Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Üretimden Kopunca Renklerimizi Bile Yitirdik

portresiLütfü Kırayoğlu
Elektrik Müh. (İTÜ)
ADD Genel Başkan Başdanışmanı
26.11.2021

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır.)

Zam, yaşam pahalılığı, enflasyon, bulunmayan ve kısıtlı satılan ürünler… Son günlerin en çok konuşulan konuları… Oysa hepimiz daha ilkokul yıllarında tarımsal üretimde dünyada kendi kendine yeten 6-7 ülkeden biri olduğumuzu öğrenir ve bununla gurur duyardık. Ülke nüfusunun % 70’inin kırsal alanda yaşadığını bilirdik. Her aile birkaç koldan köyle, tarımsal üretimle bağlantılıydı. Şehirlerdeki bahçeli evlerde bile küçük ölçekte ürün elde edilir, en azından üretme kültürü kuşaktan kuşağa aktarılırdı. Yakın zamana dek tütün, ipek böcekciliği ve koza üretiminden geçinen köylüler bir kuşak sonra bu üretimle ilgili bilgi birikimini yitirdiler. Pamuk, ayçiçeği, şeker pancarı vb. ürünleri üretme kültürünü yitirmemiz yakındır.

Üretmeyelim ithal edelim” diyen mandacı aydınların / politikacıların yarattığı yıkım; dövizde sakınılamayan artış, Türk lirasının değer yitirip halkın yoksullaşması ile çırılçıplak ortaya çıktı. Yakın zamana dek kendi üretimimiz olan ürünlerin pek çoğu artık dışarıdan geliyor. Açık satılanlardan anlaşılmasa bile, ambalajlı ürünlerin üzerindeki etiketlerden acı gerçeği görüyoruz. Çikita muz ile başlayan dışalım (ithal) ürünler, sarımsaktan patatese, mercimekten samana, süt ürünlerinden Angus adlı sığıra değin gidiyor. Durum böyle olunca gelecek kuşaklar salt üretme gereğini değil, üretim kültürünü de yitiriyor. Çocuklarımız, bahar ayında, manavda-pazarda satılan çağla ile kuruyemişçide satılan badem arasındaki ilişkiyi bilmiyor. Çilek nerede yetişir bilmiyor. Kestanenin nasıl ve nerede yetiştiğini bilmediği için deniz kestanesinin neden kestane ile tanımlandığını bilmiyor. Yeşil kabuklu cevizi görmediği için, ceviz yeşili dediğimiz rengin neden kahverengi ile değil yeşil ile tanımlandığını anlayamıyor.

RENKLERİMİZİ DE YİTİRDİK…

Şair Özdemir Asaf,

Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu
birinciliği beyaza verdiler..

diyor. Son derece gerçekçi biz söz… Ama esas acı gerçek, renklerimizi bile yitirdiğimiz!

Türk halkı bin yıllardan süzülen bir kültürle çevresinde gördüğü renkleri doğada bulunan varlıklarla, özellikle de bitkisel ürünlerle adlandırmış. Doğadaki temel renklerin sayısı 7 olarak söylense bile, gerçekte bunların sayısının binlerce olduğunu söyleyebiliriz. Geçiş tonlarıyla birlikte sonsuz renkten söz etmek olası. Ancak özellikle üretimle ilişkili köylülerimiz bunca renge öylesine güzel adlar vermişler ki, geçiş renkleri bile herkesçe tam olarak algılanabilir. Bir tek rengin değişik tonları için halkımız, ürettiği ürünlerden onlarca ad türetmiştir. Örnek vermek gerekirse yalnızca yeşil rengin tonları: Zeytin yeşili, fıstık yeşili, ceviz yeşili, çimen yeşili, kelemi, su yeşili, yaprak yeşili, kuşkonmaz, çağla, limon küfü, yonca yeşili, yosun yeşili, ördek başı yeşil vb. Üretimden kopmamış olanlarımız bu farklı renkleri gözünde canlandıracaktır. Oysa şimdi gençlerimiz Benetton yeşili ile malaşit yeşilini konuşuyor.

Adlarını doğadan alan bu güzel renklerin birkaçını anımsayalım: Süt beyaz, kar beyaz, kemik rengi, kömür karası, zeytin siyahı, kül rengi, pişmiş ayva, vişne çürüğü, şarabi (AS: şarapsı), kan kırmızısı, nar çiçeği, portakal, akşam güneşi, mürdüm, kızılcık, toz pembe, şeftali baharı, çingene pembesi, leylak, menekşe, patlıcan moru, hünnabi, tütün, nohut, buğday, saman sarısı, safran sarısı, limon sarısı, altın sarısı, hardal, bal rengi, kayısı, soğan kabuğu, kestane, yağ rengi, deniz mavisi, gök taş, cam göbeği mavi, gece mavisi. Ama biz, ithal (AS: dışalım) kültürü ile dünya var olduğundan bu yana var olan gece mavisine ithal sigara furyası sonrasında Parlement mavisi adını taktık. Şimdi artık renklerimiz yitirtildi. Onların yerini ithal (dışalım) ürün renkleri aldı. Fuşya, lila, pinky, pörpıl, violet, indigo, ekrü vb.

Binlerce yıllık geçmişi olan bir ulus, salt ürünlerini, üretme kültürünü, parasını, bakkalını, manavını, çarşısını, pazarını, arastasını, bedestenini değil; renklerinden başlayarak tüm kültürünü yitiriyor. Uyanın…
============================================

Dostlar,

İşte “kültür emperyalizmi” böyle bir şey…

Dostumuz Lütfü Kırayoğlu’nu bu başarılı, yakıcı “deneme” si için kutluyoruz.

Osmanlı’nın dayattığı Arap – Fars dil emperyalizminden de kendimizi kurtarmamızı dileyerek…

  • Atatürk’ün ÖKSÜZ BIRAKILAN DEVRİMİ, Dil Devrimini daha çok sahiplenerek..

Dr. Ahmet Saltık
Dil Derneği Onur Ödülü Sahibi (2021)
27.11.2021

Halil Çivi şiiri : UMUTLUYUM (Şafak attı)

ŞİİR KÖŞESİ..

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

 

UMUTLUYUM ( Şafak attı )

Artık millet uyanıyor,
Şafak attı, umutluyum.
Değişime inanıyor,
Şafak attı, umutluyum.
Xxx
Ön yargıları yıkıyor,
Hakkına sahip çıkıyor,
Akıl gözüyle bakıyor,
Şafak attı, umutluyum.
Xxx
Korkuları terkediyor,
Sömürüyü farkediyor,
Boş inançtan çarkediyor,
Şafak attı, umutluyum.
Xxx
Aklın izini sürüyor,
Bilim yolunda yürüyor,
Cehalet kökten kuruyor,
Şafak attı, umutluyum.
Xxx
Şafak attı, güneş doğdu,
Işık karanlığı boğdu,
Bilim hurafeyi kovdu,
Şafak attı, umutluyum.
Xxx
Irkçılık dincilik bitti,
Bölgecilik iflas etti,
Kardeşlik mayası tuttu,
Şafak attı, umutluyum.
Xxx
Bütün oylar birleşecek,
Halkın gücü gürleşecek,
Demokrasi yerleşecek,
Şafak attı, umutluyum.
Xxx
Kısa çöpler çoğalacak,
Uzun çöp yalnız kalacak,
Haklı hakkını alacak,
Şafak attı, umutluyum.
Xxx
Yasaklara diretmeye,
Özgür sanat üretmeye,
Yoksulluğu kurutmaya,
Şafak attı, umutluyum.
Xxx
Üretimi artırmaya,
İşsizliği bitirmeye,
Halka refah getirmeye,
Şafak attı, umutluyum.
Xxx
Öksüzleri doyurmaya,
Mazlumları kayırmaya,
Güzel günler duyurmaya,
Şafak attı, umutluyum.
Xxx
Hak, hukuk, adalet için,
Halka adil hizmet için,
Güven veren devlet için,
Şafak attı, umutluyum.
Xxx
Gürleşti gençliğin sesi,
Bitti cehaletin pası,
Arttı adalet sevdası,
Şafak attı, umutluyum.
Xxx
Hiçbir kış ebedi olmaz,
Kara gün kararıp kalmaz,
Zannetme ki bahar gelmez.
Şafak attı, umutluyum.
Xxx
Halil Çivi halkı tanır,
Sağduyusuna inanır,
Yalan demekten utanır,
Şafak attı, umutluyum.
Xxx

Prof. Dr. Halil Çivi
26 Kasım 2021
ÇİĞLİ / İZMİR

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü

Her Türlü Şiddete HAYIR!

Kadına yönelik şiddet, ister kamusal ister özel yaşamda olsun, kadınlara yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik zarara yol açabilecek eylemlerdir. Önlenemeyen kadına yönelik şiddet eylemleri, kadınların toplumda yasal, sosyal, politik ve ekonomik eşitlik elde etme fırsatlarını tehlikeye atmaktadır. Kadına yönelik şiddete karşı toplumda farkındalık yaratmak, soruna yönelik kamuoyunu bilinçlendirmek amacıyla 1999 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu kararı ile 25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan edilmiştir.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), kadına yönelik şiddeti önemli bir halk sağlığı sorunu olarak tanımlamıştır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelinde gelişen şiddetin hedefi kadınlar ve kız çocuklarıdır. Dünyada her üç kadından birinin yaşamı boyunca fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kaldığı bilinmektedir. Bu şiddet çoğunlukla en yakınları tarafından uygulanmaktadır. Ülkemizdeki durumu yansıtan son çalışma  2014 yılında yapılan Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’dır. Bu araştırmada, evlenmiş kadınların %38’i, yaşamlarının herhangi bir döneminde eşleri ya da birlikte oldukları erkekler tarafından fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz bırakıldıklarını belirtmişlerdir. Çocukluğunda cinsel istismara uğrayanların oranı %9’u bulurken, çocuk yaşta evlenen kadınların, cinsel, fiziksel, duygusal olmak üzere şiddetin her türüne daha fazla maruz kaldıkları görülmektedir. On sekiz yaşından önce evlenen kadınların yarısı yaşamlarının bir döneminde duygusal şiddet ve istismara uğradığını, fiziksel veya cinsel şiddet mağduru olduğunu ifade etmiştir. (AS: Ekonomik şiddet!?)

Cinsiyete dayalı fiziksel, duygusal, sözlü, cinsel ve ekonomik şiddet, kadınların ve çocukların yaşamına zarar verdiği gibi ailelerin, toplulukların, ülkelerin sağlığına da zarar verir. Şiddet artan yaralanma riski, depresyon, kaygı bozuklukları, planlanmayan gebelikler, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlarla da ilişkilidir.

Türkiye, 11 Mayıs 2011’de dahil olduğu kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen uluslararası insan hakları sözleşmesi olan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi’nden 1 Temmuz 2021’de çekilmiştir. Ne acıdır ki, Türkiye’de 2021 yılı içinde 310 kadın, kadına yönelik şiddet sonucu öldürülmüştür. (11 Kasım 2021 verisi)

Bu dönemde sağlık çalışanı olan kadınlara karşı da şiddetin arttığı görülmektedir. Hem bireyleri hem aileleri hem toplumları etkileyen şiddet, küresel bir halk sağlığı sorunudur: ŞİDDET BİR PANDEMİDİR!

  • Şiddete sessiz kalmak da ŞİDDETTİR.

Kurumlar arası işbirliği ile hareket etmeli ve sesimizi tüm sağır kalplere duyurmalıyız.

HASUDER – HALK SAĞLIĞI UZMANLARI DERNEĞİ
TOPLUMSAL CİNSİYET, KADIN VE ÜREME SAĞLIĞI ÇALIŞMA GRUBU

  1. International Day for the Elimination of Violence against Women. UN. Information NoteDivision for the Advancement of Women. https://www.un.org/womenwatch/daw/news/vawd.html
  2. Şiddetten ölen kadınlar için dijital anıt. http://anitsayac.com/
  3. https://www.who.int/health-topics/violence-against-women#tab=tab_1 erişim,11.11.2021
  4. https://www.who.int/health-topics/violence-against-women#tab=tab_2 erişim, 11.11.2021
  5. https://apps.who.int/iris/bitstream/handle/10665/331699/WHO-SRH-20.04-eng.pdf?ua=1
    erişim, 11.11.2021

Döviz krizi

Veysel UlusoyVeysel Ulusoy
Cumhuriyet, 21.11.21

Ekonomideki yaklaşımların tersine bir piyasa davranışı gerçekleşiyor son günlerde. Üretilen ürünlerin piyasa fiyatları artarken üretim miktarı azalmakta, azaldıkça da fiyatlara tekrar zam geliyor. Bu sarmalın özellikle son dönemde daha da içinden çıkılmaz bir hal aldığını görmekteyiz.

Kimi bunu küresel arz zincirindeki kırılmalara, kimisi ise ulusal ekonomilerdeki yapısal bozukluklara bağlamaktadır.

Doğal olarak bunlar genel ekonomik dengeleri ilgilendiren yorum ve tartışmalar. Gerçek olan ise hızını inanılmaz derecede artıran fiyat genel seviyesindeki davranış bozukluklarıdır. Öyle ki artık baş döndürücü bir zam yağmuru ve arkasından gelen alım gücü eksilmesi toplumsal yükü oldukça artırmaktadır.

Bugünlerin Türkiyesi’nde, 1970’lerin son çeyreğinde yaşanan aşırı bir enflasyonist ortam ve eriyen reel ücretlerin yansımasını gördüğümüzü belirtmek sanırım yanlış olmaz.

Üç haneye yaklaşan enflasyon oranı, ara mal tedarikinde yaşanan zorluklar, un, şeker ve yağ gibi temel gıda ürünlerinin arzında çalmaya başlayan tehlike çanları ve benzeri örnekler, kontrol edilemeyecek bir sürecin başlangıcının sadece ara göstergeleri olarak karşımıza çıkıyor.

Tüm bu kargaşa içinde kanayan yaraya tuz basan bir karar da Merkez Bankası’ndan geldi birkaç gün önce. Siyasetten bir türlü arındırılamayan faiz kararı, yine olması gerekenin aksine verildi ve indirim yönünde oldu. Aksine, istemesek de enflasyon oranındaki artışın, beklenen enflasyon ve ekonomik büyüme ile kombinasyonunun ortaya çıkardığı fotoğraf bize faiz artırımı veya sabit tutma eğiliminden öte, yükselmesi gerektiğini söylüyordu.

İşte tam bu ekonomik karar bize, ortaya çıkan ürünün tam anlamıyla siyasi faiz oranı olduğunu açıkça belirtmektedir. Her siyasete bağlı akıldışı ekonomik kararda olduğu gibi, yine sonuçta çalkantı ve refahı olumsuz etkileyen faktörlerin bileşenlerini tecrübe etmiş olduk.

Bu çalkantıya artık bir isim koyalım…

Yılbaşından bu yana ABD Doları karşısında %51, son 70 günde ise %36 değer kaybeden ulusal paramızın yarattığı şokun ekonomik teoride açık ve net tanımı tam bir döviz krizidir. Öyle bir kriz ki içinde gübreye iki günde bir yüklü zammın yanında, şeker, yağ, akaryakıt gibi gerekli ürünlerin arzında yaşanan sorunları ve raflarda hemen her gün değişen etiketlerin görünen yüzünü, tecrübe edeceğimiz ve daha uzun yıllar sürecek sorun yumağının birer örneğini barındırmaktadır.

Tüm bunların yanında devletin üretim gücünün piyasalara yansımaması ise sorunları çözümsüz kılan bir etken olarak gözükmektedir. Eksiye düşmüş ve süreklilik arz eden bir Merkez Bankası rezerv yapısı, ucuz emek üzerine kurulmuş, rekabetçi kur sosu ile bezenmiş, fakirleştiren bir ihracat hacmi ile reel büyümenin cılız yapısı bu çözümsüzlüğü bir bakıma kalıcı kılmaktadır.

Düşük faize yapışan yüksek enflasyon ve artan döviz kuru, ithalata göbeğinden bağlı olan üretim yapımızı anlaşılan bu gidişle halka üç haneli bir fiyatlar genel seviyesi artışını, üst sınırı belli olmayan bir döviz kurunu ve reel ücretleri eriten bir süreci tattıracak gibi.

Bir de buna öngörüsüzlüğün ortaya çıkardığı inat ekonomisini eklemek gerekiyor sanırım.

Hukuk yoksa iktisat da yok

Alt-yapı ve üst-yapı ayrımı ile açıklanan toplumsal yapıda, üst yapılar, alt yapılara bağımlıdır. Alt-yapı olarak iktisadi düzen, üst-yapı olarak hukuk sistemini biçimlendirir. Marksist kuram, bu diyalektiğe dayanır.

Devlet yönetimi, hukuk ve iktisat arasındaki bu ilişkinin merkezinde yer alır.

Çağdaş anayasa hukuku ve siyaset bilimi, devletin varlık nedeni olan yasama-yürütme ve yargı erklerinin birbirinden ayrılması kuramı ile özdeşleşir: Kuralı koyan organ, kuralı uygulayan organdan ayrı; uyuşmazlıkları çözen organ olarak yargı ise, her ikisine göre bağımsızdır.

Türkiye yönetimi, alt-yapının belirleyici olduğu görüşünü genellikle doğruladı; ama bunu, kapitalist veya iktisadi liberalizmden çok, vahşi kapitalizm ve bir tür yağma düzeni olarak yaptı. Bunların başında çevre yağması ve kamu ihale yasasını delik-deşik etmek gelmekte.

  • Yalnızca Türkiye halkını soyan değil, Türkiye ülkesini de yağmalayan “beşli çete”, tipik araç.

Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY), anayasa hukuku ve siyaset biliminin yüzyıllara dayanan birikimini bir anda ve çırpıda siliverdi. Kişiliğinde topladığı çoklu devlet yetkilerine parti başkanlığını da ekleyen kişi, özerk ve uzman kuruluşları da, ya hukuku araçşallaştırarak (Üniversite yönetimleri) ya da fiili durum yaratarak (Merkez Bankası) özerk ve uzman kuruluşları da işlemez hale getirdi.

Fiili yetkileri, “konu uzmanı” olduğu iddiası meşrulaştırmaya ilahi inanca dayalı referansı da eklemeyi ihmal etmeksizin. Faiz indiriminde ‘nass referansı’, ilahiyatçılar doğrulamasa da, bunun belirgin göstergesi.

Kısacası, bütün siyasal karar düzeneklerini tasfiye ederek kendisini merkezi konuma yerleştiren kişi,

ülkeyi uçuruma sürüklerken, dinsel referansa sarılarak,
yarım haftada Türkiye halkının yarı yarıya YOKSULLAŞTIRILMASINI neredeyse takdir-i ilahi ile
açıklama densizliğine vardı.

Sonuç olarak, anayasa hukuku ve siyaset bilimi gereklerini ortadan kaldırarak Türkiye Cumhuriyeti’ni tek başına yönetmeye girişen kişi, “kişi-parti-devlet” birleşmesiyle alt-yapı ve üst-yapı ilişkisi bir yana, her ikisini de çökertti.

Kurtuluş Savaşı sonrası, Türkiye tarihinin en büyük ve yaygın yoksulluğuna sürükleyen kişi, halkla dalga geçercesine “ekonomik kurtuluş seferberliği” ilan etti.

Bütün unvanlarını kullansa bile, böyle bir seferberliğin başarı olasılığının bulunmadığını belirtmeye gerek var mı?

İktisadi sefalet, hukukun çökertilmesi sonucu olduğuna göre, öncelikle hukukun inşası ile işe başlamak gerekir. Bunun için öncelikle Anayasa, demokratik hukuk devleti ile bağdaşmayan maddelerden arındırılmalı; hükümet sistemi yeniden öngörülmeli, hükümet hesap verebilir olmalı, görev-yetki-sorumluluk üçlüsünde anayasal denge ve denetim düzenekleri kabul edilmelidir.

  • Türkiye’nin kurtuluşu, bütün yetkileri tek kişide toplamaktan vazgeçip,
    yetkileri farklı kişi, kurul ve kurumlar arasında paylaştırmaktan geçer.
  • Bunun için acilen demokratik hukuk devleti kurumları, kuralları ve değerlerine dönülmelidir.
  • Toplumun ve devletin tarihine ve kazanımlarına ihanetin bedeli, 85 milyon yurttaşa ödettirilemez.

Kurtuluş için, şu halde kesinlikle PBYDBY’nin ilan ettiği sözde seferberlikle değil, tam tersine PBYDBY’yi tasfiye ve demokratik hukuk devleti seferberliğini gerekli kılmaktadır.

Demokratik hukuk devleti, yasama-yürütme-yargı ekseninde erkler ayrılığı çerçevesinde özerk ve uzman kuruluşları da güvence altına alır.

Hukuk güvenliği, hukuk devletinin asgari gereklerinin geçerli olduğu bir anayasal düzende sağlanır.

Şu halde, iktisadi düzen ve güven, ancak hukuk güvenliğinin geçerli olduğu bir siyasal yapı ve toplumsal yaşamda geçerli kılınabilir.

Silah Zoruyla Dayatılan Kalp Para

portresiLütfü Kırayoğlu
ADD Genel Başkan Başdanışmanı
24.11.2021

Silah Zoruyla Dayatılan Kalp Para

Bütün ülke, ekonomide yaratılan büyük çalkantıyı konuşuyor. Yalnızca sonuçlar üzerinden büyük bir tartışma yapılıyor. Hiç kimse sorunun kaynağını sorgulamıyor. Muhalefet, kriz büyürse iktidarı düşürme peşinde. İktidar her zamanki gibi muhalefeti suçluyor. Çok bilir ekonomi “uzmanları” konunun ne denli çetrefilli olduğunu kanıtlayabilmek için en anlaşılmaz sözcükleri özenle seçip halkı “aydınlatma” peşinde. Kur, emisyon, faiz, enflasyon, Merkez Bankası, yıllık hedefler, cari açık vs. sözcükleri arasında vatandaşın bir gözü televizyonların altında hızla dönen rakamlarda, bir gözü de akıllı telefonlarına gelen en son “PİYASA” haberlerinde.

Kırk yılı aşkın süredir yaşantımıza sokulan en sihirli sözcük PİYASALAR

Her şey piyasaları ürkütmemek üzerine kurulmuş. Siyaset, sağlık, güvenlik, eğitim, dış politika, enerji, üretim, işçi ücretleri… Yaşantımızı etkileyen her şey PİYASALARI ürkütmemek üzerine kurulu. Ve elbette ortalıkta dönen bir de “reel sektör” kavramı… Ancak kimse reel sektörün ayağa kaldırılmasıyla ilgili değil. Gerçekte PİYASALAR deyip duranlar bir türlü ağızlarına SANAL SEKTÖR kavramını almıyorlar. Oysa esas düşündükleri SANAL SEKTÖR. Sanal kavramı sözlüklerde şu şekilde açıklanıyor: “GERÇEKTE YERİ OLMAYAN, GERÇEKTE VAR OLMAYAN ANCAK ZİHİNDE TASARLANAN”… Reel ise bunun tam tersi yani yaşamın ta kendisidir.

Bugün yaşadığımız ekonomik gerçeklikten bizi koparıp yaşantımızı karartan olaylar zincirinin en köklü başlangıcı ise yakın tarihimizin iki acı olayıdır ki; her ikisi de halkımıza “DEVRİM” adıyla yutturulmuştur. Bunlardan birincisi ve en korkuncu 1983 ve sonrasında Özal tarafından yapılan düzenlemelerle Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun’nun işlevsizleştirilmesidir ki “artık kimse cebinde yabancı para bulundurduğu için soruşturulmayacak” söylemi ile ulusal paranın dinamitlenmesidir. İkinci büyük olay ise 1996’dan başlayarak Gümrük Birliği Anlaşması koşullarının yürürlüğe girmesidir. (Bir başka olay da 1999’da Uluslararası Tahkimin önünü açan anayasal ve yasal düzenlemelerdir ki, başka bir yazının konusudur.)

Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun’nun “fiilen” yürürlükten kaldırılması ile birlikte dövize, özellikle ABD Dolarına büyük bir hücum başladı. Özal’ın mimarı olduğu 24 Ocak 1980 kararları ile o yıl %95 olarak gerçekleşen enflasyon, 22 yıl boyunca iki haneli rakamların üstünde kaldı. Her köşede açılan döviz büfeleri, bu büfelerin olmadığı yerlerde kuyumcular, hatta seyyar dövizciler aracılığı ile yurttaşlar “güvenli” buldukları yeşil paralara koştular. Aylığını alan soluğu döviz büfesinde alıyor, hiç değilse sigara parasını bedavaya getirdiğini söylüyordu. Sigara parası bedavaya geliyordu ancak bir ay sonra alınan aylıktaki gerçek azalma ile giderek yoksullaşıyor, enflasyon azıyor, Türk lirası hızla eriyordu. Yani, Gresham Yasası hükmünü yürütüyor “kötü para iyi parayı kovuyordu”. Dolar piyasadan Türk Lirasını kovuyordu. Evet Türk lirasını Türk piyasasından kovan para kötü para idi. Dünyanın en kötü, en çirkin parası…

Ekonomisini dengede tutmaya çabalayan bütün ülkelerin piyasaya sürdükleri paranın karşılığı Altın, döviz ya da başka kıymetler olarak vardır. ABD hariç… Bu kurala uymayan ülkelere dünya finans sitemi üzerinden baskı yapan ABD, kendisi bu kurala uymaz. Onların parasının karşılığı yoktur. Bu karşılığı merak edenlere silah gösterirler. Bu nedenle de dünyada en “geçerli” para birimidir. Arkasında ABD’nin silah gücü vardır. Üstelik bu haydut devletin gösterdiği silah o denli uzak da değildir. Ülkemizdeki ABD üsleri bir yana, salt ülkemizi çevreleyen yakın komşularımızda son günlerde sayısı anormal artan ABD üslerine ek olarak Akdeniz’den Umman denizine, Japon denizinden Pasifik okyanusuna dek dünyanın her yerinden namlularını göstermektedir. ABD Doları yalnızca ABD ile ikinci ülkelerin arasındaki ticaretin değişim aracı değil, ABD dışındaki iki ülke arasındaki ticaretin de değişim aracıdır. Bu kuralın dışına çıkmaya çalışan ülkelerin başına neler geldiğini çok yakın tarihten biliyoruz. Irak’ta Saddam Hüseyin, Libya’da Muammer Kaddafi bu nedenle devrilmiş, İran düşmanlığı bu nedenle bir türlü sönümlenmemektedir.

ABD derin devleti, ülkesindeki yatırımcılara “sermayenizin gittiği her yerde ABD namlusu arkanızdadır” mesajını açıkça iletmektedir.

Ülkemizde de ABD patentli “bizim oğlanların” 12 Eylül 1980 darbesinin ardından gelen Turgut Özal, ABD’den aldığı güç ve cesaretle Türk Parasını Koruma Yasasını yok ederek dünyanın en sahte parasını ülkemizde egemen kılmıştır. Ülkede muhalefetin ezildiği, yüzbinlerce insanın hapse atılıp yargılandığı, işkence tezgahlarında kaybedildiği, 50 kişinin idam edildiği, yüzbinlerce kişinin fişlenerek işten atıldığı bir baskı ortamından hemen sonra ABD kalp parası ülkemize egemen olmuştur. Yani Türk parası, ABD namluları ile ABD Dolarına teslim edilmiştir.

İşte bu politikaların sonucu olarak Türk Parasının değersizleştirilmesi sonucu halkımız olayın gerçek nedenini bilemeden dünyanın en kötü, en kalp parasına sahip olmak için şehvetle bu paraya saldırmakta, saldırdıkça, kendi parası değersizleşmekte dolayısıyla reel (AS: gerçek) ücreti gerilemektedir. Buna karşın, “Ekonomik Kurtuluş Savaşı” verdiğini söyleyenler kamu ihalelerinde, köprü, otoyol geçişlerinde ABD Dolarını geçerli para saymaktadırlar. Gerçek değeri birkaç kuruşu geçmeyen yeşil renkli kağıt parçası, her gün Türk parasını kaçıp kurtulunması gereken “değersiz” bir kağıt parçası durumuna getirmektedir.

Bugünkü krizin ikinci önemli nedeni ise Avrupa Birliğine girme rüyası ile Gümrük Birliği anlaşmasına girilip, gümrük duvarlarının sıfırlanması, tüm dünyanın hurda makinalarından, ıvır zıvıra, oyuncaklara dek her şeyin ithal edilerek yerli üreticinin yok edilmesidir. Her köşede açılan “milyoncu” mağazalar, lüks alışveriş merkezlerindeki ışıltılı dükkanlar, zincir marketlerin raflarındaki baş döndürücü yabancı ürünler “yerli ve milli” politikalarının laftan ibaret olduğunun kanıtıdır.

FETÖ’cülükten mahkum olup hapse giren Altan biraderler yıllarca TV kanallarında “Türk köylüsü tembel” söylemleri ile “üretmeyelim satın alalım” sözleriyle ile üretimi baltalamış, sonuçta Çikita muz ile başlayan tarımsal ürün dışalımı (ithalatı), “ürüne değil tapuya destek” politikaları ile buğday tarlaları boş kalmış, bırakın buğdayı samana bile muhtaç duruma düşen Türk halkı, şimdi zincir marketlerden kota ile alışveriş yapar duruma gelmiştir.

Yakın tarihimizde yaşadığımız bu acı olayları yaşadığımız ekonomik bunalımın (krizin) toz duman ortamında unutuyoruz. Bu ortamı hazırlayanlarla hesaplaşmadıkça, Türk Parasını Türk ülkesinde egemen kılmadıkça değişecek bir şey yoktur. Döviz fiyatlarını gösteren ışıklı levhalara bakmaktan vazgeçip bu hesaplaşmayı yapmalıyız.

Gün helalleşme değil, hesap sorma günüdür.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 24 Kasım 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ÇARŞAMBA İĞNELERİ

  • Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık yolunda yürüyen gençlerin yetişmesinde emeği geçen tüm öğretmenlerimizin gününü kutluyor saygı ve sevgiler sunuyorum.

YALAN

A Haber sosyal medya hesabından Vahdettin videosu yayınladı. “Bir devir onunla kapandı… Vahdettin Han 99 yıl önce sürgün edilmişti

Hainden kahraman yaratmak için çok yalan gerekir…

İŞSİZ

TÜİK‘e göre her 100 kişiden 22’si işsiz.

TÜİK‘e göre böyleyse gerçek durum berbat…

YARGIMIZ

Çamlıca Kulesi’nden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konutunun fotoğraflarını çektikleri iddiasıyla gözaltına alınan ve ardından tutuklanan İsrailli çift serbest bırakıldı. Çift, özel bir jetle Türkiye’den ayrılırken İsrail yönetimi Erdoğan’a teşekkür etti.

Bağımsız yargımız bırakmış!..

KARŞILAŞTIRMA

AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan, ‘Doların değeri ile ilgili Japonya bir mukayese yapıyor mu? ‘Nasıl başarısız bir ekonomiyiz’ diyerek kendi ekonomilerini değerlendiriyor mu?’ dedi.

Dam üstünde saksağan…

ANLAMADI

“Faiz sebep enflasyon sonuçtur” savı ile ekonomi kitabı yazan RTE “Anlayan anlar, anlamayan anlamaz” diyerek faizi düşürdükçe dolar fırlıyor. Ülke fakirleşiyor, borçlanıyor.

Anlamadı gitti…

OKUMA

Faiz indi. Dolar bindi. Akaryakıt fırladı. Elektrik göz kırpıyor..
Ekonomi kitabından kafamızı kaldıramaz olduk…

YANGIN

CHP grubunun verdiği “Orman yangınlarının sebepleri ve ihmalleri araştırılsın” önergesi AKP ve MHP’nin oyları ile reddedildi.

Neden gocunurlar?…

SON

Bülent Arınç AKP için, “Üzgünüm ve kırgınım. Sonu böyle olmamalıydı”

Son yakından ve net görülüyor…

UÇAK

AKP milletvekili Öznur Çalık, 20 yıl önce havada kuşlar ile böceklerin uçtuğunu şimdi ise THY’nın olduğunu söyledi.

AKP’den önce uçakları kağnılar çekerdi…

ÇARK

Partisinin tarihteki hataları ile helalleşeceğini söyleyen Kılıçdaroğlu, tepkiler üzerine çark edip CHP ile ilgisi olmayan mağduriyetlere yöneldi.

AKP güncel hatalarını bile kabul etmezken, başkalarının hatalarını sahiplenen muhalefet lideri !..

SAVAŞ

RTE, “Ülkemizi bu ekonomik kurtuluş savaşından da zaferle çıkartacağız. Yüksek faiz-düşük kur kısır döngüsü yerine yatırım, üretim, istihdam, ihracat odaklı ekonomi politikamızla ülkemiz için en doğru olanı yapmakta kararlıyız.” dedi.

Yatırım yerine “yatıra yalvarın”, üretim yerine “yandaştan zengin çıkarın”, istihdamda  “bizden olanları işe alın”, ihracatta “ithalata dayanın” politikası tıkır tıkır işliyor…

TALKIN

AKP Elazığ Milletvekili Zülfü Demirbağ, “Ekonomik sıkıntı çekebiliriz. Normal şartlarda bir kilo et yiyorsak yarım kilo yeriz. Domatesi iki kilo yerine iki tane alırız. Kış günü turfanda sebzeleri kullanmak zaten sağlığa da çok faydalı değil.” dedi.

Deveyi havutuyla götürenlerin talkın politikası…

DOĞRU

Bahçeli, “Hükümetin izlediği ekonomi politikası doğrudur”.

Politika parayı tutamayınca, paraya tutunma politikasına geçildi…
*****

ÖMER HAYYAM’DAN

Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim,
Ceyhun nehri kanlı gözyaşımızdır bizim,
Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler,
Cennetse gün ettiğimiz günlerdir bizim…

BAŞÖĞRETMEN

Dr. Ceyhun BALCI

BAŞÖĞRETMEN

Her yılın 24 Kasım günü kutladığımız Öğretmenler Günü de Ata’dan bize sayısız armağandan birisidir.

Atatürk, BAŞÖĞRETMEN sıfatını sonuna dek hak etmiştir. Simgesel bir yakıştırma olmaktan çok eylemli bir etkinliğin ürünüdür O’nun başöğretmenliği.

Kurtuluş Savaşı’nın sonucunun kestirilemediği, Kütahya-Eskişehir Savaşları sırasında Atatürk’ün maarif kongresini toplama ileri görüşlülüğü sergilediği bilinir. O sırada kendisine “çılgınlık” yakıştırması yapılmış olması da hiç birimizi şaşırtmaz. Sayamayacağımız kadar çok çılgınlıklarından yalnızca birisidir.

Yazı Devrimi’ni kara tahtanın başına geçerek başlatandır! Böylece millete öğretmenlik yaparak öğretmenleri yüreklendirmiştir, özendirmiştir.

Geometri kitabını yazarak o zamana dek dilimizin bile zor döndüğü Osmanlıca terimleri Türkçeleştirendir. Böylece anlamayı, anlaşılmayı kolaylaştırırken dilde özleşmenin yolunu açandır.

Yurttaşlık Bilgisi kitabını yazarak da her şeyin üzerinde değer verdiği milletine birey, yurttaş olmanın anlamını ve önemini kavratandır.

Başöğretmenliği yeri geldiğinde bir lisede ya da fakültede derse bir öğrenci gibi katılmasına engel olmamıştır.

Yükselmenin, ileri gitmenin ve çağdaş uygarlığı yakalamanın olduğu gibi alıp uygulamaktan çok özümsemekten ve eğitim, öğretimden geçtiğini en iyi bilendir.

Ölümüne sayılı dakikalar kalmışken “dilim, dilim ah efendim!” diye sayıkladığı söylenir.

En değerli kültürel varlığımız olan Türkçe’yi ölüme giderken bile sayıklaması hiç şaşırtıcı değildir yaşamı ve yaptıkları irdelendiğinde.

Başöğretmene saygıyla!

Elleri öpülesi öğretmenlerimizin günü kutlu olsun!
****

https://cumhuriyetciyorum.wordpress.com/2021/11/23/basogretmen-2/?fbclid=IwAR2E4VgFHE7b_3O6h7b7dPOxCS0lZVMuPxflW83plqRZMhsCgCIHe_U-dQw

Halil Çivi şiiri : UZLAŞIN BEYLER

ŞİİR KÖŞESİ..

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

 

 

UZLAŞIN BEYLER
(Dost acı söyler)

Siyaset ırmağı kirli akıyor,
Uzlaşın, anlaşın, dost olun beyler.
Siyasetin dili ocak yıkıyor,
Uzlaşın, anlaşın, dost olun beyler.
Xxx
Toplumdaki birlik bağı çürüdü,
Millet kutuplaştı, vicdan kurudu,
Barış hayal oldu, ahlak eridi,
Uzlaşın, anlaşın, dost olun beyler.
Xxx
Siyasetin terazisi bozuldu,
Ulus birliğinin bağı çözüldü,
Enflasyon şahlandı, yoksul ezildi,
Uzlaşın anlaşın, dost olun beyler.
Xxx
Devletin dinine adalet derler,
Adalet ahlakla kardeş olurlar,
Adaleti liyakatta bulurlar,
Uzlaşın, anlaşın, dost olun beyler.
Xxx
Irkçılık, dincilik halkı terk etsin,
Ayrımcılık bizden uzağa gitsin,
Birliğin, dirliğin mayası tutsun,
Uzlaşın, anlaşın, dost olun beyler.
Xxx
Korku kültürünün kökü kurusun,
Cebir, şiddet bir mum gibi erisin,
Her gönülü barış, sevgi bürüsün,
Uzlaşın anlaşın dost olun beyler.
Xxx
Herkes eteğinin taşını atsın,
Kin ve nefret ülkemizi terk etsin,
Adalet borusu her işte ötsün,
Uzlaşın, anlaşın, dost olun beyler.
Xxx
Din ve vicdan özgürlüğü yerleşsin,
Millet özgür olsun, sesi gürleşsin,
Herkes laik anlayışta birleşsin,
Uzlaşın, anlaşın, dost olun beyler.
Xxx
Çağdaş demokrasi koşulsuz gelsin,
Siyaset milletin emrinde olsun,
Hak, hukuk, adalet yerini bulsun,
Uzlaşın, anlaşın, dost olun beyler.
Xxx
Fabrikalar artsın, çarkları dönsün,
İşsizin, yoksulun acısı dinsin,
Mutfaktaki yangın acilen sönsün,
Uzlaşın, anlaşın, dost olun beyler.
Xxx
Ortak sorunları öne alalım,
Ortak akıl ile çare bulalım,
Ortak çaba ile hizmet sunalım,
Uzlaşın, anlaşın dost olun beyler.
Xxx
Bir olalım, tek hedefe koşalım,
Çok çalışıp, üreterek coşalım,
Her sorunu uzlaşarak aşalım,
Uzlaşın anlaşın dost olun beyler.
Xxx
Ayrıştıran eğitimden kaçalım,
Akılla, bilimle ışık saçalım,
Helal kazanç ile yiyip içelim,
Uzlaşın, anlaşın, dost olun beyler.
Xxx
Yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar bitsin,
Güven bunalımı defolsun gitsin,
Medya ayrıştıran dili terk etsin,
Uzlaşın, anlaşın, dost olun beyler.
Xxx
İç ve dış sorunlar doruğa vardı,
Gençliğin gelecek ufku karardı,
Halil Çivi sizi dostça uyardı,
Uzlaşın anlaşın dost olun beyler.
Sakın unutmayın, dost acı söyler.
X xx

Prof. Dr. Halil Çivi
19 Kasım 2021
Çiğli / İZMİR

Ekonominin kitabı ve sonuç

Alev CoşkunAlev Coşkun
21 Kasım 2021, Cumhuriyet
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Son haftanın en önemli konusu kuşkusuz doların yükselişi ve Türkiye ekonomisidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Biz bu noktada ekonominin kitabını yazdık” diyor.

Ancak yurtdışı ve yurtiçindeki yansız ekonomistler, Türkiye’de yazılan ekonomi kitabının parlak olmadığı noktasında birleşmiş bulunuyorlar. 2020’nin son aylarından bugüne kadar yazdığımız Pazar Yazıları’nın önemli bir bölümü ekonomi ile ilgilidir… “Politika, Ekonomi ve Duvara Toslama” (26.11.2020), “128 Milyar Dolar Nerede?” (25.4.2021), “Erdoğan Artık Gündemi Belirleyemiyor” (25.7.2021), “Ekonomi Sarsıntıda” (26.9.2021), “Yönetemeyen Demokrasi” (17.10.2021)… Bu yazılarda ekonominin kötüye doğru yol aldığı belirtiliyordu.

Erdoğan, ekonomi ile ilgili görüşünü her platformda, her toplantıda açıklıyor. “Faizle ve faiz artırımı ile mücadeleye devam edeceğiz. Faiz sebep, enflasyon neticedir” diyor. Her ortamda yapılan bu konuşmalardan sonra Merkez Bankası’nın (MB) farklı bir karar vermesi beklenemezdi. Nitekim MB Para Politikası Kurulu geçen hafta faiz oranını %15’e indirdi… O noktadan sonra zaten hassas ve kırılgan olan ekonomi kendisini Doların yükselişiyle gösterdi.

1 Kasım 2021’de 9.5 TL olan Dolar 17 günde 11 TL’yi geçti. Bunun anlamı, Dolar iki haftada 1.5 TL arttı, buna karşı TL de iki haftada %15’ten fazla değer kaybetti. Böyle bir durum, 15 günde bu derece yüksek değer kaybı daha önce Türk ekonomi tarihinde görülmemiştir. Yukarıdaki çok basit ancak anlamlı tablo, son üç yılda Dolar ve altının seyrini göstermektedir. Çok çarpıcı olan bu tablo, 2018 yılında cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş ve Erdoğan’ ın Cumhurbaşkanı olduğundan bugüne Doların değeri yüzde yüz (%100) ve altının değeri yüzde iki yüz (%200) artmış bulunuyor… Sonuçta TL’nin değeri de o oranda azalmış bulunuyor…

Bu tablonun ekonomik ve politik değerlendirmesi ve karşı karşıya olduğumuz durum şöyledir:

1. Değeri düşmüş olan Türk lirası,
2. Değeri yükselmiş olan dolar ve altın,
3. Bunun sonucunda yüksek enflasyon düzeyi (%49),
4. Bağımsızlığını kaybeden Merkez Bankası,
5. Dünya ekonomi ve mali piyasalarında itibarı tartışılan Türkiye ekonomisi,
6. Giderek yoksullaşan halk ve giderek artan hayat pahalılığı…

En çarpıcı sonuç şudur: Halkın satın alma gücü düştü, gelir dağılımı adaleti bozuldu. 

Bu genel ekonomik tablonun bir de borç bölümü var. Dövizle borçlu olan özel sektör, borçları ödeyemeyecek duruma gelmiş bulunuyor. Öte yandan yap işlet devret modeline göre (köprüler, yollar, şehir hastaneleri gibi…) dolar üzerinden iş yapan müteahhitler, kur artıkça zenginleşiyorlar.

İktidarın gerekçeleri

AKP iktidarı, MB faiz indirimi nedeniyle döviz, enflasyon yükselmesini göremiyor mu? Neden bu derece inatla bu ekonomi politikalarını uyguluyor? Bu konuda AKP’nin ileriye sürdüğü politik gerekçeler şöyle özetlenmektedir:

1. Merkez Bankası’nın döviz rezervleri en alt düzeye inmiş bulunuyor. Doların değerini artırarak ihracatı özendirip ve artırıp rezervlerde bir denge sağlanmak isteniyor. Bu nedenle doların yükselmesini doğru buluyorlar…

Buna karşı yanıt şöyle: Türk sanayi ihracatı ithalata dayalıdır. Bu nedenle rezerv dengesinde büyük bir değişim olmaz… (AS: 100 $ dışsatım için 70-80 $ dışalım girdi gerek!)

2. İktidar ayrıca ekonominin kötüye gittiği konusunu bir algı operasyonu olarak değerlendiriyor. Bu algı operasyonunun arkasında dış kaynaklar ve muhalefet vardır diyorlar ve ısrarla bu psikolojik eşik aşılacaktır savunmasını yapıyorlar.

Ancak Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan, geçen hafta yaptığı konuşmada, ekonominin “enflasyon, döviz, faiz sorunları” içinde bulunduğunu kabul etti.

Yurtiçi ve yurtdışındaki uzman maliyeci ve ekonomistler, AKP’nin “düşük politika faizi” ve genel ekonomi politikalarının TL’yi dolara karşı savunmasız bıraktığını ileriye sürüyorlar.

Döviz yükselmesinin yanında bir de dış borç sorunu var… 2002 yılında 129.6 milyar $ olan Türkiye’nin brüt dış borcu bugün 448 milyar doları aşmış bulunuyor. Buna ek olarak özel sektöre ait ve Hazine garantisine sahip milyarlarca dolarlık dış borç da ekonomi için ciddi bir risk oluşturuyor. Türkiye’nin kısa vadede ödeyeceği dış borcun 176 milyar $ dolayında olduğu belirtiliyor. Kısa dönemde AKP iktidarının bu parayı bulması gerekiyor.

Ne olacak?

Bu ekonomik durum, yüksek enflasyon, pahalılık, özellikle orta gelirli vatandaş için zorluklar yaratmaktadır. Ayrıca yüksek işsizlik vardır. Yazımızın başında Erdoğan’ın “Biz bu noktada ekonominin kitabını yazdık” dediğini belirtmiştik. Yazılan bu kitabın sonuç kısmı öyle anlaşılıyor ki AKP için hiç de olumlu bitmeyecek. AKP için iktidardan gidiş yolu kaygan bir zemin olarak artık kesin olarak açılmıştır.
====================================
Dostlar,

Milli Piyango E. Demirören’e satıldığından beri Ziraat Bankasına 700 milyon $ borcunu Milli Piyango bileti vererek ödüyor, yani kağıt satarak! Ziraat Bankası krediyi tahsil edemediği için soyuluyor. Görev zararı vergilerle kapatılıyor. Cebimizden bu Holdinge kaynak akıyor. Bu ranta iktidar ortak, siyaset ahlaksızca finanse ediliyor.

“Ben ekonomistim” diyen ve tüm yetkileri kendinde toplayan Erdoğan’ın ülkemizi sürüklediği batak. Ya zerrece işten anlamayan zeka fukaraları ya da vatana ihanet.. 3. seçenek yok!
  • Uyan Türk Ulusu derin uykulardan uyan!
RT Erdoğan düşük faiz için,
  • Bu politika ile biz ne yaptığımızı, niçin yaptığımızı, nasıl yaptığımızı hangi risklerle karşı karşıya bulunduğumuzu, sonunda ne elde edeceğimizi gayet iyi biliyoruz.. süreç ‘ekonomik kurtuluş savaşı.’ ” dedi.

Doğru; Türkiye’yi kasten batırırken halka masal!

  • 1,5 Tr TL kestirilen 2022 bütçe gelirinin 240 milyarı, yani 6’da 1’i faiz!
  • Bu faiz oranı geçen yıl 1/7, önceki yıl 1/8 idi.
  • RTE = AKP nereye sürüklüyor Türkiye’yi?
  • İzlenen politika kurgudur ve hedefi Türkiye’yi İFLAS ETTİRMEKTİR!
  • Buna asla izin verilmemelidir.
  • Türkiye ayağa kalk!

Sevgi ve saygı ile. 24 Kasım 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik