Etiket arşivi: Büyük Atatürk

DİL YANLIŞLARI

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

portresi

DİL YANLIŞLARI

Değerli arkadaşlar,

Son zamanlardaki ateşli, heyecanlı toplantılarda,  yurtsever aydınlarımızın ağızlarından duyduğum 2 yanlış ifade biçimine değinmek ve bu konuda  uyarmak istiyorum. Biliyorsunuz, “İnsanlar nasıl düşünürlerse öyle konuşurlar..” denir. Ama bunun tersi de doğrudur; yani
“Yalnızca düşünce dili değil, dil de düşünceyi etkiler..”.

Dış görünüşü bakımından, Dil Bilgisi kurallarına göre yanlışsız, hatta gönül alıcı ve kulağa çok hoş gelen söylem biçimleri aslında çok kurnazca kurgulanmış tuzaklara düşmemize neden olabilir. Aydınlarımızın
semantik (dil mantığı) yanlışlarından önemli 2’sini seçiyorum :

1. “Türkiye-li” tuzağı

Yabancı Ülkelerin Yurttaşlarının karşılığı Türkçemize zamanında bilerek ya da bilmeyerek (?) yanlış  deyimlerle sokulmuş. Şöyle ki: ABD vatandaşına “Amerika-lı” Norveç vatandaşına “Norveç-li” Çin vatandaşına “Çin-li”…vb. diyoruz. Öte yandan Rusya, Almanya, İngiltere, İtalya için aynı yanlışı yapmıyor; Alman, Rus, İngiliz, İtalyan, Yunan, Bulgar, Romen kelimelerini kullanıyoruz ki, doğrusu da budur.

Siz Amerika-lı, İsveç-li, Norveç-li, Polonya-lı vb… derseniz, birileri de kalkıp
“Türkiye-li demekte ne sakınca var?” sorusunu sorar haklı olarak ve yanıtlayamazsınız. Kimi kez  telaffuzları zor da olsa, olabildiğince,
her ülkenin yurttaşını kendi dilinde olduğu biçimiyle ifade etmeliyiz.

Değerli arkadaşlar,

ABD vatandaşı “Amerikan”, İsveç vatandaşı “Svenska”, Polonya vatandaşı “Polska” dır… Ne yazık ki Dil Kurumu bu konuda duyarlı değil, alışılmış yanlışları sürdürüyor sözlüklerinde. Ama Yurtsever, ulusalcı aydınlarımızın aynı yanlışa düşmelerini kabul edemiyorum. Ulus-Devlet yapılanmalarında Ülke, Dil ve Yurttaş kavramları aynı kök sözcükle ilintilidir. 

Büyük Atatürk,

  • “Türk demek Türkçe demektir; Ne mutlu Türk’üm diyene!”

vecizesiyle bu ilintiye işaret etmek istemiştir… Hangi etnik kökenden gelirse gelsin,
(ya da öyle olduğunu sansın) Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşının adı “Türk” tür.

 2. “Kürt-Türk” tuzağı

İkinci tehlikeli yanlış barış ve kardeşlik çağrılarının sloganı haline getirilmiş “Kürt-Türk kardeştir,..” ifadesindeki gizli tuzaktır.

“Kürt”, ülkemizde bulunan (veya bulunduğu varsayılan) etnik kümelerden birine verilen addır.

“Türk” ise bir halk kümenin, bir Etnisitenin adı değil,  tüm bu etnik kümelerin birleşiminden oluşan Ulusun adıdır.

Büyük Atatürk,

  • “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.”
    tanımında bunu açıkça ifade etmiştir.

O halde aynı tümce (cümle) içinde yan yana Kürt ve Türk sözcüklerini eşdeğer anlamda kullanmak (yani her ikisi de ayrı birer milletin adıdır, veya her ikisi de ayrı birer halkın adıdır, anlamına) Tekil (Üniter) Devlet yapımıza yöneltilmiş tuzak anlatımlardan  biridir.

“İzmirliler ve Karşıyakalılar kardeştir” tümcesi dil mantığı (Semantik) açısından ne denli saçma ise (Çünkü “İzmirli” dendiğinde İzmir’in bir bölümü olan Karşayaka semtinde yaşayanlar da otomatik kast edilir zaten) “Kürt-Türk kardeştir..” anlatımı da o denli yanlış; birleştirici olmayan, ayrıştırıcı ve saçma bir anlatım biçimidir.
Örneğin bu anlatım yerine “Kürtler de kardeşimizdir” dense çok daha doğru olurdu.

Dil, Dil, Dil…. Anlaşabilmenin temeli doğru kullanılan Dildir.

Sevgilerimle. æ
1 Nisan 2013

 

18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi

18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi

Abbas GÖKÇE

18 Mart Çanakkale Zaferi’ni, milletimize Büyük Atatürk hediye etmiştir. O’nun Türk Ulusu’na kazandırmış olduğu bu büyük zaferin sonunda
Türk bağımsızlık savaşı başlatılmış ve Türk Kurtuluş Savaşı’nın temeli; Çanakkale’nin suları, Conkbayırı ve Anafartalar‘da atılmıştır.

Türk Milleti, İstanbul’u da kurtarmış bulunan Atatürk’ü; ilkin Çanakkale Zaferi ile tanımış ve 19 Mayıs 1919’da O, Samsun’a çıktıktan sonra bağımsızlık savaşını başlatmış ve bugünün Büyük Türkiye’si O’nun eseri olmuştur.

Çanakkale’ye bütün dünya devletleri yüklenmiş olmalarına rağmen;
O’nun askeri olan kahraman Türk Milleti ile birlikte o harikalar yaratarak mağrur düşmana lâyık olduğu dersi vermiştir.
Bu dersi adı “ Çanakkale Geçilmez!..”

Mustafa_Kemal_Canakkale_siperlerinde

Bu yalın tarihseli gerçekler karşısında; O’nu ve O’nun vatana ve millete yaptığı büyük hizmetlerini silmeğe kalkan bir zihniyet utanır mı bilmem?..

====================================

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ

Düşman sarmış her yanı, gökte kara bulutlar;
O yokluklar içinde kaybolmuştu umutlar!..
Yedi düvel birlikte yüklenmişler Boğaza;
Aldırmadan mevsime, bakmadan kışa, yaza.

O amansız düşmanlar kıyımıza varmıştı;
Bomba, tüfek, top sesi her tarafı sarmıştı!..
Siperinde Mehmetçik; Allah, Allah sesi var;
Mühimmatı değildi, düşmanlarınki kadar!..

Kalpte vatan sevgisi, en büyük güçtü O’na;
Bu uğurda şehitlik elbet bir hiçti O’na!..
Al bayrağın üstünde şanlı yıldız ve hilâl;
Conk Bayırı, cephede yine Mustafa Kemal!

Dokuz yüz on beş yılı ve martın on sekizi;
Bir ferahlık kapladı; yeri, göğü, denizi!..
Türk gücüyle inledi o gün mağrur düşmanlar,
Zafer marşı dinledi o gün mağrur düşmanlar…

Görmemişti tarihler böyle çetin bir savaş;
Yüz binleri püskürttük bir gecede arkadaş!
O yokluklar içinde harikalar yarattık;
Mağlup edip düşman›, cehenneme fırlattık!..

Kimi öldü denizde, esir düştü kimisi;
Düşmanları bir anda vurdu “Nusrat Gemisi”!..
Zafer öyle büyük ki, buna paha biçilmez;
Bütün dünya öğrendi Çanakkale geçilmez!..

Abbas GÖKÇE

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan hocamızın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için hazırladığı değerli derleme, yoğun e-ileti yükümüz içinde gözümüzden kaçmış.
Birkaç gün gecikme ile de olsa, sizlerle paylaşmadan edemedik.
Kendisine teşekkür ederiz.

Yazının sonundaki “bulmaca” da acı acı tebessüme neden oluyor..

Ama ülkemiz bu AKP cenderesini de aşacak; çağdaş uygarlık doğrultusunda
yoluna devam edecek.

Kadın arkadaşlarımız da, Kurtuluş Savaşımızda olduğu gibi belirleyici katkılar koyacaklar. Bu “türban” modası rüzgarı da aşılacak.
Aydın kadınlarımız konunun ardalanını görecek ve bu dayatmayı reddedecekler.
Anlaşılan o ki, bir süre bu deneyimi Türkiye yaşayacak..

Onlar ki, o zarif elleriyle top mermileri üretmişlerdi yeraltındaki işleklerde (atelyelerde).

Bununla da kalmamış, İnebolu’dan Afyon cephesine geceleri kağnılarla taşımışlardı.

Onlar ki, öküzün biri çatlayıp öldüğünde kendilerini koşmuşlardı onun yerine..

Onlar ki, Anadolu’nun dondurucu gece çiğinde mermiler ıslanmasın diye bebelerinin üstündeki örtüyü mermilere kaydırmış, bir süre sonra bebelerini donmuş bulmuş kadınlarımızdı..

ELİF’in Kağnısı” adlı şiirde (Fazıl Hüsnü Dağlarca) ne de yürek yakıcı bir biçemle (üslupla) işlenir bu kahrmanlık destanı..
Özüyle İnsanlık tarihine, biçemiyle şiir sanatına taçtır..

Bu görkemli şiiri daha önce web sitemize koymuştuk..

Okumak isteyenler aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayabilirler..

Fazıl Hüsnü Dağlarca : Mustafa Kemal’in Kağnısı 

http://ahmetsaltik.net/fazil-husnu-daglarca-mustafa-kemalin-kagnisi-poem-by-fazil-husnu-daglarca/

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 12.3.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun !

Değerli arkadaşlar,

Dünya Emekçi Kadınlar Günü 1905 yılından bu yana kutlanıyor.
Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmasını savunan toplumcu hareket Avrupa’dan Amerika’ya tüm Dünyaya yayılmıştı. Başlangıçta “eşit işe eşit ücret” sloganıyla başlayan hareket, giderek hemen her alanda yalnızca ekonomik değil; sosyal, kültürel, hukuksal her alanda eşit haklara sahip olmak mücadelesine dönüştü..

Emansipasyon” kavramı 2. Dünya savaşı sonrasında Avrupa’da çok kullanılan bir kavram oldu.

Bugün Dünyada Kadınlarının hak ve özgürlüklerini adil bir şekilde gerçekleştirmiş ülkeler aynı zamanda gelişmişlik merdiveninin en üst basamaklarında olan Ülkelerdir. Örneğin Türkiye Nüfusu ve Ekonomik büyüklüğü bakımından Dünya nüfusunun % 85’ini oluşturan ilk 20 Ülke arasında bulunuyor; ancak Kadın hak ve Özgürlükleri sıralamasında bu 20 ülke içinde 12. sıradadır (%60). Bu orantıyı nüfusu 5 milyonun üzerindeki 145 ülkeyi kapsayan büyük listeye uyguladığımızda,  87. sırada olduğunu görüyoruz. Türkiye, Dünya İnsani Gelişmişlik İndeksi (HDI) sıralamasında da
92. sıradadır.

Türkiye’de kadınlarımız Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, 1930’lu yıllarda, o zamana dek Müslüman topluluklarda düşünülmesi bile olanaksız erkek-kadın eşitliğini
Yüce Atatürk‘ün devrimleri sayesinde elde ettiler ve en azından yasal olarak hemen tüm sosyal haklarına kavuştular. Türkiye’de kadınların seçme ve seçilme hakkı, miras ve ailede hukuksal eşitlik, eğitim ve iş alanında fırsat eşitliği; Laik Cumhuriyetin kadınlarımıza bahşettiği nimetlerdir.

“Bahşettiği” diyorum, çünkü kadınlarımız öbür ülkelerde olduğu gibi bu sosyal hakları mücadele ederek kazanmadılar. Bu nedenle de çoğunlukla değerini anlamadıkları
bu hak ve özgürlükleri korumanın önemini, ciddiyetini maalesef kavrayamadılar.
Büyük Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşını birlikte yürüten Türk kadınından övgüyle sözeder ve şöyle der:

  • “Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil,
    omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın.”

Değerli arkadaşlar,

Sıcakkanlı, memeli canlı türlerinin çok büyük bir bölümünde türün güvenli sürmesini sağlayan sosyal örgünün kuruluşunda en belirgin rol dişilerin üzerindedir. Bu doğal kuralı, ‘Homo Sapiens’ lerde son 10 bin yıllık süreçte din olgusunu icat eden erkekler büyük ölçüde bozmuş ve küçük istisnalar dışında, insan toplumu “erkek egemen toplum” biçimine doğru evrilmiştir.

Düşüncem o dur ki; dinlerin baskıcı, dayatmacı cenderesinden kurtulamadıkça kadınlar gerçek anlamda özgürlüklerine kavuşamayacaklardır. Dolayısıyla gerçek anlamıyla barış içinde bir arada yaşayan insan toplum yapısı oluşamayacaktır. İnsanlığın yazgısı kadınların her alanda erkeklerle eşit düzeyde hak ve özgürlüklerine kavuşmalarına indekslidir. Bu bakımdan toplumdaki aydın kadınlara, hemcinslerinin prangalarını kırmak için özverili görevler düşüyor. æ

Kadınlarımızın  Genel durumu rakamlarla              :   

  • Türkiye’de ortalama yaşam süresi, kadınlarda 66 erkeklerde 64 yıl olmasına karşın nüfusun % 49,5 i kadınlar %50,5 i erkeklerden oluşuyor. (Her 100 kadına 102 erkek düşüyor)
  • Toplamda kadın başına çocuk sayısı 2,95. Doğum yapabilecek yaş aralığında olanların ortalama doğurganlıkları 2,2’dir.
  • Türkiye’de gelinlerin dörtte biri 16-19 yaş arasında…
  • Çalışabilecek durumda olan kadınların dörtte üçü işsiz.
  • 15 yaş üzeri kadınların % 20’si okuma-yazma bilmiyor. Erkeklerde bu oran %7
  • Meclis’teki milletvekillerinin % 14’ü kadın. 1935’te %5’le başlayan bu oran
    ne yazık ki 80 yılda ancak %14 düzeyine gelebildi.
  • İlginç bir istisna, akademik görevlerde kadınların payı Avrupa ülkelerinin çok üzerinde. Türkiye’deki Profesör ve Doçentlerin %30’u kadın. Avrupa’da bu oran % 15 kadar.
  • Türkiye’de Devlet memurlarının da %40 kadarı kadın, ancak 3 bin üst düzey kadronun 600 kadarı kadınların elinde, yani %20 dolayında. Oysa üst düzey Devlet yönetim kadrolarına  bakıldığında Avrupa’da kadınların oranı %40’ın üzerinde.
  • Türkiye’de Üniversite yönetimine bakıldığında iş değişiyor.
    165 Rektörden yalnızca 9’u kadın (%5).
  • Türk Silahlı Kuvvetlerindeki 40 bin subay içinde 1400 kadın subay var (% 3,5)
    ancak kadın general yok.
  • İş alanında kadınlarımızın etkisi Dünya ortalaması (%10) düzeyinde.
    35 Dolar milyarderinin 4’ü (%10) kadın. İşgücünde kadın oranı % 25.
  •  Veee…. kadınlarımızın % 65’i “türban” takıyor (Konda). Ev kadınlarının %75’i,
    Üniversite mezunu kadınların %15’i türbanlı.

****

Günün bulmacası

Aşağıdaki 14 kadın tiplemesinin her biri öbürlerinden bir biçimde farklı; ama 1 tanesi öbürlerinden o denli farklı ki ! Kim olduğunu  bulabilir misiniz? (süre 1 saniye) 

Kadin_tiplemeleri

Prof. Dr. D. Ali Ercan
08 Mart 2013

Rifat SERDAROĞLU : Operasyon Ümmet

 

Rifat SERDAROĞLU
portresi3
Operasyon Ümmet

  • Türkiye, bilimsel bir deyişle bir eriyiktir, mozaik değil. Mozaiğe vurdun mu darmadağın olur. Hâlbuki eriyik aynen kalır. Daha hoş bir ifadeyle,
    çağdaş anlamıyla Türklük, aşure gibidir. En ufak parçası eksilirse
    tadı bozulur. Bu memlekette altmışın üzerinde etnik kimlik, daha da fazla
    dinî unsur var ve bu aziz memleketi omuz omuza savaşarak kurduk. Kimliğimiz de belliydi: Türklük
    (Prof. Dr. M. Kerem Doksat)

Türkiye Cumhuriyeti, öncelikle “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesini ilan ederek
şunu diyordu;

  • Ey Dünya, ben bazılarınız gibi istilacı ve sömürgeci değilim. Kimsenin bir karış toprağında gözümüz yok. Bizim bir karış toprağımıza göz koyanla da
    ölümüne savaşırız .”
Cumhuriyeti kuranlar, bir daha cahiliye devrinin karanlıklarına düşmemek için
Lâiklik” ilkesini ilan ettiler. Devlet herkesin inanışına saygı duyacak ve
onun güvencesi olacaktı. Fakat din üzerinden insanların sömürülmesine,
toplumun geri götürülmesine karşı çıkılacaktı. Nitekim öyle oldu.

Türklerin “Ümmet- Ahali-Sürü” olmaktan kurtulup “Millet” olması,
adına Şıh-Tarikat ve Cemaat Piri denen adamların kulluğundan kurtulup
“Vatandaş” olmaları bugünkü “Bademlerin dedelerini” çok rahatsız etti.
Osmanlı zamanında bunlar ayrıcalıklı sınıf idiler. Bunlar hiç çalışmazlar,
halktan aldıklarıyla çok zengin bir yaşam sürerlerdi. Adeta devlet içinde devlet gibiydiler. Anadolu gençleri Kafkas- Yemen-Balkan Cephelerinde savaşıp
şehit olurlarken, tarikat müritleri askerlik yapmıyorlardı!Bunların çoğunluğu savaş zamanı, işgalcilerle işbirliği yaptılar, vatanı sattılar.
Allah’tan korkmadan, kuldan utanmadan yıllarca yalan söyleyerek
Büyük Atatürk’ü din düşmanı diye karaladılar. Her geçen gün, Atatürk’e olan “kinlerini” büyüttüler. Kendi mevkileri ve üç kuruşluk menfaatleri uğruna,
Türk Milletine bilerek ihanet ettiler.

Gerekçeleri de hazırdı; Türkiye bir İslam Devleti değildi. Dar-ul harp’tı.
Yani Türkiye’de İslam Devleti kurulana kadar, çalmak-soymak-düşmanla işbirliği yapmak günah değildi!

Yıllarca kinlerini büyüttüler. Cumhuriyet ilanından bu güne kadar,
Kürtçü-Bölücüler ve İslam Devleti isteyenler birleşip, T.C. Devletine
tam 28 kez isyan ettiler. Hiçbirinde muvaffak olamadılar. 
İşte son olarak,
dış destekli operasyonu 2002 yılından önce uygulamaya karar verdiler.
Bunun için 22 Ülkenin sınırlarının değişeceği, emperyalistlerin Müslümanları
yok edeceği bir plana “Eşbaşkan” oldular.

Bakın neler yaptılar?
-AKP İktidara getirildiğinde, PKK Narko-Terör Örgütünün
silahlı gücü büyük ölçüde bitirilmişti. Örgütün önderi, Suriye’den çıkartılmış ve paketlenerek Türkiye’ye teslim edilmişti.-AKP çıkardığı yasalarla ve Başbakan Erdoğan’ın Cumhuriyeti kuranları aşağılayan konuşmalarıyla, Bölücü örgüte ve taraflarına moral verdi.

-Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde askeri kışlasına, polisi karakoluna çektiler.
Terör örgütü takipten kurtuldu. Güvenlik güçleri çekilince, bölge halkı terör örgütünün silahlı militanlarına bırakılmış oldu.

-Sınır ötesi operasyonlar durduruldu.
Kandil yeniden PKK’nın toplanma merkezi oldu.

-PKK’ya bir de Barzani koruması sağlandı. Barzani, Türkiye üzerinden yaptığı
ticaret nedeniyle çok zengin edildi. Barzani ile ortak yatırımlara girildi.
Yetmedi, ellerinde Türk gençlerinin kanı olan bu eşkıya, AKP Büyük Kongresinde
“Onur Konuğu” ilan edildi.

Büyükşehirler Kürtçü Mafyanın eline bırakıldı. 11 yıldır bir tane Kürtçü Mafyası çökertilmedi. Kürt kökenli İçişleri Bakanları sokakları bile bunlara teslim ettiler.
İstanbul sokakları bugün bile birinin oğlundan, diğerinin kardeşlerinden sorulur.

PKK bu dönemde, Türkiye üzerinden elini kolunu sallayarak
uyuşturucu ticareti yaptı.

-Habur’da Türk Devletinin Yargıçları-Savcıları, terör örgütünün önünde yem yapıldı. Habur olayı örgüte, “Gördünüz mü, devletin Yargıcı-Savcısı bile
bizim emrimizde. Bizi nasıl saldılar.”
 deme olanağını sağladı.

-Oslo’da Türk Devletini, PKK Narko-Terör örgütünün önünde çöktürdüler.
T.C. Devletinin memurları, Başbakan Erdoğan adına yaptıkları bu görüşmede,
Sizinle savaşan Ordu şimdi içerde.” diyecek kadar ihanet içinde oldular.

-Türk Ordusu’nun kahramanları, Cemaat-AKP-ABD işbirliğinde, sahte dijital deliller üretilerek zindanlara atıldılar. Türk Ordusu’nun komuta heyetinin neredeyse yarısını içeri atıp, Ordu’nun direnme gücünü kırdılar. Cemaat yetiştirmesi,
satılmış bir-iki komutan bozuntusu da bunlara dörtayak durdu.

Herkesi dinlediler, herkesi fişlediler. İşadamlarını, Gazete Patronlarını
tehdit ettiler, herkesi korkuttular. “Başbakan benim velinimetimdir.
O ne isterse o yazılacak..” diyen lavuk patronlara gazeteler satın aldırdılar.

PKK asker-polis öldürdü, “Provokasyon var, Ergenekoncular yaptırdı” dediler.

-Türk Milleti demek, Türk’üm demek ırkçılık-ayrımcılık oldu.

-PKK Narko-Terör örgütünün liderini, Anayasa için talimat verecek,
kandildeki çakalı da “Ya diz çökersiniz ya da savaşırsınız” diyecek hale getirdiler.

-Kanlı terör örgütünün Kandildeki başı ile PKK bayrağı ve Öcalan resmi önünde
poz verdiler. Bu fotoğraf ile Kürdistan’ın bayrağı-lideri işaret ediliyor ve
Kürdistan’ın kuruluşu ilan ediliyordu.

Tüm bunlar, adım-adım şunları diyebilmek için yapıldı.Kanın dinmesini istemiyor musunuz?
Analar ağlamaya devam mı etsin?
Kandan-ölümden mi besleniyorsunuz?
Yaptığımız terörü sona erdirmek içindir!”

Gerçek ise, BDP-PKK ile anlaşıp, yeni hazırlayacakları Anayasa’yı referanduma sunmak, hileli seçim sistemi sayesinde Türk Milletine kabul ettirip,

Federe İslam Devleti‘ni ve Büyük Kürdistan’ı kurmak!İstenen bu, yapılan da bu..

Ne yaparlarsa yapsınlar, ellerinden geleni arkalarına koymasınlar.
Sonunda gelecekleri yer Türk Milleti’nin önü olacaktır. Türk Milleti o gün
bu badem takımına da, Kürtçü-Bölücü takımına da, Barzani’nin adamlarına da kahredici şamarını indirecektir.

İşte o zaman benim işim “Barış sürecini destekliyoruz” diyen safları
Türk Milletine teşhir etmek olacaktır.

 

Yengilerinin Yıldönümünde İsmet İnönü’yü Anmak


Dostlar
,

Bilindiği gibi, 6-11 Ocak / 23 Mart-1 Nisan süreci; 92 yıl önce 1921’de, İnönü’de kazanılan 1. ve 2. İnönü savaşlarının kazanıldığı bir süreçtir.

Ya istiklal ya ölüm!” parolasıyla başlatılan “Bağımsızlık (İstiklal) Savaşı”mızın en zorlu döneminde, birleşik düşmanın Ankara’ya yürümesini önleyerek,
yakın tarihimize iki görkemli yenginin (zaferin) kaydedilmesini sağlayan
ulusal kahraman sevgin (aziz) İsmet İnönü’nün anısına unutmamalıyız..

Sayın Doç. Dr. Necati Ulunay Ucuzsatar, eksik olmasın bu görevi yaptı ve 22.1.13 günü Cumhuriyet’in 2. sayfasında aşağıdaki önemli makaleyi yazdı.

Büyük Atatürk ve can yoldaşi sevgin (aziz) İsmet İnönü‘ye,
ulusal kurtuluş savaşımıza emek veren, kan ve can veren tüm yurtseverleri, şehitlerimizi ölçsüz bir şükran ve saygı ile anıyoruz.

İnönü ile

Sevgi ve saygı ile.
27.1.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Yengilerinin Yıldönümünde İsmet İnönü’yü Anmak

Cumhuriyet, 22.1.13

  • Böyle umutsuz, korkunç ve kritik bir zamanda sayı ve silahça çok üstün bir düşmanla girişilen savaşta, soyadının Atatürk tarafından İnönü konulmasını sağlayan iki zaferiyle Albay İsmet, Mustafa Kemal Paşa’nın söylemiyle
    “vatanın makus talihini (ters alınyazısını) yenen” ilk Türk komutanı oldu.

Doç. Dr. Necati Ulunay Ucuzsatar

Bilindiği gibi, içinde bulunduğumuz 6-11 Ocak / 23 Mart-1 Nisan süreci; 1921 yılında, İnönü’de kazanılan Birinci ve İkinci İnönü savaşlarının kazanıldığı bir süreçtir. Bu yazıyı, “Ya istiklal ya ölüm!” parolasıyla başlatılan “Bağımsızlık (İstiklal) Savaşı”mızın en kritik zamanında, düşmanın Ankara’ya yürümesini önleyerek, yakın tarihimize iki görkemli yenginin (zaferin) kaydedilmesini sağlayan ulusal kahramanımız ve atamız merhum İsmet İnönü’nün anısına ithaf ediyorum.

Şevket Süreyya Aydemir, İsmet İnönü’yü Ulusal Savaşım’ın (Milli Mücadele’nin-1918-1923) “İkinci Adam”ı olarak ölümsüzleştirdi. Bernard Shaw, “Birinci adam güneşi, ikinci adam gölgeyi sever.” demişti. Shaw’ın bu söylemi Atatürk ve İnönü için değildi. Ancak, dünya tarihinin adı geçen iki büyük adamı, Türk ulusunun
en dehşetengiz ve acılı dönemlerinden olan Balkan (1911-1913), Birinci Dünya
(1914-1918) ve Türk Bağımsızlık (İstiklal, 1919-1922) savaşlarını birlikte yaşadılar.

İsmet Paşa, ulusumuzun can çekiştiği böyle bir dönemde yurdun kurtarılması ve
tam bağımsızlığı yolunda gerçekten her zaman Mustafa Kemal’in yanında ve O’nun desteğinde, bizlere bugün de örnek olacak bir sadakat ve bağlılıkla hizmette bulundu.

H. Edip Adıvar’ın “Türk’ün Ateşle İmtihanı” adlı yapıtında ortaya koyduğu gibi, özellikle 1. Dünya ve Bağımsızlık savaşları sırasında, vatanın içinde bulunduğu tablo karanlık bir tabloydu. O günler kara günlerdi. Çökmek üzere olan en son Türk imparatorluğunda yüz binlerce Türk çocuğu; amacı akıl ve mantığa, bilim ve tekniğe dayandırılmamış sınırsız bir serüven için Kafkasya’da, Galiçya’da, Balkanlar’da Romanya’da, Makedonya’da, Batı Trakya’da, İran’da, Libya’da, Mısır’da, Hicaz’da, Asir’de, Yemen’de, Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, Sarıkamış’ta ve Çanakkale’de çarpışarak kanını oluk oluk akıttı.

İnönü, 24 Eylül 1884’te, “Mustafa İsmet” adıyla yaşanan o acı ve kara günlerin başlamasından önce dünyaya geldi. 1877-1878 Türk-Rus (93) Savaşı’nda
Şıpka Geçidi’ni kahramanca savunan Hulusi Paşa’nın: “Büyüdüğün zaman ne olacaksın?” sorusuna “Asker” yanıtını verdi. Bu yanıtı, 32 yaka (apolet) numarasıyla Sivas Askeri Rüştiyesi’ne girince gerçekleşti. 1 Eylül 1903’te Topçu Harbiye Mektebi’nden Teğmen rütbesiyle mezun oldu. Yaşamı boyunca desteği ve gölgesinde kalacağı Atatürk’le, Pangaltı’ndaki Erkân-ı Harbiye’de (Harp Akademisi) tanıştı. Akademiyi 26 Eylül 1906’da kolağası (yüzbaşı) olarak bitirdi ve 2 Ekim 1906’da Edirne’de askerlik yaşamına atıldı. Orada 8. Sahra Topçu Alayı’nda bir bölük komutanı iken takdirlerini kazandığı Cevat Paşa tarafından ordu karargâhına alındı ve yüzbaşı rütbesiyle ordudaki paşalara ve yüksek rütbeli komutanlara, aylarca, tümen tabiyesi (taktiği), sevk-ul ceyş (strateji) ve topçuluk dersleri verdi.

Onaylamayıp Genelkurmay Başkanlığı’nı uyardığı halde, Balkan Savaşı’nın çıkacağı bir zamanda Yemen’e gönderildi. Beytuş-Şaban Muharebeleri başarısı sonrasında 26 Nisan 1912’de binbaşılığa yükseltildi.

1. Dünya Savaşı’nda, 14 Aralık 1915’te albaylığa terfi ettirildi ve Doğu’da 2. Ordu Komutanlığı’na atandı. Burada 1907 ve 1909 Selanik buluşmalarından sonra ilk kez 13-14 Mart 1916’da, Diyarbakır’da karşılaştığı Çanakkale zaferi kahramanı Mustafa Kemal Paşa’nın emrinde 2. Ordu Kurmay Başkanı oldu. Mustafa Kemal, Muş ve Bitlis’i Ruslardan kurtardıktan sonra 30 Aralık 1916’da Albay İsmet’i kendi ordusunun 4. Kolordu Komutanlığı’na atadı. İşte bu tarihten itibaren yakın tarihimizin iki büyük önderi birbirlerine derin bir sevgi ve saygıyla kalben bağlandılar ve düşüncede, yurdun kurtarılması için kararlılıkta ve sonrası devrimlerin gerçekleştirilmesinde bir ve beraber hareket ettiler.

Suriye ve Filistin’deki çarpışmalarından sonra Birinci Adam ve İkinci Adam, imparatorluğun çöküşünü ve acısını birlikte yaşadı. Osmanlı Devleti’nin teslim olup 30 Ekim 1918’de Mondros Silah Bırakışması’nı imzalamasından sonra, aralarındaki gizli paylaşım antlaşmalarını yürürlüğe koyan emperyal devletler, Atatürk’ün deyimiyle elde kalan en son “Türk atayurdu”nu istilaya giriştiler.

İngiltere, imparatorluğunun çıkarları için 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusunu
İzmir’e çıkardı. Doğudan Ermeniler, güneydoğudan Fransızlar ve Ermeni komitacıları ve batıdan Yunanlılar talan, yağma ve vahşetle saldırılara koyuldular.

Albay İsmet 1920 yılında İstanbul’dan kaçtı ve Ankara’da yeniden Mustafa Kemal Paşa ile buluştu. O Ankara’ya vardığı zaman, Trakya ile Kocaeli-Bursa-Uşak-Denizli-Muğla hattına kadar olan Batı Anadolu toprakları ve Güneydoğu illerimiz düşmanın işgali ve zulmü altındaydı. Doğuda Ermeniler, 1917 Bolşevik ihtilali nedeniyle çekilen Rus ordularının yerini almış katliam yapıyordu. Yurdun iç cephesi de padişah fermanı ve şeyhülislam fetvasıyla çıkarılan ayaklanmalarla çöküyordu. Ordu, silah, cephane ve para yoktu. Kazım Karabekir Paşa’nın Ermenileri yenmesi ve 4 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması’yla Doğu topraklarımızın kurtarılmasından sonra Batı cephesinde, henüz Kuvayı Milliye adı verilen halk güçlerinden düzenli bir ordu kurulmaya başlanması sırasında Demirci Mehmet Efe, Çerkez Ethem ve kardeşlerinin ayaklanmasını fırsat bilen İngilizler, Yunan ordusunu kuzeyden Bursa’dan ve güneyden Uşak’tan Eskişehir-Ankara yönünde saldırıya geçirdiler.

Böyle umutsuz, korkunç ve kritik bir zamanda sayı ve silahça çok üstün bir düşmanla girişilen savaşta, soyadının Atatürk tarafından İnönü konulmasını sağlayan iki zaferiyle Albay İsmet, Mustafa Kemal Paşa’nın söylemiyle “vatanın makus talihini (ters alınyazısını) yenen” ilk Türk komutanı oldu.

İnönü Zaferi’nin değerini Atatürk 

  • “…Yeni Türkiye Devleti’nin küçük, fakat ulusal ülkülü (milli mefkûreli) genç ordusu, en dar bir hesapla üç kat üstün düşmanı İnönü Meydan Muharebesi’nde yendi… İç hatların kullanılmasında savaş tarihine parlak bir örnek yazdı… İnönü yengisi (zaferi) Türk yurdunun, Türk bağımsızlığının ilk zafer müjdecisi olmuştur. Bu nedenle bu yengiyi kazanan Türk ordusunun tüm mensupları, dünya tarihinde unutulmaz şanlı bir menkıbe sahibi olarak sonsuza değin  yaşayacaklardır… Bu münasebetle Türk ordusu gazilerini saygı ve minnetle yad ederim. Ve şehitlerimizin aziz ruhlarına kutsamalarımı (takdisatımı) takdim eylerim.” 

söylemiyle vurguladı.

Esirler Dünyası

Güray ÖZ

Esirler Dünyası

Tüm dünyayı sarsan ekonomik krizin 1929-30 krizi ile karşılaştırılabileceğini söyleyenler haklı. Hemen arkasından o günün kapitalist dünyasının, New Deal hikâye, çareyi militarizmde aradığını ve bulduğunu söylemekte de sayısız fayda var.

1970’lerde ilk ipuçlarını bulabileceğimiz son krizin karakteri, gelişmiş kapitalist dünyadaki reel ekonominin artan bir ivmeyle canlılığını yitirmeye başlamasıyla,
kâr oranlarındaki düşme eğilimiyle kendini gösterdi. Belki şaşırtıcı gelebilir, ama aynı dönem, Almanya’nın, Japonya’nın 2. Paylaşım Savaşı’ndan sonra yeniden kendilerini gösterdiği, “Asya kaplanları” ve ucuz iş gücüyle Çin’in devreye girdiği yıllardır. Sonrası dünyadaki büyük altüst oluş, Sovyetler’in yıkılması, Varşova Paktı’nın dağılması, Almanya’nın genişlemesi, kapitalizmin yeni ve büyük bir pazar kazanmasıdır. Herkesi yanıltan parıltının, krizleri küçümseyen neoliberal böbürlenmenin kaynağı işte bu gelişmedir, ama genel düşme eğilimini
geri çevirememiştir.

***

Şimdi ortalığı toz duman eden kriz ise söylendiği gibi yalnızca finans dünyasının balonlarının patlamasıyla açıklanamaz. Kuşkusuz balonlar patladı, neoliberalizmin siyaset üzerindeki egemenliğinin mutlak gücünün aldatıcı olduğu ortaya çıktı,
ama yaşanan kriz bundan daha fazla bir şeydir.

  • Ülkeler iskambil kâğıtları gibi birbirinin üstüne devriliyor.

ABD çalkantının içinde ayağa kalkmak için dört dönüyor, krizi ihraç etmenin çaresini arıyor. AB’nin kodamanları fırtınanın bundan sonra uğrayacağı ülkeleri ve kendilerini nasıl kurtarabileceklerini düşünüyorlar. Pek çokları için Yunanistan artık kurtarılabilir ülke olmaktan çıktı, İspanya, Portekiz ve en vahimi İtalya topun ağzında ve bütün bunlar büyük AB rüyasının, Euro dünyasının sonu olabilir.

***

Ekonomi böyleyse ve kriz hızla yayılıyorsa, Çin en fazla “büyüyen” olmanın ne kadar yanıltıcı bir durum olduğunu gördükçe ve fakat çareyi kapitalizme entegrasyonu daha da derinleştirmek gibi bir büyük hatada aramaktaysa, büyük pazarını kaybetmemek için ABD’ye para aktarmakta devam ediyor ve koşar adım krize gidiyorsa işler iyice karışacak demektir.

Kapitalist dünyada bölünmeler kamplaşmalar bu nedenle hız kazandı. Finansal krizden çok daha fazla ve büyük bir krizi atlatmanın tehlikeli çarelerini arayanlar yalnız ekonomik değil, silahlı külahlı birlikler peşinde. Kendi silahlı gücünü kurma hayalinden vazgeçen AB şimdi yeniden NATO’ya sığınmıştır. Afganistan dağlarında “sehven”
sivil bombalayan NATO ise kendine Ortadoğu’da yeni görevler bulmuş gibidir.
Tüm kapitalist dünyada yavaş yavaş oluşan, olgunlaşan fikir, krizin klasik döviz faiz dalavereleriyle, finans dünyasının emme basma yöntemleriyle çözülmeyeceği fikridir.

Peki ne olacak öyleyse?

***

Kapitalist dünya, finans dünyasında balonların patlamasının buzdağının görünen kısmı olduğunu biliyor. Kriz daha derinde, yapının kendisinde. Çare olarak kilidi küflenmiş çekmecelerden çıkartılan Keynesçiliğin de işe yaramayacağı çok çabuk anlaşıldı.
Öteki çekmecedeki, sürekli kullanıldığı için paslanmamış, çok yönlü yararı sınanmış militarizm silahına başvurma zamanının geldiği kanısındalar.

Kundakçılar ellerinde benzin -petrol mü demeliyim- bidonları üstümüze üstümüze geliyorlar. Seçtikleri bölge bizim buralardır. Birbirleriyle bizim buralarda kapışıyorlar.

Biz, yani halklar, yani esirler dünyası, krizlerin faturası daima kendilerine ödetilmiş olanlar, birbirimizi kırmanın derdinde, başka hesaplaşmaların içinde, ölümcül bir kâbusun ortasındayız.

Bilmem uyanabilecek miyiz?
(Cumhuriyet, 21.11.12)

============================================================

Dostlar,

Sayın Güray Öz ne denli çarpıcı bir irdeleme yapmış değil mi??

Esirler Dünyası..

Köle Spartaküs’ün köleliğini  ayrımsaması (fark etmesi) tarihsel bir kırılma anıdır :

  • Bu zincir benim ayağımda ne arıyor ??
Derken, an gelir 10 Aralık 1948 olur.. Yani BM kurulur ve 3 yıl içinde
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi hazırlanır, üye ülkelerce benimsenir ve yayımlanır..
1. madde şöyledir :
  • Bütün insanlar hak ve özgürlükler bakımından eşit doğarlar..

Yani kölelik yasaklanmıştır.. Kölenin çocuğu köle doğmayacaktır.

Ama kapitalizm, insanları ekonomik köle olarak kullanmayı sürdürüyor..
Küreselleşme = Yeni emperyalizm ise iyice azgınlaştı.,
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi neredeyse içi boş bir metne dönüştürüldü.

Yazık.. Çok yazık..

10 Aralık 2012’de bu Bildirge 65. yılına girecek. Ne çok olgunlaştırılabilirdi bu uzuuuun dönemde. Büyük Atatürk‘ün çok önemli sözleriyle

“Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak isteyen kapitalizm” illetinden kurtulabilseydik..

2008’den beri süregelen, “zorlukla denetim altında tutulabilen
kapitalizmin dönemsel (periyodik) bunalımlarından bu sonki bizleri kaygılandırıyor.
Bilkent Üniversitesi’nden Prof. Erinç Yeldan da “Derinleşen Dış Kırılganlık”ı yazmış..
(Cumhuriyet, 21.11.12)

Dileriz en korkunç senaryo olan 3. Büyük Dünya Paylaşım Savaşı‘na sürüklenmeyiz.

Sevgi ve saygı ile.
24.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

2012 NOBEL EKONOMİ ÖDÜLÜ


Dostlar
;

ABD yine Nobel ödüllerini silip süpürdü deyim yerinde ise.

Bu arada 2012 Nobel Barış Ödülü’nün AB’ye verilmiş olmasını mutlaka kaydedelim. Böylelikle İsveç Karolinska Enstitüsü’nün poliiize oluşunun doruk bir örneğini daha gördük. Kestirimi zor olmayan birtakım ulusal lobilerin etkinliği tepelerde.
Yazık oluyor, bu ödül saygınlığını korumalı. “Rahmetli” Alfred Nobel‘in vasiyeti çiğnenmemeli. Orada konan ilkeler günün gerekleri ışığında güncellenerek korunmalı.

2012 NOBEL Ekonomi ödülüne gelince                   :

Lloyd S. Shapley ve Alvin E. Rothun çok değerli, nitelikli ve iyi niyetli olduklarından kuşkumuz yok. Kendileini içtenlikle kutlar ve emeklerini saygı ile selamlarız.

Ancak; bilim ve türevlerinden bu tür ödüller başlıbaşına bir soncul amaç / mit / fetiş değillerdir. Tüm insan çabaları gibi son çözümlemede araçtırlar..

İnsanın kişisel mutluluğunun, giderek barış içinde sağlıklı, üretken ve mutlu bir toplumsal yaşamın araçlarıdır. Başkaca bir yükümlemeye / işlevlendirmeye gerek yoktur. Bilimciler de kişisel doyumlarını insanları ve kollektif özne insan topluluklarını “sağlıklı, üretken ve mutlu” kılan katkıları üzerinden kendi profesyonel-bireysel doyumlarını sağlamalıdırlar.

Durum böyle olunca, bunca seçkin beyinin kuramsal düzlemde gerçekten çok değerli çalışmalarının somut yaşama yansımalarının sorgulanması kaçınılmaz oluyor.

Küreselleşen kapitalizm = Yeni emperyalizm neden içsel (doğasından kaynaklanan) dönemsel ve giderek sıklaşan-ağırlaşan bunalımlarından (krizlerinden) kurtul(a)mıyor?!

Küresel gelir dağılımı neden sınır (marjnal) düzeyde de olsa daha adil kılınamıyor?

Bu sorunsala koşut olarak yoksulluk (gerçekte YoksullaşTIRma!) neden hala 2 boyutta da yakıcılığını sürdürüyor? Dikey ve yatay düzlemde yayılan yoksullaşTIRma niçin denetim altına alınamıyor?

DB (Dünya Bankası) “yoksulluk sınırı” için

Mutlak (absolute) Yoksuluk < 1 $ / gün gelir

– Göreli (relative) Yoksuluk < 2 $ / gün gelir

lanetli denklemleri / tanımlarını sürdürecek mi?

Bu maskaralığa artık bir son vermek gerekmiyor mu?

IMF-DB İkilisi 1944’te Bretton-Woods Kurumları olarak yaratıldılar.
Dünyaya sunuş (Prömiyer) çok albenili idi : İkiz Kızkardeşler (Tween Sisters)..

2. Büyük Dünya Paylaşım Savaşı ardından acı dersler çıkarılmıştı ve uzun dönemli “istikrar” için sıkı yapılanmalara gidiliyordu. Ancak İkiz Kızkardeşler çok yaşlandı ve yıprandılar.. 68 yaşını bitiriyorlar bu yıl!

Dünya yangın yeri..  Üstelik seçkin IMF uzmanı Davidson Budhoo 30 yıl önce  haykırmıştı tüm dünyaya açık istifa mektubu ile..

Sonuç olarak; IMF-DB vb. türev kurum ve yapılanmalar güdümünde üretilenler büyük ölçüde pür / namuslu bilim olmayıp “postmodern bilim” karabasanıdır. Bu konuda yazdığımız kapsamlı makaleye  sitemizde aşağıdaki erişkeden (link) ulaşılabilir.

http://ahmetsaltik.net/postmodern-bilim-karabasani-nasil-basetmeli/

Çözüm   :  Büyük Atatürk‘ün gösterdiği hedeftir..

*    Sömürgecilik ve yayılmacılık (emperyalizm) yeryüzünden yok olacak ve yerlerine uluslararasında hiçbir renk, din ve ırk ayrıcalığı gözetmeyen yeni bir işbirliği ve uyum çağı egemen olacaktır.

“Bilgi  Asimetrisi” kuramı ile 2001 Nobel Ekonomi ödülü sahibi Prof. J. Stiglitz‘in Türkiye’de bir programda (NTV’de Mithat Bereket’e) kaydettikleri çok önemlidir :

Adam Smith’in Liberalizm kuramı doğrulanmamıştır..

Uğruna aklıcı ve örgütlü, uzun soluklu bir çaba gerekir. Prof. M. Chossudovsky ve
Prof. N. Chomsky’nin ortak söylemiyle,

DİRENİŞ KÜRESELLEŞTİRİLMELİDİR!

Sevgi ve saygı ile.
20.10.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net


2012 NOBEL EKONOMİ ÖDÜLÜ
Ödül, istikrarlı dağılım kuramına

Nobel Ekonomi Ödülü bu yıl istikrarlı dağılım kuramını geliştiren Lloyd Shapley ve piyasa tasarımı uygulamalarında verim artırıcı yöntemler geliştiren Alvin E. Roth arasında paylaşıldı.Lloyd S. Shapley: ABD vatandaşı. 1932’de ABD’de doğdu. Kaliforniya Üniversitesi’nde öğretim görevlisi.

 

Bu yılın (2012) Ekonomi Ödülü ekonominin şu temel sorularına yanıt veren çalışmalara verildi:

Farklı ögeleri birbirleriyle olabildiğince uyumlu bir duruma nasıl getirebilirsiniz? Örneğin öğrenciler nasıl bir dağılım ile giderecekleri okullara yerleştirilir?

Organ naklinde vericiler (donör), organa gereksinim duyan alıcılarla nasıl eşleşir?
Böyle bir eşleşme verimli bir hale nasıl getirilir? Hangi yöntemler hangi gruplar için yararlı olur? İşte Shapley ve Roth, istikrarlı dağılım konusunda soyut kuramdan
pratik tasarıma uzanan yolda bu sorulara yanıt oluşturdular.

Lloyd Shapley işbirliği ile ilgili oyun kuramından yararlanarak farklı uyum yöntemlerini inceledi ve karşılaştırdı. Uyumun istikrarlı olması için yeni yöntemler geliştiren Shapley ve ekibi Gale-Shapley algoritması adı verilen yöntemle ekonomiye yeni bir kavram kazandırdı. Shapley, belirli bir yöntem tasarımının, sistematik olarak piyasa kurumlarındaki taraflara nasıl yararlı olabileceğini ortaya koydu.

Alvin Roth, Shapley’in kuramsal sonuçlarının, önemli piyasaların işlerliğini etkileyebileceğini fark etti. Bir dizi deneysel çalışma sonucunda Roth ve ekibi, belirli bir piyasa kurumunun başarısının, istikrarlı olup olmamasına bağlı olduğunu kanıtladı. Roth daha sonra bu sonuçları sistematik laboratuvar deneyleriyle somut bir temele oturttu. Var olan kurumları yeniden tasarlayarak yeni doktorları hastaneleriyle, öğrencileri okullarıyla, organ bağışçılarını hastalarla buluşturdu. Bütün bu reformlar Gale-Shapley algoritması üzerine dayanıyordu.

 Alvin E. Roth: ABD vatandaşı. 1951’de ABD’de doğdu. Harvard Üniversitesi’nde öğretim görevlisi

Bu iki bilim insanı birbirlerinden bağımsız çalışmalarına karşın, Shapley’in temel kuramı ve Roth’un deneysel araştırmalarının bileşimi pek çok piyasada verimi arttırdı.

Özet olarak bu yıl ödül, ekonomi mühendisliğinin sıra dışı bir uygulamasına verilmiş oldu. (Cumhuriyet Bilim Teknik eki, 20.10.12)

Fatih Hilmioğlu’na…


Dostlar,

16 Ekim 2012, Salı, öğlen saatleri.

Ankara, Kocatepe camisi avlusu.

2 cenaze var avluda ama inanılmaz bir hareketli kalabalık.

Önceki YÖK başkanlarından Prof. Dr. Erdoğan Teziç‘ten,
Hacıbektaş Belediye Başkanı Em. Tuğg. Ali Rıza Selmanpakoğlu‘na dek..

Fatih Hilmioğlu hocamız, dostumuz, kardeşimiz, arkadaşımız, meslektaşımız,
ADD’de Genel Yönetim Kurulu üyemiz..

ADD’nin Genel Yönetim Kurulunda birlikte olmuştuk, Şener Eruygur paşa genel başkan iken. Önceki Genel Yönetim Kurulunda da..

Yanında eşi ve oğlu ile bir acı anıtı olarak vakur duruyor..
Ölçüsüz acısı donuk mimiklerle yüzüne adeta nakşedilmiş.

İnsanlar kuyrukta, onlara, acılı aileye dokunmak ve birkaç acı paylaşımı, teselli sözcüğü sunmak istiyorlar.

Şurada Prof. Dr. Erkan Pehlivan’ı görüyorum. Malatya’dan kalkmış gelmiş, Fatih hocanın rektörlük döneminde yardımcısı idi. Sabah evine de uğramıştı Yıldız’da.

Altan Arısoy da gelmiş.. Anamur’dan, 10 saat sürmüş gece boyu otobüs yolculuğu.

Taziye kuyruğu ağır ağır ilerliyor.
Ilık bir sonbahar güneşi içimizi ısıtıyor.
10:30 – 12:20 dersinden çıkarak Cebeci’den Kocatepe camisine koşmuşuz.
Ağzımız dilimiz kupkuru, uykusuz bir gece geçirmişiz Fatih hoca ile duygudaşlık (empati) içinde.. O, ateş düşmüş evinde eşi ve kalan tek evladıyla birbirine sarılma dayanışma olanağından yoksun bırakılmış, Ankara Sincan cezaevinde geceliyor; biz de evimizde, 2 saatlik yatağa zorunlu teslim oluş dışında çay kahve ile sabahlayarak, ev içi volta ile..

Ne söyleyeceğiz Fatih hocaya ??

Kıvranıyoruz acıdan ve söyleyecek söz bulamamaktan.

Kendisini görüyoruz, sıramız yaklaştı.. Ne de çok özlemişiz bu arada?
Yıllardır kucaklaşamamışız. Geçen yıl 8 Ekim’de Silivri’de duruşmada görmüştük.
Oysa Malatya’da Tıp Fakültesi Dekanlığında, Rektörlüğünde epey sık görüşürdük.
ADD adına AYDINLANMA KONFERANSLARIMIZ sürerken Malatya’da ve Üniversitede de çok sayıda sunuşumuz olmuştu :

– Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetleri ve Bulaşıcı Hastalıklarla Savaş
Stratejileri, Malatya, 08.10.99 (Sayın Hilmioğlu Tıp Fak. dekanı iken)
– Atatürk’ün Işıklı Yolunda 2000’ler Türkiye’si. Malatya / Halkımıza, 29.10.00
– Cumhuriyet ve Sağlık. Malatya İnönü Üniversitesi, 01.11.00
– Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye’nin Geleceği. Malatya ADD, görsel konf. 10.06.02
– Küreselleşme ve Cumhuriyet’in Sağlığı, 9. Ulusal Sosyal Psikiyatri Kongresi,
Tema : ”Küreselleşme ve Psikiyatri”, Görsel Konferans, İnönü Üniv. Malatya, 11.06.02
– Cumhuriyet’in 80. Yılında Türkiye Nerede? İnönü Üniversitesi, Malatya, 29.10.03
– Cumhuriyet’in 80. Yılında Neredeyiz? Malatya / Arguvan, Kızık köyü, 28.10.03
– Atatürk Cumhuriyetimiz 84 Yaşında :Sonsuza Dek Yaşatacağız !
Malatya / Hekimhan ADD, 29.10.07
– Ulusal Egemenlik ve Ulusal Eğitim. Eğitim İş ve ADD Malatya, 26.04.08
(Bu etkinlikler sırasında yapılan radyo-TV programları listelenmemiştir.)
………

25 / 26 Ağustos 2005 gecesi, biz ADD Genel Başkan yardımcısı iken Afyon Kocatepe’de bir etkinlik düzenlemiş ve ULUSAL BİRLİK çağrısı yayımlamıştık.

KOCATEPE Bildirisi‘ni 3 gün sonra Cumhuriyet’te makale yapmıştık.
Bizim kaleme aldığımız ulusal birlik çağrısı metnini, Büyük Taarruzun 83. yılında, sabaha doğru, şafak sökerken, çakmakların ışığında Kocatepe’de, Büyük Atatürk‘ün o ünlü yontusu altında okuyarak kamuoyu ile paylaşmıştık.

Kocatepe’ye tırmanırken, gece yarısının ilerleyen saatlerinde Fatih hocayı “kişisel aracında” (Ford focus marka) yanımızda görmüştük. İnönü Üniversitesi rektörü idi. Kalkmış taa Malatyalardan Afyon’a gelmişti, 1874 m rakımlı Kocatepe’ye tırmanıyorduk birlikte..

Gündüz de bir panelimiz vardı bizim konuşmacı ve yönetici olduğumuz :

* Büyük Zafer’in 83. Yılında Türkiye’de Siyasal Konular.
Afyonkarahisar Kocatepe Üniversitesi, 26.08.05.

Eveeet…

Kuyrukta taziye sırasında ilerlerken zaman tunelinde aklımızdan geçen bunlardı.

Dostum, dava arkadaşım, meslektaşım Fatih (Hacettepe 79 mezunu, biz 1977) ile kucaklaştık..

………………

Duygu fırtınası içinde idik.

Fatih, “acının yarısını bana ver, benim olsun..” sözleri ağzımdan döküldü.

Bunlar değildi söylemeyi tasarladıklarım. Sözün bittiği yerde dilim çözülmüştü.

– Dayan Fatih, bunlar da geçecek, zulümlerinde boğulacaklar, güzel günler görecek bu ülke.. onu omuzlamayı sürdürmeliyiz..

diye ekledim. Fatih hoca bunların ne denlisini duydu, algıladı bilmiyorum, ama başını salladı bana, göz göze geldik, onayladı, o arada dipsiz acısını bir kez daha yaşadım. Gözlerimi gözlerinden ayır(a)madım, acısının yarısını bana akıtsın diye..

Eşinin ve oğlunun ellerini sık(a)madan bir konfüzyon içinde sürüklendik.
Bir ses de uyarıyordu o arada, daha seri olmalıydık, öpüşmemeliydik.. (!?)

Ya sabır çekerek, ceplerimizdeki peçetelerin yardımını alarak uzaklaştık..

13:30’da Fakültede dersimiz vardı. Biraz gecikerek taksi ile dersimize yetiştik.
Öğrencilerimize özürümüzü sunduk, olayı ve Fatih hocayı 16 öğrenci (Dönem 5) içinde bilen yoktu.. (Sabah Dönem 3 dersimizi de çok acılı paylaşmıştık..)

Bu dersi gülümseyerek sunma olanağımız olmadığını açıklayarak özür diledik.
Emir’in, babası Fatih’in, anne ve abisinin acılarını içimize gömerek görevimizi yapmaya çalıştık. Ardından, Hacettepe’de süren HİSAM Çalıştayı’nın son oturumuna yöneldik. Akşam da yemekleri vardı, içimiz kaldırmadı, yemeğe katılmadık, zaten yorgunluk ve uykusuzluktan bitkindik. Birkaç saat bedenimizin bizi tutsak alan yasalarına teslim olduk.. Veee, görüldüğü üzere klavye başındayız, saat 04:15..

**********

Dostlar,

Fatih hoca Ankara’ya önceki gün (15.10.12) otobüsle getirildi, evinde yalnızca 1 saat kalabildi. Geceyi Sincan cezaevinde geçirdi, evinde güvenliği sağlanamıyordu ??!

Cenaze töreninin yapıldığı 16.10 12 günü (dün) sabah evine götürüldü, öğlen ve sonrasında cenaze törenine katıldı ve akşam 19:00’da gene cezaevine kondu..

Mevzuatımız bu denli katı mı?

Türkiye Cumhuriyeti’nin yasal düzenlemeleri böylesine zalim mi, insafsız mı?

Yoksa uygulamacıların inisiyatifleri ile mi böylesine vicdansızlaşıyoruz?

Niçin hiç empati kurmuyoruz?

Nasıl bir eğitimden geçtik?

Özetlediğimiz vahşi uygulama buyruğunu kim(ler) vermiştir?

Tarih elbette bu soruların yanıtını verecektir.
Tüm aktörler hakkında hükmünü de..

Son olarak şunu söyleyelim ki; bu denli zulmün sürdürülebilirliği yoktur!

Türkiye hızla çözümüne koşmaktadır

    ..

Yaşananlar bu zorlu doğumun haliyle şiddetli sancılarıdır.

Fatih hoca ile bir ziyaretimizde Rektörlük makamında akşamın ilerleyen saatlerinde ülke sorunları üzerinde söyleşiyorduk. Türk Tabipleri Birliği adına Malatya’da yapılan İşyeri Hekimliği Sertifika kursunda sunduğumuz 3 dersten Çağdaş Sağlık Anlayışı‘nın bir örneğini rica etmişti. Renkli lazer yazıcıdan çıktı alırken bana sormuştu :

– Nereye gidiyoruz ??

Yanıtlamıştık :

– Dibe..

Meraklı gözleriyle açıklama istiyordu, ekledik :

– Halk “yandım anam..” diyene dek dibe vuracağız, boynumuzu kırmayacağız ama
epey zayiat ile yukarı çıkacağız..

Sanırız bu öngörülerimizi yaşayagelmekteyiz.. Epey zayiat verdik, epey..
Karanlık en koyu aşamasında, dolayısıyla tan da sökmeye; en yakın vakitte..

Türk ulusu bu karanlık dönemi kapatacak ve Türkiye Cumhuriyetimiz, Büyük Atatürk’ün şaşmaz biçimde öngördüğü üzere sonsuza dek yaşayacaktır (payidar kalacaktır!).

Bu son tümcemiz cılız bir dilek değil, tarihsel determinizmin öngörüsüdür.

Fatih hoca, bu son acı olayın ardından tahliye edilmelidir. En azından insani gerekçelerle.. Yargılama tutuksuz sürdürülmelidir. Mevzuatımız buna elverişlidir. Ayrıca Fatih hoca ilerlemiş bir karaciğer hastasıdır. Cezaevi koşullarında hastalığı hızla ilerlemekte, yeterli tıbbi bakım, beslenme hizmeti alamamaktadır. Moral olarak da çökkündür, oysa iyileşmesi ya da hastalığının hızlı ilerlememesi için de psikolojisinin düzelmesine gereksinim vardır. Ceza Muhakemeleri Yasası’nın 16/2 maddesi aşağıdadır ve çok nettir..

Sevgi ve saygı ile.
17.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Gelir dağılımı ve Gini katsayısı..

Dostlar,

Yoğun rutinlerimiz nedeniyle son 2 gün sitemize yeterli yazı sunamadık.
Hoşgörünüzü dileriz..

Kaldığımız yerden devam edelim..

Prof. Dr. Ali Ercan hocamız, Milliyet yazarı Sn. Prof. Güngör Uras‘a yazdığı mektubu bizlerle paylaştı.

Gelir dağılımındaki adalet ülkemizde can yakmayı, kitleleri yoksul tutmayı, yoksullaştırmayı dürdürüyor..

30 yıl kadar önce Başbakan S. Demirel’den, gelir dağılımı eşitsizlğinin eleştirilmesi üzerine şu sözleri duyardık hep :

– Durun bakalım, ortada doğru dürüst pasta yok ki, paylaşımını adşlleştirelim. Hele bir pasta büyüsün bakalım..

Aradan 3-4 onyıl geçti..Ülkemizin ulusal gelir dağılımı giderek bozuluyor.
Demirel kitleleri bilerek oyaladı, sorunun çözümünü erteledi. Sermaye belli ellerde birikti. Ancak ülkemiz gene de temel kalkınma sorunlarını çözemedi. Kapitalist kalkınma modeli Türkiye’yi esenliğe ulaştırmadı.

Zaten doğası buna elvermez ki.. Dönemsel bunalımlarla hastalıklı yapı sürüyor. Kimi kez kaçınılmaz bunalımların içinden çıkılamıyor ve savaşa başvuruluyor.

AKP iktidar olduğunda Gini katsayısı 0,38 dolayında idi.. Bugün, TÜİK’in makyajlamaları ve yandaş politik düzeltmelerine karşın 0.40’aşkın.
10 yıldır iktidardaki partinin adına dikkat : Adalet ve Kalkınma Partisi.
Bu kadrolar Erbakan’ın çocukları ve kendilerince ciddi biçimde Müslümanlar.
Politik tercihlerine yol veren inanç dünyaları..
Ne var ki, AB-ABD güdümünde politikaların varacağı başkaca yer hayal edilebilir mi?

Türkiye, Büyük Atatürk döneminde olduğu gibi “TAM BAĞIMSIZ” politikalar izlemek zorunda. Günmüzde Atatürk’ün ekonomi politikasını Güney Amerika ülkeleri, Çin, Hindistan.. gibi ülkeler büyük benzerlikle izliyorlar. Başarıları da ortada.

Tam bağımsızlık, ancak mali bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olunca, o devletin bütün hayat ışıklarında bağımsızlık felç olur. (Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK)

TÜİK‘in en son verileriyle gelir dağılımı aşağıdaki gibi :

Biz buna “LANETLİ ÇEMBER” diyoruz.. Atılacakher adımın bu olağanüstü adaletsiz gelir paylaşımını düzeltici olması stratejik bir ön koşul saılmalı..

Sözünü ettiğim 2 yazı aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
14.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================================

Sayın Güngör Uras,

Bundan bir süre önce “Gini Katsayısı” üzerine Milliyet’te yayımladığınız aşağıdaki yazınızda, müsaade ederseniz, küçük bir düzeltme yapmak isterim. Yazınızda “A alanı, alanın Lorenz Çizgisi altında kalan alana (B alanına) bölünüyor. Ortaya çıkan katsayıya Gini Katsayısı deniliyor.” diyorsunuz; Oysa Gini Katsayısı A/B değil, A/(A+B) dir..

Bu vesile ile Gini katsayısının pratik hesaplanmasını bilmek isteyenlere sizin aracılığınızla çok basit bir hesaplama yöntemi önermek isterim.. “Trapez toplama” dediğimiz bu yöntem, karmaşık fit ve integral hesaplarıyla bulunan sonuçtan % 1-2 hata payıyla farklıdır. (küçüktür)

A+B=1/2 olduğundan Gini katsayısının g=1-2B olduğu kolayca görülür..
a1 a2 a3 a4 ve a5 en aşağıdan en yukarıya doğru gelir gruplarının toplam gelirdeki paylarını göstermek üzere, B yerine Lorenz eğrisi altında kalan alanın trapez toplamı yazıldığında aşağıdaki basit eşitliği elde ederiz :

g = 1 – 0,2 ( 9a1 + 7a2 +5a3 + 3a4 + a5 )

Buna göre 2009 yılı Gini Katsayısı

g = 1-0,2 (9 x 0,056 + 7 x 0,103 + 5 x 0,151 + 3 x 0,215 + 0,476) ≈ 0,380 bulunur; maksimum %2 hata payını da eklesek, en fazla 0,387 olur.. (%9’luk bir farkı kabul etmek mümkün değil) dolayısıyla 2009 yılı için Gini katsayısını 0,415 almak doğru değil ! Aynı şekilde 2010 yılı için hesapladığımızda Gini katsayısını 0,370 buluruz, (maksimum 0,377) 0,402 değil..

Başarılarınızın devamı dilerim. Saygılarımla.

Prof. Dr. rer.nat. D. Ali Ercan
10.10.12

Not : Gelir dilimlerinin ulusal gelirdeki paylarının da doğru hesaplandığından emin değilim. Ben en üst gelir diliminin ulusal gelirden %50 üzerinde pay aldığını tahmin ediyorum; Türkiye’de gelir dilimlerinin payları kabaca şöyle olsa gerek;

a1 % 3,2
a2 % 6,5
a3 %12,9
a4 %25,8
a5 %51,6 (en üst gelir grubu en alt gelir grubunun 16 katını alıyor)
%100

Buna göre g faktörü hesaplanacak olsa

g = 1 – 0,2 (9 x 0,032 + 7 x 0,065 + 5 x 0,129 + 3 x 0,258 + 0,516)
g = 0,46 bulunur ki, çok daha makul geliyor.. Gini katsayısı 0,45 olan Çin’den daha adil bir gelir dağılımımız olduğunu sanmıyorum. æ

***

Olayların içinden (Milliyet)

Güngör Uras

Türkiye’nin Gini katsayısı 2010 yılı hane halkı kullanılabilir gelir dağılımına göre 0.402 olarak açıklandı. Gini katsayısı, Lorenz eğrisine dayalı olarak hesaplanır. Ülkelerin Gini katsayısı birbirininki ile karşılaştırılarak gelir dağılımının nasıl olduğu konusunda bilgi edinilir. Sayın okuyucularıma basitleştirerek Lorenz Eğrisi ile Gini Katsayısı’nı anlatacağım.
Böylece neyin ne olduğunu daha iyi izleyebilirler.

TÜİK (Devlet) her yıl milli gelirin hane halkı arasında (en fakirinden en zenginine) nasıl dağıldığını gösteren bilgileri yayınlıyor. 2010 yılı hane halkı gelir dağılımı tablosuna göre nüfusun ilk yüzde 20’lik dilimi (14 milyon kişi) milli gelirin yüzde 5.8 ini paylaşırken, yüzde 20’lik en zengin dilim (14 milyon kişi) milli gelirin % 46.4’üne sahip oluyor.

İşte bu gelir dağılım tablosundaki oranlara dayalı olarak Lorenz Eğrisi çiziliyor. Bir kareyi çaprazlama bir köşeden öbür köşeye bağlayan çizgiye tam gelir eşitliği çizgisi deniliyor. Eğer her %20’lik nüfus dilimi milli gelirin yüzde 20’sini almış olsa gelir dağılımı çizgisi, tam eşitlik çizgisi ile birleşecek. Halbuki birikimli olarak nüfus dilimlerinin milli gelirden aldıkları pay farklı. İşte onun için tam eşitlik çizgisi altında bir çizgi oluşuyor. Buna da Lorenz Eğrisi deniliyor. Lorenz Eğrisi tam eşitlikten ne kadar uzaklaşır ise (A alanı ne kadar büyür ise) gelir dağılımı o kadar bozuk demektir.

Tam eşitlik olsa, Lorenz Eğrisi ile tam eşitlik eğrisi birbiri üzerine binecek. 1/1 Eşitlik ortaya çıkacak. Lorenz Eğrisi tam eşitlik çizgisinden uzaklaşıyor da ne kadar uzaklaşıyor? İşte bu da Gini Katsayısı ile ölçülüyor. Eşitsizlik alanı olan A alanı, alanın Lorenz Çizgisi altında kalan alana (B alanına) bölünüyor. Ortaya çıkan katsayıya Gini Katsayısı deniliyor.
Madem ki tam eşitlik 1:1=1 idi. O halde Gini Katsayısı 1’e ne kadar yakın ise gelir dağılımı o kadar iyidir, 1’den ne kadar uzak ise o kadar kötüdür.
Bizim Gini Katsayımız 2002’de 0.44 idi. 2003’te 0.42 oldu. 2004’te 0.40 oldu. 2005’te 0.38 oldu. 2007’de 0.43 oldu. 2008’de 0.405 oldu. 2009’da 0.415 idi. 2010’da 0.402’ye geriledi.

Gini Katsayısı’nın küçülmesi, gelirde eşitsizliğin düzeldiğini gösteriyor. Gini Katsayısı ne kadar küçük ise ülkede gelir dağılımı o kadar iyi demektir.

Gini Katsayısı’nda dünya ortalaması 0.399, OECD ülkeleri ortalaması 0.310, AB ülkeleri ortalaması 0.304’tür.

Gelir dağılımı en iyi olan Kuzey Avrupa ülkelerinden İsveç’te katsayı 0.25, buna karşı İsviçre’de 0.34, Fransa’da 0.33, Almanya’da 0.28, İngiltere’de 0.34, ABD’de 0.41’dir. Görülüyor ki, kişi başı gelir rakamının yüksekliği ile gelir dağılımının bozukluğu farklı konular. ABD’de kişi başı gelir yüksek ama gelir dağılımı Türkiye’dekinden daha bozuk.

Muazzez İlmiye Çığ : Sanatçılara Sesleniş

Dostlar,

Antalya’da sürdürülen 49. Altın Portakal Sinema Festivali gerekçesiyle, 96 yaşındaki Bilge Kadın Sayın Muazzez İlmiye Çığ, aşağıdaki açık mektubu yaımladı.. Basında yer aldı.. 8.10.12..

Pek çok bakımdan çok öğretici ve düşündürücü olan tarihsel iletiyi paylaşalım..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 9.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================================================

Muazzez İlmiye Çığ : Sanatçılara Sesleniş

Sinema, dizi, tiyatro, müzik, resim, heykel Sanatçılarına..

Sizleri gazetelerde, dergilerde neşeli, dünyayı umursamaz halde gördükçe, hem mutlu oluyor, hem üzülüyorum. Üzülüyorum görünüşe göre önünüzdeki büyük tehlikeyi görmüyorsunuz, “bize gelmez” diyorsunuz, Ülkemizde olanlarla birkaç değerli sanatçımız dışında hiç biriniz ilgili görünmüyorsunuz, en ufak tepki göstermiyorsunuz.

Hatta Başbakanın davetine bayılarak gidiyorsunuz. Halbuki en büyük tehlike O’nun elinde hazırlanıyor. Çünkü bugünkü iktidar dolu dizgin Atatürk’ün getirdiği devrimleri yok etmek için çalışıyor. Bu devrimin en güçlü ayağı olan sanatın da zaman zaman içine tükürerek, kırdırarak, mahkemelere vererek tepkilerini gösteriyorlar. Sizlerin, giyiminize, erkek kadın arkadaşlığınıza, yaşam tarzınıza ne kadar diş biliyorlar, sizleri ortadan kaldırmak için nasıl zemin hazırlıyorlar, bilseniz!

Biraz bakın etrafınıza!

Ordumuzun en yüksek ve değerli kumandanları suçsuz olarak en ağır cezaya çarptırıldılar, niçin?

Yıllarca gazetecilerimiz, bilim adamlarımız, askerlerimiz suçsuz olarak tutuklular, niçin?

Çünkü onlar büyük devrimimizin savunucuları, bekçileri oldukları için.

Sizlerin toplanıp onları savunmanız, onları ziyarete gitmeniz, onlara moral vermeniz gerek değil miydi?

Kars’ta ünlü heykeltıraşımız tarafından yapılmakta olan muhteşem ve çok anlamlı bir heykelin, ucube damgası ile kırdırılmasında, bütün sanatçıların ayağa kalkması, protesto yürüyüşleri, toplantıları yapması gerekirdi. Çıkan birkaç cılız ses, ne yazık ki ona engel olamadı.

Topraklarımız yabancılara satılıyor!

Terör şehirlere indi, her gün boşu boşuna şehitler veriyoruz, aldıranınız yok.

Eğitim çığrından çıktı.

Küçük çocukların din adı altında sizlere düşman yetişmesini sağlayacak. İmam Hatiplerle bu yapılıyor zaten. Oradan çıkanlar ne yazık ki kız erkek arkadaşlığını bilmeden, mayolu kadın resminden etkilenen babaları gibi, her kadını bir seks aracı olarak görecekler. İmam Hatipten çıkanların karılarının başları, gözleri bağlı. Yarın bu bütün kadınlarımıza yavaş yavaş, sonra da sopa ile tatbik edilecek.
Ne yazık ki, en çok zarar görecek sizler olacaksınız. İmam Hatip eğitimi ile sanat yetenekli yüzlerce gencimizin yetenekleri yok oluyor. Benim içim yanıyor.
Bilmem sizlerin aklınıza geliyor mu?

Devrimlerin en güçlü temeli sanattır!

Bunu bilen Büyük İnsan Mustafa Kemal Atatürk, bütün sanatların günah kabul edildiği bir ortamda, ilk olarak sanata ve sanatcıya önem vererek onların yetişmesi için okullar açtırdı, yetenekleri ortaya çıkanları dış ülkelere gönderdi. Resim, Heykel müzeleri kurdurdu. Bu o günler için sanata atılan ne büyük bir atılımdı! O günden bugüne (tarihte çok kısa süre) her dalda dünya çapında sanatçılarımız yetişti. Bütün Avrupa’nın 400 yıl önce başlattğı Rönesans ile o zamandan beri yetiştirdiği sanatçıları, bizim kısa zamanda yetiştirdiklerimizle karşılaştıracak olursak çok büyük başarı elde edildi, derim.

Geçenlerde Antalya’da yapılan filmciler ödül törenini, hiç ilgim olmadığı halde, başından sonuna kadar izledim. Koca salon sanatçılarla dolu idi. Ödül alanlar kadın, erkek oyuncular, senaryo yazanlar, yönetmenler, film müziği yapanlardı. İçlerinde daha tiyatrocularımız yoktu. Onları gözlerim yaşararak izledim, gururlandam. 90 yıl önce bunların hiçbiri yoktu ülkemizde, hepsi “günah” tı. Afife Jale adında tek bir kadınımız tiyatro sahnesine çıktı, diye nerede ise kadını öldüreceklerdi.

Büyük Atatürk bütün bu yasakları kaldırarak sizlerin bugünlere gelmenizi sağladı. Sizler de bunun değerini bilip bugünkü idarenin yanlışlıklarını görmenizin, tepkilerinizi göstermenizin, hem kendiniz, hem ülkemiz adına çok yararlı olacağına inanıyorum.