Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Dr. Saltık : Salgının bittiğini söyleyemeyiz!

Uzmanlardan Fahrettin Koca’nın ‘normale dönüyoruz’ açıklamalarına tepki

Pandemide 5. dalgayı yaşadığımızı söyleyen Prof. Dr. Ceyhan, “Vaka sayıları gerçeği yansıtmıyor” derken Prof. Dr. Saltık ise “Salgının bittiğini söyleyemeyiz” ifadelerini kullandı.

Pandemide 5. dalgayı yaşadığımızı söyleyen Prof. Dr. Ceyhan, “Vaka sayıları gerçeği yansıtmıyor” derken Prof. Dr. Saltık ise “Salgının bittiğini söyleyemeyiz” ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet, Kader Çukay,18.04.2022
https://www.cumhuriyet.com.tr/amp/turkiye/uzmanlardan-fahrettin-kocanin-normale-donuyoruz-aciklamalarina-tepki-1926836 (sayfa 3)

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, önceki gün sosyal medya hesabından,

  • Gözümüz aydın. 5 binin altını gördük. Yeni vaka sayısı 4425

açıklamasını yapmıştı. Koca daha önce de “Fahrettin Koca’yı tanımadığımız günlere dönüyoruz. Bugünkü vaka sayısı 5609” açıklamasıyla tepki çekmişti. Koca’nın açıklamalarıyla salgın bitti izlenimi vermesine tepki gösteren uzmanlar, “AKP iktidarı ve Sağlık Bakanlığı halkın sağlığıyla kumar oynuyor” dedi.

“KADERE KISMETE KALDI”

Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, yeni varyantlarla birlikte vaka sayısının artacağını belirterek, “Salgın kadere kısmete kaldı. Yeni varyantlar çıkmaya devam ediyor. Her ülke araştırma yapıyor ancak Türkiye yapmıyor. Bu nedenle ülkemizde hangi varyantlar var bilmiyoruz” dedi.

Ceyhan, Türkiye’nin şu an 5. dalgayı yaşadığını söyleyerek,

  • “Salgın düz bir çizgi gibi ilerlemiyor. Vakaların durağanlaştığı dönem oluyor ancak arkasından artış dönemi yaşanıyor. Türkiye’de açıklanan vaka sayıları gerçeği yansıtmıyor. Test yapma kriterleri zorlaştırıldı. Eski kritlerdeki gibi test yapılsa bunun 5-10 katı vaka sayısı çıkar”

diye konuştu. Fahrettin Koca’nın salgın bitiyor yönünde yaptığı açıklamalara tepki gösteren Ceyhan,

  • “Devlet, salgın uzmanı olmadığı için salgın yokmuş gibi ekonomi, sosyal hayat, turizm canlansın diyor. Turizm ve ekonomi canlansın demek yanlış. İnsanlar tedirgin olduğu için canlanamıyor. Vatandaşlar da bu vakaların doğruyu yansıtmadığını biliyor”

ifadelerini kullandı.

“PANDEMİ BİTMEDİ”

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık da

  • ‘Dünya genelinde salgının bittiğini söyleyemeyiz” diyerek
  • “Salgının görünümünde çok önemli değişiklikler var.
  • DSÖ de yeni varyantları ‘endişe verici’ olarak tanımladı.
  • BA.4 ve BA.5 endişe verici varyant listesine eklendi.
  • Salgın nerede hızlı çoğalıyorsa, yeni varyantların ortaya çıkması daha kolay hale geliyor” ifadelerini kullandı.
  • Saltık, DSÖ’nün “Pandemi henüz kesinlikle bitmedi” açıklamasını anımsatarak
  • “Sağlık Bakanlığı mevsimden medet umarak, aşıyı da bitirerek salgına harcama yapmak istemiyor.

AKP iktidarı ve Sağlık Bakanlığı kumar oynuyor. Halkın sağlığıyla oynuyor” dedi.


================================

Dostlar,

14 Nisan 2022 günü 2 tweet iletimiz : @profsaltik  ·

  • Dünya Sağlık Örgütü: “Pandemi kesinlikle henüz bitmedi!” BA.4 ve BA.5 “endişe veren varyant” listesine eklendi. Yeni alt varyantlar birkaç ay arayla oluşuyor. Daha tehlikeli olup olmayacakları salt şansa bağlı. Yeni varyantlara yeni aşı gerek. Bakan Koca, koca koca laflar etmesin!!
  • Şangay’da dün, bulgu veren 2573, vermeyen 25146 kovit-19 olgusu yakalandı. Çok sıkı önlem-tarama ile bile oran 1/10. Türkiye’de bu oran kaç acaba? Hamdolsun, ne varsa o mu? Bakan Koca/AKP çok ağır vebal alıyor. Masum kurbanlar geri gelmiyor, iyileşenler de bedel ödüyor, ödeyecek!

    Tarihe not düşmüş ve iktidarı, halkımızı aydın namusu ile bir kez daha uyarmış olalım..

    Sevgi ve saygı ile. 18 Nisan 2022, Ankara
    (Güncelleme : 19.04.22, 01:58)

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
    ​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
    www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

 

İNSAN BEĞENDİĞİNİ Mİ SEÇMELİ YOKSA SEÇTİĞİNİ Mİ BEĞENMELİ? HANGİSİ DOĞRU?

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

1- İnsan Yaşamında Seçim Yapmak Kaçınılmazdır.

İnsan yaşamı hep seçim yapmakla geçer. Okul, öğretmen, arkadaş, eş, yemek, meslek, iş, işyeri seçimlerinden başlanarak, konut, araba, kent, giysi, mahalle, apartman komşusu… oradan da doktor, avukat, ideoloji, siyasal parti … daha sonra da pazar ya da markette sebze meyve… seçimine dek uzanan bir seçim yapma zorunluluğu ile karşı karşıya kalırız. Bu döngü kesintisiz sürer. İnsan yaşamı hep seçim yapma üzerine kurgulanmıştır. Seçme özgürlüğünüz ne denli çok ise seçebilme özgürlüğünüz de o denli çok olacaktır

2- Kimi Konularda Seçme Şansı Yoktur.

İnsan her konuda seçim yapamaz. Yaşadığımız aile ve toplumda seçemediklerimiz de vardır. Örneğin anne ve babamızı, cinsiyetimizi, derimizin, gözlerimizin, saçlarınızın rengini, boyumuzun uzunluk ya da kısalığını, doğduğumuz ailenin varsıl ya da yoksul olmasını, doğduğumuz ülkeyi, ırkımız ya da soyumuzu, ana dilimizi, dinimizi, mezhebimizi, hatta üyesi olduğumuz toplumun değerler sistemi olarak görenek – gelenek ve törelerini… doğarken hazır buluruz. Bu vb. doğarken hazır bulduğumuz konularda, kimi küçük ayrıklar (istisnalar) hariç (dışında), seçme şansımız olmaz. Seçme şansı olmayan bu tip konular nedeniyle insanlar eleştirilemez. Örneğin hiç kimse neden zencisin, neden Kürtsün ,neden kısa boylusun, neden Yahudisin, neden esmersin ya da neden Sünni ya da Alevisin diye dışlanamaz ve kınanamaz.

3- Herkesin Seçme Olanakları Eşit Değildir.

Toplumlarda genel olarak, servet, gelir, eğitim ve fırsat eşitlikleri yoktur. Seçme işlemine başvurabilmede bir başka konu da sahip olduğumuz mesleksel, ekonomik, toplumsal, ekinsel (kültürel), sanatsal ve siyasal … olanaklarla ilgilidir. Söz konusu seçme olanakları ve seçebilme özgürlükleri ne denli çoksa, seçebilme şansı da bir o denli çok olacaktır. Örneğin konut alacak paranız yoksa o konuda bir seçim yapamazsınız. Aynı biçimde eğer bir ülkede tek parti yönetimi varsa, başka siyasal partiye oy verme şansınız yoktur. Tiyatrosu olmayan ülkede tiyatro izlenmez!

4- Doğru Seçim Nasıl Yapılabilir.

Her seçim ya da karar, üzerinde uzun uzun düşünmeyi gerektirmez. Yemek seçmek, gideceği yere götürecek ulaşım aracına karar vermek, pazarda sebze, meyve almak, sergi gezmek… vb.  konularda daha önceki deneyimlerimiz ya da daha deneyimli arkadaşların önerileri bize yeterli olabilir. Ancak bu yazının başlığını oluşturan ana konu şudur:

  • İnsan beğendiğini mi seçmeli, yoksa seçtiğini mi beğenmeli?

a- Beğendiğini Seçmek

Beğenme daha çok psikolojik ve estetiğe, dış görünüşe, fiziksel konuma dayalı ve daha çok da duygusal bir yaklaşıma dini ya da siyasi ön yargılara dayalı olarak ortaya çıkar. Bu nedenle aldanma ve yanlış karar verme, parasını ya da zamanını boşa harcama hatta toplumsal geleceğini riske atma sakıncası taşıyabilir. Örneğin, dış görünüşünü, mutfağını, mekân genişliği, coğrafi konumunu çok beğenerek aldığınız bir ev kötü ve eksik malzemeyle ve depreme dayanıksız olarak yapılmış olabilir. Aynı şekilde modelini ve dış görünüşünü çok beğendiğiniz bir ikinci el otunun motoru çok eskimiş, daha önce yaşanmış kazalar nedeniyle iskeleti gönyesini kaybetme olasılığı vardır.. Ya da demagojilerle, gerçekleri tersyüs ederek halkı peşinde sürükleme başarısı(!) gösteren bir siyasi lider sizin kendi dünya görüşünüze aykırı oy kullanmanıza neden olabilir.

b- Seçtiğini Beğenmek

Bilimsel olarak doğru olanı önce doğru seçim yapmak, belli ölçütler (ussal, bilimsel, teknik, ekonomik, ticari, hukuksal, ahlaksal ölçütler) açısından araştırmalar yapmak; yanlış ve hatalı olanları ayıklamak, sonra kendi koşullarına en uygun olana karar vermek gerekir. Örneğin eğer ev alacaksa, fiziksel özellikler yanında deprem güvenilirliğini araştırmak. İkinci el otomobil alacaksa araç için güvenilir bir teknik rapor istemek. Siyasal olarak oy kullanacaksa oy vereceği partinin salt önderini değil, ideolojisini ve nasıl yönetildiğini iyi araştırmak gereklidir. Seçiğini beğenen insan nesnel (objektif) ve bilimsel ölçülere göre hem elediklerini niçin elediğini ve hem de seçtiğini neden tercih ettiğini doğru bilen insandır. Doğru Seçim yapabilmek doğruyu seçebilme yetisine sahip olmakla olanaklıdır.

Sonuç olarak : Yalnızca fiziksel beğenilere, duygusal bağlara ve aldatıcı akıl ve gönül çelen söz ve vaatlere dayalı seçimler yapmak doğru değildir. Ekonomik, ticari, mesleksel…. ya da siyasal kararların mutlaka akılcı ve bilimsel temele dayanması gerekir. Doğal olarak en ideal durum da, fiziksel ve duygusal olarak beğendiklerinizle belli objektif (nesnel) ölçütler koyarak seçtiklerinizin aynı nesnelerde ya da kişilerde birleşmesi, birbirine denk gelmesidir.

Yaşam boyu beğendiklerinizle seçtiklerinizin hep aynı isabeti göstermesi dileğiyle.
=========

  • Oruç sahurdan akşama , ahlak ve vicdan beşikten mezara kadardır. Ahlak ve vicdanla taçlanmayan bedensel orucun kimseye yararı olmaz. / Halil Çivi 

Karanlıktan gelen saldırılar

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
Cumhuriyet, 18 Nisan 2022

 

Bu köşede ilk defa, şahsıma yönelik gerçekleşen bazı saldırılara yanıt vermek zorunda kalıyorum.

Aydınlık gazetesinde “Medyanın Halleri” sayfasını düzenleyen Beyhan Korkman, Cumhuriyet gazetesindeki yazılarımın içeriğini propaganda taktikleriyle çarpıtarak, medya etiğini yerle bir ederek aylardır, hem şahsıma hem de şahsım üzerinden Cumhuriyet gazetesine yönelik karalama kampanyası yürütüyor.

Kendisi, 28 Şubat 2022 tarihinde yayımlanan “SSCBLenin ve Putin” başlıklı yazıma şöyle bir başlık attı: “Amerikancı muhalefet ile sözde hükümete yakın yazarlar aynı cephede! Cumhuriyet yazarı Rusya’yı suçladı.”

Bu başlığa dayanak olarak, Rusya’nın askeri operasyonunun uluslararası hukuka aykırı olduğunu ifade ettiğim cümleyi alıntıladı, yazının kalanını ise sansürledi!

Çünkü yazının başka kısımlarını alıntılamış olsaydı, yazımla ilgili öyle bir başlık atamayacaktı!

Sansürlenen kısım şuydu:

“Öte yanda, ABD’nin ve NATO’nun, Rusya’nın güvenlik endişelerini yok sayarak Ukrayna’yı NATO’ya üye yapmaya çalışması, Rusya’yı Karadeniz’de, Akdeniz’de ve Ortadoğu’da kuşatmak amacıyla Suriye’de ve Ukrayna’da iç savaşları ve iç çatışmaları teşvik etmesi, Rusya’ya karşı provokatif ve yayılmacı stratejiler izlemesi de gerçeğin diğer yüzüdür. Ayrıca, dünyada uluslararası hukuku sadece Rusya’nın değil, ABD’nin de ihlal ettiği yine gerçeğin bir başka parçasıdır. ABD’nin daha önce Irak’ı işgal etmesi ve yüz binlerce insanın ölümüne yol açması ve daha sonra Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Suriye’deki resmi yönetimi devirme planı da uluslararası hukuka aykırıdır.”

Uyguladığı taktik, yazının içeriğine ve bütününe göre bir yorum yapmak yerine, önce kişiyi damgalamak, arkasından da cımbızlama yöntemiyle yazıdan bir alıntı yapmak.
***
Kendisi, 11 Nisan 2022 tarihinde yayımlanan Laiklik cephesi başlıklı yazım için de şöyle bir başlık attı: “Cumhuriyet yazarından laiklik maskeli PKK ile ittifak önerisi!”

Yazımda, laiklik konusunda kurumsal duyarlılıkları olan CHP, İYİ Parti, HDP, MP, DP, DSP, TİP, Sol Parti, TKP, TKH, EMEP gibi partilerin toplam oyunun yaklaşık %54 olduğunu ve bu oyun AKP-MHP hükümetinin sona ermesi için yeterli olduğunu belirtmiştim.

Ancak burada da yazımdaki, “CHP’nin ve İYİ Parti’nin kuracağı ittifaka, söz konusu diğer siyasi partilerin dışarıdan ve sandıkta destek vermesi durumunda, Türkiye AKP diktatörlüğünden kurtulacağı gibi, anayasadaki laiklik ilkesi de korunmuş olacaktır” cümlesini sansürledi!

Çünkü o cümleyi alıntılamış olsaydı, kendi koyduğu başlıkla çelişkiye düşecekti! Çünkü o cümlede, diğer partilerin ittifakın dışında kalarak ittifaka dışarıdan ve sandıkta destek vermesini öneriyordum.

Ayrıca yazıda terör örgütü PKK’nin adı bile geçmiyordu. Anlaşılan kendisi HDP üyelerinin ve seçmenlerinin tamamının PKK’li olduğunu varsaymaktadır.
***
Beyhan Korkman ertesi gün, Ulusal Kanal’da “Yalancının Mumu” adlı programda da beni hedef göstermeye devam etti, 22 Mart 2021 tarihli “Parti kapatmak” başlıklı yazım üzerinden aynı taktiği yürüttü.

Yazımda, HDP’yi kapatma davasının hukuki değil siyasi olduğunu vurguladığım için, programın diğer sunucusu Utku Reyhan beni HDP dostu ilan etti! Utku Reyhan ve Beyhan Korkman bunu yaparken o yazımdaki şu bölümü sansürlediler:

“Öte yanda HDP’nin, terör örgütü PKK ile arasındaki ilişkileri ortadan kaldırması, PKK’nin terör eylemlerini düzenli bir biçimde kınaması, PKK’yi bir terör örgütü olarak resmen ve açıkça ilan etmesi, PKK’yi savunan açıklamalar yapmayı bırakması, Türkiye’nin anayasada ifade edilen üniter yapısını tanıması ve Kürtler için bağımsızlık, federasyon, özerklik gibi hedeflerden vazgeçtiğini açıklaması, Kürtlerin asimilasyona ve ayrımcılığa uğramasıyla ilgili sorunları siyasal mücadeleyle çözmeye odaklanması, sadece etnik kimlik üzerinden değil, Türkiye’nin bütün sorunları üzerinden siyaset yapmaya başlaması, mutlak bir zorunluluktur.”

Özetle, medyanın hali böyle olunca, mumlar yatsıya kadar yandı, aydınlık karanlığa büründü!

İki büyük sorun

Cumhuriyet, 18 Nisan 2022

 

Ülkemiz her biri diğerini etkileyen sorunlar yumağı gibi. Bunlara yeni biri eklendi: Rusya-Ukrayna savaşı. Rusya-ABD savaşı demek de mümkün. Bu savaşın süresinin uzaması, hatta çapının genişlemesi herkesten çok ülkemizi etkileme potansiyeli taşıyor.

Diğeri Türkiye’nin yürürlükteki Suriye politikasıdır.

İlkinden başlayalım…

Stratejik Bakış köşesinde iki hafta önce Rus Ordusunun manevrasını analiz etmiş; Rusya’nın giriştiği harekâtın dayandırıldığı “Ukrayna halkının ve ordusunun direnmeyeceği” varsayımının hatalı olması nedeniyle planın işlemediğine, artık hedefin Donbas bölgesi olacağına, bu bölgeyi elde etmesinin de mümkün olduğuna yer vermiştik. Rusya’nın operasyonunun Odessa’yı içermesi durumunda ise savaşın uzayacağını ifade etmiştik.

15 gündür yaşananlar, özellikle Moskova kruvazörünün vurulması ve batması savaşın gidişatını etkileyecek boyuttadır.

Muhtemelen Rusya artık Odessa’ya planladığı çıkarmayı gerçekleştirecek ve Karadeniz’i Ukrayna’ya kapatmayı amaçlayacaktır.

Bu durum, savaşın süresini uzatacağı gibi alanını da genişletme riski doğurur. Savaş alan olarak genişleyebilir, taraflar ve yeni cepheleşmeler ortaya çıkabilir. Bundan en çok etkilenecek ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Bugüne kadar biraz da beğenmedikleri Montrö sayesinde tarafsız kalınabilmiştir. Esasında Türkiye jeopolitiğinin genlerine uygun davranılmıştır. Ancak savaşın farklı boyuta evrilmesi ülkemizi daha farklı bir politikanın mecburiyetleriyle karşı karşıya bırakabilir. Mevcut politika kararlılıkla sürdürülemeyebilir, sürdürülmesi bile maliyet doğurur. Şimdilik kuzeyimizdeki bu sorundan daha çok etkilenmemiz söz konusudur.

Gelelim ikinci konumuza…

SURİYE POLİTİKASININ GETİRDİKLERİ

AKP iktidarının Suriye politikasının iler tutar bir yanı yoktur. Baştan yapılan yanlış daha sonra atılan kimi doğru adımlara rağmen sonuç üzerinde etkili olamamıştır. Sorun, ulusal çıkarlara aykırı siyasi hedef belirlenmiş olmasından kaynaklıdır.

Siyasal İslamcı bakış, ulusal çıkar kavramını altüst etmeye yetmiştir. Yaşanan budur.

Mevcut politika, iddia edildiğinin aksine, PKK ile mücadelede uygulanan genel stratejiyle de örtüşmemektedir.

PKK’nin artık ülke içinde kırsalda barınma olanağı hemen hemen kalmamıştır. İHA ve SİHA’ların devreye girmesi askeri strateji ve konseptlerde temelden değişikliğe yol açmıştır. PKK de bunu gördüğü için açılım sürecini benimsemiş görünerek Suriye sahasına öncelik vermiş, ABD’den aldığı destekle hayal bile edemeyeceği yerel bir güce dönüşmüştür.

Her ne kadar Suriye’nin kuzeyinde K. Irak’tan Akdeniz’e uzanacak bir koridor, yapılan başarılı askeri harekâtla önlenmiş olsa da PKK’nin Suriye kolu Fırat Nehri’nin doğusunda özerk bir alanda kontrol sağlamıştır. Bu oluşumu sadece ABD’nin desteğine bağlamak yetersizdir. Onun etkisi kadar CB Erdoğan’ın Suriye politikası da sonuç üzerinde etkendir. İkisi aynı hedefte birleşmiştir: Esad rejimini yıkmak… PYD bu sayede kendisine alan açabilmiştir.

O halde neden şikâyet ediliyor? Anlayan anlıyor da işin bu boyutunu anlamayan geniş bir kesim, başka bir konuyu anlıyor: Sığınmacılar…

SIĞINMACILAR

Halkımızın geniş çoğunluğu bu sorunu anladı. Çünkü yaşamına dokundu. Yaşanan fakirleşmenin ardında da bir ölçüde sığınmacılar olduğunu gördü. Esasında görülmesi gereken Suriye politikasının yıkıcılığıdır. Eksik de kavransa, bu, iyi bir adımdır. Önümüzdeki seçimlerde kişilerin tercihlerini etkileyecek bir düzeye ulaşmıştır.

Yaşanan esasen bir dramdır. İnsanlık adına, ülkemiz adına, kimliğimiz adına, varlığımız ve bekamız adına…

Siyasi iktidar bilerek ülkemizi yaşanan düzensiz göçün sahnesi haline getirmiştir. Arka planında ülkeyi etnik kimliklere göre yeniden yapılandırma arayışı vardır. Üstelik bu yaklaşımında maalesef yalnız değildir. Bu gerçeği açıkça görmez ve göstermezsek vatanseverliğin gereğini yapmamış oluruz.

“Kurtuluş’a evet, Kuruluş’a hayır” diyebilen bir siyasi iktidarımız var. Hepimizin ortak vatandaşlık kimliği olan siyasi Türk kimliği hedeftedir. Amaç Osmanlı’daki millet kavramını geri getirmektir. Yoksa hiçbir iktidar ülke sınırlarının kevgire çevrilmesine izin vermez.

Laiklik zaten şeklen vardır ve ruhu öldürülmüştür. Cumhuriyet amorf bir hal almıştır. Bilimin rehberliği bir kenara itilmiştir.

Tehlike büyüktür. Bu tehlikeyi görenlerin ırkçılıkla suçlanması ise maksatlıdır.
Hiç itibar edilmemelidir. Ülkenin bekasına yönelik bu tehdidi dillendirmek vatanseverlik gereğidir.

İki sorunun ortak etkisi daha kötü gelişmelere kapı aralayabilir…

Sudan’a pirince giderken

Recep Yılmaz - Posts | FacebookRECEP YILMAZ
MÜHENDİS-YAZAR

Bundan sekiz yıl önce, 2014 yılında, Sudan ile Türkiye arasında tarımsal üretim anlaşması imzalanmış ve daha sonra Türk Sudan Uluslararası Tarım ve Hayvancılık AŞ adında bir şirket kurulmuştu. Bir Afrika ülkesi olan Sudan’da kiralanacak arazinin büyüklüğü yaklaşık 8 milyon dekardı.

Oysa Türkiye’de ekilmeyen, atıl bırakılmış veya nadasa bırakılmış tarım arazilerinin toplam büyüklüğü zaten 35 milyon dekardı ve son 30 yılda tarım arazilerinde yaşanan kayıp ise tam 40 milyon dekardı.

126 MİLYAR DOLAR

Nihayetinde (sonunda) Sudan’da herhangi bir tarımsal faaliyet yapılamadı, anlaşma kâğıt üstünde kaldı. Kiralamayla, özelleştirmeyle, ithalatla Türkiye’nin gıda talebini çözeceğini iddia eden AKP iktidarının özellikle en son “affını isteyen” Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli dönemi çiftçiler için en kötü dönem olarak tarihe geçti. Hazır müşteriye (TMO) ithalat yapan çokuluslu şirketler için ise durum elbette tam tersiydi.

Tarımsal üretimdeki düşüşü ithalatla gidermeye çalışan AKP iktidarı, bugüne dek toplam 126 milyar dolarlık tarımsal ithalat (dışalım) ile hem çokuluslu şirketleri hem de yabancı çiftçileri ihya etti.

PLANSIZLIĞIN SONUCU

İthal edilen tarım ürünlerini sıralamaya kalkarsak liste epey uzun ancak ithal buğdayı un yapıp ihraç ettikleri üzerine savunma geliştiren tarım otoritelerine her fırsatta sorulmalı:

  • Nohuttan mercimeğe, ay çekirdeğinden ayçiçeği yağına, arpadan küspeye varana dek ithal edilmeyen bir ürün kaldı mı?

Plansızlık ile gelinen noktada her yıl ortalama 10 milyon ton buğday ithal edilir oldu. 20 yılda toplam 80 milyon ton buğday ithal edildi.

  • Yani işin özeti Sudan’a giderken evdeki bulgurdan da olduk!

Nüfusumuzda yaşanan %30 artışa ve üstüne (milyonlarca) sığınmacı göçüne rağmen (karşın) buğday üretimi 20 yıldır 18-20 milyon ton arasında saymaya devam ediyor. Aritmetiği yeni öğrenmiş bir öğrenciye “2002’de 65 milyon nüfusa 20 milyon ton buğday üretiyorken bugün sığınmacılarla birlikte 90 milyonu bulan nüfusa kaç ton buğday üretirdin?” diye sorsanız herhalde size 28 milyon ton cevabını rahatlıkla verirdi.

Öte yandan buğday ekili alanlar 20 yılda 94 milyon dekardan 69 milyon dekara geriledi. Buğday gibi stratejik bir ürünün 25 milyon dekar daha az ekilir hale gelmesi sadece (yalnızca) seyredildi. Ancak gübre, tohum ve sulama teknolojilerinde yaşanan gelişmeler ortalama verimi artırdığı için üretim miktarının sabit kalmasını sağladı. Aksi halde bugün 15 milyon tonları konuşuyor olacaktık!

BU ÇARK KIRILMADIKÇA

Verimi artıran gübrelemenin ve sulamanın kesintiye uğraması gıda enflasyonunu ve gıda krizini daha çok tetikleyecek!

Gıda krizi elbette en çok büyük kentlerde yaşamaya çalışan, bir kuyruktan bir başka kuyruğa koşan emekçi halkı etkileyecek! Bir araya gelirse bir sel olup akan, meydanları titretebilen milyonları…

Üretmeden tüketmeyi öğütleyen, Cumhuriyetin tüm birikimini özelleştiren, kamuculuğu tasfiye edip devleti şirket gibi yöneten, emeği değersizleştiren, kamu müdahalesini küçümseyen, dış borçlanmayı ve ithalatı önceleyen tüm iktidarların gelinen bu noktada payı var. Bu çark kırılmadan üreticiye de tüketiciye de rahat yüzü yok!

Pilot kararlar ve TBMM yükümlülüğü

  • İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) ve Anayasa Mahkemesi (AYM) pilot kararları gereği, TBMM yasal düzenleme yapma yükümlülüğünde.

Pilot kararlara göre; yasama erki tarafından yapılan ve yasa adı verilen hukuki işlem, öngörülebilir, anlaşılabilir ve ulaşılabilir olma bakımından belli özellikleri yansıtmadığı sürece, adı yasa olsa da, maddi (içerik) olarak yasa sayılamaz. Yasal nitelik taşımayan maddeler, yürürlükte oldukları sürece sistematik hak ihlallerine neden olacakları için değiştirilmeli, yeniden düzenlenmeli veya yürürlükten kaldırılmalı. Dahası, yasama organı benzeri düzenlemelerden kaçınmak ve adil yargılanma hakkı doğrultusunda düzenlemeler yapmak yükümlülüğünde.

– Doğrudan olumlu yükümlülük : İHAM ve AYM’nin pilot kararları konusu olan yasa maddelerine ilişkin düzenleme olarak TBMM, kaldırma, yeniden düzenleme veya kaldırma veya değiştirme yükümlülüğünde. Düzenlemede gecikme ise ‘ihmal yoluyla Anayasa’ya aykırılık’ oluşturur ve yasama organını hak ihlali makamına dönüştürür.

– Yasama etkinliklerinde benzeri düzenlemelerden kaçınmak: TBMM, yasal düzenlemelerde genel olarak, pilot kararlarda vurgulanan niteliğe ilişkin ölçütlere dikkat etmeli.

Adil yargılanma hakkı gereklerini yerine getirmek: AYM önünde bireysel başvuru yolunun etkili olabilmesi için yargı bütününde adil yargılanma hakkı ilkelerini geçerli kılacak düzenlemelerin ivedi olarak yapılması gerekiyordu. Bu yapılmadığı gibi,

  • 2017 Anayasa değişikliği ile yargı bütünü, “parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütme” güdümüne konuldu. 

Bunun sonucunda, yürürlükte olan ve adil yargılanma gerekleri ile örtüşen hükümlerin bile uygulanması zorlaştı.

TBMM, mevzuatı, pilot kararlarla uyumlu kılmada gecikmemeli :

1) TCK, Md.301: İHAM, Akçam/Türkiye, 25 Ekim 2011

İHAM, TCK md.301’in kullandığı kabul edilemez derecedeki geniş sözcüklerin, etkileri açısından yarattığı öngörülebilirlik eksikliği nedeniyle, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) md. 10/2 anlamında bir “kanun” oluşturmadığına hükmetti: Özellikle, “Türklük” kavramının “Türk Milleti” şeklinde değiştirilmesine rağmen, Yargıtay tarafından yine aynı şekilde anlaşıldığı için, bu kavramların yorumlanmasında değişiklik veya temel bir farklılık olmadı. Yargının yorumladığı biçimiyle madde 301’deki sözcüklerin kapsamı, çok geniş ve belirsizdir ve bu nedenle düzenleme, ifade özgürlüğünün kullanımı önünde sürekli bir tehdit.

2) TCK, m.220/6: İHAM, Işıkırık /Türkiye, 14.11. 2017; AYM, H. Yakut, 10/6/2021.

Anayasa Mahkemesi’ne göre; “Somut olayda başvurucu hakkında uygulandığı hâliyle terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçunun düzenlendiği 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinin (6) numaralı fıkrasının içerik, amaç ve kapsam itibarıyla belirli olduğundan söz edilemez. Çünkü söz konusu hüküm, Anayasa’nın 34. maddesi ile korunan anayasal hakkına yönelik keyfî müdahaleye karşı başvurucuya yasal bir koruma sağlayamamaktadır. İhlalin bizzat kanun hükmünün lafzına dayalı yapısal bir sorundan ve derece mahkemelerinin kanuna ilişkin geniş yorumundan kaynaklandığı anlaşılmaktadır…

İlgili kanun hükmü yürürlükte olduğuna göre derece mahkemeleri tarafından yeniden yargılama yapılması yoluyla ihlalin giderimi mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla ihlalin ve sonuçlarının giderilebilmesi ve benzeri yeni ihlallerin önüne geçilebilmesi için ihlale yol açan kanun hükmünün gözden geçirilmesi gerekir.”

3) TCK, md.220/7: İHAM, İmret/Türkiye, 10 Temmuz 2018

TCK md. 220/7 madde bağlamında, hapis cezası biçimindeki ağır cezai yaptırımın uygulanması için potansiyel bir dayanak oluşturacak eylemler öyle geniş bir yelpazeye yayılmaktadır ki, ulusal mahkemelerce genişletici yorumu da içerecek şekilde anlaşılacak madde sözü, kamu makamlarının keyfi müdahalelerine karşı yeterli düzeyde koruma sağlayamamakta.

4) TCK, md.314: İHAM, Selahattin Demirtaş/Türkiye, 22 Aralık 2020

Ceza Kanunu’nun 314. maddesi uyarınca ceza gerektiren ciddi suçlarla bağlantılı olarak tutuklanmayı haklı kılabilecek eylemler yelpazesi oldukça geniştir ve dolayısıyla, ulusal mahkemelerin yorumunu da içerecek şekilde anlaşılacak madde içeriği, ulusal makamların keyfi müdahalelerine karşı yeterli koruma sağlamamakta.

5) TCK, md.299: İHAM, Vedat Şorli/Türkiye, 19 Ekim 2021

TCK m.299’un İHAS madde 10’a aykırı olduğuna hükmeden İHAM, kararında, hakaret alanında devlet başkanına özel olarak yüksek seviyeli bir koruma sağlanmasının, Sözleşme’ye uygun olmadığını hatırlatarak, devletin devlet başkanının itibarını korumaktaki çıkarının, hakkında haber verme ve görüş ifade etme hakkına karşı ona bir ayrıcalık ya da özel koruma tanınmasını haklı kılmaz.

6) İnternet Yayınlarına Erişim Engeli: AYM KARARI/Keskin Kalem Yay..: 27/10/2021.

Anayasa Mahkemesi, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlemesi Kanunu’nun erişimin engellenmesi kararlarına yönelik 9. maddesinin değiştirilmesi gerektiğine hükmetti. Kararda, erişime engelleme kararı veren sulh ceza hâkimliklerinin hiçbirinin söz konusu haberlerin şeref ve saygınlığı nasıl zedelediğine kararlarında yer vermedikleri, gerekçeli kararlarda, basının görev ve sorumluluklarına uymadığı tespitinin neye göre yapıldığının açıklanmadığı belirtildi.

Mevzuatın, basına güvence sağlamadığını saptayan AYM, yapılacak düzenlemenin içermesi gereken hususları da sıraladı. Sonuç olarak;

  • AYM’nin ve İHAM’ın pilot kararları doğrultusunda yasal düzenleme yapmak için TBMM,
    daha fazla gecikmemeli.

Alternatif ekonomi modeli

Geniş halk kitlelerini derinden etkileyen olağan dışı bir ekonomik krizin içindeyiz. Salgını dahi unuttuk, geçim derdindeyiz. Ekmekten suya, yaşamın her alanında fiyat artışları karşısında çaresiziz. Tepkimizi bir süredir kamuoyu araştırmalarıyla göstermeye çalışıyoruz.

Araştırmalarda ekonomi “ülkenin en büyük sorunu” olarak açık arayla ilk sıradaki yerini koruyor. İPSOS’un son araştırmasında %90 çıtasını da aşmış. 2. sıradaki salgın %10’u bile bulamıyor…
***
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, buna rağmen (karşın) oldukça iyimser.

Türkiye’nin krizden en az etkilenen ülkelerden olduğunu” söylüyor. “İsteyen herkesin çalışacak işi var” diye de ekliyor.

Çarşı, pazar böylesi bir iyimserliği doğrulamıyor. “İsteyen herkesin çalışacak işi var” sözünün de en azından şimdilik TUİK’in istatistiklerinde bile karşılığı yok.
***
Kriz bazı iktisatçılar tarafından “stagflasyon” diye adlandırılıyor. “Durgunluk içinde yüksek enflasyon” olarak kavramsallaştırılıyor. Peki doğru mu bu?

Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu krize “stagflasyon” denilmesini eksik ve yetersiz bulanlar olduğu gibi, böylece krizin doğallaştırıldığını, yapısal nedenlerinin ve toplumu yoksullaştıran sonuçlarının gizlendiğine dikkat çekenler de var.

Klasik ekonomi literatüründe “durgunluk” kavramı ekonomide üretimin düştüğü ya da en azından artmadığı bir ortamı, “yüksek enflasyon” kavramı da fiyatların hızla arttığı bir dönemi tanımlanıyor.

Bugün Türkiye’de döviz şoklarıyla birlikte yaşanan fiyat artışları, halk diliyle hayat pahalılığı “stagflasyon” tanımıyla örtüşüyor. İstihdamdaki ve üretimdeki daralmalar bağlamında da  herhangi bir tanım uyumsuzluğu görülmüyor. Ancak, büyüme konusunda “stagflasyon” tanımı yerli yerine oturmuyor.

Büyümenin “stagflasyon” olarak kabul görmesi için belirli bir süre -/+ 1 aralığında ya düşmüş ya da yerinde saymanın en fazla bir adım ilerisinde artmış olması gerekiyor.

Türkiye’nin büyümesi -/+ 1 aralığında değil. Çok ama çok farklı.

TUİK’in resmî açıklaması, 2021’de ekonominin % 11 oranında büyüdüğü yolunda. Böylece son beş yılda salgına ve döviz krizlerine rağmen (karşın), TUİK verilerine göre ekonomimiz yıllık %4’lük bir büyüme ortalamasına ulaşmış oluyor.
***
TUİK verileri aynen enflasyonda olduğu gibi, büyüme konusunda da ne kadar güvenilir, bu ayrıca tartışılabilir. Ancak bu tartışma, yüksek büyüme oranlarıyla gündeme gelen bir dizi temel soruyu gölgelememeli. Ekonomi dünyasının efsane hocası Prof. Korkut Boratav soruyor:

· 2021’de Türkiye ekonomisi %11 büyüdü. O zaman sokaklar niçin tepkilerle doldu? Neden işçiler sokaklara indi? Yakılan elektrik faturaları neden?
· Türkiye ekonomisi son beş yılda salgına ve döviz krizlerine rağmen yıllık %4’lük bir ortalama ile büyümüş oluyor. Bu tempoda bir büyümeye rağmen mutlak yoksullaşma, gelirleri aşan enflasyon, işsizlik, istihdamdan kopma, reel ücretlerde erime, diplomalı işsizler nasıl açıklanabilir?

Prof. Boratav sorularının yanıtını da kendisi veriyor:

  • “Tek bir yanıt var: Türkiye son beş yılda iktisat tarihi boyunca benzerine hiç rastlamadığımız bir bölüşüm şokuyla karşılaştı.

Son beş yılın milli gelir verilerine göre ücretlilerin net hasıladan aldığı pay 6,2 puan eridi.

Demek ki ekonomi büyürken Türkiye’nin emekçi halkı mutlak yoksulluğa sürüklendi. Tüm emekçi katmanlar, işçi sınıfını, küçük esnaf ve köylüyü içine alan büyük bir kitle, gelir kayıpları yaşadı.”
***
Kamuoyu araştırmaları da doğruluyor Prof. Boratav’ı…
Son bir yılda hane gelirlerinin azaldığını söyleyenler çoğunluğa ulaşmışlar.
Ancak, yaşanan bunca soruna, yoksulluk ve işsizliğe rağmen bu çoğunluk sandıkta aynı oranda karşılık bulmuyor.

Bunun bir nedeni toplumun yorgunluk ve bıkkınlığı. Kendini yorgun ve bıkkın hissettiğini dile getirenlerin oranı %60’ın üzerinde. Bu yorgun kitle aynı zamanda yılgın da… Gelecekten umutsuzlar. Çoğunlukla yakın gelecekte ekonomik durumlarının daha kötüye gideceği kaygısını taşıyorlar. Siyasetten de umutlarını kesmiş gibiler. “Bu sorunları kim çözer” diye sorulduğunda kararlı bir duruş gösteremiyorlar.

Çözümü AKP’de aramıyorlar. Ancak, “çözü muhalefet” de demiyorlar.

Kendisini geleceğin iktidarı ilan eden Millet İttifakı, Türkiye’yi daha iyi yönetecekleri konusunda henüz toplumu ikna edebilmiş değil. Millet İttifakı’nın ülkeyi yönetmeye hazır olduğuna inananların oranı “oy vereceğim” diyenlerin 5 puan kadar altında. Kamuoyu araştırmacıları, muhalefetin halkta heyecan yaratacak politikalar üretemediğine, somut projeler ortaya koyamadığına dikkat çekiyor. Gerçekten de muhalefetin, “yolsuzlukları önleyince her şey çok güzel olacak” demek dışında alternatif bir ekonomi politikası yok.

Şimdilik sadece belediyelerin bazı, o da ister istemez sosyal politikalarla sınırlı çalışmalarıyla avunuluyor.
***
Muhalefet daha fazla gecikmemelidir. Alternatif (seçenek) ekonomi politikasını ortaya koymalıdır. Hiç kuşkusuz, nas temelli faiz politikasından vazgeçilmesi, ekonomi yönetiminin yolsuzluklardan arındırılması önemlidir. Yollar ve köprülerdeki araç, havaalanlarındaki yolcu, şehir hastanelerindeki hasta sayılarıyla ilgili uçuk taahhütlerin kamu yararı doğrultusunda düzenlenmesi büyük finansal rahatlama sağlayacaktır.

Ancak, muhalefetin alternatif (seçenek) politikası bununla sınırlı kalmamalıdır. Mevcut neoliberal küresel ekonomi politikalarından vazgeçilmediği sürece, yoksullaştırılmış halk kitleleri sahiplenilemez. Onların gayrisafi milli net hasıladan aldıkları pay yükseltilemez.

Bunu gerçekleştirmek için kamu yararını önceleyen, büyümeyi kalkınmaya dönüştüren alternatif bir ekonomi modeli uygulanmalıdır. Türkiye böyle bir modeli 1931-38 yılları arasında uygulamıştır.

  • 1929 Dünya Ekonomi Buhranı sonrasında ana omurgası planlama olan üretim odaklı karma ekonomi düzenine geçmiştir.

Bu düzen, özel sektör için yönlendirici, kamu sektörü için emredici olan devlet güdümlü bir kalkınma stratejisidir. Anılan dönemde bu stratejiyle bir yandan Osmanlı’nın borçları ödenirken öbür yandan yabancıların elinde olan sanayi, ulaşım gibi sektörlerde, su, demiryolu, tramvay, rıhtım, kömür madeni, telefon, elektrik, havagazı, bakır madeni, kömür madeni işletmeleri millileştirilmiştir. Yeni yatırımlarla da olağanüstü bir sanayileşme atılımı başlatılmış, bugün ucuz bedellerle satılan çok sayıda fabrika kurulmuştur.

Kısacası, 1929 Dünya Ekonomi Buhranı Türkiye için fırsata çevrilmiştir.

Unuttuğumuz, bize unutturulan bu başarı, dün olduğu gibi bugün de toplumda daha iyi gelecek umudunu yeşertecek, istenmeyen durumları değiştirme azmini pekiştirecek derslerle doludur. Bu dersler, muhalefetin yorgun ve bıkkın, gelecekten umudunu kesmiş geniş halk kitlelerini ikna etmesinin anahtarı olabilir

Beşinci yılında 2017 Anayasa kurgusu

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Anayasacılık hareketlerinden kopuş olarak 2017 değişikliği, Osmanlı Devleti-Türkiye Cumhuriyeti anayasalarından tümüyle ayrılmakta. İşte kopuşun 5 halkası ve 25 başlıkta görünümü:

1-Anayasa değişikliğine giden yol,
2-Halkoylaması ile yok edilenler,
3-Geçiş süreci,
4-Uygulama ve
5-Sorumsuzluk zırhı.

İTİCİ GÜÇLER

2017 Anayasa değişikliği, uzunca bir süreye yayılan anayasal arayış sonucu mu, yoksa 15 Temmuz darbe girişiminin ürünü mü? İşte itici güçler ve aşamalar:

Anayasasızlaştırma; yöneticilerin, Anayasa’nın emredici ve yasaklayıcı hükümlerini çiğnemesi, özellikle Gezi olayları sırasında zirve yaptı (2013).

Allah’ın lütfu: Darbe girişimi için; “Bu hareket, Allah’ın bize büyük bir lütfudur” (CB Erdoğan).

OHAL (20 Temmuz 2016): OHAL KHK’ler, darbe girişimi ile ilişkisi olmayan, hatta ömürleri, cemaatlere ve bütün hukuk dışı yapılanmalara karşı mücadele ile geçen kişi ve kesimlere yönelik, “kitlesel imha aracı” olarak kullanıldı.

Anayasa suçu itirafı: “Ülke yönetimi yasa ve Anayasaya uygun değildir ve de suç işlenmektedir” (D. Bahçeli, 16 Ekim).

Değişiklik teklifi: AKP-MHP mutfağında hazırlanan 21 maddelik değişiklik önerisi TBMM Başkanlığına sunuldu (B. Yıldırım,10 Aralık).

OYLAMA VE SONUÇLARI

OHAL: Hukuk dışı ve en acımasız OHAL uygulamasının zirve yaptığı bir sırada 18 maddelik Anayasa değişikliği oylandı (16 Nisan 2017).

Ölçüsüz propaganda: Evet ve hayır blokları, fırsat ve olanak bakımından eşit koşullarda yarışamadı; seçmen, bilgilenme hakkından yararlanamadı ve anayasal kamuoyu oluşamadı.

Mühürsüz oylar: Mühürsüz oy ve zarflar sayılarak, ‘evet’ sayısal üstünlüğü sağlandı.

Yok edilen kurum ve kurallar: Hükümet, siyasal sorumluluk ilkesi, siyasal karar düzenekleri, Anayasal denge-denetim düzenekleri.

Kişisel iktidar: Devlet başkanlığı ve yürütme tek kişide birleştirildi.

HSK: Hâkimler ve Savcılar Kurulu, bir ay içinde yapılandırıldı.
Parti Başkanlığı: CB, bir ay içinde eski partisinin başkanlığına döndü.


Uyum yasaları
: Uyum yasaları, öngörülen 6 aylık süre bir yana, 16 ayda bile çıkarılmadı.

Seçim: Seçim yasası değiştirildi ve ittifak düzenlemesi yapıldı. Anayasa’da 3 Kasım 2019 olarak öngörülen seçim tarihi, 24 Haziran 2018’e çekildi. Geçiş dönemi için uyum, yasalar yerine Anayasa’ya aykırı olarak KHK’lere bırakıldı.

Kıyım: OHAL KHK’leri yoluyla “kitlesel kıyımlar” seçimler sonrasında da sürdü.

FİİLİ DURUM

24 Haziran 2018 seçimleri ardından yürürlüğe giren “anayasal kurgu”, en başta savunucuları tarafından bozuldu:

*Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme uygulamaları, anayasa dışı ve fiili durumlar hanesinde yer aldı. Üniversiteler ve uzman-özerk kuruluşlar, Saray gölge ve güdümüne konuldu.

*Yasasızlaştırma: Yasama yetkisini özerk olarak kullanamayan TBMM, müzakere sürecini de işletemedi. CHP-HDP ve İYİ Parti’nin kamu yararına yönelik bütün önergelerini reddeden AKP-MHP, boş sıraları, sadece oylama sırasında doldurdu; toplumun geleceğini ilgilendiren yasa görüşmeleri, tv. yayınları sonrasına kaydırıldı. Yasal düzenleme alanı, CBK’ler lehine daraltıldı.

*Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, Anayasa’nın açık hükümlerine karşın Saray güdümünde.

*Yoksullaştırma: Kurumları, kuralları ve değerleri sürekli aşındırma ile toplumsal ayrıştırma ve yoksullaştırma arasında belirgin bir koşutluk var.

*Araçsallaştırılan din: Dünyevi hukuktan uzaklaşmak için siyasete alet edilen din, yoksullaşmanın kaynağı oldu; çözüm için de kullanılıyor: Sabır!

SORUMSUZLUK ZIRHI

Anayasal kurgu gerekçelerinden hiçbiri gerçekleşmedi. Siyasal ve anayasal bellek, yalnızca iki kişinin iktidar hırsı için mi silinmek istendi?

OHAL dönemi resmi işlem ve eylemleri ile yaptırımlar arasındaki sorumluluk halkalarını koparma iradesi de belirleyici.

  • OHAL dönemi ve sonrasında Anayasa ve hukuk dışı karar alıcı ve uygulayıcılarını her türlü sorumluluktan bağışık tutan beş yasa:

*“… hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.” (18.10.16/ 6749 ).
*“… hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz. (8.11.16/6755)
*“… hukukî, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz. (1.2.18/7071).
* “… hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.” (5.12.19-7194).
*”… hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluk doğmaz. (11/11/20- 7256).
================================================

Dostlar,

Sn. Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, “son derece ilginç” bir siyasal sürece tanıklık ediyor. Üstelik 2 yekinlikle :

1. Çok kıdemli bir kamı / anayasa hukukçusu (50+ yıl!)
2. Bir parlamenter..

BİRGÜN gazetesindeki köşesinde haftalık olarak yazageldikleri gerçekten siyasal tarihe, TBMM tarihine ve Anayasa hukuku / siyaset bilimi öğretisine tartışma, eğitim – öğretim gereci (materyali) olabilecek nitelikte.

Bu yazılarını mutlaka kitaplaştırması gerek Kaboğlu hocamızın.

Ne var ki, AKP iktidarı ve yedeği küçük partinin ve de şu ya da bu nedenle iktidara desteğini sürdüren çevrelerin bu “muazzam siyasal – hukuksal anomali“yle yüzleşecek “hal”leri yok.
Bize göre bu “muazzam siyasal – hukuksal anomali” nin içeriği bir yana, sürdürülebilmesi ve sürdürülebilme dinamikleri daha hafif bir siyasal – hukuksal anomali değil.

Son derece nesnel ve dolayısıyla çok çarpıcı olan 3. bir boyut ise Türkiye’nin bir bütün olarak tüm kurumları – kuralları – gelenekleriyle bir yoksunlaşma, çoraklaşma ve yozlaşma sürecine sokulması üzerinden ödemekte olduğu çok ağır fatura ki; sürdürülesi değil.

Siyasal sistemde birçok eksen ve düzlemde çok yüksek düzeyde gerilim enerjisi yüklenmiş durumda. İktidar kanadının bu olgunun ayırdında olmadığını savlamak çok güç. Dolayısıyla, bu son varsayım doğru ise, Türkiye, karşıdevrim ile bir kez daha çok çetin bir hesaplaşmaya sürüklenmekte.

Diyanet Akademisi, hemen ardından İstanbul’da doğrudan Erdoğan tarafından açılan Ayasofya medresesi çok tipik 2 güncel örnek olarak öne çıkmakta. Açılışta Erdoğan’ın doğrudan çatışmacı sözleri de!

  • 2023 gündemi netleşiyor; İktidar kanadı “şah mat” demeye hazırlanıyor “korkarız..” 

Gerçekte korkmayız! Tümcenin gelişi gereği o fiil..
Cumhuriyetin kazanımlarını koruyup – kollayacak tarihsel birikim, gerçekte bu pervasız salvoyu savuşturmaya yetecektir. Karşıdevrimciler bu tarihsel gerçekliği asla unutmasın!

Sevgi ve saygı ile. 18 Nisan 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

 

 

 

Mustafa AYDINLI Şiiri : KARANLIĞA IŞIK KÖY ENSTİTÜSÜ

Şiir Köşesi :

KARANLIĞA IŞIK KÖY ENSTİTÜSÜ

portresi

 

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

 

 

Kökleri derinde bir ulu çınar 
Ülkesine aşık köy Enstitülü 
Ona da uygarlık ışığı sunar 
Eğitime beşik Köy Enstitülü 

Kerpiç odalarda, çamur tarlada 
Yurtsever insanlar yetişti burda 
Yalan mıdır eserleri ortada 
Ülkesine aşık Köy Enstitülü 

Bilimsel öğreti temel aldılar 
Eğitimde nice anıt kaldılar 
Işık yellerini yurda saldılar 
Geleceğe ışık Köy Enstitülü 

Kahır ve çileye hepsi alışık 
Yirmi bir noktada yirmi bir ışık 
Hepsi ülkesine sevdalı aşık 
Bir sönmeyen ışık Köy Enstitülü 

Kepir’den, Cılavuz yanan meşale 
Bir ileri adım, bir güçlü kale 
Yıkmak için ağa, patron el ele 
Karanlığa ışık Köy Enstitülü 

Yok dünyada bu eserin benzeri 
Nasıl doldurulur bu gücün yeri 
Hepsi birer bilge eğitim eri 
Uygarlığa ışık Köy Enstitülü 

Işıkları kalır, yıldızlar kayar 
Fakir’i Osmanoğlu dahası var 
Onlar için vatan bir kutsal diyar 
Sonsuzluğa ışık Köy Enstitülü 

Hepsi birer bilge işte Enver’i 
Daha onlarcası, eğitim eri 
Kaftancıoğlu’nun dolar mı yeri 
Bir umut bir coşku Köy Enstitülü 

Tonguç Baba bu iş için terledi 
Dadaloğlu ozan ruhla gürledi 
Ne köşkleri vardı, nede serveti 
Ülkemize ışık Köy Enstitülü 

Taş ile toprakla, ilme ulaştı 
Softası, yobazı bu işe şaştı 
Yücel ile Tonguç bulunmaz baştı 
Karanlığa ışık Köy Enstitülü 

Aydınlı onlardan alır ilhamı 
O büyük coşkuyla dağıtır gamı 
Sönmeyen meşale ışıt dünyamı 
Karanlığa korku Köy Enstitülü 

divider_yesil_fiyonk

Köy Enstitülerini John Dewey mi önerdi?

Cengiz ÖKSÜZ
Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği İstanbul Şb. Bşk. 

Cumhuriyet, 17 Nisan 2022

Köy Enstitülerinde uygulanan eğitim, toplumda giderek daha çok ilgi görüyor. Bu, iyidir; ancak Köy Enstitüleriyle ilgili doğru olmayan bilgilerin yayılmasının da önüne geçmek gerekir.

Köy Enstitülerini kurma düşüncesi kimin? “Bu okulları Amerikalı eğitimci John Dewey önerdi” diyenler olduğu gibi, “Bu tip okullar Bulgaristan’da vardı; İsmail Hakkı Bulgaristan’dan geldiği için, orada gördüklerini Türkiye’de uyguladı” diyenler de var.

TONGUÇ’UN YOLU

İsmail Hakkı Tonguç’un yaşamöyküsü iyi bilinmeden Köy Enstitülerinin kuruluş süreci de iyi bilinemez.

İsmail Hakkı, İstanbul Öğretmen Okulu’ndan 1918’de mezun oluyor. Eylül ayında bir grup arkadaşıyla Almanya’ya gönderiliyor. Öğrenciler Almanya’daki karışıklıktan dolayı 19 Mayıs 1919 tarihinde ülkeye dönüyorlar. Dönüşte Eskişehir Öğretmen Okulu’na atanıyor. Eskişehir işgal edilince arkadaşlarıyla Ankara’ya geliyor.

Ankara hükümeti onu (AS: O’nu) yeniden Almanya’ya gönderiyor (10.07.1921). 30.06.1922’de yurda dönüyor. İsmail Hakkı iyi derecede Almanca biliyor ve başta eğitbilim kitapları olmak üzere tarih, toplumbilim, felsefe, coğrafya ve biyoloji alanında yazılmış kitaplarla geliyor.

Konya, Adana, Ankara öğretmen okullarında görevlendiriliyor.

1925’te yeniden Avrupa’ya gönderiliyor.

11.03.1926 tarihinde Okul Müzesi Müdürlüğü’ne atanıyor. Bir süre sonra bu görevinin yanında Bakanlık Yapı İşleri Komisyonu’nda da görevlendiriliyor.

ÖNEMLİ ÇEVİRİLER

Bakanlık, ders araç ve gereçlerinin alımı için onu bir kez daha Avrupa’ya gönderiyor (1.10.1929). İsmail Hakkı, bu görev gezisinden de daha öncekilerde olduğu gibi bir yığın kitapla dönüyor.

31.12.1929’da Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’nün kurulması görevi de kendisine veriliyor. 1934-1935 eğitim öğretim yılında da Gazi Eğitim Enstitüsü Müdürlüğü’ne atanıyor.

Tonguç, ülkemizin ünlü eğitimcilerini inceler. Dewey, Pestalozzi, Kerschensteiner gibi önde gelen yabancı eğitimcileri de yakından izler. Onlardan çeviriler yapar ve yayımlar.

YILLAR SÜREN HAZIRLIK

Tonguç, yabancı eğitimbilimcilerin kendi ülkelerinin gelişkinlik durumlarına göre eğitimi planladıklarını anlar. 1930’lar Türkiyesi’nin köyünde doğru dürüst ne ziraat aracı ne de teknoloji vardır. Gelişmiş kapitalist ülkelerin gereksindiği insan ile Türkiye’nin gereksindiği insan aynı değildir. Köye yönelik planlanacak eğitim, yalnız “okumaz yazmazlığı” yenmek için değil, köye öğretmen dışında yararlı eleman yetiştirmek için olmalıdır.

“İş ve Meslek Eğitimi”  ile “Canlandırılacak Köy” kitaplarını okumak bile Tonguç’un iş eğitimi konusunda yıllardır nasıl hazırlandığını anlamaya yeter.

KURSLAR, EĞİTİMLER, ENSTİTÜLER

CHP’nin 4. kurultayı 1935’te yapılır. Bu kurultayda köy eğitimi konusu gündemin en önemli maddesidir. Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan, Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne atar. Tonguç kısa süre içinde köy eğitimiyle ilgili raporu yazar. Bu raporu Atatürk, İnönü, Arıkan bir gece sabaha dek inceler ve raporun uygulanmasını isterler.

1936 yılının temmuz ayında ilk eğitmen kursu açılır ve daha sonra da arkası gelir.

İsmail Hakkı Tonguç incelemelerde bulunmak üzere 1938’de bir kez daha Avrupa’ya gider.

Köy Enstitüleri kuruluşları tamamlanmadan kapatılmıştır. 1943 programı 1947’de kaldırılmıştır. Buna karşın Tonguç’un uyguladığı “iş içinde, iş aracılığıyla, iş için özgün eğitim anlayışı” dünya eğitim tarihinde hak ettiği yeri almıştır.

  • Köy Enstitülerinin kuramcısı ve uygulayıcısı Tonguç’tur;
  • Köy Enstitüleri özgün eğitim kurumlarıdır.
  • Hasan Ali Yücel’in dediği gibi, Köy Enstitüleri bizimdir.