oyunların bize boyun eğdiremeyeceğinin en önemli kanıtıdır.

Lozan Barış Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliğini, ülke sınırlarımızı, ulusal bütünlüğümüzü savunmadaki en güçlü tarihsel dayanağımız ve mirasımız olmaya devam edecektir.

Eğitim-İş olarak başta Ulu Önder Atatürk olmak üzere, Lozan görüşmelerini yürüten büyük devlet adamı İsmet İnönü ile emeği geçen bütün çalışma arkadaşlarını saygıyla anıyoruz.

EĞİTİM-İŞ MERKEZ YÖNETİM KURULU

===============================================

Dostlar,

10 Ağustos 1920’de Osmanlı’nın son padişahı sefil Vahdettin‘in sadrazamı Tevfik Paşa’nın Fransa – Sevr kentinde imza koyduğu harita aşağıdaki gibi.. Büyük ATATÜRK ulusumuzun önüne geçip “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM!” sloganı ile insanlık tarihinde örneği – benzeri olmayan bir büyük ulusal kurtuluş savaşı ve utkuyu kazanmasa idi, günümüzdeki misak-ı milli sınırlarına bile eişemeyecek, kırmuzu renkli topraklarda küçük bir yarı sömürge devletçik olacaktık. Belki de Türk ulusu tarih sagnesinden silinmiş olacaktı.. Erdoğan yalnızca Cumhurbaşkanlığı makamını değil, dilini – dinini -müslümanlığını da Lozan’a ve bu eşsiz Andlaşmanın kahramanlarına, Atatürk – İnönü‘ye borçlu..

sevr_haritasi

Bunca vefasızlık – değerbilmezlik, tarihsel gerçekleri yadsımak, az eğitimli milyonlarca yurttaşı yanıltmak yakışıyor mu Türkiye’ye ve böyle davrananlara?

Mustafa Kemal Paşa‘nın Sevr Andlaşması hakkında SÖYLEV’inde dile getirdiği çarpıcı gerçekler herkesi kendine getirmelidir :

Yüzyıllardır hazırlanan suikast planı!

  • “Lozan Barış Antlaşması Türk Ulusu’nun yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sèvres Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış, ‘büyük bir suikastın inhidâmını (yıkılışını) ifade eder’ bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir ‘siyasal zafer’ yapıtıdır. 

Hiç unutmayalım                             :

  • Büyük Millet Meclisi 19 Ağustos 1920 tarihli toplantısında, Sevr Antlaşması’nı imzalayan ve bunu onaylayan Şüra-yı Saltanat’ta bulunanların vatan hiyanetiyle itham olunarak
    vatansız sayılmaları kararını aldı. Aynı zamanda Büyük Millet Meclisi Hükümeti bu Antlaşma ile kendini hiçbir biçimde bağlı görmediğini de ilan etmişti.Yeni Sevr planları, BOP’un uzantısı olarak uygulamaya konulmuştur.
    Erdoğan’ın BOP eşbaşkanlığı görevi gereği midir Lozan Andlaşması hakkındaki
    son sözleri??

– “… Aziz milletimizin inanç, cesaret ve fedakârlıkla elde ettiği zafer, Lozan Antlaşması ile diplomasi ve uluslararası hukuk alanına taşınarak tescil edilmiştir….. Bu düşüncelerle,
Lozan Barış Antlaşması’nın 93. yıldönümünde, Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal başta olmak üzere, anlaşmanın mimarı olan tüm devlet adamlarımızı rahmetle anıyorum.””

Yukarıdaki sözler Erdoğan 24 Temmuz 2016 günü, Lozan Andlaması’nın 93. yılında yaptığı basın açıklamasında yer alıyor. (http://www.tccb.gov.tr/basin-aciklamalari/365/49743/lozan-baris-antlasmasinin-93-yil-donumu.html, 24.07.2016)

Bu durum karşısında Erdoğan’ın belleğinde – sağlığında ciddi bir sorun olabileceğini
akla getirmemek olanaklı mı??

Midemiz bulanıyor, acıdan kıvranıyoruz..

Ancak, topraklarımızı ve Türk Devrimi’nin bize kazandırdıklarını tartışmaya açamayız. 
Hiçbir iktidar bunu yapmağa yetkili değildir. 

Sevgi ve saygı ile.
30 Eylül 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
EĞİTİM-İŞ Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Dil Derneği’nin 15. Olağan Seçimli Genel Kurulu : 24 Eylül 2016 – Ankara

logo

Dil Derneği Üyesi
Sayın Ahmet Saltık,

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır…)

Dil Derneği’nin 15. Olağan Genel Kurulu 24 Eylül 2016 Cumartesi günü saat 11.00’de Ankara’da Türk Hukuk Kurumu salonunda (Adakale Sok No. 28 Yenişehir) yapılacaktır.

Dil Devriminin kurumu olan Derneğimiz, Atatürk’ün Türk Dil Kurumu’nun işlevini üstlenmenin ve sürdürmenin sorumluluğunu taşımaktadır. Bu nedenle öncelikle bilimsel, ekinsel ve sanatsal çalışmalara ağırlık vermek; yazın dünyamızı kucaklamak; çocuklar, gençler, öğretmenler ve akademisyenlere yönelmek, eğitim kesimiyle sıkı işbirliğini sağlamak zorundadır.

Bu önemli ve onurlu görevi, Dil Derneği üyelerinin değerli deneyimlerini, bilgi birikimlerini derneğimizin her alandaki çalışma ve etkinliklerine katarak gerçekleştirme kararlılığıyla ve aşağıdaki ereklerle dernek organlarına aday oluyoruz.

1)     Danışma Kurulu, Eşgüdüm Kurulu, asıl ve yedek üyeleriyle bir bütün olan Yönetim, Denetleme ve Onur Kurullarıyla öznellikten arınmış, bilgi paylaşımının sürekli kılındığı kurumsal yapı oluşturulacaktır.

2)     Sözlük Kolu ile Terim Kolu, etkin ve üretken işleyişleriyle dil alanında birer yetke olduklarını kanıtlayacaktır.

3)     Dil Bayramlarımız bilimcilerin, sanatçıların, ülkenin dört bir yanından dilseverin buluştuğu Ulusal Dil Kurultayı düzenlenerek kutlanacaktır.

4)     Süreli yayınlarımız, düşünsel etki yaratacak önemli tartışmalara, kavramsal çözümlemelere öncülük ederek dil alanının başvuru kaynakları olacaktır.

5)     Her düzeydeki okulla, üniversitelerle işbirliği yapılarak gelecek kuşaklara dil bilinci aşılayacak, dilimizin özleşmesi ve Türkçenin doğru kullanımını özendirecek ortak etkinlikler düzenlenecektir.

6)     Cumhuriyet kazanımlarını koruyup yüceltmeyi amaç edinmiş kurum ve kuruluşlarla güçbirliği yapılacaktır.

7)     Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu özerktir, özgürdür! Dil Derneği de kurum ve kuruluşlarla ortak çalışmalarda, işbirliklerinde bağımsızlığını koruyacak, herhangi bir siyasal yapılanmanın yönlendirmesi ya da koruyuculuğunu kabul etmeyecektir.

 

Yürütülecek işleri sorumlulukları paylaşarak, hep birlikte çalışarak yerine getirme anlayışıyla oluşturduğumuz ekteki Dil Derneği 2016-2018 Çalışma İzlencesini genel kurulumuzda bir arada olmak dileğiyle görüş ve değerlendirmelerinize sunarız.

Saygılarımızla. 18.09.2016

Bilgi için: Günay Güner: gunayguner@gmail.com * Hülya Küçükarashk@ada.net.tr
* Işık Kansu: ikkansu@gmail.com

dil_dernegi_2016-18_izlencesi

======================================

Dostlar,

Büyük Atatürk‘ün en kritik işlevli 2 kurumu olan Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu, Yüce Önderin vasiyeti çiğnenerek 12 Eylül 1980 darbesini yapanlarca devlet dairesine dönüştürülerek çalış(a)maz duruma düşürüldü. Dil Derneği, Atatürk’ümüzün kalıtı (mirası) olan Türk Dil Kurumu‘nun işlevini omuzlamak için kuruldu. Son derece sınırlı olanaklarıyla büyük çabalar sergiledi ve ürünler verdi günümüze dek. Kurucularına ve emektarlarına şükranımız büyük.. Atatürk‘ün bu 2 Kurumun yaşaması için İş Bankası hisselerinin bir bölümünün gelirlerini resmen vasiyet ettiğini biliyoruz.. Ancak hukuk ayaklar altında ve 12 Eylül’ün pek çok kalıntısı 1982 Anayasası kezlerce (17 kez!) değiştirilerek, 113 kez madde değişikliği yapılarak bambaşka bir Anayasaya dönüştürüldüğü halde, bu 2 kadim kuruma eski statüsünün verilmesi sağlanmadı.. AKP – RTE zaten 14 yıldır bu bağlamda kılını kıpırdatmadığı gibi, Anayasada öngörülen Atatürk Kültür Dil Tarih Yüksek Kurumu‘nun çalışmalarını bile desteklemedi!

Önümüzdeki “mini” anayasa paketinde haliyle yok..
“Yeni anayasa” heveslilerinin hiçbir taslağında ne yazık ki yok!

Dolayısıyla DİL DERNEĞİ‘ni omuzlamak gene yurtsever devrimcilere kalıyor..

Sayın Başkan Sevgi Özel ve çalışma arkadaşları sanırız 7-8 dönemdir görevdeler (14-16 yıl)..
Sağolsunlar büyük ve anlamlı emekleri oldu.. Şükran borçluyuz 1 tuğla koyana bile! Sn. Başkan Özel, 25 Nisan 2013 günü Dernekte bizden bir konferans rica etmiş ve “DEVLET ve DİL” konulu bu konuşmayı yapma olanağı bulmuştuk.

Bize gelen e-iletiden anlıyoruz ki, bu kez bir liste (ve program!) daha var yukarıda sunulan.. Tüm adaylara başarı diliyoruz.. Bizi telefonla arayarak “Onur Kuruluna” adaylık öneren Sn. Özel’e teşekkür ederiz. Yine telefonla ve e-ileti ile adaylık çalışmalarını duyuran Sn. Hülya Küçükaras‘a da teşekkür ederiz.

24 Eylül 2016 Cumartesi günü saat 11:00’de Türk Hukuk Kurumu‘nda buluşmayı diliyoruz..

atanin_turkce_hk-_soylemi

Sevgi ve saygı ile.
24 Eylül 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Dil Derneği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TBB Başkanı Prof. Feyzioğlu : Başka vatanımız yok!

TBB Başkanı Prof. Feyzioğlu :
Başka vatanımız yok!

(http://www.barobirlik.org.tr/YaziliBasin3738.tbb, 13.09.2016)

=========================

Dostlar,

Doğru söze ne denir!?

Büyük ATATÜRK uzuuun onyıllar önce reçeteyi bize vermişti:

  • Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına / ahalisine Türk milleti denir..

    Gemiyi batırmamanın yalın reçetesi bu!

    Sevgi ve saygı ile.
    13 Eylül 2016, Datça

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Her şey 9 Eylül günü başladı

Her şey 9 Eylül günü başladı

portresi

 

Emin ÇÖLAŞAN
SÖZCÜ, 09 Eylül 2016

 

Sevgili okuyucularım, ne acıdır ki yakın tarihini bilmeyen ve öğrenmek istemeyen bir millet haline dönüştük.
Milletçe elde ettiğimiz bağımsızlık, bugünkü iktidar tarafından özellikle örtbas edilmek isteniyor.
Ulusal bayramlarımızın kutlanması bile artık yasak!..
Çünkü Türkiye’de ulusalcılığı değil ümmetçiliği yaygınlaştırma peşindeler.
Bugün 9 Eylül… İzmir’in kurtuluşu
Sadece bir kentimizin değil, ülkemizin kurtuluşu anlamına gelen bir gün.
* * *
1914-1918 arasında dört yıl boyunca Birinci Dünya Savaşını yaşadık. Müttefikimiz Almanya ile birlikte bu savaştan yenik çıktık ve teslim olduk. Irak, Suriye, Ürdün, Filistin elimizden çıktı.
30 Ekim 1918: Osmanlı, Mondros teslim anlaşmasını imzaladı. Silahları bıraktık…
Hemen ardından Osmanlı’nın başkenti İstanbul İngilizler ve Fransızlar tarafından işgal edildi.
Düşman orduları Anadolu’nun dört bir yanına girdiler ama bu da hızlarını kesmiyordu.
15 Mayıs 1919: Gücünü İngiltere ve Fransa’dan alan Yunan ordusu İzmir’i işgal etti. İşgal giderek bütün Ege bölgesine yayıldı.
19 Mayıs 1919: Mustafa Kemal Paşa işgalden dört gün sora Samsun’a çıkıp milli mücadeleyi başlattı. 23 Nisan 1920: Ankara’da Büyük Millet Meclisi açıldı.
* * *
Yunan ordusuyla İnönü ve Sakarya’da kanlı savaşlar, meydan muharebeleri oldu.
Elinde hiçbir olanak olmayan yeni Türk devleti artık savaş alanlarında boy gösteriyordu.
Garp cephesi kuruldu. Ordu düzeni şöyleydi:
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Garp cephesi komutanı İsmet Paşa.
Emrinde iki ordu var. Birinin komutanı Yakup Şevki Paşa, ötekinin komutanı sakallı Nurettin Paşa. Ordumuzda sakallı olan tek general. (Sonraki yıllarda Atatürk‘e düşman oldu!)
* * *
Ankara hükümeti büyük bir gizlilik içinde büyük savaşa, büyük taarruza hazırlanıyor. İlk amaç düşman işgali altındaki Afyon’u kurtarıp oradan İzmir’e doğru atılmak.
Taarruz 26 Ağustos 1922 günü Kocatepe’den topçumuzun atışlarıyla başladı.
Yunan ordusu direniyordu ama bu direniş çok kısa sürdü. Ordumuz ilerlemeye başladı.
Üçüncü gün çok önemli bir gelişme oldu ve başta Trikupis olmak üzere düşman ordusunun bütün komutanları esir edildi.
Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Paşa esir komutanlarla görüştü. “Savaşta olur böyle şeyler, üzülmeyin. Siz görevinizi yaptınız” dediler ve kılıçlarını almadılar.
30 Ağustos 1922: Yapılan son meydan muharebesini ordumuz kazandı.
Mustafa Kemal Paşa‘nın “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” emri yerine getirilmeye başlanmıştı. Yunan ordusu İzmir’e doğru kaçıyor, arada kısa direnişler oluyor, ancak geçtiği her yeri yakıp yıkıyordu.
* * *
Hızla ilerleyen Türk askeri bir rekor kırıyordu. 30 Ağustos günü yürüyüş başlamıştı. Ele geçirdiğimiz Afyon’dan İzmir’e askerimiz sadece dokuz günde ve yürüyerek yetişti.
9 Eylül sabahı İzmir’e girildi. İlk birliğimiz Konak meydanındaki hükümet binasına bayrağımızı çekti, kentteki binlerce Yunan bayrağı indirildi. Komutanlarımız iki gün sonra geldiler. İzmir’deki yabancı konsoloslar ve limandaki düşman işgal gemilerinin komutanları hemen başkomutanın ziyaretine gelip barış şartlarını görüşmek istediler. Zaferi kazandığımızı, artık geriye dönüş olmayacağını, karşılarında Vahdettin gibi satılık bir padişah olmadığını en sonunda görmüşlerdi.
* * *
11 Eylül günü İzmir’in Ermeni mahallesinde korkunç bir yangın çıktı. Elde yeterli itfaiye örgütlenmesi yoktu ve İzmir cayır cayır yanıyordu. Bugünkü kordon ve fuar alanı tümüyle yandı. Kentin yarısı yok oldu. Yangını kimin çıkardığı hiçbir zaman anlaşılamadı.
* * *
Sakallı Nurettin Paşa İzmir askeri valiliğine atanmıştı. Yunan ordusu İzmir’i işgal ettiği zaman Yunan bayrağı ile kutsayıp takdis eden militan papaz, Rum’ların dini lideri, baş piskopos Hrisostomos’u yanına çağırdı, azarladı. Yaptıklarının hesabını vereceğini söyledi. Sonra onu askerler eşliğinde bir yere gönderdi. Yürüyerek ve kelepçeli gidiyordu. Ahali onu yolda linç etti.
* **
Mustafa Kemal Paşa yangından sonra karargahını İzmir’in önde gelen ailelerinden Uşşakizade
lerin Göztepe semtindeki evine taşıdı. Ailenin kızı Latife Hanım’la orada tanıştı. Yurt dışında okumuş, üç dil bilen aydın bir Türk kadını idi. Bir süre sonra evlendiler ama bu evlilik yürümedi.
* * *
9 Eylül 1922’de İzmir’in ele geçirilmesi aslında Türkiye’nin gerçek kurtuluş günüdür.
Vatanın düşman ordularından arınma sürecinin son noktasıdır. İşgalci güçler bir süre sonra vatan toprağından temizlendi.
* * *
Artık yeni bir devletin temelleri atılıyordu. Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalandı, kapitülasyonlar kaldırıldı. Silahla kazanılan bağımsızlığımız ve egemenliğimiz bütün dünya tarafından onaylanmış oldu. 29 Ekim 1923… Cumhuriyet ilan edildi ve işte bu günlere geldik. O günlerde hiç kimsenin aklına bazı şeyler gelmezdi… Örneğin birileri çıkıp İstiklal Harbi kahramanlarından “İki ayyaş” diye söz edecek!.. Ulusal bayramlar tu kaka ilan edilecek ve kutlamalar yasaklanacak!.. Türkiye’de birileri din devleti kurma hayallerine kapılacak!.. Ama oldu. Bu da elbet geçecek.

===========================================

Dostlar,

Cumhuriyetimizin yetiştirdiği aydınlık kişiliklerden biri de hiç kuşku yok çoook başarılı gazeteci – yazar Sayın Emin Çölaşan‘dır..

Pek çok yazısı gibi bunu da çok anlamlı ve değerli bulduk ve 9 Eylül 1922 tarihli görkemli zaferimizin 94. yılında kendisine teşekkür ederek paylaşmak istiyoruz..

Biz de ekleyelim ki, Büyük ATATÜRK‘ün öncülüğünde Türk Milleti olarak bu büyük utkumuz (zaferimiz), o dönemin dünya devi ve jandarması, günümüzün ABD’sinin rolündeki İngiltere’de Başbakan Lloyd George‘un istifa etmek zorunda kalması sonucunu da doğurmuştu..

Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Paşa.. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtuluş ve kuruluşunda temel harcını koyan 2 kahraman asker ve deblet adamı.. Saymakla bitmez ülkemize hizmetleri..  Bu 2 saygın tarihsel kişiliğe sonsuz bir vefa, saygı ve şükran duyması gereken, onların sayesinde Başbakanlık koltuğuna erişen R.T. Erdoğan’ın 2013’te kullandığı “2 ayyaş” nitelemesini hazmedemiyor ve bağışlayanıyoruz.. Aradan 3 yılı aşkın zaman geçti, hala özür dilemedi.. dilemeli oysa.. Kendisinin yerine biz utanıyoruz ve 2 ulusal kahramanımız Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Paşa’dan bu değerbilmezliğe, çok ağır saygı kusuruna gülüp geçmesini, O’nu mazur görmesini istirham ediyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
09 Eylül 2016, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İstanbul Barosu : ANAYASA’nın TEMEL HÜKÜMLERİNE DOKUNULAMAZ

istanbul_barosu_logosu

ANAYASA’nın TEMEL HÜKÜMLERİNE DOKUNULAMAZ

(AS: Bizim kapsamlı irdelelememiz yazının altındadır..)

Bilindiği üzere son günlerde, Anayasamızın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilkelerini ve buna ilişkin maddelerini tartışmaya açma girişimi ortaya çıkmıştır. Bu girişimin, esasen Anayasayı ve Anayasal uygunluğu denetlemekle görevli Anayasa Mahkemesinin hukukçu olmayan başkanından gelmesi de ayrıca dikkat çekici ve düşündürücüdür.

Hatırlamakta ve hatırlatmakta yarar vardır ki, değiştirilemez bu maddeler;
– devletin şekline,
– Cumhuriyetin niteliklerine,
– devletin bütünlüğü,
– resmi dili,
– bayrağı ve
– marşına ilişkindir.

Bu üç temel madde ile Türkiye Devletinin
Cumhuriyet olduğu,
demokratik,
laik ve
sosyal bir
hukuk devleti olduğu,
tekil (üniter) bir devlet olduğu,
dilinin (AS: Resmi) Türkçe olduğu belirlenmiştir.
(AS : İnsan haklarına saygılı olma 1. özellik olarak sayılmaktadır..)

Görüldüğü gibi bu temel ilkeler, Devletin rejimi, yapısı, nitelikleri, üniter yapısı ile ilgilidir. Bunlar, 1923 yılında kurulan modern ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti‘nin temelini ve kuruluş felsefesini oluşturmaktadır. Hiçbir gerekliliği ve nedeni olmadığı halde, üstelik Anayasamızın 4. maddesine göre bu maddelerin değiştirilmesi teklif dahi edilemezken bunları tartışmaya açmanın, masumane ve samimi bir davranış olmadığı aşikârdır. Ülkemizde son yıllarda başta laiklik ve devletin üniter yapısı olmak üzere, bu kurucu temel ilkelere karşı yoğunlaşan açık saldırılar da dikkate alındığında, bunun belirli bir amaca yönelik planlı bir davranış olduğu da açıkça görülmektedir. Gene bu girişimin, ülkemizin 25 parçaya ayrılması yönündeki taleplerden ve düşüncelerden, Anayasa Mahkemesinin bu temel niteliklerle ilgili önemli kararlarından ve Yüce Mahkemeye karşı yapılan ağır, haksız ve planlı saldırılardan, Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü tartışma adı altında değersiz gösterme gayretlerinden sonra veya eş zamanlı olarak ortaya çıkması da ayrıca düşündürücüdür.

Bu ilkeleri tartışmaya açmak, Türkiye?nin rejimini, laik ve üniter yapısını, bayrağını, dilini tartışmaya açmaktır. Bu ise ülkemizi 85 yıl (AS: T.C. 2016’da 93 yaşında!) öncesine, yani 1923 yılı öncesine döndürme, Lozan Antlaşması’nı ortadan kaldırma çabalarından başka bir anlam ifade edemez. Her demokratik devletin kendisini, bu anlamda kendisini var eden temel ilkeleri ve felsefesini koruma hakkı mevcuttur. Anayasamızın 4. maddesi de bu korumayı sağlamaktadır. Ancak Türk Ulusu da bu ilkelerin koruyucusu ve kollayıcısıdır.

İstanbul Barosu bu ilkeleri koruma bakımından taraftır. Biz İstanbul Barosu ve hukukçular olarak, başta laiklik ve tekil devlet yapısı olmak üzere bu temel ilkelere, bunları koruyan anayasal hükümlere daima sahip çıkacağımızı, her durum ve koşulda bu ilkeleri koruyacağımızı ve kollayacağımızı, buna karşı yapılan hukuk dışı saldırılara sessiz kalmayacağımızı saygı ile Kamuoyuna duyururuz.

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI

========================================

Dostlar,

Adı “mini” de olsa, AKP tarafından gündeme taşınan ve muhalefetin de sınırlı – koşullu destek verdiği bir “anayasa değişikliği” paketi önümüzde..

Her an AKP’nin artık iyi bildiğimiz ayak oyunları ile içine beklenmedik madde ve saklı – gizli değişikliklerin yapılabileceğine ilişkin endişe ve kaygılarımız pek haklı olarak belirtelim. Örnekler öyle çok ki.. En yakını ve doğrudan ilgili olanı 12 Eylül 2010’da halkoylamasına “blok olarak” sunulan 26 maddelik Anayasa değişikliği paketi.. Örneğin günümüzün HSYK’sı ve yargının AKP tarafından ele geçirilmesi, FETÖ ile pazarlıklar ve FETÖ ile iktidarın paylaşımında sorun çıkınca da can düşmanı (gerçekte çıkar = siyasal iktidar kavgası!) olan AKP – FETÖ dalaşı bu değişikliklerle yakından ilgilidir. 26 madde halka blok olarak sunulmuş, “ya hep ya hiç” dayatması yapılmıştır. Halkın iradesine saygı ve demokratlık bu mudur?

Ya o dönemin kiralık – satılık kalem ve sözcülerine, sanatçılarına (!?) ne demeli?? Eğitimi ve nesnel haber alma kaynakları çook sınırlı Halkın beynini yıkamak için “yetmez ama evet” ayakoyunları!?

Pek çok Torba yasa içinde tuzak maddelerin gizlenmesi.. Örn. 667 sayılı 2.11.2011 tarihli YGK (Yasa Gücünde Kararname, KHK) içine Türk Tabipleri Birliğini kökten anlamsızlaştıracak bir madde konması… (Daha sonra Anayasa Mahkemesince iptal edildi bereket!) Bu elbette bir etik – moral sorun aynı zamanda ama AKP için her yol mübah, vız geliyor, böylesi değerleri ve kaygıları yok ne yazık ki!

  • Tüm yollar, artık deşifre olan 2023 hedeflerine = Anadolu Federe İslam Devleti’ne.. çıkıyor.. Ama yağma yok, bunu asla başaramayacaklar..

Dolayısıyla, bizce zamanı ve gereği hiç OLMAMAKLA birlikte, “mini” de dense Anayasa değişikliğine gitmenin zamanı ve gereği yokken “AKP ile aynı çuvala girmenin” anlaşılır yanı yoktur. Gelenin geçenin “kandırdığı” (!?) AKP, gerçekte kendisi bu bağlamda çoook mahirdir. Muhalefetin ağzı açık kalabilir.. İstanbul Barosu’nun 8 yıl kadar önce yayımladığı uyarıcı metni bu yüzden bir kez daha kaygı ile paylaşmak istedik.. Kaldı ki, AKP – RTE ne anayasa ne babayasa ne AİHS takmadan, 667-675 sayılı 9 OHAL Kararnamesi ile Türkiye’yi buldozer gibi düzlemekte..

TBMM, OHAL altında inletilen bir ülkede adeta sürgün tatilindedir..

28 kişilik = gerçekte TEK ADAMLIK bir oligarşi – monarşi neredeyse “mutlak” düzeyde Türkiye’yi tutsak almıştır.. 1876’da bile despot Padişah 2. Abdülhamit döneminde Meclis-i Mebusan kurulmuştu ve varolma yaşamı veriyordu..

Sonuç                                       :

1. “Mini” de dense AKP ile Anayasa değişikliğine Muhalefet partileri yanaşmamalıdır.
2. Anayasa’nın ilk 4 maddesi T.C.’nin varlık nedeni – tabusudur; asla DOKUNULAMAZ!

Büyük ATATÜRK‘ün  komutasında kazanılan 9 Eylül 1922 Büyük Zaferi’mizin 94. yılını bir kez daha coşkuyla kutlar ve o öncülere, kahramanlara sonsuz minnet ve şükranlarımızı sunarken; hala Cumhuriyetimizin temel değerlerini tartışıyor olmak, savunmak zorunda kalmak ve hele hele bu meşru savunma eylemini ülkemizin iktidarını her nasılsa ele geçirmiş günümüz siyasal kadrolarına / tarikatlar koalisyonuna karşı yapmak zorunda kalmak çok ağır geliyor bize..

Ne yazık ki karşıdevrim diyalektiği başka yol bırakmadı ve 1 kez daha başaracağız!

Sevgi ve saygı ile.
09 Eylül 2016, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

6-7 Eylül’den Dink Cinayeti’ne

6-7 Eylül’den Dink Cinayeti’ne

Fatih YAŞLI
BİRGÜN Gazetesi, 07.09.16
http://www.birgun.net/haber-detay/6-7-eylul-den-dink-cinayeti-ne-127290.html 

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Nasıl ki resmi tarih için “bütünüyle yalandan ibarettir” denemezse, gayri resmi tarih de her zaman gerçeğin tüm çıplaklığıyla yansıtıldığı bir ayna olarak görülemez; tıpkı resmi tarih gibi o da gerçekliği eğer, büker, çarpıtır, kendi “dünya görüşü”ne uygun bir hale getirir ve öyle sunar.

Resmi tarih, 6-7 Eylül olaylarını “Selanik’te Atatürk’ün evine bombalı saldırı düzenlenmesine milletin verdiği doğal refleks” olarak anlatır ve bu gerçeğin bütünüyle çarpıtılması demektir. Ancak liberal ya da muhafazakâr tarih yazımı da başka bir çarpıtmaya başvurarak şöyle der: “6-7 Eylül, İttihatçılıktan Kemalizm’e uzanan devlet geleneğinin ve vesayet rejiminin bir yansımasıdır.” (AS: Yıl 1955, Demokrat Parti tek başına iktidarda, Adnan Menderes Başbakan..)

Oysa olan biteni “bir siyasi geleneğin tezahürü” ya da aynı anlama gelmek üzere “devletin değişmez özü” üzerinden açıklayan bu yaklaşım açıkça “metafizik” bir nitelik taşımaktadır; çünkü olayları maddi bağlamlarından, gerçekleştirdikleri dönemin sınıfsal ilişkilerinden ve emperyalist dünya sistemi içindeki güç mücadelelerinden bağımsız olarak değerlendirmektedir. Bu ise az önce söylediğimiz üzere gerçekliğin eğilip bükülmesinden ve çarpıtılmasından başka bir şey değildir.

Peki o halde 6-7 Eylül nedir, 6-7 Eylül’de ne olmuştur?

Öncelikle şunun bilinmesi gerekmektedir, Türk dış politikasının 1950’lere kadar “Kıbrıs sorunu” diye bir gündemi hiç olmamıştır, Kıbrıs diye bir başlık yoktur. Ancak ne zaman ki Ada’da İngiliz emperyalizminin egemenliğine karşı Rumların merkezinde durduğu ve Kıbrıslı solcuların, komünistlerin de desteklediği bir ulusal direniş filizlenmeye başlar, Türkiye yönetici sınıfı da emperyalizmle işbirliği içinde meseleye dâhil olur ve ortaya bir “milli dava” çıkar.

Kıbrıs’ın Türkler ve Rumlar arasında bölünmesi talebini dile getiren “Ya Taksim Ya Ölüm” sloganı bu dönemi sembolize etmesi bakımından önemlidir ve aslında doğrudan İngiltere’nin Ada’ya dair planlarını yansıtır. Çünkü Ada’da Türklerle Rumlar arasındaki ihtilaflar büyüdükçe İngiliz egemenliğinin devamı kolaylaşacak, Ada halkının “self-determinasyon” talebi Birleşmiş Milletler gündemine gelemeyecektir.

6-7 Eylül bu perspektifle hayata geçirilir, İngiliz ve Türk istihbaratının işbirliğiyle, Atatürk’ün Selanik’teki evine yönelik düzmece bir saldırı tertiplenir ve sonrasında yine bu işbirliğinin ürünü olan “Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti” (KTC) aracılığıyla İstanbul’da halk sokağa dökülerek Rumlara yönelik iki gün süren bir yağmaya girişilir. Geriye dönüp bakıldığında plan başarılı olmuştur denilebilir; çünkü o zamandan bu zamana Ada’daki iki halk arasındaki ihtilaf da, İngilizlerin imtiyazlı konumu da devam etmektedir.

Demek ki mesele basitçe “İttihatçı geleneğin azınlıklara düşmanlığı” ya da “Kemalistlerin homojen bir ulus yaratmak için Rumları Türkiye’den kovması” değildir. 6-7 Eylül, emperyalizmden, emperyalizmle ilişkilerden ve Soğuk Savaş’ın ruhundan, yani anti-komünizmden azade bir şekilde okunamaz, aksi bir okuma bize gerçeğin ancak küçük bir kısmını verir ve geri kalanını ise tahrif eder, çarpıtır.

6-7 Eylül’ün üzerinden elli yılı aşkın bir zaman geçti (AS: 61. yıl!), 6-7 Eylül bu ülkenin azınlıklarına dair utanç tarihimizin bir parçası olmaya devam ediyor; benzer bir şekilde, bundan dokuz yıl önce gerçekleşen Hrant Dink cinayeti de alnımızdaki bir kara leke olarak yerini koruyor. Elimizdeki tek teselli ise 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası ortalığa saçılan belgeler sayesinde cinayetin iç yüzünün ve arkasındaki güçlerin açığa çıkması.

Dink cinayetinin de tıpkı 6-7 Eylül gibi bir siyasal dizayn operasyonu olduğunu ve birden fazla failin işbirliğiyle gerçekleştiğini artık çok daha net bir şekilde görebiliyoruz. Dink cinayetini yeni rejim inşasından ve bu inşa için yürürlüğe konulan emperyalizm destekli tasfiye operasyonlarından, yani Ergenekon ve Balyoz’dan ayrı bir şekilde anlamak mümkün görünmüyor, Dink’in katledilmesini mutlaka ve mutlaka yeni rejim inşası bağlamına oturtmak gerekiyor.

Trajik olan ise tıpkı 6-7 Eylül gibi Dink cinayetinin de liberal çarpıtmadan nasibini almış olması. Cinayetteki emperyalizm destekli Cemaat parmağını ve cinayetin yeni rejimin toplumsal mühendislik projesinin bir parçası olarak işlendiğini bilinçli bir şekilde gizleyen bu akıl, suçu “İttihatçı devlet geleneği”ne ya da “Kemalist vesayet rejimi”ne atmakta en ufak bir tereddüt göstermemiş, sonrasındaki süreci de “devlet bağırsaklarını temizliyor” diye desteklemişti, gelinen nokta ise burası oldu.

O halde yazıyı şöyle bitirelim: İlla ki 6-7 Eylül’den Dink cinayetine uzanan bir gelenekten söz edeceksek, asıl olarak emperyalizmle Türkiye yönetici sınıfı ve Türk sağı arasındaki ilişkiye bakmamız gerekiyor. Bu gelenek halen sürüyor, memleketi de beladan belaya sürüklemeye devam ediyor.

======================================

Evet Dostlar,

BİRGÜN Gazetesi yazarlarından Sn. Fatih Yaşlı‘nın sosyalist bakış açısıyla 6-7 Eylül 1955 acıklı (trajik) olaylarını değerlendirmesini paylaştık. Mederes hükümetini ayrıca bir gündem oyununa da gereksinimi vardı. DP tabanını pekiştirme (konsolide etme) gereeği şiddetle algılanıyordu. Nitekim sonraki yıllarda bu yapay politik gerilim VATAN Cephesi biçiminde somutlanarak Ulus DP’den yana adı geçen bu Cephe’ye kaydolanlar ve “ötekiler” olmak üzere ikiye ayrıldı. Radyolardan günlerce anılan Cephe‘ye üye olan yandaşların adları okundu. DP ve Başbakan Menderes bu gerilimden yararlanarak iç ve dış politikadaki özellikle ekonomik sorunları, ödenemez duruma gelen dış borçları halk yığınlarından saklamaya çalıştı. Ancak Türkiye tarihinin en ağır ekonomik bunalımı yaşandı ve

  • Türkiye Temmuz 1958’de uluslararası moratoryum isteyerek borçlarını ödeyemeyeceğini (=iflasını!) ilan etmek zorunda kaldı.

IMF gönderildi ve 1 $ = 2,80 TL’den 9 TL’ye çıkarılarak (çoklu kur) %300’ü aşan devalüasyon yaptırılarak 359 milyon $ dış borç (IMF kredisi diyorlar..) verildi (ayrıca 256 milyon $ borç ertlendi) ve daha alınacak daha çooook süt var hesabıyla “inek” kesilmedi! (4 Ağustos 1958 Kararları)

Sayın yazar Fatih Yaşlı bu kritik boyutu gözden kaçırmış. Yaşama ve sorunlara bir ideolojik gözlükle bakılınca ciddi yanlışlara düşülebiliyor. Büyük ATATÜRK bu nedenlerle olsa gerek, yaşamda en gerçek yol göstericinin akıl ve bilim -ya da BİLİMSEL AKILCILIK– olduğunu ısrarla vurgulamıştı. Ayrıca Kıbrıs Türkleri “self determinasyon” haklarını kullanıp KKTC’yi kurdular.. 30 yılı geçti (15 Kasım 1983).. Kaç ülke tanıdı?

Ayrıca İngiltere’nin Agratur ve Dikelya’daki üsleri uluslararsı anlaşmalarla güvenceye alınmıştır. Bu üsleri oradan kaldırmanın hukuksal yolu yoktur. Askeri gücü ola varsa buyursun kaldırsın.. Adadadaki 2 halkın çatışmasının – çatıştırılmasının İngiliz üslerine etkisi yok..

Daha çok yazmayalım, Fatih beye ayıp olacak.. Ama gazetede köşe yazmak bize çok ciddi bir iş olarak görünüyor.. Her durumda yönetimlerin saydam ve hesap sorulabilir olması ve bu tür mide bulandırıcı dalaverelere giriş(e)memesi dileğimizdir.

Bu arada, Hrant Dink cinayeti dahil karanlıkta bırakılan tüm cinayetler elbette aydınlatılmalı ve hesabı sorulmalıdır ki caydırıcı olabilsin sonrası için.. Bu amaçla ilk olarak içerdeki gladyoyu – kontrgerillayı tasfiye etmek zorunlu. 4 Nsan 1952’de NATO‘ya girdiğimizden / sokulduğumuzdan bu yana hiçbir iktidar bu yakıcı ve süregelen sorunun üzerine gidemedi..

Sevgi ve saygı ile.
07 Eylül 2016, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com