Etiket arşivi: Varşova Paktı’nın dağılması

DÜNYA BARIŞ GÜNÜ

Dostlar,

Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan hocamız yine çook hoş bir derleme göndermiş..

DÜNYA BARIŞ GÜNÜ.. 

Paylaşalım ve yepyeni bilgiler edinelim.

Sn. Ercan’a da teşekkürlerimizle..

Değerli yazısına bir tümce ile katkı vermek isteriz :

  • “Kalıcı ve evrensel bir barış, ancak sosyal adalet temelinde kurulabilir.”
    Filadelfiya Bildirgesi -1944

Sevgi ve saygı ile.
25.8.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

======================================

DÜNYA BARIŞ GÜNÜ
Ali_Ercan_portresi
Prof. Dr. D. Ali Ercan
Satır içi resim 1

Hitler faşizminin 1939 yılında Polonya’yı işgal ederek 2. Dünya Paylaşım Savaşını başlattığı tarih olan 1 Eylül “dünya barış günü” olarak kutlanıyordu; ancak SSCB’nin ve Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra BM kararı ile Birleşmiş Milletler
Genel Kurulunun açılış günü olan 21 Eylül “Uluslararası Barış Günü” ilan edildi.
Her 21 Eylül’de, Birleşmiş Milletler Merkezinde, Savaşlardaki insani kıyımın anısına Japonya tarafından yaptırılmış olan “Barış Çanı”, 21 Eylül “Uluslararası
Barış Günü”
 çalınıyor. Bu çan, dünyanın tüm ülkelerinden çocukların bağışladıkları
bozuk paralardan üretilmiş.

Çanın üzerine, 世界絶対平和萬歳 (“Çok Yaşa Mutlak Barış”) sözleri var..

New York’ta Birleşmiş Milletler binası önündeki Barış çanı

Satır içi resim 2

1 Eylül ya da  21 Eylül, fark etmez, yılda yalnızca bir gün bile olsa, barışı anmak
insanlık için bir gelişim sayılmalı; çünkü başta su, hava ve toprak olmak üzere yaşamın tüm gerekli altyapısı geriye dönüşsüz bir bozulum içinde. Sınırlı dünya nimetlerinin
adil olmayan paylaşımı da insanlar arasında sürekli artan bir gerilim yaratmaya ve gizli/açık mücadele veya savaş nedeni olmaya devam ediyor. Öte yandan müthiş bir hızla üremeye devam eden insanlık, gezegeni yalnızca kendi türü için değil, öbür bütün canlı türleri için de yaşanamaz duruma getiren olumsuz davranışlarını pervasızca, sorumsuzca sürdürüyor.

Özetle; bu gezegen üzerinde yaşam savaşımı gittikçe zorlaşıyor.
Peki bu durumda Japon Çanının üzerinde yazılı  “mutlak barış” nasıl gerçekleşecek?

Pek net olarak tasarlanamayan “Barış” kavramı çok daha somut görüntüsüyle “Savaş” diye bildiğimiz olgunun antitezidir. Bir başka anlatım ile (iki sistem (örn. iki ulus) arasındaki çıkar dengesinin kurulduğu, korunduğu duruma “barış durumu” diyoruz.  Dengesizliğin sürdüğü, çıkarlar çatışmasının öldürücü silahlarla sürdürülmesi ise “savaş durumunu” temsil ediyor. Ancak, uluslararası “şerefli ve adil barış” “her ne pahasına olursa olsun, yeter ki çatışma olmasın” mantığı ile, bireysel özgürlükler ve
ulusal bağımsızlıktan ödün verilerek oluşturulacak yapay bir sessizlik ortamı da değildir.

Tarihte savaşlar, devletlerin veya siyasal örgütlenmelerin aralarında çözümleyemedikleri anlaşmazlıkları güce ve şiddete dayanarak çözmek girişimleri olarak karşımıza çıkıyor. Savaş ve Politika arasındaki ilişkiye de­ğinen ve savaşı “siyasal bir araç” olarak gören  Prusyalı devlet adamı General Karl von Clausewitz‘e göre, “savaş, (uluslararası)
politikanın  bir başka biçimde sürmesidir.” 

İnsanlık tarihi boyunca savaş, top­lumlar arasındaki bunalımlarda sonuç ala­bilmek için
“en son başvurulan yol” olmuştur. Ancak  çağımızın yönetsel paradigması olan “Demokrasi”nin (kötü) ürünü birtakım yeteneksiz, aferist (işgüzar, işbirlikçi), opportünist (fırsatçı), egoist (bencil), popülist (halk yalakası) sıradan insanların hemen bütün ülkelerde politik güçleri ellerine geçirmesiyle, anlaşmazlıkların çözümünde
kaba güç kullanımı, yani “savaş” neredeyse ilk seçenek haline gelmeye başlamıştır.

İster lanetlensin, ister kutsansın, Savaş bir ölüm makinesidir. 1. Dünya Paylaşım Savaşında yaklaşık 10 milyon,  2. Dünya Paylaşım Savaşında 50 milyon insan yaşamını yitirmiştir. Bunların yarısı sivil insanlardı. Çanakkale Savunmasında İngiliz ve Fransız   Donanmalarının 2-3 nükleer bomba eşdeğerindeki bombardımanları altında ölen askerlerimizin sayısı 200 bin dolayındadır. Osmanlı ordusunun 1913-18 arası bütün cephelerde yitirdiği asker sayısı 1 milyona yakındır. O zamanlar toplam nüfusun 12 milyon olduğunu düşünecek olursak, Anadolu’da 18-28 yaş arası erkeklerin 6’da 1’i savaşlarda ölmüş demektir. Büyük Atatürk,

  • “Ülkeyi ve Ulusu Savunmak zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir.”
    demiştir.

Tarihte doğrudan askerlerin ve orduların hedef olduğu savaşlar, günümüzde daha çok sivil halkı ve çocukları hedef almaktadır. Askerden çok siviller ölmekte, çevre ve yaşam kaynakları büyük yıkıma uğramaktadır. ABD’nin Irak seferinde ölen yaklaşık 10 bin Amerikan askerine ve 50 bin Iraklı askere karşın, ölen Iraklı sivillerin sayısı 200 binin üzerindedir. Bundan sonra da nerede ve nasıl olursa olsun meydana gelecek
“sıcak” savaşlarda askerlerin 5-10 katı sayıda siviller ölecektir.

  • Yani çağımızın Savaşları, gerçekten masum insanları hedef alan bir cinayettir.

Doğada tüm canlıların yaşam savaşımında (mücadelesinde) sınırlı yaşam kaynaklarına sahip olmak, yarışın temel gerekçesidir.*

Bunların başında yaşam alanı olan topraklar, ardından sular geliyor.. Çağımızda bunlara enerji kaynakları, ve endüstrinin temel girdileri olan madenler de eklendi. Her ne olursa olsun çıkar çatışmalarının temel nedeni aşırı nüfustur. Dünya nüfusu bugün 7 milyarı aşmış ve her gün 200 bin kişi artmaktadır. (Doğanların ve ölenlerin farkı. Kara bir mizah ama, teşbihte hata olmaz, günde 2 atom bombası atılsa insanlığın nüfusu ancak sabit kalacak) Türkiye’nin nüfusu da her gün 3 bin artmaktadır.

Yalnızca nüfus artmakla kalmıyor, aynı zamanda dünyaya egemen serbest piyasa ekonomisinin dayatması ve yönlendirmesiyle savurganlık ve adam başına tüketim oranları da artıyor. Öte yandan, yaklaşık 1 milyar insan açlık çekiyor, her 10 kişiden biri yeterli temiz suya erişemiyor. Türkiye’de resmi rakamlara göre nüfusun %5’i
(benim hesaplarıma göre bunun iki katı!) açlık sınırında yaşıyor.
Tüm bu olumsuzlukları gidermenin yolu, yani

  • gerçek barışa giden yol; öncelikle nüfusun azaltılmasından geçiyor.

Bugün Çin’de olduğu gibi tüm dünyada ciddi olarak,

  • “Kadın başına bir çocuk!”

uygulamasına geçilse, belki 22. yüzyılın ortalarında, bu gezegenin gerçekten taşıyabileceği bir düzeye, 1-2 milyar düzeyine inilmiş olur. Aksi takdirde doğa kendi dayatmasını zaten acımasızca uygulayacak, olumsuz iklim koşullarından kaynaklanan kuraklıklar, susuzluk, açlık ve salgın hastalıklar nedeniyle insanlığın çok büyük bir bölümü kıyıma uğrayacaktır.

İnsanların kendi aralarında olması gereken barıştan çok daha önemlisi,
doğa ile barışık yaşamanın gerekliliği de acı bir ders olarak öğrenilecektir.

Eğer insanlık, hem kendi türünün ve de öbür canlı türlerinin sonunu bir an önce getirmek istemiyorsa, aptalca üretim, haksız paylaşım ve savurgan tüketim sarmalından (şeytan üçgeninden) kurtulmalı, kulaklara çok hoş gelen bir saçmalığı, kapitalizmin uydurması olan “sürdürülebilir kalkınmak” saçmalığını terk ederek, ortak gezegenimiz üzerinde “sürdürülebilir yaşam biçimi” aranışında olmalıdır ve bu temel üzerinde
yeni bir ortak kültürü mutlaka geliştirmelidir; Amaç her şeyden önce

  • mutfak ve lavabo arasında biyolojik atık borusu halinden kurtulmak,

doğayla, evrenle barışık ve tüm insanlıkla uyumlu yaşamın yollarını bulmak olmalı,
amaç “insani gelişim” olmalıdır.

Birleşmiş Milletler tarafından Gelir, gelir dağılımı, eğitim, bilim, teknoloji ve sanatsal üretim ve sağlık etmenleri göz önüne alınarak yapılan bir değerlendirmeye göre ortalama insani gelişmişlik sıralamasında Türkiye maalesef  (HDI 0,70) puvanıyla dünyada 90.. sıradadır.
(90-100 arasında değişiyor)
 

Dünyada şimdiye dek hep “si vis pacem para bellum” felsefesiyle hareket edildi;
yani “barış istiyorsan savaşa hazır ol” dendi.  Ancak “si vis pacem, para justitiam” demek yani “Barış istiyorsan adalete, adil olmaya hazır ol” demek,
bence
çok daha yerinde olurdu; ama, bunun için de bir paradigma değişikliği gerekli; egemenlerin hukuku yerine küresel adaleti ve küresel barışı sağlayacak evrensel akılcı hukukun egemenliğine geçiş gereklidir. İnsanlık, her şey çok geç olmadan,
bunu becerecek olgunluğa erişebilir mi? temel soru(n) budur.

Tarih boyunca bilimin ve bilge kişilerin uyarıları ve yönlendirmelerine karşın ilkel içgüdüsel davranışları sergilemeyi sürdüren insanlığın genel gidişatına ve gelinen noktaya bakılırsa, savaş maalesef bir realite barış ise bir hayal olarak düşünülebilir; ancak gerçek insanlık idealini yaşatmak isteyenler her şeye karşın bu hayalin gerçekleşmesi için, gerçek barış için, mutlak barış için aydınlatmaya, uyarmaya, ve “barışçıl mücadele”ye devam etmeliler.

“Yurtta barış, Dünyada barış” diyen “Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir” diyen büyük önder  Atatürk’ün yolundan gidenlere de bu yaraşır. æ
_______________________________

Thomas Malthus.jpg

T.R. Malthus 

Çarpıcı bilimsel düşünceleriyle çağının entellektüellerini etkileyen ingiliz ekonomisti Thomas R. Malthus’un (1766-1834) doğada aritmetik dizi ile artan besin kaynaklarının geometrik dizi ile artan tüketici nüfusuyla aynı oranda çoğalmadığı
ve bu nedenle “besin kaynakları için sürekli ve acımasız bir kavganın doğal olduğu” yönündeki tezi, özellikle Charles Darwin (1809-1882) ve Alfred Russel Wallace
(1823-1913) gibi 
“evrim” biyologlarının geliştirdiği “doğal seçilim kuramı
 için esin kaynağı olmuştur.

C. Darwin  ve  A. R. Wallace 

  Dosya:Alfred Russel Wallace.jpg

Esirler Dünyası


Dostlar
,

Cumhuriyet‘ten Güray Öz‘ün “Esirler Dünyası” başlıklı yazısı için, yayımlandığı günden başka, bu günün de uygun düştüğünü düşünüyoruz. Arşivimizden sunuyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
12.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===============================================
Güray Öz
guray@cumhuriyet.com.tr
21.11.12, Cumhuriyet

Esirler Dünyası

Tüm dünyayı sarsan ekonomik krizin 1929-30 krizi ile karşılaştırılabileceğini söyleyenler haklı. Hemen arkasından o günün kapitalist dünyasının, New Deal hikâye, çareyi militarizmde aradığını ve bulduğunu söylemekte de sayısız fayda var.

1970’lerde ilk ipuçlarını bulabileceğimiz son krizin karakteri, gelişmiş kapitalist dünyadaki reel ekonominin artan bir ivmeyle canlılığını yitirmeye başlamasıyla, kâr oranlarındaki düşme eğilimiyle kendini gösterdi. Belki şaşırtıcı gelebilir, ama aynı dönem, Almanya’nın, Japonya’nın 2. Paylaşım Savaşı’ndan sonra yeniden kendilerini gösterdiği,
“Asya kaplanları” ve ucuz iş gücüyle Çin’in devreye girdiği yıllardır. Sonrası dünyadaki büyük altüst oluş, Sovyetler’in yıkılması, Varşova Paktı’nın dağılması, Almanya’nın genişlemesi, kapitalizmin yeni ve büyük bir pazar kazanmasıdır. Herkesi yanıltan parıltının, krizleri küçümseyen neoliberal böbürlenmenin kaynağı işte bu gelişmedir,
ama genel düşme eğilimini geri çevirememiştir.

***

Şimdi ortalığı toz duman eden kriz ise söylendiği gibi yalnızca finans dünyasının balonlarının patlamasıyla açıklanamaz. Kuşkusuz balonlar patladı, neoliberalizmin siyaset üzerindeki egemenliğinin mutlak gücünün aldatıcı olduğu ortaya çıktı,
ama yaşanan kriz bundan daha fazla bir şeydir.

Ülkeler iskambil kâğıtları gibi birbirinin üstüne devriliyor.

ABD çalkantının içinde ayağa kalkmak için dört dönüyor, krizi ihraç etmenin çaresini arıyor. AB’nin kodamanları fırtınanın bundan sonra uğrayacağı ülkeleri ve kendilerini nasıl kurtarabileceklerini düşünüyorlar. Pek çokları için Yunanistan artık kurtarılabilir ülke olmaktan çıktı,İspanya, Portekiz ve en vahimi İtalya topun ağzında ve bütün bunlar büyük AB rüyasının, Euro dünyasının sonu olabilir.

***

Ekonomi böyleyse ve kriz hızla yayılıyorsa, Çin en fazla “büyüyen” olmanın ne kadar yanıltıcı bir durum olduğunu gördükçe ve fakat çareyi kapitalizme entegrasyonu daha da derinleştirmek gibi bir büyük hatada aramaktaysa, büyük pazarını kaybetmemek için ABD’ye para aktarmakta devam ediyor ve koşar adım krize gidiyorsa işler iyice karışacak demektir.

Kapitalist dünyada bölünmeler kamplaşmalar bu nedenle hız kazandı. Finansal krizden çok daha fazla ve büyük bir krizi atlatmanın tehlikeli çarelerini arayanlar yalnız ekonomik değil, silahlı külahlı birlikler peşinde. Kendi silahlı gücünü kurma hayalinden vazgeçen AB şimdi yeniden NATO’ya sığınmıştır. Afganistan dağlarında “sehven” sivil bombalayan NATO ise kendine Ortadoğu’da yeni görevler bulmuş gibidir. Tüm kapitalist dünyada yavaş yavaş oluşan, olgunlaşan fikir, krizin klasik döviz faiz dalavereleriyle, finans dünyasının emme basma yöntemleriyle çözülmeyeceği fikridir.

Peki ne olacak öyleyse?

***

Kapitalist dünya, finans dünyasında balonların patlamasının buzdağının görünen kısmı olduğunu biliyor. Kriz daha derinde; yapının kendisinde. Çare olarak kilidi küflenmiş çekmecelerden çıkartılan Keynesçiliğin de işe yaramayacağı çok çabuk anlaşıldı. Öteki çekmecedeki, sürekli kullanıldığı için paslanmamış, çok yönlü yararı sınanmış militarizm silahına başvurma zamanının geldiği kanısındalar.

Kundakçılar ellerinde benzin -petrol mü demeliyim- bidonları üstümüze üstümüze geliyorlar. Seçtikleri bölge bizim buralardır. Birbirleriyle bizim buralarda kapışıyorlar.

Biz, yani halklar, yani esirler dünyası, krizlerin faturası daima kendilerine ödetilmiş olanlar, birbirimizi kırmanın derdinde, başka hesaplaşmaların içinde, ölümcül bir kâbusun ortasındayız.

Bilmem uyanabilecek miyiz?

Esirler Dünyası

Güray ÖZ

Esirler Dünyası

Tüm dünyayı sarsan ekonomik krizin 1929-30 krizi ile karşılaştırılabileceğini söyleyenler haklı. Hemen arkasından o günün kapitalist dünyasının, New Deal hikâye, çareyi militarizmde aradığını ve bulduğunu söylemekte de sayısız fayda var.

1970’lerde ilk ipuçlarını bulabileceğimiz son krizin karakteri, gelişmiş kapitalist dünyadaki reel ekonominin artan bir ivmeyle canlılığını yitirmeye başlamasıyla,
kâr oranlarındaki düşme eğilimiyle kendini gösterdi. Belki şaşırtıcı gelebilir, ama aynı dönem, Almanya’nın, Japonya’nın 2. Paylaşım Savaşı’ndan sonra yeniden kendilerini gösterdiği, “Asya kaplanları” ve ucuz iş gücüyle Çin’in devreye girdiği yıllardır. Sonrası dünyadaki büyük altüst oluş, Sovyetler’in yıkılması, Varşova Paktı’nın dağılması, Almanya’nın genişlemesi, kapitalizmin yeni ve büyük bir pazar kazanmasıdır. Herkesi yanıltan parıltının, krizleri küçümseyen neoliberal böbürlenmenin kaynağı işte bu gelişmedir, ama genel düşme eğilimini
geri çevirememiştir.

***

Şimdi ortalığı toz duman eden kriz ise söylendiği gibi yalnızca finans dünyasının balonlarının patlamasıyla açıklanamaz. Kuşkusuz balonlar patladı, neoliberalizmin siyaset üzerindeki egemenliğinin mutlak gücünün aldatıcı olduğu ortaya çıktı,
ama yaşanan kriz bundan daha fazla bir şeydir.

  • Ülkeler iskambil kâğıtları gibi birbirinin üstüne devriliyor.

ABD çalkantının içinde ayağa kalkmak için dört dönüyor, krizi ihraç etmenin çaresini arıyor. AB’nin kodamanları fırtınanın bundan sonra uğrayacağı ülkeleri ve kendilerini nasıl kurtarabileceklerini düşünüyorlar. Pek çokları için Yunanistan artık kurtarılabilir ülke olmaktan çıktı, İspanya, Portekiz ve en vahimi İtalya topun ağzında ve bütün bunlar büyük AB rüyasının, Euro dünyasının sonu olabilir.

***

Ekonomi böyleyse ve kriz hızla yayılıyorsa, Çin en fazla “büyüyen” olmanın ne kadar yanıltıcı bir durum olduğunu gördükçe ve fakat çareyi kapitalizme entegrasyonu daha da derinleştirmek gibi bir büyük hatada aramaktaysa, büyük pazarını kaybetmemek için ABD’ye para aktarmakta devam ediyor ve koşar adım krize gidiyorsa işler iyice karışacak demektir.

Kapitalist dünyada bölünmeler kamplaşmalar bu nedenle hız kazandı. Finansal krizden çok daha fazla ve büyük bir krizi atlatmanın tehlikeli çarelerini arayanlar yalnız ekonomik değil, silahlı külahlı birlikler peşinde. Kendi silahlı gücünü kurma hayalinden vazgeçen AB şimdi yeniden NATO’ya sığınmıştır. Afganistan dağlarında “sehven”
sivil bombalayan NATO ise kendine Ortadoğu’da yeni görevler bulmuş gibidir.
Tüm kapitalist dünyada yavaş yavaş oluşan, olgunlaşan fikir, krizin klasik döviz faiz dalavereleriyle, finans dünyasının emme basma yöntemleriyle çözülmeyeceği fikridir.

Peki ne olacak öyleyse?

***

Kapitalist dünya, finans dünyasında balonların patlamasının buzdağının görünen kısmı olduğunu biliyor. Kriz daha derinde, yapının kendisinde. Çare olarak kilidi küflenmiş çekmecelerden çıkartılan Keynesçiliğin de işe yaramayacağı çok çabuk anlaşıldı.
Öteki çekmecedeki, sürekli kullanıldığı için paslanmamış, çok yönlü yararı sınanmış militarizm silahına başvurma zamanının geldiği kanısındalar.

Kundakçılar ellerinde benzin -petrol mü demeliyim- bidonları üstümüze üstümüze geliyorlar. Seçtikleri bölge bizim buralardır. Birbirleriyle bizim buralarda kapışıyorlar.

Biz, yani halklar, yani esirler dünyası, krizlerin faturası daima kendilerine ödetilmiş olanlar, birbirimizi kırmanın derdinde, başka hesaplaşmaların içinde, ölümcül bir kâbusun ortasındayız.

Bilmem uyanabilecek miyiz?
(Cumhuriyet, 21.11.12)

============================================================

Dostlar,

Sayın Güray Öz ne denli çarpıcı bir irdeleme yapmış değil mi??

Esirler Dünyası..

Köle Spartaküs’ün köleliğini  ayrımsaması (fark etmesi) tarihsel bir kırılma anıdır :

  • Bu zincir benim ayağımda ne arıyor ??
Derken, an gelir 10 Aralık 1948 olur.. Yani BM kurulur ve 3 yıl içinde
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi hazırlanır, üye ülkelerce benimsenir ve yayımlanır..
1. madde şöyledir :
  • Bütün insanlar hak ve özgürlükler bakımından eşit doğarlar..

Yani kölelik yasaklanmıştır.. Kölenin çocuğu köle doğmayacaktır.

Ama kapitalizm, insanları ekonomik köle olarak kullanmayı sürdürüyor..
Küreselleşme = Yeni emperyalizm ise iyice azgınlaştı.,
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi neredeyse içi boş bir metne dönüştürüldü.

Yazık.. Çok yazık..

10 Aralık 2012’de bu Bildirge 65. yılına girecek. Ne çok olgunlaştırılabilirdi bu uzuuuun dönemde. Büyük Atatürk‘ün çok önemli sözleriyle

“Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak isteyen kapitalizm” illetinden kurtulabilseydik..

2008’den beri süregelen, “zorlukla denetim altında tutulabilen
kapitalizmin dönemsel (periyodik) bunalımlarından bu sonki bizleri kaygılandırıyor.
Bilkent Üniversitesi’nden Prof. Erinç Yeldan da “Derinleşen Dış Kırılganlık”ı yazmış..
(Cumhuriyet, 21.11.12)

Dileriz en korkunç senaryo olan 3. Büyük Dünya Paylaşım Savaşı‘na sürüklenmeyiz.

Sevgi ve saygı ile.
24.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net