Kategori arşivi: Hekim Saltık

Tarımda ithalat patladı; bağımsızlık tehlikede

Tarımda ithalat patladı;
bağımsızlık tehlikede

Ali Ekber YILDIRIMAli Ekber YILDIRIM 
TARIM DÜNYASINDAN

aey@dunya.com, 02.05.2018
https://www.dunya.com/kose-yazisi/tarimda-ithalat-patladi-bagimsizlik-tehlikede/413836 

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba, konuşmalarında çok sıklıkla tarım ve gıda üretiminin bir ülke için bağımsızlığın olmazsa olmaz şartı olduğuna vurgu yapıyor. Daha üç gün önceki konuşmasında gıdaya ulaşmanın gün geçtikçe daha önemli hale geldiğini belirterek: “Böyle bir ortamda kendi gıdasını üretemeyen hiçbir devlet bağımsızlıktan söz edemez. Son zamanlarda gördük, TIR’lar dolusu doları olan ülkeler gıdaları olmayınca ne duruma düştüler..” dedi.

Fakıbaba’nın söylediklerine aynen katılıyoruz. Ancak, kendisinin Bakanlığı döneminde tarım ürünlerinde, hayvancılıkta, gıdada hemen her alanda ithalat rekorları kırılıyor. İthalat arttıkça ülkenin bağımsızlığı tehlikeye giriyor. TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu), 2018 ilk üç aylık dönem dış ticaret verilerini açıkladı. İhracattaki artış %7.7, ithalattaki artış ise %12.7 oldu. İlk 3 aylık dönemde tarımda ithalat deyim yerindeyse patladı. 2018 Ocak-Şubat-Mart döneminde kırmızı et ithalatında %675, canlı hayvanda %142, buğdayda %148 artış oldu.

En çok artış kırmızı et ve hayvancılıkta

Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık’ın TÜİK verilerinden derlediği bilgilere göre, ithalatta en büyük artış canlı hayvan ve kırmızı ette yaşanıyor. Türkiye 2017 yılında 1.2 milyar $ karşılığında 896 bin baş sığır ithal etti. Mart 2018’de 329 bin baş sığır ithal edildi. İthal edilen sığır karşılığında dışarıya ödenen döviz 395.4 milyon $. Geçen yılın aynı dönemine göre ithalattaki artış %142. Geçen yıl ilk 3 ayda 136 bin baş sığır ithalatı için 169.6 milyon $ ödenmişti.

Koyun ithalatında da durum pek farklı değil. 2018 Mart ayında 125 bin baş koyun ithal edilerek 15.2 milyon $ başka ülke çiftçilerine ödendi. Geçen yılın aynı dönemine göre tam 28 katlık artış var. Geçen yıl ilk 3 ayda 4466 baş koyun ithalatı için 565 bin $ ödendi. 2017 yılında toplamda 281 bin baş koyun ithalatına 37.3 milyon $ ödendi.

Geçen yıl toplamda 18879 ton büyükbaş hayvan eti ithalatı yapan ve 85.3 milyon $ ödeyen Türkiye, 2018 Mart ayında 12714 ton büyük baş hayvan eti ithal ederek 63,3 milyon $ ödedi. Geçen yıl ilk üç ayda 1.640 ton büyük baş hayvan eti ithalatı için 6,5 milyon $ ödenmişti. Büyük baş hayvan eti ithalatı 2018 yılında geçen yılın aynı dönemine göre %675 arttı.

Buğdaydaki artış %148

Türkiye, 2018’in ilk 3 aylık döneminde 1 milyon 987 bin ton buğday ithal etti. Bunu karşılığında 421,5 milyon $ ödendi. Geçen yılın aynı döneminde 801 bin ton buğday ithalatı için 167,6 milyon dolar ödenmişti. Buğday ithalatındaki artış ilk 3 ayda %148 oldu. 2017 yılında toplamda 5 milyon ton buğday ithalatına 1 milyar $ödemişti. Buğday alanlarındaki daralma saman üretimine de olumsuz yansıması nedeniyle saman ithalatı da artıyor. Saman ithalatı 2013 yılında miktar olarak 64 bin ton değer olarak 14.2 milyon $ olarak gerçekleşirken, 2017’de 25 bin ton saman ithalatı için 3.8 milyon $ ödendi. Bu yılın ilk üç ayında ise 5 bin ton dolayında saman ithalatı için 555 bin $ döviz ödendi.

Mısır ithalatı 10 kat arttı

Türkiye 2017 yılında ilk 3 ayda 103 bin ton mısır ithalatı için 30.3 milyon $ döviz öderken bu yıl aynı dönemde ithalat 10 kattan daha çok artarak 1 milyon 41 bin tona ulaştı. Bu ithalat için ödenen döviz ise 206.1 milyon $. Türkiye, 2017’de 2.1 milyon ton mısır ithalatına 429 milyon $ ödedi.

GDO denetimi soya ithalatını engelledi

Birçok üründe ilk 3 aylık dönemde ithalat artarken soya ithalatı geçen yıl ile aynı düzeyde kaldı. Türkiye 2017’de 2.3 m ton soya ithalatına 948 m $ öderken, bu yılın ilk üç ayında 462 bin ton soya ithal edilerek karşılığında 190 m $ ödendi. Geçen yılın aynı döneminde 437 bin ton soya ithalatı için 185,5 m $ ödenmişti. Soya ithalatı geçen yılın aynı dönemi ile hemen hemen aynı. Bunun en önemli nedeni ise, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “genetiği değiştirilmiş ürünler konusunda daha hassas olacağız” açıklaması ile ithal edilen soyada denetimlerin artırılması ve içeriye sokulmasının engellenmesi.

Pamuk ve ayçiçeği ithalatı

Türkiye, 2018’in ilk 3 aylık döneminde 230 bin ton pamuk ithalatı karşılığında 412.1 m $ öderken, geçen yılın aynı döneminde 187 bin ton pamuk ithalatı için 322,8 m $ ödenmişti. Pamuk ithalatı geçen yılın ilk 3 ayına göre %23 arttı. Türkiye 2017’de 914 bin ton pamuk ithalatına 1,7 milyar $ ödemişti.

Bu yılın ilk 3 aylık döneminde ayçiçeği ithalatı 290 bin tona ulaşırken bunun karşılığında 135.9 m $ ödendi. 2017’nin aynı döneminde 225 bin ton ayçiçeği ithalatı için 121.4 m $ ödendi. Ayçiçeği ithalatındaki artış ilk üç ayda %29 dolayında. 2017’de toplamda 640 bin ton ayçiçeği ithalatı yapılarak karşılığında 443,8 m $ ödendi.

Özetle, Fakıbaba çok haklı. Gıdasını üretmeyen ülke bağımsız olamaz. Fakat bunu şu anda Türkiye’de söyleyecek en son kişi Tarım Bakanı olmalı. Bu ithalat rakamları ile Türkiye bağımsız olabilir mi?
=================================
Dostlar,

Yorumsuz paylaşıyoruz..
İktidar bir yandan da aile planlaması hizmetlerini yasaya (2827) ve Anayasaya (md. 41) aykırı olarak engellemekte, nüfus artışını vargücüyle desteklemekte. Bunca çelişki – irrasyonalizm (akıldışılık) olsa olsa AKP iktidarı ile birlikte oluyor galiba.. Tek sözcükle “feci” !

Sevgi ve saygı ile. 03 Mayıs 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

TTB’nin aşı konusunda hazırladığı yasa değişikliği önerisi TBMM’ye sunuldu

TTB’nin aşı konusunda hazırladığı yasa değişikliği önerisi TBMM’ye sunuldu

Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) giderek artan aşı reddine karşı sağlık çalışanlarına ve halka çocukluk dönemi aşılarının önemini hatırlatmak ve zorunlu aşı yasasının bir an önce çıkarılması için Sağlık Bakanlığı’nı harekete geçirmek amacıyla 5 Nisan’da başlattığı “Aşı Candır” kampanyası kapsamında hazırladığı yasa değişikliği önerisi TBMM’ye sunuldu.

TTB Merkez Konseyi, “Aşı Candır” kampanyası kapsamındaki gelişmeleri basın toplantısıyla kamuoyuna duyurdu. 20 Nisan 2018’de TTB’de gerçekleştirilen basın toplantısına, TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, TTB 2. Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, TTB Genel Sekreteri Dr. Sezai Berber, TTB Merkez Konseyi üyeleri Dr. Selma Güngör, Dr. Şeyhmus Gökalp, Prof. Dr. Taner Gören ve Dr. Yaşar Ulutaş katıldılar. Basın toplantısına milletvekilleri Dr. Ali Şeker, Dr. Niyazi Nefi Kara ve Dr. Behçet Yıldırım da destek verdi.

Aşı reddindeki artışı endişe ile karşılıyoruz

Prof. Dr. Raşit Tükel, burada yaptığı konuşmada, çocuklarına aşı yaptırmayı reddeden aile sayısının son 7 yılda %125 arttığına dikkat çekerek, sayısının daha da artması durumunda salgın hastalıkların ortaya çıkabileceği uyarısının yapıldığını hatırlattı. Hekimler olarak bu durumu endişe ile karşıladıklarını belirten Tükel, dünyada her yıl aşılama sayesinde 2 milyondan çok çocuğun yaşamının kurtarıldığı ve eğer dünyadaki tüm çocuklar aşılanabilse, 1.5 milyondan çok çocuğun daha yaşamının kurtarılabileceği yönündeki verileri aktardı.

  • Aşılarla ilgili kanıtlanmış hiçbir ciddi yan etki yoktur

Aşıların son derece etkin ve güvenilir olduğunun birçok bilimsel çalışma ile kanıtlandığını belirten Tükel,

Aşılarla ilgili kanıtlanmış hiçbir ciddi yan etkinin olmadığının altını bir kez daha çizmek istiyoruz.
Aşı yapılması, kişinin ya da anababanın; bilimsellikten uzak, kanıtlanmamış bilgiler ve yanlış inançlar doğrultusunda aldığı keyfi kararlarına bırakılmamalıdır.
Toplum sağlığı açısından ileride bu kararların geriye dönüşü olmayan sorunlara neden olabileceği unutulmamalıdır” diye konuştu.

TTB’nin yasa önerileri TBMM’ye sunuldu

Anayasa Mahkemesi’nin 26 Ekim 2016 tarihinde varolan yasalar doğrultusunda çocuk felci dışındaki aşıların zorunlu tutulamayacağı yönünde bir karar aldığını hatırlatan Tükel, bu kararın aşılama konusunda yasal bir düzenleme yapılmasının gerekliliğini ortaya koyduğunu söyledi. TTB olarak Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda ve Türk Ceza Kanunu’nda konuyla ilgili değişiklik önerileri hazırladıklarını belirten Tükel, TTB’nin bu değişiklik önerilerinin CHP’li hekim milletvekillerince 16 Nisan 2018 tarihinde TBMM’ye sunulduğu bilgisini aktardı.

Sağlık Bakanlığı’nı göreve çağırıyoruz

Prof. Dr. Raşit Tükel, toplumda giderek artan aşı karşıtlığı ve bu konuda yürütülen tartışmalar karşısında Sağlık Bakanlığı’nın suskunluğunu sürdürmesinin ve aşılama konusunda halen gerekli düzenlemeyi yapmamasının dikkat çekici olduğunu söyledi. Bakanlıktan topluma güçlü mesajlar vererek aşılanmayı teşvik etmesinin ve yasal düzenlemeleri bir an önce yapmasının beklendiğini belirten Tükel, “Aşılama konusunda mevzuattaki belirsizliklerin sona erdirilmesi için, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve Türk Ceza Kanunu’nda değişiklik yapılmasına yönelik yasa taslağı önerilerimizi bir kez daha kamuoyu ile paylaşıyor; bu konudaki yasal düzenlemelerin ivedilikle yapılması için Sağlık Bakanlığı’nı göreve davet ediyoruz” diye konuştu.

Aşılamanın önemine ilişkin çalışmalarımız sürecek

TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Yaşar Ulutaş da 5-24 Nisan 2018 tarihleri arasında yürütülen “Aşı Candır” kampanyası kapsamında yürütülen çalışmalar hakkında bilgi verdi. Ulutaş, 24-30 Nisan tarihlerinin Dünya Aşı Haftası olduğunu belirterek, yasal düzenlemelerin bu hafta içinde çıkabilmesi için kampanyayı erken başlattıklarını söyledi. Bu sürede TTB web sayfası üzerinde ayrı bir Aşı sayfası oluşturulduğunu, 1. Basamak Sağlık Çalışanlarına Yönelik Aşı Rehberi’nin yayımlandığını, Anne ve Babalar İçin Aşı Broşürü yayımlandığını, afişler, videolar ve basın açıklamalarıyla aşının önemine vurgu yapan çalışmalar yürütüldüğünü, yasa teklifinin hem TBMM’ye hem de Sağlık Bakanlığı’na iletildiğini aktardı.

Kızamık aşısı olmadığı için ölen çocuklar anısına 13 balon uçuruldu

Basın toplantısının ardından TTB Merkez Konseyi üyeleri ve milletvekillerince, dünyada sadece kızamık aşısının yapılmaması dolayısıyla her saat 13 çocuğun yaşamını yitirdiğine dikkat çekilerek, sembolik olarak 13 adet sarı, beyaz ve siyah renkli balon gökyüzüne uçuruldu.

TTB’nin_1593’te_zorunlu_asi_icin_degisiklik_onerisi_ve_gerekcesi

Asi_reddi_icin_TCK’da_degisiklik_onerisi_ve_gerekcesi

TTB_basin_aciklamasi_asi_icin_yasal_duzenleme_yapisin

===================================================

Dostlar,

Meslek örgütümüze teşekkür borçluyuz…
Metinlerde yer yer maddi hataları düzeltmek gerekiyor..
1593 sayılı yasada zorunlu olarak yapılması istenen aşı çocuk felci değil ÇİÇEK aşısı.
Bu hastalık 1978’de dünyadan ÇİÇEK AŞISI sayesinde yok edildiğinden, artık aşısı yapılmıyor.
Kızamık ve çocuk felci de bu sınıra yine AŞILAR SAYESİNDE yaklaştı..

Bir de, Türk Ceza Yasası’nın 195. maddesinde yapılması istenen değişiklik (gerçekte ekleme) için yeni madde imiş gibi md. 89 denmiş. Oysa madde numarası değişmiyor, 195 kalıyor.

Md. 89, Umumi Hıfzıssıhha Yasasında içerik olarak değiştirilmesi önerilen maddenin numarası.

Ayrıca Anayasa Mahkemesinin tarihi 26 Ekim 2016 olarak verilen kararının gerçek tarihi 29.06.2016. Daha önce alınan bir karar daha var : 24 Aralık 2015.

Dolayısıyla 2,5 yıla yakın bir zaman geçmiş durumda aradan ve Sağlık Bakanlığı bir adım atmış değil!? Bize ulaşan duyumlara göre ise Bakanlık yasal değişlikliği hazırlamış ve sunmuş ancak Devletin tepesinde engellenmiştir. Bu konuyu / sorunu web sitemizde daha önce de kezlerce işledik. Manşetten CB Erdoğan’a AÇIK ÇAĞRI yayınladık. Bir kez de buraya alalım :
*****

AŞI REDDİ TEHLİKELİ BOYUTA ULAŞTI!
ERDOĞAN’a AÇIK ÇAĞRI  :

Anayasa Mahkemesinin zorunlu aşının “hak ihlali olduğu” kararının üzerinden 2,5 yıl geçti aşı reddi tırmanıyor, geçen yıl 23 bini aştı! Sağlık Bakanlığınca 2,5 yılda tek maddelik bir yasal dü-zenlemenin neden yapıl(a)madığı ciddi bir soru ve sorundur. Söylemler, devletin yüksek tepele-rinin buna karşı olduğu yönündedir!??! Erdoğan, bu sorunun ivedilikle çözümü için ne dü-şündüğünü kamuoyuna hemen açıklamak zorundadır. Kabul edilemeyecek biçimde, 2,5 yıl gi-bi çooooooook uzun sürede tek maddelik yasal düzenleme yapıl(a)mamış olması; duyum-ları, Erdoğan’ın buna engel olduğu savını güçlendirmektedir. Durum böyle değilse, hemen bu gün çözüm yoluna konmalıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a tarih önünde açık çağrımız ve konu-nun uzmanı olarak ciddi – kritik uyarımızdır. Seçim sürecinde bu ivedi sorun gözden kaçmasın!

Aşı reddinin yaygınlaşmasından doğacak salgınların ve bu salgınlarda ölecek- engelli kalacak masum çocukların sorumlusu doğrudan Erdoğan olacaktır!

Böylesine ağır bir insanlık suçu işlemek istenmiyorsa, gerekli yasal düzenlemenin önü hemen açılmalı ve Sağlık Bakanlığı yaygın aşılama görevini eksiksiz yerine getirmelidir. (http://ahmetsaltik.net/2018/04/15/asi-candir-hayat-kurtarir-saglik-bakanligini-asilama-konusunda-goreve-davet-ediyoruz/)
*****

Yarın, 21 Nisan 2018 sabahı 08:30’da Ulusal Kanal’da AŞI REDDİ konusunu işleyeceğim..

Sevgi ve saygı ile. 20 Nisan 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

Aşı Candır, Hayat Kurtarır: Sağlık Bakanlığı’nı Aşılama Konusunda Göreve Davet Ediyoruz!

Aşı Candır, Hayat Kurtarır:
Sağlık Bakanlığı’nı
Aşılama Konusunda
Göreve Davet Ediyoruz!

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türk Tabipleri Birliği (TTB), özellikle çocukluk dönemi aşılama oranlarının düşmesi, çocuklarına aşı yaptırmayan aile sayısının yükselmesi ve buna bağlı olarak artabilecek bulaşıcı hastalık riskine karşı “Aşı Candır Kampanyası”nı başlattı ve Sağlık Bakanlığı’nı yükselen aşı karşıtlığı konusunda göreve davet etti.

Kampanya ile ilgili bilgiler, İstanbul Tabip Odası’nda 5 Nisan 2018’de düzenlenen basın toplantısı ile kamuoyuna duyuruldu. Basın toplantısına TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, TTB Halk Sağlığı Kolu Başkanı Prof. Dr. Nilay Etiler ve TTB Aile Hekimleri Kolu Başkanı Dr. Fethi Bozçalı katıldılar.

Prof. Dr. Raşit Tükel, 5-24 Nisan tarihleri arasında Aşı Candır Kampanyası ile bilgilendirme çalışmalarının yürütüleceğini belirterek, yapılan çalışmaların bu konuda net bir tutum alması için Sağlık Bakanlığı’na aktarılacağını bildirdi. Tükel, kampanyanın tüm yurtta çeşitli etkinliklerle devam edeceğini söyledi.

Prof. Dr. Nilay Etiler, aşılama konusunun hekimler için her zaman çok önemli olduğuna dikkat çekerek, bugün pek çok hastalığın azalmasının nedeninin aşılama yapılması olduğunu kaydetti. Ancak son yıllarda hekimlerin aşılama konusunda ailelerle karşı karşıya geldiğini ve onları bu konuda ikna etmeye çalıştıklarını anlatan Etiler, bu konuda Sağlık Bakanlığı’ndan destek görmediklerine dikkat çekti. Etiler, “Önceden beri aşılamanın önemini Türk Tabipleri Birliği olarak anlatmaya çalıştık. Son yıllarda bu çalışmalar hakkında hekimlerimize bilgilendirme çalışması yapıyoruz.” diye konuştu.

Dr. Fethi Bozçalı da, kampanyanın ayrıntılarına ilişkin bilgileri paylaştı.
Konuşmaların ardından basın açıklamasını Prof. Dr. Raşit Tükel okudu.
Sağlık Bakanlığı’nın aşılama konusunda sorumluluk almaya ve göreve davet edildiği açıklamada şu istemlere yer verildi:

  • Mevzuatta aşılama konusundaki belirsizlik sona erdirilmeli; TTB’nin 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda değişiklik yapılması önerisi dikkate alınarak, bu konudaki yasal düzenlemenin ivedilikle yapılmasını sağlanmalıdır.
  • Sağlık çalışanları aşılar ve aşılama hizmetleri konusunda güncel ve bilimsel bilgiler ile donatılmalı, sürekli hizmet içi eğitimlerle desteklenmelidir.
  • Kamuoyuna, medya ve her türlü iletişim aracı kullanılarak aşı savunuculuğu yapılmalı; halkın kuşkularına karşı bilimsel ve gerçekçi yanıtlar verilmeli, halk bilgilendirilmelidir.”

Basın açıklamasının tam metni aşağıdadır ..
TTB bu kampanya ile birlikte özellikle 1. Basamak sağlık hizmetlerinin sunumu sırasında yararlanılacak önemli bir kaynağı da tanıttı. TTB Halk Sağlığı Kolu tarafından hazırlanan Aşı Rehberi TTB tarafından basılarak Tabip Odalarına dağıtımı yapılmıştır. Bununla birlikte TTB aşıların zorunlu hale getirilmesi için bir yasa taslağını de hazırlayarak kamuoyu ile paylaşmıştır. TTB Aşı ile ilgili daha önce de önemli çalışmalarda bulunmuştur;

Sağlık alanında yaşanan olumsuz gelişmeler nedeniyle Halk Sağlığı Kolu, pozitif deneyimlerimizi ön plana çıkarmak, tarihsel bir süzgeçten geçirmek ve güdülenme (motivasyon) sağlamak amacıyla “Türkiye’de Sağlık Alanında Yaşanan Olumlu Deneyimler” etkinliği başlatmıştır. Bu çalışma kapsamında Prof. Dr. Feride Saçaklıoğlu’nun “Türkiye’de Aşı Üretiminin Tarihçesi” konulu çalışmanın sonuçları 2002 Nusret Fişek Günleri’nde bir konferans ile kamuoyuna açıklanmış ve TRT tarafından “Aşıyla Gelen Hayat” adında bir belgesel çekilerek 14 Mart 2003’de TRT 2’de yayınlanmıştır. Ayrıca “Aşı Pazarı Can Pazarı: Aşı Üretiminin Perde Arkası” adlı bir kitapçık basılmıştır. TTB’nin yayınladığı makale ve yaptığı basın açıklamaları sayfa aracılığı ile paylaşılmaya devam edecektir.

https://youtu.be/LqVDBLfE-9Q 

Sağlık alanında yaşanan olumsuz gelişmeler nedeniyle Halk Sağlığı Kolu, pozitif deneyimlerimizi ön plana çıkarmak, tarihsel bir süzgeçten geçirmek ve güdülenme (motivasyon) sağlamak amacıyla “Türkiye’de Sağlık Alanında Yaşanan Olumlu Deneyimler” etkinliği başlatmıştır. Bu çalışma kapsamında Prof. Dr. Feride Saçaklıoğlu’nun “Türkiye’de Aşı Üretiminin Tarihçesi” konulu çalışmanın sonuçları 2002 Nusret Fişek Günleri’nde bir konferans ile kamuoyuna açıklanmış ve TRT tarafından “Aşıyla Gelen Hayat” adında bir belgesel çekilerek 14 Mart 2003’de TRT 2’de yayınlanmıştır. Ayrıca “Aşı Pazarı Can Pazarı: Aşı Üretiminin Perde Arkası” adlı bir kitapçık basılmıştır. TTB’nin yayınladığı makale ve yaptığı basın açıklamaları sayfa aracılığı ile paylaşılmaya devam edecektir.

http://www.ttb.org.tr/halk_sagligi/2018/04/13/asi-candir-hayat-kurtarir-saglik-bakanligini-asilama-konusunda-goreve-davet-ediyoruz/ 15.04.2018
============================================
TTB’den basın açıklaması            :

Sağlık Bakanlığını Aşılama Konusunda
Göreve Davet Ediyoruz!

Aşı konusunda köklü bir tarihi olan bu topraklarda, bugün aşılanmayan binlerce çocuk olmasını ve aşı karşıtlığının giderek yaygınlaşmasını kaygı içinde izliyoruz. Türk Tabipleri Birliği (TTB) olarak son derece güvenilir ve etkin bir koruyucu sağlık hizmeti olan aşı konusunu her zaman önemsedik ve her seferinde görüşlerimizi kamuoyuyla paylaşmayı görev bildik.

Ülkemizde yüzyılların birikimine sahip aşı laboratuvarlarının kapısına kilit vurulurken itiraz ettik; bu birikimin yok edilmemesi gerektiğini savunduk. Aşılama hizmetlerinin geliştirilmesi için önerilerde bulunduk. Salgın çıktığında inceledik, önerilerimizi sunduk. Söylenecek sözlerin çoğunu söyledik. Ama bugün bir kez daha, sayıları giderek artan aşı reddi karşısında açıklama yapma ihtiyacı içindeyiz.

Geçtiğimiz günlerde bir TBMM soru önergesi ile aşı reddi yeniden tartışılmaya başlandı. Sağlık Bakanlığı’nın rakamlarına göre çocuğuna aşı yaptırmayı reddeden aile sayısı 2011’de 183 iken 2016’da 12 bine, 2017 ise 23 bine çıktı. Ne yazık ki günümüzde yalnızca aşı yaptırmayan değil, aşısı olan çocukların da risk altında olduğu bir durum söz konusudur. Kızamık olgularının arttığı gözlenirken bunlar arasında aşılı çocukların da olduğu görülüyor. Öte yandan, aşı olmayı reddeden ailelere karşı hukuksal süreçlerin işletildiği durumlar da oldu.

Sağlık Bakanlığı suskun…

Aşı konusunda Sağlık Bakanlığı kendisini kenara çekmiş görünüyor.
Toplumda giderek artan aşı karşıtlığı ve bu konuda yürütülen tartışmalar karşısında Sağlık Bakanlığı ne yazık ki suskunluğunu sürdürüyor. Aşı ve bağışıklama hizmetleri, artık Bakanlığın faaliyet raporlarında dahi yer almayan tali bir konu haline geldi.

Aşının büyük oranda uygulandığı kurumlar olan aile sağlığı merkezlerindeki sağlık çalışanları, aileler ile karşı karşıya kalmakta, Bakanlığın iradesinin eksikliğini her gün yaşamaktadırlar. Sağlık çalışanları, aşılar konusundaki bilgilerini tazeleyebilecek kurumsal destekten yoksun bir biçimde aşılama hizmetlerini yürütmeye gayret etmektedirler.

Sağlık Bakanlığı, aşılama hizmetlerini tanımladığı Genişletilmiş Bağışıklama Genelgesi’ni 2009’dan bu yana güncellememiştir. Medyaya, gerek popülist söylemler nedeniyle gerekse aşı karşıtlığı üzerinden yansıyan haberler ailelerin kafasında şüpheler oluşturduğunda, Sağlık Bakanlığı yine sessizliğini korumuştur. Oysa Bakanlıktan beklenen, topluma güçlü mesajlar vererek aşılanmayı teşvik etmesi iken bu suskunluk aşıyı reddedenlerin sayısını büyütmekten başka bir işe yaramamaktadır.

Dava konusu olan pek çok olayda aşılama konunda yasal düzenleme yapılması gerektiği mahkemelerce hükmedildiği halde, Bakanlığın ısrarla gerekli düzenlemeyi yapmaması dikkat çekicidir.

Aşılar güvenli ve etkin ürünlerdir.

Aşıya karşı çıkanların savlarından biri, aşıların içinde bulunan maddeler nedeniyle güvenilir olmadığıdır. Oysa, aşıların geliştirilme süreci, öbür ürünlere göre çok daha titiz bir çalışma  ile yürütülmektedir. Bazı aşıların içinde bulunan cıvalı bileşik (tiyomersal), cıvanın organik formudur ve otizm yaptığına ilişkin hiçbir bilimsel kanıt yoktur. Yakın zamanda Avustralya’da bir milyondan çok çocuğu kapsayan bir çalışma, bu konudaki tartışmaya son noktayı koymuştur. Aşıların etkisini güçlendirmek amacıyla kullanılan alüminyum çok düşük miktardadır; bu maddeye gıdalar ve hava yoluyla maruz kalma ile karşılaştırıldığında, ihmal edilebilir düzeydedir.

Aşılarda domuz jelatini bulunduğu iddiası ise, kolaylıkla açıklığa kavuşturulabilecek bir konu-dur. Türkiye’de aşı üretimine son verildikten sonra, ithal edilen aşıların kalite denetimi Sağlık Bakanlığı laboratuvarlarında yapılmaktadır. Sağlık Bakanlığının gerek ithal edeceği ürünü seçer-ken gerekse ithal ettikten sonra, aşı örnekleri üzerinde laboratuvarlarında yapacağı analizlerle domuz jelatini kullanılan ürünlere ruhsat vermemesi mümkündür. Sağlık Bakanlığının bu deneti-mi yaparak domuz jelatini içeren ürünlerin satışına izin vermediğini kamuoyuna açıklaması ve kaygı duyanları bilgilendirmesi gerekmektedir.

  • Bir kez daha altını çizmek istiyoruz ki;
    aşılar gönül rahatlığıyla kullanılabilecek güvenilir ürünlerdir.

Aşı karşıtları bilmeli ki;

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, dünyada insan sağlığına en çok katkısı olan 2 uygulamadan;

  • biri aşılar öbürü
  • su dezenfeksiyonudur.

Türkiye’de aşılama oranlarının bugünkü düzeyine erişmesi 1. Basamakta emek veren sağlık çalı-şanları sayesinde gerçekleşmiştir. Aşılama hizmetinin yaygınlaşmadığı yıllarda Türkiye’de do-ğan her bin bebekten 150-200’ü bir yaşını görmeden ölüyordu. Aşıyla korunabilir hastalıklar ço-ğunlukla yaşamı tehdit eden yani ölüm ya da engellilikle sonuçlanan hastalıklardır.

  • Çocuklarınızı aşılatmadığınızda onların yaşamını riske atarsınız.

Yüksek aşılama oranları toplum bağışıklığı denen olguyu ortaya çıkarır ki, bu da artık o hastalı-ğın salgınlarının olmadığı, yalnızca az sayıda olgunun görülebildiği bir durumdur. Bu nedenle;

  • aşılama gerçekte bireysel değil toplumsal bir hizmettir.
  • Aşı salt uygulandığı kişiyi korumaz;
    hastalık etkeninin toplumdaki dolaşımını engelleyerek toplumdaki riskli kişileri de korur. 

Aşılama oranının düşük düzeyde kalması, kanser tedavisi gören ya da doğuştan bağışıklık siste-mi hastalığı olan çocukları risk altında bırakmaktadır. Bu nedenle aşı olmasına engel durumu ol-mayan çocukların aşılanması, aşı olma konusunda engelleri olan çocukları da dolaylı olarak ko-rumaktadır.

  • Aşı olmayı reddetmek, bireysel özgürlük değil
    kamu sağlığını tehdit eden bir davranıştır.

Ne istiyoruz?
Sağlık Bakanlığını aşılama konusunda sorumluluk almaya ve göreve davet ediyoruz.

Sağlık Bakanlığı;

  • Mevzuatta aşılama konusunda belirsizliği sona erdirmeli; bu konuda yasal düzenlemenin ivedilikle yapılmasını sağlamalıdır. 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununda değişiklik yapıl-masına yönelik yasa değişikliği önerimiz ektedir.
  • Sağlık çalışanlarını aşılar ve aşılama hizmetleri konusunda güncel ve bilimsel bilgiler ile donat-malı, sürekli hizmet içi eğitimlerle çalışanları desteklemelidir.
  • Kamuoyuna, medya ve her türlü iletişim aracını kullanarak aşı savunuculuğu yapmalı;        halkın kuşkularına karşı bilimsel ve gerçekçi yanıtlar vermeli, halkı bilgilendirmelidir.

05.04.2018, İstanbul
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
TTB Halk Sağlığı Kolu
TTB Aile Hekimliği Kolu

http://www.ttb.org.tr/halk_sagligi/2018/04/13/saglik-bakanligini-asilama-konusunda-goreve-davet-ediyoruz/ 15.04.2018
============================================
Dostlar,

AŞI reddine ilişkin sorun artık kabul edilemez ve sürdürülemez aşamaya tırmanmıştır.

Konunun Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru ile taşınmasının ve yüksek mahkemenin de Anayasa md. 13’ü gerekçe göstererek “hak ihlali” kararı vermesinin üzerinden 2,5 yıla yakın bir zaman geçti. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 11.11.2015’te (Başvuru No: 2013/1789) ve İkinci Bölümü 26.10.2016’da (Başvuru no 2014/4077) zorunlu aşı uygulaması hususunda verilen tedbir kararları nedeniyle bireysel başvuru haklarını kullanan davacıların maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Başvuruda, velayet altında bulunan çocuğa bebeklik dönemi aşılarının uygulanmasının kabul edilmemesi ve zorunlu aşı uygulamasının açık yasal dayanağı olmamasına karşın Mahkemece sağlık tedbiri uygulanmasına karar verilmesi nedeniyle çocuğun vücut bütünlüğünün ihlal edildiği belirtilerek Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Belirtilen kapsam ve amaçlarla Anayasa md. 13 gereği zorunlu aşı uygulamasına ilişkin açık bir yasal düzenleme bulunmadığından, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine karar verilmiştir.

Bu 2 bireysel hak ihlali kararı kamuoyunda ve uzmanlık çevrelerinde kapsamlı tartışmalara yol açmıştır. Türk Tabipleri Birliği ve ilgili Tıp Uzmanlık Dernekleri genelleyici bir bakışla, toplum yararının birey özerkliği gerekçesiyle çiğnenebileceği anlayışını çok tehlikeli bir yaklaşım olarak nitelemiş; duyarlı kişilerin aşılanmasıyla toplum düzeyinde etkin ve güvenli koruma sağlanabilen bulaşıcı hastalıklar dikkate alındığında, bir değer olarak ve hiçbir şeye ikincil olmayan toplum yararı ile çocuğun en yüksek yararının bireysel onamın (rızanın, özerkliğin) üzerinde olduğu tezi savunulmuştur. Hukuk çevrelerinde de değişik yorumlara gidilmiştir.

Ancak hiç akıldan çıkarılmamalıdır ki; Anayasa’nın sağlıkla ilgili temel maddesinde (56. md.) herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı tanınarak Devlete + Yurttaşa bu bağlam-da ortak – birlikte sorumluluk ve görev yüklenmektedir. Bu görev ve yükümlülük aşı yaptırma-makla ve aşı yapmamakla yerine getirilemez; tersine, Anayasa açıkça çiğnenmiş olur! AYM’nin kararında bu maddeyi dikkate almaması kabul edilemez.

Sağlık Bakanlığınca yapılacak küçük bir yasal düzenleme (tek maddelik!) sorunu çözecektir. Böylesi bir yasal içerik için üst hukuk normu Anayasa elverişli olup (md. 13), eksik olan, Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde “açık yasal norm yokluğu” dur.

Sağlık Bakanlığınca 2,5 yıldır kısa, tek maddelik bir yasal düzenlemenin neden yapılmadığı ciddi bir soru ve sorundur. Söylemler, devletin yüksek tepelerinin buna karşı olduğu yönündedir!??! Bu arada Sağlık Bakanı 2 kez değişmiştir. TBMM, geçen hafta 34 uluslararası andlaşmayı 2,5 saatte ve salt AKP + MHP’li 193 vekilin oyu ile geçirmiştir. (Konuşma süresi 3 dakikaya indirilen muhalefet partileri CHP ve HDP salonu terk etmişlerdi..)

  • Erdoğan, bu sorunun ivedilikle çözümü için ne düşündüğünü kamuoyuna hemen açıklamak zorundadır.

Kabul edilemeyecek ve açıklanamayacak bir biçimde, 2,5 yıl gibi çooooooook uzun bir sürede tek maddelik bir yasal değişikliğin yapıl(a)mamış olması, duyumları, yani Erdoğan’ın buna engel olduğu savlarını güçlendirmektedir. Durum böyle değilse, hemen yarın çözüm yoluna konmalıdır. T.C.’nin partili – AKP’li ve anayasaya aykırı olarak tarafsız olmayan Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’a tarih önünde açık çağrımız ve konunun uzmanı olarak ciddi – kritik uyarımızdır :

  • Aşı reddinin yaygınlaşmasından doğacak salgınların ve bu salgınlarda hastalanarak ölecek, engelli kalacak masum çocukların vd.nin sorumlusu doğrudan R. T. Erdoğan olacaktır!

Böylesine ağır bir insanlık suçu işlemek istenmiyorsa, hemen yarın gerekli yasal düzenlemenin önü açılmalı ve Sağlık Bakanlığı yaygın aşılama ile ilgili tüm görevlerini eksiksiz yerine getirmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 15 Nisan 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Sevgi – güven ve empati: Oksitosin ve Diğer Hormonlar

Sevgi, güven ve empati: Oksitosin ve Diğer Hormonlar

Sağlık Köşesi
Prof. Dr. Mustafa Şahin
http://www.medicine.ankara.edu.tr/wp-content/uploads/sites/31/2018/02/Gazete-Ankara-Tip-Sayi-49.pdf

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Hormonların dünyası Alice’in harikalar dünyası gibidir. Hormonların hastalıkların oluşumu, merhamet, aşk, üremek, hayatta kalmak, savaş, saldırganlık gibi insan ve toplum doğasındaki her şeyi etkilediğini unutmamak gerekir. Hormonlar bizim insan olmamızda, birçok şeyi öğrenmemizde, algılarımızda ve davranışlarımızda önemli rol oynarlar. İnsan nedir? İnsana özgü olan şey nedir? İnsanı diğer canlılardan ayıran bir ahlak inancına sahip olan sosyal bir varlık olması mıdır? Nasıl empati duyarız? Araştırmacılar yıllarca bir ahlak molekülü olup olmadığını araştırdılar. Eşlerimize ya da aynı ortamı paylaştığımız arkadaşlarımıza nasıl tahammül ediyoruz? Nasıl güveniyoruz? Güven sağlayan bir molekül var mı? Nasıl aşık oluyoruz? Peki nasıl aşık oluruz? Etkilendiğimiz birisini gördüğümüz zaman kekelemeye başlar kalbimizin küt küt çarptığını hissederiz.

Hatta biraz öforik ve enerji dolu oluruz. İlk dönemlerde iştahımız azalır, uykusuzluk çekebiliriz. Bunların sebebi çekicilik karşısında dopamin ve norepinefrinin salgısının artması; acı çekmemizin sebebi ise serotonin düzeylerinde azalma gibi görünmektedir. Dopamin ödül merkezlerini uyararak mutlu olmamızı sağlar, iyi hissettirir fakat çok fazla salındığı zaman bağımlılık yapabilir. Aşkın ilk dönemlerinde stres hormonu olan kortizol’ün de salındığı belirlenmektedir. Aşk sırasında hormonlar pre-frontal korteksin çalışmasını azaltarak kıskançlık ve mantıksız hareketlere yol açabilirler. Bir ilişkinin sağlıklı yürümesi, sevgi, arkadaşlık gibi bağ oluşturabilmek için ise oksitosin ve vazopressin hormonlarının dengeli salınmalarının önemli rolü olduğunu görmekteyiz.

Yenidoğan bebek gece ağladığında uykusu olan annenin dikkatini çeker, anne alarma geçer ve hızla bebeğini rahatlatır. Eşim genellikle uykusuz kalamayan biri olduğu halde oğlum doğduktan sonra gece uykusunun en derin olduğu zamanlarda oğlumun ağlaması ile birlikte derhal uyanıp onunla ilgilenebildi. Bu muazzam değişiminin sebebinin oksitosin hormonu ile ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Oksitosin hormonu anne-bebek ilişkisi ve diğer sosyal ilişkilerin öğrenilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Oksitosin anne beynini yavrusuna nasıl davranacağı konusunda eğiten hormondur. Daha önceleri kadınlarda rahim kasılması ile fonksiyonu sınırlı sanılan hormon erkek beyninde de salgılanmaktadır. Baba- evlat ilişkisinde de çok önemli bir role sahip olduğunu son çalışmalar ile anlıyoruz. Yapılan hayvan ve insan çalışmalarında çiftler arasında aşk, bağlanma, tek eşlilik, çocuk sevgisi, güven duymak, empati, sosyalleşme üzerine oksitosin hormonunun olumlu etkileri olduğu düşünülmektedir. Stresle başa çıkma yollarından biri oksitosin salınımıdır ve strese karşı koruyucu etkileri vardır.

Henüz oksitosinin beyindeki nöronları nasıl etkilediğini ise tam olarak bilemiyoruz fakat Marlin ve ark.nın yaptığı bir çalışmada anne farelerde oksitosinin işitme korteksini etkilediğini ve bu bölgelerde oksitosin reseptörleri olduğunu biliyoruz. Oksitosin sosyal uyaranlara cevabı nöral plastisiteyi değiştirerek artırıyor gibi görünmektedir. Belki koku ile ilgili korteks bölgeleri ile de benzer bir etkileşimi olabilir. Genel olarak, koku ve hormon ilişkisinin yakın dönemde çok önemli bir çalışma alanı olacağını düşünmekteyim. Oksitosin üreten hücreler hipotalamik orta hatta, özellikle paraventriküler ve supraoptik çekirdekte yer alırlar. Normalde dolaşımda düşük düzeylerde olan hormonun yarılanma ömrü de 3 dakika olduğundan ve salınım sonrası hemen tekrar eski düzeylerine inebildiğinden ölçmek için hassas davranılmalıdır.

Reseptörleri ise amigdala, hipotalamo-hipofizer aksta, otonom sinir sisteminde yoğun olarak bulunur. Bu reseptörler sayesinde duygusal, sosyal ve adaptif davranışları etkiler. Kan düzeyleri aynı kalsa bile oksitosin reseptörleri ile yapılan çalışmalar bu reseptörlerin hastalıkların gelişmesinde, sosyal bağ, aşk, sevgi oluşumunda önemli olduğunu göstermektedir. Daha önemlisi beyinde eskiden düşünüldüğünden çok daha önemli bir role sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Aslında ‘beyin davranışı nasıl kontrol eder’ sorusunun önemli bir kısmının yanıtı bu hormonun araştırmaları sonucunda aydınlanabilir. İnsan beyninin gelişiminde ve sosyal öğrenmede oksitosin’in önemli bir rolü vardır. Oksitosin bağların kurulmasını sağlar. İntranasal oksitosin verilen insanların yabancılara karşı daha fazla güven duydukları bildirilmiştir.

Otizm spektrum bozukluklarında oksitosin hormonu yoğun olarak çalışılmaktadır. Çalışmalar otizme bağlı bazı semptomların oksitosin tedavisi ile düzelebileceğini göstermektedir. Oksitosin’in kompleks etkilerinin henüz tam olarak ortaya çıkarılamadığını söyleyebiliriz. Bu kompleks etkileşimler çözülmeden hormonun etkisini ve yararını tam olarak anlamak zordur. Basit bir cevap aramak yapılan en büyük yanlış gibi durmaktadır. Genellikle aranan cevap bu ilaç verilince işe yarıyor mu yaramıyor mu şeklinde olur ise tam olarak hormonun fonksiyonlarını anlayamayız. Sanırım bu hormondan diğerlerinde olduğu gibi öğrenebileceğimiz çok şey var.

Oksitosin diğer hormonlar ile birlikte çalışır, öbür hormonlarla ilişkileri çok önemlidir. Aynı bölgeden salınan vazopressin, oksitosin’in fonksiyonlarını etkilemektedir. Oksitosin yavrunun anne tarafından emzirilmesi ve beslemesini; vazopressin ise agresif annelik koruma güdüsü ile yavrunun ebeveyn tarafından korunmasını sağlar. Bu iki hormonun dengesi hem annelikte hem de eş seçiminde rol oynamaktadır. Son zamanlarda oksitosin hormonun azlığı ile diyabet ve obezite varlığı arasındaki ilişkiyi gösteren ve hormonun kemik bütünlüğüne yararlı etkileri olduğunu gösteren çalışmalar yayınlanmaktadır. Oksitosin’in intranazal yolla verilmesinin sağlıklı erkeklerde kalori alımını azalttığı gösterilmiştir.

Anoreksia nevroza gibi yeme bozukluklarında da faydası gösterilmiştir. Oksitosin’in hipotalamik obezitede önemli bir rolü olabilir, bu konuda çalışmalara ihtiyaç vardır. Oksitosin nöronları şekerli gıda alımı ile aktive olur fakat şekerli gıda alımını azaltır. Enerji balansında önemli olan bir hormondur. Gıda alımını arkuat çekirdek veya amigdala üzerindeki etkileri ve santral ödül yolaklarını düzenleyici etkileri ile azaltabilir. Diğer gıdalar ile salınım ilişkisini araştıran çalışmalara gerek vardır. Oksitosin santral olarak ventro-medial çekirdek ve periferik olarak pankreas üzerine etki ederek glukoz homeostazını düzenler.

Ayrıca, tat tomurcukları da oksitosin reseptörü ekprese eder. Oksitosin belki de şekerli tat alma duyusunu düzenlemektedir. Magnoselüler nöronlar arka hipofizde sonlanarak periferik etkileri meydana getirirler. Periferik yolla böbrek, yağ doku, pankreas ve gastro-intestinal sistem üzerinde etkiler gösterebilmektedir. Oksitosin maneviyatı artırabilir. Meditasyon sırasında oksitosin verilmesinin ruhani düşünceyi artırdığı, daha üst düzey bir bilinç sağladığı iddia edilmektedir. Kısaca dünyayı nasıl algıladığınızı değiştirebilir. Daha pozitif bir düşünce sağlayabilir. Kızılderililerin ot karışımları belki de oksitosin salınmasına yol açmaktadır. Ya da insan ölürken ciddi bir oksitosin salgılanması oluyor mu? Dinsel tören ve ibadetler sırasında bir artış oluyor mu? Aynı takımı tutan insanların maç sırasında acaba oksitosin düzeyleri nasıl etkileniyor? Yoğun bakım hastalarında sevdikleri ile temas kuramadıklarında acaba oksitosin düzeyi ne oluyor?

Bu soruların yanıtlarını tam olarak henüz bilmiyoruz. Her biri ayrı birer çalışma konusu olabilir diye düşünüyorum. Peki, oksitosin hormonunu az salgılayan, güvensiz, cimri ve bencil bir insan grubu var mı? Günümüz dünyasındaki saldırganlıkları, sosyal bozuklukları, savaşları, cinayetleri tek başına oksitosin vererek önlemek mümkün görülmemektedir. Ama sosyal zeka ve sosyal ilişkilerimizde oksitosin hormonunun bir rolü olduğu da gerçektir. Oksitosin otonom sinir sistemini düzenler, iyileşme ve dokuyu koruma etkileri mevcuttur ve ‘sevginin iyileştirme gücü vardır’ inancının temelini belki de oksitosin oluşturmaktadır. Oksitosin yüksek dozlarda vazopressin reseptörüne bağlanırlar ve defansif, agresif davranışlara yol açabilir.

Şunu unutmamak gerekir ki; bu hormonla oyun oynanmamalıdır. Bu hormon kesinlikle insanların kendi kendilerine uygulayabilecekleri veya basit ticari amaçlarla kullanılabilecek bir hormon değildir. Ticari şirketlerin bu hormonu bilimsel kanıtlar netleşmeden kullanmalarına kesinlikle kısıtlama getirmek gerekmektedir. Peki, İlaç vermeden oksitosin düzeylerini kendiliğinden artıramaz mıyız? Tabii ki artırılabilir!!! Kucaklaşmak, sarılmak oksitosin düzeylerimizi kolaylıkla artırır.

  • Sevdiklerinize sarılın, kucaklaşın konuşun bu sizi daha iyi ve sosyal bir insan yapacaktır.

======================================
Dostlar,

Ülkemizin bunaltıcı ikliminde değişik konulara yer vermekte yarar var.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültemiz 11 yıldır GAZETE ANKARA TIP adıyla yılda birkaç sayı dergi çıkarmakta. Fakültemizden tıp – sağlık haberleri, kurum içi iletişim, halka dönük sağlık eğitimi.. gibi amaçlar taşımakta. 49. sayıdan yukarıdaki yazıyı sizlerle paylaşmak istedik. Söz konusu Dergiyi www.medicine.ankara. edu.tr adresinden pdf olarak okuyabilirsiniz. Nitekim ilgili yazıdaki birkaç görseli buraya aktaramadık.. (birkaç maddi hatayı düzelterek aktardık..)

Hormonlar dünyası son derece gizemli. Kanda (100 ml veya  litrede) düzeyleri nano – piko gramlar düzeyinde; 1 gramın milyarda – trilyonda 1’i gibi. Dolayısıyla bunca duyarlı biyokimyasal ölçüm tekniklerine ancak son birkaç onyılda sahip olabildik! Öncesinde, plazmada kozmik endokrin dalgalanmaların ayırdında değildik ve pek çok endokrinopatinin patogenezini günümüzdeki gibi berrak açıklayamıyorduk. Bu yüzden de mistik – metafizik önermeler öne çıkarılabiliyordu yer yer. Bilimin ışığı gerçekleri aydınlattıkça bu tür bilim – akıl dışı önermelere, hurafelere yer kalmadı, kalmayacak..

Örn. günümüzde prostat kanseri ve sağaltımında izlem için değerli bir ölçüt (tümör belirteci) olan PSA’yı (Prostata özgü antijen) 2010 yılında keşfedebildik..

Büyük ATATÜRK‘ün gerçekte evrensel değerde sözüdür :

  • Yaşamda en gerçek yol gösterici bilim ve tekniktir. Bunların dışında yol gösterici aramak şaşkınlık, aymazlık…. tır..

Sevgi ve saygı ile. 18 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

SAYIŞTAY ÜYELERİNE ve BAĞIMLILARINA DA SGK’da AYRICALIK…

SAYIŞTAY ÜYELERİNE ve BAĞIMLILARINA DA SGK’da AYRICALIK…

Tedavi giderlerrine ilişkin Sayıştay resmi internet sitesinde bugün konulan duyuru metni aşağıya çıkarılmıştır. (https://www.sayistay.gov.tr/tr/?p=2&ContentID=12198)

TEDAVİ GİDERLERİ

Sayıştay Başkanı, daire başkanları ve üyeleri ile bunların emeklileri ve bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerinin tedavi giderleri, Yargıtay Birinci Başkanı, daire başkanları ve üyeleri ile bunların emeklileri ve bakmakla yükümlü oldukları aile fertleri için Yargıtay Kanununun 64 üncü maddesi ile getirilen düzenlemelere Sayıştay Kanununun 63 üncü maddesi delaletiyle uyulmak suretiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin tabi oldukları hükümler ve esaslar çerçevesinde Sayıştay bütçesinden karşılanacaktır.

Tedavi giderinden faydalanması gereken mensuplarımız ile bunların emeklilerinden Tedavi Yardımı Bildirimi (EK 1) alınmak suretiyle tedavi giderleri kurumumuz bütçesinden karşılanacaktır.

Bu kapsamda; halen çalışmakta olan daire başkanı ve üyelerimiz, “ Saynet / Uygulamalar / Birim / Anket / Tedavi Yardım Bildirimi ” üzerinden ulaşacakları beyannameyi doldurmak suretiyle elektronik imzaları ile imzalayacaklar; emekli olanlar ile dul ve yetimleri ise “EK 1” de yer alan Tedavi Yardımı Bildirimini doldurmak suretiyle imzalayarak dilekçe ekinde Başkanlığa vereceklerdir.

Bilgilerine ve gereği ilgililere duyurulur.

Ek: TEDAVİ GİDERİ BEYANNAME.docx

==========================================
Dostlar,

İletiyi yollayan dostumuz E. Mülkiye Başmüfettişi Sayın Mahmut Esen‘e teşekkür ediyoruz..
AKP’nin Yüksek Yargı’ya ayrıcalık sağlayan politik rüşveti genişleyerek sürüyor..

Önce TBMM üyeleri, Bakanlar Kurulu..
Sonra AYM üyeleri..
Ardından Yargutay ve Danıştay üyeleri
Ve son olarak Sayıştay üyeleri…

Üstelik TBMM Başkanlık Divanı Yönetmeliği aracılığıyla..
Yüksek Yargının sınırsız sağlık güvencesi TBMM Başkanlık Divanının “cemilesi” ne (jestine) pamuk ipliği ile bağlı…

GÜÇLER AYRILIĞI mı dediniz??? (Anayasa; Başlangıç, paragraf 4)
Anayasa’nın 10. maddesinde yasalar önünde eşitlik mi dediniz?? (1. fıkra)
Hiç kimseye ayrıcalık tanınamaz mı dediniz?? (Anayasa md. 10/4)

Bir de itiraf yok mu ortada?? SGK’nın sağık güvencesi sayılan bu ayrıcalıklı eliti kesmiyor anlaşılan ki; sınırlamalar kaldırılıyor… Ama iktidar ile iyi geçinme koşulu ile. TBMM Başkanlık Divanını kızdırmadan..

Yaşasın HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ ve adının ilk sözcüğü “ADALET” olan iktidar partisi..
AKP’ye oy veren / verecek… neciiiiiiiiiiiiiip milletimize duyurulur..

AKP’nin kökü dışarıda SGK – GSS rejimi bir kez daha çökmüştür..
Lütfen tıklayınız :

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROGRAMI ÇÖKTÜ.. 
TTB : GSS için ne dediler – ne oldu?

Sevgi ve saygı ile. 11 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Şeker olayının perde arkası… Cargill rezaleti

Şeker olayının perde arkası…
Cargill rezaleti

Emin ÇÖLAŞAN
SÖZCÜ, 09 Mart 2018

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Sevgili okurlarım, hükümet 14 şeker fabrikasını daha “Özelleştirme” bahanesinin ardına sığınarak satmaya, başka bir deyişle yandaş kişi ve kuruluşlara ölmüş eşek fiyatına devretmeye karar verdi. Bu kararla on binlerce şeker pancarı üreticisini ve binlerce fabrika çalışanını aç bırakacaklar ve piyasayı sağlığa zararlı nişasta bazlı şeker üreten bir ABD firmasına terk edecekler. Bu olayın perde arkası çok önemlidir. Şeker sektöründeki bu rezaleti, kovulmadan önce Hürriyet Gazetesi’ndeki çeşitli yazılarımda dile getirmiş ve üstelik tümünü belgelemiştim. Şimdi 16 Haziran 2006 tarihli yazıma dönüyorum. Başlığı “Cargill Olayını Deştikçe!” İşte o yazıdan alıntılar:
* * *
“Cargill Türkiye’de üretim yapıyor. Bursa’nın Orhangazi İlçesi’nde yüzlerce dönüm tarım arazisinde kurulan, halen çalışan ve raporlara göre çevreye büyük zarar veren tesisleri var. Bu dünya çapında firma gücünü ABD yönetiminden alıyor ve ABD siyasetinde etkili. Gelmiş Türkiye’ye yatırım yapmış. Türk çiftçisini, özellikle pancar ekicilerini mahvediyor ve çevre kirliliği yaratıyor.”
* * *
Şimdi rezaletin asıl önemli olan boyutunu görelim: “Cargill,  sivil toplum örgütleri ve meslek kuruluşları tarafından kezlerce mahkemeye verildi. Mahkemeler tesisin kapatılması doğrultusunda kararlar verdi. Fakat gelin görün ki, iktidar bunu yapamıyor… Çünkü Cargill’in arkasında ABD var. Cargill’in korunması, Recep Tayyip Bey‘in ABD gezilerinde de o ülkenin en üst düzey yetkilileri tarafından kendisine söylendi. ABD bir şey isteyecek ve Türk hükümeti tersini yapacak! Elbette olacak şey değil!”
* * *
12 yıl önceki yazım şöyle devam ediyor: “Çarşamba günkü yazımda bir Başbakanlık belgesi açıklamıştım. Başbakan adına imzalanan 20 Nisan 2006  tarih ve 3020 sayılı yazıda Cargill’le ilgili yargı kararlarının hükümsüz kılınması ve tesisin işletmeyi sürdürebilmesi için ‘Yeni bir kanun çıkarılması’ Tarım Bakanlığından istenmişti. Başbakanlık bir yabancı firmanın avukatlığına soyunmuş, onu kurtarmak için çaba harcıyordu. Kanun teklifi  bir AKP – milletvekiline- imzalatıldı ve TBMM’de Tarım Komisyonunda görüşüldü. Alt komisyona havale edildi. İşi o yolla kotarmaya karar verdiler!” (Sonra kanun kabul edildi.)
* * *
Şimdi işin öteki boyutlarına kısaca göz atalım. “Dün elime bir yazı daha geçti. Başbakanlık tarafından Çevre ve Orman Bakanlığı’na yazılan 6 Haziran 2003 tarih ve 2504 sayılı yazı. Son iki cümlesini aynen yazıyorum:
‘…Cargill’e ait fabrikanın işletilmesine devam edilmesi kararlaştırılmıştır. Söz konusu Bakanlar Kurulu Prensip Kararı halen yürürlükte olduğundan, uygulamanın prensip kararına göre yapılması hususunda gereğini rica ederim.’ Peki bu yazının altında kimin imzası var? Recep Tayyip Erdoğan. Başbakan!” (Cargill’e ilgili mahkeme kararlarını uygulamayın diyor!)
* * *
İşin nerelere gittiğini görüyorsunuz. “Türkiye Cumhuriyeti” hükümeti bir yabancı firmayı korumak için yargı kararlarını yok sayıyor, o kararları geçersiz kılıp Ülker  firmasının ortağı olan Cargill’i kurtarmak amacıyla kanun teklifi verdiriyor. Hem de resmi yazılarla!.. Çünkü  ABD yönetimi, bizim hükümete baskı yapıyor. İznik Gölü çevresine verdiği zarar, 195 bin metrekarelik birinci sınıf tarım arazisi üzerine kurulu tesis, zeytinlikler üzerindeki olumsuz etkileri yanında Türk pancar çiftçisine vurduğu darbeler… Şirketin piyasaya sürdüğü fruktoz şurubunun sahte bal üretiminde kullanılması. Ve Cargill’i kurtarmak için, uygulanmayan yargı kararları… Başbakanlık’ta yapılan toplantılar, yazışmalar, işi kılıfına uydurma çabaları… Cargill Türkiye’yi uzaktan kumandayla -ama tam içimizden- yönetiyor. İnanılır gibi değil.
* * *
Ülkemin böyle -bir sömürge gibi- yönetilmesini içime sindiremiyorum. Pek çok sahipsiz-torpilsiz-hükümette arkası ve adamı olmayan firmanın batmasına göz yumulurken, gücünü yabancılardan, Arap şeyhlerinden, AB ve ABD’den alan böylelerinin hukuku bile çiğneyerek korunup kollanmasına isyan ediyorum. (Taa 2006 yılında bunları yazmışım. Aradan 12 yıl geçmiş, yargı tarafından verilen iptal kararları çöpe atılmış, 14 şeker fabrikası olayında Cargill ve nişasta bazlı şeker dümeni yeniden karşımızda!)
* * *
Soner Yalçın bu rezaleti Sözcü’deki 21 Mart 2017 tarihli yazısında bir kez daha irdeledi. Benim yukarıdaki yazımdan alıntı yaptıktan sonra özetle şöyle diyordu:

Cargill dünyanın en büyük 12. şirketi. Yıllık geliri 136 milyar dolar. Nişasta bazlı şeker üretiyor… Bursa İdare Mahkemesi açılan davalarda yürütmenin durdurulması kararı verdi, Danıştay 6. Dairesi bu kararı onadı. Hukuk böyle diyordu ama Cargill’in arkasında ABD vardı. 2004 yılında Erdoğan ile Bush ABD’de görüştü. Bush, Cargill sorununun çözülmesini rica etti. Yeni toprak ve arazi kullanımı yasası değişikliği Meclis’te (AKP çoğunluğu tarafından) kabul edildi. Yine ABD ve Cargill’in isteği ile bu arazi ‘Özel endüstri bölgesi’ kabul edildi. Sonuçta, anayasaya aykırı olmasına rağmen Meclis’te Cargill’e ayrıcalık sağlayan yasal düzenlemeler yapıldı… Ve Cargill, hakkında yedi adet olumsuz mahkeme kararına rağmen işlerine devam etmeyi sürdürdü. Şeker Kanunu değiştirildi, Türk firmalara kota varken Cargill’in kotası kaldırıldı… Cargill ABD’de ürettiği GDO’lu mısırları Türkiye’ye getirerek, elde ettiği zararlı tatlandırıcıları herkese yedirmeye devam ediyor.”
* * *
İşte sevgili okurlarım, şimdi elden çıkarmak üzere olduğumuz yerli ve milli 14 şeker fabrikası olayının perde arkasında bunlar var. Türkiye kaybedecek, Cargill kazanacak. Dönemin başbakanı Recep Tayyip boşuna talimat vermiyordu “Bu davada verilen mahkeme kararları uygulanmayacaktır.” diye!
===========================================
Dostlar,

Can-ı gönülden dileriz ki neciiiiiiiiiip mi necip milletimiz bu acı gerçekleri görsün; din sömürüsünün ve laf cambazlığının, rant paylaştırılmasının… duygu sömürüsünün, türlü yollarla sürdürülen vahşi algı yönetiminin… ardına saklanan yabancıya peşkeşin, yoksullaştırılmasının, acımasızca sömürülmesinin … ayırdına varsın ve artık haklarını savunsun, “oy” unu doğru kullansın. İvedi olarak da ŞEKER FABRİKALARININ SATILARAK KAPATILMASINA dirensin, engel olsun..

8 Mart 2018 gecesi Halk TV’de bu yakıcı sorunu Sn. Rahmi Aygün’ün Kritik programında işledik. Sn. Prof. Erol Manisalı, Doç. Dr. Gökhan Günaydın ve biz değişik boyutlarını sergiledik acı sorunun.. Program kayıtları youtube’a 2 bölüm olarak 45 + 45 = 90 dakika kondu. Biz de erişkelerini (linklerini) sitemizin manşetinde verdik.. İzlenmesini, paylaşılmasını dileriz ki gerçekler yaygın olarak öğrenilsin..

Somut bir öneri ile bağlayalım :

Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığının başında bir tıp doktoru var: Dr. A. E. Fakıbaba. Sağlık Bakanlığı ile işbirliği yapsınlar,

  • Tüm gıda maddelerinin ambalajları üzerine yalnızca “şeker” değil “nişasta bazlı şeker vardır” diye miktarıyla birlikte yazsınlar.

Halkı eğitsinler.. Halkın “bilme” hakkına saygılı olsunlar.. Piyasayı etkin ve saydam denetlesinler, yargı kararlarına uysunlar..

  • Halkın sağlığını yabancı sermayeye kurban ve feda etmesinler!

Anayasa’nın 56. maddesinin açık gereklerini yerine getirsinler :

  • Her-ke-sin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı vardır! (Anayasa md. 56)

Sevgi ve saygı ile. 09 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

GSS KAPSAMINDA TEDAVİ YARDIMINA YÖNELİK UYGULAMALARI, MİLLETVEKİLLERİNE ve YÜKSEK YARGI MENSUPLARINA GETİRİLMİŞ İSTİSNALAR

GSS KAPSAMINDA TEDAVİ YARDIMINA YÖNELİK UYGULAMALARI, MİLLETVEKİLLERİNE ve YÜKSEK YARGI MENSUPLARINA GETİRİLMİŞ İSTİSNALAR (Özet) 

Mahmut ESEN
E. Mülkiye Başmüfettişi

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

I-GENEL SAĞLIK SİGORTASI

1-Kişilerin sağlıklarının korunması, sağlık riskleri ile karşılaşmaları halinde de oluşan harcamaların finansmanı için genel sağlık sigortası (GSS) ihdas edilmiştir. Sigortalılara sağlık yardımlarının SGK aracılığıyla tek elden yapılması, toplumun tüm bireylerinin GSS olması kabul edilmiştir. Bu bağlamda SSK, Bağ-Kur ve T.C. Emekli Sandığı kuruluş kanunları yürürlükten kaldırılmış, bunlar tarafından verilmekte olan hizmetler yeni kurulmuş olan SGK Başkanlığı bünyesinde birleştirilmiştir. 2012 yılından başlayarak GSS olmak zorunlu hale gelmiştir.

Yeterli gelire sahip olmayan vatandaşlarımızın primleri Devlet tarafından karşılanmaktadır. 2016 yılı sonunda 78 milyon vatandaşımız (%97,7) GSS olmuştur.

2017 yılında askerlik görevini yapmakta olan 350 bin er/erbaş ile yedek subay öğrencileri de GSS kapsamına alınmıştır. Halen kapsam dışında kalmış olanların da (banka yardımlaşma sandıkları personeli, cezaevlerindeki hükümlü/tutuklular vb.) sisteme dahil edilmelerine yönelik çalışmalar devam etmektedir.

2016 yılında Devlet tarafından yapılmış tedavi giderleri toplamı 74 milyar TL’dir.

GSS Sigortalılarına Sağlanan Sağlık Yardımları

2-Ülke nüfusunun tamamına yakını kapsayan GSS kapsamındaki sigortalılara sağlık yardımları SGK tarafından sağlık kurum/kuruluşlarından hizmet alımı yapılması suretiyle karşılanmaktadır. Yapılacak sağlık yardımlarının usul ve esasları, sigortalılardan alınacak katılım payları, özel sağlık kuruluşlarına ödenecek ek ücretler, sağlık hizmetlerinin bedellerinin tespit edilmesi vb. konular; 5510 sayılı Kanun, konuya ilişkin yönetmelik ile SGK tarafından çıkarılmış Sağlık Uygulama Talimatında (SUT) ayrıntılı olarak belirtilmiştir.

 3-SUT ile belirlenmiş olan sağlık hizmeti bedellerinin büyük bölümü 2013 yılından beri güncellenmemiştir

  • Bu yüzden, kamu hastanelerinde verilmekte olan sağlık hizmetleri aksamakta, hizmetler güçlükle yerine getirilebilmektedir.

Özel hastanelere giden vatandaşlarımız da -güncelenmeyen hizmet bedelleri nedeniyle- her geçen gün daha fazla ek ücret ödemek zorunda kalmaktadır. Zira özel hastaneler 5510 sayılı yasa; imzaladıkları sözleşme hükümlerine karşın SUT tarifesinin % 200’ünün üzerinde de ücret almakta, bu suretle hizmet bedellerini piyasa koşullarına uyarlamaktadır. Muayene katkı payını artıran ve özel hastanelere ödediği muayene ücretinin önemli bölümünü de vatandaştan geri alan SGK’nın; bu uygulamadan fazla rahatsız olmadığı, bu yüzden vatandaşların özel hastanelere ilişkin şikayetlerinin sürüncemede bırakıldığı görülmektedir.

(Örneğin, SUT tarifesine göre KBB muayene bedeli olarak özel hastanelere (KDV dahil) 25,92 TL ödeyen SGK, ödediği bu rakamın 20 TL’sını, muayene katkı payı ve reçete bedeli adı altında vatandaştan tahsil etmektedir.) 

II-GSS DIŞINA ÇIKARILMIŞ MİLLETVEKİLLERİ/YÜKSEK YARGI ORGANLARI  BAŞKAN VE ÜYELERİNİN DURUMU

4-Mevzuatta yer alan GSS’na aykırılık oluşturan tüm hükümler yürürlükten kaldırıldığı halde, milletvekilleri ile bakmakla yükümlü oldukları kişilerin tedavi giderlerinin TBMM bütçesinden yapılacağına ilişkin yasa kuralı (3671 s.k./4. md.) günümüze kadar özenle korunmuştur. Özel yasada sağlık hizmetlerinden yararlanma usul ve esaslarına ilişkin hüküm bulunmamaktadır. Bu yüzden belirtilen hususlar, herhangi bir sınırlama olmaksızın, TBMM Başkanlık Divanınca çıkarılan yönetmelikle düzenlenmiştir.

 Yönetmelik ile hak sahibi (2018 yılı başı itibarıyla 11.045 kişi) olanlara, SGK aracılığıyla genel sağlık sigortalılarına verilenlerle kıyaslanamayacak oranda (onların hayal bile edemeyeceği), özel sağlık sigortası poliçelerinde dahi öngörülmeyen hükümler içeren tedavi yardımlarının sağlanmış olduğu anlaşılmaktadır.

5-Milletvekillerine tanınmış bu tür  ayrıcalıklarından bazıları aşağıya çıkarılmıştır.

  • Özel muayenehanede/evde yapılan muayene ve tedavi ücretleri de TBMM tarafından karşılanabilmektedir.
  • GSS sigortalılardan farklı olarak; hak sahibince muayene katkı payı, ilaç reçeteleri için reçete bedeli, eşdeğer ilaç farkı vb. için ödeme yapılmamaktadır.
  • Resmi sağlık kurum ve kuruluşlarından sağlanmış tedavi giderleri, kurum tarafından  düzenlenmiş (Öğretim üyesi muayene ücret farkı dahil) fatura esas alınarak ödenmektedir.
  • Özel sağlık kurumlarındaki tedavi giderlerinde hak sahipleri tarafından ek ücret ödenmemektedir.
  • Özel sağlık kurumlarına ödenecek sağlık hizmeti giderlerinde Türk Tabipler Birliği vb. kurum/kuruluşların yıllık tarifeleri baz alınarak Başkanlık Divanınca belirlenen tutarlar üzerinden ödenmektedir.
  • Haksahiplerine yurtdışında tedavi edilmeleri konusunda ( GSS’lılarına göre) geniş olanaklar sağlanmıştır.

6- GSS mevzuatına aykırı olan bu özel düzenlemenin Anayasa’nın 12. maddesinde yer alan “ Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.” kuralına da aykırı olacağı hususunun göz ardı edilmemesi gerekmektedir.

Zira milletvekillerine görevlerini daha iyi yapabilmeleri, halkı temsilde zorluk çekmemeleri bağlamında bazı ayrıcalıklar /kolaylıklar sağlanması olağan karşılanabilir. Ancak söz konusu bu düzenlemelerin, üstlenilen görevin süresi ile sınırlı kalmadığı, tanınan olanaklardan ömür boyu yararlanacakları şeklinde kurallar içerdiği görülmektedir. Oysa AYM’nin bazı iptal kararlarında Parlamento üyeliği ve sıfatı son bulmuş kişilerin artık yurttaşlardan farklı bir statü içinde bulunmaları için sebep kalmadığı hususu açık/seçik belirtilmiştir.

 7- Buna karşın anılan özel yasanın uygulama alanı genişletilmiş; önce AYM, daha sonra da 696 sayılı KHK ile Danıştay ve Yargıtay başkan ve üyeleri ile bakmakla yükümlü oldukları kimselerin sağlık giderlerinin de, TBMM üyelerinin tabi oldukları esaslar çerçevesinde, mahkemelerin bütçelerinden ödenmesine ilişkin düzenlemeler getirilmiştir. Bu suretle Cumhurbaşkanı T. Erdoğan’ın (17.01.2017 tarihli konuşmasında) “Dünyada belki de tek örnek olduğunu, ABD’nin bu modelin dar bir örneğini uygulamaya kalktığı halde başaramadığını, beş yıldır tıkır/tıkır işlediğini, incelemek için dünyanın her yerinden heyetler geldiğini” övgüyle bahsettiği ve 350 bin er/erbaşın sisteme dahil edildiği bir dönemde, yüksek yargı mensupları GSS kapsamı dışına çıkarılmıştır.

Bu itibarla yüksek yargı organı mensupları, sağlık giderlerinin ödenmesi gibi yaşamsal önem taşıyan bir konuda TBMM Başkanlık Divanına bağlanmıştır. Zira  bilindiği üzere yönetmelik çıkarmak veya Başkanlık divanının TBMM yönetimine ait karar alma faaliyetleri, TBMM’nin yasal (AS: Yasama olmayan) olmayan idari nitelikli kararlarındandır. Dolaysıyla yüksek yargı organlarına sağlanacak sağlık yardımları, yasama organının (Başkanlık Divanının) idari kararlarına göre yapılacaktır. ( Örneğin yüksek yargı organı mensubunun kullanacağı gözlük bedeline dahi TBMM Başkanlık Divanı karar verecektir.)

Bu yüzden konu salt sağlık giderlerinin ödenmesi sorunu olmaktan çıkmakta, yargı organlarının bağımsızlığı ve tarafsızlığını da doğrudan ilgilendirmektedir.

Diğer yandan yüksek yargı mensuplarının, GSS kapsamı dışına çıkarılmış olmaları nedeniyle, hayatın olağan akışı içinde, GSS sigortalılarının sorunlarından uzaklaşacakları; bu suretle SGK’nın hatalı eylem ve işlemlerinin yargı yoluyla düzeltilmesi, içtihat oluşturulmasına yönelik  yargısal faaliyetlerin daha uzun bir zaman alacağı açıktır.
==============================================
Dostlar,

Seçkin Mülkiye Başmüfettişi (E) dostumuz Sn. Mahmut Esen’in oldukça önemli yazısı yukarıda.. Kendisine teşekkür ederiz.. AKP iktidarının hukuk devleti ilkelerinden ne denli saptığına çok tipik bir örnek daha.. Anayasanın, yasalar önünde herkesin eşitliğine ilişkin 10. maddesi de ayak altında! Bu kişilere 12 diş implantı hakkı (8 idi!) verildiğini de paylaşalım. Bir profesör dişhekimi düşünelim. yasa ile ayrıcalıklı sayılan yukarıdaki kişilerden birine diş hekimliği koltuğunda implant uygulayan Profesör dişhekiminin tek 1 implant bedelini SGK ödememektedir!

  • Bu utanılası hazin tablo olsa olsa post-modern politik elitler ve profesörden serfleri olmalı!

30 yıldır çığlık atıyoruz:

  • GSS halkın sağlığının değil, sermayenin kârının sigortasıdır; gerçek bu denli çıplaktır!

Sevgi ve saygı ile. 07 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

TTB : GSS için ne dediler, ne oldu?

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROGRAMI ÇÖKTÜ.. 
TTB : GSS için ne dediler – ne oldu?

TTB (Türk Tabipleri Birliği) yukarıdaki başlıkla çok değerli bir bilimsel irdeleme raporu daha yayınladı. 27.02.2018’de web sitemizde TTB’nin bir başka önemli raporunu yayınlamıştık (lütfen tıklayın) :

Şimdi ise, bizim de üyesi olduğumuz (Ankara Tabip Odası) TTB’nin GSS – Genel Sağlık Sigortası hakkında yayınladığı önemli raporu paylaşmak istiyoruz. Aynı biçimde Kamu Hastaneleri Kurumu için de bir rapor var, onu da paylaşacağız. Böylelikle AKP iktidarının eline tutuşturulan IMF – DB dayatması Sağlıkta Dönüşüm Programı‘nın 3 önemli ayağının çöktüğü anlaşılıyor. Gerçekte ise bir proje partisi olarak AKP’nin sepetine (programına!) bunlar en başında konmuştu. Heybe çok ağır ve doluydu ve dış güdümlü bu projeleri AKP yerine getirmeye çabaladı 15+ yıldır..Sanırız artık çekseniz de gitmiyor, itseniz de.. Örn. 2018 mali yılı merkezi yönetim bütçe rakamları boğucu ve mali sürdürülebilirlik umudu kalmamış gibi :

  • 2018 bütçe gideri 763 (599’u – %88’i vergi!), gelir 697, Açık 66, Faiz 71,6 (%26↑);
    yatırım 68,8; Sağlık Bak. 37,6; DİB (Diyanet İşler, Bşk.) 7,8 (151 bin personel); SGK 133,5 (2016’da 108); Emn. + Jand. 40,1; Mrk. Yön. borcu 2017 sonu 871,6 milyar (%15↑) TL

697 milyar TL gelir beklenen 2018 bütçesinin 133,5 milyar TL’si SGK’ya aktarılacak (transfer edilecek). Bütçe’nin 1/5’i SGK’ya! SGK’nın 2018 mali portresi ise genel bütçenin 2/3’ü büyüklüğüne erişiyor! SGK tam anlamıyla “mali yoğun bakım“da. Çok ciddi genel bütçe aktarımları yapılmazsa aktüaryal dengesini sürdüremeyecek ve büyük bir sosyal güvenlik bunalımı ülkemizi vurabilecek! Öyle ki, SGK’ya bu muazzam aktarım (133,5 milyar TL) yapılmat-yacak olsa, 2018 bütçesi 71,6 milyar TL açık vermek yerine 61,9 milyar TL fazlalık bile verebilecek! Böylelikle yatırımlar 2’ye katlanabilecek…. TTB raporu şöyle başlıyor :
*****

  • Dünyada neoliberal rüzgârların sağlık ve eğitim gibi kamusal hizmet alanlarına el atmaya başladığı 1980’lerin başından itibaren sağlık politikalarının ana gündemi olan sağlık reformu ülkemizde de eş zamanlı olarak Dünya Bankası girişimleriyle başlamış ve 2002 yılında AKP Hükümeti’nin iktidara gelmesiyle birlikte Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) adıyla
    yürürlüğe konulan bir programla sürdürülmüştür. Sağlık Bakanlığı 2003 yılında yayımladığı SDP dokümanında sekiz bileşeni olduğunu belirtmektedir. Bu bileşenler:1) Planlayıcı ve Denetleyici Bir Sağlık Bakanlığı
    2) Herkesi Tek Çatı Altında Toplayan Genel Sağlık Sigortası
    3) Yaygın, Erişimi Kolay ve Güler Yüzlü Sağlık Hizmet Sistemi
    – Güçlendirilmiş Temel Sağlık Hizmetleri ve Aile Hekimliği
    – Etkili, Kademeli Sevk Zinciri
    – İdari ve Mali Özerkliğe Sahip Sağlık İşletmeleri
    4) Bilgi ve Beceri ile Donanmış, Yüksek Motivasyonla Çalışan Sağlık İnsan Gücü
    5) Sistemi Destekleyecek Eğitim ve Bilim Kurumları
    6) Nitelikli ve Etkili Sağlık Hizmetleri İçin Kalite ve Akreditasyon
    7) Akılcı İlaç ve Malzeme Yönetiminde Kurumsal Yapılanma
    – Ulusal İlaç Kurumu
    – Tıbbi Cihaz Kurumu
    8) Karar Sürecinde Etkili Bilgiye Erişim: Sağlık Bilgi Sistemi SDP’nin üzerinden geçen 15 yılda Türkiye’de sağlık ortamı ve sağlık sistemi birçok açıdan etkilenmiş ve sorun çözme iddiasındaki SDP’nin yol açtığı yeni sorunlar ortaya çıkmıştır. 2018 yılı 14 Mart sürecinde Türk Tabipleri Birliği SDP’nin yarattığı tahribata ve piyasacı anlayışla düzenlenen sağlık ortamının sorunlarına SDP’nin iddialarını irdeleyerek bir kez daha dikkati çekmek istemiştir. Bu süreçte hazırlanan bu dokümanlarla AKP Hükümetlerinin ve SDP’nin ne dediklerini hatırlatıyor ve neler olduğunu gözler önüne sermek istiyoruz.
    ******
    TTB raporu devamla;
  • 1. Sağlık harcamaları maliyetini düşürecek, koruyucu hekimlik uygulamalarının da teşvikçisi ve zorlayıcısı olacak sigorta sistemi “Böyle bir sigortacılık sistemi, sağlık harcamaları maliyetini
    düşürme gayreti içinde, koruyucu hekimlik uygulamalarının da teşvikçisi ve zorlayıcısı olacaktır. Genel Sağlık Sigortası Kurumunun denetim ve yaptırımları, sağlık giderlerinde gittikçe artan oranlarda yer işgal eden ilaç ve tıbbi malzeme israfını azaltacaktır.”
  • GSS’nin sağlık hizmetlerinin maliyetini düşüreceği iddiası tam bir fiyaskoyla sonuçlandı. Sağlık hizmetlerinin maliyeti arttı. SGK’nın hastanelere ödediği fatura tutarları 2010-2016 yılları
    arasında bazı hastaneler için 3 katına kadar çıktı (Tablo 1). GSS Yasası’nın bütünüyle uygulamaya girdiği 2012 yılından 2016 yılına kadar hastanelere ödenen fatura tutarları
    incelendiğinde;
    – Devlet Hastanelerine ödenen SGK fatura tutarının %39,
    – SB Eğitim ve Araştırma Hastaneleri gibi 3. Basamak devlet hastanelerine ödenen SGK fatura tutarının %61,
    – Özel hastanelere ödenen SGK fatura tutarının %25,
    – Üniversite hastanelerine ödenen SGK fatura tutarının %49,
    – Toplam ödenen fatura tutarının da %41 oranında arttığı görülüyor.
    *****
    TTB’nin GSS raporu şöyle bağlanıyor                  : 
  • Ne olmalı?
    Türkiye için sağlık hizmetlerinin finansmanında en uygun model Genel Bütçe’den finansmandır. Kişilerin prim ödeme gücüne bakılmaksızın, adil ve doğrudan vergilere yaslanan bir vergi politikasıyla oluşturulan Bütçe’den sağlığa yeterli kaynak ayrılmalı ve bu kaynağın uygun bir şekilde kullanılacağı entegre, basamaklı, kamusal anlayışla ücretsiz hizmet sunan bir sağlık sistemi yapısı oluşturulmalıdır.

“Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastanelerinde performans sisteminin ve döner sermaye bütçesi uygulamasının kaldırılarak merkezi yönetim bütçesinin esas alınması; çalışmadığı görülmüş olan GSS sisteminin terk edilerek ülkedeki tüm bireyleri kapsamı içine alan ve kimsenin cebinden ek para ödemek zorunda kalmadığı, finansmanı prim ödenerek değil, genel bütçeden karşılanan bir sosyal güvenlik sisteminin oluşturulması tek çözüm olarak görünüyor.“
*****
Meslek örgütümüz TTB’ye ve bu rapora emek veren meslektaşlarımıza, öbür emekçilere şükranlarımızı sunuyoruz. AKP iktidarının da artık onun – bunun kandırmasından / güdümünden kendini sakınması görev olarak düşüyor. Öyle ya, tek başına iktidar 15 yılı geçti.

Türkiye hızla bu dış dayatma sağlık politikalarını bırakmalıdır. Her geçen gün faturayı ödenemez kılmakta!

Raporun tümünü okumak için lütfen tıklayınız (15 sayfa, 2,4 MB) :
Genel_Saglik_Sigortasi_Ne_Dediler_Ne_oldu_2018

Sevgi ve saygı ile. 07 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

TTB : “Meslek Örgütümüzü İşlevsiz Kılmaya Yönelik Girişimlere Son Verilmelidir!”

“Meslek Örgütümüzü İşlevsiz Kılmaya Yönelik Girişimlere Son Verilmelidir!”

  • 06/03/2018 14:50
    http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=40517e38-2139-11e8-82e9-5e6c03ccf873 

Aralarında Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) de bulunduğu, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına yönelik müdahale ve biçimlendirme yönündeki açıklama ve girişimlere karşı TTB Merkez Konseyi’nce bir basın toplantısı düzenlendi. 06 Mart 2018, Salı günü 12.30’da İstanbul Tabip Odası Cağaloğlu binasında gerçekleştirilen basın toplantısına TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, TTB Genel Sekreteri Dr. Sezai Berber, Merkez Konsey Üyeleri Prof. Dr. Taner Gören ve Dr. Bülent Nazım Yılmaz katıldılar. Basın açıklamasını Prof. Dr. Raşit Tükel kamuoyuyla paylaştı. Açıklamanın tam metni aşağıdadır:

Meslek Örgütümüzü İşlevsiz Kılmaya Yönelik Girişimlere Son Verilmelidir!

Bir süredir, medyada yer bulan haberlerden, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarına yönelik “müdahale ve biçimlendirme” çalışmalarının yürütüldüğü anlaşılmaktadır.  Açıklamalarda isim değişikliği, birden fazla meslek kuruluşu kurulması, serbest meslek icrasında üyelik koşulunun kaldırılması, seçim sistemlerinin değiştirilmesi öne çıkmıştır. Bu tür müdahaleler, mesleğin insan ve toplum yararı gözetilerek uygulanmasına değil; mesleğin nasıl icra edileceğine bir yetkenin karar vermesine yönelik sonuçlar doğuracaktır.

Meslek Örgütleri Toplumdan Doğmuş, Demokrasi İle Büyümüştür…

Hekimlik, avukatlık, mimar ve mühendislik gibi kökleri insanlık tarihi kadar eski mesleklerin örgütlerinin bugünkü anlamda özerk ve mesleğe ilişkin yetkilere sahip olmalarının tarihi yaklaşık dört yüzyıl geriye gitmektedir. Tarihsel süreçte toplumsal bir olgu olarak var olmuş olan meslek örgütlerinin zaman içinde temel işlevleri; meslek etiğini belirleme, mesleki denetim ve yaptırım uygulama, mesleğin toplum yararı ile birlikte uygulanıp sürdürülmesini sağlama şeklinde belirginleşmiştir.

Ülkemizde ise, hekimler yönünden merkezi düzeyde 1857’de Türk Tıp Cemiyeti olarak kurulan meslek örgütü, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra 1929’da Etibba Odaları, 1953 yılında Türk Tabipleri Birliği adını almıştır.

Kaynağını Anayasa’dan alan kamu kurumu niteliğine sahip, bütün organları seçimle işbaşına gelen, özerk, demokratik bir meslek kuruluşu konumundaki Türk Tabipleri Birliği, sağlık alanına ilişkin kamusal görev ve yetkilerle donatılmıştır. Anayasa’nın 135. maddesi uyarınca hekimlik mesleğini toplum yararına geliştiren, hekimlik uygulamaları ve denetlenmesine dair görevleri olan meslek birliğimiz, hekimlerin davranış kurallarını belirlemiş; hekimlerin kendi aralarında ya da toplumla ilişkilerinde bu kuralların geçerli olması için çalışmalar yürütmüş; hekimler kadar kamunun çıkarını sağlamayı amaç edinmiştir. Yasayla tanımlanan meslek birliğimizin kamusallığı, hekimlerin haklarını korumakla sınırlı olmayıp tüm toplumun sağlık hakkının sağlanmasına yöneliktir. Türk Tabipleri Birliği, meslektaşlarımız kadar toplum açısından da önemli olan, bilimsel çalışmalar ve eğitim ile edinilen bilgiye ve tarihsel süreç içinde geliştirilen meslek ahlâkına dayanan bir hekimlik uygulaması için çaba göstermektedir.

Meslek Örgütlerinin Özellikleri

Anayasanın 135. maddesinde, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları devlet hiyerarşisi altında bulunmayan özerk kuruluşlar olarak düzenlenmiştir. Bu özerklik hizmetin kendisine ait bir özelliktir. Anayasa Mahkemesi’nin vurguladığı gibi, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının işlevi sadece meslektaşlar arasındaki ilişkileri düzenlemekle sınırlı değildir; bu kuruluşlara çoğulcu demokratik ortamın gelişimine ilişkin rollerinin önemi nedeniyle kamusal nitelik kazandırılmıştır.

Meslek kuruluşlarında Deontoloji başta olmak üzere meslek uygulamalarının düzenlenmesinde ve benzeri kamusal görevlerin yürütülmesinde, kapsayıcılığın ve bağlayıcılığın korunması ve geliştirilmesi amacıyla zorunlu üyelik sisteminin sürdürülmesi gerekir. Kişilerin mesleklerini icra edebilmeleri için o meslekle ilgili kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşuna üye olmaları sağlanmalıdır. Zorunlu üyelik olmadığında ya da aynı meslek alanında birden çok meslek kuruluşunun kurulmasına olanak verildiğinde, meslek disiplininin kim tarafından sağlanacağı belirsizleşecek, her kuruluş kendi başına davranacaktır. Bunun sonucunda da meslek kuruluşlarının kendi mesleklerine ilişkin ihtiyaçlar, meslek etiği vb. konularında karar alabilmeleri mümkün olamayacak, kararların merkezi düzeyde alınması meslek kuruluşları üzerinde ciddi bir tahribata neden olacaktır.

Meslek Kuruluşlarına Neden Müdahale Edilir?

Meslek kuruluşlarına müdahale, Türk Tabipleri Birliği’nin insan yaşamının korunmasına yönelik hekimlik bilgilerini ve tutumunu anımsattığı açıklamasından sonra gündeme getirilmiştir. Bununla birlikte bu müdahale girişimi ne yenidir ne de Türk Tabipleri Birliği ile sınırlıdır. Yakın tarihimiz meslek örgütlerinin etkisizleştirilmesine yönelik birçok müdahaleye sahne olmuştur. Devletlerin mesleklere ve meslek kuruluşlarına müdahalesinin tarihi eskiye gider. Demokrasinin sorunlu olduğu dönemlerde devletler, meslek kuruluşlarının kendi politikalarını eleştirmemesini, desteklemesini hatta bir devlet organı gibi hareket etmesini istemekte; bunu sağlamak için de müdahalelerde bulunabilmektedir. Bu müdahaleleri engellemek için, Dünya Tabipler Birliği, ulusal hekim birliklerinin üye olarak kabul edilebilmesi için herhangi bir devlet kurumu veya kuruluşuna tabi olmaması veya bir devlet kurumu veya kuruluşu tarafından kontrol edilmemesi koşulunu getirmiştir. Türk Tabipleri Birliği, DTB’nin kurucu üyesidir.

Meslek örgütlerinin faaliyetlerinin devlet/hükümet politikaları ile çatıştığı hallerde kullanılan bir diğer müdahale türü ise, meslek kuruluşlarının güçsüzleştirilmesi ve etkisizleştirilmesidir.  Meslek örgütlerinin öteden beri temel işlevi, mesleğin insancıl bir biçimde insan ve toplum yararına uygulanmasını sağlamaktır. Hekimliğin iyi icrası için hastanın hekime güven duyması çok önemlidir. Toplum nezdinde mesleğe güven duygusu, mesleğin etik kurallarının belirlenmesi ve mesleki denetimle mesleğin biçimlendirilmesi yolu ile olur. Bu nedenle devletin, meslek kuruluşlarının bu işlevlerini yapmasını zorlaştıracak, etkisizleştirecek müdahalelerden kaçınması, toplumsal ve demokratik bir zorunluluktur.

Türk Tabipleri Birliği’ne Müdahalenin Nedenleri

Kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşu olması nedeniyle, Türk Tabipleri Birliği, hekimlik mesleğinin geliştirilmesi, hekimlerin haklarının korunması ve ortak ihtiyaçlarının karşılanması, meslek disiplininin sağlanması, hekimlerin birbirleriyle ve halkla ilişkilerinde dürüstlüğün ve güvenin hakim kılınması, kamu hizmetinin düzeyinin korunması gibi işlevler üstlenmiştir.

Türk Tabipleri Birliği, bu işlevlere bağlı olarak, hekimlik uygulamalarının ve sağlık hizmetinin insan haklarına, etik değerlere uygun, bilimsel bilgiye dayanarak yerine getirilmesini sağlamak üzere talep ve öneriler geliştirmektedir. Türk Tabipleri Birliği, Anayasa ile tanımlanmış işlevlerini yerine getirmesi ve geliştirmesinin demokratik bir ülkede mümkün olduğunu göz önünde bulundurmaktadır.

Türk Tabipleri Birliği, sağlık hizmetinin gereklerine, hekimlik etik ilkelerine, hekimlerin hukuken sahip oldukları haklara aykırı düzenlemelere karşı yargı yoluna gitmektedir. Bu başvurular sonucu Anayasa Mahkemesi, Danıştay, İdare Mahkemeleri kararları ile hukuka aykırılığı saptanmış sayısız düzenleme, işlem bulunmaktadır. Bunlardan biri de, Türk Tabipleri Birliği’ne “tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlama” görevini veren Kanun maddesini 2 Kasım 2011 tarihinde değiştiren 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin ilgili hükmünün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olmasıdır.

Türk Tabipleri Birliği sağlığın, fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak tam bir iyilik hali olduğunu hep akılda tutarak;

  • Herkese ihtiyacı olan sağlık hizmetlerine parasız ulaşma hakkını,
  • Herkese sosyal güvenlik hakkını,
  • Yeterli bilgi ve deneyim ve becerinin kazandırıldığı çağdaş tıp ve tıpta uzmanlık eğitimini,
  • Hekimlere, şiddetten uzak, insancıl, güvenli, sağlıklı çalışma ortamını,
  • Madenlerde, işyerlerinde kâr hırsı, denetimsizlik ve gerekli önlemlerin alınmayışı nedeniyle ortaya çıkan iş cinayetleri ve meslek hastalıklarının önlenmesini,
  • Sağlıklı, yaşanabilir bir çevrenin hak olarak hayata geçirilmesini,
  • Çocuk istismarının, kadın cinayetlerinin önlenmesini,
  • İnsan eli ile yaratılan her türlü şiddetin nedenlerinin ortadan kaldırılmasını, barış içinde yaşama hakkının ve sosyal iyilik halinin sağlanmasını talep etmekte ve bu taleplerin karşılanması için mücadele etmektedir.

Türk Tabipleri Birliği, bir bütün olarak sağlık çalışanlarının işlerini severek, iyi bir eğitim alarak, barışçıl çalışma ortamında, işbirliğini özendiren bir çalışma ve ücretlendirme modeli içinde, her türlü sosyal hakka sahip olarak çalışmalarını istemektedir.

Meslek Örgütümüzün Uluslararası Temsiliyeti

Türk Tabipleri Birliği’nin ülkemizi temsil ettiği Dünya Tabipler Birliği, Avrupa Hekimler Daimi Komitesi gibi uluslararası hekim örgütleri, evrensel hekimlik ilkelerine sahip çıkmanın toplumlar açısından öneminin ve değerinin farkındadır. Güçsüzleştirilmiş, hükümetin kontrolü ya da etkisi altındaki meslek kuruluşlarının dünya halkları nezdinde itibarının olamayacağı açıktır.

Meslek Örgütümüzü İşlevsiz Kılmaya Yönelik Girişimlere Son Verilmelidir!

Meslek örgütlerimizin isimlerinde yer alan Türk” ve “Türkiye ibareleri, Anayasa gereğince, bu mesleklerin hizmet verdikleri alanda, tüm toplumu kapsayan, kamusal yarar taşıyan hizmetleri nedeniyle verilmiştir. Meslek kuruluşlarının isimlerinden Türk ve Türkiye ibarelerinin kaldırılması yönündeki girişimler; bu kuruluşların toplumsal kapsayıcılığını ortadan kaldırmaya, meslek uygulama alanlarında toplum adına bilgi üretme, mesleği geliştirme ve toplumsal denetim işlevlerini yok etmeye yöneliktir. Meslek birliğimiz üzerinde bu yönde yapılacak müdahaleler halkın sağlık hakkına yönelik faaliyetler üzerinde ciddi bir tehdit durumundadır.

Varlık koşullarımızı ortadan kaldırarak mesleğimiz, meslektaşlarımız, toplum ve ülkemiz için geri dönülemez zararlara yol açacak bu girişimlerin geri çekilmesini istiyor; yetkilileri ve tüm kamuoyunu bu gelişmeler konusunda duyarlı davranmaya davet ediyoruz. Yine bu çerçevede siyasal iktidarı, Türk Tabipleri Birliği’ne karşı kullandığı dili ve kabul edilemez uygulamalarını gözden geçirmeye çağırıyoruz. Türk Tabipleri Birliği, hekimlerin mesleklerini demokratik değerler, etik ilkeler ışığında sürdürmekte ısrar ettikleri bir kurum olarak, Odaları ve üyeleri ile birlikte gerekli demokratik mücadeleyi sürdürecektir.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
========================================
Dostlar,

Biz de meslek örgütümüz TTB’nin bu son derece dengeli, ağırbaşlı, sorumlu ve kararlı basın açıklamasını bütünüyle paylaşıyoruz.

AKP iktidarı ve Erdoğan’ı da serinkanlılığa, sağduyuya, demokratik çoğulcu düzene tahammül etmeye ve karşıt kurum ve görüşlere de saygılı olarak onlardan öğrenmeye, yararlanmaya; sonuç olarak çoğunlukçu (majorite) değil çoğulcu (pluralist) davranmaya bir kez daha çağırıyoruz.

İdare Hukuku uzmanı Prof. Dr. Metin Günday ve ark. ca hazırlanan (2013) “Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları Raporu” başlıklı bilimsel raporu (32 sayfa) paylaşmak istiyoruz. Bu bilimsel raporun özenle okunması, söz konusu Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşlarının nitelik ve işlevlerinin daha iyi kavranmasını sağlayacaktır. AKP’lilerin ve Saray danışmanlarının… buna çok gereksinimleri olduğu kanısındayız. Lütfen tıklayınız :

KAMU_KURUMU_Niteliginde_Meslek_Kuruluşu_RAPORU_Prof._Gunday

Sevgi ve saygı ile. 06 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
TTB Ankara Tabip Odası Üyesi
TTB Yüksek Onur Kurulu Üyesi (199296)

Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Açtırma bayramlık ağzımı

Açtırma bayramlık ağzımı

Soner YALÇIN
SÖZCÜ, 01 Eylül 2017 

(AS: Bizim kapsamlı bilimsel katkımız yazının altındadır..
Konunun – sorunun güncelleşmesi nedeniyle arşivimizden yeniden yayınlıyoruz.)

Artık yordunuz… Yalancılığınız yordu. Sahteciliğiniz yordu.
Yiğit Bulut, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomi danışmanı.
“Defalarca yazdım, üstüme geliyorlar, yazmaya devam edeceğim…” diyor.
Konu ne? 
“NBŞ… Şeker değil şekerimsi! Şekerimsi değil, bilim insanlarına göre ‘zehir’!”
den bahsediyor.
Peki… Kimmiş üstüne gelenler? Nişasta bazlı şeker lobisi imiş!
Diyor ki: “Bu zehrin Türkiye’de kullanımını yaymaya çalışan bir yapılanma var. Hepsini açık edeceğim, bana yardım edin! Yaşasın sağlıklı nesiller yetiştiren, tam bağımsız, güçlü, büyük Türkiye…” Bırak slogan atmayı! Koca ekonomi danışmanısın ne korkuyorsun?
Hepsini açık edecekmiş, hadi et! Ne yardımı yapsın halk sana? Liderinin iki dudağı arasında değil mi, bu zehir sektörüne son vermek… Bu zehri ülkeye sokan kim? Koruyucusu kim? Bilmiyor muyuz biz?
Büyük sırrı açıklayacakmış gibi “hava atmayı” kime yutturuyorsun?
Nişasta bazlı şeker üretiminde dünya devi olan Cargill‘e kol-kanat geren senin liderin değil mi? ABD’nin en zengin dördüncü ailesinin taleplerine karşı çıkabildiniz mi?
Diyor ki, 
“bana yardım edin.” Al edelim: Nişasta bazlı şeker üreten beş şirket var:
Cargill (ABD), Amylum (İngiliz Tate & Lyle PLC ve ABD’li ADM), PNS Pendik Nişasta (Cargill – Ülker ortaklığı), Tat Nişasta ve Sunar Mısır Entegre. İşte açıkladım… Hadi… 
Liderin ile birlikte yapın gerekeni…. Üstelik birinin sahibi FETÖ’den tutuklandı. Elinizde fırsat var. Hadi son verin zehir tacirliğine…Ne gezer!

ÇITINIZ ÇIKMIYOR

Dilinizde kutsal sözler kandırın samimi Müslümanları kandırabildiğiniz kadar!
Sanki çocukları/halkı zehirleyen sizin gıda politikanız değil.
Yapsanıza kimi ülkelerin yaptığını…
Kronik hastalıkları salgına dönüştüren nişasta bazlı şeker/mısır şurubu Fransa, Hollanda, Avusturya, İrlanda, İsveç, Yunanistan, Portekiz, Slovenya, Danimarka ve İngiltere’de
 yasak.
ABD Gıda ve İlaç İdaresi (AS : FDA), 2008’de obeziteyi (itibarıyla kanseri) tetiklediğini belirterek 
% 10’luk kotayı %8’e düşürdü. Siz ne yaptınız?
Türkiye’de 
%10 olan kotayı % 15’e çıkardınız! Aslında… Hiçbir denetim yapmadığınız için kotanın ne kadar aşıldığı konusunda bilgi yok.
Resmi rakamlara göre, Türkiye’de 
265 bin ton mısır şurubu üretimi yapılıyordu.
AKP hükümeti geçen yıl nişasta bazlı şeker kotasını 
312 bin 500 tona çıkardı.
Oysa. 
Bu rakam… Almanya’da 56 bin ton… İspanya’da 53 bin ton… İtalya’da 32 bin ton…
Avrupa’da kişi başına nişasta bazlı şeker tüketimi
 1-1.5 kilo…
Türkiye’de ise
 6 kilo dolayında! Ne acı ki sürekli artıyor… Bunu nereden biliyoruz:
2006 yılında 
30 bin 506 kilo olan mısır ithali, 2015 yılında 1.7 milyon tona yükseldi.
İthal eden şirketler kim? Başta Cargill olmak üzere nişasta bazlı şeker üretenler!
Nişasta bazlı şeker üreten şirketler arasında A kotası üretim kapasitelerine göre,
 başı tabii ki Cargill çekiyor. İkinci sırada Amylum var. Üçüncü sırada yine Cargill ortaklığı olan PNS bulunuyor. Diğerleriyle aralarında “üretim uçurumu” var.
Çıtınız çıkmıyor! Neymiş, “bana yardım edin!” Hadi canım sen de…

AKP’Lİ BAKAN

Sadece nişasta bazlı şeker mi? Ya yüksek yoğunluklu tatlandırıcılar?
2001 yılında 23 bin 647 ton olan (büyük çoğunluğu aspartam) yüksek yoğunluklu tatlandırıcı ithalatı… 2015 yılında 350 bin tona ulaştı!
Bunun % 70’ini Çin’den alıyoruz! (Ne kadar sağlıklı tahmin edin artık!)
Meselenin özü şu: ABD, nişasta bazlı şekere pazar açmak için dedi ki…
“Sizin şeker pancarının maliyeti pahalı. Biz nişasta bazlı şekere kol-kanat gereceğiz!”
Bu sebeple…
1998 yılında 
500 bin 951 hektar olan şeker pancarı dikim alanı,
2015 yılında
 272 bin 990 hektara düştü.
1998 yılında
 22 milyon ton olan şeker pancarı üretimi,
2015 yılında 
15.8 milyon tona geriledi.
Çiftçi sayısı, 450 binden, 120 bine düştü. Nasıl düşmesin?
Türkiye 2015 yılında yaklaşık 170 bin ton şeker ithal etti. Yetmedi… 2016 yılında da
gene şeker ithal ettik. Ayrıca… AKP, 8 Nisan 2016 tarihinde 
sıfır gümrük tarifesi kararı aldı! Bunun anlamı açıktı: Pancar üreticilerini zarar ettirerek üretimi bırakmalarını zorlamaya devam etmek!
Aslında…
İthalin başladığı yıl, kamu şeker fabrikaları, kooperatif fabrikaları, özel sektör fabrikaları ile pazarlama şirketleri stoklarında tüketime hazır 
498 bin 858 ton şeker vardı. Yani…
Türkiye’nin şeker ithalatını gerektirecek bir durum yoktu. İthalat için ısrar etmesinin sebebi neydi? 
Önce siz bunun hesabını verin?
Danışman! Gücün yetiyorsa, nişasta bazlı şeker şirketlerinin arkasında 
hangi AKP’li bakanlar var bunu açıkla? Kendine esrarengiz ilişkileri açıklayacakmış gibi rol biçme, yemezler!
Açtırma benim bayramlık ağzımı! Mazinin hatırı var…
===============================================
Dostlar;

NİŞASTA BAZLI ŞEKER ve HALK SAĞLIĞI

Biz bir Halk Sağlığı Uzmanı olarak, halkın sağlığını koruma yükümlü bir tıp uzmanlık alanı hekimi olarak konunun bilimsel yönünü özetliyoruz aşağıda :

Şeker pancarı yerine mısır dayatılıyor.  Sorun bir şeker türü olan fruktozdan (meyve şekeri), “yüksek fruktozlu mısır şurubu” (High-Fructose Corn Syrup – HFCS) sayesinde “eklenmiş şeker” içeren besinlerin ve içeceklerin daha ucuza mal edilerek şeker, dolayısıyla fruktoz tüketiminin artması. İnsan beslenmesinde şekerden alınan günlük enerjinin % 10’dan az olması ve bunun için “eklenmiş şeker” içeren besin tüketiminin azaltılması gerekiyor. Sorun, özelikle doğal besinlerle alınan şekerler ve fruktozdan değil bu “eklenmiş şeker” kaynaklı.

Fruktoz doğada başta meyveler olmak üzere birçok besinde var. Bal neredeyse tümüyle fruktozdan oluşuyor ama bu besinlerin tüketimi sınırlı. Fruktozun en önemli özelliği, karaciğer hücreleri içine girmesi için insüline gerek olmayışı. Bu durumda kişi ne denli fruktoz alırsa karaciğerdeki fruktoz düzeyi o denli artıyor. Plazma insülini kullanıl(a)mıyor ve kanda yüksek düzeyde kalarak insülin direnci gelişiyor. Glukoz içeren şekerlerin alınmasında da glukozu hücre içine taşımak için plazma insülini kullanılamaz oluyor ve insandan Diyabet gelişiyor.  Bilimsel araştırmalar fruktozun alkol benzeri etkilerine dikkat çekiyor, alkol gibi karaciğerde yağ sentezini uyardığını, fruktozla tepkime veren proteinlerin karaciğerde iltihaba yol açtığını; fruktozun beyindeki besinlerle ilişkili haz-zek nöronlarını güçlü bir biçimde uyararak bağımlılık oluşturduğunu ve bunun daha çok şeker yeme isteği ile süren bir “kısır döngü” yarattığına dikkat çekiyorlar.

Ülkemizdeki tartışmanın gerisinde besin endüstrisinin şeker kaynağı olarak şeker pancarından
üretilen sakkaroz (sukroz) yerine daha ucuz olduğu ve kristalleşmediği için mısır şurubunu (buna nişasta bazlı şeker – NBŞ denmektedir) tercih etmesi bulunmaktadır. Hükümet de mısır şurubu kotasını % 15’e çıkartarak nişasta bazlı şeker üretiminin önünü açıyor. Bu durumda bir yandan şeker pancarı üretimine bir darbe vurulurken, öte yandan eklenmiş şeker içeren besinler ve içecekler ucuza mal edilerek şeker ve dolayısıyla fruktoz tüketimi özendirilmiş oluyor.

Bütün bu süreçler uluslararası şirketlerce yönlendiriliyor. Başta şekerli içecekler olmak üzere eklenmiş şeker içeren içeceklerin insan sağlığına hiçbir yararı yok. Bu tür besinlerin daha ucuza satılması,  daha çok yoksulları bu ürünlere bağımlı kılmaktadır.

Sonuçta sorun; tümüyle “en ucuza üret, en çok tükettir, en çok sat, en çok kâr elde et, gerisini boşver” olarak vurgulanabilecek küresel besin endüstrisi politikalarıdır. AKP iktidarı çokuluslu şirketlerin isteklerine uyarak başta çocuklar, ülkemizde şeker ve fruktoz tüketiminin artmasına neden olmaktadır. Bu durumda AKP iktidarının mısır şurubuyla ilgili kollayıcı politikalarının, Sağlık Bakanlığınca önceki yıl başlatılan “Obezite önleme programı” ile çelişkisi çok nettir. Hatta içtenliksizliği!
****
Dolayısıyla danışman Yiğit Bulut balon üflüyor.. Suret-i Hak’tan görünüyor. Soner Yalçın da gerçeği yazmış zaten.. Bu tablodan AKP iktidarı sorumludur ve düzeltmek de boyunlarına borçtur. Ama yapmazlar, yapamazlar, yaptırmazlar.. halkın sağlığına öncelik veremezler..
Öyle acı ki.. Hem bu olgu hem de halkta tam tersi izlenim uyandıran algı yönetimine dönük iğrenç politikalar..

  • AKP sağlığa zararlıdır, emperyalizm dünya halklarının düşmanıdır
    ve bu 2 öznenin eylem ve sorumlulukları birbirinden bağımsız değildir!

Sevgi ve saygı ile. 02 Eylül 2017, Datça
(Güncelleme : 06 Mart 2018, Ankara)

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com