Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

CHP’de kurultay süreci

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
12 Haziran 2023, Cumhuriyet

 

Cumhuriyet Halk Partisi’nde kurultay süreci başladı. Kurultay takvimine göre 15-21 Haziran’da üyelikler ilçe başkanlıklarında askıya çıkarılacak ve üye olduğu halde üye görünmeyenler bu süre içinde itiraz dilekçelerini verecekler.

Tüm üyelerin oy kullanma hakkı olan tek yer mahalle kongreleridir. İlçe kongrelerinde oy kullanacak olan ilçe delegelerinin belirleneceği yer mahalle kongreleridir. Bu nedenle tüm üyelerin mahalle kongrelerine katılmaları ve üyelik durumlarını itiraz süresinde kontrol etmeleri, demokratik katılım açısından son derece önemlidir.

Mahalle kongreleri, başka bir deyişle ilçe kongresi delege seçimleri, 3-30 Temmuz tarihlerinde gerçekleşecektir. Her mahallenin kongresi bu zaman diliminde farklı bir tarihte gerçekleşecektir. İlçe başkanlıklarının bu kongrelerin tarihlerini tüm üyelere duyurmaları konusunda her zaman sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu, parti içi demokrasi sürecini engellemek için, genel merkezin talimatıyla, kasıtlı olarak yapılmaktadır.

Mahalle kongrelerinin tarihleri tüm üyelere SMS veya e-posta mesajıyla bildirilmemektedir ya da son anda bildirim yapılarak, yalnızca yönetime yakın olanlara zamanında bildirim yapılarak, katılımın düşük olması ve katılan üyelerin, yönetimi destekleyenlerden oluşması sağlanmaktadır. Bu nedenle tüm üyelerin ilçe başkanlıklarını sık sık arayarak, ilçe başkanlıklarına sık sık giderek, mahalle kongrelerinin tarihlerini izlemeleri büyük önem taşımaktadır.
***
Mahalle kongrelerinde seçilecek olan ilçe delegeleri, ilçe kongresinde, ilçe yönetimini ve il  kongresinde oy kullanacak il delegelerini seçmektedir. İl kongresinde oy kullanacak il delegeleri de, il kongresinde, il yönetimini ve kurultayda oy kullanacak olan kurultay delegelerini seçmektedir. Kurultay delegeleri de, kurultayda parti meclisi üyelerini ve genel başkanı seçmektedir.

Bu nedenle mahalle kongreleri çok önemlidir. Domino taşı etkisi gibi, mahalle kongreleri, bütün süreçte belirleyici bir rol oynamaktadır. Mahallelerin çoğunluğunda kazanan, kurultayda da kazanmaktadır.

Üyelerin çoğunluğu tüzüğü bilmedikleri için, ilçe ve il kongrelerine ve kurultaya ilgi göstermektedirler. Oysa oralardaki durum, mahalle kongrelerinde büyük ölçüde belirlenmektedir.

Bu nedenle hem mahalle kongrelerine katılımın sağlanması hem de mahalle kongrelerinde, genel merkezin, il ve ilçe başkanlıklarının, belediyelerin, tepeden inme yöntemlerle dayattıkları ilçe delegesi listelerine alternatif (AS: seçenek) listelerin ve adayların çıkması, parti içi demokrasi açısından yaşamsal önemdedir.

Mahalle kongrelerindeki seçimler, yargı denetiminde yapılmadığı için, bu kongreler aynı zamanda, en çok usulsüzlüğün ve/veya antidemokratik uygulamanın yaşandığı kongrelerdir.

CHP’de Deniz Baykal da Kemal Kılıçdaroğlu da girdikleri tüm seçimleri kaybettikleri halde, bu şekilde her kurultayda genel başkan olarak seçilmişlerdir!

Bununla birlikte, ilçe ve il kongrelerinde de parti ve belediye yöneticilerinin, delegelere dayattıkları adaylara ve listelere karşı, alternatif adayların ve listelerin çıkarılması, son derece önemlidir.

İlçe kongreleri 5 Ağustos-10 Eylül tarihlerinde, il kongreleri 16 Eylül-15 Ekim tarihlerinde gerçekleşecektir.
***
CHP’nin kurultay tarafından onaylanan parti programındaki

– cumhuriyetçilik,
– halkçılık,
– devletçilik/kamuculuk,
– laiklik,
– milliyetçilik/ulusçuluk,
– devrimcilik,
– sosyal demokrasi ve demokratik solculuk

ilkelerine, tüzük gereği, her parti üyesi uymakla yükümlüdür.

Bu ilkelere sahip çıkan üyelerin, kurultay sürecinde aktif (etkin) olmaları ve

  • CHP’yi ilkelerinden uzaklaştıran yöneticileri partiden uzaklaştırmaları,

AKP tarafından teokratik bir dikta rejiminin kurulduğu bir dönemde,

Türkiye için yaşamsal önemdedir.

CHP’de kazanmadan, Türkiye’de kazanmak olanaksızdır!

Şimdi bedel ödeme zamanı (mı?)

Yalçın Karatepe

Yalçın Karatepe
Ekonomi 09.06.2023, BİRGÜN

“Seçimler bitti” demeden seçimlerini bittiğini nasıl ifade edebilirsiniz? Evet, dövizde yaşanan yükselişi kullanabilirsiniz. Daha önce bu köşede, kurları baskılamak için neler yaptıklarını defalarca (kezlerce) yazdık. E, madem seçim bitti, artık iktidarın kurları baskılamasına gerek de kalmadı. Nasıl olsa sandıktan çıktılar.

Dolar kuru 28 Mayıs’tan, bu yazının yazıldığı 8 Haziran tahine kadar yaklaşık %18 yükseldi. Oldukça hızlı bir yükseliş. Üstelik doların %7’den fazla yükseldiği Çarşamba günü yaptıkları 2,5 milyar dolarlık satışa rağmen (karşın) yükseliş sürüyor.

Aslında herkes bunun olacağını biliyordu. Seçimden önce iktisatçılar köşelerinde yazarken, vatandaşın bir kısmı döviz bürolarına, bazıları da kur korumalı hesaplara yöneldiler. Çünkü herkes bu yükselişin olacağını biliyordu. Ama olsun. Seçim sonuna kadar ertelenmiş olmasının faydasını iktidar gördü.

Madem bir fayda söz konusu, bunun bir de maliyet tarafı olması lazım. İşte o maliyet şimdi size çıkarılıyor. Sadece kurlar artmıyor fiyatlar da hızla yükselmeye başladı. Akaryakıt fiyatları artıyor, çaya yüksek oranda zam yapıldı. Ve bunların devamı da gelecek.

Kurlardaki hareketlenme ile birlikte gözler yeniden ekonomiye çevrildi, sorunların nasıl çözüleceği merakla beklenmeye başlandı.

Hazine ve Maliye Bakanlığına Mehmet Şimşek’in getirilmesi ile birlikte mevcut politikalardan bir dönüş yaşanacağı ve sorunların hızla çözüleceğine dair bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Şimşek’in şimdiye kadar yaptığı açıklamalarda söylediği tek şey, rasyonel politikalara dönüleceği, öngörülebilirliğin ve şeffaflığın artırılacağıdır. Fakat bu söylemin içi doldurulmadığı için hepimiz bu ifadelere kendimizce bir anlam yükleyerek yorumlamaya çalışıyoruz.

Genel geçer ifadeler kullanıyor olsalar da ne ile karşılaşacağımızı tahmin edebiliyorum: Artan yoksulluk.

Ekonomi yönetiminde “piyasaların” beklediği iki şeyden biri “sıkı maliye politikası.” Bunun bizim için ne anlam ifade ettiğini tahmin ediyorsunuz. Kısabilecekleri yerlerde harcamaları kısmak ve bunu yaparken bütçe gelirlerini artırmak. Kısabilecekleri tek harcama personel giderini ve emekli aylıklarını sınırlama gibi görünüyor. KKM’den gelen kur farkı ödemelerini ya da inşaat işleri için yapılacak harcamaları filan kısmaları gündemlerinde bile olmayacak. Bir taraftan emekli ve kamu çalışanları düşük maaş artışlarına razı edilmeye çalışılırken diğer taraftan bazı vergilerin de artması söz konusu olacaktır. Şöyle söyleyelim:

  • Elinize geçen para miktarı reel olarak azalırken,
  • ödemek zorunda olacağınız vergiler de artacaktır.    

Para politikası tarafı da sizin için pek parlak sonuçlar doğurmayacak. Yabancı yatırım kuruluşlarının yayımladıkları raporlarda ya da “piyasacı uzmanların” ifade ettikleri oranda bir faiz artışına gidilirse, bunun ilk faturası da önümüzdeki ay kredi kartı faiz oranları üzerinden size çıkarılacaktır.

Piyasada oluşan faiz oranları ile MB’nin politika faizinin bağı kopmuş durumdadır.

Mevduat faizleri, ticari kredi faizleri filan oldukça yükselmiş durumda. Hal böyle olunca, yapılacak her faiz artışı önce ve doğrudan size yansıyacaktır.

DESTEK ÇAĞRILARI

Birkaç gündür “hep beraber destek olalım, sorunları çözelim” çağrılarının temelinde, size çıkarılacak olan maliyete razı olmanızı sağlama çabası vardır.

Ücret artışı mı talep edeceksiniz? “Biliyorsunuz elimiz dar” denilerek geri çevrilecek, “makul” olduğunu söyledikleri bir artışla sınırlı tutmaya çalışacaklar. Peki, “makul” olan ne ve kimin için makul? Onun yanıtını da iş dünyası veriyor zaten: Asgari ücret 300-400 doları geçmemeliymiş, sadece TÜFE dikkate alınmalıymış vs.

  • Enflasyonun nasıl “düşük” çıkarıldığını hepimiz biliyoruz.

Şimdi o orana referans vererek sizin “makul” bir artışa razı olmanız beklenecek.

Neyse, çok dert etmeyin. Yerel seçimlerden hemen önce doğalgaz faturalarınızı bir kez daha öderler. O zaman biraz rahatlarsınız.

İktidar ve anayasa değişikliği

Barış Doster

Barış Doster

10 Haziran 2023 Cumhuriyet

İktidar, seçimlerin hemen ardından, her zaman olduğu gibi, yeni bir anayasa yapma isteğini gündeme getirdi. Bu konuda, hiçbir siyasal ağırlıkları, toplumsal karşılıkları ve seçmen tabanları olmadığı halde, CHP’nin kendi listelerinden TBMM’ye cömertçe taşıdığı sağcı partilerden de hemen destek aldı. İşin daha vahimi, CHP de iktidara bu konuda kapıları baştan kapatmadı. İktidarın önerisini usulden ve esastan reddetmedi. Müzakereye açık olduğunu açıkladı.

İktidarın hem TBMM’de çoğunluğu alması hem de cumhurbaşkanlığını kazanması, ona yeni bir anayasa yapma konusunda cesaret veriyor şüphesiz (kuşkusuz). Yani cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin kendi anayasasını yapmak istiyor. Meclis, kurucu meclis olmadığı halde, iktidar kendinde bu hakkı görüyor, muhalefeti de ikna etmeye çalışıyor.

Muhalefet ise şunu unutuyor: İktidarın, en azından 360 milletvekili bulmak için, CHP’ye çok da gereksinimi yok. Kendi sayısal gücüne, CHP’nin TBMM’ye taşıdıklarını da katar, hatta İYİ Parti ve Yeşil Sol Parti içinden de destek bulabilir. Bu destek güçlü olursa 400’ü bile bulur. TBMM içinde gerekli değişikliği yapabilir. Sayısal olarak mümkün (olanaklı).

Gelelim anayasanın ideolojik özüne, siyasal, toplumsal, sınıfsal boyutuna. Şurası kesin: Cumhuriyet tarihinin en tutucu, en bağnaz, en sağcı TBMM aritmetiği söz konusu. CHP’nin hem sandalye sayısı hem fazlasıyla sağa kaymış olan siyasal duruşu hem de parti içi tartışmalarla tükenen enerjisi, etkili bir muhalefet yapmasını da önleyecek. Bu da iktidarın elini rahatlatacak.

İktidar blokunun önerdiği yeni anayasanın, mevcut siyasal, toplumsal, ideolojik, sınıfsal, ekonomik, kültürel iklimin ürünü olacağı; iktidarın anayasa uzmanları, hukukçuları tarafından kaleme alınacağı düşünüldüğünde yönelimi hakkında tahminlerde bulunmak da zor değil.

Türkiye, yıllardır şu gerçeği görememiştir: Cumhurbaşkanının seçilme biçimiyle, yetkilerinin kapsamı, çokluğu arasında her zaman doğrudan bağ olmayabilir. Bazı durumlarda parlamentonun seçtiği cumhurbaşkanı, halkın seçtiği cumhurbaşkanından daha fazla yetkiye sahip olabilir. Bazı durumlarda halkın seçtiği cumhurbaşkanının yetkileri sınırlıdır. Her ikisinin de örnekleri vardır. İdeal olan, parlamenter sistemde cumhurbaşkanını parlamentonun seçmesi, o cumhurbaşkanının da sınırlı, simgesel yetkilere sahip olmasıdır. Türkiye’nin tarihsel, siyasal, toplumsal, kültürel yapısı, başkanlık sistemine en ideal örnek olarak öne çıkan ABD’den farklıdır. Bu dikkate alınmamıştır.

Üstelik cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, bu makamı daha fazla siyasallaştırmakla kalmamış, halkı da daha fazla kutuplaştırmıştır. Çatışmacı siyasal kültürü ve ortamı beslemiştir.

Türkiye’nin sorunu gücü daha da fazla tek elde toplamak değildir. Tersine, siyasal gücü daha dengeli, adil, katılımcı, demokratik şekilde paylaştırmaktır. Seçim yasası, siyasal partiler yasası demokratik ve katılımcı yönde değişmeden; siyasal partilerde nitelikli, bilinçli üyenin, sağlıklı, güçlü örgütün etkinliği artmadan; parti yönetimleri şeffaf (saydam), hesap verebilir hale (duruma) gelmeden siyasal sorunların çözümü olanaksızdır.

AKP anayasa yapamaz

Mehmet Ali GüllerMehmet Ali Güller
08 Haziran 2023, Cumhuriyet

 

Anayasaya aykırı olarak 3. kez cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın yemin töreninden sonraki ilk mesajı, “yeni anayasa”ydı: “Demokrasimizi darbe ürünü mevcut anayasadan kurtararak özgürlükçü, sivil ve kuşatıcı bir anayasayla güçlendireceğiz” (tccb.gov.tr, 3.6.2023)

Yeni Adalet Bakanı Yılmaz Tunç da Erdoğan’ın ilan ettiği hedefe uygun olarak partilere ve milletvekillerine “yeni anayasa” uzlaşısı teklif etti: “28. dönem parlamentomuzda bir yeni anayasa, demokratik, sivil anayasayla ilgili olarak bir uzlaşmanın sağlanması en büyük temennimizdir.” (AA, 4.6.23)

‘TEK ADAM ANAYASASI’ TUZAĞI

Erdoğan’ın anayasaya aykırı üçüncü adaylığını “Aman mağdur olmasın” diyerek kabullenen Millet İttifakı’nın bileşenlerinden DEVA Partisi lideri Ali Babacan, TV5’te katıldığı canlı yayında bu konuda Erdoğan’a baştan açık çek vermişti zaten: “Eğer Cumhur İttifakı herhangi bir noktada anayasa değişikliğiyle alakalı ‘Gelin biz beraber çalışalım’ derse çalışmaya hazırız” (Cumhuriyet, 20.5.2023).

Ancak daha vahimi, ana muhalefet partisi CHP’nin Erdoğan ve Tunç’un çağrılarına verdiği yanıttı. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun koordinatör başdanışmanı sıfatıyla haftalık değerlendirme raporu yayımlayan Erdoğan Toprak, yeni anayasa konusunda “İktidar samimiyse işbirliğine hazırız.” mesajı verdi. (Cumhuriyet, 4.6.2023)

21 yıldır AKP’nin samimiyetini anlayamayan ana muhalefet partisi, en azından “montaj videonun” bayrak yapıldığı şu seçim sürecinde anlamalıydı!

Oysa Erdoğan Toprak, raporunda şöyle diyordu: “İktidar gerçekten otokratik yönetim sistemini sonlandıracaksa ve TBMM’den en geniş uzlaşı ve işbirliğiyle hayata geçirme düşüncesinde ciddi ve samimi ise her türlü katkıyı sağlarız.

Demek Erdoğan’ın 21 yılda adım adım ördüğü otokratik yönetim sistemini geniş bir uzlaşı ile sonlandırabileceğini düşünebiliyorlar!

Oysa 21 yıllık tablodan hareketle ana muhalefet partisinin Erdoğan’ın mesajına vermesi gereken yanıt basit ve netti:

  • AKP anayasa yapamaz, CHP Erdoğan’ın ‘tek adam anayasası’ tuzağına düşmez.

ANAYASAYI KURUCU MECLİSLER YAPAR

Evet, AKP anayasa yapamaz, çünkü:

1)Erdoğan’ın 3. cumhurbaşkanlığı anayasaya aykırıdır.

2) Erdoğan, anayasanın en önemli maddelerini, örneğin laikliği fiilen uygulamamaktadır. Öyle ki Anayasa Mahkemesi daha önce AKP’yi “laiklik karşıtı odak” ilan etmiş ama gereğini yapamamıştı.

3) Erdoğan, anayasaya uymamakla ünlüdür! Öyle ki ortağı Bahçeli 2017’de, “Madem Erdoğan anayasaya uymuyor, anayasayı Erdoğan’a uyduralım” deyip rejimi değiştirme yolu açmıştı.

4) Erdoğan’ın anayasa değişiklikleriyle anayasanın maddelerinin çoğu zaten değişti; yani fiilen anayasa artık “12 Eylül Anayasası” değildir. Erdoğan’ın pek çok kez değiştirdiği anayasa yerine yeni bir anayasa yapmak istemesinin nedeni, “tek adam anayasası” inşa etmek ve tarikatlar başta karşıdevrimci kurumlara anayasallık kazandırmaktır.

5) Anayasayı değiştirmek ile yeni anayasa yapmak farklı şeylerdir. Anayasalar toplum sözleşmesidir ve kurucu meclislerce yapılır. Mevcut Meclis kurucu meclis değildir, tersine Türkiye tarihinin en gerici Meclis’idir. Böyle bir mecliste muhalefetin desteği bile anayasa yapmaya yetmez. Çünkü %48 oy Kılıçdaroğlu’na değil, Erdoğan karşıtlığına verilmiştir.

Özetle %48’in anlamı şudur:

  • AKP anayasa yapamaz ve muhalefet de Erdoğan’la anayasa yapmakta işbirliği yapamaz.

İNSANLIK ve ÇAĞDAŞLIK DEĞERLER ÜZERİNE KISA ANIMSATMALAR : Niçin birbirimizi ötekileştiriyoruz?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Ey insan soyu, şunları hiç unutma :

Hiçbir insanı o insanın dini, mezhebi, tarikatı, cemaatı, ırkı, rengi, cinsiyeti, fizyolojik görünümü, ideolojisi, oy verdiği parti, tuttuğu takım, oturduğu kent, yaşadığı mahalle.. asla cehaletten kurtaramaz. Bu ve benzeri özellikler o kişiyi saygın, üretken, çalışkan ve iyi bir insan yapmaz. Başka bir anlatımla hiçbir insan Yahudi, Hıristiyan, Müslüman, Alevi, Sünni, ırkçı, milliyetçi, muhafazakar, sosyalist, komünist, X partili, Y partili, Avrupalı, Asyalı… diye, bu özelliklerinden dolayı iyi insan olamaz ve cehaletten kurtulamaz.

İnsanları çağdaş, kültürlü ve iyi insan yapan etkenler o insanın almış olduğu eğitimin toplam kalitesi (niteliği), fiziksel ve zihinsel emeğinin üretkenliği, hukuk, adalet, vicdan ve güzel ahlak anlayışı, dürüstlüğü, güvenilirliği, duygudaşlık (empati) yeteneği, yani insani düzgün karakteri onu iyi insan yapar. Doğal olarak kötü insanın kim olduğu konusunda da yukarıda sayılan olumlu niteliklerini tersine çevirerek konuyu yorumlamak olanaklıdır.

Ayrıca, sürekli olarak egoist (bencil) duygularla, kinle, kibirle, ve başkalarına hep tepeden bakarak yaşamak insanı cehaletten kurtarmaz. Bu ve benzeri duygular insana olumlu bir nitelik katmaz. İnsanların bilgi, eğitim, kültür sermayesi ile ahlak, vicdan, duygudaşlık, sevgi, barış ve kardeşlik duygularına olumlu katkılarda bulunmaz.

Öyleyse kıssadan hisse nedir?

İdeolojik tercihinden, dininden, mezhebinden, inanç yapısından, ideolojisinden, soyundan, cinsiyetinden, fiziksel özelliklerinden, gönül verdiği siyasal partiden, tuttuğu takımdan… bizden farklı tercihleri oldukları için aile bireylerimizle, akrabalarımızla, komşularımızla, iş ve çalışma arkadaşlarımızla… kötü olmamız ve onlara, kin, nefret ve düşmanlık beslememiz bizi ilkelleştirir. İyi insan ve dürüst yurttaş olmaktan uzaklaştırır. Bu ve benzeri yanlış tutumlar, sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik birliğimizi bozar. Toplumsal dokumuzda fay hatları oluşturur.

Ayrıca egoizm (bencillik) ve kibir bu duyguları taşıyanların yaşamlarına hiçbir kalite (nitelik) katmaz ve onların cehaletini gidermez. Olsa olsa, egoist (bencil) ve kibirli insanlari sevimsiz ve güvenilmez yapar.

Seçimler-2: 14 ve 28 Mayıs

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu
Siyaset
08.06.2023, BİRGÜN

Seçimler-1: nereden geldik?” başlıklı ilk yazı, öncesi ve seçim takvimi boyunca  seçimlerin “adil ve özgür olmadığı” üzerine idi. (AS, tıklayınız; Seçimler-1: Nereden gelindi? | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Seçimler-3: ‘‘Hangi Anayasa’’ gündemi? | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
)

HUKUK ve AHLAK

Bu sonucun ahlaki meşruiyeti yoktur. İthal seçmen yarattılar. Türkçe bilmeyen yabancıların oy kullandığını gördük. Bu da ahlaki açıdan sorgulanmalıdır. Seçimi ahlaki meşruiyet açısından hukukçular da ilahiyatçılar da tartışmalıdır.”

Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu sözleri, hukuk ve ahlak iç içeliğini bir kez daha doğruladı.

Önceki yazımda Anayasa’ya açıkça aykırılıkları sıraladım.

  • Hukuk tanımaz anlayıştan ahlakilik ve etik tavır beklenebilir mi?

Hukuk ve ahlak yoksa istismar da vardır: örneğin, yüzyılın en yıkıcı depreminin yaraları henüz sarılamadığı halde, seçimlerin 35 gün öne çekilerek acıların bu seçimin içinde araçsallaştırılmasına, demokratik muhalefet seyirci kalmamalıydı. İktidarın vaatleriyle depremzedelerin duyguları arasında sıkışan oy tacirliği, ancak bu yolla engellenebilirdi. Bu süreçte, CHP ve Millet İttifakı’nın, afet yönetimi ve deprem yasa önerilerini  topluma daha iyi anlatması beklenirdi.

14 MAYIS

Tek gün, tek sandık ve tek zarfa sıkıştırılan 14 Mayıs yasama ve yürütme seçim sonuçları, 28 Mayıs’ı anlamak için doğru okunmalı.

Cumhurbaşkanı,  bakanları sahaya sürmekle, TBMM’de ne pahasına olursa olsun çoğunluğu elde etme iradesini ortaya koydu: tanınırlık, nüfuz ve devlet olanakları.

Amaç,  bakanlar yoluyla oy sayısını yükseltmekti. Bu tercih, bakanlar üzerinden daha çok vekil seçilmesine katkıda bulundu.

Ama hukuk yoktu; çünkü bakanlar, Anayasa 106 gereği görevlerinden çekilmediği için, nüfuz ve devlet olanakları sonuna dek kullanıldı.

Anayasa’yı siyasetin aracı haline getiren AKP,  MHP ile birlikte TBMM’de salt çoğunluğu rahatça sağladı.

CHP ise, müttefikleri ile birlikte TBMM’de nitelikli çoğunluk söylemi ile örtüşen bir siyasal irade ortaya koyamadı. Şöyle ki;

-Millet İttifakı bileşeni parti adaylarına, seçmen psikolojisini yadsıyarak “kapılarını sonuna kadar açtı”.

-Kendileri açısından yasama çalışması ikincil olduğu halde MYK üyeleri de aday oldu; kurultay hesabıyla bir de yakın çevreleri.

-Nitelikli yasama çalışmasına katkı verebilecek adayları çizdi ve parti örgütlerine yer verilmedi.

Bu üçlü zaaf ve liyakat yokluğu, CHP örgütüne ve seçmenlerine açıkça yansıdı.

14 Mayıs TBMM sonuçları, araç-amaç örtüşmesi (AKP) ve ayrışması (CHP) açısından, kitlesel oy kaymalarını da açıklıyor.

Millet İttifakı, Cumhur İttifakı’nın, Anayasa ihlalini 2. turda da sürdürme iradesine seyirci kaldı.

28 MAYIS

14 Mayıs sonuçları, ikinci tur için belirleyici oldu. Öndeki aday, TBMM çoğunluğunu ‘yönetimde istikrar’ etkeni olarak sonuna dek kullandı. Millet İttifakı bileşenleri ise, ‘yasama ve yürütme arasında denge ve denetim’ gerekliliğini ve sistem sorununu işleyemedi.

Haliyle, iki turlu seçimin sakıncaları gündeme getirilemedi. Şöyle ki;

-Siyasal açıdan çifte koalisyon: İttifak dışındaki partilerle pazarlıklar, parlamenter rejime yöneltilen eleştirileri çürüttü. Zira, parlamenter rejimde hükümetin  güvenoyu için TBMM’de çoğunluk desteğine ihtiyacı var. Ne var ki, tek kişilik yürütme, yasamadan bağımsız. Buna karşılık, Cumhur İttifakı örneğinde olduğu gibi seçim dönemi ve yasama koalisyonuna, 2. turda yeni halkalar eklendi. Aslında iki seçim arası ‘pazarlıklar’!, ‘CB’yi TBMM’nin seçmesi gereği’ni doğruladı.

-İktisadi kriz: Derin bunalım sarmalına eklenen 2. tur harcamaları, yoksulluğu daha da yaygınlaştırdı.

-Toplumsal ayrışma ve demografik dağılım: Toplumsal ayrışmayı da derinleştiren 2. tur, geniş coğrafyaya yayılan emek gücü hareketliliği ve sorumlu yurttaşlık arasında çatışma yarattı.

Siyasal, iktisadi ve sosyolojik nedenler, demokratik olmayan 2017 kurgusunun sakıncalarını da açığa çıkardı. Millet İttifakı ise, sistemsizliğin yıkıcı sonuçlarını tartışmak yerine tek kişi yönetimini olağanlaştırma işlevi gördü. Haliyle, hukuk yoluyla demokrasi önerileri ile  insan hakları ve hukuk devleti umudu, bir başka bahara kaldı.

Kılıçdaroğlu niçin kaybetti?

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr  
08 Haziran 2023, Cumhuriyet


CHP, Cumhuriyeti ve Demokratik Rejimi kurduğu için tarihsel bir öneme sahiptir.

CHP, Atatürk’ün kurduğu parti olduğu için duygusal bir öneme sahiptir.

  • CHP, Altı Ok’un temsilcisi olduğu için ideolojik bir öneme sahiptir.

CHP, Altı Ok’a ek olarak, tarihsel ve siyasal bağlamda “Ortanın Solu” çizgisini de temsil ettiği için, “Demokratik Sol” ya da “Sosyal Demokrasi” olarak siyasal bir öneme sahiptir.

CHP, Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir sözlerine dayalı aklı, bilimi temsil ettiği için, çağdaşlığa sahip bir partidir.

CHP, “Sosyalist Enternasyonal”e de üye olarak uluslararası bir öneme sahiptir.

Özetle CHP, Türkiye’de ve Dünyada, Cumhuriyeti, Demokrasiyi, Demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni bir “değerler bütünü” olarak temsil eder.

Şimdi bu değerlere bakalım.
***
Önce Altı Ok’u anımsayalım:

Cumhuriyetçilik                         :

Padişahlığın ve Halifeliğin yerine Halk / Millet Egemenliği.

Milliyetçilik                                 :

Ümmet yerine Millet; kozmopolit Osmanlı yerine Ulusal Türkiye Cumhuriyeti; bütün milletlerle eşitlik.

Halkçılık                                      :

Sömürü yerine dayanışma.

Devletçilik                                   :

Kamu girişimciliği, planlı kalkınma, kamusal hakların korunması.

Laiklik                                         :

Din, mezhep, ırk, dil, farkı olmaksızın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşlarına eşitlik; devletin herhangi bir inanca dayalı olmaması; azınlıkta kalan kimlik sahiplerinin çoğunluk inancına karşı korunması.

Devrimcilik                                 :

Akıl ve bilim bağlamında çağdaşlığı korumak için insanlığın gelişme ve evrim çizgisini sürekli olarak izlemek ve değişmek; Din-Tarım Toplumundan, Laik-Kentsel-Endüstri toplumuna geçişin kurumlarını oluşturmak ve korumak.
***
Sonra 1961 Anayasası’nın getirdiklerini anımsayalım:

  • Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti.

Kuvvetler (Güçler) ayrılığı.
Anayasa Mahkemesi
Bağımsız yargı.
Senato.
Planlama.
Özerk Üniversite.
Özerk TRT.
Sendika ve örgütlenme özgürlüğü.
Grev ve lokavt hakkı. (AS. Anayasa m.54 başlığı: Grev hakkı ve lokavt” denilmekte..)
Özerk devlet kurumları.
***
Daha sonra Bülent Ecevit’in 1977 seçimleri öncesinde Yeni CHP programına eklediği 6 yeni ilkeyi görelim:

Özgürlük : Devletin baskısı yerine bireyin özgürlüğü.

Eşitlik : Herkesin fırsat eşitliğine sahip olması ve herkesin milli gelirden katkısı oranında pay alması.

Dayanışma : Toplumsal üretimin ortaklaşa sağlanması, duygu ve ilke birliği.

Emeğin üstünlüğü ve bütünlüğü : Emeğin sömürülmesinin engellenmesi ve milli gelirden alacağın payın milli bir politika olarak korunması

Gelişmenin bütünlüğü ve etkinliği : Bütün toplumsal ve insanı değerlerin birlikte, uyumlu bir biçimde uygulanması.

Demokratikleşme : Demokratik Rejim’in önündeki engellerin kaldırılması ve Temel Hak ve Özgürlüklerin tümüyle korunması.
***
En sonra da Kemal Kılıçdaroğlu’nun katkısını anımsayalım:

Adalet: Hukuk Devleti ve yargı bağımsızlığı.

Güçlendirilmiş Parlamenter Demokratik Rejim: Şahsım Devleti Rejiminden kurtuluş.
***
Şimdi soru şu:

14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinde, Kılıçdaroğlu bu yazıda anımsattığım değerler birikimini topluma yansıtabilmiş midir?

Örneğin Cumhuriyeti, Atatürk’ü, Laikliği, Planlı ve Kamucu Ekonomiyi, Emeğin Üstünlüğünü, Çağdaş Eğitimi, Kadın Haklarını, yeterince savunabilmiş midir?

YOKSA BÜTÜN BU DEĞERLERİ YETERİNCE SAVUNAMAMIŞ ve SAVUNANLARI DA DÜŞ KIRIKLIĞINA UĞRATTIĞI İÇİN Mİ SEÇİMİ KAYBETMİŞTİR?

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 07 Haziran 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Yeniden Refah Partisi’nden Konya Milletvekili seçilen Ali Yüksel üç eşli, dört eşe sıcak bakıyor.

Cumhur İttifakı’nın Cumhuriyet aşığı vekilleri!..

SÖZ

RTE meydanlarda mülakatı kaldıracağı sözü vermişti.

Mülakatlar aynı hızla devam ediyor.

Seçim dönemi sözü…

İYİ

İYİ P. Gen. Sek. Poyraz, Millet İttifakı’nın bittiğini açıkladı.

İyi gün dostluğu…

TÜRKLEŞTİRME

AKP’li Yasin Aktay, Suriyelilerin geri gönderilmesine karşı, “Gerekirse bunlar Türkiye’nin parçası haline getirilir, Türkleştirilir, Türkiye’ye sadık bir kitle haline gelir” dedi.

100 yıldır Türkleşmeyenler varken!..

VARLIK

RTE’nin mal varlığı açıklandı.

Vah vaaah. Adam borçlu. Yardım kampanyası başlatılmalı…

SENDROM

AYM kararı ve Yargıtay içtihadına karşın, Gezi Davası hükümlüsü Av. Can ATALAY milletvekili seçildiği halde tahliye edilmedi.

RTE’nin Kaddafi sendromu…

GERÇEK

Maliye Bakanlığını devralan M. Şimşek, “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır”

Şahsım ekonomisi ve bitkisel hayalden gerçeğe…

KABİNE

Laiklik karşıtı Yusuf Tekin Milli Eğitim Bakanı, Feto aşığı Mehmet Fahir Kacır Sanayi ve Teknoloji Bakanı, Feto’nun Türkçe olimpiyatlarına katılan Yılmaz Tunç Adalet Bakanı.

Bu AKP/RTE her dönem FETÖ’ye karşı!..

ABD-CIA

Vatan Partisi cephesi, seçimi ABD-CIA kaybetti havasında oynamaya devam ediyor.

RTE’ye bak, ABD’ye karşı ne adım atmış?

Kabineye bak, yerli-milli kimler varmış?…

KORUMA

Cumhurbaşkanlığının günlük koruma harcamaları 10 milyon TL’yi geçti.

Bu para sınırların korunmasına harcansa sorun kalmaz…

YİTİRİLEN SEÇİM

Suay Karaman 

2023 cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunu Tayyip Erdoğan %52,18 oy oranıyla önde tamamladı; Kemal Kılıçdaroğlu ise %47,82 oy oranıyla bitirdi. %47,82 oy oranı için başarı diyenler, Kemal Kılıçdaroğlu’na biatçılıklarını sürdürdükleri gibi, CHP’nin iyice küçülmesine yol açacaklarını da görememektedirler. Alınan %47,82 oyu, şimdiye dek CHP’nin aldığı en yüksek oy gibi göstermeye çalışmak da, normal zeka düzeyiyle açıklanamaz, inandırıcılıktan uzaktır. Bu %47,82 oyun içinde İyi Parti, yeşil soslu HDP, turuncu İşçi partisi gibi partilerin de oylarının olduğu unutulmamalıdır. 

2018 cumhurbaşkanlığı seçiminde Muharrem İnce %30,64, Meral Akşener %7,29, Selahattin Demirtaş %8,40, Temel Karamollaoğlu %0,89 oranında oy almıştı; toplam oy oranı ise %47,41 olmuştu. Tayyip Erdoğan ise %52,59 oranında oy almıştı. 2023 seçiminde, önceki seçime göre Millet İttifakının aldığı oy oranı salt %0,41 artmıştır ve buna başarı demek için başka bir gezegende yaşıyor olmak gerek. 

2018 milletvekili seçimlerinde %22,65 oranında oy alan CHP, 2023 milletvekili seçiminde %25,35 oranında oy alarak, oyunu %2,7 artırdı. 2018 milletvekili seçimlerinde %42,56 oranında oy alan AKP, 2023 milletvekili seçiminde %35,62 oranında oy alarak, oyunu %6,94 azalttı.

21 yıldır

  • ülkemizi hukuk dışına çıkarak yöneten,
  • talan ve yolsuzlukta sınır tanımayan,
  • toplumu açlığa iterek,
  • her konuda karanlıklara götüren,
  • ihanetin dibindeki bir iktidara

karşı oyunu %2,7 artırmak, CHP açısından başarı sayılamaz. Kısacası, nereden bakarsanız bakın, CHP yönetimi ve Kemal Kılıçdaroğlu başarısızdır. İktidarın seçim sahtekarlıklarının ya da Yüksek Seçim Kurulu’nun yanlışlarının arkasına sığınarak başarısızlık örtülemez. 

Kemal Kılıçdaroğlu, genel başkan olduğundan beri yaptığı tutarsız, ilkesiz eylem ve söylemlerle, CHP’yi rotasından saptırmaktadır. CHP’yi kendi ilkelerinin tersine siyaset yapan bir partiye dönüştürerek, “laiklik tehlikede değildir” söylemiyle işe koyuldu. Yargıtay’ın dua ile açılışına katıldı. “Helalleşme” söylemiyle tarikatlara, cemaatlere ve tüm gericilere kol kanat germeye başladı. Laiklikle bağdaşmayan Diyanet Akademisi’ne tepki vermeyerek, CHP’lilerin evet oyu ile yasalaşmasını sağladı. Türbana özgürlük diyerek anayasaya aykırı yasa önerisi verdi. “Dersimli Kemal” deyişiyle, “1930’ların CHP’si değiliz” söylemiyle Atatürk ilke ve devrimlerine karşı olduğunu belli etmektedir. Atatürk’ün partisine gericileri, yobazları, fetöcüleri, dincileri, bölücüleri, liberalleri doldurdu; milletvekili yaptı, yönetici yaptı. 

CHP’li seçmenlere hilafetçi Ekmeleddin olayını yaşattı ve halen yaptığının doğru olduğunu söylemektedir. Mühürsüz oylarla rejimin değiştirildiği 16 Nisan 2017 halk oylamasında tepki vermeyen, gereğini yapmayan CHP genel başkanı bugün yaşadıklarımızın sorumluları arasındandır. CHP seçmeninin içine sinmeyen millet ittifakı ve çok gereksiz yere verilen milletvekilleri, CHP’nin oy yitirmesine neden olmuştur. Parti içinde demokrasiyi bitiren birinin, ülkeye demokrasi getireceğini söylemesi ve her girdiği seçimden yenilgiyle çıkması seçmenlere güven vermemiştir. 

  • Tayyip Erdoğan’ın diplomasızlığını gündeme getirmeyen,
  • Anayasa hiçe sayılarak 3. kez aday olmasına tepki vermeyen bir muhalefet genel başkanına başarılıdır denemez.

CHP genel başkanının onay verdiği milletvekilleri ile ülkemizin en gerici, bölücü ve cumhuriyet karşıtı parlamentosu oluşturulmuştur.

CHP’den seçilen milletvekilleri Cumhur İttifakı ile birlikte anayasayı değiştirme çabasında bulunacak ve birçok olgunun (AS: temel Cumhuriyet kazanımının) yok edilmesine neden olacaktır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun başarısı, yalnızca gericiliktedir. 

Bütün bunlar düşünüldüğünde Kemal Kılıçdaroğlu’nun tüm parti yöneticileriyle birlikte hemen istifa etmesi gerekmektedir. Her seçim yenilgisinde kendi atadığı Merkez Yönetim Kurulunun istifa etmesi sorunları çözmemektedir. Kemal Kılıçdaroğlu ya da benzerleri genel başkan olduğu sürece değişen hiçbir şey olmayacaktır. Kurultay kararı alan parti yönetimi, aynı biçimde, benzer adlarla sürecekse ne değişecektir?

  • Bugün CHP işgal altındadır.

CHP yönetimine

  • Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı,
  • Altı Ok’u savunan,
  • tam bağımsızlıktan yana ve
  • emperyalizme karşı dik duran bir ekip gelmelidir.

Genel başkan da böyle bir ekipten çıkar. Böyle bir ekip CHP seçmenine de, topluma da güven verecek ve başarılı olacaktır. 

Seçimi Kemal Kılıçdaroğlu yitirmiştir ve gereğini yapmalıdır. Seçimde kullanılan “Ben Kemal, geliyorum” sloganı bir işe yaramadı ve şimdi “Ben Kemal, gitmiyorum” haline dönüştü. Ancak ne olursa olsun Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkmayanlar gidecektir. “Buradayım be buradayım” diyen Kemal Kılıçdaroğlu, artık hiçbir yerde olmamalıdır.  

Yaşananlar karşısında umutsuz değiliz;

  • CHP, kuruluş ilkelerine sarılmalı ve kurucu değerlerine dönmelidir.

Atatürk’ü savunan bir CHP’nin oy oranının artacağı bilinmelidir.

CHP’yi fabrika ayarlarına döndürmek için CHP’ye gönül veren herkes elini taşın altına sokmalı ve gereğini yapmalıdır.

  • CHP’yi kurtarmadan,Türkiye’yi kurtaramayacağımızı unutmamalıyız.

ACABA TÜRKİYE’DE YENİDEN USSAl (RASYONEL) ve BİLİMSEL EKONOMİK KURALLARA ve ÖZERK KURUMLARA DÖNMEK OLASI MI?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Türkiye’ de 14 ve 28 Mayıs 2023’te yapılan iki turlu Cumhurbaşkanlığı seçimi sona erdi. Görevdeki siyasal iktidar değişmedi. Fakat dün gece Bakanlar açıklandı. Daha önce, siyasal iktidarın ekonomi yönetiminden ayrılmak zorunda kalan sayın Mehmet Şimşek, ekibiyle birlikte eski görevine geri döndü. Yeniden maliye bakanı oldu ve ekonomi yönetiminin sorumluluğu üstlendi.

Sayın Şimşek, bakanlık devir teslim törenindeki kısa açıklamasında; “Ekonomide rasyonel politikalara dönmekten başka seçenek yoktur” saptamasını yaptı. Bu çok doğru bir belirlemeydi. Sayın Şimşek’in söz konusu açıklamasının anlamı şudur:

  • Türkiye serbest (liberal) piyasa ekonomisine, klasik iktisat öğretisine ve ortodoks iktisat politikasına geri dönmek zorunda kaldı.
  • Çünkü Türkiye ekonomisi üretim, istihdam, enflasyon, gelir dağılımı, döviz kuru ve faiz oranları… açısından önemli açmazlara girmişti.

Önce bilimsel bir saptama yapalım : Peki, acaba bu ekonomik açmazın ana nedeni ne olabilir?

Bilindiği gibi, Türkiye’de görevdeki iktidar SİYASAL İSLAMCI bir iktidardır. Fakat

  • Siyasal İslamcılık ya da siyasal dinciliğin kendine özgü, denenmiş ve kanıtlanmış ussal (rasyonel) ve uygulanabilir bir ekonomi politikası yoktur.

Bu tür din odaklı siyasal iktidarlar, ekonomi politikalarını ancak klasik liberal, serbest piyasa ekonomisinden ödünç alarak varlıklarını sürdürebilirler. Türkiye’de de öyle olmuştur. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte giderek serbest piyasa ekonomisi göz ardı edilmiş, başta faiz olmak üzere, fiyat denetimleri başlamış, kumanda ekonomisi belirtileri yaygınlaşmıştır. Ussal (Rasyonel) ve bilimsel ekonomi yönetiminden giderek uzaklaşılmıştır.

Peki Sn. M. Şimşek‘in ussal (rasyonel), klasik, geleneksel ve ortodoks politikası kalıcı olabilir mi?

Görevdeki tek kişilik, katı merkezci siyasal yönetimin bu yeni ussal (rasyonel), ortodoks iktisat politikasına sadık mı kalacağı, yoksa işler rayına girdikten sonra yeniden dinci (teokratik), usdışı (irrasyonel) ve heteredoks iktisat öğretilerine geri mi dönüleceğini zaman gösterecektir. Eğer tek kişi merkezli yönetim, Siyasal İslamcılık dürtüleri ile yeniden teokratik ve heterodoks ekonomi politikalarına geri dönüş yaparsa, sonuç yeniden hüsran ve düş kırıklıkları olabilir. Çünkü daha önce de belirtildiği gibi, Siyasal İslamcılık ideolojisinin evrensel, ussal (rasyonel) bir iktisat öğretisi ve politikası yoktur. Zaten dinler de, İslamiyet dahil, insanlara bilim, üretim, teknoloji ve ekonomi öğretmek için değil; güzel ahlak, sevgi, barış ve dayanışma için gelirler.

Okuyucuların yoğun istekleri üzerine, varolan (mevcut) ekonomik gündem ve gelişmeleri de fırsat bilerek, İKTİSAT POLİTİKALARININ NİTELİK VE İÇERİKLERİ HAKKINDA özet açıklamalar yapma zorunluluğu doğdu. Denemeye çalışalım.

Klasik İktisat politikalarının temel amacı ekonomik kararlılıktır (istikrardır). Mal arzı ile mal talebi, hizmet arzı ile hizmet talebi, sermaye arzı ile sermaye talebi, para arzı ile para talebi, döviz arzı ile döviz talebi, kamu gelirleri ile kamu giderleri, emek arzı ile emek talebi… arasındaki dengesizlikleri ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Ancak bu dengesizlikler arasında mallar ve hizmetlerin piyasa fiyatları ile faiz oranları ve döviz kurları özel bir önem taşır. Daha dar anlamda İktisat politikası, FİYAT İSTİKRARI (mal, hizmet, faiz ve döviz fiyatlarının tutarlı dengesi) anlamına gelir.

Stratejik ya da taktik açıdan, iktisat politikaları,

  • Ortodoks iktisat politikaları ve
  • Heterodoks iktisat politikaları olarak ikiye ayrılır.

Ortodoks iktisat politikası, ekonomi biliminin gelenekselleşmiş klasik öğretilerine sıkı sıkıya bağlı kalınarak ekonomik dengesizliklere ve sorunlara çözüm üretme anlamına gelir.

Heterodoks iktisat politikası, ekonomi biliminin öğretilerine çok  bağlı kalmadan, dinsel, toplumbilimsel (sosyolojik) ve ekinsel (kültürel) değişkenleri de sisteme katmak demektir. Örneğin ekonomi biliminin klasik faiz öğretisini göz ardı etmek ya da faiz yasağı için faizle ilgili dinsel yasak öğretisini sisteme aktarmak heteredoks bir yaklaşımdır.

Kapsam ya da içerik olarak iktisat politikalarını da;

  • Para politikası,
  • Maliye politikası ve
  • Yapısal politikalar olarak üçe ayırmak olasıdır.

Para politikası demek; piyasadaki toplam para stokunu (arzını, emisyonu) azaltmak ya da çoğaltmak yoluyla arzı, talebi, tasarrufları ve kredi talebini etkilemek demektir. Eğer para ve kredi hacmi genişletilirse talep artar, fiyatlar yükselir, tasarruflar azalır, kredi talebi artar, faizler yükselme eğilimine girer. Tersine piyasadaki para ve kredi hacmi daraltılırsa durum tersine döner. Talep daralır, fiyatlar düşer, tasarruflar artar, kredi talebi azalır. faizler düşme eğilimine girer.

Maliye politikası demek, daha çok Keynesgil öğreti içinde kamu ya da devlet eliyle piyasadaki toplam kamu harcamalarını azaltarak ya da çoğaltarak toplam talebi etkilemek anlamına gelir.. Eğer vergiler artırılır, parasal ücretler sabit kalır ve kamu ihaleleri azaltılırsa kamu harcamaları kısılır ve piyasadaki toplam talep azaltılmış, piyasadaki fiyat artışları frenlenmiş olur. Tersine, kamu emekçilerinin aylıkları artırılır, vergiler düşürülür ve kamu ihaleleri hızlandırılırsa kamu harcamaları artmış, toplam talep yükselmiş, piyasa canlanmış olur.

Yapısal iktisat politikasına gelince:
Böyle durumlarda, doğrudan arza ve talebe değil, arz ve talebi oluşturan etmenlere ve girdilere müdahale edilir.
Üretimi ve verimi artırıcı, teknoloji geliştirici, tarımsal üretim alanlarını genişletici ve ıslah edici, ürün niteliğini (kalitesini) yükseltici, mesleksel ve teknik eğitimin niteliklerini geliştirici, araştırma ve geliştirme etkinliklerini (faaliyetlerini) destekleyici, istihdamı artırıcı, döviz gelirlerini çoğaltıcı, gelir dağılımını düzeltici, makro ve mikro ölçekteki üretim ve hizmet birimlerini etkinleştirici ve ussallaştırıcı (rasyonelleştirici)… vb. politikalar yapısal politikalar olarak adlandırılır.

EKONOMİK GÜVEN

Bu sayılan politik seçeneklere ek olarak, ekonomi politikasını yönetenlerin en önemli görevlerinden biri ve belki birincisi de iç ve dış ekonomik aktörlere, iş insanlarına GÜVEN VERMEKTİR.

Güven bireysel değil hukuksal ve kurumsal bir olgudur. Güven olgusunun temelinde de hukuka, ekonomik kurumlara ve adalete, yargı sistemine olan güven önemlidir. Bu güven kalıcı ve tartışmasız olmalıdır. Kanımca Türkiye’de, iç ve özellikle de dış piyasa aktörleri için, önemli bir güven eksikliği vardır.

Güven yoksa dış kaynak gelmez, yatırım riskli olur, uzun erimli (vadeli) reel yatırımlar yapılamaz.

Güven duyulması için ekonominin doğal işleyiş kurallarına uyulması, hukuk dışı işlere asla girilmemesi gereken kurumların başında da T.C. Merkez Bankası ve bankacılık sistemi – BDDK, TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu), Üniversiteler, TMSF – Tasarruf Mevduatı ve Sigorta Fonu, SPK, yargı kurumu ve mahkemeler gelir. Saydam (Şeffaf) ve denetlenebilir bir ekonomik yapı kaçınılmazdır. Siyasal müdahale, telkin ve yönlendirmelere açık kurallar, kurumlar ve yöneticiler asla güven vermezler.

Ayrıca otoriter rejimlerdeki siyasal iktidarların hak, hukuk, adalet ve gerçek demokrasi ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olmaları, ülkelerindeki önemli kurumlara profesyonel mesleksel tam özerklik tanıyabilmeleri, iç ve dış piyasalar için kalıcı güven üretebilmeleri acaba ne denli olasıdır? Aynı riskli durum Türkiye için de söz konusudur.

Bana düşen, hiçbir ön yargıya kapılmadan Sn. Mehmet Şimşek ve takımına (ekibine), var olan ağır ekonomik sorunları yeniden düzene koyabilmeleri için, kendilerine başarı dilemektir. Çünkü toplumun, ailelerin, bireylerin, ekonomik kurumların ve iş insanlarının ivedilikle (acilen) varolan ekonomik sorunlarının çözülmesine gereksinmeleri vardır. İşlerinin hiç de kolay olmadığını biliyorum. Haydi kolay gelsin..

Son ve çok önemli bir not daha : Her türlü istikrar politikaları kemer sıkma politikaları demektir. Yani talep, gelir azaltıcı ve vergi artırıcı karar ve uygulamalardır. Bu politikanın ekonomik maliyeti de işçi, memur, emekli, küçük esnaf gibi dar gelirli olan insanların sırtına yüklenir. Dar gelirli kesimler önce enflasyonun ve daha sonra da istikrar politikalarının çifte maliyetini yüklenmek zorunda kalır.