Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV; ‘Kemalizmden Kurtulmak’ mı?

Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV

Türkkaya Ataöv-4, Ulusal Eğ. Drn. Ermeni sorunu, 09.05.09

‘Kemalizmden Kurtulmak’ mı?

  • Eşsiz Mustafa Kemal Türkiye için tam zamanında gelmişti;
    ama bize benzeyen topluluklar için erkendi. Asya ve Afrika neredeyse
    tüm sömürge, Latin Amerika ve Çin de yarı sömürge.
    Ama Kemalizmin uluslararası anlamı o zaman da vardı, şimdi de var.

Biri “Çok şükür Kemalizmden kurtulduk” buyurmuş. Önce de bir başkası “1923’lerde yabancı işgali olsaydı da din serbestliğine kavuşsaydık.” demişti. Dürrizade Abdullah türünden bu yana başkaları da var. Irak’ta az bilinenleri özetleyip konuyu yukarıdaki sözlere bağlayalım.

ABD yönetiminin uydurmalarıyla Irak’a saldırıp işgal eden askerlerin Bağdat’ta
ilk eylemleri, petrol kuyusu haritalarına el koymak ve ünlü müzeyi soymaktı. Irak
ve Hazar çevresi petrol dolu; Dicle – Fırat suları da var; üs olanakları hazır; gir ve iktidarını kur! Bağdat Müzesi’nden çalınan parmak büyüklüğünde 5 bin antika mühürden biri bile New York’ta yaklaşık 750.000 dolara satıldı. Küçük bir aslan heykeli de 57.2 milyon dolara. Ya ötekiler? Yalnız bu talan üstüne kitaplar yazılır.

Irak’ta olanlar

O kadar mı? Asıl, eğitim düzenine yabancıların bilinçli zararını özetleyelim.
Amaç Irak’ın kişiliğini öldürmek. Üniversite gibi kurumlardaki yazanaklar, belgeler, çalışma araçları yok edildi. Iraklı bilimciler, üniversite ve ortaöğretim üyeleri ile seçkinlerin adları, ev ve işyerleri saptanarak öldürüldüler; askerler laboratuvarları makinelilerle taradılar, 30 bin bilgisayarın parçası kalmadı. Brüksel Mahkemesi’ ndeki belgeye göre 30 Ocak 2012’ye değin öldürülmüş olan üniversite hocalarının sayısı 467. İlk ABD genel yöneticisi Paul Bremer 15 bin araştırmacı, bilimci ve öğretmeni işten atmıştı. 20 bin öğretmen ve orta sınıfın % 40’ı ülkeden kaçtı. Gidenlerin emeklilik hakları silindi. İşgalci daha başında Andrew Erdmann adlı
hiç ders vermemiş, okullarda yöneticilik yapmamış, Arapça da bilmeyen birini
eğitim bakanlığı başdanışmanı yaptı. Önceki bakan tutuklandığından,
bu Amerikalı fiilen bakandı. Bütçe, atamalar, programlar ve ders kitapları
onun elindeydi.

UNESCO’nun yazanağı

UNESCO’nun 28 Mart 2003 tarihli yazanağı diyor ki: “İlköğretimde % 100 yazılma olan Irak’ta eğitim çöktü.” Okuma yazma oranı 25 yıl öncesine geriledi. Özellikle okullar, kültür kurumları bombalandı, yakıldı, soyuldu. Irak’ın eski övünç kaynağı
Bağdat Üniversitesi şimdi üst sıradaki 12 bin dünya üniversitesinin arasına bile giremiyor. Mustansıniyye Üniversitesi’ndeki kıyım Saddam’ın düştüğü 9 Nisan 2003 gününde yaşandı. Binlerce öğrenci, hele kızların % 75’i okulları bıraktı. Okulların % 80’i kullanılamaz durumda. Kuzeydeki Kürt yönetiminde Arapça eğitimi geçmişte kaldı.

  • Ayrıca, 2 bin doktor, yüzlerce hukukçu, 376 gazeteci ve binlerce meslek sahibi planlı biçimde öldürüldüler

BM istatistikleri 

Irak özellikle çocukların cehennemi. UNICEF’e göre çoğu açlık çekiyor, kaçırılıyor, satılıyor, öldürülüyor, uyuşturucu satıcılığına zorlanıyor ve küçük kızlar kiralanıyor. Anasız-babasız çocuklar beş milyon. 500 bini sokakta yaşıyor ve dileniyor. Ülke içinde göçmüş ailelerin 93 bin 500 çocuğundan haber yok. Ruhsal hastalıklar yaygın,
ama hiçbir ruhsal bakım merkezi yok.

Irak’ın geleceğini bu kuşaklar mı kuracak?

ABD’nin ambargodan bu yana hazırlığı buydu. Bu yazdıklarım Birleşmiş Milletler istatistiklerine ve yazanaklarına dayalıdır. Kimi bölümlerini hazırlayan uluslararası örgütün 1976’dan bu yana merkez yöneticilerindenim.

Sahte diplomalılar

Irak’taki sözde İslamcıların bir bölümü işgalcilerle birlik oldu. İslamcı partiden sonraki yerli Eğitim Bakanı Ali El-Edip ABD işgalinin başında umutlarla Irak’a döndü.
İlgili müdürden medrese çıktılarının doktora diploması sayılmasını istedi. Reddeden Davut Salman Rahim 31 Temmuz 2011’de öldürüldü. Bu cinayetten sonra medrese eğitimi doktora sayıldı. Boşalan yerleri birtakım sahte diplomalılar doldurdular.
Bakan Edip’in diplomasının da sahteliği üstüne BM belgesinde iddia var.

  • Paul Wolfowitz 2003’te ne demişti: “Irak’ta devlete son vereceğiz!” 

İşgalciler toplumsal yapıyı, birliği, eğitim ve sağlık düzenini bilerek yıktılar.

  • Bir ABD’li keskin nişancı, CNN’de “Dün 146 kişiyi öldürdüm” diye övünmüştü.

Bu yabanıllık antlaşmalara, din öğretilerine ve insanlık ölçülerine aykırı.
Bunları yapanlara sıradan Iraklılar şu adı takmış: “Harami!”

Eşsiz Mustafa Kemal Türkiye için tam zamanında gelmişti; ama bize benzeyen topluluklar için erkendi. Asya ve Afrika neredeyse tüm sömürge, Latin Amerika ve
Çin de yarı sömürge. Ama Kemalizmin uluslararası anlamı o zaman da vardı, şimdi de var. Keşke oralarda da Atatürk gibileri olsaydı, Güney Kore’de Rhee, İran’da Zahidi, Lübnan’da Çamun, Mısır’da Mübarek yerine. O’nun olmadığı, ama yabancı işgalcilerin girdikleri yerlerde güney sınır komşumuz Irak’takine benzer acıların yaşanacağı, örneklerle iyi bilinmelidir. (27.2.13, Cumhuriyet)

İzmir İktisat Kongresi’nin 90. Yılında Ütopyalarımızı Korumak

Dostlar,

Türkiye İktisat Kongresi‘nin İzmir’de toplanmasının (dikkat buyurulsun, İzmir İktisat Kongresi değil..) 90. yılını gündeme getiren Yaşar Üniversitesi‘ne ve konuyu işleyen yazarlara teşekkür ederiz.

Bilkent Üniversitesi’nden Sayın Prof. Yeldan bu toplantıdan değerlendirmeler sunuyor.

Biz bu Kongre’nin toplanma nedenini, Kemal Paşa’nın Kongre açılışındaki
uzun konuşmasını ve ardından Lozan görüşmelerinin tamamlanmasını dikkate alarak
şöyle açıklıyoruz :

– Batı, Lozan’da “Kapitülasyon” dayatması yapmış ve Atatürk’ün kesin talimatı bağlamında Başdelege Dışişleri Bakanı İsmet İnönü görüşmeleri keserek Ankara’ya dönmüştü. Bilindiği gibi Lord Cürzon mali şantaj yapmıştı İnönü’ye.. Ülkemizin harap ve yıkık olduğunu, paramızın olmadığını ve çok geçmeden gelip diz çökerek borç para isteyeceğimizi, bu paranın kendilerinde ve ABD’de olduğunu ve Lozan’da Türklerin reddettiği Batı istemlerini teker teker önümüze koyacağını belirtmişti. İnönü de,
Gelir borç istersek siz de çıkarın cebinize koyduğunuz redlerimizi..” der.

İşte bu kritik kırılmada, büyük önder Mustafa Kemal Paşa Batı’ya bir ileti vermek ister. Ülkemizin ne pahasına olursa olsun ekonomik kalkınmasını da başaracağını ve
bu yüzden Batı’ya diz çökmeyeceğimizi, savaş meydanlarında çok kan dökerek
utku (zafer) kazandığımızı, Osmanlıyı bitiren kapitülasyonları asla kabul etmeyeceğimizi, ekonomik şantaja boyun eğmeyeceğimizi duyurmak ister.

1135 delege 15 gün boyunca bu kritik kongreye büyük özveri ile katılır.
İzmir harap ve bitiktir. Yunanlarca yakılmıştır. Delegeler hanlarda kalmaktadır.

Günümüzde bile olağan bir kongre için 1135 delege rakamı çok büyüktür,
süre de son derece uzundur. Kemal Paşa, Kongre açılışında 1,5 saat süren önemli bir konuşma yapar. NUTUK (Ekim 1927), Dumlupınar (30 Ağustos 1924) konuşmaları ve bu konuşma, Kemal Paşa’nın en önemli 3 konuşmasıdır.

Batı, iletiyi alır ve “Kemal” in pes etmeyeceğini anlar. Yeniden çağrı yapılır
Lozan görüşmeleri için ve 4 Şubat 1923’te kesilen oturumlar yeniden başlar,
24 Temmuz 1923’te başarıyla sonlandırılır.

Büyük ATATÜRK‘ün strateji dehası bir kez daha ülkemizin önünü açar..

Sevgi ve saygı ile.
27.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Prof. Dr. Erinç YELDAN

portresi

İzmir İktisat Kongresi’nin 90. Yılında Ütopyalarımızı Korumak

İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat – 4 Mart 1923’te toplandı. Kongrenin biricik amacının Kurtuluş Savaşımızın eseri olan siyasi bağımsızlığımızı, iktisadi bağımsızlık ile perçinlemek olduğu bilinmektedir. 1135 delegenin katılımıyla düzenlenmiş olan Kongre, öncelikle genç Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız, katılımcı ve ulusal bir ekonomi stratejisinin temellerini atmayı amaçlamış ve bu yönde ülkenin tüm sosyal sınıf ve katmanlarının temsilcilerini bağımsızlık ve kalkınma idealleri etrafında
bir araya getirmiş idi.

Geçen hafta içinde İzmir İktisat Kongresi’nin 90. Yılı “21. Yüzyılın Kalkınma Stratejilerini Tasarlamak” temasıyla Yaşar Üniversitesi’nde toplandı. Kongrenin düzenlendiği tarihsel dönemi yakından irdeleyen tebliğlerinde Serdar Şahinkaya ve
İlter Ertuğrul, İzmir Kongresi’nin çoğunlukla basitleştirilerek, iddia edildiği üzere “tıkanmış olan Lozan görüşmelerinde genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Batı’ya
güvence vermek
” üzere alelacele toplanmış bir birliktelik değil, Sivas ve Erzurum kongrelerinin devamı olarak Cumhuriyetimizin ilanından önce bilinçli ve programlı bir şekilde tasarlanmış, iktisadi bağımsızlığa yönelik, Anadolu’nun aydınlanma savaşımını yönlendirecek özgün bir girişim olduğunu vurguladılar.

Prof. Dr. Bilsay Kuruç sunumunda 1920’li ve 30’lu yılların küresel konjonktürü ile günümüz arasında geçişler sağlayarak, çökmekte olan İngiliz hegemonyasındaki
altın standardına dayalı serbest ticaret rejimi ile günümüzün serbestleştirilmiş finans sermayesinin dayanmakta olduğu ABD hegemonyasındaki kapitalist birikim rejiminin çöküşü arasında paralellikler kurdu. Bilsay Hoca, finans kapitale dayalı birikimin artık tıkandığını ve küresel kapitalizmin yeni arayışlarının dünya barışını tehdit etmekte olduğunu vurguladı.

Hasan Ersel Hoca ise, iktisat kuramının artık gelenekselleşmiş önemli kavramlarının ardındaki gerçek anlamları sosyal değerler sistemi içinde değerlendirdi.
Bunlar arasında sıkça dile getirilen rekabetçi piyasa kavramının gerçekten de kaynakların etkin dağılımında ve toplumsal gönenci artırmada kuramsal olarak
en etkili araç olduğunu; ancak kavramın tek bir sorunu olduğunu vurguladı:

Dünyada hiçbir ekonomide söz konusu olmaması…

***
İlkinden 90 yıl sonra toplanmış olan İzmir İktisat Kongresi’nin tüm katılımcıları, küresel ekonominin mevcut geleneksel iktisadi paradigmaların açıklamakta zorlandığı bir kriz içine sürüklenmiş olduğuna vurgu yaptılar. Küresel ekonomide büyümenin kaynaklarında gözlenen niteliksel dönüşümlerin kalkınma yazınının artık gelenekselleşmiş modellerince açıklanabilir olmadığı; yepyeni iktisat paradigmalarının arayışı içinde olduğumuz sıklıkla dile getirildi.

Prof. Dr. Korkut Boratav, küresel ekonomide üretim merkezlerinin batıdan doğuya ve kuzeyden güneye bir eksen kayması içinde olduğu günümüz konjonktüründe,
21. yüzyılın kalkınma stratejilerini tasarlamaya yönelik arayışlarının
muhakkak siyasal iktidar mücadelesiyle iç içe geçmesi gerektiğini vurguladı.

Korkut Hoca ısrarla insanlığın yüzyıllar boyu süregelen adalet, özgürlük ve eşitlik arayışları doğrultusunda ütopyalarımızı korumamızın önemine değindi.
Korkut Hoca’nın sözlerini yeniden anımsayarak

“Adım adım
 ‘aykırı’ düşünmeye yönelmemiz gerekiyor. Önce, bugünün egemen düşünce biçiminin sınırlarını, giderek kurulu düzenin parametrelerini de zorlayarak…”

Türkiye krizi derinde yaşıyor

Dostlar,

Türkiye’nin yakıcı gündemi malum..

“İmralı” (!?), Kürt sorunu.., PKK’lı katillerin yargılanmadan yurtdışına çıkması,
koskoca Türk devletinin PKK elindeki tutsakları (rehinleri) 1 yıla varan süredir kurtaramaması.. sözde “yeni anayasa..” ve RT Erdoğan‘ın başkanlık / yarıbaşkanlık projesi üzerinden tek adam yönetimine sürüklenme..

Bir dizi tuzak ve retorik söylem kuşatması.

Halkın kafasını karıştırma ve bulanık suda alaturka politika.

Oysa derinden derine ülkemizin ekonomik bunalımı boyutlanarak sürüyor..

Öylesine hastalıklı bir ekonomik yapı çatılmış ki, içinden çıkılamıyor.

Ve bu tablo elbette içte ve dışta bağımsızlık sorunu dayatıyor.

Ekonomisi hasta ve dışa bağlı bir ülke, ulus egemenliğine dayalı bağımsız politikalar izleyebilir mi?

Bizi asıl ürküten ve korkutan tablo budur.
AKP hükümetinin izlediği, halkımıza dayattığı sözde “açılım” politikaları,
bir bakıma ekonomideki vahim durumun türevidir, sonucudur.
Bu tümceyi, söz konusu AKP politikalarını aklama ya da meşulaştırma bağlamında kurmuyoruz. Bir kısır döngüye işaret etmek istiyoruz.

Ekonomide alarm çanları çaldığını ülkenin en yetkin ekonomistleri vurguluyor.
Prof. Boratav, Prof. Kuruç ve Prof. Yeldan..

Bu yetkin hocaların değerlendirmeleri aşağıda..

TBMM’deki muhalefetin ve sivil toplum örgütlerinin bu kritik sorunsalı
gözden kaçırmamaları gerekiyor..

Sevgi ve saygı ile.
27.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================

Türkiye krizi derinde yaşıyor..

“Ekonomi iyiye gidiyor” söylemlerine karşın, borçlanma oranlarının büyümesiyle 2014’te Türkiye’nin ekonomik sıkıntıyı daha fazla hissedeceği belirtiliyor.
Prof. Boratav ve Prof. Yeldan, işsizlikteki artışın yanı sıra
yabancı sermayenin getirdiğinden fazla götürdüğünü belirtiyor.
“Türkiye ekonomisi iyiye gidiyor” söylemlerine karşın, borçlanma oranlarının büyümesiyle 2014’te ülkemizin ekonomik sıkıntıyı daha fazla hissedeceği belirtiliyor. İşsizlikteki artışın yanı sıra yabancı sermayenin getirdiğinden fazla götürdüğünü belirten ekonomistler, Türkiye’nin krizi derinden yaşadığını vurguluyor.

Emekli Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bilsay KuruçTürkiye’de kriz tohumunun yeşerdiğini, büyüme hızı düşmesine karşın
cari açığın azalmadığını söyledi. Uygulanan politikalarla Türkiye’nin dış kaynağa bağımlı olduğunu belirten Kuruç, “Dış kaynak girişine bağlı olan zincir kırıldığı zaman kriz ve sıkıntı ortaya çıkacak. İlk olarak iş dünyası bu sıkıntıyı hissedecek. Bu durum 2013 sonu ve 2014’te daha net ortaya çıkacak.
Şu anda sıkıntı bankalara yansımadı. Şirketlerin borçluluğu büyüdükçe
bu durum bankalara yansıyacak ve sıkıntıya girecekler. ”
 dedi.

Dolaylı vergilerle halkın cebinden alınanların sınıra geldiğini, tek kaynak olarak özelleştirmelerin görüldüğünü belirten Kuruç, “Birkaç yıldır Türkiye’de kriz tohumu var. Tüketici kredilerinin artması, halkın gelecekteki gelirlerine ait ödeme vaadi kriz tohumunu yeşertiyor. Halkın bütçesindeki deliğin büyümesi ve ödeyememe ihtimali bankaları sıkıntıya sokacaktır.” diye konuştu.

(Cumhuriyet, 24 Şubat 2013)

“YARATICI DRAMA VE DİL EĞİTİMİ”

 

“DİL-EKİN SÖYLEŞİLERİ” SÜRÜYOR

     Her ayın son perşembesinde dilseverleri, üyelerimizi, derneğimizde düzenlediğimiz “Dil-Ekin Söyleşileri”nde sanatçılarla, bilimcilerle, aydınlanmacılarla buluşturuyoruz.
Şubat ayında, Oluşum Drama Enstitüsü kurucusu ve drama eğitimcisi Naci Aslan, dil eğitiminin yaratıcı dramayla ilişkisinin ele alınacağı konuşmasıyla konuğumuz oluyor.


“YARATICI DRAMA VE DİL EĞİTİMİ”

     1984’te dramayla tanıştıktan sonra yurtiçi ve dışında eğitimler alıp bu alanda pek çok ilke imza atan Naci Aslan ülkemizin ilk drama işliğinin (atölyesinin) de kurucusu.
Çocuklara, gençlere, yetişkinlere yönelik drama eğitimleri düzenlenmesine önderlik eden Aslan, 28 Şubat 2013’teki Dil-Ekin Söyleşisinde “Yaratıcı Drama ve Dil Eğitimi” başlıklı bir konuşma yapacak.

     Söyleşimiz, Oluşum Drama Enstitüsü ile Dil Derneği’nin Haziran ayında birlikte düzenleyeceği “Ulusal Drama Günleri”nin içeriğine ilişkin önerilerin derlenmesiyle sürecek.

NACİ ASLAN
Oluşum Drama Enstitüsü kurucusu ve drama eğitimcisidir.
1977 yılında tiyatro, sinema-televizyon çalışmaları yapmaya başladı. 1984’te dramayla tanıştı ve o günden sonra hep bu alanla ilgilendi. Yurtiçi ve dışında pek çok drama eğitimine katıldı.
Dramanın ülkemizde tanınması ve benimsenmesi için emek vererek çok sayıda ilke öncülük etti. 1988 yılında ilk “drama atölyesini” kurdu. 1990’da drama derneği kurucular kurulunda yer aldı ve uzun yıllar genel sekreterliğini yaptı. 1997’de ilk kez drama önderlik (liderlik) izlencesini başlattı.
Yüze yakın bildirisi (makalesi), yazdığı ya da editörlüğünü yaptığı 14 kitabı yayımlandı. Drama konusundaki ilk süreli yayın olan “Oluşum”u uzun yıllar yayımladı. Çocukların Tiyatrosu örnekleri hazırladı ve uluslararası festivallerde Türkiye’yi temsil etti.
2003 yılından bu yana Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı drama danışmanlığını sürdürmekte; vakfın drama eğitimi içeriklerini oluşturmakta ve eğitici eğitimlerini yürütmekte.
Kısa adı IDEA olan Uluslararası Drama/Tiyatro ve Eğitim Üst Birliği, IATA (Uluslararası Amatör Tiyatrolar Birliği) ve ASSITEJ (Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği) başta olmak üzere pek çok ulusal-uluslararası birliğin üyesidir.

* * *

     Sanata, bilime, ekine, aydınlanmaya gönül verenleri,
Dil Derneği dostlarını söyleşimize bekliyoruz.

                       Gün:  28 Şubat 2013 Perşembe
                 Saat: 18.00
                   Yer:  Dil Derneği
Konur Sok. 34/4
Kızılay-Ankara

20. Yüzyıldan Çok Etkileyici Kareler..

Dostlar,

20. yy. tarihine ışık tutan son derece ilginç, düşündürücü ve öğretici kareler..

Hazırlayanlar sağolsun..

Derin derin düşünerek, hüzünlenerek, keyiflenerek ama geleceğe dönük çıkarımlar yaparak sakin sakin izlenmesini öneririz..

The20thCentury

Sevgi ve saygı ile.
27.2.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

 

Başbakanın Milliyetçilikle İlgili Sözleri

onur-oymen

Başbakanın Milliyetçilikle İlgili Sözleri

Anayasamızın değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek 2. maddesinin metni şöyledir:

Cumhuriyetin Nitelikleri

  • “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde;

    1. insan haklarına saygılı,
    2. Atatürk Milliyetçiliğine bağlı,
    (başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan)
    3. demokratik,
    4. laik ve
    5. sosyal bir
    6. hukuk devletidir.”

Yürürlükteki anayasamızın “Andiçme” başlığını taşıyan 81. maddesi,
milletvekili yeminini şöyle belirliyor:

  • “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”
Sayın Başbakan dahil bütün milletvekilleri bu andı içerek göreve başladılar.

Sayın Başbakan Erdoğan dün (18.2.13) Midyat’ta halka hitap ederken şunları söylemiş:

  • “Biz Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde hep beraber tek bir milletiz. 
  • Bu milletin içinde Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı, Laz’ı, Çerkez’i, Gürcü’sü, Abazası var…
  • Bizde ayrım, bölücülük, bölgesel milliyetçilik, etnik milliyetçilik, dinsel milliyetçilik yok. Bizim kitabımızda bunlara yer yok. Biz tüm insanları seviyoruz. Türkü, Arabı, Lazı, Çerkezi, Gürcüsü, Abazası ile hepinizi seviyoruz. 76 milyonu seviyoruz…Bu süreçte kimse bizim karşımıza Kürtlükle çıkmasın. Kimse bizim karşımıza Türklükle de çıkmasın. Biz her türlü milliyetçiliği ayaklarımızın altına almışız. Kuru milliyetçilik yok. 
  • Bizim milliyetçilik anlayışımızda vatanseverlik, insan severlik var.

Daha önce de hatırlattığımız gibi,
Atatürk’ün Türklük ve Türk milliyetçiliği konusundaki bazı sözleri ise şöyle:

  • “Benim hayatta yegâne fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir.”
  •  “Bu memleket tarihte Türk’tü, halde Türk’ tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.”
  • “… Biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği yapan bütün milletlere saygı duyarız…”
  • “Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, ilk önce biz kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti; hissî, fikrî ve fiilî olarak bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır.”

Başbakanın bir yandan tek bir milletten söz ederken bu milletin adını söylememesi, hemen arkasından Türklükten bir alt kimlik gibi söz etmesi,

  • Biz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına almışız..” demesi,
Atatürk’ün Türklük, Türk milleti ve milliyetçilik söylemlerine ne kadar zıt düşüyor…

Üstelik anayasamızın 2. maddesi ve milletvekili andı ortadayken bu sözlerin
sarf edilmesi çok düşündürücü.

Başbakanın her sözüne anında yanıt yetiştiren CHP yönetimi,
acaba Başbakanın bu sözleri karşısında şimdiye dek niçin sessiz kaldı?

Biz hepimiz Türk’üz ve milletimizin adı da Türk milletidir” demekten kaçınanlar,
yeni anayasa hazırlık çalışmalarında bu kavramları sulandıracak formüller arayanlar Cumhuriyetimizin temel değerlerine ve kazanımlarına sahip çıkabilirler mi?

Onur Öymen
19.2.13

Sağlık el yakıyor!

Dostlar,

Ve sağlık hizmetlerinin perişan durumu..

  • IMF-DB dayatmalı sözde SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM masalı bitti.

Balayı dönemi kapandı.

Acı faturalarla karşılaşan halkımızın artık gözlerinin açılması tesellimiz mi olsun ??

2012’de SGK Bütçesi’nin sağlık kalemi yaklaşık 20 milyar TL açık verdi.
Merkezi Yönetim Bütçesinden SGK’ya aktarım (transfer) 70 Milyar TL’yi buldu
(kamu çalışanlarının işveren olarak primleri dahil). Bu muazzam rakam SGK bütçesinin yarısına, genel bütçenin ise 1/5’ine karşılık. Bütçe açığının 2,5 katı..
Toplam borç faizlerinin 2 katı. Toplam kamu yatırımlarının ise kezlerce katı..

Bizzat önceki Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer‘in ağzından, finansal açıdan “sürdürülemez”. Bakan Dinçer, birkaç yıl öncesinden “radikal tedbirler alacağız” buyurmuştu.. Yavaş yavaş çıplak kral gözükmeye başladı.

Buyurun, yarattığınız devi doyurun..
Öylesine devasa (hipertrofik) bir özel sağlık sektörü oluşturuldu ki,
buyurun gözünü doyurun..

ABD benzer hatayı yaptı, ulusal gelirinin %16-17’sini her yıl sağlığa harcamak zorunda kalıyor. 2012’de bu rakam yaklaşık 2,2 trilyon $ oldu. Savunma (saldırı mı desek!?) harcamalarının 3 katı! Muazzam sağlık harcamalarına karşın en az 20 milyon / 305 milyon ABD’li yoksul gariban sistem dışı (30 milyon gariban ABD’liyi minimal güvence ile Nisan 2010’da Obama kapsama aldı..) ve ABD sağlık düzeyi göstergeleri ile dünyada 37. sırada. Tam bir fiyasko.. İnanılmaz düzeyde verimsiz kaynak kullanılıyor.

Türkiye’nin de sağlk harcamaları AKP’nin iktidar oluşundan bu yana nominal (rakamsal) olarak 4-5 katına, ulusal gelirdeki payı olarak 2 katına vardı ama dünyada sağlık düzeyi bakımından 90. sıralardayız!? Salt ilaç harcamalarımız TSK’ya ayırdığımız kaynaklara yaklaşıyor.. Ulusal gelirden payları sırasıyla % 2,1 ve 2,3!

Soru ve sorun çıplaktır                          :

  • AKP sağlık politikalarıyla kimler zengin edilmektedir?
  • Sağlıkta onlarca milyar $ kimlerin kasasına aktarılmaktadır?
    Niçin ve bu muazzam rantın siyasal karşılığı nedir?
  • AKP’nin ve hükümetin başı RT Erdoğan, “şehir hastaneleri” projesinde
    neden bu denli aceleci ve hırçındır?
  • Kamu-özel ortaklığı” nın uygulandığı ülkelerde yarattığı yıkımın farkında olan
    kaç AKP’li vekil vardır? TTB’den bir brifing almaya ne buyururlar??
  • Yerli-yabancı sağlık şirketleri konsorsiyumlarında kimlerin ne oranda
    payı vardır?
     Başbakan’ın 1. derece yakınları ve önde gelen AKP’liler ile
    Sağlık Bakanlığı kurmaylarının 1. derece yakınları bu projelerde pay sahibi olmadıklarını açıklayabilirler mi??

Artık “necip” halkımızın da gözünün açılmasının zamanı gelmedi mi?

Çözüm                            :

– Ulusal sağlık politikalarıdır..
Sağlık yurttaşa hak, devlete de ödevdir.
Koruyucu sağlık hizmetlerine öncelik vermeden ne sağlık faturasının üstesinden gelinebilir ne de sağlıklı bir toplum yaratılabilir..
Yalnızca yerli-yabancı özel sağlık sektörüne halkın sırtından kaynak aktarılır..
Dış ve iç borçlar büyür ve de
aile başına 3-5 çocukla bu ülke kalkınmaz, BA-TAR!

Artık bu yalın ve acı gerçeği görelim..
Belletenlerinin DB-IMF olduğunu, işbirlikçilerinin de AKP kadroları olduğunu..

Bir şeyi daha asla unutmayalım :

  • “ Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde durulacak
    ulusal sorunumuz dur. Çünkü Cumhuriyet; düşünsel, bilimsel ve bedensel bakımdan güçlü ve yüksek düzeyli koruyucular ister.”  Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

“Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı” salt teknik bir politika sorunsalı ve hedefi olmayıp; Türkiye Cumhuriyeti’nin güvencesidir de..

Sevgi ve saygı ile.
26.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Sağlık el yakıyor!

Hükümetin “sağlıkta dönüşüm” projesi bir ayda zam yağmuruna yol açtı

  • Son bir ayda sağlık hizmetlerine % 57 zam yapıldı.

Yılbaşından bu yana diş, ameliyat, tahlil ve doğum gibi sağlık uygulamalarının
ücreti arttı. En dikkat çekici artışsa % 209’la laboratuvar tahlil ücretlerinde görüldü.
% 129 artışla ultrason, oransal olarak 2. en çok fiyatı artan sağlık kalemi oldu.

Başbakan 3-5 çocuk çağrısında bulunmayı sürdürüyor ama doğum ücretleri de büyük zam gördü. Normal doğum 2012 yılı Aralık ayında 393.51 TL iken bu rakam 2013 yılı Ocak ayında 732.99 TL’ye yükselerek % 86 arttı. Sezaryen de yaklaşık % 30 zamlandı.

  • Hükümetin “sağlıkta dönüşüm” projesi çerçevesinde son bir ayda
    sağlık hizmeti ücretleri % 57 arttı

Bu zam hasta eder

AKP hükümeti, sağlık hizmetlerinden yararlanmak isteyen vatandaşın cebine el attı.

Yılbaşından bu yana diş tedavisi, ameliyat, tahlil ve doğum gibi sağlık uygulamalarının ücreti arttı. En dikkat çekici artışsa % 209’la laboratuvar tahlil ücretlerinde görüldü.

ANKA’nın haberine göre, Türkiye Kamu-Sen’e bağlı Türk Sağlık-Sen,
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerini kullanarak sağlık fiyatlarında
Aralık 2012 ile Ocak 2013 dönemi arasında uygulanmaya başlanan zamları derledi.

Araştırmaya göre, sağlık hizmetlerine ulaşmak ortalama % 57.8 zamlandı.
Bu dönemde diş tedavisi, ameliyat, tahlil ve doğum ücretleri yükselirken düşen yalnızca muayene ücreti oldu.

Laboratuvar ücretinde 
rekor artış

TÜİK verilerine göre yapılan araştırmaya göre, sağlık hizmeti fiyatlarında en dikkat çeken artış % 209 ile laboratuvar tahlil ücretlerinde oldu. Geçen yıl sonunda 4.7 TL olan tahlil ücretleri bu yıl başında 14.7 TL’ye çıktı. % 129 artışla ultrason ücretleri oransal değerlendirmede 2. en çok artan sağlık kalemi oldu.

Diş çekme ücretiyse 2012 yılı aralık ayında 24.98 TL iken bu rakam 2013 yılı ocak ayında 47.83 TL’ye yükselerek % 91 arttı.

Diş dolgu ücreti 2012 yılı aralık ayında 35.62 TL iken bu rakam 2013 yılı ocak ayında 77.90 TL’ye yükselerek % 118 arttı.

Cumhuriyet Gazetesi 25 Şubat 2013 günlü sayısı ve yorumlarımız..


Cumhuriyet
Gazetesi 25 Şubat 2013 günlü sayısı ve yorumlarımız..

Kapakta birbirinden önemli haberler var:

Türkiye’de savcıların baş delili olan dinlemeler,
Avrupa’da delil olarak kabul edilmiyor!

Uygarlık farkı

Bakanlık araştırdı..

Adalet Bakanlığı yasal dinlemeler konusunda Türkiye ile Avrupa’yı karşılaştırdı. Bakanlığın raporuna göre Türkiye’de “delil elde etmek üzerine” kurulu olan
telefon dinlemelerine Avrupa’da büyük sınırlama getiriliyor.
Türkiye’de her suç için herhangi bir sınırlama olmadan telefon dinlemesi yapılabiliyor.

Dinleme son çare

Kimi ülkelerde istihbarat amaçlı telefon dinlemesine bile izin verilmiyor.
Başka yollarla delil elde edilemeyecek durumlarda son çare olarak telefon dinleme kararı alınıyor. Milletvekillerinin dinlenmesi ise ya yasak ya da Parlamento başkanının iznine bağlı.

A. Saltık : Ne diyelim? Yaşasın Ergenekon tertibininin sahte kanıtları ve
tüm Türkiye’yi şantaj amaçlı dinleyen / dinleten kişi ve kurumlar..
Açık yazsak suç olacak fakat malumun ilanına da gerek yok sanırız..

Cumhuriyet, 25.02.2013
AİHM MAHKUMİYETLERİ ÇEYREK MİLYAR AVRO’YU BULDU

Fatura ağırlaşıyor

Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni çiğneme (ihlal) nedeniyle
bugüne dek ödediği giderim (tazminat) astronomik düzeye ulaştı.
Türkiye’ye karşı son 10 yılda yalnızca kendi yurttaşlarının insan haklarının
çiğnenmesi nedeniyle açılan davalarda AİHM’nin hükmettiği tazminat miktarı
çeyrek milyar Avro’yu buldu..

A. Saltık : Ne diyelim, RT Erdoğan AKP’sinin “ileri demokrasi” sinin (!?)
faturası olmalı
.

Öbür başlıklar da çok ilginç :

* Doğa yıkımına feryat..

* THY’nin güvenlik dramı.. Hızla dibe vuruş..
İmamlık ve havayolu işletmeciliği bir türlü uyuşmuyor anlaşılan..

* Ve de sağlık hizmetlerinin perişan durumu..
IMF-DB dayatmalı sözde SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM masalı bitti.
Balayı dönemi kapandı.
Acı faturalarla karşılaşan halkımızın artık gözlerinin açılması tesellimiz mi olsun ??
Bu konuyu ayrı bir dosya olarak inceleyeceğiz..

Sevgi ve saygı ile.
26.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Silivri Cezaevi’nden böyle çıktı..

Dostlar,

Yüz kızartıcı bir tablo ile karşı karşıyayız..
Bir ölüm olayı 3 yıl sonra öğrenebiliyoruz..

Uygar ülkelerde en azından 2 bakanı (Adalet ve Sağlık) koltuğundan edecek bir
utanç tablosu.. Hatta hükümeti.. Ülkemizde ise bu makam sahipleri şerbetli..

Bakalım, “beğenilmeyen” ve “yenisi” yapılarak ülkenin parçalanmasına /
başkanlık totaliterliğine yol açabilecek 1982 Anayasası ne diyor ??

V.  Devletin temel amaç ve görevleri  

Madde 5 – Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak,
kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak
ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.

Anayasa’nın sağlık hakkıyla doğrudan ilgili 56. maddesine bakalım :

Sağlık, çevre ve konut
A.  Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması

Madde 56 – Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.   Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin
ve vatandaşların ödevidir.

  • Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; … amacıyla sağlık kuruluşlarını .. planlayıp hizmet vermesini düzenler.

Tıp dilince “purpura fulminens” denilen ölümcül kanamalı döküntüye yol açarak
22 yaşındaki infaz koruma memurunun ölümüne yol açan hastalık
(Hantavirüs enfeksiyonu; Hantavirüs Renal Sendromlu Hemorajik Ateş),
açıkça iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmaması sonucudur.

  • Büyük olasılıkla meslek hastalığıdır!

Avrupa Sosyal Şartı (Avrupa Sosyal Şartı), 1961’de çıkarılmış ve Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden Türkiye, tam 28 yıl sonra, kimi çekincelerle bu uluslararası hukuk belgesine taraf olmuştur. Bu Konvansiyon’un 3. maddesi,

  • Tüm çalışanların sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı hakkı olduğunu vurgular..

Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrası uyarınca bu metin Türkiye’yi bağlar ve
iç hukukta yasa hükmündedir. Hatta iç yasalardan üstündür ve dahası,
Anayasa’ya aykırılığı da ileri sürülemez!

Başkaca uluslararası ve ulusal mevzuat metinleri de rahatlıkla eklenebilir.

Söz konusu infaz koruma memurunun ölümünde işyeri ortam koşullarının incelenmesi ve varsa Devletin kusurunun ortaya konması gerekir.

Bu amaçla aile, yaşadığı yerdeki C. Başsavcılığına başvurmalıdır.
Maddi – manevi giderim (tazminat) alabilirler. Çalışma statüsüne bağlı olarak
(4857 sayılı İş Yasası ya da 657 sayılı yasa..) bir dizi hukuksal hakları tanımlıdır.

Silivri Cezaevi’nden sorumlu C. Savcılığı da kendiliğinden inceleme başlatabilir.

Konu TBMM’ye de bir soru önergesi ile getirilmeli, hatta Adalet Bakanlığı
res’en soruşturma başlatmalıdır.

  • Yaşam hakkı kutsaldır ve
  • devletin en başta gelen görevlerinden biri
    yurttaşlarının can güvenliğini sağlamaktır.

Bu ayıp Türkiye’ye ağır gelir.

Acı bir örnek olmalı ve ders çıkartılarak benzer olaylar önlenmelidir.
Kurbanın ailesi, geride bıraktıkları, bakmakla yükümlü oldukları
asla mağdur edilmemelidir.

Sevgi ve saygı ile.
25.2.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Silivri Cezaevi’nden böyle çıktı

Ergenekon ve Balyoz davalarıyla gündeme gelen Silivri Cezaevi’nde görevli bir infaz memurunun 2010 yılının Mart ayında Hantavirüs nedeniyle ölmesi,
Yoğun Bakım Dergisi’nin son sayısında ele alındı. Dergide 22 yaşındaki
infaz memurunun ailesinin izniyle ilk kez fotoğrafı da yayınlandı.

Aşırı yorgunluk, yaygın ağrı, bulantı, kusma, genel durum bozukluğu şikayeti ile
Silivri Hastanesi’ne kaldırılan infaz memuru, yakınmalarının sürmesi üzerine
Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne kaldırılmıştı. İnfaz memuru birkaç gün içinde
iç organlarında başlayan kanamalarla yaşamını yitirmişti. Gizlenen olay ABD’de yayınlanan “Centers for Disease Control and Prevention” dergisinde Türk bilim adamlarının 2011 yılının Mart ayında yazdığı makaleyle ilk kez ortaya çıkmıştı.

GÜNEŞ ALMAYAN, HAVALANDIRILMAYAN..20 Aralık 2012’de çıkan Yoğun Bakım Dergisi’nin 210-6 sayfalarında “Hantavirüs Renal Sendromlu Hemorajik Ateş:
Olgu Sunumu ve Derleme” başlıklı makalede söz konusu infaz koruma memurunun durumu ele alındı. GATA doktorlarından Yunus Oktay Atalay, Kamer Dere, Hüseyin Şen, Zafer Küçükodacı, Yalçın Önem, Sezai Özkan, Güner Dağlı imzalı makalede; Silivri Cezaevi ve infaz memuru “İstanbul il merkezinin 67 km batısında ormanlık alanda ve yeterince güneş almayan, iyi havalandırılmayan bir kurumda güvenlik görevlisi olarak çalışan 22 yaşındaki erkek hasta” ifadeleriyle tanıtıldı.

FARELERDEN BULAŞIYOR

Söz konusu makalede hastalığın farelerden bulaştığı şöyle anlatıldı:

“Hantavirüs, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığına neden olan Bunyaviridiae ailesine mensup RNA virüsleridir. İnsana bulaş, öbür bunyaviridae ailesi virüslerden farklı olarak artropodlarla değil kemiricilerledir (rodent). Rodentin infekte tükürük veya çıkartılarıyla bulaşmış gıdaların alınması, infekte materyalle temas veya idrar, dışkı
ve salyalarıyla infekte partiküllerin solunması sonucu hantavirüs infeksiyonu
ortaya çıkabilmektedir. Rodentler arasında ve rodentten insana bulaşta en sık sorumlu yol aerosollerdir. İnsanlar rodent ısırması sonucu da infekte olabilmektedirler.”
Hastalığın neden Silivri Cezaevi’nde görüldüğü ise söz konusu makalede şöyle anlatıldı:
“Bu rodent daha çok meşe, kayın ağaçlarının bulunduğu ormanlık alanlarda yaşamaktadır. Geriye dönük yaptığımız araştırmada olgumuzun çalıştığı işyerinin
(Silivri Cezaevi) bulunduğu mevkinin yakınlarında, meşe ağaçlarından zengin ormanlık alanların bulunduğu öğrenildi.”


KIRIM KONGO’DAN DAHA TEHLİKELİ

Konu üzerine görüşlerine başvurduğumuz makalenin yazarı Doktor Yunus Oktay Atalay, hastalığın nedenine ilişkin şöyle konuştu:

“Tam kesin bir şey söylemek mümkün değil. Mevcut hastalığa ilişkin farelerden
şüphe edilebilir. Cezaevinin yeterince güneş almaması, iyi havalandırılmaması hastalığı hazırlamış olabilir.” 
Makaleyi Türkiye’de söz konusu vakayla tekrar karşılaşacak doktorlara deneyim olması için yazdıklarını söyleyen Atalay, kendilerinin hastaya izole odalarda baktıklarını, hastanın yaşadığı yerlerde virüsün bulaşma riskine karşılık  önlem alınması gerektiğini söyledi.Hantavirüsler üzerine çalışan Böcek Uzmanı ve Ziraat Yüksek Mühendisi
Derya Ulaşoğlu, Hantavirüsün Kırım Kongo ile aynı aileden olduğunu söyledi.
Ulaşoğlu, “kanamalı ateşe neden oluyor. Kemirgenlerin ısırması dışında hava ve toz yoluyla da bulaşıyor. Daha tehlikeli olmasının nedeni bu. Hastalığın yayılmasında
Silivri Cezaevi’ndeki hijyenik olmayan şartlar da etkili” ifadelerini kullandı.
Ulaşoğlu, hastalığın önlenmesi için yapılması gerekenleri şöyle anlattı:
“Profesyonel olarak plastik kaplarla fare kontrolü yapılmalı. Temizlik işini profesyonel şirketler devralmalı. İstenirse, alınması gereken önlemleri hiçbir karşılık beklemeden gider raporlarım.”
Barış Terkoğlu
Odatv.com
25.2.13

Muazzez İlmiye Çığ : Sümerler vaktiyle Türklerin bir kolu idi

 

MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ
muazzezcig@yahoo.com
portresiSelamlarımla..SÜMERLİLER TÜRKLERİN BİR KOLUDUR

SÜMER-TÜRK BAĞLANTILARI..

Şu anda çok mutluyum, yukarıda adını yazdığım kitabın son noktasını koydum ve
böylece Sümer çalışmalarının sonunu getirerek bu konuyu kapatıyorum.
Yapılan bu çalışma ile ölümsüz Atatürk’ümüzün kanıtlanmasını istediği Sümerlilerin Türk olup olmadığı konusu bana göre bir sonuca bağlanarak
Orta Asya’dan Mezopotamya’ya geldikleri ve Türklerin bir kolu oldukları
kanıtlandı.

1850 yıllarından sonra Sümer yazıları ve dilleri çözülmeye başlayınca,
bu dilin Ural-Altay dil grubundan olduğu onların Orta Asya’dan göç etmiş olacakları söyleniyordu.

Daha sonraları Türklere benzediğini söyleyenler oldu.
Ş艦u son zamanlarda ise gerek Avrupa, gerek Amerika’da bu dilin ölü veya diri hiçbir dile benzemediği savı ortaya atıldı.

Halbuki gerek Türkiye’de, gerek Türkmenistan, Azerbaycan, Özbekistan, İran’da yapılan Sümer dili ile Türk dili karşılaştırmalarında aynı kökten pek çok kelimeler bulundu.

Bunlara bir de topladığım kültür bağları olan Arkeolojik buluntular, yer adları, Sümerlilerin kendilerine verdikleri adlar, destanlar, efsaneler, geleneklerdeki bağlantıları kapsayan bu son kitapla

  • Sümerlilerin vaktiyle Türklerin bir kolu olduğunu 
    bilimsel bir güvenle söyleyebileceğiz.

Muazzez İlmiye ÇIĞ
19 Şubat 2013