Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Türkiye Cumhuriyeti Kurucularının Görkemli Sağlık Devrimi ve Günümüz

Dostlar,

Bu gün, 18 Mart 2023 Cumartesi günü, Kocaeli Tabip Odasının çağrısı ile bu kentte bir konferans verdik.

Konumuz, yandaki görselde de okunabileceği üzere,

  • Türkiye Cumhuriyeti Kurucularının Görkemli Sağlık Devrimi ve Günümüz

idi. 113 yansı ile kapsamlı olarak sorunsalı irdeledik.
Yansıları paylaşalım.

Kocaeli Tabip Odası, 18.3.23

Konferansın video kaydı alındı. Youtube’a yüklendiğinde buradan erişkeyi (linki) sunacağız.

Kocaeli Tabip Odası yönetimine ve Yunus Emre salonunu bu amaçla kullanıma açan İzmit Belediye Başkanlığına teşekkür ederiz.

Dünyanın ve Türkiye’nin “sağlığı” hiiiiiiiiiiiiç iyi değil. İvedi önlemler gerekli Türkiye’de ve Küre genelinde.
Yeni şeyler yapmalı. “Sürdürülebilir kalkınma” mottosu artık çağdışı.
Zorunlu parazit insanoğlu, “içine ettiğimiz” zavallı gezegenimizde “SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM(beka, sağkalım, survival) kavgası vermek zorunda!

  • Homo sapiens” artık bir evrimsel sıçrama ile “Homo environmentum“a evrilmeli.
    Bu gezegende “sürdürülebilir yaşam” ın başkaca anahtarı kalmadı!

Ardışık afetler sırada!

Bu saptama bizim değil, G20 doruğu sonuç bildirgesinden.. 2 yıl önce yaklaşık.
COP-27 bildirgesinde de benzer uyarılar yer almakta.

Salt zaman sorunu bu beklenen ardışık afetler! Uzun erimde de değil..
Küresel ısınma evresi aşılalı epey oldu. Artık gelinen aşama “İklim Faciası” (Climate disaster)!
İklim faciası, aşırı nüfus korkunç, hava ve çevre kirliliği, savaşlar..

En büyük insanlık düşmanı neo-liberal kapitalizm ve emperyalizm.
İnsanlık, bu kadim hastalığından en geç önümüzdeki birkaç on yılda kurtulmalı.
***

Bu gün ayrıca 18 Mart!
Şanlı 1915 Çanakkale Utkusu‘nun (Zaferi’nin) 108. yılı!
Zaferin eşsiz komutanı Albay Mustafa Kemal‘i ve yurt savunması için gözlerini kırpmadan şehit olan 250 bin vatan evladını sözcüklerle anlatamadığımız bir saygı, şükran ve minnetle anıyoruz.

Hele 15 yaşını yeni bulmuş / 45 kg beden ağırlığına erişen kınalı kuzuları..
Tokat’ta yakılan ağıt “Hey On beşli onbeşli…” 
İsyanımız öyle büyük ve acımız yakıcı oluyor ki, yer yer bu ağıt bir oyun havası olarak çalınıyor ve topluca oynanıyor. Birkaç yıl önce Datça / Billurkent’te tanık olmuş ve hemen durdurmuştuk.. Mikrofonu kapıp oradakilere acı gerçeği anımsatmıştık. Tokat’lı eşimiz Birsen, o ezginin “ağıt” biçimini okuduğunda herkes çok üzülmüş, duygulanmış ve çok da mahçup olmuştu.

  • Bir halk yakın tarihinden bu denli koparılarak köklerine yabancılaştırılabilir mi!? 

Tarih bilinci sağlayacak ulusal tarih eğitimi son derece önemli.

18 Mart 1915 için şu tweet iletisini de paylaştık..

https://twitter.com/profsaltik/status/1636939960061231104?s=20

Çanakkale Zaferi’nin 108. yılında “ÇANAKKALE GEÇILMEZ” sözünü tarihe yazdıran 250 bini geçen şehit ve gazilerimizi, zaferin eşsiz komutanı Albay Mustafa Kemal’i sonsuz saygı, minnet ve şükranla anıyoruz…
***
Sevgi ve saygı ile. 18 Mart 2023, İstanbul

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı / Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik 

ADD Seydişehir Konferansımız : AFETLER ve GELECEĞİMİZ

Dostlar,

14 Mart 2023 akşamı saat 20:30’da, ADD Seydişehir şubemizle bir sanal konferans düzenledik.

Şube Başkanımız Sn. Hüseyin İriilter’in istemiyle gerçekleşti bu toplantı.
Konumuz, “14 Mart Tıp ve Sağlık Haftası” nedeniyle, yaşadığımız deprem ve sel afetlerini dikkate alarak,

  • AFETLER ve GELECEĞİMİZ olarak belirlendi.

ADD Genel Merkezimiz zoom oturumu olanağı sağladı. Emek verenlere teşekkür ederiz.

Biz, 30 yansı hazırlayarak, sorunu 1,5 saate yakın süre kapsamlı olarak irdeledik.
Etkinlik “Bulut”a kaydedildi. ADD Genel Merkezimizin değerli emekçisi Sevgili Mutlu, kısa sürede youtube’a yükledi. Erişke (link) aşağıda…

Yansıları (slaytları) paylaşalım..

Afetler ve Geleceğimiz, Seydişehir ADD 15.3.23

Videoyu izlemek için lütfen tıklayınız..

https://www.youtube.com/watch?v=AvcirDjEB_M&ab_channel=Atat%C3%BCrk%C3%A7%C3%BCD%C3%BC%C5%9F%C3%BCnceDerne%C4%9Fi

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin BİLİMSEL AKILCILIKLA yapılması dileğiyle.

Sevgi ve saygı ile. 17 Mart 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
ADD Bilim Kurulu 2. Başkanı
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

 

 

Deprem, seçimler ve üniversiteler

10 Mart günü Cumhurbaşkanı Erdoğan, kameralar önünde imzaladığı seçimlerin 18 Haziran yerine 14 Mayıs’ta yapılması kararı sırasında, seçim konuşması eşliğinde kampanyayı da başlattı.

Beş hafta öne çekmede şu üç gerekçe kullandı: Sınavlar, hac ve deprem.

-Sınavlar; bir gerekçe değil, çünkü 2018’de de vardı.

-Hac vb. seyahatler gerekçe olarak kullanılamaz; çünkü yurttaşlar, oy hakları ve başkaca hak ve özgürlüklerini kullanmak arasında tercih hakkına sahip.

-Deprem ise, seçim gerekçesi değil engeli; çünkü, seçime harcanacak emek, felaketin yaralarını sarmak amacıyla kullanmaya yönlendirilebilirdi.

Ya anayasal gerekçe?

TBMM’ye ve Cumhurbaşkanı’na seçimleri yenileme yetkisini tanıyan madde 116 gerekçesi, “sistem tıkanıklıklarının milli iradeye müracaatla çözümü”, yasama ve yürütme arasında “kriz oluşması halinde halkın hakemliğine başvurma” neden ve amacına dayanır. Bu çerçevede, seçimlerin 1 ay 4 gün öne alınmasını haklı kılacak hiçbir neden yok.

Tam tersine, seçim takviminin 3 aylık OHAL süresi ile örtüşmesi nedeniyle sakıncalı olduğu gibi, enkazlar altındaki binlerce depremzedeye henüz ulaşamamışken, kurtarılanların barınma sorunları giderilememişken, deprem yaralarını sarmak yerine seçim tarihini öne çekmek, iki şekilde açıklanabilir:

-Deprem yaralarından yararlanmak,

-14 Mayıs’ı demokratik görüntü için kullanmak.

ÜNİVERSİTELER KAPALI

Afet bölgesi ilanı yeterli olduğu halde OHAL ilanı ve uygulaması, Türkiye genelinde depremzede yaratmakla sonuçlandı. Şöyle ki; ilkin, depremzedeler için oteller açılacak, dendi; ama, öğrenci yurtları depremzedeler için boşaltıldı; üniversiteler kapatıldı.

Üniversitelerde derslerin uzaktan verilmesi ve farklı uygulama biçimleri, öğretim üyesi ve öğrenci arasındaki iletişimin tümüyle koparılması riskini de birlikte getirdi.

Üniversite öğrencilerini öğrenim hakkından yoksun kılmak, Anayasa’nın başta 13, 42 ve 130. maddelerine aykırı olduğu gibi, madde 15’e de aykırı. Neden madde 15? Çünkü bu maddeye göre, savaş halinde bile, hak ve özgürlüklerin kullanımı, ancak durumun gerektirdiği ölçüde durdurulabilir.

Haliyle, Maraş merkezli bölgesel deprem nedeniyle Türkiye genelinde üniversitelerin kapatılması, deprem ile gerekçelendirilemez. Bu uygulama, deprem yaralarını sarmak bir yana, Türkiye genelinde deprem mağduru yaratmak ve depremzede öğrencileri ise, daha çok mağdur etme sonucun doğurmakta.

ATOMİZE GENÇLİK

Şöyle ki; bölgesel deprem, örneğin Artvin ve Muğla, Edirne ve Hakkari yurtlarını boşaltmayı ne ölçüde gerekli kılar? Ya da Ankara, İstanbul ve İzmir üniversiteleri öğrencilerinin yüzde kaçı yurtlarda kalmakta?

Bu nedenle, deprem illeri dışındaki üniversiteler açık tutularak hibrid (karma) yöntem ile öğretim üyesinin hazır bulunan öğrencilere verdiği dersleri, uzaktan katılıma da açık tutmak, en rasyonel (ussal, akılcı) çözüm olacaktı.

Bugünkü uygulama ise, on milyona yakın genci evlerine kapattığı gibi, barınaksız depremzedeleri, uzaktan katılımdan da alıkoymakta.

Yaklaşık 13 milyon yurttaşın etkilendiği deprem bahanesiyle, sayıları on milyona yaklaşan gençliği evlerine kapatmak, ancak seçim kaygısı ile açıklanabilir:

  • Gençleri birbirinden soyutlamak!

Üniversite gençliğini kamusal etkinlikten alıkoymak, demokratik toplumu bastırarak seçimlere giden yolda serbest kamuoyu oluşumunu engelleme amaçlı.

DEMOKRASİ Mİ, MONOKRASİ Mİ?

Bu ortam ve koşullarda 14 Mayıs, olsa olsa demokratik hukuk devleti yanlısı Millet İttifakı için simgesel bir tarih olabilir; yoksa, tek kişi yönetimini pekiştirme amaçlı Cumhur İttifakı sloganı olamaz.

Deprem yaralarını sarmak yerine, deprem felaketinin seçimler için yarar sağlamasını bekleyerek ve bu amaçla üniversite gençliğini evlerine kapatarak 14 Mayıs’ı araçsallaştırmak da, ‘monokrasi bekası’ için yeterli olamaz.
***
Bir düzeltme  : Muharrem İnce’ye 2018 CB adaylığı sırasında CHP tam destek verdi; dahası, vekil adayları bile, TBMM seçimlerinden çok CB kampanyasına öncelik verdi.

TOPLUMSAL GELİŞME ROTASI GEÇMİŞE Mİ YOKSA GELECEĞE Mİ YÖNELİK OLMALIDIR?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Mevcut (Var olan), güncel yaşamdan, bugünkü yaşam koşullarından bezgin, mutsuz ve umutsuz olan toplumlar eğer yaşadıkları çağın aklını, bilimini doğru ve iyi kullanıp, kendilerine güzel mutlu ve umutlu bir geleceği doğru kurgulayamazlarsa hep geçmişteki hayali (düşsel) altın çağ özlemi ile yaşarlar. Hani “Kel ölür, sırma saçlı olur; kör ölür, badem gözlü olur” diye bir halk deyimi vardır ya, tıpkı onun gibi.

Geçmiş özlemi, her türlü akılcı, bilimsel, siyasal, ekonomik, teknolojik, hukuksal, düşünsel, kültürel (ekinsel) … toplumsal değişmeleri önemli oranda ya da büsbütün yadsıyıp ipek böceği gibi, kendine dış dünyaya ve değişime kapalı bir koza örüp sürekli o koza içinde yaşama özlemine benzer. Bu özlem akıl (us) ve bilim dışıdır. Toplumların geleceğini karartır. Tarihin gelişim ve değişim akşına terstir. Geçmiş, her türlü doğru ve yanlışları ile ders alınıp geleceği doğru kurgulayabilmek içindir. Tarihin akışını tersine çevirip geçmişe geri dönmek olası değildir. Değişim yasaları böyle söyler. Böyle bir düşünce ancak temelsiz bir ütopya olabilir. Akıl (us) ve bilimi dışlama anlamına gelir.

Toplumların bilimsel, teknolojik, ekonomik, siyasal hukuksal, kültürel (ekinsel) … geleceklerini doğru kurgulayarak halka gelecekte refah (gönenç) ve mutluluk içinde yaşama umudu veremeyen yeteneksiz ve niteliksiz siyasal liderler (önderler) de toplumları hep geçmişin fosilleşmiş altın çağ özlemi ile avutmak isterler. Çünkü yönetsel akıl çapları, bilimi, teknolojiyi, doğayı, dünyayı, toplumu ve insanı algıma biçimleri, eğitimleri, bilgi, teknik, kültür, birikimleri, yönetim kapasiteleri (sığaları) ve tarih bilinçleri toplumlarına umut verip, halkın her türlü gereksinmelerini geleceğin gereklerine göre var etme ve devam ettirmeye (sürdürmeye) uygun düzey ve nitelikte değildir.

Çünkü geçmiş için yeni bir proje (tasarım) ve plan (kurgu) yapmaya gerek yoktur. Reçete, geçmişin mirası (kalıtı), gerçeklerden kopartılıp idealleştirilmiş biçimde hazırdır. Yalnızca duygulara seslenip algı yönetimi ile geçmişin altın çağını servis etmek yeter. Toplumun kültür kodlarında ve belleğindeki hazır kutsal duyguların ve inançların siyasal olarak araçsallaştırılmasına dayanır.

Geçmişi doğru algılamak ve geçmişten gerekli dersleri alarak, geleceği us ve bilimin ışığı ve kılavuzluğunda çağcıl ve doğru kurgulayıp topluma uygar bir gelecek umudu aşılayabilmek ancak, devlet adamı nitelikleri taşıyan, üstün donanımlı büyük önderlerin işidir.

İşte tam da bu nedenle,

  • 20. Yüzyılın tartışmasız en büyük önderi ve devlet adamı olan
    Yüce Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’tür.

Çünkü O, (Türkiye Osmanlı) toplumunun geçmişini doğru okumuştur. Halkına yürekten inanıp güvenmiştir. Ülkesini ve ulusunu düşmanlardan kurtardıktan sonra, us ve bilim yolundan hiç ayrılmamıştır. Doğru kurguladığı ve yaşama geçirdiği bu üstün nitelikli, geniş ufuklu, yakın ve uzak erimli, tam isabetli, bilimsel öngörü ve sezgileriyle çağdaş bir toplum kurmuştur. Bu nedenle de büyük ve eşsiz bir önder olmuştur.

Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimize ve Atatürk devrimlerine biraz da bu gözle bakmak gerekir.

Peki günümüzde ussal, bilimsel, siyasal, toplumsal, ekonomik, diplomatik, ekinsel… konulara
her açıdan bakıldığında, yakın tarihimizdeki ve şimdiki önderlerin misyon (özgörev) ve vizyonları (uzgörüleri) nasıldır? Kimlerin gidiş rotaları (eksenleri) hep geçmişe yöneliktir?

Kimler toplumu, kendi gelecekleri açısından son yetki sahibi yapmak istiyor ve halkın geleceğini daha doğru kurgulamaya çalışıyorlar?

Karar doğru düşünenlerin, yani sizlerindir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ : 15 Mart 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

MENZİL

Adıyaman’da Menzil Tarikatı’nın 1100 depremzede çocuğu barındırdığı ve mürit kazanma çalışmaları yaptığı açıklandı.

Bakan D. Yanık, “Aileler çocuğunu verirse biz karışamayız” dedi.

Aynı yolda beraber yürüyenler…

DAYAK

Büyükçekmece’de bir Kur’an Kursu’nda çocuklara acımasızca dayak atıldığı görüntülendi.

Amaç adam yetiştirmek olmayınca…

FARK

CHP Hatay Milletvekili Suzan Şahin, “Hatay’ı ölüme terk ettiniz” derken; RTE, görüştüğü bir depremzede vatandaşın ‘Hiçbir sıkıntımız yok, halimden memnunum‘ dediğini söyledi.

Gerçekle hayal; özgürlükle biat …

DÜŞÜŞ

Cumhur İttifakı, gerici, bölücü, Cumhuriyet düşmanı Hizbullahçı HÜDA-PAR ile ittifak yaptı.

Yılana sarılmak!..

SEVİYE

NATO toplantısında bir Türk Korgenerali boş çay bardaklarını topladı.

General, uygunsa bize de bekliyoruz…

MESCİT

Gaziantep Valiliği, Zırhlı Tugay’a 23 adet mescit çadırı kurdurmuş.

Çadır veremedikleri, kurtaramadıkları insanlara dua okurlar…

SATILMIŞ

AKP İzmir İl başkan Yardımcısı S. Şahin, hükümeti istifaya çağıran seyircilere, ”Paralı köpekler, satılmış şerefsizler” gibi ağır ifadelerle hakaret etti.

Seyirci para vererek maça gidiyor.

Satılmış kim olabilir?..

ALIN

RTE, “Hamdolsun Türkiye 6 Şubat depremlerinin sınamasından alnının akıyla çıkmıştır.”

Daha ne denli insan ölmeli? Müdahalede kaç gün daha gecikmeli? Yardım kuruluşları daha ne denli önlemsiz kalmalı ki alın kararsın?…

SAMİMİ (İÇTEN)

AKP sözcüsü Ömer Çelik, HÜDA-PAR ile ittifakları ile ilgili tepkilere, “PKK’ya sessiz kalanların açıklamaları samimi değildir.” dedi.

Türk vatandaşlığına karşı olan, eyalet sistemi ve özerklik isteyenlerle işbirliğinin samimiyetine inanıyoruz…

DEVLET

Bakan Soylu, deprem bölgesinde, “Kahvaltılık ürün, çay şeker istiyoruz. Özellikle hayır sahiplerinden, vatandaşlarımızdan bu tür destekler istiyoruz.” dedi.

Koca devleti vatandaşına veren değil dilenen durumuna getirmekten utanmalılar…

ADD Basın açıklaması : TIBBİYELİ HİKMET’TEN GÜNÜMÜZE TIP BAYRAMI

BASINA ve KAMUOYUNA

14 Mart; Tıbbiye öğrencilerinin okullarına yerleşen emperyalist işgalcilerin gözleri önünde Askeri Tıbbiye cephesine Türk Bayrağı asarak sergiledikleri vatansever protesto eylemi ile
Tıp Bayramı olmuş kutlu gündür.

14 Mart 1919, ‘’cebren ve hile ile aziz vatanının bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketinin her köşesi bilfiil işgal edilmiş, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş’’ bir milletin evlatları olan Askeri Tıbbiyelilerin esaret (tutsaklık) ve zillet zincirlerine mahkum olmama kararlılıklarının ete kemiğe büründüğü ilk özgürlük adımı ve Milli Mücadele’nin İstanbul’da çakan ilk kıvılcımıdır.

Osmanlı Devleti’nin ömrünü sonlandıran Mondros Mütarekesi’nin 30 Ekim 1918’de imzalanmasından (bağıtlanmasından) sadece (yalnızca) 15 gün sonra, 13 Kasım 1918’de İstanbul işgal edildi ve hemen ardından İngilizler Askeri Tıbbiye binasını karargâh olarak kullanmaya başladılar. Yatakhaneleri İngilizlere verilen öğrenciler tavan arasındaki ot şiltelerde yatmak zorunda bırakıldılar. Geceleri tuvaletler İngiliz askerlerine ayrıldı. Tıbbiyeliler için de tavan arasına idrar kovaları kondu. Aşağılama o boyuta vardı ki, askeri üniforma giymeleri de yasaklanan öğrencilerden sivil kıyafeti (giysisi) olmayanlar pijamaları ya da gecelik entarileri ile derslere girmek zorunda kaldılar.

İşgalciler Mütareke İstanbul’unda her türlü toplantıyı yasakladıkları için öğrenciler Okul Komutanı aracılığı ile Tıphane-i Amire’nin (sonra Askeri Tıbbiye-i Şahane) kuruluş günü olan 14 Mart 1827’nin yıldönümünde bir bilimsel toplantı düzenleme izni aldılar. Öğrencilerden Sırrı, Kazım, İsmail, Yusuf, Müfit ve Hikmet bu bilimsel (!) toplantıyı işgali protesto eylemi olarak değerlendirmek üzere harekete geçtiler. Büyük katılımla yapılan toplantı esnasında (sırasında) önceden okulun iki kulesi arasına gizlice astıkları, açıldığında tüm cepheyi kaplayan Türk Bayrağı’nı öğrencilerin alkışları ve İngilizlerin şaşkın bakışları arasında çatıdan aşağıya bıraktılar.

Sonradan Tıp Bayramı olarak kutlanacak bu şanlı direniş eyleminden sadece (yalnızca) 2 ay sonra Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıktı ve 22 Haziran 1919’da yayınladığı Amasya Genelgesi ile Eylül ayında Sivas’ta ulusal bir kongre toplanması çağrısı yaptı. Tıbbiyeliler bu kongreye harçlıklarından toplayabildikleri para ile sadece (yalnızca) Hikmet’i delege (temsilci) olarak gönderebildiler. Delegelerin (Temsilcilerin) bir kısmının (bölümünün) kurtuluşun emperyal devletlerin mandasına (güdümüne) girmekle mümkün (olanaklı) olacağı yolunda konuşmalar yapması üzerine söz alan Tıbbiyeli Hikmet, Mustafa Kemal’e hitaben (seslenerek);

  • “Paşam, murahhası bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarma yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler, mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsunlar şiddetle red ve takbih ederiz. Farz-ı mahal (eğer, varsayalım ki), manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz (kınarız). ” dedi.

Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa;

  • “Efendiler, gençliğe bakın; Türk millî bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin! Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır” dedikten sonra Hikmet’e dönerek “Evlat müsterih ol! Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya İstiklâl ya Ölüm! diyerek sözlerini tamamladı.

Büyük Önder, 1919 Eylül’ünün o kapkara günlerinde, ortada henüz hiçbir olanak yokken, devlet yokken, ordu yokken, silah yokken, her tarafı (yanı) düşman, hain ve yoksunluklar kaplamışken Tıbbiyeli Hikmet’te gördüğü Ulus inancına ve bağımsızlık aşkına dayanarak yaptığı bu konuşmayla, cesaret (yüreklilik) ve kararlılığı yanında “Umutsuz durum yoktur. Umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu kaybetmedim.” deyişinin içtenliğini de ortaya koymuştur. Ulusal Bağımsızlık Savaşımızı zafere (utkuya) ulaştıran bu irade (istenç), bu cesaret (yüreklilik), bu kararlılıktır.

14 Mart 1919’da İstanbul’da işgale karşı direnişin fitilini ateşleyen Tıbbiyeli Hikmetler de, Atatürk’ün 20 Ekim 1927’de Büyük Nutuk’unu bitirirken “Ey Türk Gençliği” seslenişiyle Cumhuriyeti ve devrimleri emanet ettiği namuslu vatan evlatlarının ilklerindendir.

1911 Trablusgarp’ından 1922 İzmir’ine uzanan 12 yıllık dönem, Türk Ulusu için olduğu gibi, Tıbbiye için de çok netameli (kırılgan, engelli), çok meşakkatli (zorlu) bir dönem olmuştur. Bu dönemin birbiri ardına patlayan savaşlarında Tıbbiyeliler de cepheden cepheye koşmuş, büyük bedeller ödemiş, hatta 1921’de, (1915 Çanakkale savunmasında) bütün 1. sınıf öğrencileri şehit olduğundan, mezun bile verememiştir! Türk Ulus’unun dün olduğu gibi bugün de nice Tıbbiyeli Hikmetleri vardır.

Atatürkçü Düşünce Derneği olarak; Tıbbiyeli Hikmet cesaret (yüreklilik) ve yurtseverliği ile Ulusumuzun özgürlük ve gönenci için mesleklerini icra eden (yürüten) değerli hekimlerimizin
Tıp Bayramı’nı kutluyor, sadece (yalnızca) salgın ya da deprem dönemlerinde değil, her zaman kıymetlerinin (değerlerinin) bilindiği, haklarının verildiği çalışma koşullarına kavuşmalarını diliyoruz.

Saygılarımızla. 14 Mart 2023

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ

14 Mart Tıp ve Sağlık Haftası : Yakıcı Sorunlar Sürüyor..

Dostlar,

Bu gün, 14 Mart 1827, bu topraklarda modern Tıp eğitimine başlanmasının 196. yılı idi. 2. Mahmut döneminde İstanbul’da Batı’daki örneklerine benzer “Tıp Mektebi” açıldı.

Uzun yıllar bu gün “Tıp Bayramı” olarak kutlandı.. Son yıllarda, özellikle 3 Kasım 2002’de AKP/RTE iktidarı ile sağlık sorunlarımız giderek ağırlaştı..
Öyle ki; başta hekimler, sağlık emekçiler şiddete kurban edilerek öldürüldüler!

  • 14 Mart Tıp Bayramımızı yitirdik!

AKP=RTE, hiç sıkılmadan, bu kabul edilemez sermaye yanlısı özelleştirmeci, dış güdümlü politikalara direnen hekimler için, başlayan yoğun hekim göçü nedeniyle “GİDERLERSE GİTSİNLER” diyebildi. Son birkaç yılda binlerce hekim yurt dışına gitti.

Artık “Tıp ve Sağlık Haftası” adı altında, 14 Mart’ı içeren haftayı, tıp ve sağlık sorunlarımızı toplum gündemine taşımak ve çözümler üretmek için kullanmaktayız.

Bu bağlamda, Avusturya’dan yayın yapan DÜZGÜN TV‘den Sn. Bahar Altun ile bir söyleşi yaptık.

 

64 dakika süren kapsamlı söyleşimizi izlemek için lütfen tıklayınız..

https://www.youtube.com/live/wYR7uoY0jHU?feature=share 

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin yapılması dileğiyle.

14 Mart Tıp ve Sağlık Haftası : Yakıcı Sorunlar Sürüyor..

 

 

 

14 Mart anısına 2 tweet iletimiz de oldu :

ATAM İZİNDEYİZ;

KOVULSAK da,

ÖLDÜRÜLSEK de

GÖÇÜK ALTINDA KALSAK da..

 

Tüm ulusun CB olacağına halkını bölen ve dışlayan, aşağılayan, hakaret eden… pervasızca “giderlerse gitsinler” diyebilen birilerine çok ve anlamsız gelebilir belki ama biz hekimler meslek değerlerimizi yüceltmeyi sürdüreceğiz. Erdemle, insan sevgisiyle kucaklıyoruz herkesi…

https://twitter.com/profsaltik/status/1635588539839844352?s=20

Sevgi ve saygı ile. 14 Mart 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net             profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik

Kadir Paksoy şiiri : HİPPOKRATES AĞIR YARALI

ŞİİR KÖŞESİ…

 

Kadir Paksoy

 

 

HİPPOKRATES AĞIR YARALI

Hastaneye gittim
Düşlerim ağrıyordu da
Kimler yoktu ki orada kimler
Güneş oradaydı
Sabah sabah baygın
yaslanmıştı hastanenin duvarına
akşamdan mı kalmış ne

Deniz oradaydı
Kıyılarını toplayıp gelmiş beline
Oradaydı orman
Dikilip duruyordu dalgın dalgın
köklerinin çamuruyla

Şöyle bir kapıdan gireyim dedim
iyimserliği gördüm iyice örselenmiş
zar zor kurtulmuş kötümserliğin elinden
Umudu gördüm kanama geçiriyordu
umutsuzluk içtiği için umarsızlıktan
Kapalı bir hava gibi bungundu hoşgörü
kabız olmuş kabalıktan

Dürüstlüğü gördüm ülsere yakalanmış
enayi yerine konulmaktan
Aşk oradaydı ince derde tutulmuş
aldatması yüzünden kocası seksin

Dostluk da oradaydı kırk dereceye çıkmıştı ateşi
bunalım geçiriyordu hangi dinden hangi ırktan
olduğunu çıkaramadığından

İçler acısıydı özgürlüğün durumu
üşütmüş
ikide birde kodese tıkılmaktan

Sadelik oradaydı yemeden içmeden kesilmiş
görgüsüzlük yüzünden

Sinirleri bozuk bir hasta gördüm
çıkaramadım ilk başta
içtenlikmiş meğer çökmüş
ikiyüzlülükten

Erdem oradaydı, iyilik, özveri…
Hepsi hepsi oradaydı güzelliklerin
Ama hepsinin bir sayrılığı vardı
Bekliyorlardı kapısında hekimlerin
Azıcık açılınca bir kapı
Çeviriyorlardı başlarını
Günebakanlar gibi arı
Günebakanlar gibi engin

Bir ağaç gördüm
Kangren olmuştu ayakları
Bir çiçek gördüm
Görmez olmuştu
Bir bulut gördüm
Kırılmıştı kanadı
Bir güneş gördüm
Balçıkla sıvanmıştı

Bir tanı koyamadılar düşlerimin ağrısına
Biraz heves aldılar tahlil için
Biraz da kan soyluluğumu ölçmeye
Midemde barsaklarımda aradılar şiirin gizini
Bir imge bile bulamadılar

Tam da hastaneden ayrılıyordum ki
Bir de ne göreyim
Gözlerime inanamadım
Hippokrates ağır yaralı
Kaygısız taşıyordu hastabakıcılar

Öte-Beri, Anadolu Ekini Yayınları, 2000

Muhataplarına

Ataol Behramoğlu
Ataol Behramoğlu
ataolbehramoglu@gmail.com

Geçen yıl şubat ayında Ankara’da, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin ödüle layık gördükleri arasında olduğum Yılın Atatürkçüsü Ödülüyle ilgili toplantıda yaptığım konuşmada mevcut siyasal iktidarı sertçe eleştirmiş ve konuşmanın bir yerinde (şimdi videoya bakarak yazıyorum) aynen şöyle demiştim: “Parantez diyorlar ya Cumhuriyete… parantez kendileri… çok da uzun sürdü aslında… bu parantezi kapatmak lazım…”

Burada söylenen yeterince açıktı. Anımsadığımca iktidar kanadından bir hanım milletvekili Meclis’te, “Cumhuriyet yüz yıl süren bir parantezdir, bu parantezi kapatacağız” demişti… Sözlerim ona, onun gibilere bir yanıttı… Yeterince açık değil mi?

Öyle olmadı… Toplantının hemen ardından akıldışı bir saldırıyla karşılaştım… Belli çevrenin gazeteleri, internet siteleri, “sosyal medya” kanalları “Ataol Behramoğlu hükümete karşı darbe çağrısı yaptı” manşetleriyle dolup taştı… Toplantıyı onurlandıranlar arasında bulunan sayın Ahmet Necdet Sezer’in adı da kullanılarak şöyle manşetler atıldı: “Sezer’in katıldığı ADD toplantısında darbe çağrısı…” vb.

Bu manşetleri atanlara soruyorum: Utanma duygusundan nasıl bu kadar yoksun olabilirsiniz? Yukarıdaki sözlerimin neresinde darbe çağrısı var? Ne darbesi? Kim yapacak? Aklımın ucundan bile geçmeyen böyle bir çağrı yaptığım suçlamasıyla kopartılan yaygaranın gecesinde, çok insanca nedenlerle, uyku tutmadığını itiraf ederim…

Parantezin kapatılması yönünde olumlu adımların atıldığı şu günlerde, söz konusu kişiler, çevreler bir ahlak ve vicdan muhasebesi yaparlar mı?  Ne yazık ki pek sanmıyorum…
***
Bir sonraki salvoyla (yaylım ateşiyle) geçen yılın yaz aylarından birinde Foça’da katıldığım Görkemli Hatıralar programı sonrasında karşılaştım… Böyle bir şeyi kesinlikle beklemiyordum ve anlamakta da uzun süre güçlük çektim. Yine polemiklere, kasıtlı ya da kasıtsız, ama aptalca ve çirkin yorumlara, kışkırtıcı sözlere, sövgülere, hakaretlere, tehditlere yol açmamak için ayrıntıya girmeyeceğim. Fakat özetle:

  • Hiç kimse herhangi bir dine mensup olmak mecburiyetinde (zorunda) değildir.

Sonuç olarak ve çağdaş dünyada din, kişisel inanç konusudur. Kimseyi sizin inandığınızı inanmaya zorlayamazsınız. Bu arada, toplumların geleceği demek olan çocuklarımıza bilim karşıtı zorlamalar uygulamak suçtur. Buna karşılık hiç kimsenin bir başkasının inancını küçümsemeye, aşağılamaya da hakkı olamaz. Dinler toplumsal gerçekliklerdir. Kötü olan, onların siyasal, kişisel vb. çıkarlar için istismar edilmeleridir. Ve her şey gibi

  • Dinler de elbette ve bilimsel aklın gereği olan saygı ölçüleri içinde, tartışılabilir, tartışılmalıdır ve tartışılacaktır…

Sözünü ettiğim TV programında söylediğim bir cümle nedeniyle din düşmanı ilan edildim ve yaylım ateşinin artçıları devam ediyor. O cümlenin asıl içeriği, ana fikri, katılırsınız ya da katılmazsınız, ama hakarete, tehdide hakkınız yok, din vb. değil, hayvan sevgisi ve merhametti. Konuyla doğrudan ilgisi olmasa da din olgusuna her zamanki bakışıma yakın bir örnek vereyim:

Muhalefetin cumhurbaşkanı adayının açıklandığı günün “Berat Kandili”ne rastlamasına ya da rastlatılmasına kişisel olarak ben (bazı arkadaşlarım beni bunun için belki eleştirebilir) memnun oldum. Bu anlamda ve bu ölçülerde dinler, toplumların kuşkusuz ki ortak, birleştirici değerleridir. O toplantının Saadet Partisi salonunda yapılması, o binanın cephesindeki Türk bayrağı ve Atatürk posterleri ayrıca anlamlı ve güzeldi.

Din birleştirici, barışçı, sabırlı, tahammüllü olmalıdır.

Biz bunu çocukluğumuzda ve sonrasında böyle yaşaya geldik. Bugün toplumumuza dayatılmakta olan din ise İslamın da bütün başka dinlerin de esasına (özüne) aykırı olarak, ne yazık ki saldırgan, bölücü, ayrıştırıcı bir nefret dili (ve dini) olmuştur…
***
Şimdilik son yaylım ateşine gelelim… Hep bir ağızdan bir isteri nöbetine tutulmuşçasına (gerçekte ve kuşkusuz bir merkezden yönetilerek) “Ataol Behramoğlu tutuklansın” çığlığı atmaktalar. Nedeni, güya, cumhurbaşkanını ölümle tehdit etmişim… Bu kez sanırım suçlamanın iyice gülünç ve saçma olmasından, uykum kaçmadı, fakat her gün almam gereken birkaç ilacı, her an yanıma alabileyim diye, bir iki günlüğüne bir kenara ayırdım…

Söylediğim (Üstelik Louis’leri de karıştırarak!) özetle, Devlet benim demenin, bütün zamanlarda, devletin başında olanlara iyilik getirmediğiydi… Ve öyledir de. Benim verdiğim örneklere sayısız başkaları eklenebilir. Bu gibilerin sonu ille de kafası kesilerek olmuyor. Devleti temsil eden kişiler rehavete kapılmamalı. Her siyasal iktidar şöyle ya da böyle sona erer. Kaldı ki ben, can düşmanımın bile, siyasal vb. nedenlerle aşağılanmasını, hangi biçimde olursa olsun yaşamına son verilmesini istemem. Böyle bir durum söz konusu olduğunda da insan hakları adına buna karşı çıkanların en önünde yer alırım.
***
Son olarak İYİ Parti’nin (kendisiyle ilk kez o tarihte toplu bir yemekte karşılaştığımız ve sonrasında bir daha hiç karşılaşmadığımız) sayın genel başkanı konusunda gazetemizde 2017’de yayımlanan iki yazıma geleyim… Bu gün de kuşkusuz, o yazılarımın arkasındayım. Bana o sırada gerçekten “alçakça” sıfatını hak edercesine saldıranlar sonradan suspus olmuşlardı. Şu ara kıpırdandılar.

Fakat Sayın Akşener, (nedeni ne olursa olsun sonuçları kendisi ve partisi için çok kötü olabilecek) ayrılıştan çok çabuk vazgeçerek beni bir kez daha haklı çıkarmış oldu. Demokrasiye, ülkemize hizmetlerinin güçlenerek süreceğine inanıyorum.
***
Muhataplarına diye başladığım yazıyı şöyle sonlandırayım.

Değerli avukatlarım yoluyla açtığım hakaret davaları sizi güç durumda bırakıyor ve “uzlaşma” adı altında çırpınmaya başlıyorsunuz… Bu küçültücü duruma düşmekten kaçının… Yapmayın, düşmanınıza karşı bile ahlaklı ve vicdanlı olun.

Sövmeyin. Tehdit etmeyin. Gerçekleri göz göre göre saptırmayın.

Onları kendi amaçlarınız doğrultusunda eğip bükmeyin. Özgür akla saygı duyun.

Tartışmaktan korkmayın. Bunları sizden, kendi adıma olduğundan çok daha fazla, ülkemiz adına istiyorum. Çünkü

  • bir toplum ahlaken çürüyüp vicdan duygusunu tamamen (tümüyle) yitirecek olursa, enkazın altında herkes kalır.

Muhalefet ilk turda birleşmeli

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
13 Mart 2023 Cumhuriyet

 

Cumhuriyet Halk Partisi, İYİ Parti, Demokrasi ve Atılım Partisi, Saadet Partisi, Gelecek Partisi, Demokrat Parti’den oluşan ana muhalefet ittifakının, ortak cumhurbaşkanı adayı olarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ nu göstermesi, bu konudaki anlaşmazlığın kısa sürede aşılması, Türkiye için umutların yeniden yeşermesine neden oldu.

Güncel olağanüstü koşullar dikkate alındığında, bundan sonra yapılması gereken şey, yalnızca 6’lı Masanın” değil, muhalefetin bir bütün olarak, seçimin ilk turunda, Kılıçdaroğlu’na destek vermesi, adaylık tartışmalarına son vermesidir.

Bunun gerçekleşmesi için Kılıçdaroğlu’nun da “6’lı Masanın” dışındaki partilerle yapıcı bir iletişim kurması, bu partilerin de, “6’lı Masanın” kabul edemeyeceği önkoşulları öne sürmemeleri gerekmektedir.

Halkların Demokratik Partisi, Türkiye İşçi Partisi, Memleket Partisi, Zafer Partisi, Demokratik Sol Parti, Emek Partisi, Sol Parti, Türkiye Komünist Hareketi, Türkiye Komünist Partisi bu partilerin arasında yer almaktadır.

Yaklaşık %10 oyu olan HDP bu süreçte kilit parti konumundadır. Ancak öbür partilerin de toplam oyunun yaklaşık % 7 oranında olduğu unutulmamalıdır. Bu oyun büyük çoğunluğu, Türkiye İşçi Partisi, Memleket Partisi ve Zafer Partisi’nin oylarından oluşmaktadır.

CHP’nin, toplam oyu %7’yi geçmeyen Saadet Partisi, Demokrasi ve Atılım Partisi, Gelecek Partisi, Demokrat Parti ile resmen ittifak kurarken, yaklaşık olarak aynı oranda oyu olan öbür muhalefet partileriyle, en azından sandıkta bir ittifak içine girmemesi, halka açıklanabilecek bir durum değildir.

Öte yanda, HDP’nin ve kimi sosyalist partilerin, daha önce Kılıçdaroğlu’nun olası adaylığı konusundaki açıklamalarıyla çelişmemeleri ve samimiyetlerini (içtenliklerini) kanıtlamaları için, 1. turda kendi adaylarını çıkarmamalarının ve Kılıçdaroğlu’na destek vermelerinin gerekli olduğu açıktır.
***
Siyasette ne yazık ki, her zaman ideal bir cumhurbaşkanı veya başbakan adayını bulmak olanaklı değildir. Ayrıca her siyasetçinin eleştirilebilecek yönleri vardır. Aynı durum Kılıçdaroğlu için de geçerlidir.

  • Bugünkü aşamada önemli olan, Kılıçdaroğlu’nun AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan daha üstün ve çok daha iyi niteliklere sahip olduğu gerçeğidir.

Kılıçdaroğlu’nun, yolsuzluklar konusundaki duyarlığı, çalışkanlığı ve mütevaziliği (alçakgönülülüğü) en önemli özellikleri arasında yer almaktadır.

Ancak daha da önemli olan şudur:

Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yılında,
teokratik bir diktatörlük ile demokratik adımların atılacağı
bir yönetim arasında seçim yapacaktır.

Yargı bağımsızlığının; yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığının; düşünceyi ifade, yayın, medya, örgütlenme özgürlüğünün sağlanması; parlamenter sisteme yeniden geçilmesi; TBMM’nin yetkilerine kavuşması; başlı başına demokratik bir reformdur ve gelecekte daha ileri reformların yolunu açacaktır.
***
Öte yandan, CHP’nin milletvekili adaylarını önseçim yerine merkez yoklamasıyla belirleme kararı yanlış olmuştur.

CHP’nin kendi tabanındaki çalkantıları önlemek için, partinin kurumsal kimliğine, ideolojisine ve laikliğe sahip çıkan parti üyelerini milletvekili listelerinde seçilebilecek yerlere yerleştirmesi, öbür partilere oy oranlarıyla orantısız sayıda milletvekili kontenjanı vermemesi, tepkilerin asgari (en az) düzeye çekilmesini sağlayacaktır.