Etiket arşivi: İstanbul Tıp Fakültesi

Tıbbiyelilerden 14 Mart’ın 100. yılında tarihi fotoğraf

Tıbbiyelilerden 14 Mart’ın 100. yılında tarihi fotoğraf

14 Mart Tıp Bayramı’nın 100. yılında Tıbbiyeli Hikmet ve arkadaşlarının işgal protestosunu anan İstanbul Tıp Fakültesi öğrencileri ve hocaları tarihi binanın önünde fotoğraf çektirerek Tıbbiyeli ruhu 100 yıldır ayakta mesajı verdi.

Tıbbiyelilerden 14 Mart'ın 100. yılında tarihi fotoğraf

14 Mart 1827’de Tıphane-i Âmire ile başlayan, daha sonra Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane, İstanbul Darülfünunu Tıp Fakültesi adlarını alan, bu kurumların tüm müktesebat ve mirasının sahibi ve devamı olan İstanbul Tıp Fakültesi, ilk Tıp Bayramını 100 yıl önce, 14 Mart 1919’da işgal altındaki İstanbul’da, Darülfünun Konferans Salonu’nda (Vezneciler-Zeynep Hanım Konağı), İngiliz işgal kuvvetlerine karşı bir duruş ve direniş amacıyla yapmıştır.

 

TIBBİYELİ HİKMET KİMDİR?

Hikmet Boran, 1901 yılında Balıkesir’de Çerkes Sürgünü sırasında Trabzon’a göç etmiş bir ailede dünyaya gelmiştir. Babası Hakkı Bey, Posta-Telgraf görevlileri arasındadır. Oğlu ise ünlü sanatçı ve spiker Orhan Boran’dır. Yükseköğretimini İstanbul Tıbbiye Okulu’nda tamamlamıştır. İstanbul’da işgal güçlerinin bulunduğu dönemde, 1919 yılının 14 Mart’ında Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de arkadaşlarıyla bir eylem gerçekleştirmiştir. Okulun, İngilizlerce işgalini de protesto etmek amacıyla, iki büyük kule arasına geniş bir Türk Bayrağı asmışlar ve İngilizlerin müdahaleleri ile karşılaşmışlardır. Bu sırada ise Hikmet Bey yalnızca 3. sınıf Öğrencisi bir gençtir. Arkadaşlarıyla gerçekleştirdiği eylemi ise İngilizler durduramamıştır. Bu yüzden her yıl 14 Mart Günü, “Sömürgecilere Karşı Bağımsızlık Bayrağı Açan Tıp Görevlilerinin” bayramı olarak kutlanmaktadır.

Bu dönemden sonra ise 3. sınıf Öğrencisiyken Sivas Kongresine gitmek için İstanbul’dan seçilen üç delegeden birisi olmuştur. Ardından gizlice, arkadaşı Dr. Yusuf Balkan ile birlikte Ankara’ya gitti, Büyük Taaruz’da görev aldı, Cebeci Askeri Hastanesinde, İbrahim Tali Bey ile birlikte tifüse karşı aşı üretmek için denemeler yapmışlar ve deneyler sırasında da gönüllü olmuşlardır. Böylece, Kurtuluş Savaşı’nın bilim uğraşlarını da ongulayan bir ad haline gelmişlerdir. Arkadaşı Dr. Yusuf Balkan ise daha sonra Hikmet Boran’ın kız kardeşi ile evlenmiştir. Balıkesir’in Savaştepe bölgesinde doğduğu için savaş sonrası sık sık bu bölgeyi ziyaret etmiştir. İzinlerinde kullanmak üzere bir miktar para biriktirir ve Atatürk’ün yurt gezilerinde gideceğini öğrendiği şehirlere giderek onu en arkadan sakince izlediği bilinmektedir. Pek çok Kurtuluş Savaşı Kahramanı gibi, övgü, şan ya da kibir peşinde olmayıp makama değer vermemiş, hizmete değer vererek kendisini büyütmekten ya da hatırlatmaktan kaçınmıştır. Tarihin hatırlamaktan asla vazgeçmeyeceği Kahramanın ise Mustafa Kemal’in gözünde yeri ayrıdır.

Öyle ki, Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk, kendisini hatırlayarak milletvekili yapmak istemiş ancak kendisine ulaşılamamıştır. Bir türlü ulaşılamaması nedeniyle, öldüğü haberi Mustafa Kemal’e ulaştırılmış, bunun üstüne büyük üzüntüye boğulan Kurucu Önder, bir süre sofralarındaki sohbetlerine ara vermiştir. 10 Kasım 1938 tarihi sonrası ise Albay Rütbesiyle askeri hastanelerde görev yaptığı anlaşılmıştır. Ancak 46 yaşındayken, Sarıkamış’ta donmak üzere olana askerlere ulaşmak için elinden geleni yaptığı için yakalandığı hastalıklar peşini bırakmamış ve verem yüzünden 1945 yılında yaşamını yitirmiştir. (AYDINLIK, 14.3.19)

İki Nobel’li üniversite nasıl bölünür?

İki Nobel’li üniversite nasıl bölünür?

Prof. Dr. Temel Yılmaz

Prof. Dr. Temel Yılmaz
m.temelyilmaz@yahoo.com.tr
http://www.haberturk.com/yazarlar/prof-dr-temel-yilmaz/1939806-iki-nobelli-universite-nasil-bolunur,
28.04.2018

BUGÜNLERDE ülkenin yeteri kadar yoğun bir gündemi varken, buna bir de üniversitelerin bölünme konusu eklendi. Yeni yasa tasarısıyla İstanbul Üniversitesi’yle birlikte birçok büyük üniversitenin ikiye bölünme kararı alındı.

Tartışmalar en çok İstanbul Üniversitesi’nin bölünme kararında yaşandı. Bu kararla, İstanbul Tıp Fakültesi ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi birbirinden ayrılıyordu. Karara önce İstanbul Tıp Fakültesi hocaları, sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesi hocaları itiraz etti. Her fakülte kendisini kurtarmaya çalıştı.

Akademik hayatımın 20 yılını Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde, 20 yılını da İstanbul Tıp Fakültesi’nde geçirmiş bir İstanbul Tıp Fakültesi mensubu öğretim üyesi olarak İstanbul Üniversitesi’ni bir bütün olarak savunuyorum.

ÜNİVERSİTENİN KÖKLERİ FATİH’E DAYANIYOR

İstanbul Üniversitesi’nin kökleri Darülfünun’a, Darülfünun’un kökleri o zaman yüksek eğitimin yapıldığı tek kurum olan medrese ve Fatih dönemine dayanır. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u fethettikten sonra 1 Haziran 1453’te medrese açılması için emir veriyor. Önce Ayasofya’nın papaz eğitiminin yapıldığı bölüm, Zeyrek’teki Pantokrator Manastırı medreseye çevriliyor.

Daha sonra Fatih Camii’nin iki tarafına birer dershaneli, dördü kuzey, dördü güney tarafından Sekizli Medrese ya da Sahn-ı Seman adı verilen devrin en büyük medresesini yaptırıyor. Medrese 1470 yılında bitiyor. Ayasofya ve Zeyrek’teki medreseyi, hocalarıyla birlikte buraya taşıyor.

Daha sonra güney medresesinin yanına bir hastane (darüşşifa) yapılıyor ve tıp eğitimine başlanıyor. Fatih Darüşşifası’nda 350 yıl eğitim devam ediyor. Darüşşifa da İstanbul Tıp Fakültesi’nin ilk tıp okulu ve hastanesi olarak kabul edilir. Sonuçta İstanbul Üniversitesi’nin temellerinin 1453’e, İstanbul Tıp Fakültesi’nin temellerinin de 1470 yılına dayandığı kabul edilir. İstanbul Tıp Fakültesi Profesörler Kurulu, 30 Aralık 1970 tarihli oturumunda fakültenin kuruluşunun 500. yılı olarak kabul edilmesi ve kutlanması kararını alıyor.

Daha sonra 1846 yılında yayınlanan resmi bildiride her alanda ilim ve fen bilimlerini okutulacağı (İkmâl-i Kemâlât-ı İnsaniye) bir yüksek öğrenim okulu, Darülfünun kuruluyor. Darülfünunlar birkaç kez açılıp kapatılıyor. Darülfünun’un asıl kalıcı dönemi 1900 yılında başlıyor.

GENÇ TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN İLK ÜNİVERSİTESİ

1924 yılında genç Türkiye Cumhuriyeti, Darülfünun’un yapısını koruyor. Katma bütçe, ayrıca idari ve mali özerklik veriyor. 1924 tarihi üniversitelerin ilk özerk olduğu tarihtir. Atatürk birkaç kez ziyaret ediyor. Cumhuriyet’in onuncu yılında Darülfünun kapatılıp yerine 1 Ağustos 1933 yılında İstanbul Üniversitesi kuruluyor. İstanbul Üniversitesi, Cumhuriyet’in ilk ve tek üniversitesi unvanını alıyor.

Sonraki yıllarda İstanbul Üniversitesi, Almanya’dan ayrılan dünyanın ünlü bilim adamlarına kapılarını açıyor, onlara kürsü veriyor. İstanbul Üniversitesi’nin bilim alanında uluslararası en parlak yılları o dönemlerdir. Bu otorite ve saygın bilim insanlarının eğitiminden geçen genç bilim insanları, modern ve dünyanın en büyük üniversitelerinden biri kabul edilecek bir üniversitenin temellerini atar.

İstanbul Üniversitesi bugün dünyanın köklü üniversitelerinden biri. Tarihi eğer o dönemin yükseköğretim kurulu kabul edilen medreseler ölçüt alınırsa 500 yıl, Darülfünun ölçüt alınırsa 200 yılı aşkın bir süre. Hemen tüm dönemlerde dünyanın ilk 500’ü içinde olan bir üniversite.

KÖKLÜ ÜNİVERSİTE NE DEMEK?

Genç bir uzmanken bir süre Brüksel’de Free Üniversity’de (ULB) çalıştım. O dönem Prof. W.J. Malaisse’nin laboratuvarı, özellikle diyabette insülin salgılayan hücre metabolizmalarının en büyük araştırma laboratuvarlarından biriydi. Yaptığım bir araştırmanın zamana bağlı laboratuvar deneyi için koşuşturup durduğum bir gün, dolaplardan birinden aldığım kimyasal madde şişesini o arada laboratuvar masasının üzerinde unutmuşum. Çalışırken laboratuvar şefi yaşlıca bayan doktor yanıma geldi, “Mr. Yılmaz, bu şişe 90 yıldan bu yana şu dolabın üçüncü rafından sağdan ikinci sırasında durur” deyip yanımdan ayrıldı. Bu uyarı beni çok düşündürdü. Köklü üniversite olmak böyle bir kavram. Köklü üniversiteler yerleşik, kurumlaşmış, kuralları ve sistemi konulmuş üniversitelerdir.

Köklü üniversitelerin en yenisinin tarihi 100 yılın üzerinde, marka değerleri çok yüksektir. Harvard’lı, Oxford’lu, Cambridge’li unvanının arkasında en az 100 yıllık kültür birikimi vardır. Bu üniversiteler dünyanın en saygın kurumlarıdır ve çok önemli bir gerekçe olmadan hiç kimse kuralları değiştirmez, sistemle oynamaz.

KONSENSÜS OLUŞMALI

İstanbul Üniversitesi de dünyanın marka, en köklü üniversitelerinden biri. Bilim alanında ülkemizin dünyadaki gurur kaynağı. İki mezunu Nobel almış. Dünyanın en prestijli üniversiteleriyle Nobel liginde ülkemizi temsil eden tek üniversite. Böyle köklü bir üniversiteyi iki parçaya bölmek, sistemlerini, fakültelerini değiştirmek kolay bir karar değil, yaptım olduyla olacak iş değil. Uzun süre çalışılması, tartışılması, üniversitenin akademik kadrolarından görüş alınması ve üzerinde konsensüs oluşması gereken bir olay bu.

İstanbul üniversitelerinin kadrolarının şiştiği, öğrenci sayısının sürekli artırıldığı, yönetimin güçleştiği doğru. Aslında üniversitenin bu duruma gelmesinde yanlış siyasi politikalar, özerkliğin zayıflaması, yönetim zafiyetinin etkisi var, ama asıl konu bu değil.

Sonuçta nedeni ne olursa olsun, sayısı çok artmış akademik personel ve öğrenci sayısını uluslararası standartlara çekmek gerekir ama bunun yöntemi fakülte fakülte bölmek olmamalı. Yapılan mevcut uygulamada üniversite bölünmüyor, fakülte dağıtılıyor. Bir yana bazı fakültelerin olduğu, öbür yanda bazı fakültelerin olmadığı bir yapı ortaya çıkıyor. Ama bu yöntem, öğrenci ve kadro yükünü azaltmıyor. Diyelim ki 10 bin öğrencisi, bin akademik personeli olan bir fakülte, yine 10 bin öğrencisi ve bin akademik personeliyle aynı şekilde kalıyor, sadece üniversitenin adı değişiyor. Öğrenci fazlalığı ve akademik yük değişmiyor.
*********
ÜÇ ÖNEMLİ ÖNERİ

1) 40 yılı aşkın bir süre üniversite yaşamı bulunan öğretim üyesi olarak benim görüşüm, bölünmede bir tarafa bazı fakülteleri aktarmak değil, aynı yapıyı içeren eşdeğer ikinci bir üniversite (İstanbul Üniversitesi 1-2) kurulması, öğrenci ve öğretim üyelerinin eşit dağıtılması olacak. Sorbonne Üniversitesi de böyle yaptı. İncinmeden, bilimsel düzeyi düşürmeden öğrenci ve akademik personeli uluslararası standartlara çekmenin tek yolu bu. Mevcut durumda olduğu gibi bir tarafında Hukuk, İktisat, İşletme fakültelerinin olduğu, diğer bölümünde Mühendislik, Orman ve Veterinerlik fakültelerinin bulunduğu bir bölünme, bölünme değil parçalanmadır.

2) Bu uygulamanın diğer riski de fakülte ayrılıkları nedeniyle bilimsel gücün bölünmesi ve yeni her iki üniversitenin de artık ilk 500’e girmesinin çok zor olması. Bu durum dünyada insanlar üst sıraya çıkmak için uğraşırken geriye gidiyoruz anlamına geliyor, buna çok dikkat etmeli.

3) Kişisel olarak, tam seçim öncesi yalnızca İstanbul Üniversitesi’nin değil, birçok üniversitenin içinde olduğu çok tartışmalı bir konuyu gündeme getirmeyi zamansız ve aceleci buluyorum. Önerim tasarının geri çekilip üniversitelerde akademik kurullarda değerlendirilmesi, tartışılması, ortak değerlendirilmesi ve sonra karar verilmesi. En sağlıklı yöntem bu.
==========================
Dostlar,

Sevgili arkadaşımız ve meslektaşımız Prof. Temel Yılmaz’ın konuya yaklaşımı, önerileri ne denli ağırbaşlı ve olgun, sakin… değil mi??

Öneri gündemden çekilmeli ve seçim sonrasında kapsamlı değerlendirilmelidir..
Erdoğan bir kez daha “kandırıldım” dememeli.. Yeter artık, ülkeye yazık..

Sevgi ve saygı ile. 03 Mayıs 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Deniz Baykal’ın durumuna ilişkin açıklama: Bilinci açık 

Deniz Baykal’ın durumuna ilişkin açıklama: Bilinci açık 

Deniz Baykal'ın durumuna ilişkin açıklama: Bilinci açık17 Kasım 2017, DHA
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbiş, Deniz Baykal’ın sağlık durumuna ilişkin ‘Genel durumu iyi, bilinci açık. Gayet iyi iletişim kuruyor’ dedi.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş, 33 gündür İbn-i Sina Hastanesi‘nin yoğun bakım servisinde tedavi gören Deniz Baykal’ın sağlık durumuna yönelik açıklamalarda bulundu.

Prof. Dr. İbiş, Deniz Baykal’ın sağlık durumunun iyiye gittiğini belirterek, şunları söyledi:

  • Deniz beyin hastanemizde kaldığı süre 1 ayı aştı ve yine yoğun bakımda tedavisi sürüyor. Genel durumu iyi, bilinci açık. Gayet iyi iletişim kuruyor. Yazıyor ve kısa cümleler kuruyor. Bazı soruları anlamlandırabiliyor. Örneğin, ‘Neşet Ertaş kimdir?’ dediğimiz zaman onun ‘Bozkırın Tezenesi’ türküsünün ismini de söyleyebiliyor. Doğum tarihi olan 20 Temmuz tarihini sorduğumuz zaman Kıbrıs Barış Harekatı’nın olduğunu da söylüyor. El, kol, boyun hareketleri iyi durumda. Kısa süreli oturmalar başladı. Fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamalarımız da başladı. Burada tabii ki meslektaşlarımız O’nun tedavisi için çaba gösteriyor. Kendilerine çok teşekkür ediyorum. Ama Deniz beye de çok teşekkür ediyorum çünkü bu sürece uyum sağlıyor. Ve bu sayede de tedavisi iyi yolda ilerliyor. Tedavisi başarı ile devam ediyor. Elbette ki bu tedavisi uzun süreli. Hastane de kalma süreci uzun süreli. O yüzden sabırlı olmamız ve süreci sabırla takip etmemiz gerekiyor.”

Deniz BaykalZİYARET YASAĞI
DEVAM EDİYOR

Ziyaret yasağının sürdüğünü anımsatan Prof. Dr. İbiş,

  • “Tabii sevenleri ziyaret etmek istiyor ama şu aşamada enfeksiyon riskine karşı ziyaret yasağımız devam edecek. 24 Kasım Cuma günü yine Deniz beyin durumuyla ilgili açıklama yapacağız.” dedi.

Prof. Dr. İbiş ayrıca, soru üzerine fizik tedavinin yoğunlaşarak devam edeceğini belirterek, “Çünkü uzun süren yatan hastalarda kasların tekrar gücüne kavuşması için ve oluşabilecek hasarların tedavisi için mutlaka fizik tedavi uygulamalarının yoğunlaşarak devam etmesi gerekiyor.”
=================================================
Dostlar,

İbni Sina Hastanemiz, bizim de öğretim üyesi olduğumuz Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin hastanelerinden biridir. Türkiye’nin teknik donanımı ve insangücü niteliği bakımından en önde gelen dev hastanelerindedir. Büyük tıbbi başarılara imza atmış, öncü ve parlak bir bilimsel sağlık kurumumuzdur. Sayın Deniz Baykal‘ın çok ciddi yaşamsal risk oluşturan akut beyin damar tıkanıklığı ve ardından ağır beyin kanaması nedeniyle ilk götürüldüğü oldukça iyi donanımlı bir özel hastaneden İbni Sina Hastanesine sevk edilmesi rastlantı değildir. Deniz beyin genel cerrahi profesörü olan oğlu Hacettepe Tıp Fakültesinde öğretim üyesidir.

İbni Sina’da tüm tıbbi girişimler uluslararası standartlarda yürütülmüştür. Başta Nöroloji ve Nöroşirürji uzmanı hocalarımız olmak üzere büyük özveri ile 7/24 çabalamaktadırlar. Sağlık hizmetleri ciddi bir takım çalışmasını zorunlu kılar. Sayın Baykal’a Emeği geçen tüm sağlık çalışanları içten ve engin teşekkürü hak etmektedirler.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi 1945’te, 2. Dünya Paylaşım Savaşı cehennemi sonunda
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü‘nün istemi ve desteği ile açılmıştır. Ertesi yıl Cumhuriyet’in ilk Üniversitesi olan Ankara Üniversitesine temel oldu. Hacettepe Tıp Fakültesi başta olmak üzere çok sayda Tıp Fakültesinin açılmasını sağladı.. Bir Cumhuriyet kurumudur ve asla incitilmeden, engellenmeden…. önü açılmalıdır. Görüldüğü gibi gün olup herkese ivedi olarak elzem olmaktadır NİTELİKLİ SAĞLIK HİZMETLERİ..

Erdoğan ise, akut olmayan hastalığında, yine bir devlet kurumu olan ülkemizin ilk ve en köklü  Tıp Okulu olan ve Ankara Tıp Fakültesini de yaratan, bizim de mezunu olmakla (1977) övündüğümüz İstanbul Tıp Fakültesi’nden bir cerraha kendisini teslim etmişti özel hastane koşullarında.. (Biz, Cumhuriyetimizin fırsat eşitliği sayesinde Hacettepe’de tıp eğitimine başladık, İstanbul Tıp Fakültesinde tamamladık ve halen Ankara Tıp Fakültesinde çalışıyoruz.. Ülkemizin gözbebeği en önde gelen 3 tıp okulunda çalışabilme onurunu taşıyoruz..)

Ülkemizde tıp bilimlerinin, tıp eğitiminin ve üst düzey karmaşık – nitelikli sağlık hizmetlerinin amiral gemileri olan bu sayılı Tıp Fakültelerinin özellikle kollanması ve birer mükemmeliyet merkezi olarak varlıklarını sürdürmelerini sağlamak siyasal iktidarların temel görevleridir. İstanbul Tıp Fakültesi’nin 1999 depreminde hasar görerek kullanılamaz olan Çocuk Kliniğinin uzun yıllardır yenilenmemesi asla kabul edilemez. Utanç vericidir hatta vatan hainliğidir. Bu köklü kurumların çok değerli arsalarına göz koyarak kent dışında uzaklara taşınmaları akıl dışıdır. Özel hastaneler kent merkezlerinde iken bu kurumları uzaklara taşımak halkın erişebilirliğini engellemek anlamına gelir ve kabul edilemez.

Başta ülkemizin ilk tıp fakültesi olan İstanbul Tıp Fakültesi olmak üzere deniz gören Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin bina sorunlarının hızla çözüme kavuşturulması ülkemiz için stratejik bir öncelik olarak kabul edilmelidir.

Bir kez daha Sayın Baykal’a şifa dilerken,
özveri ve ehliyetle O’na bakan tüm yetkin sağlık emekçilerine şükranlarımızı sunuyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 17 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

2015 Kimya Nobel Ödülü’nü bir Türk Doktoru kazandı!

2015 Kimya Nobel Ödülü’nü
bir Türk Doktoru kazandı! 

Kimya Nobel Ödülü’nü bir Türk kazandı!

2015 Nobel Kimya Ödülü’nü “DNA onarımı” hakkındaki bilimsel çalışmasıyla Prof. Aziz Sancar kazandı. Sancar kanser konusundaki çalışmaları ve “ritmik saat” buluşu ile tanınıyor.

Sancar ödülünü aynı dalda İngiliz bilim insanı Tomas Lindahl ve ABD’li meslektaşı
Paul Modrich ile paylaşıyor. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, İsveç Akademisi,
Karolinska Enstitüsü ve Norveç Nobel Komitesi tarafından verilen Nobel ödülleri açıklandı. Geçen yıl kimya dalındaki ödülü Almanya’dan Stefan Hell ve Amerika’dan Eric Betzig ve William Moerner mikroskop alanındaki çalışmalarıyla kazanmıştı.

İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, İsveç Akademisi, Karolinska Enstitüsü ve Norveç
Nobel Komitesi tarafından verilen Nobel ödülleri açıklandı. 2015 Nobel Kimya Ödülü’nü

“DNA onarımı” hakkındaki bilimsel çalışmasıyla Prof. Aziz Sancar kazandı.
Sancar ödülünü aynı dalda Tomas Lindahl ve Paul Modrich ile paylaştı.
Sancar, Orhan Pamuk’tan sonra Nobel alan 2. Türk oldu.

İsveç Kraliyet Bilim Akademisi, düzenlediği basın toplantısında, Lindahl, Modrich ve Sancar’ın “hücrelerin hasar gören DNA’yı nasıl onardığını ve genetik bilgiyi nasıl koruma altına aldığını” ortaya çıkardıkları için Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldüklerini bildirdi.

Açıklamada, “Üç bilim adamının çalışmaları, hücrelerin nasıl işlediğine yönelik son derece önemli bilgi sağlayarak yeni kanser tedavilerinin geliştirilmesine yol açtı” ifadesi kullanıldı.

İnsan DNA’sının her gün ultraviyole ışınlar, serbest radikaller ve diğer kanserojen maddeler nedeniyle zarar gördüğüne işaret edilen açıklamada, şunlar kaydedildi:

“Ancak bu tür dış saldırılar olmadan da DNA molekülleri, kalıtımsal olarak değişken bir yapıya sahiptir. Hücrenin genomunda her gün çok sayıda değişiklik meydana gelir. Daha da ötesi insan vücudundaki hücreler her gün milyonlarca kez bölünür ve bu esnada DNA kopyalanır. DNA’nın kopyalanması sırasında bazı bozukluklar ortaya çıkar. Genetik materyalin tam bir kimyasal kaosa düşmemesinin nedeni, hiç durmadan DNA’yı izleyen ve meydana gelen hasarları onaran moleküler sistemler barındırmasıdır. 2015 Nobel Kimya Ödülü, bu onarım sistemlerinin nasıl işlediğini moleküler düzeyde gözler önüne seren çalışmalarıyla alanlarında çığır açan
üç bilim adamına verilmiştir.”

Kraliyet Akademisi, ödüle yaraşır (layık görülen 3 bilim adamını şöyle tanıttı:

“1970’lerin başlarında bilim adamları, DNA’nın son derece istikrarlı bir molekül olduğuna inanıyordu ancak Lindahl, DNA’nın aslında yeryüzünde yaşamın gelişimini olanaksız kılacak
bir yavaşlıkta bozulduğunu ortaya çıkardı. Öngörüsü, Lindahl’ın DNA’nın çökmesine sürekli engel olan moleküler bir makineyi keşfetmesini sağladı. Aziz Sancar, hücrelerin ultraviyole ışınlarının DNA’da neden olduğu hasarı tamir etmek için kullandığı nükleotid eksizyon onarım mekanizmasının haritasını çıkardı. Paul Modrich de hücrelerin, hücre bölünmesi esnasında DNA’nın kopyalanmasında ortaya çıkan hataları nasıl düzelttiğini buldu.”

‘RİTMİK SAAT’

Prof. Dr. Aziz Sancar, kanser tedavisinde ‘ritmik saat’ buluşunu yaparak dünya çapında üne kavuşmuştu.

2014 yılı Nobel Kimya Ödülü ‘nano dünyaya kapı aralayan’, ‘süper çözünürlüklü floresan mikroskobu’ geliştiren çalışmaları nedeniyle ABD’li kimyagerler Eric Betzig ve William E Moerner ile Alman kimyager Stefan W. Hell’e verilmişti.

Dün açıklanan Nobel Fizik Ödülü Japon bilim insanı Takaai Kajita ve Kanadalı fizikçi Arthur B. McDonald’e verilmişti.

Önceki gün açıklanan Nobel Tıp Ödülü ise parazitler ve sıtma konusunda araştırma yapan İrlandalı bilim insanı William Campbell ve Japon bilim insanları Satoshi Omura ve Youyou Tu’ya layık görülmüştü.

Bu yılın başarılı isimleri Nobel Ödülü’nü Alfred Nobel’in ölüm yıldönümü olan 10 Aralık’ta teslim alacak.

Aziz Sancar kimdir?

Prof. Dr. Aziz Sancar 1946’da Mardin Savur’da 8 kardeşin yedincisi olarak dünyaya geldi.

“Annemin ve babamın okuması yazması yoktu” diye konuşan Sancar, “Ancak eğitimin önemini biliyorlardı ve çocuklarının tümünün eğitim alması için ellerinden geleni yaptılar.” diyor.
Okulda hep başarılı bir öğrenciydi ama aynı zamanda futbola yeteneği vardı. Lise futbol takımında kalecilik yaparken, Genç Milli Futbol takımı denemelerine çağrıldı. Diyor ki:
“Bu benim en büyük rüyamdı; hep milli takımda oynamak istemişimdir. Ancak bir süre sonra iyi bir kaleci olmak için boyumun yeterince uzun olmadığına karar verdim ve derslerime daha fazla eğildim.”

1963 yılında girdiği İstanbul Tıp Fakültesi’ni 1971 yılında bitirdi. Okuldayken temel bilimler hocalarının bilimsel buluşlar karşındaki heyecanını şöyle dile getiriyor “Kaynaklarımızın yetersizliğini gayret ve heyecanımız ile kapatıyorduk.” 6 yıllık tıp eğitiminin ikinci yılında aldığı biyokimya dersinden etkilenen Sancar, biyokimya araştırmacısı olmaya karar verdi. Biyokimya dalında lisansüstü çalışmalar yapma isteğini biyokimya hocasına açtığı zaman, hocası en azından bir süre için doktorluk yapmasını tavsiye etti. “Tıbbiyeden mezun olan herkesin, temel bilimlerle ilgilenmeden önce birkaç yıl doktorluk yapmasında büyük fayda görüyorum” diyen Sancar hocasının tavsiyesine uyup, doğduğu yer olan Savur’a yakın bir bölgede kendisi için çok yararlı olduğuna inandığı iki yıllık bir doktorluk deneyimi geçirdi.

Nobel kazanan Aziz Sancar’dan ilk açıklama

[Haber görseli]

1997 yılından bugüne Amerika Birleşik Devletleri North Carolina-Chapel Hill’de North Carolina Üniversitesi Biyokimya ve Biyofizik Bölümü’nde Sarah Graham Kenan Profesörü olarak görev yapan Prof. Sancar’ın, 415 bilimsel makalesi var ve bu makalelere çok yüksek atıflar aldı.  31.330. Başarılı bilim adamları h-endeksine göre değerlendirmede de h-99 gibi yüksek bir
nota ulaşmıştı.

Sancar, bilimde başarıya ulaşmak için çok çalışma, kararlılık ve azmin ne denli önemli olduğunun canlı kanıtıdır. Aldığı ödüller arasında Ulusal Bilim Vakfı’nın Başkanlık Genç Araştırmacılar Ödülü (1984), Amerikan Fotobiyolojı Birliği’nin en büyük ödülü (1990) ve Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TUBITAK) (1995) ödülü sayılabilir.
Sancar, ayrıca ABD Ulusal Bilimler Akademisi’nin ilk Türk Amerikan üyesidir.

Prof. Sancar,  Biyokimya Profesörü olan Gwen Boles Sancar ile evlidir. Gwen sancar
North Carolina-Chapel Hill’de North Carolina Üniversitesi Biyokimya ve Biyofizik Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor.

Sancar, 2008 yılında bilimsel nitelikleri ve insan sağlığına yapmış olduğu üst düzey katkıları nedeniyle Vehbi Koç Ödülü‘nü kazandı.

Eşi Prof. Gwen ile birlikte senelerdir bir Türk Evi* inşa etmek isteyen Sancar, Vehbi Koç ödülünden aldığı 100 bin dolarlık ödülünün tamamını ise Türkiye tanıtımına harcadı.
“Ödülden kazandığım para olmasaydı, bu hayalimi gerçekleştiremeyecektim” diyen Sancar, şunları söylüyor:

“Bu para gelince, hayattayken bu hayalimizi gerçekleştirelim istedik. 100 bin dolar da
kendi cebimizden koyduk ve evi 660 bin dolara aldık. 19 Mayıs 2008 yılında Türk Evini açtık. 2 katlı bir ev. 18 öğrencinin kalabileceği odalar var. Büyük bir salonu ve mutfağı var.
Türk hanımları, mutfağımızda yemek pişiriyor. Türk öğrencilere ve ABD’lilere Türk yemekleri veriyoruz. Salonu ise kültürel faaliyetler için kullanıyoruz. Düzenlediğimiz etkinlikler, ABD’liler tarafından çok ilgi gördü.”

*Türk evi ile ilgili detaylı bilgi için adresler

The Aziz & Gwen Sancar Foundation
Carolina Türk Evi – Turkish House,
743 East Franklin Street,
Chapel Hill, North Carolina
http://agsfoundation.karolayna.com/index.htm
================================

Dostlar,

Çooooooooooook keyifli ve gururluyuz..

Prof. Aziz Sancar Hoca ile aynı Fakülteden mezunuz üstelik..

O 1971’de mezun olmş, biz o yıl tıp eğitimine başlamışız..

Nobel ödüllü Sancar hoca bir Türk ve Mustafa Kemal ATATÜRK hayranı!..

Kuzey Carolina Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çalışan 69 yaşındaki Aziz Sancar,
ödülün özellikle Türkiye için çok önemli olduğunu söyledi. Sancar,

İsveç Kraliyet Bilim Akademisi tarafından Nobel Kimya Ödülü’ne layık görülen Türk bilim insanı Prof. Dr. Aziz Sancar, “Ödülü kazanmaktan büyük onur duyduğunu” söyledi.

Akademi’den gelen telefonu, eşinin açtığını ve kendisini uyandırdığını belirten
69 yaşındaki Sancar, “Hiç beklemiyordum, çok şaşırdım. Hala da çok şaşkınım” dedi.

Nobel Medya Merkezi’nden Adam Smith’in sorularını yanıtlayan Sancar,
ödülü kazanan ilk Türk bilim adamı olduğu hatırlatıldığında “Bilim adamı olarak evet.
Ama Orhan Pamuk, 2006’da Nobel Edebiyat Ödülü’n kazanmıştı” dedi.

Smith’in, Türkiye’de de büyük kutlamalar olacağını belirtmesi üzerine Sancar,
“Evet sanırım olacak. ‘Nobel ödülünü ne zaman alacaksın?’ diye yıllardır sorup duruyorlardı. Ülkem adına da gurur duyuyorum” ifadesini kullandı.

Hasar gören DNA’nın onarımıyla ilgili mekanizmaları ortaya çıkaran çalışmasıyla ödüle yaraşır görülen Sancar, “Şimdi neler olacak?” sorusuna “Derslerim ay sonunda başlıyor ve
aralık sonuna dek sürecek. Dersleri aksatmamak için elimden geleni yapacağım ama sanırım kimi aksaklıklar olacak.” diye konuştu.

Ailesine, ana vatanı Türkiye’ye ve çalışmalarını sürdürdüğü ABD’ye müteşekkir olduğunu kaydeden Prof. Sancar,

“Bu ödülü ülkemin gençlerine adıyorum.
Hikayem, inanıp da başarılamayacak hiçbir şeyin olmadığıdır.
Hem kendim hem de ülkem için sevindim.
Beni bu noktaya getiren, ülkemde aldığım eğitimdir.
Bu ödül özellikle Türkiye için çok önemli.”

dedi.

Sevgi ve saygı ile.
08 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİNE ÖDENEK YOK; KAYNAKLAR NEREDE?

CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİNE ÖDENEK YOK;
KAYNAKLAR NEREDE?

Kamusal sağlık kurumlarını, yerli – yabancı sermaye destekçileri rakip görüyor..
Onları çökertmek ve teslim almak gerek ki, “ördekler özel sağlık kurumlarının
örümcek ağlarına düşsünler..

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, bizim de mezun olduğumuz (1977) İstanbul Tıp Fakültesi‘nin yavrusudur. 1967’de kurulmuş ve hızla gelişerek 500’leri aşan öğretim üyesi,
iki bini aşan yatak kapasitesi ve yüksek teknolojisi ile ülkemizin tıp ve sağlık bilimlerinde
amiral gemilerinden biri oluştur. 58 yılda binlerce hekim ve sağlık çalışanı yetiştirmiştir. Yüzbinlerce hastaya şifa kaynağı olmuştur. Tıp bilimlerine önemli bilimsel katkı vermiştir.

Gerek İstanbul Tıp Fakültesi, gerekse Cerrahpaşa Tıp Fakültesi iktidar tarafından hedefe oturtulmuştur. Bilerek ve isteyerek çökertme operasyonu uygulanmaktadır. Bu 2 özerk
ve güçlü devasa sağlık ve bilim kurumu, hastanelerinden yoksun bırakılarak şehir hastaneleri ile affiliye edilerek bitirilmek istenmektedir. Çok değerli arsaları da talan edilecektir.
Üniversite özerkliği iyice bitirilecektir. 2. sıradan atanan hekim olmayan rektörün asıl görevi budur. Trilyonluk rantlar yandaşlara peş keş çekilecektir. İstanbul Tıp Fakültesi’nin depremde hasar gören Çocuk Kliniği yıllardır -kasten- yaptırılmamaktadır! 1. sırada rektörlük seçimini kazanan, 2. adaya en az 300 oy fark atarak 1200’leri aşan oy alan İstanbul Tıp Fakültesi’nden Psikiyatri Profesörü Raşit Tükel, gerçekte bu yüzden Bay RTE tarafından atanmamıştır.

Hücrelerimize dek utanıyor ve kızarıyoruz bu yapılan ve planlananlardan..
Ülkemize, insanımıza, halk sağlığına, tıp bilimlerine ihanet değildir de nedir bu yapılanlar??

Yazıklar olsun…

TBMM’de mutlaka AKP dışında bir koalisyon kurulmalı
ve tüm bu insanlık dışı eylemlerin hesabı sorulmalıdır..

Sevgi ve saygı ile.
23 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

14 Mart Tıp Haftası Nedeniyle Türkiye’de İşçi Sağlığı-Güvenliği Sorunsalı


14 Mart Tıp Haftası Nedeniyle Türkiye’de İşçi Sağlığı-Güvenliği Sorunsal
ı

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası (ATO) İşçi Sağlığı Kolu‘nun
çalışkan ve emektar üyeleri, emekten yana çalışanları, yılların değerli
çalışma arkadaşlarımız 14 Mart 2014 Tıp Haftası bağlamında bir panel düzenliyorlar.

Biz de bu Kol’da uzun yıllar örgütümüz TTB’ye (Türk Tabipleri Birliği) hizmet verdik.. 10 yılı aşkın bir süre ülkemizin her yerinde yaklaşık 100 (yüz!) dolayında İşyeri Hekimliği Sertifika Kurslarında eğitici, planlayıcı, değerlendirici, akademik sorumlu.. gibi görevleri yürütmeye çalıştık. Makul ücretlerle, asla “kâr” amacı gütmeden TTB,
bu kursları üyeleri için sürdürdü ve hatırı sayılır maddi girdi de elde etmiş oldu.
100’e yakın kursta, 10 yıl gibi bir sürede biz de her kursta 200 – 250 dolayında hekim hesabıyla 20 – 25 bin meslektaşımızın İşyeri Hekimliği Sertifikası edinmesinde
çorbaya tuz katabildik sanırız.

Bu programları ilk kez 1988’de dönemin TTB Başkanı Prof. Dr. Nusret H. Fişek başlatmıştı. Prof. Fişek Türkiye’de çağcıl (modern) anlamda Halk Sağlığı Bilimlerini kuran kişi oldu. 1963’te Hacettepe Tıp Fakültesi eğitime başlamıştı (önce Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne bağlı olarak). Prof. Dr. İhsan Doğramacı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi idi. Prof. Fişek de..

Prof. Fişek 1961’de 27 Mayıs Devrimcilerinin Sağlık Bakanlığı Müsteşarı olmuştu (Bakanlık önerisini kabul etmemesi üzerine Prof. Ragıp Üner Sağlık Bakanı olmuştu). 1965’te Süleyman Demirel başkanlığında ilk AP (Adalet Partisi) hükümeti kurulduğunda Prof. Fişek (o tarihte Doçent idi) Müsteşarlık görevinden alınmıştı. Danıştay uğraşlarının ardından Doç. Fişek, İstanbul Tıp Fakültesi‘nden sınıf arkadaşı Prof. İhsan Doğramacı ile birlikte Hacettepe Üniversitiesi Tıp Fakültesine (HÜTF) geçmişlerdi. Burada, 1750 sayılı Üniversiteler Yasası ve Hacettepe Üniversitesi Kuruluş Yasası (1967 tarih ve 892 sayılı yasa) kapsamında Toplum Hekimliği Bölümü Hacettepe Tıp Fakültesinde örgütlenmişti. HÜTF’nin 3 sacayağı vardı :

1. Temel Tıp Bilimleri Bölümü
2. Klinik Tıp Bilimleri Bölümü
3. Toplum Hekimliği Bölümü

Nusret hoca bu Bölüm’ün başkanlığını ve Üniversitenin Rektör yardımcılığını,
Tıp ve Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanlığını yaptı yıllarca. Biz de O’nun HÜTF’de
tıbbiye öğrencisi ve sonra da Toplum Hekimliği Bölümü‘ünde asistanı olma onurunu yakaldık.

12 Eylül sonrasında Rektör Prof. Doğramacı 2547 sayılı YÖK yasası ve sistemini getirdi; 12 Eylülcülerle bütünleşmişti. Toplum Hekimliği Bölümü, Anabilim Dalı’na indirgendi. Nusret hoca 67 yaşında emekli oldu / edildi ve boş durmayarak
TTB Genel Başkanlığına seçildi.. Halk Sağlığı’na hizmet kesintisiz sürecekti..

Bu görevi sırasında, 6023 sayılı TTB Yasası’nın 5. maddesi bağlamında
İŞYERİ HEKİMLİĞİ SERTİFİKA PROGRAMI başlattı ve bu belgesi olmayan hekimlere
İşyeri Hekimliği yapma izni verilmemeye başlandı. Bu kurslar ilk 10 yılında olgunlaştı.
Prof. İsmail Topuzoğlu, Prof. Nazmi Bilir… özveri ile çalıştılar.

Biz 2. onyılda 1990 sonrası, 2000’ler başına dek görev alan 2. takımda yer aldık.
Prof. Turhan Akbulut, Dr. Haldun Sirer, Dr. Nazif Yeşilleten… ile birlikte çalıştık.
Dr. Sedat ABBASOĞLU TTB İşyeri Hekimliği çalışmalarının eşgüdümünü sağlıyordu.

Bu dönemde TİSK ile karşı karşıya gelindi. TİSK, 6023 sayılı yasanın 5. maddesi bağlamında Tabip Odalarının izin yetkisini tanımak istemiyordu.

Yükselen neo-liberal yeni dalga ile patron, dilediği hekimle dilediği koşullarda
kutsal serbest piyasa yasaları bağlamında sözleşme yapabileceğini düşünüyordu. Hukuksal savaşım yıllarca sürdü.. taa ki yasal düzenleme ile söz konusu Tabip Odası yetkisinin geleneksel sermaye – iktidar ortaklığı ile içi boşaltılana dek..

Günümüzde geldiğimiz yer ortada.. Hemen her alan, sermayenin istekleri (buyrumu!) ile AKP iktidarınca mevzuat olarak düzenlenmekte.

Ortak İşyeri Sağlık Güvenlik Birimleri (OİSGB) de benzer koşullarda ortaya çıktı.
Yönetmelikle yürürlüğe kondu :

  • İŞYERİ SAĞLIK VE GÜVENLİK BİRİMLERİ İLE ORTAK SAĞLIK VE GÜVENLİK BİRİMLERİ HAKKINDA YÖNETMELİK (RG : 15.8.2009, sayı 27320)

İşte TTB – ATO ve değerli çalışma arkadaşlarımız bu sorunu masaya yatıracaklar.

Duyuru posteri ve içeriği aşağıda..

OSGB_Paneli_ATO

ANKARA TABİP ODASI
14 MART TIP BAYRAMI ETKİNLİKLERİ

TAŞERON OSGB YAPILANMASI VE İŞÇİ SAĞLIĞININ GELECEĞİ PANELİ

KOLAYLAŞTIRICI; Dr.SEDAT ABBASOĞLU, ATO-İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Kom.
KONUŞMACILAR ;
Prof. Dr. ONUR HAMZAOĞLU, Kocaeli Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Mak. Müh. ERTUĞRUL BİLİR, İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi
Dr. ERCAN YAVUZ, TTB İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Kolu Başkanı 
YER: ÇANKAYA BELEDİYESİ ÇAĞDAŞ SANATLAR MERKEZİ
KENNEDY CAD. NO:4 KAVAKLIDERE
TARİH: 16 MART 2014 PAZAR, SAAT : 14.00 – 17.00 www.ato.org.tr

*****

Unutulmasın ; Avrupa Sosyal Şartı (European Social Charter) madde 3 :

* “Tüm çalışanların sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı hakkı vardır.”

Bir şey daha unutulmasın;

* Bu metin Avrupa Konseyi‘nindir, 1961 tarihlidir ve 1989’da kimi çekincelerle
iç hukuka mal edilmiştir; Türkiye bu Şart‘a, uluslararası hukuk terminolojisiyle
taraf olmuştur“.
* Dolayısıyla, Anayasa md. 90/son fıkra uyarınca bu Şart, yasa değerinde olup,
iç yasalarla çelişmesi durumunda üstün hukuk normudur. Dahası, temel insan
hak
ve özgürlükleri ile ilintili olduğundan, aynı Anayasa maddesi uyarınca,
Anayasamıza aykırılığının ileri sürülmesi de olanaklı değilir.

Türkiye bir hukuk devleti olacaksa, yapılacaklar bellidir. Yalnız “işçiler” değil
Tüm çalışanların sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı hakkı vardır.

OİSGB de bu bağlamda yapılandırılmak, işlevlendirilmek durumundadır.

  • Türkiye işvereni, artık, neo-liberalizm maskesiyle yabanıl (vahşi) kapitalizmi dayatan arkayik engellerinden kurtulma olgunluğunu gösterebilmelidir.

Değilse, hiç abartı sayılmasın, 1871 Paris Komünü‘nün post-modern versiyonlarının ülkemizde de yaşanacağı ve emeğin haklarını er ya da geç mutlaka, söke söke alacağı, tarihsel diyalektik pratiğinin şaşmaz (deterministik) çıkarımıdır.

  • Küresel – yerli sermaye ortaklığı, yeni Emile Zola’lar (Germinal),
    Victor Hugo’lar (Sefiller)…
    doğmasını zorlamamalıdır.

Herkese kolay gelsin..

Sevgi ve saygı ile.
11 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Makalenin pdf formu :
14_Mart_Tip_Haftasi_Nedeniyle_Turkiye’de_Isci_Sagligi_Guvenligi-Sorunsali

TÜRKİYE’de MESLEK HASTALIKLARINA TANI KOYMA SORUNSALI

 

Dostlar,

Meslek hastalıkları Türkiye’nin kanayan yaralarından biri ve ne yazık ki ülke gündeminde hak ettiği yeri alamıyor. Temel sorun, bu hastalıkların çok çok az tanı alması, %99’dan çoğunun kayıt dışı kalması.

Oysa yasalarda bildirimi zorunlu.. Onyıllardır bir arpa boyu yol alabildiğimiz yok.
Son olarak 30 Haziran 2012’de RG’de yayımlanan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası da soruna çözüm getiremedi. Oysa bu yasa çalışma yaşamında tıpkı bir sıkıyönetim getiriyor. Katı düzenlemeleri ve ağır yaptırımları var. Buna karşın, bu yasa öncesi 2011’de 697 olan meslek hastalığı tanısı 2012 sonunda 395‘e düşüverdi!? (İş kazalarında ise çoook kısa sürede her nasılsa % 10 azalma oldu!?)

Oysa salt 12,5 milyon dolayında “kayıtlı” işçide her yıl 50-150 bin arasında “yeni” meslek hastalığı bekleniyor bilimsel ölçütlerle. (Harrington JM, Gill FS, Aw TC, Gardiner K. Occupational Health; 4th Edition 1998)

Devede kulak bile değil!

Kayıt dışı işçilerle İş Yasası dışında olanlar katılmadan üstelik.

Değerli meslektaşım Dr. Cebrail Şimşek bu durumu aşağıdaki gibi sundu :

Devede_kulak_Meslek_hastaliklari

Yoksa biz bir değişiklik yaparak deve yerine “fil” mi koysak ??

1977’de İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olduğumuzda Anadolu’da bir yeraltı maden işletmesinden de sorumlu pratisyen hekim olarak atanmıştık.
15 Haziran 2014’te, meslekte 37 yılımızı bitireceğiz..

İşçi sağlığı ve güvenliği sorun alanına hep yüreğimiz yanarak eğildik.

  • Hep emekten yana tutum aldık ve çaba gösterdik. 

Çok sayıda bilimsel araştırma, çalışma, yayın, bildiri, doktora ve tıpta uzmanlık tezi, rapor.. işyeri hekimliği kursları, işyeri eğitimleri… için ömrümüzü tükettik.
Salt bu alandaki bilimsel çalışmalarımızın bir listesini pdf olarak ekliyoruz :

Değerlendirilmesi içten dileğimizdir.. Bir ömür verilmiştir..

Madenci_giysisiyle_Ahmet_SALTIK

 

Halk Sağlığı bilim alanında verilen bilimsel ürünler elbette bundan çok daha fazladır.

Toplu bir liste de aşağıdadır..

253 adet ulusal ve 47 adet uluslararası olmak üzere toplam 300 bilimsel yayın ve
kitap bölümleri…

 

Bu yazımızda bir kez daha soruna eğilmek istiyoruz :

TÜRKİYE’de MESLEK HASTALIKLARINA TANI KOYMA SORUNSALI

Bu makaleyi okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

TURKİYE’de_MESLEK_HASTALIKLARINA_TANI_KOYMA_SORUNSALI

Yararlı olması dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile.
11 Şubat 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

ARŞİVİMİZDEN : Eğitim Ama Ne İçin?

Dostlar,

Dr. Erdal Atabek bizim meslek büyüyüğümüzdür.
Kendlsini İstanbul Tıp Fakültesi‘ndeki öğrencilik yıllarımızdan (1973-77) tanırız.
Cağaloğlu’ndaki Türk Tabipleri Birliği (TTB) binasında (12 Eylül 1980 öncesinde
TTB merkezi İstanbul’da idi) son derece öğretici ve ufuk açıcı konferanslarını dinlerdik.

Anlattıklarıyla bizi soru sormaya ve düşünmeye yönlendirirdi.
Bilgi aktarma hedefli değilidi. Hele empozisyon.. hiç..

Erdal bey 16 yıl TTB Merkez Konseyi Başkanlığı yaptı.
İstanbul’da SSK Hastanesinde İç Hastalıkları Uzmanı idi.

12 Eylül’de TTB de kapatıldı pek çok sendika, dernek, meslre kuruluşu ve siyasal parti gibi (CHP de dahil!)..

Aydınlar Dilekçesi’ne imza koydu değerli Atabek..

Yargılandı, 3,5 yıla yakın hapis yattı ve aklandı..

Cezaevi anılarını “mutlaka okunası” İNSAN SICAĞI adlı kitapta topladı..
(İşkence gören bir kurbanın kendi göğsünde saatlerce baygın uyuması..
öyküsü iç kanatıcıdır..)

Birbirinden değerli kitaplar yazdı, yazıyor..

Son yıllarda eğitim konuları ve aile danışmanlığına yoğunlaştı.

Cumhuriyet’te yazmaya başlaması ayrı bir keyif ve kazanç oldu.

Dr. Atabek, 85 yaşlarında..

Ne güzel.. hala üretiyor ve öğretiyor..

(Çok yılar önce evinde içtiğimiz kahvenin tadı hala belleğimizde..
Korkarız sevimli kedisi yaşama veda etmiştir ??)

Arşivimizden aşağıdaki yazısını paylaşmayı yararlı bulduk..

İyi okumalar.. sindirerek ve gereğini yapmak üzere..

Sevgi ve saygı ile.
22.2.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================

Dr. Erdal ATABEK

portresi

Eğitim Ama Ne İçin?

Eğitim artık kendi başına bir değer.
Eğitimli insan. Eğitimli akıl. Eğitimli toplum.

Ama eğitim ne içindir?
“Elbette insan için” yanıtı doğru mudur? Hayır.
Eğitim gerçekten insan için olsaydı, insanın kişiliğini geliştirmeyi hedeflerdi, insanı yetenekleriyle buluşturmayı amaçlardı. Eğitimin hedefleri arasında bunlar yoktur.
Eğitim, insanı mutlu etmek için de değildir. Öyleyse, eğitim ne içindir?
Sorulması gereken odak soru bu.

Günümüzün dayatılan eğitimi, insanı büyük bir sistemin işe yarar çarklarından biri yapmak içindir. Bu büyük sistem, kapitalist küreselleşmenin piyasasıdır.
Bu sistemin içinde yer alması amaçlanan insan, artık kendisi değildir.
Kararlar kendisi dışında verilmektedir. Seçimler kendi seçimleri değildir.
Mesleği bile kendi seçimi değildir. Piyasa güçleri neyi istiyorsa o olmak zorundadır.
O piyasa karşısında kendi olma hakkı elinden alınmıştır.
Onun için çalışmakta, onun için yaşamaktadır.
Büyük sistem onun iradesini felç etmektedir.
Dahası, onu “gönüllü köle” yapmakta, bundan ötürü de mutlu olması gerektiğine inandırmaktadır.

O da, kendisine sunulan konfor araçlarıyla ölçtüğü sözde yaşam kalitesiyle
mutlu olduğu yanılsamasını sürdürmektedir. Mutlu olma şansı elinden alınmıştır.
Çünkü, mutlu olmak için önce insan olmak gerekmektedir.
Oysa “o”, artık insan olmaktan soyutlanmış bir “meta” olmuştur.
Kendisi de kapitalist küreselleşmiş sistemin içinde bir “meta” olmuştur.
Alınır, satılır, kiralanır, reyondan reyona gezdirilir bir piyasa malı.
Fiyatı vardır, pazarı vardır, yükseklerde gezdiği zamanlar vardır, ucuzladığı koşullar vardır. Meta…

Sistemin verdiği ödül de 
“başarılı insan” metaforudur.
Sizi “başarılı insan” vitrinine koyarak ödüllendirir.  Sizi ötekilerle kıyaslar, değerinizi biçer ve ilan eder: Başarılı insan. “En başarılı insanlar” listesinde adınız vardır.
Gala gecelerinde sahneye çıkarsınız. Zenginsiniz. Ünlüsünüz. “En”lerden birisiniz. Sistemin en işe yarar çarklarından birisi oldunuz.

Mutluluk? Ne olduğunu düşünmeye bile zamanınız yoktur.

İnsan olmak? Ne demek olduğu bile belli değildir.

Özgürlük? Satın alabilme özgürlüğüdür.

Dayanışma? İşinize yarayacaklardan yararlanma demektir.

Fırsat? Önünüze çıkan her şeydir.

Çıkar? İşinize yarayan her şey.

Sorumluluk? Olabildiğince başkasına yüklenecek şey.
Size sunulan yaşam felsefesi budur.

Reddetmeniz gereken yaşam ideolojisi budur.

  • Aklınızı ambargolardan kurtarmak.

Boş inançların gizli tuzaklarından,
yapay yaşam fetişizminden,
– size dayatılan tüketim çılgınlığından aklınızı kurtarmak.

Duygularınızı insanca yaşamın doğallığına yeniden kavuşturmak.

Sevmeyi yeniden öğrenmek.

Saygıyı yeniden yaşamak.

Dayatılan korkulardan kurtulmak.
İçgüdülerimizi doğru bir yaşamın gücü yapmak.

Yeniden insan olmak.
Artık hep insan kalmak.
İnsan olanlarla buluşmak.

Günümüzün görevi işte budur…

(26 Kasım 2012, Cumhuriyet)

MESELE VATANSA GERİSİ TEFERRUATTIR..

Dostlar,

ADD Viyana Şubesi önceki başkanı dostumuz Sayın Erol Güçlü, özlü bir ileti yollamış..

Aşağıda paylaşıyoruz :

– ARKAMDA YÜRÜME, YOL GÖSTERMEYEBİLİRİM. ÖNÜMDE YÜRÜME, ARKANDAN GELMEYEBİLİRİM. YANIMDA YÜRÜ VE DOSTUM OL. / Albert CAMUS

– SUSMAK, APTALLARIN ERDEMİDİR. / Francis BACON

– ABD, ARADA UYGARLIĞI YAŞAMADAN, BARBARLIKTAN YOZLUĞA GEÇEN TEK ÜLKEDİR. / Oscar WILDE

– BÜTÜN YÖNETİMLERDE, YOZLAŞMA HEMEN HER ZAMAN İLKELERİN YOZLAŞMASINDAN BAŞLAR. / Charles de MONTESQUIEU

MESELE VATANSA GERİSİ TEFERRUATTIR.
Mustafa Kemal ATATÜRK

– BUGÜN BİZİM İÇİN 11 KASIM 1938 dir. / Osman PAMUKOĞLU,
HEPAR Genel Başkanı, 4 Eylül 2008 – Anıtkabir Özel Defteri

Her şeye karşın her koşulda mücadele eden Sivil-Asker KEMALİN ASKERLERİne saygılarımla. 16.10.12, Erol Güçlü

* * * * * * * *
Sayın Erol Güçlü’nün Viyana Şubesi Başkanı olduğu yıllarda, biz de ADD Genel Başkan Yardımcısı olarak bir yurtdışı gezimizde, Almanya’da bir dizi ADD Aydınlanma konferanslarımızın ardından, nazik çağrıları ile Viyana’ya geçmiştik..

– Türkiye`deki Güncel Sorunlar ve Atatürkçülere Düşen Görevler.
Almanya / Duisburg ADD, 09.06.06
– Globalizm ve Güncel Gelişmeler. Almanya / Bielefeld ADD, 10.06.06
– Emperyalizm Türkiye’den Ne İstiyor? Almanya / Wuppertal ADD, 11.06.06
– Batı (AB+D) Türkiye’den Ne İstiyor? Avusturya / W. Neustade ADD, 13.06.06
– Türkiye`de Güncel Gelişmeler. EuroTürk TV ile söyleşi, 14.06.06

2 konferans düzenlemiştik Avusturya’da. İlki W. Neustade’de idi, 13.06.06 günü.
Konumuz, “Batı (AB+D) Türkiye’den Ne İstiyor?” idi.
Yansılar eşliğinde sunumumuz epey ilgi toplamıştı.

Ertesi gün 14 Haziran 2006 idi.. Tıbbiyeden (İstanbul Tıp Fakültesi) mezun oluşumuzun 30. yılına giriyorduk.

Erol bey ve arkadaşları ateş gibiydi.. Soyadı gibi “güçlü” idiler..

Yeni taşındıkları şube binasında pek çok eksik vardı ama bir avuç Türk yurttaşımız arılar gibi özveri ile koşturuyorlardı.. Zamanla yarışılarak şube yerleşimi konferans için enaz (asgari) yeterliğe kavuşturuldu. O akşam biz de görseller eşliğinde,

“Batı (AB+D) Türkiye’den Ne İstiyor?”

başlıklı konferansımızı Viyana’da yineleyerek sunduk..

Erol bey, Viyana’da yayın yapan EuroTürk TV’de bize program olanağı da sağlamıştı.

Akşam Viyana kırsalında doğa içinde bir lokantada dostlarla, enfes şaraplar eşliğinde yemekte idik. İşadamı Sayın Edip Bayezit hoş sohbeti ve ev sahipliği ile geceye damgasını vuruyordu.

Viyana Şubesi Başkanı dostumuz Sayın Erol Güçlü ve Şube yönetimindeki arkadaşlarımızın konukseverliğine sınır yoktu..

Bir yandan da ADD Genel Başkanlığı için seçim kampanyamız Türkiye’de sürüyordu.

İlginç gelişmeler olmuş, sağ kolu olarak birlikte çalıştığımız Genel Başkanımız Sn. Ertuğrul L. Kazancı, aramızdaki centilmenlik anlaşmasını bozarak, bizi desteklemek yerine “yeniden” 3. kez aday olmuştu.

Bir de, seçime 15 gün kala, emekli Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ADD’ye üye olmuş ve hemen takımını (ekibini) kurarak genel başkanlığa aday olmnuştu!..

Kendilerini zorlukla Bodrum’da bularak cep telefonu ile konuşmuş ve Ankara’da mutlaka görüşme dileğinde bulunmuştuk.. Bu olanağı bize vermedi Sn. Eruygur.

Genel kurulda uyarımızı çok açık yaptık; ADD için “uygun” olmayacaktı bu proje..
Gerekçelerini apaçık ortaya koyduk, bu yüzden epey sert tepki de aldık..
Seçimde 3 genel başkan adayından hiçbirimiz yeterli çoğunluk sağlayamadık.

Sonrası biliniyor.. 1 Temmuz 2007 operasyonu ve Sn. Eruygur’un tutuklanması! ADD’ye operasyon.. El konan bilgisayar ve evraklar..

Erol Güçlü kardeşimiz bizi böyle gerilere götürdü..

Paylaşalım istedik..

Yeri geldikçe bu konuya ilişkin ayrıntıları da yazmak isteriz.

Sevgi ve saygı ile.
16.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net