Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Üniversitede de neoliberalizme karşı çıkılmalı!

Dr. Hasan YAZICI
İÜ PROFESÖRÜ

10 Haziran 2022 Cumhuriyet

YÖK’ün kaldırılması altılı Masa’nın ortak görüşüymüş. Sevindim. Ancak yaşamsal gördüğüm bir noktayı anımsatmak isterim. Üniversitelerimizin durumunun ana sorumluları arasında hemen hiç söz edilmeyen bir sorumlu daha var. O da dış güçler. Evet, tek bir simidin ederinin hemen 5 TL olmasından dış güçleri sorumlu tutmamız ne kadar abes ise üniversitelerimizin kayıp gitme tehlikesinde dışı güçlerin rolünü kulak ardı etmek o derece yanlıştır.

1980’li yıllar bir yandan ülkemizde üniversite özgürlük ve özerklik yoksunluğunun başlangıcıdır. Diğer yandan da neoliberal dünya görüşü egemenliğinin küresel olarak ve artan bir ivmeyle kendini hissetirmeye başladığı bir tarih dönemidir. Bu süreçte üniversite, önce sonu nereye varırsa gerçeği arayarak bilim/bilgi üretmek, üretilmişi ve üreteni korumak, ikincil olarak üst düzey bir meslek  eğitimi vermek ve son olarak da bunların bir yan ürünü olan demokrat, hukuka saygılı, aydın vatandaş yetiştirmek olan varoluş nedenlerinden uzaklaşmıştır.

ÖĞRENCİ DEĞİL MÜŞTERİ

Neoliberal üniversitenin ana amacı değişiktir. Bir an evvel piyasaya satılabilir ürünler hazırlayan bir kurum, adeta bir şirket olmaya soyunmuştur. Üzülerek okudum. DEVA Partisi yüksek öğretim tasarımında da açık seçik dile getiriliyor:

  • “Üniversitelerde üretilen bilginin ticarileşmesi (…) bunların bir yerde birikmesi gerekiyor. Piyasa şartlarında ticari bir şekilde yer bulabilmesi, ayakta kalabilmesi, pazarlanabilmesi ve büyümesi gerekiyor.”

Neoliberal üniversiteye Batı’da “managerial university” de deniyor. Ben ise piyasa üniversitesi demeyi daha uygun buluyorum. Piyasa üniversitelerinin bir dizi ortak nitelik, daha doğrusu niteliksizliği var. Hocaların ve öğrencilerin işe yaramaz, satılamaz bilgi ile uğraşmalarını pek istemiyorlar. Sonu nereye varırsa varsın gerçeği aramak umurlarında değil.

Satılacak bilgi veya elle tutulan ürün yaratmayan sosyal bilimlere pek yüz vermiyorlar. Bu bağlamda satışa sunulan ise öğrencilerin müşteri olduğu bir meslek öğretimi. Serbest piyasanın kaçınılmaz bir özelliği olan rekabet çok önemli.

EĞİTİMDE DE PİYASAYA HAYIR

Yine bir şirket ruhu içinde gerek öğretim üyeleri bazında gerekse de kurumları kıyaslayan performans değerlendirmelerine çok önem veriliyor. Öğretim üyelerini derecelendirirken her sayısalın nesnel ve nedensel olmadığını unutup yayın sayısını fetiş haline getirmişler.

Üniversite ve yükseköğretimde okuyan öğrenci sayıları  giderek artıyor. Her 8 erişkin Türk vatandaşından bir tanesinin üniversite öğrencisi olduğunu anlarız. Görmemiz gereken, pazar üniversitelerinden giderek adeta bir çarşı oluşturmayı becerdiğimiz.

  • 40 yıl evvel özgürlük ve özerkliklerinin ellerinden alınmasıyla başlamış, neoliberal akımlarla ivme kazanmış çöküş, üniversitelerimizin bu kayıp elden gitmesi artık durdurulmalı.

Neoliberal akımların, yani hunhar piyasa koşullarının, insanoğlunun geçimine, pandemiyle çok çarpıcı olarak da gözlediğimiz gibi sağlığına ve doğanın korunmasına ne denli zararlı olduğu anlaşıldı.

Aynı akımlar üniversiteler için de özellikle bizdeki gibi özgürlük ve özerkliği ellerinden alınmış olanlar bağlamında, çok zararlı.

  • Piyasa, yargıdan olduğu kadar üniversiteden de uzak durmalı.

GAZETE DURUM ile söyleşi : Yoksulluk, Beslenme Sorunları ve Sonuçları-1

GAZETE DURUM ile söyleşi..

Yoksulluk, Beslenme Sorunları ve Sonuçları-1

İlknur Yağumli

https://www.gazetedurum.com.tr/ozel-haber/prof-dr-ahmet-saltik—turkiyede-zek%C3%A2-duzeyi-geriliyor–4163

ANKARA- Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Saltık (ayrıca Sağlık Hukuku Uzmanı ve Siyaset Bilimci), çok ağır ekonomik bunalım yüzünden derinleşen yoksulluğun, ailelerden çocuklarına bir ‘miras’ olarak kalacağını söyledi.

Dr. Saltık, annelerin ve gebelik döneminde yetersiz-dengesiz beslenen kadınların ve bebeklerinin ciddi sağlık sorunları yaşadığına dikkat çekerek,

  • “Gebelik döneminde anne yeterli – dengeli beslenmezse bebek aç kalır!
  • Bebek, anne karnında aç kalır!
  • Yani yaşama öyle handikaplı başlar ki, daha annesinin karnında iken aç kalan bir bebek!!” ifadelerini kullandı.

Toplumun zeka düzeyinin gerilediğine de değinen Saltık, bu durumun ülkenin geleceğini tehdit ettiğini vurgulayarak,

Zeka yetersizliğinin yaygın olduğu bir toplum, 21. yüzyılda nasıl ayakta kalacak? Bu çocuklar ortaya bir bilimsel yapıt, bir sanat ürünü, yaratıcı bir roman, bir senaryo, bir estetik ürün, bir mimarlık ürün… koyamazlar.” dedi.

Türkiye’de yaşanan ağır ekonomik bunalım bir yanda gündelik yaşamı zorlaştırırken öbür yanda giderek daha geniş bir kesimi içine almayı sürdürüyor. Birleşmiş Milletler (BM) Gıda Programı (WFP) verilerine göre Türkiye’de yaklaşık 15 milyon kişi, yeterli gıdaya erişemiyor. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Sosyal İşler, Sağlık ve Sürdürülebilir Kalkınma Komitesi’nden Pierre-Alain Fridez’in 2022 Mart’ında hazırladığı rapora göre Türkiye, çocuk yoksulluğu konusunda endişe verici ülkeler arasında. OECD’nin son verilerine göre ise çocuk yoksulluğu konusunda üye ülkelerin ortalaması %12,8 olarak açıklanırken, Türkiye’de bu oran %20’nin üzerinde bulunuyor. Tüm bu veriler toplum sağlığının tehlikede olup olmadığı sorusunu akıllara getiriyor. Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, derin yoksulluğun aile, kadın, çocuk ve bebekler üzerindeki etkilerini GAZETE DURUM‘a değerlendirdi. Dr. Saltık, sözlerini, aşağıdaki sorumuz üzerine şöyle sürdürdü:

Soru : Türkiye’de yoksulluk miras haline mi geliyor? Bu yoksulluk mirası halk sağlığını kısa ve uzun erimde (vadede) nasıl etkileyecek?

“Anne babaların çocuklarına bırakacakları bir mal varlığı, bir maddi servet emekçi kesimler için büyük oranda artık yok. Aileler çocuklarına yoksulluğu miras bırakacaklar. Yanı sıra sağlıksız bir gelecek de bırakmış olacaklar. Anne karnından başlayarak yetersiz – dengesiz beslenmiş olacaklar büyük oranda. Türk-İş’in hesaplarına göre 4 kişilik bir aile için yoksulluk sınırı ayda 19 bin TL’sını aştı! Oysa Türkiye’de asgari ücret 4250 TL. Dolayısıyla yoksulluk sınırının dörtte birinin de altında bir asgari ücret! Bu insanların günlük olarak yeterli – dengeli beslenmesini geçelim, karınlarını doyurmaları bile neredeyse olanaksız oluyor.

Yoksulluğun kısa ve uzun dönemde halk sağlığını nasıl etkileyeceğine anne karnından başlayarak bakalım. Gebe bir kadın, gebe kalmayı tasarlayan bir kadın ve eşi, önceden birtakım sağlık incelemeleri yaptırmak durumunda. Örneğin diyabeti (şeker hastalığı) var mı, kalp hastalığı var mı,  hipertansiyonu var mı, birtakım bulaşıcı hastalıkları var mı, aşıları tamam mı, beslenme durumu nasıl?? Örneğin folik asit… Folik asit ucuz ve çok değerli bir besin ögesidir. Eğer gebelik döneminde bu vitamin eksik kalırsa, gebelikten önce tamamlanmaz ise, son derece ciddi doğumsal anomalilere yol açar folik asit eksikliği; nöral tüp defektleri.. Omurga kanalının tam kapanmaması yüzünden omuriliğin açıkta kaldığı ciddi bir durum.

Daha annesinin karnında iken karnını doyuramayan bir bebek…

Gebelik döneminde anne yeterli – dengeli beslenmezse bebek aç kalır.
Yineleyelim; bebek, anne karnında aç kalır!

Yani yaşama öyle handikaplı başlar ki, daha annesinin karnında iken aç kalan bir bebek düşünün! Yetersiz-dengesiz beslenme, ne denli sakıncalı gördüğünüz gibi. Dolayısıyla bebek, 2500 gramın altında düşük doğum tartısı ile doğabilir. Bu, eğer gebelik zamanında sonlandıysa, gebenin o dönemlerde yeterli-dengeli beslenemediğini gösterir, açlığı gösterir! Gebelik döneminde annenin ve de bebeğin açlığını… Bu bebeklerin ölüm oranları çok yüksektir. Hastalıklara dirençleri çok düşüktür, özellikle bulaşıcı hastalıklara, zatürreye, ishallere yakalanma riskleri çok büyüktür ve yakalandıklarında da ölüm oranları oldukça yüksektir. Dolayısıyla büyük bir risk ve eşitsizlik söz konusudur. Büyük bir dezavantajla büyük bir eşitsizlikle dünyaya gelmiş olur bu bebekler. Yaşamda kalma şansları çok düşüktür, yaşarlarsa sağlık sorunları yakalarını bırakmaz, daha kısa ve düşük nitelikli yaşarlar, çok kırılgandırlar…

Türkiye’de zeka ortalaması geriliyor!

Merkez sinir sisteminin, beyin ve zeka gelişiminin % 95’i yaşamın ilk 2-5 yılında gerçekleşir. Özellikle ilk 2 yıl yeterli-dengeli beslenmeyen, aileden ve anneden yeterli sevgi ve ilgi görmeyen bebeklerin zihinsel gelişimlerinin çok yetersiz kalabildiğini, zeka geriliğine bile uğrayabildiklerini söyleyebilirim. Son araştırmalara göre Türkiye’de zeka ortalaması geçtiğimiz yıllarda 90 IQ iken son verilerle 87 IQ.

  • Zeka düzeyimiz toplum olarak düşüyor.
  • 87 IQ zeka ile 21. yüzyılda bir toplumun ayakta kalması olanaklı değil.

Zeka yetersizliğinin yaygın olduğu toplum nasıl ayakta kalacak?

Bu bebekler yeterli-dengeli beslenseler, iyi eğitim alsalar, psikolojik destek alabilseler, zihinsel potansiyellerinin en üst sınırlarına erişebilecek 100-120… daha yüksek zeka düzeyine ulaşabilecekler. Bir ülkenin çocuklarının beklenen zeka düzeyine erişememesi zeka fukarası, “geri zekalı” demeye dilim varmıyor, zeka yetersizliği yaşamaları bu tabloda kaçınılmazdır.

  • Bu durum o ülkenin geleceğini tehdit eden bir sağkalım (beka) sorunudur.

Zeka yetersizliğinin yaygın olduğu bir toplumda, siz nasıl 21. yüzyılda ayakta kalacaksınız? Türkiye’yi nasıl bağımsız tutacaksınız, kalkınacaksınız, gelişeceksiniz?

Türkiye’de 5 yaş altında çocuklarda “bodurluk” %6-6,5 dolayında!

Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması – 2018 (TNSA) verileri böyle. 5 yaş altındaki her 15-16 çocuğumuzdan 1’inin boyu, yaşına ve cinsiyetine göre, beklenenin “çok” (2 standart sapmadan daha çok) altında. Bu durumda kısa dönemde çocuk hastalıkları ve ölümleri artar, uzun dönemde beklenen ortalama yaşam süresi düşer. Yetersiz – dengesiz beslenme nedeniyle bu çocuklarımız “bodur” kalırlar,  boyları çok kısa kalır. Elimizdeki verilerle en son 2018 TNSA raporuna göre, Türkiye’de %6-6,5 dolayında “bodur” çocuk var 5 yaşın altında. Yüz kızartıcı bir tablo bu! Bodur, yaşına ve cinsiyetine göre erişmesi beklenen boyun çok altında kalandır. 2018  TNSA verilerinde Türkiye’de her yüz çocuktan 6’sının (5 yaşın altında), beklenen boyun altında bodur kalması yüz kızartıcı bir durumdur ve bu oran ayrıca Türkiye içinde bölgesel eşitsizlikler gösteriyor.

Yoksulluğa mahkum, sınıf atlama şansı olmayan çocuklar…

Doğu ve Güneydoğu’ya, Şırnak’a, Batman’a.. gittiğimizde bodurluk oranı %9-10’u buluyor 5 yaş altı çocuklarda. Şırnak’ta, Batman’da.. her 9-10 çocuktan 1’ bodur! Yaşına göre ileri derecede boy kısalığı içinde. Bu oran Batı’da, diyelim ki Ege’de %1’lere düşüyor. Bölgeler arası derin  eşitsizliğimiz de var.

Bu çocuklar zayıf, kavruk, zihinsel (mental) bakımdan yeterince gelişmemiş, dolayısıyla eğitim olanaklarından da yeterince yararlanamayan, tutukluk içinde kalabilecek ve yoksulluğa mahkum, sınıf atlama şansı olmayan bir yaşamda çakılı kalırlar. Uzun erimde (vadede) de aslında beden dirençleri düşük olur, ortalama yaşam süreleri kısalır, yaratıcılıkları sınırlanır.

Bu çocuklar erişkin olduklarında ortaya bir bilimsel yapıt, bir sanat ürünü, yaratıcı bir roman, bir senaryo, bir estetik ürün, bir mimarlık ürünü koyamazlar. Zeka gelişimleri yeterli olamayacağı için iyi eğitim de alamazlar…

  • Yoksulun kızı / oğlu yoksul kalır.
  • Köylü, köyü kalır : Reaya oğlu reaya!

Ülkemizde YoksullaşTIRma politikası uygulanıyor!

Ne yazık ki halkımızın çok büyük bir kesimi, son birkaç aydır özellikle Aralık 2021’den bu yana bir yoksullaşTIRma süreci yaşıyor. Özellikle vurguluyorum, “yoksullaşma değil yoksullaşTIRma!”…

Siyaset biliminde şöyle bir kuram vardır:

Yoksullaştırılan, çaresizleştirilen, ezikleştirilen, seçeneksiz bırakılan insanlar, kendilerine bu eziyeti, bu zulmü yapanların eteklerine yapışırlar. Stockholm sendromu diye bir sendrom. Kendine işkence ve eziyet yapanlara aşık bile olabiliyor, hatta tapabiliyor bu sendromu yaşayanlar!

Dolayısıyla Türkiye’de hala bunca korkunç yoksullaştırıcı zulüm politikalarına karşın, iktidar oylarının dörtte bir dolayından aşağıya inmeyişini bu kurama dayalı açıklayabiliriz.

  • AKP=RTE iktidarının Türk halkını bilerek yoksullaşTIRması, çaresizleştirmesi,
    kendisine bağımlı kılmaya, tabi kılmaya, oy deposuna dönüştürmeye dönük bir politika.
  • Öğrenilmiş çaresizlikle yığınları felç etme politikası güdüyor AKP = RTE baskıcı rejimi!

Bu durum sürdürülemez ve hızla sonlandırılması gerekir, çünkü yıkım çok ağır ve giderimi çok çok güç..
==============================
Not : Bu yazımız, yukarıdaki internet erişminde GAZETE DURUM web sitesinde, ufak tefek kimi değişikliklerle yayınlanmıştır (11.06.2022). Muhabir Sn. İlknur Yağumli’ye teşekkür ederiz. 2. Bölümü izlemek için lütfen tıklayınız :
http://ahmetsaltik.net/2022/06/12/gazete-durum-ile-soylesi-yoksulluk-beslenme-sorunlari-ve-sonuclari-1/

İSLAMDA KONUŞMA (ÜSLUP) ve İKNA KÜLTÜRÜ NASIL OLMALIDIR ?

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Yüce Allah der ki:

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde tartışmaya gir.”(1)

Yine der ki: “Kullarıma de ki, sözün en güzelini söylesinler.” (2)

“Öğüt ver ki sen ancak bir öğütçüsün, onları baskı altına alacak değilsin.”(3)

Dolayısıyla hoşgörü, daha güzel ve daha kolay olanın temel alınması, köktencilik ve tutuculuktan kaçınılması…

Bütün bunlar FARKLI OLMA HAKKINA, insanları bozguna ve birbirine düşmekten kurtararak(4), verim ve üretimin kaynağı olan sağlıklı ÇEŞİTLİLİĞİ geliştiren olumlu ve yapıcı bir içerik katar.”(X)

Hz. Ali diyor ki; “İnsan, dilinin (söyleminin) içinde gizlidir.”

Halk deyimiyle de “Üslubu lisan, aynıyla insan

Sonuç                           :

  • İktidar ya da muhalefet, ürettikleri dil ve söylem biçimiyle topluma rol modeli olmak zorundadır.
  • Herkes söylemine dikkat etmek ve kullandığı sözcükleri özenle seçmek zorundadır.
  • Gerek dinsel, gerek sosyolojik, gerek estetik ve gerekse ahlaksal olarak doğru ve güzel olan budur.
  • Toplumun erince (huzura), barışa, kardeşliğe ve en önemlisi de gelecekte birlikte ve sevgi içinde yaşama umuduna gereksinimi vardır.
  • Önemli olan toplumu ayrıştırmak, bölmek, dışlamak değil birleştirebilmektir.
  • Özünde “güzel ahlak dini” olan İslam’a cebir, şiddet, kin, nefret ve sövgü dili asla yakışmaz.
    ————————————————-
    (1). Nahl Sûresi 125. ayet.
    (2). İsra Sûresi 53.Ayet.
    (3). Bakara Sûresi 185.Ayet.
    (4). Gaziye Sûresi 21 ve 22. Ayetler.
    (X)- Muhammed Âbid EL CABİRÎ, İSLAM DÜŞÜNCESİNDE DEMOKRASİ, İNSAN HAKLARI ve HUKUK. Çev. Mehmet Şayir. Kapı yayınları, İstanbul 2019, 1. basım. sayfa 333-34.

Sömürü, saygısızlık, sopa

Ekonomik buhranı, adeta bu konuda bir yemin etmişcesine daha da koyulaştıran ve kontrolü tamamen elinden kaçırmış görünen rejim, öylesine “ne yaptığını bilmez” bir ruh hali içine düştü ki, ekonominin dümenindeki “pırıltılı – ışıltılı” şahıs, “Tercihimizi bir avuç azınlıktan yana, ezilen-sömürülen-yoksullaştırılan çoğunluğun aleyhine kullandık” diyecek kadar terbiyesizleşebiliyor.

Kapitalist sistemin nasıl çalıştığı ve devletin baskıcı gücünü kullanarak, hakim sınıflar üzerinden sömürüyü nasıl hayata geçirdiklerini adeta “paşa paşa” itiraf anlamına gelen bu sözler, çaresizliğin en sade biçimde itirafıydı. Bir yandan da asla “utanmadıklarının” somut bir tezahürüydü, tabii.

Geniş halk kitlelerini yoksullaştırıp, bir lokma ekmeğe muhtaç edip, ulusal para birimini “pula” çevirip, belki de kendileri gittikten sonra bile ekonomiyi uzun süre rayına sokulamayacak hale getirdikleri yetmiyormuş gibi, bir yandan da halka tepeden bakmayı “hakaret ve küfür” boyutuna taşımaktan da çekinmiyorlar. Hani o İngilizce’nin bu durumlara cuk diye oturan “Adding insult to injury” (yaraladığı birine, bir de hakaret etmek) deyimi vardır ya… İşte, tam da onu yapıyorlar.

Bu ülke insanlarının vergileri ile maaş alan, üstelik “namus ve şeref üzerine hizmet yemini” etmiş bir şahıs, üstelik sık sık “Ben sizin efendiniz değil, hizmetkârınızım” diyen bir şahıs, kendisini ve icraatını beğenmediği için protesto etmiş milyonlarca kadına ve erkeğe “Çürükler!.. Sürtükler!..” diye bağırabiliyor. Tekrarlamaktan utanmadıkları yalanlara (Kabataş yalanı, camide içki yalanı, teröristler yakıp yıktı yalanı) bir yenisini daha ekleyerek, “Camilerimizi yaktılar” yalanına başvurmaktan da çekinmiyor. Hattâ, hemen akabinde yandaşları, “Gezi’de ağaçları da yaktılar” yalanı ile şakşakçılık ve yardakçılık ederek “tüy” dikiyor.

Hak arayan herkese, anayasal hakkını kullanarak itirazını dile getirmeye çalışan herkese, faşist rejimlerin tipik refleksi olarak şiddet kullanmaktan, her gördükleri yerde “devletin sopasını” kullanmaktan da asla çekinmiyorlar. Anayasa’nın 34’üncü maddesi ve 2911 sayılı yasadan kaynaklanan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı “her görüldüğü yerde kafası ezilmeli” mantığı ile engelleniyor.

Sadece geçen 3 gündür;

İstanbul Okmeydanı Fetihtepe’de kentsel dönüşüm gerekçesi ile evlerinden atılıp elektriği – suyu – gazı kesilen yoksullar,

İstanbul Çekmeköy’de zaten 3-5 metrekare bırakılmış yeşil parklarına sahip çıkmak isteyen mahalle halkı,

Arkadaşlarının işten atılmasını protesto eden Enerji-Sa emekçileri,

TÜİK’in önüne giderek “halkın kandırılmasına alet olmayın” diye seslenmek isteyen Birleşik Kamu-İş sendikası mensupları,

Diyarbakır’da gazetecilere toplu gözaltını kınayan basın emekçileri copla, gazla, gözyaşartıcı bomba ile, dayakla, küfür ve hakaretle karşılık buluyor.

Bütün bu demokrasi ayıplarını, insanlık cinayetlerini görüntüleyip kamuoyuna aktarmak isteyen basın emekçileri itilip kakılıyor, tekme tokat yerlerde sürükleniyor. Medyanın haber alma ve kamuoyuna verme hakkı ihlal ediliyor.

Hani, bizim nesil yurtsever ve sosyalistlerinin 1970’lerde sıkça kullandığı bir slogan vardı:

  • “Zam, Zulüm, İşkence, İşte Faşizm!..”

Bugünlerde, adeta bunun 2022 versiyonu üretiliyor:

  • “Sömürü, Saygısızlık, Sopa, İşte Faşizm!..”

Ağzını açana, hak arayana, itiraz edene, zulme karşı çıkana, devlet tüm gücü ile “kafa ezme” harekatına başvuruyor. Basın kuruluşlarına BİK (Basın İlan Kurumu) ambargosu, RTÜK (Radyo Televizyon Üst Kurulu) sansürü ve cezaları, sosyal medyaya getirilmek istenen yasaklar, mesela TELE1’e borç bahanesi ile lisans iptali tehdidi de bunların “mütemmim cüzü” olarak devrede.

Bunların hepsini alt alta toplayınca, “gidici zihniyeti”nin iyice sırıttığına tanık olmaktayız.

Tarihi azıcık okuyup araştırsalar, bunların nafile çabalar olduğunu görecekler de…

Buna tenezzül edecek halleri bile yok artık.

Nafile!

Yenilecek ve gideceksiniz.

O yüzden sandığı geciktiriyor, sandığı halktan kaçırıyorsunuz.

O sandık, er ya da geç gelecek.

Mukadder sonunuzdan kaçış olmadığını, o gün anlayacaksınız.
***
Ertuğrul Karakaya (1955-1977)

Çarşamba günü, bir yiğit yoldaşımızı, kısacık ömrünü faşizme karşı mücadeleye adayıp toprağa düşen bir devrimciyi andık. Darüşşafaka yıllarından sevgili arkadaşım, ODTÜ’de 1977 “Rektör Hasan Tan’a karşı direnişin” bayraktarı Ertuğrul Karakaya kardeşimiz, aynı bugünleri yansıtan koşullarda mücadele sırasında hayatını kaybetti.

Ufacık cüssenin içinde kocaman ve devrime adanmış bir yürek çarpıyordu.

Onu sırtından vuran devlet gücü, ambulansın gelişini bile engellemeye, cenazesine bile engel olmaya kalkmıştı. Ertuğrul’a ve anti faşist mücadele ile devrim yolunda gözünü kırpmayan tüm yoldaşlarımıza selam olsun.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 8 Haziran 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SANRI

RTE, “Her kim ki bu kardeşinize saldırıyorsa bilin ki aslında Türkiye’ye saldırıyor demektir.

Megolamani…

AKIL

ATATÜRK Havaalanı’nın Millet Bahçesi’ne dönüştürülme töreninde konuşan RTE, “Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir yeşil alan kazandıracak aklı başında tek bir kişi bulamazsınız.

Katılıyorum…

GERÇEK

Maliye Bakanı Nebati, ”Enflasyonla büyümeyi tercih ettik. Bu sistemden dar  gelirliler hariç üreticiler ve ihracatçılar kazandı

Nebati CHP’li olsa da böyle derdi.

İşte AKP gerçeği…

SÜRTÜK

RTE Gezi eylemlerine katılanlar için, ”Bu teröristler, eşkıyalar bira şişeleriyle caminin içini pislemişti” yalanını tekrarladı ve  “Bunlar çürük, bunlar sürtük” ifadelerini kullandı.

  1. Bu sözler ancak AKP’nin cumhurbaşkanına yakışır.
  2. Anlaşılan odur ki, Gezi’de içlerine salınan korku ömür boyu gitmeyecek,
  3. İftira ve kin bitmeyecek…

MİLLET

RTE vatandaşların bir bölümüne “sürtük” diye hakaret ettikten sonra özür dilemesi beklenirken bu ifadenin millet tarafından kullanıldığını söyledi.

İyi iş. Söyle milletin üzerine at…

DERS

RTE, “sürtük” sözünü savunurken, “Karakter fukaralarından alacak ahlak dersimiz yok” dedi.

Çoook var…

SIĞINMA

RTE, ekonomideki gidişin nedeni olarak Gezi eylemlerini gösterdi.

Haydaaaa!

  1. Gezi‘den 5 yıl sonra sistemi değiştirip bizi uçuracak olan kimdi?
  2. Gezi‘nin etkisi dokuz yıl sonra mı akla geldi?
  3. “Sürtük” te milletin arkasına, ekonomik başarısızlıkta Gezi’nin arkasına…

BMC

RTE ve Katar Emiri’nin 10 bin kişiye istihdam, senede 5 milyar dolar katma değer sağlayacak diye temelini attıkları Ethem Sancak’ın BMC fabrikası söküldü.

Bir yalan daha çöktü.

Bir ziyan daha çıktı…

REKOR

Mayıs ayında enflasyon (hem de TÜİK rakamlarına göre), 25 yılın rekorunu kırdı.

AKP yapar…

TÜİK

TÜİK’te tüketici fiyatları endeksini hesaplayan birimin başındaki isim olan Mustafa Teke, Mayıs ayı enflasyonu açıklanmadan birkaç gün önce istifa ederek görevinden ayrıldı.

TÜİK üzerinde en ufak bir baskı olmadığı belli!…

SAPMA

Bahçeli, ”Hayat ve siyasetin merkezinde, inandığı gibi yaşamayanlar, bir süre sonra yaşadıkları gibi inanmaya başlayacaklardır. Bu durum bir sapmadır, savrulmadır, ağır bir sakatlıktır.

Yaşayan bilir…

YATIRIM

AKP iktidarının yaklaşık 1.6 milyar liraya mal ettiği ve halen onlarca görevlinin (yaklaşık 200) bulunduğu Aydın/Çıldır, Balıkesir, Gökçeada ve Tokat havalimanların tek uçak inmedi.

Müteahhite (yükleniciye) yatırım…

YAŞ

DİB Erbaş, “Camiden çok, 4-6 yaş kuran kursu yapmak daha önemli” dedi.

Tabi. O yaşta kandırmak çok kolay…

BAKIŞ

RTE, göçmenler için “Biz İslami ve insani açıdan bakıyoruz” dedi.

Bir de kendi insanımız açısından bakılsa…

DANSÖZ

Bursa’da bir İmam Hatip Lisesi, gelir elde etmek için düzenlenen etkinlikte dansöz oynatıldı.

Din, iman, Kur’an hepsi yalan; nerde para oraya yaman…

ÇİÇEK

Giresun Piraziz Kaymakamı, CHP’li belediyenin çiçek dikmesini engelledi.

Korku dağları aşmış…

İNAT

RTE “Teknik anlamda bir enflasyon değil fiili bir hayat pahalılığı var” iddiasında bulundu.

Bu iktidar faizi arttırmayacaktır, tam aksine faizi düşürmeye devam edeceğiz!”

  1. TÜİK’in açıkladığı %73 nedir?
  2. Yaşam pahalılığının nedenleri arasında enflasyon yok mudur?
  3. Faizleri düşürünce ne kazandınız?
  4. Sonuç; ”İnadım inat, enflasyon da pahalılık da kat kat”…

6 Haziran, 6 Kanun!

6 Haziran haftası, 6 Kanun teklifi, TBMM’nin yalnızca yasama gündemi. Komisyonlar ve Genel Kurul çalışması, iç içe ve üst üste. Sakıncalı yönleri ve doğuracağı sonuçlar bakımından hepsi önemli: Ülkeyi, toplumu, adaleti, sağlığı, piyasaları ilgilendiren düzenlemeler… Dördü torba tarzında olan önerilerin ortak paydası, TBMM dışında hazırlanmış olması.

Avukatlık Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (328 sıra sy./5 madde-Adalet Komisyonu): İki yıl önce baroların bölünmesini öngören yasa ile kurulan 2. (paralel) ve ana barolara göre çok küçük barolara ayrıcalık tanıyan yasa önerisi, hukukçuları ayrıştırmayı derinleştirme ve hukuk inancını zedeleme vb. birçok riski beraberinde getirecek.

Çevre Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (336 sıra sy.lı31 madde/ Çevre -tali- ve İmar -asli- Komisyonlar):

Stockholm Bildirgesi’nin 50. yılında Türkiye’nin çevresel ve ülkesel yağmasının ivme kazandığı bir sırada, kod niteliğinde çevre yasası bir yana, yürürlüktekiler de, torba yasalarla daha belirsiz hale getiriliyor. Maden ruhsatları ve orman kırımları ile ülkenin yağmalandığı, termik santral ve HES’lerle doğal alanların kuşatıldığı, tarihsel ve kültürel değerlerin yok edildiği, kamu makamlarının sürekli çevre suçu işlediği bir ortamda, çevre alanında, birbiriyle ilgisiz birçok yasa tek bir torbaya tıkıştırılarak çevresel bilgi kirliliği yaratılıyor.

Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4471 sıra sy.- 40 madde/ Dijital Mecralar -tali- ve Adalet -asıl- K.): Basın ve sosyal medya özgürlükleri üzerinden demokratik toplumu baskılamayı amaçlayan torba önerinin sakıncalarına “Ya resmi dezenformasyon?” yazısı ile dikkat çektim.

Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4484 – 24 madde/ Adalet K.): Hâkim ve savcı yardımcılığı öngören yasa önerisi, sınavlar için nesnelliği ve saydamlığı sağlayıcı ölçütler öngörmemekte ve birçok konuyu yönetmeliklere bırakmakta.

İstanbul Finans Merkezi Kanunu Teklifi (2/ 4478-12 madde –Plan ve Bütçe K.) : Merkez, Türkiye Varlık Fonu tarafından kurulacak özel hukuk hükümlerine bağlı şirketçe kanun kapsamında verilen görev ve yetkiler çerçevesinde yönetilecek. Yönetici şirket, bağımsız alan ve bölümlerin kiralanması dâhil, umumi hizmetlere ayrılmış alanlara dair yönetim faaliyetlerini 20 yıl süreyle gerçekleştirecek. Merkezdeki birçok iş ve işlem, harçlar dâhil birçok vergiden muaf (bağışık) tutuluyor. Mecburi (zorunlu) Türkçe kullanımına tabi (bağlı) olmama, sözleşmelerde hukuk seçimi serbestliği ve yabancı uyruklu istihdamı konusunda istisnai (ayrıksı) değerlendirilme gibi ayrıcalıklar tanınıyor. Parselasyon, kentsel tasarım projeleri gibi işlemleri yaptırma ve onaylama yetkisi, İBB’ye değil, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na veriliyor. Merkez alanı içerisindeki (içindeki) BDDK ve SPK mülklerinin tapu kaydı, kurulacak özel şirkete geçirilecek. Özetle, bir tür mali özerk alan ve serbest bölge kurulacak.

Sağlıkla İlgili Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4485-14 madde/ Plan ve Bütçe K.): Sağlık çalışanlarının çalışma hayatına (yaşamına) ve emeklilik dönemlerine ilişkin sayısal yükseltmeler öneriliyor. Aile hekimliği eğitim sürecindeki uygulama 2029 yılına uzatılıyor. Sözleşmeli personel statüsüne geçiş kolaylaştırılıyor.

MUHALEFET BİLİNCİ

“Şu gerekçelerle Anayasa’ya aykırı ve AYM’nin konuyla ilgili şu kararlarına aykırı :
Yasanın etki analizi yok; yasalaşması, şu sakıncaları yaratacak; bu konuda CHP’nin hazırladığı yasa önerilerini gündeme alın vb.” itiraz ve öneriler, AKP-MHP vekillerince yalnızca el işareti ile reddediyor. 6 Haziran haftasının yasama gündemini oluşturan 6 yasa önerisi, belki de 6 virgül değişikliği yapılmadan yasalaşacak. Buna karşın, CHP-HDP-İYİ Parti, olumlu yönde düzeltici önerilerinde sonuna kadar (dek) dayanışma içinde olabilmeli. Dayanışmacı demokratik muhalefet, gelecek kuşaklara karşı tarihsel bir sorumluluk.
===================================================
Dostlar,

İç acıtan (hazin) görünüme Sn. Kaboğlu, çok kıdemli bir Anayasa hukukçusu ve Parlamenter olarak ayna tutuyor. Usuma (aklıma) bir soru üşüştü :

  • Antik Yunan Meclislerinde acaba, bu süreçler daha mı demokratik ve yurtseverdi??

Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 11.06.22

Dr. Ahmet SALTIK

Halil Çivi şiiri : KARIŞMA!!!

ŞİİR KÖŞESİ..

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

KARIŞMA!!!

İnsan haklarının temel taşıdır,
İnancıma, yaşamıma karışma!
Özgürlük ulusun umut aşıdır,
İnancıma, yaşamıma karışma!
Xxx
İnançlar kardeştir, düşman olamaz,
Devlet kendi ulusunu bölemez,
İnanç düşmanlığı yapan gülemez,
İnancıma, yaşamıma karışma!
Xxx
Hak, hukuk, özgürlük; özgür başımdır,
Giyimim, kuşamım özgür işimdir,
Adalet, ebedi can yoldaşımdır,
İnancıma, yaşamıma karışma!
Xxx
Yaşam tarzım kültürümün özüdür,
Topluma yansıyan özgür yüzüdür,
Varlığıma ANAYASA sözüdür,
İnancıma, yaşamıma karışma!
Xxx
Hukuk devletinin gereği budur,
Kadim kültürümün süreği budur,
Bütün yurttaşların dileği budur,
İnancıma, yaşamıma karışma!
Xxx
Din ve vicdan özgürlüğü var ise,
Yasal düzen bu varlığa yar ise,
Hukuk bana devlet LAİK der ise,
İnancıma, yaşamıma karışma!
Xxx
Kamu sağlığına zarar vermezsem,
Kamu hukukunda zincir kırmazsam,
Hukuk dışı hiçbir yola girmezsem,
İnancıma, yaşamıma karışma!
Xxx
Bütün yurttaşları kardeş bilirim,
Kardeşlikte sevgi, barış bulurum,
Vatan, ulus, bayrak için ölürüm,
İnancıma, yaşamıma karışma!
Xxx
Cumhuriyet ırkı, dini ayırmaz,
Irkçılık, dincilik, karın doyurmaz,
Ahlak, hukuk ırkçılığı kayırmaz,
İnancıma, yaşamıma karışma!
Xxx
Alevi olurum, Sûnni olurum,
Irkları, cinsleri eşit bilirim,
Hukuka, ahlaka sadık kalırım,
İnancıma, yaşamıma karışma!
Xxx
LAiK ANAYASA başıma taçtır,
Cağdaş demokrasi derde ilaçtır,
Cağdaş yaşam bu ilaca muhtaçtır,
İnancıma, yaşamıma karışma!
Xxx
Irklar, cinsler birbirine eşittir,
İnançlar, fikirler çeşit çeşittir,
Halil Çivi bunu halka işittir,
İnancıma, yaşamıma karışma!
Giyimime, kuşamıma karışma!
Xxx


05 Haziran 2022
Doğanbey, Seferihisar – İZMİR

Lezzetli deyip yememeli

Cagatay_Guler_portresiPROF. DR. ÇAĞATAY GÜLER
HALK SAĞLIĞI UZMANI, Çevre Sağlığı Uzmanı

Cumhuriyet, 08 Haziran 2022
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Çeşni ve lezzet genellikle doğal ve insan yapımı maddelerin karmaşık karışımlarıyla sağlanan bir durumdur. “Hafif tereyağlı”, “hafif meyveli” çeşni verme izni alınıp bunu “bol tereyağlıya”, “bol meyveliye” çevrildiğinde sonuç ölümcül olabilir. Tüketicilerin besinlerin niteliğini yalnızca “damak tadıyla” belirleyebildiği geri kalmış ülkelerde “çok lezzetli” yiyeceklere bağlı akciğer, kalp, karaciğer, böbrek, sinir sistemi hastalıklarından yeti yitimleri hatta ölümler görülebilir ve nedensel bağlantı kurulamaz.

Yüzlerce tat ve çeşni maddesi arasından “diasetil” örneğini vermek istiyorum. Diasetil, yiyeceklere yapay tat ve çeşni vermek için kullanılan kimyasal maddelerin en önemlilerinden biridir. Şekerlemelere, patlamış mısıra, kimi süt ürünlerine ve “unlu mamullere” katılır. Genellikle yapay bir tereyağı aroması vermek için kullanılır. Elektronik sigaraya şekerleme, meyve ve tatlı tadı vermeyi sağlar. Bu tatlar genellikle çocuk ve gençlerin hoşlandıkları tatlardandır. Kimi abur cubur noktalarından salınan iştah artırıcı ve çekici kokularda da bulunabileceğinden kuşkulanılmaktadır.

Üretim sırasında bu maddenin etkileniminde kalan işçilerde süreğen bir akciğer hastalığına yol açar. Doksanlı yılların sonu iki binli yılların başında mikrodalga için patlamış mısır üreten fabrikalarda işçilerde solunum yoluyla etkilenim sonucu çok şiddetli olgular bildirilmiştir. Patlamış mısırlara yüksek tereyağı tadı ve lezzeti vermek için kullanılıyordu. Bu işçilerdeki salgın nedeniyle “Patlamış Mısır İşçisi Akciğeri” denmektedir. Bu hastalığın tıptaki genel adı “bronşiyolitis obliterans“tır. Akciğerde kalıcı yıkıma yol açan bir durumdur. Önemli bir işçi sağlığı sorunu olabilmektedir.

Diasetil’in solunması nefes darlığı, kuru öksürük, yorgunluk, bitkinlik; ağız, burun, göz tahrişi; patlamış mısır akciğeri, hışıltılı solunum ve ölüme yol açmaktadır. Bu hastalık kendi kendine iyileşmez. Erken evrede yakalanıp uygun tedavi (sağaltım) desteği sağlanmazsa yaşamsal tehlike söz konusudur.

Elektronik sigara kullananlarda da aynı etkilerin söz konusu olabileceği konusunda uyarılar yapılmaktadır. Avrupa’da, bu maddelerin elektronik sigaralarda kullanımı 2016’da yasaklanmıştır. Bu sigaralarda kullanılan öbür çeşni maddeleri asetoin, asetil propionil de benzer etkilere neden olabilir. Ülkemizde satılan ya da internetten satın alınan elektronik sigaralarda bulunmaktadır.

Ağızdan alındığında bu açıdan güvenli kabul edildiğinden kullanılmasına izin verilmektedir. Ancak başta süt ve un olmak üzere niteliksiz yiyecek maddelerinin “nitelikli asılları” imiş gibi tüketiciye sunulmasına olanak sağlar. Kazancın ve rafta ürün bulundurmanın öne çıktığı, toplum sağlığının umursanmadığı, besin denetimlerinin propagandaya yönelik fiyat denetimleriye sınırlı kaldığı, halkın alım gücünün çok düştüğü enflasyon ve kriz dönemlerinde bu tür çeşni maddelerinin kullanımı çok artar.

  • Böyle bir dönemde ucuz peynir, börek, baklava vb.nin kampanyalarında kim, nerde ve nasıl nitelik sorgulaması yapacaktır?

Diasetil çeşni ve lezzet maddelerinden yalnızca biridir. Çoğu üretici bu maddelere FDA tarafından onay verildiği savunmasını yapar. Oysa bu onay bizim anladığımız anlamda bir onay değil, GRAS(*) iznidir.

(*) Gras izni: Genel olarak güvenilir zararsız kabul edilen anlamına gelmektedir.
===========================================

Dostlar,

Ülkemizde son derece ağırlaşmış bulunan anormal hızlı enflasyon ve anormal hızlı pahalılaşan yaşam kısa – orta ve uzun erimde Halk / Toplum Sağlığı için ciddi ve ağır sorunlar yaratmıştır ve yaratacaktır.

Bunların başında yeterli ve dengeli beslenme hakkının gasp edilmesi gelmektedir ki, tartışmasız olarak bir temel insalık hakkıdır (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, md. 25).

Dolayısıyla, Hacettep’de birlikte Halk Sağlığı / Toplum Hekimliği uzmanlık eğitimi aldığımız kadim dostumuz ve meslektaşımız çok değerli Prof. Dr. Çağatay Güler’in (MD, PhD) uyarısı içerik ve zamanlama olarak son derece yerindedir.

Böyle dönemlerde:

  • YoksullaşTIRılan kesimlerin alım gücünün özel sosyal politikalarla artırılması zorunludur.
  • Gereksinimli milyonlara (yoksul, yoksun, işsiz) yaygın gıda desteği sağlanmalıdır.
    Çocuklar, gebeler, yaşlılar ve hastalar özellikle kırılgan / zedelenebilir toplum kesimleridir.
  • Maliyet baskısı nedeniyle daha düşük fiyatlarla üretilmek ve pazarlanmak istenen besin ürünlerinin Gıda Tarım ve Orman Bakanlığınca daha da özenle izlenmesi gereklidir.
  • Temel besin kümelerinde (süt ve ürünleri, yumurta, beyaz ve kırmızı et..) fiyat desteği (sübvansiyon) sosyal devlet sorumluluğu ile (Anayasa m.2, 5) yaşama geçirilmelidir.
  • Her düzeyde okullarda, yurtlarda çocuk ve gençlerin okulda beslenmesi için özel planlama ve akçalı (mali) destek sağlanmalıdır.
  • toplumsal gıda güvenliği ve güvencesi” ni sağlamak Devletin en temel görevlerindendir.

Bu tür Halk / Toplum Sağlığı politikaları kesinlikle ve çok yüksek düzeyde maliyet – etkindir (cost – effective). Tersi durumda, ağırlaşan ve yaygınlaşan beslenme yetersizliğinin faturası çok yönlü ve çok ağır, üstelik giderilemez (telafi edilemez) olabilecektir. Örneğin :

  • Bulaşıcı hastalıkların ve ölümlerin, engelliliklerin artması
  • Yaşam süresinin kısalması
  • Sağlıklı yaşam niteliğinin azalması, sağlıksız yaşam kesiminin görece ağırlık kazanması
  • Çocuk ve gençlerde bedensel ve zihinsel gelişme geriliği; kısa boyluluk, bodurluk, kavrukluk
  • Mental / zihinsel gelişimin özellikle yaşamın ilk 2-5 yılında yetersiz – dengesi beslenme hatta AÇ KALMA yüzünden geri kalması sonucu toplumsal zeka (IQ) düzeyinin gerilemesi..
    Ki 21. yy’da ülkemiz ve ulusumuz için bir sağkalım (beka) sorunudur.
  • Yaratıcı, sorun çözen, estetik algı edinen, güzel sanatlarda – bilimde yenilikler doğuran yapıtlar üretebilen bir toplum olmaktan uzaklaşma. Sürü toplum ve demokrasiden kopma!
  • Yaşam sevinci azalmış, tutuk, künt, yaşama yabancılaşmış, geriye savrulmuş yığınlar..

Yazdıklarımız abartı olmayıp bilimsel öngörülerdir. Küresel koşullar da çok olumsuzdur.

DSÖ, FAO, WFP gibi yetkili BM kurumları açlık – kuraklık – besin yetmezliği uyarıları yapmakta.

Kürsel iklim faciası çok ciddi bir tehdittir. Hızla adımlar atılmalı, örneğin hızlı – yersiz – anlamsız nüfus artışı mutlaka yavaşlatılmalıdır (Anayasa m.41).

  • HER AİLEYE 1 ÇOCUK! Vakit geldi, geçiyor..

Tarım – hayvancılık alanda ivedi bir ulusal seferberlik planı ile üretim düzeyi ve niteliğinin hızla artırılması ve ULUSUN AÇ BIRAKILMAMASI zorunluluğu her türlü tartışmanın ötesindedir.

Sevgi ve saygı ile. 09 Haziran 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

Not          : MSG (mono sodyum glutamat) de diasetil benzeri işlevli, çok güçlü bir lezzet artırıcıdır. MSG’ye batırdığınız parmağınızı bile yiyebilirsiniz!!
İlgili Bakanlık ve Sağlık Bakanlığının çok özenle çalışarak “toplumsal gıda güvenliği ve güvencesi” ni mutlaka sağlamaları gerekmektedir.

YORULDUM KARA GÖZLÜM

ŞİİR KÖŞESİ..

Ervai BEYAZKUŞ

Ervai BEYAZKUŞ
27.11.2020

YORULDUM KARA GÖZLÜM

Yoruldum vefasızların vefasızlığından,
Yoruldum yüzsüzlerin yüzsüzlüğünden
Yoruldum zalimlerin zulmüne alkış tutanlardan
Yoruldum nara atıp caka satanlardan
Yoruldum kara gözlüm yoruldum yoruldum

Yoruldum kanı beş para etmeyenlerden
Yoruldum hakka hukuka riayet etmeyenlerden
Yoruldum insanlık yolundan gitmeyenlerden
Yoruldum tüyü bitmemiş yetim hakkına dikkat etmeyenlerden
Yoruldum kara gözlüm yoruldum, yoruldum

Yoruldum hep kendini düşünenlerden
Yoruldum asalak gibi milletin sırtından geçinenlerden
Yoruldum hile, hurda, haydut sevicilerden
Yoruldum duyguları istismar edicilerden
Yoruldum kara gözlüm yoruldum, yoruldum

Yoruldum bir baltaya sap olamayıp adam geçinenlerden
Yoruldum insan müsveddelerine adamlık rolü biçilenlerden
Yoruldum üç kuruşa tamah edip, onursuzluğu seçenlerden
Yoruldum doğruyu yanlışı ayırt edemeyip kendinden geçenlerden
Yoruldum kara gözlüm yoruldum, yoruldum

Yoruldum nefsine tapanlardan
Yoruldum adaletten sapanlardan
Yoruldum hakkı olmayanı kapanlardan
Yoruldum başına buyruk iş tutanlardan
Yoruldum kara gözlüm yoruldum, yoruldum

Yoruldum hayduttan hırsızdan
Yoruldum yüzünde ar kalmamış arsızdan
Yoruldum geçimsiz huysuzdan
Yoruldum soyuna küfreden soysuzdan
Yoruldum kara gözlüm yoruldum, yoruldum

Yoruldum gösterişten, ziyandan
Yoruldum iftiradan, yalan beyandan
Yoruldum gözlerini kapayıp yerinde sayandan
Yoruldum haksızlığı hakkı sanandan
Yoruldum kara gözlüm yoruldum, yoruldum

İktidarın ve muhalefetin durumu

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
Cumhuriyet, 06 Haziran 2022

 

AKP hükümetinin son bir yılda kurduğu baskılar ve uyguladığı zulümler, AKP iktidarının FETÖ olarak da anılan Fethullah Gülen’e bağlı çeteyle birlikte yürüttüğü “Ergenekon”, “Balyoz”, “Oda TV”, “Casusluk” adlı kumpas süreçlerini aratmıyor.

  • 14 komutanın ve askerin “28 Şubat” davasından dolayı hapis cezası almaları ve tutuklanmaları,
  • emekli amirallerin laiklik ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi konusundaki kamuoyu açıklamaları nedeniyle gözaltına alınmaları ve yargılanmaları,
  • bazı gazetecilerin ve yazarların gözaltına alınmaları veya tutuklu  yargılanmaları,
  • “Gezi” protestoları nedeniyle sekiz kişinin hapis cezasına mahkûm edilmeleri olaylarından sonra, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkında, yıllar önce sosyal medyada ifade ettiği görüşleri nedeniyle hapis cezası verildi;
  • CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında, kendisine hakaret eden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya yanıt verdiği için hapis cezası istemiyle dava açıldı;
  • MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu hapse yollamakla tehdit etti!

Söz konusu sahte yargı süreçlerinin, baskıların ve tehditlerin tümü,
Anayasanın 2, 6, 7, 8, 9, 11, 14, 24, 25, 26, 28, 34 ve 138. maddelerinin
fiilen ortadan kaldırıldığının ve anayasal düzeni yıkmaya yönelik
bir girişimin gerçekleştirilmekte olduğunun kanıtlarıdır.

***
Mert ve cesur insanlar, karşıtlarıyla eşit koşullarda rekabet eder, yarışır ve mücadele ederler. Kurnaz ve korkak insanlar ise karşıtlarını baskı altında tutarak sonuca ulaşmaya çalışırlar. Türkiye’de yaşanan da budur.

Bu kurnazlık ve korkaklık, onurlu, namuslu ve şerefli bir mücadele yöntemi olmadığı gibi, tümüyle boş bir çabadır. İktidar baskısı, muhalefeti mücadelesinden vazgeçirmeyeceği gibi, muhalefette olan seçmenin, seçimlerde ve sandıkta vereceği kararı da etkilemeyecektir.

Seçmen, iktidar baskısı olduğu için korkup sandıktaki tercihini değiştirmez. Gizli oy, açık tasnif yönteminin geçerli olduğu bir seçim sisteminde böyle bir şey söz konusu değildir. Seçmenin kime oy verdiği kayıt altında olmadığı için, seçmenin kararı baskı ve korkutma yöntemiyle değiştirilemez.

  • AKP’nin uyguladığı bu akıl, adalet ve vicdan dışı baskılar, sandıkta onun lehinde değil, aleyhinde bir sonuç doğuracaktır.

Bu kurnazlık ve korkaklık, sonucu değiştirmeyecektir, bu baskılar, bir öfke krizinin dışavurumu, bir kin ve intikam duygusunun anlık tatmini olmaktan öteye geçmeyecektir. Ayrıca bu kurnazlığın ve korkaklığın sonucunda ortaya çıkan anayasa ve yasadışı uygulamaların hesabı, hukuk ve bağımsız bir yargı önünde sorulacaktır.

Çıkarcılık paradigması içinde bir değerlendirme yapılacak olsa bile, AKP’nin uyguladığı bu baskıların kendisine hiçbir yararı yoktur. AKP kendi bindiği dalı kesmektedir.
***
“Cumhurbaşkanı” ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen hafta, “Gezi” protestolarının yıldönümünü değerlendirirken, bu eylemlere katılan kadınlara hakaret ederek sürtük ifadesini kullanmasına da halk sandıkta gereken yanıtı verecektir.

  • Erdoğan’ın bu seviyesiz sözleri dünya siyaset tarihine kara bir leke olarak geçti.

Erdoğan’ın özür dileyeceğine, bu sözlerini, “Bu Gezi olaylarında sergiledikleri tutuma yakışan teşhisi koyduk. Biz hep milletimizin diliyle konuştuk” diyerek savunması, bu kara lekeyi daha da genişletti.

Kadınların, kızların; annelerin ve babaların kızlarının; erkeklerin eşlerinin namuslarına, onurlarına ve şereflerine dil uzatmanın, milletin değerleriyle ve ahlakıyla bağdaşmadığını bilmeyecek kadar milletten kopmuş olan bir kişiden de ancak böyle bir yanıt beklenirdi.
***
Bütün bunlar olup biterken, ayrıca ruhban sınıfı makam odalarında ve sokaklarda şeriat çağrısı yaparken, muhalefetteki siyasi parti liderlerinin, tescilli Atatürk düşmanı ve laiklik karşıtı Necip Fazıl Kısakürek’in gölgesinden kurtulamamaları, “özgürlükçü laiklik” gibi uyduruk kavramların arkasına saklanmaları, laikliğin özü gereği özgürlükçü olduğunu kavrayamamaları ise ancak şuursuzlukla açıklanabilir!