Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

28 Şubat Davası

Sarıkamış. Dersleri. Yılmadan Yorulmadan Dr. Cihangir Dumanlı - PDF Free DownloadDr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğgeneral

Cumhuriyet, 01 Kasım 2021

İktidar, Türk Silahlı Kuvvelerine (TSK) önemli darbeler vurmuştur :

  • Askeri liseler kapatılmış;
  • Harp okulları kuvvetlerinin bünyesinden ayrılmış;
  • Harp Akademilerinde kurmay subay eğitiminin düzeyi düşürülmüş;
  • Milli Güvenlik Kurulu (MGK) ve MGK Genel Sekreterliği’nin işlevi zayıflatılmış;
  • Milli Güvenlik Akademisi kapatılmış;
  • Askeri hastaneler kapatılmış; askeri sağlık sistemi bozulmuş;
  • Üst düzey emir-komuta ilişkileri Anayasaya aykırı şekilde bozulmuş;
  • Genelkurmay ve Kuvvet karargâhları etkisizleştirilmiş;
  • Deneyimli subay, general ve amiraller “kumpas davaları” ile tasfiye edilmiş;
  • Jandarma TSK’den çıkarılmış;
  • Elektronik istihbarat sağlayan GES Komutanlığı MİT’e devredilmiş;
  • Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) sivilleştirilerek Ordu’ya siyaset sokulmuş;
  • Genelkurmay Başkanı protokolde Diyanet İşleri Başkanı’ndan sonraki bir sıraya getirilmiş;
  • Ulusal bayramlardaki görkemli geçit törenleri iptal edilmiş;
  • Zorunlu askerlik süresi kısaltılıp ve bedelli askerlik kalıcı hale getirilerek
    eğitim zafiyeti yaratılmış;
  • Ordu’ya türban sokularak üniforma, birlik beraberlik, disiplin anlayışı zedelenmiş;
  • EMASYA Protokolü iptal edilerek askerin güvenlik güçlerine yardımda ve
    afetlerde görev alması engellenmiş;
  • Askeri adalet sistemi kaldırılarak disiplin zafiyeti yaratılmış;
  • Tank Palet Fabrikası TSK bünyesinden çıkarılarak özelleştirilmiştir.

Bunlar topluca değerlendirildiğinde “yeni bir darbe girişiminin önlenmesi” veya
“TSK’nin sivil siyasetçe kontrolü” (AS: denetimi) amaçlarını aşmıştır. TSK ve onun en önemli gücü olan Ordu-Millet bütünleşmesine zarar verici boyuta ulaşmıştır.

TSK’ye yapılan darbeler zincirinin son halkası, 2 Eylül 2013’te, (olaydan 16 yıl sonra) açılan;

  • savcılarının, hâkimlerinin, bilirkişilerinin FETÖ üyesi oldukları,
    sahte delillere dayalı 28 Şubat davası
    dır.

24 YIL SONRA GELEN KARAR

Ankara 13. (AS: Ağır) Ceza Mahkemesi’nin 14 kişi hakkındaki müebbet (AS: yaşam boyu) hapis kararını Yargıtay, olaydan 24 yıl sonra, 9 Temmuz 2021’de onaylamıştır. 19 Ağustos’ta bu kişiler hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır. Ömürlerini ülkeye ve TSK’ye hizmetle geçirmiş Komutanlar, sağlık durumlarına (AS: sorunlarına) rağmen (AS: karşın) hapsedilmişlerdir.

Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ve Genelkurmay Başkanlığı vakit yitirmeden,
11 Eylül 2021’de bu komutanların rütbelerinin geri alındığını açıklamıştır.

DEĞERLENDİRME

Bu bir intikam davasıdır.
İç tehdit olarak değerlendirilen irticayla mücadele edilmesini anayasal platformda hükümete öneren generallerden, irtica yanlıları intikam almaktadır.

•Bu komutanların 28 Şubat 1997’de MGK’de hükümete önerdiği şekilde irticayla mücadele edilseydi, 15 Temmuz (AS: 2016) darbe girişimi olmazdı.

Hukuk bir intikam aracı olarak kullanılmıştır.
Suç konusu olan “T.C. icra vekilleri heyetini cebren ıskat ve vazife görmekten cebren men etmek” suçunun (765 sayılı eski TCK md. 147) maddi unsuru olan “cebir” unsuru yoktur.

•Maksat o Komutanların şahsında TSK’ye itibar kaybettirmek, Ordu-Millet bütünleşmesini bozmaktır.

•Yapılan haksızlıklar vicdanları sızlatmaktadır.

28 Şubat davası, iktidarın FETÖ’yle işbirliğinin devam ettiğinin açık kanıtıdır.

•Dava ile ilgili hukuksal süreç henüz sonlandırılmamış, olağanüstü hukuk yolları tükenmemiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın ilgili Yargıtay Dairesinden (AS: Yargıtay Ceza Genel Kurulu’ndan) kararını düzeltmesini isteme yolu açıktır. Hükümlülerin Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru hakları saklıdır. AYM, Gergerlioğlu davasında, hükmün kesinleşmesinin bireysel başvuru davasında AYM kararı ile mümkün olacağını belirtmiştir.

Tarikat mensubu amiral, tard işlemi yapılmadan, aylar sonra tüm haklarıyla birlikte YAŞ kararı ile emekli edilirken, ömürlerini Ordu’ya hizmetle geçirmiş, yaşları 80’in üzerindeki komutanlar hakkında Genelkurmay ve MSB’nin rütbelerinin geri alınması konusundaki aceleciliği dikkat çekicidir.

Asli ceza kesinleşmeden, ona bağlı olan fer’i (AS: İkincil, tamamlayıcı) ceza verilmesi,
masumiyet karinesine (AY md. 38) aykırıdır.

•Bu komutanların “rütbeleri söküldü” ifadesi yanlıştır. Askeri Ceza Kanunu’na göre,
rütbenin geri alınmasıyla fer’i ceza verilmiştir.

Hapsedilen komutanlar, emirlerinde görev yapmış astları için, askeri terbiyemiz gereği, daima komutanımız olarak kalacaklardır.

SİYASAL DİNCİLİK NEDİR?

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor: ” Hocam siyasal dincilik ya da siyasal islamcılık nedir? En kısa biçimde anlatabilir mısınız? Uzun anlatımları kimse okumuyor.”

Öz olarak iki maddede özetlemeye çalışayım. Siyaset kuramı ve sosyolojisi açısından, siyasal dincilik:

1- Dini siyasete alet etmenin, kutsal inançları ideolojileştirmenin, laiklikten uzaklaşmanın, devleti yönetme gücünü milli iradeden (AS: ulusal istençten) almak yerine, din gücüne sarılmanın, din ve devlet işlerini birbirine karıştırmanın, siyasal gücünü sürekli duruma getirebilmek için halkın kutsallarını duygusal olarak sömürmenin pratikteki (AS: uygulamadaki) adıdır.

2- Demokratik kurallar ve vaatlerle seçimlerde halktan halktan oy devşirip, iktidar olduktan sonra, devleti ve toplumu, dindar görüntüsü veren kimi dinci tarikat ve cemaatleri devleti yönetmeye ortak edip ülkeyi teokratik, feodal dönemin din anlayışı ile yönetme ideolojisidir. Bir başka söyleyişle de siyasi samimiyetsizlik (AS: siyasal içtenliksizlik) ve tutarsızlıktır. Halk dalkavukçuluğudur.

Not. Siyasal dincilik her dinde ve her ülkede az-çok vardır. Fakat yaygın ve etkin olarak daha çok İslam ülkelerinde yaygındır.

Cumhuriyetin serencamı (2002-2021)

Kemal ANADOL
29 Ekim 2021
Kemal ANADOL – Cumhuriyetin serencamı (2002-2021) (egedesonsoz.com)

3 Kasım 2002 gecesiydi. Genel seçimlerde seçmen merkez sağ partilerini cezalandırmış, kıl farkıyla DYP, az bir farkla MHP ve oldukça düşük oyla ANAP baraj altında kalmışlardı. Seçimlerde bize sürpriz yapan Cem Uzan’ın Genç Parti’si ise %7,25’e kadar yükselmişti. Gerçi o da baraj altında kalmıştı ama kendisiyle birlikte DYP ve MHP’yi de suyun dibine çekmişti. Başbakan Ecevit’in partisi DSP ise yüzde ikiyi bile bulamamıştı. Eğer DYP ve MHP Meclise girebilseler ülkenin tarihi değişecek ve koalisyon hükümeti kurulacaktı. Genç Parti İzmir’de CHP’nin arkasında ikinci partiydi. %17 oy almayı becermişti.

Toplumu şoka sokan bu sonuçların etkisi yurda dalga dalga yayılıyordu. Mili Nizam Partisi’nden Refah’a uzanan milli görüş çizgisini unutuveren toplum, yeni bir heyecanla AKP’ye sarılıyor, Türkiye siyasetinde yeni bir sayfa açılacağına inanıyordu. O günlerde İzmir’de en çok izlenen bölge televizyonu Ege TV akşam haber bülteninden sonra yeni seçilen milletvekillerine ekranlarını açıyordu. AKP ve CHP’den seçilen birkaç vekil programdaydık. AKP milletvekili arkadaş heyecanlanarak sonucu yorumladı: “Bu bir devrimdir!” Adeta bir refleksle müdahale ettim: “Doğru devrimdir ama karşı devrimdir!” Bu yargımda hiç yanılmadım. 1973 CHP-MSP koalisyonu sırasında Zonguldak Milletvekili ve MYK üyesiydim. Hareketi yürütenleri ve lider kadrosunu yakından tanıma olanağı bulmuştum.

İki partiden oluşan Meclis, ilginç tartışmalara sahne oluyordu. AKP sözcüleri “biz milli görüş gömleğini çıkardık” diyorlardı. Tutanaklara geçen yanıtımda “Gömlek değiştirmek kolay ama deri değiştirmek imkânsız” demiştim. “Gömleğinizi çıkarınca derilerinizin üstündeki dövmeler görünüyor!” Aslında AKP hiç değişmedi. Sadece Osmanlıca deyimle “takiyye” yapıyordu. AB’ye girdik diye İ. Melih’in arabasına binip saat 15.00’te Kızılay’da tur ve havai fişek atanlar bunlar değil mi? Şimdi nerede hangi kompartımandalar? Sözü uzatmaya gerek yok. AKP’nin önemli ismi Numan Kurulmuş, partisinin 25 Ocak 2021’de yapılan Üsküdar 7. Olağan kongresinde konuyu aydınlığa kavuşturmuş:

“Türkiye’de iki farklı siyaset yolu var. Bu yollardan biri Genç Türkler, İttihat ve Terakki, CHP ile bugünkü CHP’ye gelmiş siyasi çizgi. (…) Bundan 60 sene evvelki tartışma da hatta 150 sene evvelki tartışmalar da aynı. Diğer yol ise milletin inandığı yoldur. Milletin istikametidir.”

Aydınlığa kavuşturmuş ama noksan bırakmış. Diğer yolun temsilcileri kimler? Amerikan mandacılarının, İngiliz muhiplerinin, din adamı kılığı altında provokasyon yapan İngiliz casuslarının, Arap, Arnavut, Kürt, Rum ve Ermeni ayrılıkçılarının yuvalandığı melânet yuvası Hürriyet ve İtilâf Fırkası değil mi? Ordunun içinde cuntalar oluşturan ve darbe yapan Halâskâr Zabitan grubu değil mi?

Yunan kuvvetlerine karşı vatan savunması yapan ve her gün şehit üstüne şehit veren TBMM Orduları için “Siz Allah’ın emrine, halifenin fermanına uyarak bu canileri bu katil canavarları daha ziyade yaşatmamakla mükellefisiniz” diyen ve bu bildiriyi 30 Ağustos 1920 günü Yunan uçaklarıyla Anadolu köy ve kasabalarına attıran İskilipli Atıf’a son günlerde resmi makamlar başta olmak üzere bu kadar itibar gösterilmesi de aynı yolun yolcularının eseri değil mi?

Artık Atatürk düşmanlığı imalı, gizli kapaklı olmaktan çıkıp açık hale geldi. “İki ayyaş”“80 yıllık reklam arası”“150 yıldır başkasının hikâyesini yazdık, artık kendi hikâyemizi yazacağız” tanımlarını alt alta yazmaya kalksa buna sütunlar yetmez.

Bugün Cumhuriyete ve onun kurucularına karşı iki akım vardır piyasada. Birinci Hürriyet ve İtilâf Fırkasının bugünkü temsilcileri, Mustafa Sabrilerin, İskilipli Atıfların ve mütareke basını yazarlarının manevi torunları! İkincisi de numaracı cumhuriyetçiler! Bu ittifakın ideolojik yanını oluşturmak görevi eski solculara verilmişti. Onlara göre Cumhuriyet, asker ve sivil bürokratlar tarafından kurulmuştu.

Doğrudur, antiemperyalist mücadeleyi destekleyecek burjuvazi mi vardı? İstanbul’daki bir avuç burjuva da padişahın eteği dibinde İngiliz uşaklığı yapıyordu. Gerçekleştirilen aydınlanma devrimi demokratik değilmiş! Tarihe dünün değil bugünün gözlüğüyle bakan ve hep yanlış sonuçlar çıkaran bu takıma sormak gerek:

  • Gazi Mustafa Kemal ve TBMM, Cumhuriyet ilânını referanduma mı götürseydi?

Beyler yapılan işin adı devrimdi! 1789 Fransız ve 1917 Bolşevik devrimlerinden etkilenen ve mazlum dünyaya bağımsızlık yolunu açan Anadolu İhtilâliydi…

“Kemalizm resmî ideolojiydi. Atatürk resimleri devlet dairelerinin duvarlarında asılı duruyor” diyorlar. Bu da doğrudur. Ama günümüzde değil! 12 Eylül cuntası ve faşist Evren’in Atatürk’ün saygınlığına zarar veren uygulamaları geçmişte kaldı.

Ulusal bayramlarda Anıtkabir’e gitmemek için o güne mahsus hasta olan devlet ricali, yine ulusal bayramlarda Atatürk anıtlarına çelenk koymayı bile engellemek için konan acayip yasaklar hatta para cezaları. Atatürk’ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığının yurttaşı küstüren ve öfkelendiren konuşmaları…

Çarpıcı bir örnek vereyim: Karşıya ADD Başkanı Ufuk Yıldırım üyeleriyle birlikte Afyon’da 26 Ağustos Zafer törenlerine katılır. Milletvekilleri, valilik görevlileri, güvenlik güçleri oradadır. Bir din adamı şehitler için dua okur. Saydığı sıfatlar içinde Atatürk yoktur! Başkan hocaya “Niye Atatürk’ün adını anmadınız?” diye sorunca aldığı yanıt ilginçtir. “Şehitler için okudum. Onların içinde o da var!” ADD Başkanı “Olmadı” der. “Atatürk şehit değil gazi ve şimdi aramızda değil. Neden böyle yapıyorsunuz?”

Düşünebilir misiniz? Büyük Taarruzun komutanı ve zaferden sonra Mareşal rütbesi alan Atatürk yok sayılıyor! Bu zavallı tertiplerle halkımızın bağrındaki Mustafa Kemal’i unutturacaklarını mı sanıyorlar?

Ama ben bu örneklerden şikayetçi (AS: yakınmacı) değilim. Çünkü AKP sayesinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk devlet korumasından çıktı halkın, yığınların sevgi seli içine yerleşti. Anıtkabir’i her bayram dolduran yüz binlerce yurttaşın elinden bu sevgiyi almaya kimsenin gücü yetmez, yetmeyecek!

Tam bağımsız Türkiye diyenlerin, aydınlanmacıların, çağdaşların, Atatürkçülerin ve Kemalistlerin Cumhuriyet Bayramını yürekten kutluyorum.

 

Çivril ADD Konferansımız – 30 Ekim 2021

Dostlar,

Cumhuriyetimizin 98. yılı nedeniyle 4. konferansımızı ADD Denizli / Çivril şubemizde vereceğiz / verdik… Konumuz şöyle :

  • CUMHURİYETİMİZ 98 YAŞINDA : SONSUZA DEK YAŞATACAĞIZ!

Bu şubemizde yıllar önce de bir konferans sunmuş ve Çivril AS TV’de bir konuşma yapmıştık.

2003’ten bu yana Denizli’de, ADD çatısı altında  12. Aydınlanma konuşmamız olacak. 101 yansıdan (8 MB) oluşan PDF dosyası sunuyu izlemek için lütfen tıklayınız.

Toplantıya emek veren, başta ADD Çivril Şubesi başkanımız Sayın İsmail Kaplan, ADD Genel Denetleme Kurulu Bşk. Yrd. Kemal Aslan olmak üzere herkese teşekkür ederiz.

Çivril ADD konf. 30.10.21


Sevgi ve saygı ile. 30 Ekim 2021, Çivril


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

‘İçişleri’ yalanı…

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
Cumhuriyet
, 27.10.21

Doğuyu batı, gündüzü gece, ateşi buz, pamuğu demir, acıyı tatlı, ıslağı kuru gösterir bunlar. Gözlerini bile kırpmadan. En son krizde de yani 10 ülke büyükelçilerinin “İnsan hakları ve hukuk hatırlatması” ile başlayan olayda da tutturdular bir terane:

“Yabancı ülke büyükelçilerinin ülkemizin içişlerine müdahale etmeleri kabul edilemez!..”

Haklısınız muhteremler. Haklısınız da. Olay bu mu?

Bu kadar kuyruklu bir yalana (-sizin körü körüne biatçı ve bir avuç kaldığı anlaşılan kitlenizden başka-) kim inanır?

Yabancı misyonların (-en azından bu olayda-) “içişlerimize müdahalesi” diye bir durum söz konusu değil. İnsan hakları ve evrensel hukuk ilkeleri çağdaş dünyada “içiş” sayılmaz ki.

“Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden biri, Avrupa Birliği’ne tam üyelik başvurusu bulunan, Ortaklık Anlaşması ile bağlı müzakereci bir ülke sıfatı ile, üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymayı taahhüt etmiş, daha da ötesinde anayasasında değişiklik yaparak, AİHM kararlarını iç hukukun üzerinde saymayı kabul etmiş bir ülke olarak” birileri size kalkıp da “AİHM kararına uyunuz” deyince, bunun adı nasıl “içişlerine müdahale” sayılır?

Bak, Ok atan oğlana anlatır gibi” bir daha söyleyeyim. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi diyorum. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi diyorum. AİHM diyorum. Mesele, “Kavala Mavala” değil diyorum.

Anladın mı?

Bütün bunların ötesinde, 10 ülkenin büyükelçileri “içişlerine müdahale” konusunda bağlayıcı hükümler taşıyan 1961 tarihli Viyana Konvansiyonu (Diplomatik ilişkileri düzenleyen) ile bu son krizin hiçbir bağı yok. Zaten söz konusu 10 büyükelçilik de “Biz ilgili Konvansiyonun, bu konudaki 41. maddesine sadığız” diye açıklama yaptılar.

Sonuç olarak, adamlar (mealen) “Biz içişlerine karışmıyoruz. Sözleşmeye sadığız. Açıklama yaptığımız konu içişleri değildir. İstenmeyen adam ilanı kararı alamazsınız. Aldıysanız da bunu uygulamaya koymayın. İşler daha kötüye gider” diye uyarmıştır ve maalesef hırsla şahsımın ağzından bu girişimi açıklayan Türkiye Cumhuriyeti’ne geri adım attırmışlardır.

Bunu bile bir “zafer”, yabancı ülkelere bir “diz çöktürme, geri adım attırma” örneği olarak sunmaya çalışan, bu olaydan adeta ikinci bir “şanlı one minute çıkışı” yaratmaya yeltenen kafaya diyecek bir şey bulamıyorum.

TARİHTEN BİR YAPRAK

Ama gelin, size kıyıda köşede kalmış bir başka öyküyü hatırlatayım: Geçmiş zaman. Türkiye’nin müzakere tarihi almasından sonraki yıllara rastlayan bir AB zirvesi izliyoruz Türk gazeteciler olarak. O tür zirvelerde âdet olduğu ve her ülkenin de yaptığı üzere, bizim dışişleri bakanımız da bizleri zirvenin yapıldığı komplekste bir odaya topladı ve “off the record” (burası önemli) bir brifing veriyor. Yazılmamak kaydıyla. Geri plan bilgiler ve müzakerelere ilişkin kulis bilgileri aktaracak. Bizim (zirvenin yapıldığı ülkedeki) büyükelçimiz de orada.

Aniden kapı açılır ve içeri o ülkenin Ankara Büyükelçisi girer. Herkesin (Dışişleri Bakanı dahil, bizim büyükelçimiz dahil) şaşkın bakışları arasında en ön sıraya kurulur. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı’nın, Türk gazetecilere “off the record” brinfingini dinleyerek notlar alır.

Aynı yabancı büyükelçinin, o yıllarda “kritik” seçim gecelerinde, Ankara’da iktidar partisinin genel merkezinde sonuçları “bizzat yerinde” izlediği anlatılır, yıllardır. İsmi lazım değil o ülkenin büyükelçisine bu “fevkalade müsamahaya mazhar” statünün tanınması “içişlerimize müdahale” değil midir?

Açtırmayın kutuyu söyletmeyin kötüyü, muhteremler. Bugünün Cumhurbaşkanı, o günlerin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı, Beyaz Saray’da ve Downing Street 10 numarada bir nevi “kırmızı halıda” karşılayan ülkelerin “içişlerimize – iç siyasetimize” müdahalesini öpüp başına mı koyacaksınız?

Sonra bugün gelip “İnsan hakları ve hukuk vurgusu”nu AİHM kararlarını hatırlatmayı “içişlerimize müdahale” diye millete yutturmaya çalışacaksınız.

Sahtekârlığın bu kadarına insan tahammül edemiyor. Pes be birader! Pes!..

Cumhuriyet ve sağlık

Dr. Ceyhun Balcı yazdı…

Cumhuriyet ve sağlık

Cumhuriyet’in ekonomiyle, hukukla, kadınla, eğitimle, bilimle ve başka pek çok başlıkla ilişkisi üzerine çok şey söylenmiştir, yazılmıştır. Sağlıkla ilişkisi üzerine bir dağarcığın olmayışı ya da olsa bile yeterince dolu olmayışı önemli eksikliktir. Bir hekim olarak bu eksikliğin giderilmesine okuyacağınız yazıyla alçak gönüllü katkıda bulunabilmiş olmak içtenlikli dileğimdir.

Türkiye Cumhuriyeti kurulmazdan önceki 12 yıl savaşlarla geçmiştir. Anadolu başta olmak üzere Afrika’da ve Avrupa’da eli silah tutan, görece sağlıklı ve genç kuşak büyük ölçüde yitirilmiştir. Bir şekilde savaşa gitmeyenlerle yaşlılar, kadınlar ve çocuklar ise bulaşıcı hastalıklar aracılığıyla aramızdan alınmıştır. Sağ kalanlar ise yoksul, yoksun ve sağlıksızdır.

Bu koşullar göz önüne alındığında kıtlaşan insan kaynağının ne denli değerli olduğu anlaşılır. Bir yandan cephe gerisindekilerin öbür yandan savaşanların varlığının korunması önem kazanmıştır. Özellikle savaş alanındaki yitikler savaş yaralanmalarının yanı sıra bulaşıcı hastalıklar aracılığıyla da olmaktadır. Savaş dışı ölümleri sınırlamanın kritik önemde olduğu açıktır.

Birinci Meclisin kurulur kurulmaz aldığı ilk kararlardan birinin bulaşıcı hastalıklarla savaşım üzerine olması rastlantının değil aklın gereğidir. Yine 23 Nisan’dan yalnızca 10 gün sonra Sağlık Bakanlığının kurulması da sağlığa verilen önemin göstergesidir. Savaş alanındaki insan yitiklerinin önüne geçmenin en kestirme ve akılcı yolu kuşkusuz hastalığı önlemekten geçmekteydi.

Anadolu’da bir yandan Mili Mücadele hazırlıkları sürdürülürken ve örgütlenirken öye yandan da İstanbul’dan Anadolu’ya yönelik önemli bir geçiş söz konusudur. Bu geçişin önde gelen ikilisi insan ve silahtır. Bu ikilinin önemli öğelerinden olan hekimlerin taşıdıkları bir nesne daha vardır ki, çok da bilinmez. İstanbul’dan Anadolu’ya geçen hekimler yanlarında mikroplar da getirmişlerdir. Cephedeki hastalığa bağlı insan kırımını en aza indirmek için Ankara Cebeci’de üretilecek olan veba, tifo ve kolera aşıları için taşınmaktadır mikroplar İstanbul’dan Anadolu’ ya. Aşı merkezinin başında hekimler Arif İsmet (Çetingil), Tevfik İsmail (Gökçe) ve Bakteriyolog Nurettin Bey bulunmaktadır. Onlara tıp öğrencileri Nurettin Osman, Yusuf (Balkan) ve Tıbbiyeli Hikmet (Boran) yardımcı olmaktadır. Tıbbiyeli Hikmet (Boran)’in Sivas Kongresi sırasında “Ya İstiklâl, Ya Ölüm” diye haykırarak Mustafa Kemal Paşa’nın da övgüsünü kazanmış olduğunu anımsayacaktır çoğu okur.

Aşı üretimiyle ilgili bir başka önemli ayrıntıya değinmeden geçemeyiz. Zorlu ve ilkel koşullarda aşılar üretilir. Sıra aşıların kalitesini (AS: niteliğini) sınamaya gelir. Şimdiki gibi faz (AS: evre)  çalışmalarını yürütecek ne olanak ne de fırsat vardır. İş başa düşer. Aşıları üreten topluluktan Dr. Tevfik İsmail, Bakteriyolog Nurettin ve tıp öğrencisi Yusuf (Balkan) ikilemsiz uzatırlar kollarını. Deneklik de onlara düşmüştür. Şimdilerde salgını bitirmesi için kullanılmakta olan aşıları “biz denek miyiz?” şımarıklığıyla küçümseyenlerin dikkatine sunulası bir ayrıntı olsa gerektir.

Cephede canını dişine takarak Kurtuluş Savaşı veren Mehmetçik cephe gerisindeki bu önemli etkinlikle utkuya giden yolda yaşama tutunmuş olmaktadır. Her ne denli savaş koşullarında yaşansa da aşı üretimi ve buna bağlı koruyucu hekimlik anlayışı Cumhuriyet kurulmadan önce Cumhuriyet’in sağlık anlayışı hakkında önemli ipuçları vermeye başlamıştır.

Önce savaş kazanılacak onu izleyerek de Cumhuriyet’in silahsız savaş alanlarından biri olacaktır sağlık. Savaş sözcüğü barış ortamında sıtma, trahom, verem ve frengiyle birlikte anılacaktır.

Cumhuriyet’le birlikte deyim yerindeyse şaha kalkan sağlık anlayışının toplumcu ve koruyucu temelde etkinlik gösterdiğini söylersek genel ilkeleri de özetlemiş oluruz. Bu bağlamdaki bir başka önemli ayrıntı, Dr. Refik Saydam döneminde koruyucu hekimlik alanında çalışan hekimlere daha çok  aylık verilmesi olarak çıkar karşımıza.

Bir fikir vermesi bakımından 1923’te Türkiye’deki hekim sayısının 344 olduğunu, o zamanki nüfusa göre 20 bin kişiye bir hekim düştüğünü paylaşmış olalım. Hekim sayısının 1935’te 1625’e çıktığını, buna bağlı olarak da hekim başına düşen nüfusun 9000’e gerilediğini ekleyelim.

Cumhuriyet’in sağlık anlayışının 1960 Devrimi’yle birlikte Dr. Nusret Fişek önderliğinde boyut kazandığını, sağlığın toplumcu ve koruyucu kimliğinin güçlendirildiğinin altını çizmeliyiz. 12 Eylül’le (1980) birlikte hız kazanan neoliberal politikalardan sağlığın payına da bir şeyler düşmesi kaçınılmazdı. Bugün geldiğimiz noktada koruyucu ve toplumcu kimliği neredeyse tümüyle soldurulan sağlık anlayışı son 20 yılda giderek “paralı” duruma getirilmiştir. Cumhuriyet’in çıtasını havaalanı, otoyol, köprü, tünel vb. sıradanlıklara düşürenlerin sağlığı da “kolay erişim” perdelemesinde alınır satılır nesneye dönüştürmelerinde şaşılacak bir durum yoktur.

Cumhuriyetimizle birlikte onun sağlık anlayışının içine düştüğü açmazdan çıkartılmaya gereksinimi olduğu oldukça açıktır. Bu yapılmadıkça sağlığın ticarileşmesi sürecek ve erişim kolaylığı adı altında erişilemezliğe yolculuğunu sürdürecektir.

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah (AS: ve dava) arkadaşlarını ve Cumhuriyet’i bizlere kazandıranlar arasında yer alan adsız sağlık kahramanlarını saygıyla anıyor, en büyük bayramımız kutlu olsun diyorum!

‘Meş’um ve uğursuz’ mütareke Mondros

Prof. Dr. Metin KALE
Eskişehir Osmangazi Tıp Fakültesi
Em. Öğretim Üyesi
Cumhuriyet
, 30 Ekim 2021

Birinci Dünya Savaşı, Osmanlılar için, 30 Ekim 1918’de ölümcül bir teslimiyet antlaşması olan Mondros Mütarekesi ile sona erdi. İngiliz Agamemnon zırhlısında müzakereler, 27 Ekim sabahı başladı ve dört gün sürerek 30 Ekim’de sonlandı. Mütarekeyi İngiltere adına Amiral Calthorpe, Osmanlı devleti adına Bahriye Nazırı Rauf Bey imzaladı. Ateşkes antlaşmasını Sadrazam İzzet Paşa ve Vahdettin son derece memnuniyetle karşıladılar. Mustafa Kemal ise Mondros’un metnini 3 Kasım’da kendisine gönderilen telgrafta okuduğunda, imparatorluğun sonunun geldiğini gördü. Şöylece değerlendirdi:
  • Osmanlı devleti bu antlaşmayla kendini kayıtsız şartsız düşmanlara teslime razı olmuştur. Sadece razı olmamış, onların memleketi işgali için yardım da vaat etmiştir. Bu, beni çok hazin düşüncelere sevk etti.
TESLİMİYET VE DİRENİŞ
Mustafa Kemal 3-8 Kasım 1918 arasında beş gün süreyle Mondros’un vahametini ve Türkiye’yi düşman işgaline açık hale getireceğini, hatta Osmanlı hükümetini bile İngiltere’nin tayin edeceğini, teslimiyetten başka düşünceleri olmayan Vahdettin ve Sadrazam İzzet Paşa’ya anlatmaya çalıştıysa da nafile. 6 Kasım’da İzzet Paşa’ya sert bir telgraf çeker:
  • “İngilizlerin aldatıcı davranışlarını haklı gösterecek ve buna karşılık iyilik göstermeyi de kapsayan emirleri güzellikle uygulamaya yaratılışım müsait olmadığından (…) kumandayı hemen teslim etmek üzere yerime birisinin tayin edilmesini istirham ederim.”
Bunun üzerine sadrazam, Yıldırım Orduları Grubu’nu lağvetti. Mustafa Kemal ayrıca sadrazama “Böyle giderse korkarım ki siz de o koltuktan düşman süngüleriyle kovulacaksınız” dedi ve çok geçmeden dediği çıktı. İzzet Paşa’dan 10 Kasım’da “Görevden ayrılıyorum, sizinle görüşmem lazım” cevabı geldi.
Bu arada Padişah Vahdettin “Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, hemen kabul edelim. İngiltere’nin bize dost politikası değişmemiştir. İngilizlerin hoşgörüsünü sonra sağlarız” sözleriyle teslimiyetini ilan ediyordu.

Mustafa Kemal’in İzzet Paşa’yla telgraf savaşına Adana’daki karargâhta tanık olan Fahrettin Altay, o günü şöyle anlatıyor:

  • “Elini haritada Anadolu’nun üzerine koyarak ‘Burası kıtaların kalbi, kıtaların buluştuğu yer. Burayı bize bırakmak istemeyecekler, ama dur bakalım. Bozkırda bir ateş yanacak’ dedi.”

Mustafa Kemal Mondros’tan hemen sonra 4 Kasım 1918’de Adana’da Ali Fuat Paşa’ya şu tarihi sözleri söyler:

  • “Bundan sonra padişah tahtını düşünecek. Milletin artık kendi haklarını kendi araması ve savunması, bizim de ona yol göstermemiz (…) lazımdır.” Bir bağımsızlık savaşı başlatmanın zamanının geldiği zihninde netleşmiştir. Artık bir yanda direniş ve Milli Mücadele ruhu ile diğer tarafta teslimiyet ve işgal anlayışı karşı karşıyadır.

BİR ULUSU CEZALANDIRMAK

Ali Fuat Paşa anılarında Mondros için “Hiç kimse, Mustafa Kemal kadar tam zamanında, yıkımın yakınlığını ve hatta başlamış olduğunu görememiştir” diyor.

Mondros’un basit bir silah bırakışması değil, tam bir teslimiyet olduğuna inanan ve ondan “Bu meş’um -uğursuz- mütareke” diye söz eden Mustafa Kemal, sadece yenik bir devletin değil, Türk ulusu ile beraber Türk tarihinin de cezalandırılmak üzere olduğunu işaret etmekteydi.

GERİ KALMIŞLIĞIN ÜRÜNÜ

Kendi neslinin, emperyalistler arasında bir o yana bir bu yana savrulmadan ayakta duran yegâne örneğidir Mustafa Kemal. İzzet Paşa’ya telgrafında şunları söyler:

İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak İngilizlerin ihtiraslarının önüne geçmeye olanak kalmayacaktır.” Atatürk Mondros’u, kaybedilmiş bir savaşın sadece askeri ve diplomatik bir sonucu olarak değil, onun arkasındaki geri kalmışlığın ve bağımlılık sürecinin ürünü olarak niteler.

Mondros, Osmanlı devleti için bir son iken, Türkiye Cumhuriyeti için de bir başlangıç olmuştur. Osmanlı devletinin nasıl parçalandığı doğru okunmazsa, Türkiye’nin yaşadığımız süreçte emperyalizmin yeni oyunlarıyla karşı karşıya kaldığı anlaşılamaz. Çağdaş Türk ulusu örtülü bir savaşla bir karanlığa çekilmek istendiğini görüyor ve o tuzağa düşülmemesi gerektiğinin de bilinciyle hareket ediyor.

ADD Hatay Konferansımız : Cumhuriyetin 98. Yılı

Dostlar,

27 Ekim 2021 günü, ADD Tarsus (http://ahmetsaltik.net/2021/10/29/tarsus-add-subesi-konferansiimiz-cumhuriyetimizn-98-yili/) ve

Adana (http://ahmetsaltik.net/2021/10/29/add-adana-konferansimiz-cumhuriyetin-98-yili/) Şubelerimizde verdiğimiz konferansların ardından ADD Hatay Şubesi’nin konuğu idik.

Konumuz şöyleydi :

  • Cumhuriyetimiz 98 Yaşında… Sonsuza Dek Şanla Yaşatacağız!

Bu konuşmamız öncesinde, ADD Genel Başkanı Sn. Dr. M. Hüsnü Bozkurt‘un kısa bir kutlama iletisini (1,5 dk.) izleyicilerle paylaştık :

Cumhuriyetimizin 98. kuruluş yıldönümü bağlamında, kapsamlı bir konuşmamız oldu (101 yansı, 3,6 MB). Aşağıda sunuyoruz.

Hatay konf. 28.10.21

Konferansın video kaydını izlemek için tıklayınız :

https://www.youtube.com/watch?v=S3zd6tEPCRo

1997’den bu yana, Hatay ve ilçelerinde 10. konuşmamızı yapmış olduk (yansı 5).

Defne Belediyesi Akdeniz Evi’nde gerçekleştirilen konferansın ardından açık havada Cumhuriyet Kokteyli verildi ve ardından Hatay BŞB’nce işletilen Gastronomi evinde akşam yemeği yendi.

ADD Hatay Şubesi Başkanı Sn. Doç. Dr. Kezban Kuran ve çalışma arkadaşları övzveri ile hazırlanmıkşlardı.

Konferansa BŞB Başkanı meslektaşımız Doç. Dr. Lütfi Savaş ve eşleri
Prof. Dr. Nazan Savaş son derece zarif ve kapsamlı katkı verdiler.

Konferansın video kaydı alındı, youtube’a yüklendiğinde erişkesini (linkini) burada paylaşacağız.

  • Türkiye Cumhuriyeti’nin 98. Yılı kutlu ve mutlu olsun!

Yüce ATATÜRK’ün şaşmaz öngörüsü gereği, Cumhuriyetimiz sonsuza dek payidar kalacaktır!

Şan ve şerefle, onurla yaşatılacaktır; bu azim ve kararda olduğumuzu herkese duyururuz.

Sevgi ve saygı ile. 27 Ekim 2021, Adana

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
ADD Genel Merkez Bilim Kurulu Başkan Yrd.
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

ADD Adana Konferansımız : Cumhuriyetin 98. Yılı

Dostlar,

27 Ekim 2021 günü, saat 15:00 – 17:00 arası ADD Tarsus şubemizde verdiğimiz konferansın ardından ADD Adana Şubesi’nin konuğu idik.(http://ahmetsaltik.net/2021/10/29/tarsus-add-subesi-konferansiimiz-cumhuriyetimizn-98-yili/)

Cumhuriyetimizin 98. kuruluş yıldönümü bağlamında, Cumhuriyet Balosu öncesinde kısa bir konuşmamız oldu (13 dk.). Aşağıda sunuyoruz.

Bu konuşmamız öncesinde, ADD Genel Başkanı Sn. Dr. M. Hüsnü Bozkurt‘un kısa bir kutlama iletisini (1,5 dk.) izleyicilerle paylaştık :

Etkinliğin düzenlenmesini sağlayan Şube Başkanımız Sn. İsa Kayadan ile ortak davranış sergileyen Adana Barosu, EĞİTİM-İŞ Tarsus Şubesine, …….. yer sağlayan Adana Barosuna ve oturumu coşku ve içtenlikle izleyen dostlarımız Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, Seyhan Belediye Başkanı Akif Kemal Akay, milletvekilleri, çok sayıda demokratik kitle örgütü yönetici ve üyeleri, Tabip Odası Başkanı Dr. Selahattin Menteş.. olmak üzere tüm katılımcılara teşekkür ederiz..

Sunumun ardından son derece özenle düzenlenmiş Cumhuriyet Balosuna geçildi. Açık alanda, Kovit-19 salgını nedeniyle sınırlandırılan katılımcı sayısı ile 300’ü aşkın konuk, coşku ile Balo’yu şenlendirdiler.


Adana ve ilçelerinde geçmişte de konferanslarımız olmuştu :

1. Emperyalizmin Bunaltısında Ülkemiz ve Seçenekleri A TV, Adana ADD, 02.03.2003
2. Emperyalizm Türkiye’yi Nereye Sürüklüyor? ADD Adana Bölge Toplantısı, 11.12.2004
3. Türkiye AB İlişkileri ve Azınlıklar, ADD Adana A TV, 11.12.2004
4. Türkiye’nin Güncel Sorunları ve Atatürkçü Çözüm Yolları, Kadirli ADD, 05.03.2005
5. Türkiye’nin Güncel Sorunları ve Atatürkçü Çözüm Yolları, Kozan ADD, 05.03.2005
6. Kamu Hastane Birlikleri Yasası ve Sağlığa Son Darbe. Adana ADD ve Tabip Odası, 05.04.2010

  • Türkiye Cumhuriyeti’nin 98. Yılı kutlu ve mutlu olsun!

Yüce ATATÜRK’ün şaşmaz öngörüsü gereği, Cumhuriyetimiz sonsuza dek payidar kalacaktır!

Şan ve şerefle, onurla yaşatılacaktır; bu azim ve kararda olduğumuzu herkese duyururuz.

Sevgi ve saygı ile. 27 Ekim 2021, Adana

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
ADD Genel Merkez Bilim Kurulu Başkan Yrd.
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Tarsus ADD Şubesi Konferansımız : Cumhuriyetimizin 98. Yılı

Dostlar,

27 Ekim 2021 günü, ADD Tarsus Şubesi’nin konuğu idik. Cumhuriyetimizin 98. kuruluş yıldönümü bağlamında bir konferansımız oldu.

Konferansa geçmeden önce, ADD Genel Başkanı Sn. Dr. M. Hüsnü Bozkurt‘un kısa bir kutlama iletisini (1,5 dk.) izleyicilerle paylaştık :

Bu Şubemizde önceki tarihlerde 6 konuşmamız daha olmuştu, 5. yansıda görülebilir. Sunum yansılarını görmek için tıklayınız. (101 yansı, 3,6 MB) 

Tarsus kon. 27.10.21

Konferansı Facebook’tan izlemek için tıklayınız : https://fb.watch/8XWS8ncJjX/


Etkinliğin düzenlenmesini sağlayan Şube Başkanımız Sn. Gökhan Arkan ile ortak davranış sergileyen ÇYDD ve EĞİTİM-İŞ Tarsus Şubesine, yer sağlayan Ticaret ve Sanayi Odasına ve oturumu coşku ve içtenlikle izleyen katılımcılara teşekkür ederiz..

Sunumun başında kırılan HDMI bağlantı kablosunu dakikalar içinde yenileyen Belediye Başkanı Sayın Dr. Haluk Bozdoğan‘a…. teşekkürlerimizi sunarız.

Konferans sonunda, düzenleyici 3 kurum adına ÇYDD Tarsus Şubesi bize bir teşekkür belgesi sundu; sağolsunlar..

Saat 15:00 – 17:00 arasında gerçekleşen konferansın ardından ADD Tarsus şubemizi ziyaret ettik ve ADD Adana şubemizin düzenlediği Cumhuriyet balosuna geçtik, orada kısa (13 dk.) bir sunumumuz oldu (http://ahmetsaltik.net/2021/10/29/add-adana-konferansimiz-cumhuriyetin-98-yili/)..

  • Türkiye Cumhuriyeti’nin 98. Yılı kutlu ve mutlu olsun…

Yüce ATATÜRK‘ün öngörüsü gereği, Cumhuriyetimiz sonsuza dek payidar kalacaktır!

Şan ve şerefle, onurla yaşatılacaktır; bu azim ve kararda olduğumuzu herkese duyururuz.

Sevgi ve saygı ile. 27 Ekim 2021, Tarsus

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
ADD Genel Merkez Bilim Kurulu Başkan Yrd.
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik