Etiket arşivi: atatürk

AKP Milletvekillerine

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Coşkun Özdemir, 85 yaşına yakın Urfa kökenli bir tıp profesörüdür.
Son yıllarda kendisini Kas Hastalıklarına vermiştir ve Yeşilköy’de mütevazi bir binada gönüllü olarak bu ciddi hastalıkla boğuşanlara nitelikli emeğini sunmaktadır. (Bu bina İstanbul Büyükşehir Belediyesince kezlerce ellerinden alınmak istenmiştir!?)

Sayın Özdemir aydın ve Atatürkçü kişiliği ile bilinir. Bizim de İstanbul Tıp Fakültesi’ndeki öğrencilik yıllarımızda (1973-77) Nöroloji hocamız olmuştu. Daha sonra pek çok toplumsal sorunda yan yana olmak onurunu yaşadık, “dava arkadaşı” olduk.. Örn. Silivri çadırlarını, kurulduğu yıl 8 Ekim’de birlikte ziyaret edenlerdendik.

Coşkun hoca, öbür tüm yetileri (meziyetleri) bir yana, 2 temel özelliği ile geniş bir çevrede saygı görür :

1. İnsanseverliği (Hümanist oluşu)

2. Bilimsel yetkinliği – bilimsel kişiliği..

Batı ülkelerinde saygın bilim insanları günlük politikaya girmek istemezler.
Ama çaresiz kalıp ayağa kalktıklarında, birkaç söz ettiklerinde de ülke gündemini sarsarlar, olay olur ve söyledikleri karşılık bulur.

Ülkemizde ise, özellikle son 10,5 yıldır devr-i AKP’de bilim insanlarının da bir değeri yok! Tek ölçüt “yandaş” olmak!

Bu davranış, bir ülkenin gelenekleri ve geleceği bakımından yıkımdır!
Coşkun hoca, Cumhuriyet gazetesinde sıklıkla kısa kısa görüş ve uyarılarını sunar..

Bu kez AKP Millevekillerine bir açık mektup yazdı..

Biçem (tarz, üslup) olarak bir sorunu yoktu bu açık mektubun ama içeriği bize göre ağırdı.. Sitemize koymak istemedik..

Fakat son 10 günün ürkünç gelişmeleri karşısında bu uyarı bile hafif kaldı.

Biz de çaresizlik içinde soruyoruz :

Kuzum siz AKP’li vekiller; neyden anlarsınız; sizi ne durdurur??

* Ülkede iç savaş mı çıkmalı, ülke bölünmeli mi?
* Sıcak savaşa mı girmeliyiz?
* Ağır bir ekonomik bunalımla ülke ekonomisi çökmeli mi?
* Hangisi? Hangisi ??

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 7.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================

AKP Milletvekillerine

İçinizde Atatürk’ü, O’nun devrimlerini, laikliği, Aydınlanmayı, gerçek demokrasiyi anlayanlar vardır kuşkusuz. Onlar da sessiz kaldılar. Yürekleri insanı, insanlığı, adaleti savunmaya yetmiyor. Dünyanın aydınlık yüzünden gelen protestoları da mı göremiyorsunuz sayın milletvekilleri?..

portresi

 

Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR

 

 

Büyük, çok büyük bir düş kırıklığısınız sayın milletvekilleri. Haksız ve hukuksuz bir şekilde idam edilen Adnan Menderes’e yeni bir haksızlık yaparak O’nu bugünkü başbakanımız ile kıyaslamak istemem, yalnızca benzer yanları ve davranışları olduğunu söylemekle yetineceğim.
Ama Menderes’in yıllar içinde üstünlüğüne, vazgeçilmezliğine inanarak halkın desteğini arkasında gördükçe, ölçüsüz ve antidemokratik politikaları birbirini izledikçe O’nu uyaranlar eksik olmamış ve bunu yararsız bulanlar birer birer DP’yi terk etmişler. Yeterince etkili olabilselerdi 27 Mayıs olmayacaktı. “Kendime sabık başbakan dedirtmem” diyen Menderes’in iki bakanla birlikte idamı gibi vahim bir olayı yaşamayacaktık.

Sizler, Erdoğan, Menderes’le kıyaslanmayacak yerlere vardığı halde sanırım hiçbir zaman, uyarılarda bulunmak sağduyusunu, basiretini gösteremediniz.

“Dindar ve kindar gençler yetiştireceğiz” dedi. Görmezden geldiniz.

“Ne ördünüz, bir şey ördüğünüz filan yok” diye Cumhuriyetin
tüm başarılarını alaya aldı. Aldırmadınız.

Masum dilekler ileri süren vatandaşa “Ananı al git” diye seslendi, umursamadınız.

“Yargıya talimat verdik” dedi, boş verdiniz.

Alkol yasakları uygulayıp “Kafa kıyak dolaşan bir nesil istemiyoruz.
İki ayyaşın çıkardığı yasa mı dinimizin emirleri mi geçerli olacak?” dedi,
tüm bu totaliter tavırlar umurunuzda olmadı.

Yandaş profesörler örtünmeyen kadınları fahişe ilan etti, itiraz etmediniz.

TÜBA (Türkiye Bilimler Akademisi) darmadağın edildi, size vız geldi.

3. köprü ve ona verilen isim için, milyonlarca ağaç için, seçim barajı için hiçbir varlık gösteremediniz, yalnızca tabi oldunuz.

Yüzlerce yurtsever yıllardır hapislerde yatıyor, çocukları, eşleri ile birlikte büyük bir dram yaşanıyor. Bu bile vicdanlarınızda bir huzursuzluk yaratmadı. Hayretle, ibretle, esefle anıyorum.

Gücüne ve üstünlüğüne, onsuz yapamayacağınıza öylesine inandınız ki, ne yaparsa yapsın O’nu onaylamak ve alkışlamak zorunda hissettiniz kendinizi.

Herhalde o yiğit yurtsever Türk gençleri için kullandığı çapulcular, marjinaller tanımlamalarını da alkışlayacaksınız.
Erdoğan’ın vicdansızca teşvik ettiği bugünkü polis vahşetini de alkışlamaktan geri durmayacaksınız.

Büyük bir yanılgı içindesiniz. Son günlerin olayları bu yanılgıyı algılamanız için yararlı olabilir mi acaba diye düşündük. Bir tekiniz de çıkıp

“Ne yapıyorsun?
– Bu ülke çağ dışına sürükleniyor, cepheleşiyor, bölünüyor, parçalanıyor, – Halka, gençliğe zulüm yapılıyor. 5 ölü, yüzlerce yaralı, onlarca gözünü kaybeden var,
– Nasıl olur da polisimiz destan yazdı dersin, zafer kazandı dersin” diyemediniz.

İçinizde Atatürk’ü, onun devrimlerini, laikliği, Aydınlanma’yı, gerçek demokrasiyi anlayanlar vardır kuşkusuz. Onlar da sessiz kaldılar. Yürekleri insanı, insanlığı, adaleti savunmaya yetmiyor.

Dünyanın aydınlık yüzünden gelen protestoları da mı göremiyorsunuz sayın milletvekilleri?..

Sadece yazıklar olsun diyorum!..
(
Cumhuriyet 28.08.2013)

Fethullah Gülen protestosundan kimsenin görmediği ayrıntılar


Dostlar
,

Arkadaşlar büyük iş başardılar.. Kendilerini kutluyoruz.. ODATV’den Barışlar (Terkoğlu ve Pehlivan) da gelişmeleri haberleştirdiler. Türker Ertürk Paşa’nın konuya ilişkin yazısına da sitemizde yer verdik. (http://ahmetsaltik.net/2013/09/05/turker-erturk-ben-de-pensilvanyaya-gittim/, 5.9.13) Dileğimiz,

  • NAMUSLU MÜSLÜMANLARIN, İslam Dininin nasıl “ILIMLI İSLAM” yutturmacası ile emperyalizmin – ABD’nin güdümüne Cemaat eliyle verildiğini bir an önce görmeleridir.

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 6.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================

Fethullah Gülen protestosundan kimsenin görmediği ayrıntılar

OdaTv, Pensilvanya´dan Amerika’da yaşayan Türkler Fethullah Gülen‘i 2. kez yaşadığı kasabada protesto etti. Amerika’nın çeşitli eyaletlerinden gelen yüzlerce Türk ve Amerikalı Fethullah Gülen’nin yaşadığı çiftliğin yakınında gösteri düzenledi. Gösteri de Amerikalı ünlü yazar Dr. Paul Williams, Araştırmacı Shraron Higgins, Aktivist Mary Adı, TADF eski Başkanı Kaya Boztepe ve Eski Deniz Harp Okulu komutanı Türker Ertürk de birer konuşma yaptı. CIA DESTEKLİYOR Eylem organizatörlerinden Armağan Yılmaz’ın açılış konuşmasıyla başlayan gösteride sözü ilk Dr. Paul Williams aldı. Fethullah Gülen ve radikal islam karşıtı kitapları ve yazılarıyla tanınan Williams konuşmasına “merhaba Türkler” diyerek başladı ve konuşması boyunca sık sık Atatürk vurgusu yaptı.

  • Fethullah Gülen cemaatinin ABD’deki karanlık yapılanmasına
    ve işlediği suçlara
    değinen Williams,

Cemaatin Türkiye’yi getirdiği durumu da özetledi. Tayyip Erdoğan ve hükümetini de
sık sık eleştiren Williams Türkiye’nin laik demokratik bir hukuk devleti olduğunu ve kurucusunun da ilelebet yaşayacak olan Mustafa Kemal Atatürk olduğunu söyledi. Konuşması gösteriye katılanlar tarafından sık sık alkışlar ve sloganlarla kesilen Williams, Fethullah Gülen Cemaati konusunda çalışmalarına devam edeceğini ve bu konuyu özellikle Amerikalılar’a gerçek yüzüyle anlatmak için elinden gelen çabayı sarf edeceğini söyledi. Williams konuşmasında cemaatin CIA, Clintonlar ve Obama tarafından desteklendiğini ve

  • Cemaatin Afganistan’da CIA ile uyuşturucu ticaretini yönettiğini ve bugünkü Cemat gelirlerinin büyük bölümünün bu uyuşturucu parası olduğunu da sözlerine ekledi.

Williams, Gülen’in yaşadığı kasabaya sık sık geldiğini ve her geldiğinde çiftliğin üzerinde askeri helikopterlerin alçak uçuş yaptığını ve sık sık inip kalktığını da söyledi. Williams’ın bu iddiası Gülen’in evinin yakınındaki eylemin yapıldığı çiftliğin sahibi tarafından da onaylandı. Çiftlik sahibi de sürekli hale gelen helikopter uçuşlarından sıkıldıklarını ve artık buna bir son verilmesi gerektiğini belirtti. MAAŞINA EL KOYDULAR Williams’ın ardından kürsüye yine Fethullah Gülen karşıtı çalışmalarıyla tanınan Amerikalı aktivist Mary Addi geldi. Addi Gülen cemaati ve charter okullarında yaşanan yolsuzluklar ve işlenen suçlarla ilgili açıklamalarda bulundu. Addi eşinin de bir cemaat okulunda öğretmenlik yaptığını ve maaşına Cemaat tarafından el konulduğunu söyledi. Daha sonraki dönemde itiraz etmeleri üzerine eşinin hapse giden bir süreç yaşadığını da anlattı. Charter okullarındaki ayrımcılıktan, maaşlara zorla el koymaya kadar varan birçok suçu sıralayan Addi bu konuda ABD’de vatansever Türklere destek sözü verdi. YILLIK KAZANÇ 400 MİLYON DOLAR! Addi’nin ardından kürsüye çıkan araştırmacı Sharon Higgins ise Fethullah Gülen Gülen cemaati hakkında oldukça ilginç bilgiler paylaştı. Şu an halihazırda Amerika’da faaliyet gösteren 135 Gülen okulu olduğunu söyleyen Higgins bu okullarda şu an 50 binin üzerinde öğrencinin paralı olarak eğitim gördüğünü söyledi. Higgins, Gülen cemaatinin bu okullardan yıllık kazancının 400 milyon doları bulduğunu söylerken, kazanca yönelik vergi karşılığının ise olmadığını söyledi. TÜRKİYE’NİN MENFAATİ İÇİNDE YOKLAR Amerikalı konukların konuşmalarıını ardından kürsüye Türk Amerikan dernekleri federasyonu eski başkanı Kaya Boztepe çıktı. Boztepe hem İngilizce hem de Türkçe yaptığı konuşmasında Amerika’da yaşayan tüm Türkleri Fethullah Gülen cemaatine karşı birleşmeye çağırdı. Cemaatin, içinde Türkiye’nin menfaati olan hiçbir organizasyon ve konunun içinde yer almadığını söyleyen Boztepe’nin konuşması protestocular tarafından sık sık alkış aldı. Boztepe kendisinin tek bir ünvanı olduğunu ve onun da Kemalist olduğunu belirtti. DENİZ KUVVETLERİNDE CEMAAT TASFİYESİ Boztepe’nin konuşmasının ardından eylemcilerin yoğun alkışları ve tezahüratları eşlinde kürsüye Eski Deniz Harp okulu komutanı Türker Ertürk geldi. Ertürk’ün konuşması sık sık alkış ve sloganlarla kesildi. Ertürk konuşmasında cemaatin Deniz Kuvvetlerinde başlattığı operasyonlara değindi. Türkiye’nin AKP ve Cemaat tarafından ihanete uğradığını söyleyen Ertürk Cemaat-AKP kavgasında vatanseverlerin taraf olmadığını da sözlerine ekledi. “Biz buraya el-etek öpmeye değil gerçekleri açıklamaya ve Fethullah Gülen cemaatini gerçek yüzüyle herkese anlatmaya geldik.” diyen Ertürk, Cemaatin Türkiye’yi sürüklediği karanlık geleceği de anlattı. Türkiye’de verilen savaşın Atatürk’le ve Cumhuriyet’le olduğunu vurgulayan Ertürk, İslam coğrafyasından da örnekler verdi. Suriye konusuna da değinen Ertürk, Suriye’de muhalif diye anılan çetelerin ellerinde silahla dünyanın dört bir yanından gelerek insanları katlettiğini ve bunların Suriye’ye demokrasi değil bölünme getireceğini söyledi. Ertürk islam coğrafyasında bir sıralama yapsak içlerinde en demokratik olan ülkenin Suriye olduğunu söylerken, Türkiye’yi yönetenlerin ülkeyi Dünya’nın en geri, en anti-demokratik ülkeleri olan Suudi Arabistan ya da Mısır haline dönüştürmeye çalıştığını da belirtti. Ertürk konuşmasında Atatürk‘ün Türk kadınına kazandırdığı haklara da değinerek protestocular arasında yer alan kadınları Atatürk’e erkeklerden daha fazla sahip çıkmaya çağırdı. Ertürk’ün konuşmasının ardından eylem Gezi şehitlerinin anılması, İstiklal marşı ve saygı duruşu ile son buldu.

EYLEMDEN NOTLAR

Eyleme Amerika’nın dört bir yanından gelen yüzlerce Türk katıldı. Eylem alanını protestoculara tahsis eden Amerikalı çiftçinin sık sık Cemaat tarafından tehdit ve rüşvet teklif edildiği iddia edildi. Eylemcilerin iddiasına göre eylemden bir gün önce akşam saatlerinde çiftliğe giden Cemaat yöneticileri çiftlik sahibine “onların verdiği paranın iki mislini biz verelim iptal edin..” şeklinde teklifte bulunmuş ancak çiftlik sahibi Cemaat yöneticilerini kovmuş. Eylemde Türklerin yanı sıra çok sayıda Amerikalı da vardı. Hem kasabadan hem de çevre şehirlerden gelen Amerikalılar konuşmaları büyük bir dikkatle dinledi.

CEMAATTEN EYLEM KONTROLÜ

Cemaat üyeleri de eylemdeydi. Cemaat eylemde konuşulanları ve yaşananları tespit etmek için 6 kişilik bir ekip görevlendirdi ve eyleme gönderdi. Ancak protestocular tarafından kolayca fark edilen cemaat üyeleri sık sık tepkilerin odağına oturdu. Hatta fotoğraf çekmeye çalışan iki cemaat üyesine eylemciler pankart ve Atatürk posteri vererek fotoğraflarını çektiler. Anadolu Ajansı da tepkinin odağındaydı. Cemaate yakınlığıyla bilinen Anadolu Ajansı’nın Amerika Temsilcisi de eylemdeydi ancak protestocular tarafından yoğun tepkilerle karşılaştı. AA temsilcisine sık sık “tetikçi olma gazeteci ol”, “hainlik etme vatansever ol” gibi sloganlarla tepkilerini gösterdiler.

KASABADA YAŞAYANLAR İLGİ GÖSTERDİ

Kasaba sakindi. Bir önceki eylemin bir gün öncesinde cemaat tarafından yoğun bir kara propaganda çalışması yapılan kasaba bu kez endişeli görünmüyordu. Kasaba sakinleri eylemcileri sevgiyle karşıladı. Hemen hepsi evlerinden çıkıp konvoy halinde geçen eylemcilere el salladı. Hatta Fethullah Gülen’in hemen yanındaki çiftliğin sahibi bundan sonra eylemcilere kapısının açık olduğunu ve bir sonraki eylemi kendi yerinde düzenlemelerini istedi. Bir önceki eylemde cemaat tarafından dağıtılan “girilmez” şeritlerini bahçelerine çeken kasaba sakinleri bu kez aynı şeyi yapmadı. Sadece 4 ev yine girilmez şeritleri çekti ancak kasabanın tamamının bu kez buna uymadığı görüldü. İlk eylemde tüm park yerlerini kapatan kasaba sakinleri bu kez aynı uygulamayı yapmamıştı.

KONVOY KAPISINA DAYANDI

Çiftlikteki eylemin hemen ardında yüzlerce araçlık konvoyla harekete geçen protestocular Türk bayrakları ve Atatürk posterleri ile donanmış araçlarıyla Gülen’in kapısının önünde eylemi sürdürdüler. Kapının önüne her gelen araçtan atılan sloganlar ve verilen tepkiler cemaat üyelerinin içeri kaçmasına sebep oldu. Kasaba da trafiği bir süre kitleyen eylemciler konvoyla yapılan 5 turun ardından evlerine döndü.

ABD MEDYASI İLGİ GÖSTERDİ

Eyleme ABD medyasından da katılımlar vardı. Hem yerel hem de ulusal birçok medya kuruluşu eylemi takip etti. ABD medyasının eylemcilerle röportaj yapması dikkat çekti.

İLGİNÇ PANKARTLAR

Protestocular eylem için oldukça ilginç pankartlar hazırlamışlardı. Pankartlara Gezi direnişi ve Fethullah Gülen-AKP-Obama ilişkisi damga vurdu. Ayrıca protestocular bastırdıkları yüzlerce Atatürk maskesini yüzlerine taktılar. Gezi direnişinde yaşamını yitiren direnişçiler de unutulmadı. Direnişte yaşamını yitiren 5 kişinin fotoğrafları da poster haline getirilerek protestocular tarafından hem ABD basınına hem de Amerikalı konuklara gösterildi.

“BİR GECE ANSIZIN GELEBİLİRİZ”

Protestocular hem eylem başlangıcında hem de eylem bitiminde bu eylemlerin genişleyerek süreceğini ve Cemaati ABD gündemine oturtana ve gerçek yüzünü anlatana dek pes etmeyeceklerini söylediler. Cemaate de mesaj gönderen protestocular “bir gece ansızın gelebiliriz” sloganlarıyla bu işin burada bitmediğini belirttiler. Eylem organizatörlerinden Armağan Yılmaz, Fethullah Gülen karşıtı eylemlerin Amerika’da genişletilerek büyüyeceğini ve sürdürüleceğini söyledi. Yılmaz, ilk eylemden sonra büyük yol katedildiğini ve ikinci eylemle birlikte artık cemaatin kendisini gizleyemediğini ve afişe olduğunu belirtti. Yılmaz, Cemaat ABD’de tüm gücünü kaybedip çöp kutusuna atılana dek bu mücadelenin süreceğini ve Amerika halkını cemaat konusunda ellerinden gelen tüm imkânlarla bilgilendireceklerini de belirtti. Nihai amaçlarının Türkiye’deki ihanet şebekesinin yıkılması olduğunu belirten Yılmaz, AKP-Cemaat kavgasında taraf değil cenazeyi kaldıranlar olacaklarını
ve ihanet odaklarının geldikleri gibi gideceklerini söyledi. Cemaate yakın Golden Generation Worship and Retreat Center Başkanı Bekir Aksoy imzasıyla kasabada yaşayanlara dağıtılan sakinleştirici bildiriler dikkat çekti. (3.9.13)

Bayrak Geçit Töreninde Oturan Bergama Savcısı Hasan Yüksel!

Dostlar,

Gün geçmiyor ki, ülkemizin en temel değerlerine saygı kusuru, açık saygısızlık edilmesin hatta ayaklar altına alınmasın..

Bu talihsiz gidişten hiç kuşku yok ki AKP iktidarı net olarak sorumludur.

Son olarak, Dünyanın, yenilen düşmanlarımızın bile büyük saygı ile karşıladığı
30 Ağustos Zaferimizin anma töreninde Bergama’da çoook acı bir olay yaşandı..

  • Bergama Cumhuriyet Başsavcısı Hasan Yüksel, -basından öğrendiğimize göre- Bayrak geçit töreninde herkes ayağa kalktığı halde kendisi kalkmamıştır!

Böyle bir davranışın özürü olamaz.
“Savcı” Hasan Yüksel denen kişi, derhal bir açıklama yapmak ve kabul edilebilir bir gerekçesi varsa kamuoyunun bilgisine sunarak açık ve içten bir özür dilemek yükümündedir.

Ülkesinin bayrağına saygılı olmak, yurttaşlık yükümlülüğünün en başında gelir.
Dünya görüşünüz ne olursa olsun, nüfus cüzdanını, pasaportunu taşıdığınız ülkeye öncelikle SADAKAT borcunuz vardır. Sadakat, askerlik ve vergi 3 temel yükümdür.

Hele kamu görevlisi iseniz, bu sorumluluk ve yükümlülük “mutlak” dereceye ulaşır.
Bay Hasan Yüksel’in böylesi bir özgürlüğü yoktur.

Öncelikle -çooook haklı bir özürü yoksa- (kaldı ki, ayağa kalkmasına engel bir sağlık sorunu varsa törene vekilini yollar.. dalgınlığına geldi denebilir mi?
Biz bir özür bulamıyoruz!?..)

  • Bay Yüksel derhal kamu görevini bırakmalıdır.

İkinci olarak, hangi ülkenin bayrağına saygı gösterebilecekse o ülkenin yurttaşı olmak için Türk vatandaşlığından ayrılarak oraya başvuru yapmalıdır.

Hiçbir ülkenin bayrağı için ayağa kalkmak istemiyorsa “haymatlos” luk (Vatansızlık) rütbesini seçebilir.

*****

Olayın yenilir yutulur yanı yoktur.

  • Adalet Bakanlığı ve HSYK derhal soruşturma başlatmalı
    ve tedbiren, olayın vahim oluşu bakımından
    Bergama C. Başsavcısı Bay Hasan Yüksel hemen görevinden alınmalıdır.

Devlet memurluğuna girerken ettiği sadakat yemini dışına çıktığından,
kamu görevinden uzaklaştırılmalı ve ilgili mevzuat uyarınca hakkında
ceza koğuşturması ve idari soruşturma yapılmalıdır.

Dahası; Vatandaşlık yasası, Türk Ceza Yasası vd. elveriyorsa
yurttaşlıktan çıkarılmalıdır!

Muhalefet konuyu mutlaka TBMM’ye taşımalıdır ve bu zat mutlaka,
hak ettiği yasal yaptırımla en ağır biçimde karşılaşmalıdır.

Bay Hasan Yüksel, insanlığın utanç tarihine geçecek çok ağır bir eylemin
bilinçli (taammüden) sahibidir.

Al bayrağımız için kanlarını döken, gözlerini kırpmadan canlarını veren şehitlerimizin aziz ruhları acı içindedir, muazzeptirler ve Bay Yüksel’in geçmişiyle geleceğiyle
kendisi de ailesi de utanca boğulmuşlardır. Şehitlerimizin bu derin ve ölçüsüz
manevi acısı, Bay Yüksel’in vicdanını asla rahat bırakmayacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti, Bay Yüksel gibileri tepeleye tepeleye kurulmuştur ve
yoluna sonsuza dek devam edecektir; Atatürk‘ün kesin buyruğu ve şaşmaz öngörüsü gereği “ilelebet payidar” kalacaktır!

Bütün nefretimizle bu talihsiz kişiyi ve eylemini kınıyor, lanetliyoruz!
O’nun bu cesareti bulmasını sağlayan kurumları, kişileri ve tüm sorumluları da!

TBB’nin (Türkiye Barolar Birliği) sıkı bir dosya ile ilgili hakkında suç duyurusunda bulunmasını diliyoruz.

Biz de T.C. Yurttaşı olarak, derin bir biçimde incinmiş olarak, bu kişi hakkında
HSYK ve Adalet Bakanlığı’na, bu yazımızla suç duyurusunda bulunuyoruz
ve gerekli yasal işlemlerin eksiksiz olarak hızla uygulanmasını istiyoruz.

Hukukçu olmadığımız için ilgili mevzuat kuarallarını tam olarak bilmiyoruz ama suç duyurusunda bulınduğumuz 2 kurumun ilgili pozitif normları res’en araştırarak uygulamasını istiyoruz.

Atalar, “Her şeyde bir hayır vardır.. “ demişler.
Bu vahim olay da ülkemizde ve ulusumuzda ciddi bir uyanış için önemli bir gerekçe olur dileyelim..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 2.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Bayrak Geçit Töreninde Oturan İzmir – Bergama Savcısı Hasan Yüksel!  

Herkes ayağa kalktı ama savcı oturdu!

Oturan_Savci_Hasan_Yuksel_.30.8.13_Bergama

CHP İzmir Milletvekili
Prof. Birgül Ayman Güler
,
İzmir Bergama’daki 30 Ağustos törenlerinde resmi geçit sırasında ayağa kalkmayan Bergama Cumhuriyet Savcısı Hasan Yüksel‘e tepki göstererek,
  • ‘Ülkesinin bayrağına saygısı olmayan bu kişi,
    nasıl cumhuriyet savcılığı görevi yapabilir?’
    diye sordu.

Savcının, Türk Bayrağı taşıyan grubun protokolün önünden geçişi sırasında koltuğundan kalkmadığını anımsatarak, memleketi Bergama’da yaşanan
bu talihsiz olayı, bütün Bergamalılar gibi kendisinin de şiddetle kınadığını vurguladı.

Olayın geçiştirilmeden soruşturulması ve gerekli işlemlerin yapılması için sorumluluğun Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’yla Adalet Bakanı’nda olduğuna dikkat çekti.

Güler, yaptığı yazılı açıklamada şu görüşlere yer verdi:

“Türk Ulusu’nun dirilişinin, vatanın düşman işgalinden kurtuluşunun 91. yıldönümünü gurur ve coşkuyla kutladık. 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda hepimiz coşku ve birlik içinde bağımsızlığımızın sancağına ve kurtuluşun önderi Mustafa Kemal Atatürk’le silah arkadaşlarına saygı ve şükranlarımızı sunmanın onurunu yaşadık. Maalesef memleketim Bergama’da düzenlenen 30 Ağustos töreninde, tüm protokol halkla birlikte bayrağımızın geçişini ayakta selamlarken, cumhuriyetin savcısı unvanı taşıyan kişi, oturduğu yerden kalkmamıştır. Bu saygısızlık herkesi şaşkına çevirmiş, Bergamalıları ve tüm kamuoyunu büyük bir üzüntüye sevk etmiştir. Cumhuriyeti korumak, kollamak ve yüceltmekle görevli bir kamu görevlisinin, egemenlik ve bağımsızlığımızın simgesi olan bayrağımıza karşı bu sergilediği bu saygısızlığı
kabul etmek ya da görmezden gelmek söz konusu olamaz. Meslek unvanının başında “Cumhuriyet” olan böyle bir kişinin ‘cumhuriyet savcılığı’ görevinin gerektirdiği sorumluluğu taşıyamadığı açıktır. Ülkesinin bayrağına, Cumhuriyet’e saygısı olmayan biri, nasıl ‘Cumhuriyet Savcısı’ olabilir? Bu savcının devlet ve kamu adına düzenlemesi gereken iddianame ve fezlekelerin nasıl bir geçerliği olabilir?”
(Cumhuriyet portalı, 2.9.13)

30 Ağustos’un Anlamı ve Günümüz

Dostlar,

Cumhuriyet Tarihi uzmanı dostumuz ayın Prof. Dr. Ünsal Yavuz’un “30 Ağustos’un Anlamı ve Günümüz” başlıklı çalışması derinlikli bir irdeleme içeriyor..

Özellikle AP (Avrupa Parlmentosu) kararlarının – istemlerinin Sevr koşullarından farksızlığı çok çarpıcı bir sorgulama..

Ergenekon – Balyoz – Hasdal vb. tertiplerine yapılan “araçsallık” göndermesi de..

Barı’nın, 93 yıl sonra Sevr’i parça parça uygulama planı ve bu amaçla ülkemizde işbirliği yapabilecek siyasal kadrolar bulabilmeleri ise daha da
hüzün verici..

  • Türkiye, bir kez daha bu lanetli neo-emperyalist saldırıyı savuşturmak zorunda..

Sevgi ve saygı ile.
İstanbul, 31.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================


30 Ağustos’un Anlamı ve Günümüz

portresi_genc


PROF. Dr. ÜNSAL YAVUZ

 

 

Atatürk Büyük Söylev’inde 30 Ağustos Utkusu’nu şöyle değerlendirmektedir:

  • “ Her evresi ile düşünülmüş, hazırlanmış, yönetilmiş ve utkuyla sonuçlandırılmış olan bu harekât, Türk Ordusu’nun, Türk subaylarının
    ve komuta kurulunun 
    yüksek güçlerini ve yiğitliklerini tarihte bir daha saptayan ulu bir yapıttır.”

Türk Ordusu ve onu yöneten her düzeydeki komuta kademesi ve subaylarını özenle seçtiği sıfat ve sözcüklerle hak ettikleri en üst düzeyde nitelendiren ve onurlandıran Mustafa Kemal Paşa devam ediyor :

‘Bu yapıt, Türk ulusunun özgürlük ve bağımsızlık düşüncesinin ölümsüz anıtıdır.
Bu yapıtı yaratan bir ulusun çocuğu, bir ordunun Başkomutanı olduğum için sevincim ve mutluluğum sonsuzdur’ (Atatürk, Söylev, C.II., s. 903.)

Özgürlük ve bağımsızlığına düşkün olan Türk ulusunun çocuğu olmaktan
duyduğu mutluluğu ifade ettiğini zaten biliyoruz.

Osmanlı Devleti’nin Çöküşü 

XVI. yüzyılın son çeyreğinde, idarede ve ekonomide başlayan sorunlar,
bunu izleyen yüzyıllarda koskoca imparatorluğu önce duraklama sonra gerileme sürecine sokmakta gecikmemiştir. Osmanlı aydınları ve devlet adamları, bu sorunlar karşısında çeşitli çözümlemelere başvurmuşlardır. Ancak, hastalığa konulan tanı yetersiz olduğu için çözümlemeler göreceli olmuş ve beklenen sonucu vermemiştir. Özellikle, XVII. yüzyılın başlarından itibaren medreselere getirilen Arap ulemanın eğitimde yaptığı olumsuz etkiler, akli bilimlerin yerini nakli bilimlerin alması, kaderciliğin yaygınlaşması, geleneklerden yana olan çevrelerin yenileşme girişimlerine karşı giderek artan tepkileri, tutuculuğun yaygınlaşması, devletin üzerinde yükseldiği teokratik felsefenin devletin tüm kurumlarında ağırlığını hissettirmesi, çağdaş uygarlık dünyasının izlenmesinde en büyük engeli oluşturan
iç nedenler olarak karşımıza çıkmaktadır.

XIX. yüzyılda ağırlaşan sorunların üstesinden gelmekte zorlanan Osmanlı yöneticileri Batı kaynaklı çözümlemelere sığınmak zorunda kalmıştır. Özgürlükçü açılımları beraberinde getiren 1839 ve 1856 Fermanlarını dayatmacı bir biçemde batılıların önerdiği anımsanmalıdır. Hele 1856 yılında Paris’te toplanan konferansa “hükümranlık haklarını ve toprak bütünlüğünü Avrupa hukuk sistemi içinde koruyabileceği” yolunda “hasta adam” dedikleri Osmanlı Devletini aralarına davet edenlerin yine aynı Batılılar olduğu da unutulmamalıdır.

Bütün bu sosyal ve kültürel ağırlıklı gelişmelerin yanı sıra ekonomik yayılmacılığı da ustaca devreye sokmakta duraksama göstermeyen batılılar, şirketleri eliyle sanayi ürünlerini Osmanlı pazarlarına sokarak kendi sanayilerinin gereksinim duyduğu ülkenin hammadde kaynaklarını, elde ettikleri ticari ayrıcalıklarla ülkelerine taşırken, öte yandan biriken sermayelerini de hazinesi boşalmış,
borç para arayan Osmanlı yönetiminin emrine yüksek faizlerle vermişlerdir.

Sonuç, Osmanlı maliyesi ve ekonomisinin yabancı denetimine girmesidir.
Başka bir söylemle Osmanlı Devleti’nin yarı sömürgeleşmesidir.
Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi’nin kurulması devletlerarası rekabetin beraberinde getirdiği I. Dünya Savaşı felaketi ve Osmanlı Devleti’ni siyasal bir varlık olmaktan çıkaran Mondros Ateşkesi ve bunu pekiştiren Sevr Antlaşması yukarıda yazılan oluşumların birbirini tamamlayan doğal sonuçlarıdır. Böylece batılı devletler, yüzyıllardır hayaliyle yaşadıkları “Doğu Sorunu” nu
artık bitirdiklerine kendilerini inandırmışlardır.

Ulusal Bağımsızlık Savaşı

İşte tam noktada ve hiç beklemedikleri bir anda Çanakkale savaşlarında olduğu gibi Mustafa Kemal Paşa önderliğinde ulusal boyutta Bağımsızlık Savaşı ile karşılaşmışlardır. Bu Sanayi Devrimi’ni tamamlamış, silah teknolojisinin doruğunda ürünlere sahip batılı emperyal güçlerle, yoklukların ve sefaletin kol gezdiği, sömürgeciliğin altında ezilen doğulu toplumların ön saflarında yer alan Türklerin bir bilek güreşi, bir başkaldırışı ve dur deyişidir. Bu bir varoluş mücadelesidir ve ikinciler lehine sonuçlanmıştır.

Türk Tarihini Tetkik Encümeni tarafından 1834’te yayınlanan tarih serisinin
4. cildinin 56.sahifesinde İstiklal Savaşı’nın niteliği şu tanımla açıklanmaktadır:

  • İstiklal Savaşımız; doğunun dini, sosyal, siyasal baskısı ile batının siyasal ve ekonomik zorbalığından arınmış tam bağımsız yeni bir Türk Devleti kurma yolunda verilen mücadeleler bütünüdür.

Bu onurlu savaşın iki boyutu vardır. 1919-22 arasında gerçekleşen boyutu, Cumhuriyet tarihimizin silahlı mücadele aşamasını oluşturur. İkinci boyut 1922-37 arasında gerçekleşecek olan ve tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulup çağdaş, evrensel değerler çevresinde yapılanmasıyla tamamlanacaktır.
Bu yine inançlı ve özverili bir mücadeleyi zorunlu kılmıştır. Her iki boyutu tarihsel derinliği içinde değerlendirirsek:

Birincisi, Batı’nın yüzyıllar boyunca uyguladığı politikalar sonunda ülkede yerleşmiş olan siyasal ve ekonomik yayılmacılığın kırılması batılı sermaye ve şirketlerin son kalıntılarının defedilmesi yolunda dışarıya el avuç açmadan yerli sermaye, emek ve teknoloji ile gerçekleştirilen ulusal kalkınma atılımları sonucunda sanayileşen ve kendine yeterli olan Türkiye gerçeğini;

İkincisi ise yüzyıllar boyunca izlenen yanlış politikalarla ülkede kurumlaştırılmış olan doğunun dinsel, sosyal ve siyasali baskısının kaldırılarak yerlerine özün sahip olduğu niteliklerine bir zarar vermeden çağdaş, evrensel değerler ekseninde yeniden yorumlanmasını ve şekillenmesini ifade etmektedir.

Çünkü gericiliği, tutuculuğu, çağ dışılığı beraberinde getiren bu yapıyı kırmak,
onun yerine evrensel değerlerle donanmış çağdaş ve modern Türkiye’yi kurmak gerekiyordu. Ancak bu değişim hiç de kolay olmamış beraberinde birçok tepki ve engeli getirmiştir.

Sonuç olarak 30 Ağustos Utkusu Cumhuriyet Tarihimizin yalnızca Batıya değil Doğuya karşı verilen var oluş mücadelesinin önemli bir dönemeci, kilometre taşıdır. Her ulusal bayramımızı toplumun bir kesimine armağan eden Atatürk,
30 Ağustos Utkusunu göz bebeğimiz şanlı ordumuza armağan etmiştir.

Bugün ne garip rastlantı ki, hem Batıya hem de Doğuya ve de onların içimizdeki işbirlikçilerine yeniden mücadele etmek durumunda kalıyoruz. Kanımca bugün gündemdeki soru şu olmalıdır :

  • Bağımsızlık Savaşı neden verildi ?!…

91. yıldönümünde genel görünüm

Bugün yine yüz yıl önceki Batılıların torunları aynı amaca yönelik ancak farklı yöntemlerle üzerimize geliyorlar. Adeta yarıda bırakmak zorunda kaldıkları
Sevr projesini usul usul gündeme oturtuyorlar.

AB Parlamentosu kararlarının Sevr Antlaşması koşullarından farkı nedir?

-Lozan’da bitirilmiş olan ulusal sorunlarımız tekrar uluslararası politikanın gündemine ustaca oturtulmaktadır,
-Devletçilik politikasının ürünleri olan, temellerinde öz emek, öz sermaye, öz teknolojinin bulunduğu ve ürünlerini duygulanarak tükettiğimiz anıtsal eserler anlamsız ama amaçlı sözde neoliberal özde neokapitalist ve neoemperyalist politikalara yem ediliyor, Bağımsızlık Savaşı öncesinde olmayan sanayi nedeniyle bütün iç pazarlarımız yabancı sanayi ürünlerine ve lüks tüketim mallarına teslim edilmişti,

  • Bütün bu işbirlikçi politikaları gören toplumu uyarmak isteyen Atatürkçü yurtsever aydınlardan oluşan devlete, rejime ve cumhuriyete sahip çıkma kararlılığındaki direnç odakları sivil-asker ayırımı yapılmaksızın,
    yapay senaryolarla Silivri, Hasdal vb. yerlerde tutuklanarak susturuluyor.

Aynen Ulusal Bağımsızlık Savaşı sırasında İstanbul’un işgali ve Meclis-i Mebusan’ ın dağıtılmasıyla mebusların yanı sıra işgalci yüksek komiserlerin ve Damat Ferit’in hazırladığı listelerde yer alan yurt severlerin asker-sivil ayırımı yapılmaksızın tutuklanarak Malta’ya sürgün edilmeleri gibi.

Büyük Atatürk’ün şanlı ordumuzla ilgili yukarıdaki satırlara aldığımız nitelendirmelerine bir de bugün reva görülen uygulamalara ve suçlamalara bakınız.

-Demokrasi aldatmacası arkasında demokrasinin vazgeçilemezleri olan çoğulculuk, katılımcılık, çok seslilik, kuvvetler ayrılığı ilkesi siyasal otoritenin denetimi altına alınırken; özgürlükçülük aldatmacası arkasında izleme, dinleme, korkutma politikaları iktidarın üniformalı veya sivil vurucu çeteleri eliyle temel hak ve özgürlükler rafa kaldırılarak halk sindirilmeye çalışılıyor.

İktidar ve yandaşları;

 – dini olabildiğince çarpıtıp kullanarak
– halkı inanç ve etnik köken açısından bölerek ve yek diğerini ihbar etmeye yönlendirerek ulusal birlikteliği bozmakta duraksama göstermiyorlar.

Cumhuriyetin 100. yılına doğru ilerlerken, Atatürk Türkiyesi’ni yöneten kadroların; etrafta Sevr projeleri uçuşurken, kendi kafalarındaki çağını çoktan doldurmuş modeller doğrultusunda ülkeyi hızla yıkıma doğru götürürken,
koltuklarını korumak pahasına emperyal güçlerin bölgesel çıkarlarına kulluk ederken ve yukarıdaki örnekleri daha da zenginleştirmek olanaklı iken.. İstanbul hükümetinin 91 yıl önce ülkeyi getirdiği ortamdan bir fark var mı?

Bugün akılları Müslüman Kardeşlere takılıp kalmış olanların Atatürk’e ve O’nun eşsiz eseri laik ve demokratik Cumhuriyet’imize ve kurumlarına
sahip çıkmaları beklenebilir mi?

Prof. Dr. Ünsal Yavuz
Atatürkçü Düşünce Derneği
Yazı Kurulu ve Bilim Danışma Kurulu Üyesi

30 Ağustos Zaferi 91. Yaşında


30 Ağustos Zaferi 91. Yaşında

PERİHAN ERGUN

Bu zafer öyle sıradan bir galibiyetin sonucu değildir.
Çünkü, I. Dünya Savaşı’nda Türk askeri yenilgiye uğramadığı halde Osmanlı’nın müttefiklerinden Almanya’yla beraberindekilerin yenilgiye uğraması sonucu o günkü devletin boynuna idam fermanı niteliğindeki Sevr Antlaşması geçirilmişti.
Bu fermanın getirisi olarak İngilizlerin planlaması doğrultusunda İstanbul -onlara göre Kostantinopolis- Trakya dahil yakın çevresi, Ege kıyılarının önemli yöreleri Yunanlara, Güney ve Güneydoğu Fransızlarla İtalyanlara, Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu Ermenilerle kısmen Kürtlere bırakılmış, kuzeyde tarihi Pontus devletinin merkez Trabzon olarak yeniden canlandırması istemiyle yurdumuz yamalı bohça örneği parçalanmıştı. Bize kalan yalnızca Ankara -Engürü- ve yöresiydi.

*** 
Vatanın tümüyle elden gidişi, Osmanlı saltanatını işgalcilerle birlikte sürdürmek
isteyenlerin başta VI. Mehmet Vahdettin olmak üzere umurlarında değildi.
Buna karşın yurtseverler Kurtuluş’un çarelerinin ara planlarını oluştururlarken, Anadolu halkı da işgale karşı isyandaydı. Anadolu İsyanı’nın başını
Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak çekiyorduAnkara’da padişahın Meclis ve hükümetine karşı, Kurtuluş ve İstiklal Meclisi oluşturuldu. Sakarya ile I.
ve II. İnönü savaşlarındaki başarıdan sonra 26 Ağustos 1922’de M. Kemal’in başkomutanlığında Kocatepe’de başlayacak olan meydan savaşına Ankara’daki Milli Meclis’te karar verildi. 4 gün süren meydan savaşı 30 Ağustos’ta zaferle sonlandırıldı. Kurtuluş mücadelesi Yunan askerlerinin 9 Eylül’de İzmir’den denize dökülmeleriyle sonlandı.

***

30 Ağustos zaferi öyle sıradan bir başarı değildir. O işgal koşulları ortamında dünyada görülecek tek örnektir. Rahmetli büyükanneciğim iki oğlunun büyüğünü cephede, küçüğünü Kuvayi Milliye’ye yemek taşırken Yunan efsonunun (askeri) serseri kurşunuyla vurulan dizinin kangrene dönüşmesiyle şehit olmalarıyla,
büyük kızını da o günlerin koşullarında veremin getirdiği ölümle kaybetmiş.
Bu acılarının eşliğinde aralıksız Mustafa Kemal’le arkadaşlarına Yasinler okuyarak dualar gönderirdi. Mal ve mülklerini yağmalayan işgalcilerin denize dökülüşünü görmesi en büyük kıvançlı tesellisiydi.

Atatürk’le arkadaşlarının Kurtuluş Savaşı’na kahramanca soyunmaları birçok şair
ve yazarımızın da destansı satır ve dizelerine konu olmuştur. Örneğin, evrensel şairimiz Nâzım Hikmet, “Büyük Taarruz” başlığı altındaki dizelerinde -aklımda kaldığınca-;

“Mavi gözlü Başkumandan,
Baktı saatine – 5.30 –
Top atışıyla zaferini başlattı…”
diye duygularını kaleminden akıtmış.

*** 
Bunca ocaklara ateş düşüren acılarla elde edilmiş olan bağımsızlık ve özgürlük savaşı sonucu kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş değerleri, kimi iktidar tutkunlarının sapkınlıklarına feda edilemez. Sonsuza kadar da edilmeyecektir. Ata’mızın emanet ettiği Cumhuriyetimizi Türk gençliği direnişleriyle aralıksız savunmaktadır. 26 Ağustos 2013 günü oluşturulan Kocatepe’ye yürüyüş,
bu inancın canlı yansımasıdır
.

Zindanlarda haksız, hukuksuz yere tutuklanıp bir de mahkûm edilen seçkin yurtseverlerimizin özgürlüklerine tez elden kavuşturulmaları dileğiyle tüm yurttaşlarımın Zafer Bayramı’nı içtenlikle kutluyorum. (Cumhuriyet, 29.8.13)

30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun!

Dostlar,

ADD Bandırma Şubesinin kuruluşundan bu yana özverili ve üretken başkanı (20 yıl oldu neredeyse!) dostumuz, Cumhuriyet’in gerçek öğretmenlerinden Sayın Melih Çınar,
30 Ağustos Zafer bayramımız için kutlama iletisi yollamış..

İletisi ile bir yandan ulusal coşku aşılarken bir yandan özlü tarihsel bilgi veiriyor ve geleceğe dönük çıkış önerileri koyuyor.

Ressam kmliği ile sanat boyutunu da elbette atlamıyor ve Nazım Hikmet’in unutulmaz dizeleriyle kısa kutlama iletisini daha da değerli kılıyor.

Kendisini kutlayarak, Bandırma ADD’de geçmişte yaptığımız pek çok aydınlanma etkinliğinde becerisini ve konukseverliğini… anımsayarak teşekkür ediyoruz.

30 Ağustos Utkusu (Zaferi) gerçekten, Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır birçok bakımdan.. Biz de bu bağlamda, 140’ı aşkın yansıdan oluşan bir power point dosyasını (pdf olarak) sitemizde okuyucularımıza sunuyoruz.

  • Tüm ulusumuza ve mazlum uluslara kutlu ve mutlu olsun!

Bu görkemli utkuyu bizlere armağan edenlere, başta Başkumandan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere tüm dava ve silah arkadaşları ile sevgin (aziz) şehitlerimize bitmeyen – bitmeyecek olan sonsuz minnet ve şükranımız bir kez daha, alımız yerde olarak ifade ediyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ, 30.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================

30 AĞUSTOS 2013 

Melih_Cinar_Bandirma_ADD_Bsk.

 

Melih ÇINAR 
ADD Bandırma Şube Başkanı     

 

 

Orta öğretim yıllarında bir şiir ezberlemiştik:

“ 26 Ağustos sabaha karşı
Topların çelik ağzı çaldı hücum marşı…” diye.

Sevr imzalanmış, yurdumuz işgale uğramış, İstanbul ve Boğazlar İngilizlerin denetimine verilmiş, Yunan Ege’yi, İtalyan’lar Antalya ve çevresini, Fransızlar Adana bölgesini paylaşmışlar, Pontuslar Karadeniz’e, Ermeniler Doğu Anadolu’ya göz dikmişler.

Böyle bir ortamda Vahdettin ve Damat Ferit hala günün emperyal gücü İngilizlerden
medet umuyor.

Ulusuna güvenen Mustafa Kemal ve arkadaşları hazırlıklarını tamamlamışlar,
26 Ağustos’ta (1922) topları ateşlemişler, altı ayda aşılamaz denilen mevziler altı saatte dağıtılmış, 30 Ağustos’ta ise kesin zafere ulaşılmıştı.

Kurtuluş savaşı bir destandır. Bu destanın mimarı Mustafa Kemal’dir. Böyle bir destanı “Yüzyıllarda bir gelen dahi…”başarabilir, böyle bir destanı:

“Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
Eğildi, durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.”

dizeleriyle Nazım Hikmet şiirleştirebilirdi.

30 Ağustos Zaferi Lozan’ı hazırladı,
30 Ağustos Zaferi Cumhuriyeti hazırladı.
30 Ağustos Zaferi egemenliğin kayıtsız koşulsuz Ulusa verilmesini sağladı,
30 Ağustos Zaferi Türk Devrimi ve aydınlanmanın yolunu açtı.

Bugün ise Damat Ferit’lerin, Ali Kemal’lerin torunları birlik olmuşlar tarihten hiçbir ders almayarak emperyal güçleri arkalarında sanarak gazetelerde köşe, televizyonlarda program kapmışlar hem Cumhuriyet’e, hem Cumhuriyet’i kuranlara, hem de kollayanlara saldırıyorlar. O emperyal güçleri dost sanıyorlar. Bu adamlardan dostluk beklemeyiniz.

Atatürk 31 Temmuz 1920’de Afyon’da subaylara bakın ne demişti :

  • “İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke koşullarının uygulanması ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar.”

O günün emperyal gücü İngiltere böyle tertipler içinde. Bugünün emperyal gücü ABD, aynı oyunu yerli işbirlikçiler ile sahneye koymakta ve güzide ordumuzu itibarsızlaştırmak için tertip içinde tertip düzenlemektedir. Birileri sanıyor ki bu hep böyle devam edecek.

Oysa bugün Irak’ın, Mısır’ın, Libya’nın, Suriye’nin başına gelenlerin yarın bizim başımıza gelmeyeceğini kim garanti edebilir. İşte o zaman gene ülkemizi “Milletimizin azim ve iradesi” içinde halkımızın bağrından çıkmış ordumuz kurtaracaktır.

30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun!

 

AKP Milletvekillerine


AKP Milletvekillerine

  • İçinizde Atatürk’ü, O’nun devrimlerini, laikliği, Aydınlanmayı, gerçek demokrasiyi anlayanlar vardır kuşkusuz. Onlar da sessiz kaldılar.
    Yürekleri insanı, insanlığı, adaleti savunmaya yetmiyor. Dünyanın aydınlık yüzünden gelen protestoları da mı göremiyorsunuz sayın milletvekilleri?.. 

Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR

Büyük, çok büyük bir düş kırıklığısınız sayın milletvekilleri. Haksız ve hukuksuz bir şekilde idam edilen Adnan Menderese yeni bir haksızlık yaparak O’nu bugünkü başbakanımız ile kıyaslamak istemem, alnızca benzer yanları ve davranışları olduğunu söylemekle yetineceğim. Ama Menderes’in yıllar içinde üstünlüğüne, vazgeçilmezliğine inanarak halkın desteğini arkasında gördükçe, ölçüsüz ve antidemokratik politikaları birbirini izledikçe O’nu uyaranlar eksik olmamış ve bunu yararsız bulanlar birer birer DP’yi terk etmişler. Yeterince etkili olabilselerdi 27 Mayıs olmayacaktı. “Kendime sabık başbakan dedirtmem” diyen Menderes’in iki bakanla birlikte idamı gibi vahim bir olayı yaşamayacaktık.

Sizler, Erdoğan, Menderes’le kıyaslanmayacak yerlere vardığı halde sanırım
hiçbir zaman, uyarılarda bulunmak sağduyusunu, basiretini gösteremediniz.

“Dindar ve kindar gençler yetiştireceğiz” dedi. Görmezden geldiniz.
“Ne ördünüz, bir şey ördüğünüz filan yok” diye Cumhuriyetin tüm başarılarını alaya aldı. Aldırmadınız. Masum dilekler ileri süren vatandaşa “Ananı al git” diye seslendi, umursamadınız.

“Yargıya talimat verdik” dedi, boş verdiniz.
Alkol yasakları uygulayıp

“Kafa kıyak dolaşan bir nesil istemiyoruz.
İki ayyaşın çıkardığı yasa mı dinimizin emirleri mi geçerli olacak?” dedi, tüm bu totaliter tavırlar umurunuzda olmadı. Yandaş profesörler örtünmeyen kadınları fahişe ilan etti, itiraz etmediniz.

TÜBA (Türkiye Bilimler Akademisi) darmadağın edildi, size vız geldi.

3. köprü ve ona verilen isim için, milyonlarca ağaç için, seçim barajı için hiçbir varlık gösteremediniz, sadece tabi oldunuz. Yüzlerce yurtsever yıllardır hapislerde yatıyor, çocukları, eşleri ile birlikte büyük bir dram yaşanıyor. Bu bile vicdanlarınızda bir huzursuzluk yaratmadı.

Hayretle, ibretle, esefle anıyorum.

Gücüne ve üstünlüğüne, onsuz yapamayacağınıza öylesine inandınız ki, ne yaparsa yapsın onu onaylamak ve alkışlamak zorunda hissettiniz kendinizi. Herhalde o yiğit yurtsever Türk gençleri için kullandığı çapulcular, marjinaller tanımlamalarını da alkışlayacaksınız. Erdoğan’ın vicdansızca teşvik ettiği bugünkü polis vahşetini de alkışlamaktan geri durmayacaksınız.

Büyük bir yanılgı içindesiniz.

Son günlerin olayları bu yanılgıyı algılamanız için yararlı olabilir mi acaba diye düşündük. Bir tekiniz de çıkıp “Ne yapıyorsun, bu ülke çağ dışına sürükleniyor, cepheleşiyor, bölünüyor, parçalanıyor, halka, gençliğe zulüm yapılıyor.

  • 5 ölü – yüzlerce yaralı – onlarca gözünü yitiren var! 

Nasıl olur da polisimiz destan yazdı dersin, zafer kazandı dersin?” diyemediniz.

İçinizde Atatürk’ü, onun devrimlerini, laikliği, Aydınlanma’yı, gerçek demokrasiyi anlayanlar vardır kuşkusuz. Onlar da sessiz kaldılar. Yürekleri insanı, insanlığı, adaleti savunmaya yetmiyor. Dünyanın aydınlık yüzünden gelen protestoları da mı göremiyorsunuz sayın milletvekilleri?..

Sadece yazıklar olsun diyorum!..
(Cumhuriyet, 28.8.13)

‘Büyük Taarruz’ ve ‘Sevr’

Dostlar,

Bu gün (27.8.13) sitemize koyduğumuz “ULUSAL İTTİFAK : Kocatepe Bildirgesi” başlıklı yazımızda http://ahmetsaltik.net/2013/08/27/turkiye-ittifaki-kocatepe-bildirgesi/) sözünü ettiğimiz, dönemin (2004-6) ADD Genel Başkanı Sayın Av.Ertuğrul L. Kazancı’nın nefis makalesini paylaşalım..

“İyi adam tam da sözünün üstüne gelirmiş..”

Teşekkürler Sayın Kazancı dostumuz..

Vurguladığınız gibi, küçük bir değişimle, “biz” öznesi ile

“Biz namuslular, en az namussuzlar kadar cesaret sahibi olmamız gerektiğinin bilincindeyiz.”

Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ, 27.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

‘Büyük Taarruz’ ve ‘Sevr’

* 26-30 Ağustos 1922 tarihleri arasındaki “Büyük Taarruz” görkemli bir zaferle sonuçlanarak 9 Eylül’de İzmir’e girilir. Ama İstanbul hükümetinin sesi “Alemdar” gazetesi 10 Eylül’de: “Yunanlar yenilmediler, manevra yapıyorlar. Yeniden saldırıya geçecekler.” der. Emperyalizmle işbirliğindeki bu yaklaşımla, şimdilerde; “Lozan geçici ve gerçeklere uygun değildir.” diyerek “Sevr’in iadesini” içli-dışlı isteyenler, aynı amaçta değiller midir?

Ertugrul_Kazanci_portresi

Ertuğrul KAZANCI
Eğitimci-Hukukçu
Cumhuriyet 26.08.2013

1919’larda başlayan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına giden yolun her aşaması destansı mücadelelerle doludur. “İnönü ve Sakarya” savaşları sonrasındaki “Büyük Taarruz” 91 yıl önce başarıyla gerçekleşti. “Hıyanet erbabının” asla sanmadığı antiemperyalist başkaldırı kazanıldı. “Mazlum” uluslar, örnek alacakları bir direnişe Anadolu’da tanık oldular. “Lozan” antlaşması da, kıvanç duyuran bağıtlanmış bir hukuk belgesi olarak tarihe geçti.

Egemenlik erkini ele geçiren ulus, özgüvene kavuştu. Geçmişin enkazından, yepyeni bir devlet doğdu. Kamu yararını hedefleyen “sürekli devrim” rejimin esas ivmesi oldu. Ülke; başı dik, sözü geçen ve “namerde” avuç açmamaya kararlı şekilde tarih sahnesinde yer aldı. Ama Lozan’da “yüzyılların hesaplaşmasıyla” yapılan antlaşma, “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” (BOP) ve bölücü siyasetlerle “Batı” dünyasınca bozulmaya çalışıldı. Bir kısım sapkın iç zihniyet de hiç kaybolmadı, dışa destekler sundu.

Ulusal kimlik, “tam bağımsızlık” ilkesiyle özdeştir. Emperyalizme kul-köle olanların böylesine bir dilekleri yoktur. Boyun eğici, teokratik ve kapitalist dünyaların ufkunda ne özgürlük duygusu ve ne de saygın toplumsal ilkeler bulunur. “Hurafe ve safsatalara” yapışık, maddesel hesaplarla bezeli, insanlığa ilgisiz ve dışa bağlı tutkular kuvvetlidir.

Bir başvuru :

Anadolu ihtilalcileri karşısında Lozan’da saf tutan emperyalist dünyanın temsilcisi İngiliz Lord Curzon’un sözü bilinir:

“Koşullar lehinizdedir ama ülkeniz harap ve para gereklidir. Para bir bende bir de Amerika’da vardır. Size verdiklerimizi cebimize atıyoruz. Bir gün tek tek karşınıza çıkaracağız.”

İnönü’nün bu söze yaklaşımı yalındır:

“Siz istediklerimizi veriniz. O yeterlidir.”

Lozan antlaşması imzalanmıştır ama Sevr’in içler ürperten içeriğine özlem çeken görüşler, yerli ve yabancı bağdaşıklarca sürekli dile getirilmiştir. Ayrıca, Curzon’un mensup olduğu sömürgeci bloktan, Lozan sonrasında “medet” umanlar da az olmamıştır.

* ABD Başkanı Coolidge’ye hitaben 13 Mart 1924 günü “Mehmet Vahdettin” imzasıyla kaleme alınan mektup “ibret” vericidir. Yazıda:

* “Ankara Meclisi gibi isyancı bir fitnenin alacağı kararların, geçersiz olacağını bildiririm.” denilmektedir.

Türkiye’yi “şer zümresinin” yönettiği nitelemesinden sonra: “Sürgün, bireysel emlake
el koyma ve Hilafet’in ilgası” konularında önleyici yardım istenmektedir (*).

İngiliz zırhlısıyla ülkeyi terk eden kişinin ifadesiyle; “isyancı fitne” mensupları olarak tanımlananlar, Kurtuluş Savaşı kahramanlarıdır.

Başta Atatürk, İnönü ve Çakmak olmak üzere nicelerinin göğüslerinde, ABD başkanından “pek değerli sayacağı” yardımlar dileyen Sevr’ci halifenin idam fermanları vardır.

Sonrası :

23 Mayıs 1950 günü cumhurbaşkanlığını ve tedavüldeki paranın hazinedeki karşılığı olan

    127 ton altını Demokrat Parti iktidarına devreden İnönü

, gelecekteki rehin olayını bilemezdi. Ama 1953’te, “TC” ibareli sandıklar dolusu altın, borç alma karşılığında Lord Curzon’un memleketi İngiltere’nin başkentine indirilmişti (**).

Hani Türkiye, kapitülasyon ve benzerlerinden kurtulmuştu?

Hani Osmanlı’ya uygulanan “Dûyun-u Umumiye” denilen genel borç batağına yeniden düşülmeyecekti?

Ya işin uluslararası derinlikte yer eden onurlu özeni nerede kalmıştı?

O bölüm “Kore” savaşında Mehmetçiğin canı pahasına emperyalist cephede mevzi almanın ödülü olarak NATO’ya girerek feda edilmemiş miydi?

Atatürk’ün:

“Bizi yutmak isteyen kapitalizme ve bizi mahvetmek isteyen emperyalizme” karşıt tavrı çiğnenmiştir.

30 Ağustos zaferiyle elde edilen tam bağımsızlık, Türkiye’nin artık geçmiş sayfalarındadır.

ABD-AB kaynaklı “GOP” Türkiye’den “eş” yandaşlar bulmuştur. Evrensel alanlardan, Ortadoğu’ya kadar dış politika, yanlı ve öngörüsüzdür.

“Uzlaştırıcı hakem” rolü üstlenilecek zeminlerde, yanlışlıkları eleştirilen bir ülke konumuna düşülmüştür.

Ekonomi; liman ve iskelelere, yeraltı servetlerine, bankalara, tütün ve pamuğa kadar çokuluslu şirketlere ihale edilmiştir. Kamu mallarının, iç ve dış sermayeye çok elverişli şekilde sunulan özelleştirme furyasında, Mili Piyango ve köprülere kadar inilmiştir.

Cari açık dizginlenemez şekilde büyümüştür.

Ülkesel kültür miyarı ve ulusal birlik bileşkesi terk edilerek,
sosyal doku heba edilmiştir.

    Sonuç :

“Alemdar” gazetesi düşünce paydaşları, Türkiye’de kol gezmektedirler. Ama bilinmelidir ki; 30 Ağustoslar saygın, Cumhuriyetçi ve devrimci varlık güçlüdür. Bu güç, Sevr’e karşı Lozan’ı imzalayan İnönü’nün deyişiyle:

“Namusluların, en az namussuzlar kadar cesaret sahibi” olmaları gerektiği bilincindedir.

(*) Açıklanan ABD arşivi, No: 86700/1788
(**) M. Toker, İsmet Paşa’lı Yıllar.

Bin Yıllık Ulusal Birliğimizi Yıkabilecekler mi?

Dostlar,

AD Önceki Genel Başkanlarından, seçkin Toplumbilimci (Sosyolog) Sayın Prof. Dr. Özer Ozankaya‘dan (kendisi de bu yazısında söz ettiği pek çok aydın gibi Diyarbakırlı’dır) çok öğretici bir makale daha paylaşalım.

    Özellikle CHP’den rica :

Şu BOP rezaletini artık halka bir güzel anlatın..
Ama önce CHP kendini tam anlamıyla bu tuzaktan kurtarsın..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 21.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================

Bin Yıllık Yurdumuzu,
Bin Yıllık Ulusal Birliğimizi Yıkabilecekler mi?

Prof. Dr. ÖZER OZANKAYA
(Toplumbilimci)

SÖMÜRGECİ BOP, MAŞASI PKK VE
ORTAÇAĞCIL, ÇIKARCI, AÇIK-ÖRTÜLÜ İŞBİRLİKÇİLERİ,
BİN YILLIK YURDUMUZU, BİN YILLIK ULUSAL BİRLİĞİMİZİ YIKABİLECEKLER Mİ?

“Bir ülke ki, camisinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar mânâsını namazdaki duanın;
Bir ülke ki, minberinde Türkçe Kur’an okunur
Büyük, küçük herkes anlar buyruğunu Huda’nın,
Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın.”

diyerek, İslamda ortaçağ karanlığından çıkmanın yolunu gösterirken, aynı zamanda her kesimiyle tüm Türk ulusunun Anadolu’daki binlerce yıllık kucaklaşmışlığını bilimsel temellere dayandırmayı amaçlayan ünlü Türk toplumbilimcisi Ziya Gökalp, nerede doğup yetişti?

Bir Türk kenti olan Diyarbakır’da!

“Yaş otuzbeş, yolun yarısı eder,
Dante gibi ortasındayız ömrün;
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.”

felsefi derinlikli şiiriyle yine tüm ulusumuzu birleştiren ve öğünç kaynağımız olan Cahit Sıtkı Tarancı, şu güzel Türk yurdunun hangi seçkin yöresinde doğup yetişti?

Bir Türk kenti olan Diyarbakır’da!

Ünlü Marifetname‘sinde “insanın da evrim sonucu ortaya çıkan bir canlı türü olduğunu” Darwin doğmadan 50 yıl önce (1756’da!) yazan ve her kesimiyle Türk ulusunun “Hazret” nitelemesiyle andığı İbrahim Hakkı Efendi nerede yetişti, yapıtını yazdı ve gözlemevini kurdu?

Türk kültür bölgesinin seçkin bir merkezi olan Siirt Ve Erzurum çevrimindeki Tillo’da!

Bülbül gibi sesiyle okuduğu türkülerle bütün Türkiye halkını kucaklaştıran Celal Güzelses hangi ilimizin seçkin sanatçısıdır ve tüm ulustaşları bugün de en güzel duygularla, en içten sevgilerle kolkola, yürek yüreğe birleştirecek biçimde okuduğu Türküler, hangi ilimizin yüzlerce yıldan süzülerek gelen türküleridir?

Diyarbakır’ın!

Selçuklu Türklerinin ünlü kolu Artukoğulları, bugün de ayakta duran seçkin uygarlık yapıtları ile hangi illerimizi bin yıldanberi bir Türk diyarı kılmıştı?

En büyük ölçüde Mardin ve Diyarbakır’ı!

Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in soyadı, tıpkı Akkoyunlu’lar, Karakoyunlu’lar, Karakeçililer.. gibi Diyarbakır ve yöresinde yer almış ünlü Baydemir boyunun da adı değil midir?

Adıyaman’da yerleşen Dülkadir Beyliği’nin, Yozgat Bozok Beyliği’ninkiyle tıpkı olan Ceza Kanunnamesi, Osmanlı’nın Tanzimat Düzeltimlerine değin uyguladığı Ceza Kanunnamasi’nin nerdeyse tümüne kaynak olmuş değil midir?

Bunlara Van’dan, Ahlat’tan, Bitlis’ten, Urfa’dan, Muş’tan … daha nice seçkin örnekler eklenebilir!

Bağnazlık ve çıkarcılıkla gözü ve vicdanı kararmış gerici ve çıkarcı siyasetçiler (iktidar ve muhalefettekileriyle birlikte!), ortaçağ artığı demokrasi-karşıtı örgütlenmeler, PKK eşkıya (=terör) örgütünü sopa gibi kullanan, bunu kolaylaştırmak üzere alevi-sünni kanlı kavgalarını kışkırtmayı bile içeren BOP sömürgeciliğinin güdümü altına girmiş, “ABD/AB ne isterse yapabilir” diyen bir teslimiyetçilik içinde, 76 milyonun kardeşliğinin şu temellerini yüksek sesle haykıramamakta, ulusu yıkıcı sömürgeci saldırılar karşısında habersiz, hazırlıksız, direnmesiz bırakmaktadırlar.

Oysa onlara daha önce de sorduğum bir soru var?

Onu burada yineleyeceğim:

“Sömürgeciler ve maşaları, yüce Türk ulusluğu bütünlüğünden ayırmak istedikleri hangi parçaya, hangi ideali verebilirler ki, onları yeni bir toplum olarak yaratabilsinler?”

Türk yurdunun parçalanıp ulusal birliğinin yıkılması ise, Türkü, Kürdü, Arabı, Zazası, Süryanisi, … ile hiçbir kesime, Arap ülkelerindeki gibi kin ve nefretle birbirinin kanını akıtmaktan ve böylece bir daha en az yüz yıl boyunca ne demokrasiye, ne barış ve maddi gönence ulaşamayacak bir derbederliğe sürüklenmekten, sömürgecinin boyunduruğu altında namus ve can güvenliğini bile yitirmekten başka sonuç veremez.

Özellikle Cumhuriyet’i kuran partinin yöneticileri,

    partiyi BOP etkisinden tam anlamıyla kurtararak

, BOP’un ulusal ve uluslararası düzeydeki insanlık ve uygarlık dışı karakterini, Arap ülkelerindeki yürek kanatıcı örnekleri de hep kamuoyunun bilgisinde tutarak tüm ulusa anlatmayı artık bir an bile ertelememelidirler.

Ama aynı zamanda yurdumuzun her yanını çağdaş uygarlığın bilim, sanat, hukuk, yönetim, teknoloji, … alanlarında en ileri düzeye ulaştırmayı amaçlayan, demokratik planlamaya ve kamusal-özel sektör işbirliğine dayalı bir kalkınma seferberliğini, Cumhuriyet’in 1950’den sonra yarım bıraktırılan “EKONOMİK ULUSAL ANDI” olarak tüm ulusumuza söz vermelidirler.

Türkiye Cumhuriyeti ulusal birlik ve dayanışmanın, yurt bütünlüğü ve güvenliğinin başta gelen gereğinin bu olduğu bilinci üzerine kurulmuştu.

Cumhuriyetimizin kurucusu, tüm uygar insanlığa önderlik edecek düşünsel güçte olduğu her gün yeniden ve daha açıkça görülen Atatürk’ün şu uyarısı, Tüm ulusumuzun beyninde ve yüreğinde durmadan dalgalandırılmalıdır:

“İNSANLARI MUTLU EDECEĞİM DİYE ONLARI BİRBİRİNİN GIRTLAĞINA
SALDIRTMAK, SON DERECE İNSNALIK-DIŞI VE ÜZÜNTÜ VERİCİ BİR YOLDUR.
İNSANLARI MUTLU EDECEK TEK YOL, ONLARI BİRBİRİNE YAKLAŞTIRACAK,
ONLARI BİRİBİRİNE SEVDİRECEK DAVRANIŞ VE YOLDUR.
BÜTÜN İNSANLIĞIN MUTLULUĞU, BU YOLDA ÇALIŞACAK OLANLARIN SAYISININ
ARTMASIYLA OLACAKTIR.”

Hiroşima ve Nagazaki Unutulmaz !.


Dostlar,

Sayın Prof. L. Çakmakçı hocamız Ankara Üniv. Mühendislik Fakültesi’nde
Gıda Mühendisidir. “Hiroşima ve Nagazaki Unutulmaz !” başlıklı çok öğretici yazısı elimize ulaştı. 6 ve 9 Ağustos 1945 günleri, bilindiği gibi Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan 2 atom bombasının tarihleridir. Bu konuda sitemizde bir yazımızı bulacaksınız.

HİROŞİMA ve NAGASAKİ VAHŞETİNİN 68. YILI
(
http://ahmetsaltik.net/hirosima-ve-nagasaki-vahsetinin-67-yili/, 6.8.13)

Sevgi ve saygı ile.
Pertek – Tunceli, 11.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Hiroşima ve Nagazaki Unutulmaz !.

portresi

Prof. Dr. M. Lütfü Çakmakçı
ADD Bilim Kurulu Üyesi

I. Dünya Savaşı sırasında Avrupa’da yer alan Devletlerin birbirleri ile mücadele etmesinden yararlanan Japonya, Almanya’nın Büyük Okyanus’taki sömürgelerini ele geçirmiştir.

Çin’den de önemli ayrıcalıklar elde eden Japonya 20. yüzyılın başlarında güçlü bir imparatorluk haline gelmiştir.

Japonya’nın bu politikasına son vermek isteyen ABD, petrol ambargosu uygulayarak, Japon ekonomisini yıpratmaya çalışmıştı. Bu ambargoyu diplomasi yoluyla çözemeyen Japonlar, Amiral Yamamoto’nun yaptığı plana bağlı olarak
7 Aralık 1941’de Hawaii Takımadalarındaki Pearl Harbour deniz üssünde bulunan ABD savaş gemilerine saldırdı. Bu saldırıda ABD 14 gemisini, 350 uçağını kaybetti. (Pearl Harbour baskını!)

Bunu izleyerek Japonya-ABD ilişkileri sertleşti. ABD Başkanı Henry Truman,
26 Temmuz 1945 günü Japonya`nın koşulsuz teslim olmasını isteyen
Potsdam Deklarasyonu`nu yayınladı.

Hiroşima`ya atom bombası atılmadan iki hafta önce New Mexico kentinde
atom bombasının ilk denemesini yapan ABD, Japonya’nın deklarasyonu reddetmesi üzerine nükleer saldırı emrini verdi.

Truman tarafından verilen bu emirle; 6 Ağustos 1945’te, ABD`ye ait bir B 29 tipi bombardıman uçağı ilk atom bombasını Hiroşima kentine attı. 10 000 metre yükseklikten atılan bomba, Hiroşima’nın 580 metre üzerinde patladı.

  • İlk anda 70 000 insan yüksek sıcaklık nedeni ile buharlaştı.

Hiroşima’nın bilançosu; ilk beş yılda 200 000 insanın ölümü,
on binlerce insanın da engelli kalmasıydı.

Plütonyum bombası ise 9 Ağustos 1945’te Nagazaki üzerinde 75 000 kişinin anında kavrulmasına neden oldu. Bunu izleyen beş yıllık süre içinde de
bir o kadar insan can verdi. Hiroşima bu olay ile Dünya tarihine nükleer saldırıya uğrayan ilk kent olarak tarihteki yerini aldı.

Hiroşima’ya atom bombasının atıldığı 6 Ağustos 1945′ten bu yana
68 yılı geride bıraktık.

Ama ne yazık ki insanlık bu kötü ve son derece dehşet verici olaya rağmen silahlanma yarışını sürdürmektedir.

İnsanın bir anda yanıp kül olmasına, izleyen yıllarda, atılan atom bombasının yarattığı radyasyon etkisi nedeni ile yüz binlerce insanın engelli doğmasına
neden olan bu savaş, insanlık tarihinin en kanlı sayfalarından biri ve
ABD`nin bugüne dek işlediği büyük “savaş suçlarından” biridir.

Savaş tarihine bir “savaş suçu” olarak maalesef düşülmedi. “Güçlü, her zaman haklıdır” düşüncesi egemen oldu. Ama insanlık tarihinde emperyalistlerin
ne denli acımasız ve doyumsuz olduklarının kanıtı ve insanlık ayıbı olarak,
bugüne dek unutulmadı ve bundan sonra da unutulmayacaktır.

Devletler tarihinde her olumsuzluğun yanında gelişmeyi teşvik eden öyküler de
yer almaktadır. Örneğin çok kez “mucize” olarak adlandırılan, harpten yenik çıkan
ve yerle bir olan Japonya’da Japon mucizesi gerçekleşmiştir.
Japon toplumu, Batılılaşmayı bilim ve temel eğitime verdiği önemle ortaya koymuştur. Japon milleti bilgi edinmeye ve bilgisini genişletmeye meraklıdır.
Japon insanı yaşamı boyunca eğitimini sürdürmektedir.

Bir başka anlatımla Japon milleti sanki Atatürk’ün “Hayatta en hakikî mürşit ilimdir” ifadesindeki gerçeği kavramış ve uygulamaya koymuştur.
Günümüzde günlük Japon gazete tirajının 61 milyona ulaştığı, her yıl ABD’de olduğu gibi 30.000 kadar yeni kitabın basıldığı ve 150.000 kadar kitabın da
2. Dünya Savaşı’ndan bu yana Japonca’ya tercüme edildiği görülmektedir.
Bu nedenle Japonya, bilginin sermaye olduğunu keşfeden ülkelerin başında gelmektedir. Ancak bunun rastlantı olmadığını anlamak ve Japonların harap olmuş ülkelerini kısa zamanda nasıl kalkındırdıklarını incelemek gerekir.
Bunu Ülkemizi 1984 yılında ziyaret eden Japon heyetinin gözlemlerinde aramakta yarar bulunmaktadır.

Japon heyeti, yurdumuzun bazı bölgelerinde gerekli incelemelerini yaparlar.
Sonra Bakanlıkta toplanırlar. Heyetin saptaması ilginçtir:

“Sizin çocuklarınızda milli şuur yok.”

Bizimkiler şaşırır, “Bizim çocukların damarlarındaki kan milli duygumuzun kaynağıdır.” derler, fakat yine de fazla ses çıkarmazlar.
Ne de olsa Japon heyeti konuktur!..

Bizimkiler sorar, “Sizin gençlerinizde milli şuur var mıdır? Neler yapılması gerekir?”
Japon uzmanlar anlatmaya başlar: “Çocuklarımız daha ilk mektebe başlamadan
biz onlara ‘şok testler’ uygularız. Mesela uçak gibi hızlı giden trenlerimize bindirir,
bir tur yaptırırız. Çok katlı yollardan da geçen tren, onları şöyle bir sarsar.
Mini mini çocuklarımız teknolojinin bu baş döndürücü sonucunu görerek şok olurlar. Bu şoktan sonra onları Hiroşima’ya götürürüz. Bölgeyi aynen koruyoruz. Bombalanmış bu bölge hakkında bilgilendirir; hiçbir bitkinin yeşermediğini gösteririz.

Ve deriz ki, “Eğer sizler çalışmaz, sizden öncekileri geçmezseniz, vatanınız işte böyle düşmanlar tarafından bombalanır. Hiçbir canlının yaşamayacağı biçimde
size bırakıp giderler. Çalışırsanız, bindiğiniz hızlı trenleri bile geçecek yeni vasıtalar yaparsınız. Gerisi sizin bileceğiniz iş.”

Burada, Japon insanına gösterilen hedefin, verilen değerin anlaşılması gerekir.

Atatürk’ün Cumhuriyet’i kurduktan sonra ‘Kıvılcım olarak gidecek, volkan olarak döneceksiniz’ diyerek yurt dışına eğitime gönderdiği 700 kişiye gösterdiği hedeften neden uzaklaştığımız irdelendiğinde, yitiklerimizin büyüklüğü
ortaya çıkacaktır. Ayrıca günümüzde önümüze konan 4+4+4 eğitim sisteminin
bizi götüreceği yolun anlamsızlığını da anlama olanağı verecektir.

Japonya’da lâik eğiliminin, Batı dünyasına göre en az üç yüzyıl daha önce başlaması, ülkenin bilim ve teknolojideki gelişmesini hızlandırılmıştır.

Emperyalist ülkeler ise işgal ettikleri ülkelerde “DEMOKRASİ İNSAN HAKLARI SÖYLEMLERİ” ile sömürülerini sürdürmekte, dünyayı açlığa, susuzluğa
mahkûm etmektedirler.