Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Şehir Hastaneleri İçin “Yargı Engelini Aşma Yasası” Çıkarılıyor

 
Dostlar,

21 Şubat 2013 günü, bizim de katıldığımız bir eylemden kesitler..

“Kamu-Özel Ortaklığı” ile ilgili bu sitede epey yazı var..

Sağlık Bakanlığı da tasfiye ediliyor ve artık bu Bakanlık sağlık hizmeti sunmayacağı gibi sağlık kurumu ve sağlık personeli sahibi (istihdam edicisi / kamu işvereni) de olmayacak..

Bakanlık çekilip yerine sermeye / şirketler (yerli + yabancı) sürülecek.

Yandaşlar halkın sırtından zengin edilecek..

Tek sözcükle “FECİ” bir yasa..

AKP bunu da yapacak mı?

Kararlılar..

Çünkü AKP’li vekillerin ezici bölümü “biat kültürü” müridi.

Bu zinciri kurabilecekler mi?

Bu bildiriyi okusalar?

Ya da Yasa taslağını okusalar??

TTB Başkanı’nın kendilerine yazdığı mektubu okusalar?

TTB’den bir brfing alsalar??

Halkımız da olup biteni görse ve sağlık hakkına sahip çıksa?

21.2.13 günü 12:30 – 13:00 arası TBMM Dikmen kapısı önünde bir avuç yurtsever sağlıkçı bu gerçeklerş haykırmaya çalıştık.

Satılık basın gene yoktu.

AKP’nin de ülkemizin de encamı hayrola diyelim..

Sevgi ve saygı ile.
22.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================

TTB_logosu

Şehir Hastaneleri İçin “Yargı Engelini Aşma Yasası” Çıkarılıyor

Başbakanın “kuvvetler ayrılığı yüzünden bu fakirin 6 yıllık hayali gerçekleşmiyor”, “yargı son derece lüzumsuz şeylere takılarak engel oluyor, projeler yürümüyor” dediği efsane ‘Şehir Hastaneleri’ sürecinde yeni bir aşamaya gelindi. Türk Tabipleri Birliği’nin açtığı iptal davalarında yargının yürütmeyi durdurma gerekçelerini ortadan kaldırmak için Türkiye Büyük Millet Meclisi bir yasa çıkarıyor!

Bu amaçla çıkarılan Kamu Özel İşbirliği yasa tasarısının görüşmeleri TBMM’de başladı. Başta Türk Tabipleri Birliği olmak üzere Sağlık Meslek Örgütleri 21 Şubat 2013 tarihinde TBMM Dikmen Kapısı önünde basın açıklaması yaparak, Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması Hakkında Kanun Tasarısı’nı protesto etti.

Basın açıklamasına, Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel ile aralarında Prof. Dr. Hülya Güven’in de bulunduğu bazı CHP’li milletvekilleri de destek verdi. Basın açıklamasında, TTB Merkez Konseyi Genel Sekreteri Dr. Bayazıt İlhan, Türk Dişhekimleri Birliği 2. Başkanı Serdar Sütçü, SES Genel Başkanı Dr. Çetin Erdolu, Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel ve CHP Milletvekili Hülya Güven birer konuşma yaptı. Konuşmalarda, yasanın geri çekilmesi istenerek, vicdanı olan tüm milletvekilleri

  • “5 Yıldızlı Soygun Yasası”na‘HAYIR’ demeye çağırıldı.

BASIN AÇIKLAMASI
21 Şubat 2013

Duydunuz mu? Türkiye Büyük Millet Meclisi Bir Yasa Çıkarıyor!

İşte O Yasa İle Tasarlanan ‘Kamu-Özel Ortaklığı’nın
Gerçek Yüzünü Biliyor musunuz?

1-         Devlet Hastaneleri “Kamu-Özel” adı altında özelleştirilip şirketlere devrediliyor.

2-         “Beş yıldızlı otel konforu”, söylemiyle, altından kalkılamayacak kiraların, sağlık hizmet bedellerinin, katkı, katılım paylarının kapısı ardına kadar açılıyor.

3-         Bütün sağlık çalışanlarının iş güvencesi yok ediliyor, şirket taşeronlarının işçisi haline getiriliyor.

4-         Bütün sağlık çalışanlarının döner sermaye gelirlerinden yapılan ek ödemelerine el konularak, kuşa çevriliyor. Açlık sınırındaki maaşları artırılmıyor.

Sağlık hizmetini, sağlık çalışanlarının haklarını, yani sağlığı bir bütün olarak değiştirecek ve özelleştirmenin önünü tümüyle açacak Kamu Özel Ortaklığı Tasarısı TBMM gündemine getirildi, görüşmeleri de hızla başlatıldı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine alınan Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması Hakkında Kanun Tasarısı’nı görüşürken gerçekleri bilmeleri için bütün milletvekillerine mektup yazdık.  Ancak gördük ki iktidar partisine mensup milletvekilleri mektubumuzu okumamışlar ki böylesi korkunç bir yasaya sahip çıkıyorlar.

Şimdi bizler, bu kez sağlık çalışanlarının örgütleri olarak topluma, bütün üyelerimize ve hala yüreği doğruya ve iyiye kapanmamış milletvekillerine sesleniyoruz;

Bu kanun tasarısındaki yöntem dünyada da bazı ülkelerde uygulanmış,  sağlık alanında, felaketlere yol açmış bir yöntemdir.

Uygulanan ülkelerdeki sonuçlarından yola çıkarak; yüreği ve vicdanı insandan, toplumdan yana olan herkes demektedir ki; Kamu Özel Ortaklığı sağlığa zararlıdır. Sağlık çalışanına da, sağlık hizmeti alacak olana da zararlıdır.

Peki, yararı kime? 2020 yılında dünyada bu yöntemden 7.5 trilyon dolar gelir elde etmeyi hedefleyenlere.

Uluslararası tekellerin ve yerli ortaklarının, karlarını daha da arttırmak için, sağlık çalışanlarını kanıyla canıyla daha fazla sömürmesi yasalaştırılıyor.

Tasarının içine kanun teklifi ile ekledikleri üç madde ile sağlık çalışanlarının zaten düşük, güvencesiz ücretlerine el koyuyorlar. 209 Sayılı Yasa’nın 5. maddesinde yapılan değişikliklerle sağlık çalışanlarına döner sermaye gelirlerinden yapılacak ek ödemelerini düşürüyorlar. Bunu nasıl yapıyorlar? Kanundan “Personelin katkısıyla elde edilen döner sermaye gelirlerinden” ibarelerini çıkarıp, “bu birimlerde görevli personele yapılacak ek ödeme toplamı, ilgili birimin cari yıldaki hizmet bedelinden ayrı olarak faturalandırılan ilaç ve her türlü tıbbi sarf malzemesi gelirlerinin yüzde 45’ini, diğer döner sermaye gelirlerinin ise yüzde 50’sini aşamaz” şeklindeki zor anlaşılır cümleleri ekleyerek…

Halkımıza da sesleniyoruz;

Cebinizden para vermeden, “5 Yıldızlı Otel Konforu”nda olacağı söylenen bu hastanelerden sağlık hizmeti alamayacaksınız.

Hastaneden elde edilecek gelirleri işleten şirket aldığı halde, kirasını, her türlü damga vergisini,harçlarını ve KDV ‘sini devlet yani SİZLER ödeyeceksiniz…

Hastanenin arazisi hazineden yani sizden ama karı işletende olacak.
Açıkçası hastanenin tüm giderleri sizden ama karın sahibi özel şirketler olacak.

Devlet tüm giderleri üstlenirken kârını niçin işletmeci şirkete vermektedir?

Sağlığı hekim, sağlık çalışanları sağlayacak, koruyacak ama hiç söz hakları olmayacak. Patron ne emrettiyse onu yapacaklar. Üstelik emeğin değerini sadece yine patronlar değerlendirecek.

Sağlık hizmetini ‘köleleştirilmiş’ sağlık çalışanı üretecek, hastanenin masraflarını, kirasını,vergisini devlet eliyle SİZLER ödeyeceksiniz ama karını patron alacak.

Bir kez daha hatırlatıyoruz                    ;

Tasarıdaki hükümle tüm tıbbi hizmetlerin de şirketlere devredilmesinin önü açılıyor, ihaleyi alan şirketlerin hastaneleri yönetmesine, hatta ihaleyi alan şirketlere kredi verecek çok uluslu finans kuruluşlarının, uygun görmeleri durumunda hastanelere el koyup yönetmesine izin veriliyor.

Sağlık çalışanlarının iş güvenceleri bütünüyle yok edilip taşeron işçisi haline dönüştürülüyor.

Şehir hastanesi ihalelerini alan şirketlere sanki otoyol işleteceklermiş gibi
toplumu hasta etmek üzerinden %70 doluluk oranı vaat ediliyor.

Hastanelerimize el koyacak şirketlerin gelirleri daha da artsın, kira ödemeleri garanti altına alınsın diye çalışanların ek ödemelerine el konuluyor, buradan hizmet alacakların giderek daha çok katkı katılım payı vermesinin önü açılıyor.

Bu yöntemle yalnızca adında “kamu” kalan hastaneler “işletilmeye” başlanınca, hastaların hastalıkları “gelir getiriyorsa”  ve maliyeti ucuzsa tedavi hizmeti verilmesi
söz konusu oluyor, “karlı” olmayan yani yaşlı, yoksul ve ağır hastaların gerçek tedaviye ulaşmasına engeller bir yasa  getiriliyor.

Üstelik bütün bunlar Türkiye’de halihazırda kullanımda 122.399 (salt Sağlık Bakanlığı’nın) hasta yatağı olmasına, yapımı süren 27 binden fazla yatak olmasına ve ulaşılmak istenen yatak sayısı olan 147 bin hedefine kısa sürede borçlanmadan ulaşılacak olmasına rağmen yapılıyor.

Plan Bütçe Komisyonu’nda Sağlık Bakanı 37 projede toplam 43. 193 yatak yenilemesi yapılacağını ve bunun için 18 milyar 250 milyon TL fizibilite raporu hazırladıklarını söyledi. Bu hesaba göre bir hasta yatağı 422. 522 TL’ye geliyor! Böylesine akıl almaz yüksek rakamların ayrıntılarına dair bugüne kadar herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Bugüne kadar yapılan 14 ihalenin sadece ödenecek yıllık bina kullanım bedeli tutarı, Sağlık Bakanlığı merkez teşkilatı bütçesi kadar olmasına rağmen bu yöntem getiriliyor…

İhale alan şirketlerin alacakları kredilere ve bunların her türlü ek masrafına doğrudan Hazine garantisi veriliyor, her türlü Damga Vergisi ve Harçtan bağışık, KDV’den muaf tutuluyor, torunlarımız bile borçlandırılıyor.

Hastanelerin dışında Sağlık Bakanlığı, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu kendi hizmet binalarında dahi şirketlerin kiracısı haline getiriliyor.

Biz bunları istemiyoruz, Bu tasarının neler getireceğini, neleri götüreceğini bilen hiç kimse buna ‘evet’ diyemez.

Milletvekillerimizi bu “5 Yıldızlı Soygun Yasası”na‘HAYIR’ demeye çağırıyoruz.

Türk Tabipleri Birliği

Türk Dişhekimleri Birliği

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES)

Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası

Sağlık ve Sosyal Hizmet Kolu Çalışanlarının Sözü Sendikası

Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği

Türk Hemşireler Derneği

Türk Psikologlar Derneği

Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği

ARŞİVİMİZDEN : Eğitim Ama Ne İçin?

Dostlar,

Dr. Erdal Atabek bizim meslek büyüyüğümüzdür.
Kendlsini İstanbul Tıp Fakültesi‘ndeki öğrencilik yıllarımızdan (1973-77) tanırız.
Cağaloğlu’ndaki Türk Tabipleri Birliği (TTB) binasında (12 Eylül 1980 öncesinde
TTB merkezi İstanbul’da idi) son derece öğretici ve ufuk açıcı konferanslarını dinlerdik.

Anlattıklarıyla bizi soru sormaya ve düşünmeye yönlendirirdi.
Bilgi aktarma hedefli değilidi. Hele empozisyon.. hiç..

Erdal bey 16 yıl TTB Merkez Konseyi Başkanlığı yaptı.
İstanbul’da SSK Hastanesinde İç Hastalıkları Uzmanı idi.

12 Eylül’de TTB de kapatıldı pek çok sendika, dernek, meslre kuruluşu ve siyasal parti gibi (CHP de dahil!)..

Aydınlar Dilekçesi’ne imza koydu değerli Atabek..

Yargılandı, 3,5 yıla yakın hapis yattı ve aklandı..

Cezaevi anılarını “mutlaka okunası” İNSAN SICAĞI adlı kitapta topladı..
(İşkence gören bir kurbanın kendi göğsünde saatlerce baygın uyuması..
öyküsü iç kanatıcıdır..)

Birbirinden değerli kitaplar yazdı, yazıyor..

Son yıllarda eğitim konuları ve aile danışmanlığına yoğunlaştı.

Cumhuriyet’te yazmaya başlaması ayrı bir keyif ve kazanç oldu.

Dr. Atabek, 85 yaşlarında..

Ne güzel.. hala üretiyor ve öğretiyor..

(Çok yılar önce evinde içtiğimiz kahvenin tadı hala belleğimizde..
Korkarız sevimli kedisi yaşama veda etmiştir ??)

Arşivimizden aşağıdaki yazısını paylaşmayı yararlı bulduk..

İyi okumalar.. sindirerek ve gereğini yapmak üzere..

Sevgi ve saygı ile.
22.2.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================

Dr. Erdal ATABEK

portresi

Eğitim Ama Ne İçin?

Eğitim artık kendi başına bir değer.
Eğitimli insan. Eğitimli akıl. Eğitimli toplum.

Ama eğitim ne içindir?
“Elbette insan için” yanıtı doğru mudur? Hayır.
Eğitim gerçekten insan için olsaydı, insanın kişiliğini geliştirmeyi hedeflerdi, insanı yetenekleriyle buluşturmayı amaçlardı. Eğitimin hedefleri arasında bunlar yoktur.
Eğitim, insanı mutlu etmek için de değildir. Öyleyse, eğitim ne içindir?
Sorulması gereken odak soru bu.

Günümüzün dayatılan eğitimi, insanı büyük bir sistemin işe yarar çarklarından biri yapmak içindir. Bu büyük sistem, kapitalist küreselleşmenin piyasasıdır.
Bu sistemin içinde yer alması amaçlanan insan, artık kendisi değildir.
Kararlar kendisi dışında verilmektedir. Seçimler kendi seçimleri değildir.
Mesleği bile kendi seçimi değildir. Piyasa güçleri neyi istiyorsa o olmak zorundadır.
O piyasa karşısında kendi olma hakkı elinden alınmıştır.
Onun için çalışmakta, onun için yaşamaktadır.
Büyük sistem onun iradesini felç etmektedir.
Dahası, onu “gönüllü köle” yapmakta, bundan ötürü de mutlu olması gerektiğine inandırmaktadır.

O da, kendisine sunulan konfor araçlarıyla ölçtüğü sözde yaşam kalitesiyle
mutlu olduğu yanılsamasını sürdürmektedir. Mutlu olma şansı elinden alınmıştır.
Çünkü, mutlu olmak için önce insan olmak gerekmektedir.
Oysa “o”, artık insan olmaktan soyutlanmış bir “meta” olmuştur.
Kendisi de kapitalist küreselleşmiş sistemin içinde bir “meta” olmuştur.
Alınır, satılır, kiralanır, reyondan reyona gezdirilir bir piyasa malı.
Fiyatı vardır, pazarı vardır, yükseklerde gezdiği zamanlar vardır, ucuzladığı koşullar vardır. Meta…

Sistemin verdiği ödül de 
“başarılı insan” metaforudur.
Sizi “başarılı insan” vitrinine koyarak ödüllendirir.  Sizi ötekilerle kıyaslar, değerinizi biçer ve ilan eder: Başarılı insan. “En başarılı insanlar” listesinde adınız vardır.
Gala gecelerinde sahneye çıkarsınız. Zenginsiniz. Ünlüsünüz. “En”lerden birisiniz. Sistemin en işe yarar çarklarından birisi oldunuz.

Mutluluk? Ne olduğunu düşünmeye bile zamanınız yoktur.

İnsan olmak? Ne demek olduğu bile belli değildir.

Özgürlük? Satın alabilme özgürlüğüdür.

Dayanışma? İşinize yarayacaklardan yararlanma demektir.

Fırsat? Önünüze çıkan her şeydir.

Çıkar? İşinize yarayan her şey.

Sorumluluk? Olabildiğince başkasına yüklenecek şey.
Size sunulan yaşam felsefesi budur.

Reddetmeniz gereken yaşam ideolojisi budur.

  • Aklınızı ambargolardan kurtarmak.

Boş inançların gizli tuzaklarından,
yapay yaşam fetişizminden,
– size dayatılan tüketim çılgınlığından aklınızı kurtarmak.

Duygularınızı insanca yaşamın doğallığına yeniden kavuşturmak.

Sevmeyi yeniden öğrenmek.

Saygıyı yeniden yaşamak.

Dayatılan korkulardan kurtulmak.
İçgüdülerimizi doğru bir yaşamın gücü yapmak.

Yeniden insan olmak.
Artık hep insan kalmak.
İnsan olanlarla buluşmak.

Günümüzün görevi işte budur…

(26 Kasım 2012, Cumhuriyet)

Genelkurmay kimin yolunda?


Genelkurmay kimin yolunda?

Emin ÇÖLAŞAN

SEVGİLİ  okuyucularım, Türkiye’de “Atatürkçü” bilinen kurumların en başında Türk Ordusugelir(di). Ordumuzun komuta kademesi her zaman böyle (idi).

Alt kademe belki yine öyle ama komutanların zihniyeti epeyce değişti.

Dikkat ediniz, artık Atatürk’ten söz eden komutanlar yok.

Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanlarının istifası sonrasında o makama kaderin cilvesiyle gelen Necdet Bey, tümüyle farklı bir çizgi izliyor. Ne yazık ki öyle.

Türkiye Cumhuriyeti kimlerin elinde kalmış, neler oluyor,
Necdet Bey ve ekibinden ses yok.

Bu söylediklerimi sakın kimse yanlış anlamasın.

Hiçbirimiz onlara “Darbe yapın, bu rezil gidişe el koyun” çağrısında bulunmuyoruz. Böyle bir şey bu saatten sonra zaten olamaz.

Ama diyoruz ki “Ey komuta kademesi, siz Patagonya’da yaşamıyorsunuz. Ülkemizin gidişi konusunda biraz daha duyarlı olun, ses verin. Sizler Tayyip’in memurları, emir kulları değilsiniz…”

  • Atatürk; bu iktidar tarafından belleklerden silinmek isteniyor.
    Atatürk ders kitaplarından çıkarılıyor.
  • Türkiye İslamcı-Kürtçü bir rejime doğru sürükleniyor.

Geçmişin katili olan herif bugünkü iktidarın gözünde en büyük adam (!) oldu, onunla pazarlıklar yapılıyor. İki paralık bir katil, ülkemizin geleceğinde söz sahibi yapılıyor.

* * *

Bütün bunlar olurken bizim Genelkurmay ve Necdet Bey ne yapıyorlar! Son iki gün içinde yaşadığımız bir olay her şeyi açıkça gözler önüne serdi.

Genelkurmay Başkanlığı muhteşem bir “Atatürkçülük (!)” sergilemeyi başardı.

Atatürk’ün boyu, kilosu ve ayakkabı numarası!

Bu konuda ince bir Atatürkçülük çalışması yapmışlar, Atatürk’ün beden ölçülerini çıkarıp sitelerine koymuşlar.

Boyu 1.74, ayakkabı numarası 42, kilosu bilmem kaç!

Vallahi maşallah, başka seçenek kalmadığı için, Atatürk işte böyle gündeme getirilir!

Boyu posuyla, kilosu ve ayakkabı numarasıyla…

* * *

Atatürk’ü yok etmeye, belleklerden kazımaya kalkışan bir iktidar,
bu Genelkurmay’a ne kadar teşekkür etse azdır…

Çünkü böylesi ilk kez görülmektedir.

Necdet Bey ve öteki komutanların ağzından bu güne kadar Atatürk devrimleri, Atatürk ilkeleri konusunda pek bir şey duymadık. Devrimler yok sayılırken, İmralı Adası’nda yatmakta olan bir katille pazarlıklar sürerken“Türk milleti” kavramı yeni anayasadan çıkarılmak istenirken, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kahramanlara hakaretler yağdırılır ve onlarla alay edilirken, bu ülkenin bekçisi olarak gördüğümüz Türk Ordusu’ndan
ses yok, tepki yok, tık yok.

Niçin?..

  • Çünkü Necdet Bey hükümetin memuru!

Ağzını açamaz, konuşamaz.

Silah arkadaşları, dün önlerinde esas duruşta beklediği komutanları
içeri tıkılmış, ses veremez.

Deniz Kuvvetlerindeki amirallerin tam yarısı tutuklanmış, tepki koyamaz.

Atatürkçülük yok edilirken,
Mustafa Kemal Atatürk’ün askerleri hapishane duvarları arkasında çile çekerken
ağzını bile açamaz, uzaktan seyretmekle yetinir…

Çünkü Tayyip öyle istemiştir.

Ama iş farklı bir Atatürkçülük sergilemeye geldiğinde, Necdet Bey’in emrindeki Genelkurmay, açıklamalarını hemen yapar, Atatürk sevgisini (!) dosta düşmana duyurur!

Boyu şu kadardı, kilosu bu kadardı, ayakkabı numarası buydu!

Atatürk bu değildir. Atatürk’ün her şeyini unutup O’nu böyle anlamsız kavramlar ve rakamlarla gündeme getirmek, Atatürk’e yapılacak olan
en büyük saygısızlıktır.

Necdet Bey biraz toparlansın, neler yaptığını bir görsün.

Ayıp oluyor, ayıp.

************************

Vali Bey’in hışmı

Adana Valisi olan şahsın adı Hüseyin Avni Coş. Vali Bey önceden İçişleri Bakanlığı müfettişi idi. Tayyip’in İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı dönemindeki yolsuzluklarını incelemekle görevlendirildi. “Yolsuzluk vardır” diyen, yolsuzlukları raporlarıyla belgeleyen müfettişler, AKP döneminde büyük haksızlıklara uğratıldı ve oradan oraya sürgün edildi.

“Yolsuzluk yoktur” deyip Tayyip’i aklayanlar ise ihya edildi!

Onlardan biri olan Hüseyin Avni Coş, AKP döneminde vali yapıldı.
Son olarak en büyük kentlerimizden Adana’da valilik yapmakta!

Sadece o değil, Tayyip’i yargıda aklayan hakimler de Yargıtay üyeliğine seçildi.

Tayyip’i koruyan herkes altın buldu.

* * *

Adana’da Taner Talaş isimli bir yerel gazeteci, Vali Bey aleyhine mektuplar yazıp milletvekillerine göndermekle suçlanıyordu.
Birkaç gece önce Emniyet’e bir ihbar telefonu geldi:

“Mektuplar gazetecinin abisinin evinde. Evi basarsanız bulursunuz.”

Bu düzmece ihbarın mahkemeye iletilip arama kararı alınması gerekiyordu. Ama buna bile gerek görülmedi. Arama kararını,
bütün yasaları çiğneyerek nöbetçi savcı Mehmet Çömük kendi başına aldı.

Ve mektup teröristinin abisi Bülent Talaş’ın evi gece saat 03.10’da polisler tarafından basıldı.

Ev didik didik arandı. Polis bomba, silah falan değil,
Vali Bey hakkında yazılmış mektupları arıyordu ama hiçbir şey bulamadı.

Yerel gazetecilik zor iştir. Hele gerçek gazetecilik yaparsanız,
valiyi, emniyet müdürünü, belediye başkanını, iktidar milletvekillerini falan karşınıza alırsanız, sizi orada yaşatmazlar.

Bu gibi durumlarda hak, hukuk, adalet gibi kavramlar çöpe atılır,
başınıza bela alırsınız.

Sakın ola ki bundan sonra hiçbir gazeteci, hele Tayyip’i aklayan valileri karşısına almaya kalkışmasın.

Hiç tanımadığım gazeteci Taner Talaş’a geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

***************************

Sinan Yerlikaya diye biri!

Arkadaş geçen dönem Tunceli’den CHP milletvekili. Alevi kökenli biri.
Bu dönem seçilemedi. Tunceli, AKP’ye oy vermeyen, AKP’den
hiç kimseyi milletvekili seçmeyen bir ilimiz.

  • Bu Sinan Yerlikaya dün AKP’ye geçti ve parti rozetini Tayyip’e taktırdı.

Bunlar Türkiye’de siyasetin inanılmaz olaylarıdır. Alevi kökenli
bir eski milletvekili, yalnızca seçilemediği için partisinden ayrılıyor ve
AKP’li oluyor.

Amaç belli:

Tayyip’ten söz almıştır! Önümüzdeki seçimde Tunceli’den AKP adayı olacak, Alevi oylarını alıp Meclis’e bu kez AKP’den girecek!..

Eğer hesapları tutarsa, eğer Alevi yurttaşlarımız oylarını kendilerini aşağılayan ve horlayan bir partiye verirse!

Bir meraklısı çıksa, Sinan Yerlikaya’nın geçmişte AKP ve Tayyip hakkında söylediği sözleri ortaya çıkarsa, herhalde ilginç bir kitap olur.
Ama bizde siyaset böyledir, 180 derece dönenlerle doludur!

* * *

Emin Çölaşan’ın notu: Size güzel bir haber iletmek istiyorum.
Eğer Dijitürk abonesi iseniz, Başkent TV dışında bütün kanalların yandaş-yalaka olduğunu zaten biliyorsunuz demektir.
Yandaş olmayanlara şimdi güçlü bir ses eklendi:

Halk Haber TV.

Bu yayını Dijitürk 53. kanaldan izleyebilirsiniz.

A. Saltık’ın notu : ULUSAL KANAL’ı görmezden gelme Emin Çölaşan!

Hüseyin Haydar şiiri : Hilmioğlu Fatih

 portresi2
Hüseyin Haydar şiiri :

Hilmioğlu Fatih

Yanıyor bir daha, eski ahtin namusu,
Gönül gamıyla sessiz sedasız…
Kundaklanan Türkiye piyanosudur.

Bir özgürlük doktoru, bir sevda kocası.
Yalan döküp üstüne, zulüm çaktılar,
Yanmakta olanı yakarız sandılar.

Ayakta tutuşan alev yapraklı ağaç,
Pürenli can, çıtırtısız çiçek açar,
Orada biri var, aydınlığı yüze vuran.

Orada biri var, evimize direk,
Direnir haçlı yobazın kör karanlığına,
Maraş bozlakları söyleyerek.

Taşıyor kolları meyvelerin ağırlığını.
Orada biri var, Hilmioğlu Fatih,
Düşmanın bastığı yerde duran.

Yanar geceler boyunca fedailer,
Gün batarken görünürler öbek öbek,
Büyük şafak sökünceye dek.

Işıyıncaya dek çocukların yolu,
Yanarlar için için, senin benim için,
Yanmanın profesörüdür onlar.

Ateşin düştüğü yeri yakması, yalandır;
Düşürmüşsen ateşi kendi içine,
Yahut düşmüşsen ateşin içine kendin.

Fatih_Hilmioglu_portresi

divider_yesil_fiyonk

Hüseyin Haydar

Milliyetçilik… Ulusalcılık Tartışmaları…


Dr. Alev COŞKUN

portresi

Milliyetçilik… Ulusalcılık Tartışmaları…

  • Türkiye’de uluslaşma kolay olmadı. Cumhuriyetin temel amacı, çağdaş bir toplum, çağdaş bir devlet yaratmaktı. Tanrı egemenliğine dayanan bir monarşiden, halk egemenliğine dayanan Cumhuriyete geçildi.

Dr. Alev COŞKUN

TBMM’de “milliyetçilik” ve “ulusalcılık” kavramları geçen hafta gündemin ön sıralarına taşındı.

Bu tartışma “milliyet”, “milliyetçilik”, “ulus devlet”, “ulusalcılık” kavramları üzerinde yoğunlaşıyor. Kısaca irdeleyelim.

Avrupa’da 16. yüzyıldan sonra feodal sistem çözülmeye, onun yerine kapitalist üretim biçimi yerleşmeye başladı. Emekçiyi sömüren vahşi kapitalist sistem, 18. yüzyılda güçlendi ve emperyalizme dayanan sömürgeleşme de başladı. Öte yandan da Fransız ihtilalinin etkisiyle ulus devletler ortaya çıkıyordu.

Ulus devlet siyasal olarak örgütlenmiş belli bir toprak üzerinde bir arada yaşayan dil, tarih, kültürel özellikler ve ekonomik yönden ortak yaşam içinde bulunan insan topluluklarıdır.

Irkçılık, milliyetçilik ile eşdeğerde değildir. Irkçılık, kendi ırkını öteki ırklardan üstün sayar ve bu temel düşünceden bir siyasal ideoloji oluşturur. Bir ırkın ötekilerden üstün olduğunu öne süren kör ırkçılık insanlık dışı bir ideolojidir.

Bu girişten sonra yapılan konuşmalara acaba olumlu yönleriyle bakabilir miyiz? Her ikisi de şoven-ırkçı bir yönelim içinde değildirler. CHP milletvekili Birgül A. Güler“Irk milliyetçiliğini bana ilericilik diye yutturamazsınız” diyordu. Bu da doğrudur. İster Kürt, ister Türk, herhangi bir milliyetçilik ilericilik olamaz. Güler, ayrıca “Sözlerim çarpıtıldı, Türk ile Kürt insanı, kültürel anlamda eşittir” dedi.

BDP milletvekili Sırrı Sakık’ın Meclis kürsüsünden “Kafkaslar’dan, Boşnaklardan gelenler siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz… dağdan gelip bağcıyı kovma hakkına sahip değilsiniz” sözleri daha “vahimdir”.

Sakık, karşısındakini ırkçılıkla suçlarken kendisi ırkçılık yapıyordu. Ama neyse ki, sözlerinin yanlış anlaşıldığını söyledi.

Aslında, Türk milleti ya da Türk ulusu kavramı bir dayatma olarak ortaya çıkmadı. “Türk” yüzyıllardan beri Anadolu’da yaşayan çeşitli topluluklara verilen ortak addır.

Üç akım                                 :

Osmanlı son yüzyılda gerileme dönemine girince, özellikle II. Meşrutiyet döneminde devleti kurtarmak için

Osmanlıcılık,

İslamcılık ve

Türkçülük akımları ortaya çıktı.

Osmanlıcılık, Osmanlı devletinin yaşamını sürdürmesini, imparatorluk sınırları içinde yaşayan ve “millet” adı verilen toplulukların din, dil ve soyları ne olursa olsun Osmanlılık” kavramı içinde kaynaşmasını öngörüyordu. Osmanlı devleti içindeki Türk, Rum, Yahudi, Ermeni, Kürt, Arap, Arnavut, Gürcü her soydan “millet” toplulukları eriyerek Osmanlı olacaktı. Ancak bu akım tutmadı.

Bunun üzerine İslamcılık akımına ağırlık verildi. İslamcılık düşüncesine göre devlet işlerinin kötüye gitmesinin nedeni din kurallarının bütünüyle uygulanmamasıdır. Bu nedenle “ümmet” denilen “İslam milleti” düşüncesine “İslam ittihadı”, yani İslama bağlı olanların birleşmesi siyasetine öncelik verildi. Ama bu da tutmadı.

Bir başka akım da Pan-Türkizm” akımıdır ki bütün Türk topluluklarını birleştirmeyi amaçlıyor ve “Turancılığa” kadar gidiyordu. Bu da gerçekçi değildi ve tutmadı.
Ama, Osmanlı devletinde milliyetçilik akımları gelişti. Rumeli’de Yunanlılar ve Bulgarlar ayrıldılar. Milliyetçilik en son Türklere geldi.

Kimlik sorunu

Durumu anlatmak için, Abdülhamit zamanında Avrupa’da bulunan bir Jön Türk’ün anılarında geçen bir öyküden söz edelim. Birkaç arkadaşıyla Paris’te bir kütüphaneye dadanmış. Oraya bakan memur bunları ilgiyle izlermiş. Bir gün sormuş:

– Siz nesiniz?
Bizimkiler bakışmışlar, hepsi birden:
– Müslümanız.
Fransız:
– Bu sizin dininiz. Milliyetiniz ne?
Bizimkiler cevap vermişler:
– Biz Osmanlıyız, demişler.
Adam gene tatmin olmamış:
– Bu, sizin tabiiyetiniz. Fakat milliyetiniz nedir?
– Bakın demiş, şuradakini görüyor musunuz? Ona sordum; “Ermeniyim” dedi.
Bir de şurada oturan var; o da Rum olduğunu söyledi.

Jön Türk bu öyküyü anlattıktan sonra: İşte o zaman Türk olduğum aklıma geldi, diyor.
Bu gelişmenin tarihimizde en az 150 yıllık bir altyapısı vardır. Bu tarihsel arka planı bilmeden “ahkâm kesmek” doğru olmaz.

Atatürk “Pan-İslamizm”e ve “Pan-Türkizm”e de karşıydı.

Atatürk, tarihsel gerçeklere ve kültürel gelişmeye dayandı. 1930’larda kendisinin yazdığı “Medeni Bilgiler” kitabı bu konulara açıklık getirmiştir.

Türkiye halkı

Atatürk, Cumhuriyetin kuruluşunda Türklere bir üstünlük tanımamıştır. Örneğin “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk soyuna Türk milleti denir” demedi. Onun yerine “Türkiye halkı” deyimini kullandı. Konuya bugünleri görür gibi açıklık getirmiştir. 

  • Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir…

Bugünkü millet siyasi ve içtimai toplumumuz içinde Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır…. Bu millet efradı da (bireyleri de) umum Türk camiası (topluluğu) için aynı müşterek maziye (geçmişe), tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar. ” (Medeni Bilgiler, TTK, s. 351)

Atatürk’ün düşündüğü Türk ulusu ortak geçmiş, ortak tarih, ortak ahlaka dayanmaktadır. Anadolu’da yaşayan Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Boşnaklar, Gürcüler, Rumelililer aynı ortak geçmişe ve tarihe sahip çıkıyorlar.

Çok ilginçtir ki epeyce eleştiri alan Sakık’ın sözleri derinlemesine irdelenirse, bu ortak temalar görünür. Sakık kızgınlıkla ne diyor:

“Çanakkale’ye bakın, orada yalnızca sizin atalarınız savaşmadı. Sonradan bu ülkeyi kendisine vatan edenler, Kafkaslar’dan, Boşnaklardan gelenler, siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz…”

Sakık, Kafkaslar’dan Rumeli’den gelenlere çatarken Çanakkale ortak malımızdır, orada Kürtler de savaştı, Milli Mücadele’de de Kürtler savaştı, bunlar ortak değerlerimizdir, diyor. Sakık, isteyerek ya da istemeden iç benliğindeki hepimizin ortak değerlerini ortaya koyuyor.

Böyle konuşunca da ünlü sosyal bilimci Ernest Renan’ın millet ve ulus tanımına destek veriyor. Renan diyor ki:

  • “Geçmişte kalan ortak şan, şeref ve acılar mirası ve gelecek için gerçekleştirilecek bir program.” İşte ulusu yapan ortak ögeler.

Sakık’ın Çanakkale Savaşı’na sahip çıkması, ortak geçmişi benimsediğinin tartışmasız kanıtıdır.

Bugün dünyanın hiçbir yerinde homojen bir ulus devlet yoktur. Avrupa’da yoktur.
Hele Amerika… 72 çeşit millet bir olmuş daha önce tarihte olmayan bir ulusu “Amerikan ulusunu” ve “Amerikan devletini” yaratmıştır. Sorduğunuz zaman Ben Amerikanım” diyor. Oysa kökenine bakın. Ya İtalyan, ya İskoç, ya İngiliz ya da Alman…
Ama, “ben Amerikanım”, diyor.

İnsan topluluğunu ulus ya da millet yapan salt din, dil, ırk unsurları değildir. Örneğin din, dil, ırk ve kültür açısından oldukça homojen olan Araplar, tek bir ulus devlet içinde birleşemiyorlar. Bugün Türkiye’de yaşayan hiçbir ırk “saf”, değildir. Ne Türkler, ne Kürtler ne de diğer unsurlar… Bin yıldır Anadolu’da bütün ırklar ve soylar kaynaşmıştır.
Dil, din, ırk ve kültür birlikleri önemlidir. Ancak yetmez; ortak geçmiş, ortak acılar, ortak kıvançlar o insanları bir arada tutan en önemli unsurlardır. Bu nedenle; 30 yıldır terör var, ama Güneydoğu’daki Kürt vatandaşlarımız 700 yıllık ortak paydalar nedeniyle Türkiye’den ayrılmak istemiyorlar.

Birkaç söz de ulusalcılık için…

Bugünün küreselleşme akımı karşısında, süper güçlere karşı kendi ulusunun milli çıkarlarını savunma, ulusalcılıktır. Ulusalcılık, kesin olarak şovenizmle karıştırılmamalıdır.

Türkiye’de uluslaşma kolay olmadı…

Cumhuriyetin temel amacı, çağdaş bir toplum, çağdaş bir devlet yaratmaktı.
Tanrı egemenliğine dayanan bir monarşiden, halk egemenliğine dayanan Cumhuriyete geçildi. Atatürk karmaşık bir etnik yapıdan, kendine güvenen çağdaş bir toplum,
çağdaş bir ulus yapısına geçişi sağladı.

Türkiye Cumhuriyeti, Anadolu ve Trakya toprakları üzerinde kederde, kıvançta,
sevinçte dayanışma içinde olan insanların ortak devletinin adıdır.

İşte bu oluşum bugün Ortadoğu’da en çağdaş, en ileri bir devlet ve toplum yapısına sahiptir.

Kamu Özel İşbirliği Yasası’nı protesto için TBMM Önündeyiz..

ATO_logosu

Kamu Özel İşbirliği Yasası’nı protesto için TBMM Önündeyiz..

Değerli Meslektaşımız,

Başbakan RT Erdoğan’ın;

– “..Kuvvetler ayrılığı yüzünden bu fakirin 6 yıllık hayali gerçekleşmiyor..”,
– “..yargı son derece lüzumsuz şeylere takılarak engel oluyor, projeler yürümüyor..”

dediği efsane Şehir Hastaneleri sürecinde yeni bir aşamaya gelindi.

Türk Tabipleri Birliği’nin açtığı iptal davalarında yargının yürütmeyi durdurma gerekçelerini ortadan kaldırmak için, TBMM bir yasa çıkarıyor!

Bu amaçla çıkarılan Kamu Özel İşbirliği Yasasının görüşmeleri başladı.

  • Bu yasayla Sağlık Bakanlığı; kendi merkez binalarında bile kiracı oluyor.
  • Sağlık çalışanları, ihaleyi alan şirketlerin işçisine dönüştürülüyor.
  • Bu da yetmezmiş gibi, sağlık çalışanlarının ürettikleri hizmet karşılığında aldıkları döner sermaye gelirlerine el konuyor.

Türk Tabipleri Birliği, sağlık alanındaki öbür Birlik, Sendika ve Derneklerle birlikte
bu yasanın geri çekilmesi istemiyle yarın saat 12.30’da TBMM önünde bir
basın açıklaması yapacaktır.

Gerçekleştirilecek basın açıklamasına siz değerli meslektaşlarımızın da katılımını bekliyoruz.

Saygılarımızla

Ankara Tabip Odası 

Tarih: 21 Şubat 2013 Perşembe saat: 12.30
Yer: TBMM Dikmen Kapısı önü

Musa Kart çizimi..

12 Eylül 2010 Anayasa referandumunda “yetmez ama EVET” çi aymazlara,
bitip tükenmeyecek AKP kazıklarından birisi daha afiyet olsun diyelim mi??

Atalar ne demiş ?

  • Son pişmanlık fayda etmez..

Bir Anayasa referandumu daha ufukta gözüküyor.. Görelim sizleri..

Musa_Kart_19.2.13

MUSA KART
musakart@yahoo.com
Cumhuriyet, 19.2.13

Türk Tabipleri Birliği’nden Milletvekillerine Açık Mektup..

TTB_logosu

Değerli Meslektaşımız,

Sağlık hizmetinin tanımını, sağlık çalışanlarının haklarını, vatandaşlara sunulacak hizmetin adını ve niteliğini, yani sağlığı bir bütün olarak değiştirecek ve özelleştirmenin önünü tümüyle açacak Kamu Özel Ortaklığı yasa tasarısı bu hafta içinde
TBMM gündemine getirilecek.

Türk Tabipleri Birliği tüm milletvekillerine bir mektup hazırladı, çünkü görünen o ki görüşmeleri ancak onların vicdan muhasebeleri ve bizlerin birlikte, güçlü ve örgütlü tavrı etkileyebilir.

Türk Tabipleri Birliği tarafından hazırlanan ve milletvekilleri ile paylaşılan mektubu aşağıda bilginize sunuyoruz.

Saygılarımızla,

Ankara Tabip Odası
Yönetim Kurulu

==================================

Sayın Milletvekili,

Biz vatandaşlar olarak,

Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine alınan Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması Hakkında Kanun Tasarısı’nı görüşürken aşağıdakileri bilmenizi istiyoruz;

Bu tasarıdaki yöntem 2005 yılında Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’na bir madde olarak eklendi. Sonra Sağlık Bakanlığı ihaleler yaptı. Sonra yargı ihaleleri durdurdu.
Bunun üzerine önünüze gelen Tasarı hazırlandı.

Biz bu yöntemin Türkiye’ye özgü olmadığını, dünyada da kimi ülkelerde uygulanan
bir yöntem olduğunu biliyoruz. O ülkelerdeki sonuçlarını araştırdık.
GÖRDÜK Kİ, ÖZELLİKLE SAĞLIK ALANINDA, FELAKETLERE YOL AÇMIŞ.

UYGULANAN ÜLKELERDEKİ SONUÇLARINDAN YOLA ÇIKARAK; YÜREĞİ VE VİCDANI İNSANDAN, TOPLUMDAN YANA OLAN HERKES DEMEKTEDİR Kİ;
KAMU ÖZEL ORTAKLIĞI SAĞLIĞA ZARARLIDIR.
SAĞLIK ÇALIŞANINA DA, SAĞLIK HİZMETİ ALACAK OLANA DA ZARARLIDIR.

Peki yararı kime? 2020 yılında dünyada bu yöntemden 7.5 trilyon $
gelir elde etmeyi hedefleyenlere!

Biz yıkımı yaşayanlardan öğrendik ve sesimizi sizin de duymanızı istiyoruz.
Sizlere bu yöntemin “modern hastaneler yapmak için”, “millete daha iyi ve kaliteli hizmet için”, “bütçe kısıntıları nedeniyle bir an evvel hastaneleri tamamlamak için” en iyi yöntem olduğunu söyleyecekler. Biz bu yalanlara karşı aşağıdaki gerçekleri bilmenizi istedik.

Sayın Milletvekili,

Türkiye’de halihazırda kullanımda 122.399 hasta yatağı olduğunu, ulaşılmak istenen yatak sayısının 147 bin olduğunu ve şu anda yapımı süren hastanelerin 27 binden çok yatağa sahip olduğunu biliyor musunuz? Yani, Türkiye’nin uzun erimde ihtiyaç duyduğu hasta yatağı eksiği yok

Kalkınma Bakanlığı, klasik yöntemle hasta yatağı maliyetini 1.200-1.300 TL/M2,
kamu özel ortaklığıyla 1.600 TL/M2 dolayında olduğunu hesap ediyor. Oysa
Sağlık Bakanı bu yöntemle toplam 37 proje için 43.193 hasta yatağı yapılmasının planlandığını ve 18 Milyar 250 Milyon TL fizibilite yapıldığını açıkladı. Bu hesaba göre, her bir hasta yatağı 422.522 TL’ye mal olacak. Bakanlıkların hesaplamalarının bile birbirini tutmadığını biliyor musunuz?

Bugüne dek yapılan 14 ihalede, öğrenilebilen, yalnıca bina kullanım bedeli karşılığı ödenecek kiraların yılda 2.180.085.347 TL -ki bu rakam Sağlık Bakanlığı merkez örgütü bütçesi kadardır- 25 yıllık toplamının da 54.502.133.675 -ki bu rakamın da 27 binden çok hasta yatağı yatırımı için gereken 5.1 Milyar TL’nin 10 katından çok- olduğunu biliyor musunuz?

Kamu-Özel Ortaklığı yöntemiyle, yalnızca yenileme yapıldığını, yeni yatırım yapılmadığını, Yüksek Planlama Kurulu‘nun eldeki hastanelerin kapatılması kaydıyla ihalelere onay verdiğini biliyor musunuz?

Tasarıdaki hükümle tüm tıbbi hizmetlerin de şirketlere devredilmesinin
önünün açıldığını biliyor musunuz?

İhaleyi alan şirketlerin hastaneleri yöneteceğini, hatta ihaleyi alan şirketlere
kredi verecek çok uluslu finans kuruluşlarının, uygun görmeleri durumunda
hastanelere el koyup yöneteceklerini biliyor musunuz?

Kent hastanesi ihalelerini alan şirketlere, sanki otoyol işleteceklermiş gibi toplumu
hasta etmek üzerinden % 70 doluluk oranı vaat edildiğini biliyor musunuz?

Bu yöntemle yapılan hastanelerde çalışan sağlık çalışanlarına “ne kadar çok hasta,
o kadar çok para” denildiğini biliyor musunuz?

Bu hastanelere başvuranlara, “uzun kalmayacaksan buyur” denildiğini; hastaneler kamu sağlık hizmeti vermek yerine “işletilmeye” başlanınca, adı hastane bile olsa hastalıkları “gelir getiriyorsa” ve maliyeti ucuzsa tedavi etmeye başlayacağını biliyor musunuz?

Kira artışları yapılırken şirketlerin yabancı para biriminden borçlanmaları durumunda döviz kuru farkından kaynaklanacak olası zararlarının kiraya yansıtılacağını
biliyor musunuz?

Tasarı hazırlanırken Sağlık Bakanlığı kaldırılırsa belirsizlik olmasın diye hükümler konulduğunu; bu kiraların ödeneceği döner sermaye havuzundan personele dağıtılacak ödemelerin azaltıldığını biliyor musunuz?

Hastanelerimize el koyacak şirketlerin gelirleri daha da artsın, kira ödemeleri güvence altına alınsın diye çalışanların ücretlerinin giderek azaltılacağını, buradan
hizmet alacakların giderek daha çok katkı katılım payı vereceğini biliyor musunuz?

Kamu özel ortaklığı ile yurtdışında yapılacak tesislere, hekimlerimizin zorunlu hizmet adı altında gönderileceklerini biliyor musunuz?

İhale alan şirketlerin, alacakları kredilere ve bunların her türlü ek giderine doğrudan Hazine güvcencesi verildiğini, her türlü Damga Vergisi ve Harçtan bağışık (vareste), KDV’den bağışık olduklarını biliyor musunuz?

Tasarı sayesinde taşeron sisteminin pervasızlaşarak, hastanelerin yenilenmesi için bile örneğin cerrahi hizmetlerin satın alınabileceğini biliyor musunuz?

Bu hastanelerde Sağlık Bakanlığı’nın kiracı olacağını, hatta Sağlık Bakanlığı’nın, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu‘nun, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu‘nun
kendi binalarında şirketlerin kiracısı olacaklarını biliyor musunuz?

BİZ BUNLARI İSTEMEDİĞİNİZİ BİLİYORUZ.
BU TASARININ NELER GETİRECEĞİNİ, NELERİ GÖTÜRECEĞİNİ BİLDİĞİNİZİ
VE BUNA EVET DEMEYECEĞİNİZİ BİLİYORUZ.

BİZ HAYIR DİYORUZ,

SİZİN DE HAYIR DEMENİZİ İSTİYORUZ.

SAYGILARIMIZLA,
20.2.13

PROF. DR. A. ÖZDEMİR AKTAN
TTB MERKEZ KONSEYİ BAŞKANI

İbn-i Haldun’dan bir tarih dersi


Mehmet Bedri Gültekin
mbgultekin@ip.org.tr, 19.2.13

portresi

İbn-i Haldun’dan bir tarih dersi

            Türkiye’de dolaylı ve dolaysız vergiler arasındaki ilişki, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki oranın tersine döndü. Dolaylı vergilerin oranı bugün %70’i bulmuştur.

Bu durum, devleti yönetenlerin; emekçinin, üreticinin, esnafın attığı her adımdan vergi aldığı anlamına gelir.

Benzer gelişme, tarih içinde hemen hemen bütün devletler için söz konusu olmuştur. İslam dünyasının büyük bilim adamı İbn-i Haldun, bu gerçeğin kuramını (teorisini) yapmıştır.

İbn-i Haldun’a göre vergiler konusunda, “Devlet”in ortaya çıktığı ilk andan başlayarak, hükmünü yürüten bir “yasa” vardır. Başlangıçta iş başına geçenler, halktan çok kopuk değildir. “Sade” yaşamaktadırlar. Harcamaları azdır. Gelirler, giderlere fazlasıyla yetmektedir.

Zaman geçtikçe yönetici sınıf halktan gittikçe daha fazla kopar, lüks ve sefahat, gereksiz harcamalar başını alır gider. Buna bağlı olarak güvenlik harcamaları artar. Devleti yönetenlerin buna buldukları çare, halktan alınan vergilerin çeşitlendirilmesi ve vergi oranlarının artırılmasıdır.

Türkiye’de de sürekli olarak yeni vergilerin icat edilmesinin ve sıradan halkın sırtındaki yükün ağırlaştırılması anlamına gelen dolaylı vergilerin artırılması işte İbni Haldun’un sözünü etiği o “Yasa”nın hükmünü yürütmesinden dolayıdır.

Yeni vergi yasası

AKP Hükümeti, Gelir Vergisi Yasası ve kimi öbür yasalarla ilgili olarak bir değişiklik tasarısı hazırladı. Gerçi bu tasarıda söz konusu olan, “dolaylı vergi” değildir ama “miras ve intikal” konusu ile ilgili olduğu için dolaylı vergi gibi bütün yurttaşları ilgilendirmektedir.

Yürürlükteki yasaya göre miras yoluyla eş ve çocuklara kalan ev, arsa, işyeri gibi taşınmazların satışından sembolik bir tutar dışında herhangi bir vergi alınmıyor.

TBMM’ye sunulan değişiklik tasarısına göre ise, miras kalan malların satışından % 15 – 35 arasında değişen oranlarda vergi alınacak. Hatta aile bireyleri arasındaki
para alışverişleri de belli bir rakamın üstüne çıktığına vergiye bağlı olacak.

AKP, borç batağına battıkça ve ekonomi çarkını sıcak paraya mahkum ettikçe, çareyi yeni vergiler icat etmekte buluyor.

Tam da bu noktada İbni Haldun’un söylediklerini hatırlatmak gerekiyor.
Tayip Erdoğan her ne kadar ne anlama geldiğini bilmese de, son zamanlarda
İbn-i Haldun’un “Asabiyesi” nden söz ettiğine göre, kendisine büyük bilim adamın uyarılarını anımsatmakta yarar var.

Yükseliş ve çöküş dönemlerinde vergiler                    :

“Bil ki, daha önce söylediğimiz gibi, devlet başlangıçta bedevilik özelliklerine sahiptir. Dolaysıyla bu aşamada lükse ve pahalı alışkanlıklara sahip olunmadığı için masraf ve giderler çok azdır. Toplanan vergiler masrafları fazlasıyla karşılamakta,
hatta önemli bir bölümü de artmaktadır.

Çok geçmeden uygar (medeni) bir çizgiye gelinir, medeni yaşamın gerektirdiği alışkanlıklara sahip olunur ve bu konuda daha önceki devletler örnek alınır.
Bunun sonucunda devleti yönetenlerin, özellikle de hükümdarın giderleri çoğalır;
özel harcamalar ve bahşişler büyük bir rakam tutar ve toplanan vergiler bu giderleri karşılayamaz duruma gelir. Böylece devleti koruyup yönetenlere verilecek ücretlerin
ve hükümdarın harcamalarının gerektirdiği ölçüde, vergi miktarında artırıma gidilir. Başlangıçta vergi çeşitleri ve oranları artar.

Sonra lüks ve pahalı alışkanlıkların çoğalmasıyla harcamalar ve devleti koruyup yönetenlere verilecek ücretler artmayı sürdürür. Böylece devlet ihtiyarlık çağına ulaşır. Devleti elinde tutan “Asabiyet“, ülkenin uzak bölgelerinden vergi toplamaktan aciz kalır. Vergiler azalır, lüks harcamalar ve israf çoğalır, buna bağlı olarak askerlerin gereksinimleri de çoğalır. Sonunda Hükümdar yeni vergiler çıkarır. Pazarda yapılan
her alışverişten, kentteki bütün ticari mallardan belirli oranlarda vergiler alınır.
Ancak hükümdar, hem israf ve harcamaların, hem de askerlerin ve muhafızların
çok olması yüzünden, ücretlerin artmasından dolayı yeni vergiler koymaya ve oranlarını artırmaya zorunlu kalır.

Devletin son zamanlarında halka yüklenen vergiler öyle bir düzeye ulaşır ki, (ticaret ve üretimden) elde edilmek istenen bütün beklentilerin yok olmasıyla çarşılar, tümüyle kesada uğrar. Bu durum toplumun (umranın) bozulup zayıflamasına yol açar
ve sonuçta bunun zararını da devlet çeker. Devlet tümüyle yıkılıp yok olana dek vergilerdeki artış sürer.

Abbasi ve Ubeydiyyin devletinin son zamanlarında bunun örnekleri çok görülmüştür. O kadar çok vergi çeşidi ihdas edilmiştir ki, hac mevsiminde hacılardan bile vergi alınmıştır.” (Mukaddime, Cilt I, Yeni Şafak, 2005, s.371-372)

İktidarın sonu

AKP, “Küçük Amerika” rejiminin son iktidar partisidir. Küçük Amerika rejiminin diğer adı “Gladyo-Mafya-Tarikat Sistemi”dir.

Sistem, iç güvenlik (polis, adliye, cezaevi) harcamaları ile iktidarın dayandığı yiyici takımının ve dış sömürü merkezlerinin faturasının olağanüstü ağırlaştığı koşullarda varlığını sürdürmeye çalışıyor.

Tam da İbn-i Haldun’un “devletin son zamanları” dediği dönemdeyiz.