Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Başörtüsü fırsatçılığı ve aşağılanan Aleviler

CHP Genel Başkanı Sn. Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü için yasal düzenleme önerisine, -kaleye atılan gol benzetmesiyle- CB ve AKP Genel Başkanı Sn. Erdoğan, anayasal düzenleme çıkışı ile karşılık verdi.

Her iki sıfatıyla anında, aile tanımının da “kadın ve erkek” şeklinde yapılmasını içeren “anayasa talimatı” verdi. Böylece AKP’nin Anayasa yaklaşımı konusunda yeni bir eşik ortaya konmuş oldu: Fırsatçılık ve yaşam tarzı dayatması.

Buna karşılık, aynı kişi, Alevi toplumunun on yıllardır kangren olmuş sorunlarını çözmek için nutukla yetindi; üstelik aşağılayıcı vaatler eşliğinde.

Oysa, asıl yasal düzenleme, Alevi inanç topluluğunun gereksinimlerini karşılamak amacıyla yapılmalı.

Yasa ile Alevi toplumunun doğrudan şu üç ihtiyacına yanıt, pek acil:

  • Tanımak,
  • Ayrımcılığa tabi olmamak ve
  • Eşit işleme tabi olmak.

Bu üçlü, daha genel olarak, eşitlik, yurttaşlık ve laiklik bağlamında anlam kazanır.

Aslında, bu çifte üçlünün anayasal temelleri de var:

Eşitlik (md.10),

Laiklik (md.24),

-Uluslararası antlaşmalar (md.90),

-Diyanet İşleri Başkanlığı (md.136).

Yürürlükteki anayasal çerçevede kalmak kaydıyla Alevi sorunu, belli ölçülerde yasa ile çözülebilir.

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI (DİB)

Genel idare içinde yer alan DİB, “laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir” (md.136).

Buna karşılık 633 sayılı yasa, şu cümle ile başlıyor:

İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; …” DİB kurulmuştur ( md.1).

  • Tek bir dine indirgenen yasa, Anayasa madde 136’ya ve diğer maddelerine açıkça aykırı.

Çünkü DİB için belirleyici olan laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti’nde varolan bütün din ve inançları güvencelemekte.

Aslında, Anayasa, dünyevi (laik) bir norm olarak din ve inançlar üstü niteliğiyle herhangi bir din veya inanç topluluğu için değil, bütün din ve inançlar için olduğu kadar, din dışı topluluklar için de güvence metni.

ZORUNLU DİN DERSLERİ

  • “Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır.” (md.24/4).

1982 Anayasası, 1961’de ‘isteğe bağlı din dersi’ yerine ‘zorunlu din dersi’ öngörmüş olsa da; bu konuda dahi, tıpkı DİB’e ilişkin md.136’da olduğu gibi, belli bir din ve inanç değil, genel olarak “din kültürü ve ahlak öğretimi söz konusu.

Ne var ki, uygulama, DİB yasası ve örgütlenmesinde olduğu gibi, Anayasa’dan tümüyle uzaklaşmış ve belli bir din ve mezhebe indirgenen müfredata dönüşmüştür. Dahası, din dersi öğretmenleri, sünni mezhebin gereklerini 6-18 yaş arası çocuklara şırınga etme yönünde anlatım ve uygulamayı dayatmışlardır.

AVRUPA MAHKEMESİ KARARLARI

İndirgeyici ve tek yanlı din dersleri dayatmasına karşı Alevi yurttaşlar, uzun yıllar mücadele sonucu ancak İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) önünde sonuç aldı.

  • İHAM kararları, cemevleri statüsünü güvence altına alacak ilkeleri de öngörmekte.

Anayasa madde 90 gereği, İHAM kararları, Anayasal çerçevede
yürütme, yasama ve yargı mercileri için bir dizi yükümlülük yaratmakta.

Bunların başında, din derslerini çoğulcu bir anlayışla programlamak ve uygulamak, cemevlerine yasal statü tanımak gelmektedir.

Düzenleme için, yukarıda belirtilen iki üçlü eksen alınmalı.

İSTİSMARDAN FIRSATÇILIĞA

Bunların hiçbirini yapmayıp, başörtüsü konusunda yasa önerisini fırsat bilerek, konuyu anında anayasal düzleme taşımak, istismarcı 2017 Anayasa değişikliğinin, bu kez fırsatçı değişiklikle altyapısını oluşturmak anlamına gelmekte. Aile tanımı, bunun en belirgin göstergesi.

  • Aleviler, bir Bakanlık içinde örgütlenme ve akçasal katkı vaadiyle aşağılanıyor.

Bu çarpık, fırsatçı ve kurnaz zihniyetle demokratik cumhuriyetçileri Anayasa masasına çağırmak, AKP-MHP dışındaki vekilleri aptal yerine koymak dışında ne anlam taşır?

Paul Eluard şiiri : ASIL ADALET

Paul Éluard - Wikipedia

 

Paul Eluard

(A.S. Bartın – Amasra maden cinayetinde kurban verdiğimiz 40’ı aşkın masum insanımızın yürek yakan anısına.. )

ASIL ADALET

İnsanlarda tek sıcak kanun,

üzümden şarap yapmaları,

kömürden ateş yapmaları,

öpücüklerden insan yapmalarıdır.

İnsanlarda tek zorlu kanun,

savaşlara, yoksulluğa karşı

kendilerini ayakta tutmaları,

ölüme karşı yaşamalarıdır.

İnsanlarda tek güzel kanun,

suyu ışık yapmaları,

düşü gerçek yapmaları,

düşmanı kardeş yapmalarıdır.

Hep var olan kanunlardır bunlar,

bir çocukcağızın tâ yüreğinden başlar,

yayılır, genişler, uzar gider

taa akla kadar.

 

 

“KADER”, HEP İSLAM ÜLKELERİNİ Mİ HER TÜRDEN “KAZA”(?!)LARLA DAHA YÜKSEK ORANLARDA CEZALANDIRIYOR?

ADD Önceki Genel Başkanlarından Sn. Prof. Dr. Özer Ozankaya, 24 Temmuz 2012 günü ADD Sarıyer Şubesinde Lozan'ın 89. yılı için bir konferans verdi. Bu konferanstan bize ulaşan özeti sizlerle paylaşıyoruz..


Prof. Dr. Özer OZANKAYA
ADD Kurucu Üyesi, 4. Gnl. Bşk.
of.ozankaya@isnet.net.tr

 

“KADER”, HEP İSLAM ÜLKELERİNİ Mİ HER TÜRDEN “KAZA”(?!)LARLA DAHA YÜKSEK ORANLARDA CEZALANDIRIYOR?

  • ÖYLE İSE BU ÜLKELERDEKİ HUKUK DEVLETİNDEN YOKSUN BASKICI YÖNETİMLER,
    KİTLESEL EĞİTİMSİZLİK, İŞSİZLİK VE YOKSULLUK … DA KADER MİDİR? …
  • YOKSA BUNLAR O DOĞAL YIKIMLARIN SIKLIK VE AĞIRLIĞININ ASIL NEDENİ MİDİR?

Müslüman olmayan, ama ileri bilim ve teknoloji sahibi olan toplumlarda ölümcül grizu patlamaları hemen hiç olmazken, Türkiye’de sık olmasını “kader”e bağlayan siyasetçiler, gerçekte sorumluluktan kaçmakta, açıkça din sömürüsü, İslam’a da büyük saygısızlık yapmaktadırlar.

Bunlara sorulmaz mı:

  • “Müslüman halkların bilim, teknik, özgürlük düzeni, hukuk devleti açılarından da
    dünyada en geri düzeyde olmaları yine “kader” midir?”

Grizu patlamaları, “kader”dir de, bilimsel, teknolojik, ekonomik, demokratik gerilikler niye “kader”le açıklanmıyor?

Neden müslüman olmayan Japonya, yılın on iki ayı depremle sallanıyorken dünyada depremden ölümlerin en az olduğu ülkedir de, müslüman toplumlarda depremlerin ölümcüllüğü Japonya’dakinin kat kat üzerindedir?

Aradaki bu farkın gerçek nedeni şudur:

  • Bilimsel düşünce, özgürlük, hukuka bağlı yönetim, teknolojik ilerilik … bu “kaderci” siyasetçilerin halkları için istedikleri değerler değildir!
  • Tam tersine, bu “din sömürücüsü, kaderci siyasetçiler” halk kitlelerini bilimden, teknolojiden, hukukun üstünlüğü düzeninden yoksun … bırakmak için her baskıcılığa başvurmaktadırlar.

Bu yüzden de islam dünyası ülkelerinde yalnız deprem, sel, yangın … ölümleri değil, örneğin trafik ölümleri de, bilimsel düşüncenin ve insan haklarına saygılı özgürlük yönetiminin egemen olduğu ülkelerdekine oranla çok daha yüksektir.

Ama hukuk devleti, demokrasi, bilimsel eğitim, kadınların eşit toplumsal konumu, bağımsız yargı…nın varlığı ya da yokluğu “kader”le açıklanmıyor; çünkü bunlar “kaderci” siyasetçilerin karşı olduğu değerlerdir.

Bu temel önemdeki gerçek, Türk kamuoyunun bilgisine etkin biçimde kazandırılmalı, hukuka ve de bilime saygısız siyasal yönetimlerin “kader” söylemiyle İslam dinine de saygısızlık yaptığı ve büyük zarar verdiği siyasetten eğitime, düşünsel ve sanatsal alanlara … değin her kamuoyu çevriminde vurgulanmalıdır.

Serdar KOÇ şiiri : ZONGULDAK…

Dr. Serdar Koç

ZONGULDAK

 

Zonguldak şehri:
(süyüm süyüm)
ağlıyor: yedi kat-
yerin altında: kefensiz-
(bedensiz) – ölümleri…

içimizdeki gökyüzü
kanıyor-
önce genzimiz yanıyor

üzerimizde tonlarca-
toprak
üzerimizde tonlarca-
kömür
ciğerlerim kan kusuyor…

kara yazgım ey!

(hy! dingir-hul)



Serdar Koç

(ÇIĞLIK, Kum Yayınları, Eylül 2006)

Yatırım fonlarında küçük yatırımcı

EKONOMİ07.10.2022 BİRGÜN

Birkaç hafta önce bu köşede yayımlanan yazıda, borsadaki yükselişin ortalama vatandaşa bir fayda sağlamaktan ziyade, parası çok olanlara yüksek getiri sağladığından bahsetmiştim. O yazı oldukça ilgi çekti, pek çok yorum yapıldı. Yazıyı beğenenlerin yanında, konuya eksik yaklaştığımı belirtenler de oldu. Bu eleştiriyi yapanlar, küçük tasarrufları olan vatandaşların yatırım fonları üzerinden borsanın yükselişinden pay aldıklarını, benim bunları ihmal ederek yanlı bir yazı kaleme aldığımı ima etiler. Aslında durumun öyle olmadığını biliyordum ama köşe yazısı sınırlı olduğu için yatırım fonları işine hiç girmemiştim. Ülkenin gündemi hızla değiştiği için takip eden yazılarda başka konuları ele almak durumunda kalmıştım. Bugün o eleştirileri yapanlara, veriler üzerinden yanıt veriyorum.

YATIRIM FONLARININ BORSADAKİ PAYI

Türkiye’de farklı şekillerde tanımlanmış yatırım fonları bulunmaktadır. Ortalama vatandaşın rahatlıkla yatırım yapabildiği ve portföyünde hisse senetleri de bulunan fonlar “şemsiye fonlar” olarak tanımlanırken, parası bir milyon liranın üzerinde olan “nitelikli yatırımcıların” alabildiği fonlar ise “serbest şemsiye fonlar” olarak gruplanmaktadır.

9 Eylül itibarıyla yatırım fonlarının toplam büyüklüğü 447 milyar liraya yaklaşmıştır. Bu tutarın emeklilik fonlarını içermediğini belirtmek isterim çünkü onların çalışma prensipleri, tabi oldukları mevzuat farklı. Biz bugün bireysel yatırımcıların istedikleri zaman, alıp satabilecekleri fonlar üzerinde duruyoruz. Bu nedenle emeklilik fonları dahil edilmemiştir.

Yatırım fonlarının 447 milyar liralık toplam büyüklüğünün sadece %17,3’ü Borsa İstanbul’da işlem gören hisse senetlerinden oluşmaktadır. Bunun parasal karşılığı ise 77,4 milyar liradır.

Diyebilirsiniz ki, ne güzel işte… Bakın küçük yatırımcılar 77 milyar liralık tasarrufları ile borsanın yükselişinden pay alıyorlar. Evet, bunu diyebilirsiniz ama durum pek de öyle değil. Yatırım fonları aracılığıyla hisse senetlerine yönlendirilmiş olan bu 77,4 milyar liranın sadece 22,5 milyar liralık kısmı “hisse senedi şemsiye fonlarında” kalan 46,5 milyar liralık kısmı ise “serbest şemsiye fonlarında” bulunmaktadır. Bu iki gruplandırma arasındaki farkı bir daha hatırlayalım: “Şemsiye fon” küçük yatırımcılar için, “serbest şemsiye fon” ise parası bir milyon liradan fazla olan nitelikli yatırımcılar için. Demek ki küçük tasarrufları olan bireysel yatırım fonu yatırımcılarının payı oldukça düşük. Peki, bu paylara kaç kişi sahip? TEFAS’ın verilerine göre 22,5 milyar liralık hisse senedi yatırımı olan kişi sayısı 399 bin. Diğer taraftan, 46,5 milyar liralık paya sahip olan nitelikli yatırımcı sayısı ise sadece 44 bin 500. Paranın kimde olduğunu ve borsa yükselişinden kimin daha büyük pay aldığını görüyorsunuz.

Dolayısıyla ister doğrudan borsadan hisse alarak, ister yatırım fonları üzerinden hisse alarak borsa yükselişinden “yararlananların” toplam portföy büyüklüğü borsanın genel toplamını dikkate aldığımızda çok küçük kalmaktadır.

KÜÇÜKLÜK GÖRECELİDİR

Her ne kadar borsanın genel toplamı açısından baktığımızda küçük yatırımcıların payları küçük olsa da, borsa için küçük olan miktarların o yatırımcılar açısından önemli olduğunu da biliyoruz. Zar zor biriktirdiği tasarruflarının değerini artırmak için farklı araçlar arasında borsaya da yönelen bu küçük yatırımcılar manipülatif işlemlerin ilk mağdurları oluyorlar.

Farklı mecralarda, bazı hisse sentlerinin nasıl yükseldiğine ilişkin “haberleri” okuyup, o yükselişin devam edeceğini düşünerek bundan “pay kapmaya” çalışan küçük yatırımcılar, genellikle ellerinde yüksek fiyatlardan alınmış hisse senetleri ile baş başa kalıyor. Bir süre sonra da dönüp aldığı fiyatın çok altında bir fiyattan o hisseleri satarak yüklü miktarda zararı realize etmiş oluyorlar. Yüksek miktarlarda paraya ulaşmak için yola çıkanlar, günün sonunda ellerindeki paranın bile buharlaştığı gerçeği ile yüzleşmek durumunda kalıyorlar.

Bu köşede yazılanları okuyorsanız, muhtemelen siz de küçük miktarda tasarrufu olanlardansınız.

Kolay gaza gelmeyin, çünkü kaybettiklerinizi yerine koymanız zor olacaktır.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 12 Ekim 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SATILMIŞ

Anket şirketlerini “satılmış” diye niteleyen Bahçeli, “Anketler bizim için vızıltıdır, biz milletimize bakarız” dedi.

Anketçiler millete değil uzaylılara bakıyor da!…

ÖDÜL

TBB eski başkanı Feyzioğlu Lefkoşa Büyükelçiliği’ne atandı.

Yanaşma ödülü…

KÜÇÜLTME

RTÜK; Halk TV, KRT ve TELE1’e; Sedat Peker’in iddialarını tartışarak Serhat Albayrak ve Zehra Taşkesenlioğlu‘nu küçük düşürdüğünden dolayı para cezası verdi.

Küçük düşüreceklerine övmeleri gerekirdi!..

YANILTMA

TBMM’den çıkmakta olan sansür yasasında “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu” getiriliyor.

Merakım; enflasyonu olduğundan düşük çıkaran TÜİK mi, gerçeği gösteren ENAG mı suçlu olur?..

AR-GE

Elektrik dağıtım şirketleri Ar-Ge için yaptıkları harcamaları elektrik faturalarına eklemişler.

İyi Ar-Ge yapmışlar…

ANLAŞILMA

Nebati “Herkesin anlayacağı şekilde açık konuşmalı” dedi.

Kendisi bile anlatımından memnun değil…

PAS

RTE, Kılıçdaroğlu’nun türban yasa teklifi ile ilgili, ”Ortada yasal bir düzenlemeyi gerektirecek durum yok. Kılıçdaroğlu farkında olmadan bize bir pas verdi, bizim de golü atmamız lazım” dedi.

Yani bütün sorun birilerinin üzerinden sıçrayıp gol atmak…

GEREKÇE

Tuna Kiremitçi’nin 7 Ekim’de vereceği konser mevlit kandili olduğu gerekçesiyle iktidar tarafından iptal edildi.

Yakında öne sürülecek gerekçeler: Ezan saati, namaz vakti, Cuma günü, dini bayram, kutlu doğum haftası, ramazan ayı vb…

HE

AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki, geçen ay turizm toplantısında gelen eleştiri sonrası yanındaki Büyükşehir Belediye Başkanı Memduh Büyükkılıç’a “Bir şey deme” dedi. Büyükkılıç da Özhaseki’ye “He de geç gitsin” karşılığını verdi.

Mikrofon açık unutulduğu için konuşma duyuldu.

Vatandaşa gerçek bakışları…

MÜTALAA

Amiraller bildirisi davasında savcı, 12 amiral ile eski TESUD Başkanı E. Tuğg. Namık Çalışkan için ceza talep etmiş.

  1. Ülkenin güvenliği ile ilgili vatandaşların fikir açıklaması suç mudur?
  2. İrticanın TSK’ya girmesinden rahatsız olmak suç mudur?
  3. “Ben böyle bir şey söylemedim” demek mi suçtur, söylenmeyen bir şeyi “böyle söyledi” demek mi suçtur?..

TURİST

Yunanistan, İstanköy (Kos) Adası’na sözde Pontus Helenizmi Soykırımı Anıtı dikti.

Bizim duyarlı vatandaşlarımız için fark etmez, Bodrum’dan Kos’a her gün yüzlercesi turist olarak gitmeye devam eder…

YASA

Bakan Soylu, “Emniyet güçlerimize tekrar talimat veriyorum. Uyuşturucu satıcısını bulduğunuz an ayaklarını kırın, ayaklarını kırın, ayaklarını kırın.”

Yasa yok, soylu bakan var…

SIĞINMA

Bakan Soylu, İstanbul’daki sığınmacı sayısını 1 milyon 271 bin olarak açıkladı.

Bakanın görevi nedir? Hangi mazerete sığınır?..

GERDEK

Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerginliğin tavan yaptığı dönemde ABD uçak gemisi ‘George H. W. Bush’ Girit Adası’na yanaştı. ABD’nin Atina Büyükelçiliği ise uçak gemisinin fotoğraflarını sosyal medyadan paylaşarak “Birlikte güzel giden iki şey: Yunan doğası ve Amerikan gücü.” ifadelerini kullandı.

Yunan’a anımsatma, gerdeğe girişteki ilk kuralı unutma!..

TANK-İ

Bir türlü üretilemeyen yerli Altay Tankı için Fatih Altaylı, ”Kim bilir belki tanklar da, aynen 250 bin konut gibi seçimden sonra teslim edilecektir” diye yazdı.

Aynen…

DÖNEKSPOR

Ergenekon kumpasında Teğmen Çelebi olarak tanıyıp, beğenip, değer verdiğimiz M. Ali Çelebi AKP saflarına geçti.

Türkeş, Kurtulmuş, Soylu ve Feyzioğlu’ndan sonra Akçelebi ile DÖNEKSPOR takımı kuruluşunu tamamlıyor…

CİHAT YAYCI, EKSİK VE YANLIŞ SÖYLEMLERİNİ DÜZELTMELİDİR !…

CİHAT YAYCI, EKSİK VE YANLIŞ SÖYLEMLERİNİ DÜZELTMELİDİR !…

*Cihat Yaycı tarafından Gazeteci Aytunç Erkin’e yapılan açıklamalar  Sözcü Gazetesi’nde (08 Ekim 2022) manşetten ve 12. sayfadan yayınlanmıştır. Yaycı’nın açıklamasında doğru bilgiler verilmekle birlikte bazı söylemler eksik ve yanlıştır. 

*Kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi için bu açıklamanın yapılmasına gerek duyulmuştur.

*Yaycı’nın, Yunanistan adaları Türkiye’yi işgal için silahlandırıyor söylemi eksiktir. Yunanistan 2004-2020 arasında zaten Türkiye’nin 20 Adası ve 2 Kayalığını işgal etmiştirÜstelik, işgal edilen Küçük Çuha Adası ile Muğla Plati Kayalığı Yaycı’nın Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı döneminde işgal edilmiştir.

ALTI BÜYÜK DEVLET KARARI İLE YUNANİSTAN’A KUZEY EGE ADALARININ YALNIZCA KULLANMA HAKKI VERİLMİŞTİR !…

*Altı Büyük Devlet Kararı ile Yunan işgalindeki Kuzey Ege Adaları, silahlandırılmamak ve askeri amaçlarla kullanmamak şartıyla Yunanistan’ın kullanımına verildiYaycı’nın iddia ettiği gibi adaların Yunanistan’a devri söz konusu değildir. Yunanistan’a, adaların egemenliği değil, yalnızca kullanma hakkı yani zilyetlik (possession) hakkı verilmiştir.

14 EKİM 2021 TARİHLİ ABD-YUNANİSTAN ANLAŞMA METNİNDE CAUSUS BELLİ KARARINA RASTLANMADI

ABD, TÜRKİYE’Yİ NATO’DAN ÇIKARMAZ !…

MAVİ VATAN’IN SINIRLARI SÜREKLİ OLARAK DEĞİŞTİRİLİYOR !…

*Yaycı, SÖZCÜ Gazetesi’nde gündeme getirdiği söylemleri doğru bilgiler ile düzeltmelidir. Aksi halde söyleşiyi yayınlayan Gazeteci Aytunç Erkin, Yaycı’ya yönelik olarak yaptığım eleştirileri gazetecilik etiği gereği köşesinde yayınlamalıdır.

Konu ile ilgili yazı ve belgeler ek dosyalarda sunulmuştur.

CİHAT YAYCI EKSİK VE YANLIŞ SÖYLEMLERİNİ DÜZELTMELİDİR-WORD

Saygılarımla,

E. Alb. Ümit YALIM
Milli Savunma Bakanlığı Eski Genel Sekreteri

MUDANYA MÜTAREKESİ EMPERYALİZMİN TÜRK ULUSU’NA TESLİM OLUŞ BELGESİDİR

BASINA VE KAMUOYUNA

MUDANYA MÜTAREKESİ EMPERYALİZMİN
TÜRK ULUSU’NA TESLİM OLUŞ BELGESİDİR

Mudanya Mütarekesi’nin (Ateşkes Antlaşması) 100. yılını kutluyoruz. 9 Eylül 1922’de İzmir rıhtımında zafere ulaşan büyük ve kutsal savaş, 11 Ekim 1922 sabahı  Mudanya’da ilk siyasal meyvesini alıyordu. Sonuçları kısa sürede ortadan kalkan 1739 Belgrad Antla0şması dışarıda tutulursa, 1699 Karlofça Antlaşması’ndan başlayarak Türk Ulusu, 223 yıl boyunca hiçbir görüşme masasından başı dik kalkamamıştı. Oysa şimdi İsmet Paşa emperyalizmi masada da yeniyordu.

Kimi tarih cahilleri; Kars’tan Doğubayazıt’a Ruslar’la, Pontus ve Ermeni çeteleriyle yıllar süren savaşların ardından önce 3 Aralık 1920 Gümrü ve sonra 16 Mart 1921 Moskova Antlaşması ile kapanan Doğu Cephesi’ni, “Gazi”, “Kahraman” ve “Şanlı” unvanlarını kazanmış Antep, Maraş ve Urfa’nın Şahin Bey’le, Sütçü İmam’la, Ali Saip (Ursavaş) Bey’le Fransız işgaline karşı destansı direnişlerinin sonunda 20 Ekim 1921 Ankara Antlaşması ile kapanan Güney Cephesi’ni, Kuvayı Milliye’nin ilk kıvılcımını ateşleyen Adana Kuvvacılarının -Pozantı’da terk edilmiş bir tren vagonunda gizlice basıp dağıttıkları bugün 104 yaşındaki Milli Mücadele’nin ilk ve dünyanın en eski gazetelerinden biri olan- Yeni Adana’sını, Antalya’dan Konya’ya uzanan Kilikya İtalyan işgalini ve Anadolu’nun her yerindeki İngiliz’i görmezden gelip “Yunan Harbi” diye basitleştirmeye, hatta kimi densizler “Tek Kurşun Atmadık” dalaleti ile yok saymaya çalışsa da Ulusal Kurtuluş Savaşımız gerçekte, Türk Ulusu’nun Batı Emperyalizmi ile kanlı ve kesin hesaplaşmasıdır. Mudanya Mütareke masası da bu hesaplaşmanın taraflarını apaçık göstermektedir.

Bursa’nın bu şirin sahil ilçesinde, 1937 yılından beri “Mütareke Müzesi” olarak korunan tarihsel binada görüşmelerin yapıldığı mermer masa aynen durmakta ve görüşmeciler balmumu heykellerle tasvir edilmektedir. Masanın başkanlık makamındaki Ankara Hükümeti temsilcisi İsmet Paşa’nın karşısında oturanlar İngiliz Temsilcisi General Harrington, Fransız Temsilcisi General Charpy ve İtalyan Temsilcisi General Mombelli’dir. Emperyalizm tarafından Anadolu’ya sürülen Yunanistan temsilcisi Mazarakis ise, Türk tarafı katılmasını kabul etmediğinden açığa demirlemiş savaş gemisinde beklemektedir. 

ATEŞKES ANTLAŞMASINDA YUNANİSTAN İMZASI YOKTUR!

15 Mayıs 1919 günü zafer çığlıklarıyla İzmir rıhtımına çıktıklarında gazeteci Hasan Tahsin’in ilk kurşunu ile karşılanan Yunan kuvvetleri, 3 yıl sonra yine İzmir rıhtımında denize dökülmüştür. Savaşların ardından kalıcı barış antlaşmalarına dek geçerli olacak mütarekeler (ateşkes antlaşmaları) savaşan devletlerarasında yapılır. Türk Ordusu piyon Yunan Ordusu ile savaşırken aynı zamanda destekçileri olan öbür işgalciler, İngiltere, Fransa ve İtalya ile de mücadele etmiş ve ateşkes antlaşmasını da doğal olarak bu emperyalistlerle yapmıştır.

Şevket Süreyya Aydemir’in “Mudanya Konferansına Mudanya Savaşı demek hatalı olmasa gerektir” sözleriyle tanımladığı, zaman zaman masaya yumrukların indiği yaklaşık 9 gün süren sert tartışmaların ardından 11 Ekim 1922 sabahı saat 06 00’da anlaşma sağlanmış, imzalar atılmıştır. Antlaşmada  Trakya’daki işgalin sona erdirileceği belirtilmektedir, ama altında işgalci Yunanistan’ın imzası yoktur. İsmet Paşa bunu muhataplarına sorduğunda General Harrington, bir sakıncası olmadığını, esasen antlaşmayı uygulama sorumluluğunun kendilerine ait olduğunu söylemiştir. Tek başına bu yanıt bile; vatanımızı esas işgal edenlerin kimler olduğunun, Türk Ulusu’nun kimlerle savaştığının ve kimleri yendiğinin açık itirafıdır. Yani,

  • Mustafa Kemal Paşa ve Türk Ulusu, 3 yıl 3 ay 22 gün süren Milli Mücadele’nin sonunda, amaçları Türk’ü vatanından Asya bozkırlarına sürmek ya da yok etmek olan emperyalistleri teslim almıştır.

MÜTAREKENİN ASKERİ ver SİYASAL SONUÇLARI

Mudanya Mütarekesi’nin çok önemli askeri ve siyasal sonuçları oldu. İzmir’in kurtuluşundan, Mudanya Mütarekesi’ne dek geçen 1 ayda ilerleyişini sürdüren Türk Ordusu, Mütarekenin ardından Anadolu’da işgal altında bulunan bölgeleri, Misakı Milli kararlarına uygun olarak -küçük istisnalar dışında- işgalden kurtardı. 15 Ekim 1922’de yürürlüğe giren Mütareke uyarınca Doğu Trakya 15 gün içinde boşaltıldı, 30 gün içinde Türk makamlarına devredildi. İstanbul ve Boğazlar da mülki idaremizce teslim alındı. (Ancak İstanbul ve Boğazlarda bulunan İtilaf kuvvetleri, kesin barış antlaşmasına dek artırılmaksızın kalabileceklerdi.)

Atatürk’ün kurduğu Gazi Meclis’in Başkanlık makamını bir süre işgal eden -ne talihsizlik- bir şahsın, kadın, erkek ve çocuk binlerce şehit ve Ulusun büyük özverisiyle kazanılan bu görkemli zafer için “Tek Kurşun Atmadık” yadsıması içimizi acıtsa da, gerçekte Kemalist Devrimciler Tek Kurşun Atmadan öyle inanılmaz işler başarmışlardır ki, hayran olmamak olanaksızdır. Trakya, Diplomat İsmet Paşa’nın dirayetli tutumu ile Tek Kurşun Atılmadan kurtarılmış, İstanbul’daki 5 yıllık emperyalist işgal Tek Kurşun Atılmadan 6 Ekim 1923’te sonlandırılarak Fatih Sultan Mehmet’in emaneti yeniden Türk yurdu olmuş, geçici statü uygulanan Boğazlar ve Marmara egemenliğimiz 1936’da yine bir Atatürk dehasının ürünü olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle Tek Kurşun Atılmadan kazanılmış, keza 1939’da Hatay da yine Tek Kurşun Atılmadan Anavatan’a katılmıştır.

Mudanya Mütarekesi’nin  siyasal sonuçları da çok önemlidir.

  • “Yenilmez” denilen emperyalistler Kemalistler’e yenilmişler,

yüz yıldır bir türlü hazmedemedikleri bir hezimete uğramışlar, “Eşkıya” dedikleri Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Türk Ulusunun zaferini kabullenmek zorunda kalmışlardır. Bir başka önemli siyasal sonuç da, barış konferansı davetçileri 1. Dünya Savaşı galip devletlerinin Lozan’a muzaffer TBMM temsilcileri ile birlikte işgal döneminde tam bir teslimiyet içinde davranan, dayattıkları Sevr Antlaşmasını kabullenen, Milli Mücadele’ye karşı çıkan, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını idama mahkûm eden İstanbul Hükümetini de davet etmeleri üzerine gerçekleşmiştir. Galip Ankara’nın gücünü kırma amaçlı bu emperyal küstahlık üzerine kaçınılmaz büyük devrim hızlanmış ve 1 Kasım 1922’de Saltanat kaldırılmıştır. Konunun Meclis görüşmelerinde ortak komisyon toplantısının uzaması üzerine, önündeki sıranın üzerine fırlayan Büyük Atatürk’ün yaptığı konuşma tarihsel önemdedir ve tüm kulaklara küpe olmalıdır.

  • “Efendiler; hâkimiyet ve saltanat hiç kimsece hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez. Hâkimiyet ve saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları zorla Türk Milletinin hâkimiyet ve saltanatına vaziülyed olmuşlardı. Bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdir. Şimdi de, Türk Milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hâkimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir. Mevzubahis olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu behemehal olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, hakikat yine usulü dairesinde ifade olunacaktır, fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”

Saltanatın kaldırılmasının ardından BMM kararı ile zaten tarihe hain olarak kaydedilmiş son Osmanlı Padişahı Vahdettin, 17 Kasım 1922 sabahı İngiltere’ye sığınarak Malaya zırhlısı ile vatanından kaçacak, ihanetini perçinleyecekti. Bugün Vahdettin’in hain olmadığını söylemek, Mustafa Kemal Atatürk’e, Büyük Millet Meclisi’ne ve Kurtuluş Savaşı önderlerine saldırmanın bir başka yoludur, tarihsel gerçekleri reddederek düzmece tarih yazma çabasıdır ve elbette boşunadır. Daha açık söylemek gerekirse; Atatürk’ün henüz savaş sürerken Meclis konuşmalarında kezlerce hain olduğunu tutanaklara geçirdiği, Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği alçakça tedbirler araştırmakta…” dediği, TBMM’nin yasa ile hain olduğunu saptadığı Vahdettin için 100 yıl sonra “Vahdettin asla hain değildir” demek, “Atatürk ve TBMM yalan söylemiştir” demektir ki, bu kimsenin haddi de, hakkı da değildir.

  • Herkes milyonların kanı ve canı ile yazılmış tarihe saygılı olmalı ve hiç unutmamalıdır;
  • Tarih bilimdir, asla nankör değildir, saplantılarla, hezeyanlarla, siyasal çıkar hesaplarıyla değişmez, değiştirilemez.

Atatürkçü Düşünce Derneği olarak; Mudanya Mütarekesinin 100. yıldönümünde Mustafa Kemal Atatürk ve Kuvayı Milliye Kahramanlarımız ile, görüşmelerin kararlı diplomatı İsmet Paşa’yı saygı ve minnetle anıyor, şehit ve gazilerimizin aziz hatıralarını şükranla yad ediyor, Yeniden Atatürk Cumhuriyeti hedefine ulaşma kararlılığımızı bir kez daha kamuoyuna saygıyla duyuruyoruz.

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
             GENEL MERKEZİ
==============================================
Dostlar,

Aşağıdaki 2 görseli biz ekledik… (Dr. Ahmet Saltık)


Mudanya Mütarekesi'nin imzalanmasının 92. Yıldönümü | Umut Oran

Teğmen Çelebi geldi-gitti

featuredE. TümgNaci Beştepe yazdı


Mehmet Ali Çelebi’yi Ergenekon davasındaki savunmasından dolayı tanıdım. Daha teğmen rütbesinde gencecik, pırıl pırıl bir Türk subayı idi. Okulun verdiklerinin üzerine koyarak kendini geliştirmiş yaşına göre bilge denebilecek bir düzeye gelmişti. Kendinden üst rütbeli pek çok subay ve general bireysel savunma yaparak kurtuluşu ararken o Ergenekon’un kumpas olduğunu değerlendirmiş ve kurumsal savunmayı yeğlemişti.

Sonra hepsi mahkum olan veya yurt dışına kaçan FETÖ’cü yargıçlara, “Siz burada bizi değil Atatürk’ün Nutuk’unu yargılıyorsunuz” diyerek hem komutanlarına örnek olmuş hem de Atatürkçü vatanseverlerin gönlüne taht kurmuştu.

Vardiya Bizde Platformu’nun sevgilisi olmuştu. Herkes ona ve ailesine dört elle sarılmıştı. Aydın medya ona geniş yer veriyordu. Tutuklu subaylar ona “Silivri’nin Genelkurmay Başkanı” sıfatını taktılar. O muhteşem savunmasından sonra Silivri’ye özel olarak O’nun için giderek ziyaret etmiş, tanışmış ve takdir duygularımı ifade etmiştim.

TEĞMEN ÇELEBİ GELDİ

Daha sonra aile bireyleri ve şimdiki eşi olan kız arkadaşı ile de tanıştık. Çelebi o zaman bana “Komutanım cezaevinden çıkınca ilk önce size ziyarete geleceğim” demişti.

  • İlk tahliyesinde Hasdal’daki general, amirallerin omuzlarında taşınarak çıkarılmıştı.

Babası Muharrem Bey telefonla hem müjde vermiş hem de ertesi günü bizde olacaklarını söylemişti. Söz verdiği gibi babası ile birlikte son derece külüstür bir araba ile Ankara’daki evimize geldi. O zaman Aydınlık Gazetesi’nde haftada bir köşemde yazmakta idim. Ziyarete denk gelen hafta yazımın başlığı “TEĞMEN ÇELEBİ GELDİ” olmuştu. O’ndan övgüyle, gururla söz etmiş, ziyaretinden mutluluğumu vurgulamıştım.

TEĞMEN ÇELEBİNİN İKİNCİ GELİŞİ

Teğmen Çelebi bir süre özgür kaldıktan sonra tekrar tutuklandı. Hasdal’da tutuklu iken evlendi. Kılıçdaroğlu nikah şahitliğini yaptı. Cezaevinde görüştüğüm arkadaşlarım, ikinci girişten sonra Teğmen Çelebi’nin davranış değişikliği sergilediğini söylemişlerdi. Ancak genel görünümde  önemli bir fark yoktu. O kararlı savunmaları aynen sürdü. Son savunmasını izledim. Meydan okuma idi. Savcıyı ve hakimleri acınacak duruma soktu.

17-25 Aralık (2013) olaylarından sonra önce Org. Başbuğ ardından tüm sanıklar tahliye oldu. Teğmen Çelebi, Kezban Hanım ile evlendi. Düğününe CHP belediyesi ev sahipliği yaptı. Kılıçdaroğlu düğüne katıldı. Ben, eşim ve  bir grup Vardiya Bizde üyesi ile Ankara’dan düğününe gittik. Ergenekon ve Balyoz sanıklarının neredeyse tamamı ve Vardiya Bizde’ciler orada idi.

Bir süre sonra Teğmen Çelebi ve babası yine evimize ziyarete geldiler. Bu kez amaç bir fikir alış-verişi idi. Çelebi CHP’den milletvekili olmak istiyordu. Bu konudaki fikrimi sordular. Ben o dönemde Vatan Partisi yönetiminde idim. CHP’nin kumpas davalarda gerekli ve yeterli tepkiyi göstermediği, birkaç milletvekili dışında ilgisiz kaldığı, Kılıçdaroğlu’nun ise yargılamaları haklı bulan açıklamaları olduğu için doğru adres olmadığını söyledim. Bence  o gün doğru adres Vatan Partisi idi.

Parti tüm yönetimi, kurumları (gençlik ve kadın örgütü, televizyon, gazete) ile kumpas davaların üzerine yürümüştü. CHP’de milletvekilliği kolay, Vatan Partisi’nde ise zorlu bir yoldu. Teğmen Çelebi’ye zorlu yolun yakışacağını anlatmaya çalıştım. Çelebi “Komutanım ben partideki yanlışları düzeltmek için gireceğim, içeride mücadele ederek CHP’yi düzelteceğiz” diyerek aslında kararını vermiş olduğunu gösterdi. Bizimki sohbetten ileri gitmedi. Sonra milletvekili oldu. Sonra partiden ayrıldı. Sonra bağımsız olarak devam edeceğini açıkladı. Sonra Memleket Partisi’ne girdi. Sonra oradan da ayrıldı. Tekrar bağımsız milletvekili olarak devam edeceğini açıkladı. Ve sonra…

AKP’YE GEÇİŞ SİNYALLERİ

Temmuz 2022’de Teğmen Çelebi birden gündeme girdi. Sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda 6’lı masaya yönelik 20 soru sıraladı. Bunları katıldığı TV’lerde de yineledi. “Cumhur İttifakıMillet İttifakı’ndan daha net ve daha fazla güven vermektedir” şeklinde açıklamada bulundu. AKP ve yandaş basın gibi CHP ve Millet İttifakı’nı PKK-FETÖ ile mutabakat halinde gösteren ifadeler kullandı. Sinyal belli idi. Birileri bir yerden düğmeye basmıştı.

Atatürk sevdalısı Vardiya Bizde’ciler başta olmak üzere Teğmen Çelebi’yi maddi manevi desteklemiş herkes ayağa kalktı. Vardiyacı bir arkadaşımız telefonda Kezban Hanım’a üzüntüsünü ve tepkilerini dile getirdiğinde “Abla sen Çelebi’nin Mecliste olmasını istemez misin?” diyerek girilen yolu, amaçlarını açıkça belirtti. Bu bilgileri aldıktan sonra önce baba Muharrem Çelebi’yi aradım. Bizi ziyarete külüstür bir araba ile gelen Muharrem Bey yurt dışı gezisinde idi. Sonra Mehmet Ali’yi aradım. Gelişmeleri ilk ağızdan duymak istediğimi söyledim.

Bana da 20 sorusundan dem vurdu. AKP’ye geçiş konusunu, Köşkte görüşmeye gidip gitmediğini sordum,” Yok komutanım öyle bir şey” dedi. “Benim Teğmen Çelebi’me yakışmazdı zaten” sözümle görüşmeyi bitirdik. Hemen aynı günlerde, eski dostların yoğun tepkisi üzerine medyada AKP’ye geçişle ilgili “şimdilik” böyle bir gelişme olmadığını açıkladı. Bugün, 12 Ekim 2022 Çarşamba, Mehmet Ali Çelebi’ye RTE parti rozeti takacak.

20 SORU KİME?

İnsanlar elbette fikir değiştirebilir. Siyasi görüş değiştirebilir. Buna bağlı olarak parti değiştirebilir. Ancaaaak;

  • Atatürk’ü savunuyorum, Atatürk’ün askeriyim, cumhuriyetin neferiyim” diyen biri Atatürk’ün adını anmayanların, ona ve eseri cumhuriyete düşman olanların kum gibi kaynadığı bir partiye gidemez.
  • PKK ile mutabakata karşı olan biri, PKK ile en üst düzeyde görüşen, Açılım yaparak yüzlerce şehit vermemize neden olan Hendek Savaşlarının sorumluları ile kucaklaşamaz.
  • S-400’ü muhalefetteki partilere soran biri, S-400’ü kilitleyen, F35’lerimizin hesabını soramayanlara sorgusuz sualsiz gidemez.
  • Anayasa değişikliğini sorgulayan biri, Anayasanın değiştirilemez özellikli ilkesi “laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu tescillenmiş” bir partinin vekili olamaz.
  • Kurumsal savunma yaparken kumpasın ayakları polis, gazeteci, savcı, yargıç herkese kafa tutan bir yiğit, o ayakları görevlendiren, onlarla beraber yürüyenlerle yan yana gelemez.
  • Muhalefete ekonomide kamuculuğu soran bir kişi, kamunun anasını ağlatanlar kendine kucak açınca gerine gerine o kucağa oturamaz.

Şimdi ben M. Ali Çelebi’ye soruyorum:

  • Sen bu 20 soruyu doğru adrese sorduğundan emin misin?
  • İlkeli bir kişilik sergilediğinden emin misin?

TEĞMEN ÇELEBİ GİTTİ

Çelebi şöyle diyor şimdi:

“FETÖ kumpaslarında kader arkadaşlığı yaptığım komutanlarıma, kardeşlerime, sevdiklerini kaybetmiş ailelerimize sesleniyorum: Başımın tacısınız. Söylediklerimde, hassasiyetlerimde haklı çıkmazsam, bunu teyid etmezseniz siz istediğiniz an Siyaseti bırakmayı söz veriyorum.”

Nasıl inanalım senin sözüne Bay Çelebi?
Hani CHP içinde, CHP’yi düzeltmek için çalışacağına verdiğin söz?
Hani CHP’den ayrıldığında bağımsız kalacağına dair sözün?
Hani Memleket Partisi içinde mücadele için verdiğin söz?
Hani oradan ayrılınca bağımsız kalacağına dair ikinci kez verdiğin söz?
Hani AKP’ye girmeyeceğine dair verdiğin söz?

Senin sözüne kim nasıl inansın?
Söz ağızdan çıkar ve tutulur. Senin sözünün çıkış yeri belli değil ki.
Sen artık siyaset yapsan da bıraksan da bizi ilgilendireceğini sanma.
Çünkü sen artık bizim için yoksun.
Bizim tanıyıp değer verdiğimiz TEĞMEN ÇELEBİ GİTTİ.
Dönmemecesine.
Milletvekili olanaklarından yararlanabilir. Ailesini mutlu edebilir.
Soylu ve Kurtulmuş gibi AKP üst düzeyinde, Feyzioğlu gibi elçiliklerde görev alabilir.
Bunların hepsi olabilir ama bir daha bizim Teğmen Çelebimiz asla olamaz.

Güle güle AK Çelebi.

Kılıçdaroğlu’nun din takıntısı

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen

1990’lı yıllarda “başörtüsü hakkını” savunarak mağdur rolüne bürünen dinci siyasetçiler, 2002 yılından sonra, AKP’nin çatısı altında, teokratik bir dikta rejimi kurarak demokrasiyi ve laikliği ortadan kaldırdılar.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimi ise geçtiğimiz hafta, Türkiye’de demokrasi ve laiklik sorunu yokmuş gibi, kamu kurumlarında ve işyerlerinde başörtüsünün takılabilmesini ve kara çarşafın giyilebilmesini de güvence altına alan yasal bir düzenleme yapılmasını önerdi ve bu konuda TBMM’ye bir teklif verdi!

1990’lı yıllarda İslamcı teröristler tarafından katledilen Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı ve hukukçu Muammer Aksoy; tarihçi, ilahiyatçı, yazar ve SHP Parti Meclisi Üyesi Bahriye Üçok; emekli müftü, araştırmacı ve yazar Turan Dursun; gazeteci ve yazar Uğur Mumcu; siyaset bilimci ve yazar Ahmet Taner Kışlalı gibi gerçek mağdurları unutturan CHP yönetimi, AKP’nin gölgesinde siyaset yapma alışkanlığından vazgeçemedi!

  • İran’da yüzlerce kadının başörtüsü takmadığı için katledildiği ve milyonlarca İranlının özgürlük mücadelesi verdiği bir ortamda, CHP yönetimi ortaçağ karanlığına gömüldü!

Arabistan töresinin, geleneğinin ve kültür emperyalizminin simgesi olan;
kadının bedeninin, cinselliğinin ve özgürlüğünün baskı altına alınması amacıyla
yüzlerce yıl önce icat edilen başörtüsü ve kara çarşaf,
CHP yönetimi tarafından,
özgürlük ve evrensel insan hakları paradigmasının içine sokuldu!

***
Üniversitelerde başörtüsünün yasaklanarak başörtülü vatandaşların laik ve bilimsel eğitimden yararlanmalarının engellenmesi yanlıştı. Ancak bu yanlış, başörtüsünün ve kara çarşafın ne anlama geldiğiyle ilgili gerçekleri değiştirmez.

Ayrıca, üniversitelerdeki başörtüsü yasağı ile bazı kamu kurumlarındaki başörtüsü ve kara çarşaf yasağı aynı kategoride değerlendirilebilecek şeyler değildir. Üniversitedeki başörtüsü yasağı, eğitim hakkının engellenmesiyle ilgili bir durumdur.

Askeriye, Emniyet, yargı gibi belli bir kıyafet disiplininin geçerli olduğu, din, mezhep ve dünya görüşü bağlamında tarafsızlığın en üst düzeyde tüm ayrıntısıyla dışa vurulmasının son derece önemli olduğu hassas kurumlarda, başörtüsü ve kara çarşaf özgürlüğü, kurumların, toplumun, kamunun, devletin özgürleşmesini değil, dinin ve mezhebin esiri olmasını sağlar!

Ayrıca başörtüsü ve kara çarşaf, CHP’nin önerdiği gibi yasayla veya AKP’nin önerdiği gibi anayasayla düzenlenecek bir şey değildir. Kıyafetle ilgili konular, kurumların iç yönetmelikleriyle ve yönergelerle düzenlenebilecek konulardır.

  • CHP yönetimi bu girişimiyle, hukuk önünde de komik bir duruma düşmüştür!

Başörtüsünün ve kara çarşafın, İslamın bir gereği gibi sunulması da bir cehalet örneğidir.

İslam dininin temeli olan Kuran’da,
kadının saçlarını ve bedeninin tamamını örtmesini
zorunlu kılan hiçbir ayet yoktur.

CHP yönetimi, demokrasi, laiklik, hukuk, ilahiyat alanlarında, yani konuyla ilgili tüm alanlarda, sınıfta kalmıştır!
***
CHP’deki bu sorunlar aynı zamanda, kurultay tarafından kabul edilen parti programının, parti tüzüğünün ve partinin yetkili organlarının işletilmemesinden kaynaklanmaktadır.

Parti tüzüğünün 20. maddesinin 1. bölümüne göre, parti meclisi, kurultaydan sonra partinin en yüksek karar organıdır. Parti meclisi, parti tüzüğünün 21. maddesinin 1. bölümüne göre de, parti programı, kurultay kararları ve seçim bildirgeleri doğrultusunda, iç ve dış gelişmelerle ilgili politika ve strateji kararlarını alır.

Başka bir deyişle genel başkan, parti programını, parti tüzüğünü ve parti meclisini yok sayarak, iç ve dış gelişmelerle ilgili politika ve strateji kararlarını, birkaç yakın çalışma arkadaşıyla birlikte alamaz ve sosyal medya veya herhangi bir medya organı üzerinden bu kararları kamuoyuna duyuramaz.

Genel başkan partiyi temsil eder, partiyi bağlayan demeçleri verme ve bildiri yayımlama yetkisine sahiptir, ancak bu temsil ve yetki, kurultayın, parti programının ve parti tüzüğünün belirlediği sınırları aşamaz.