Etiket arşivi: Yaşar Nuri Öztürk

‘Türkiye halkını bekleyen büyük tehlike’


Dostlar,

Yurt Gazetesi yazarlarından Sayın Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, bu gün,
10 Ağustos 2014 günlü yazısında

‘Türkiye halkını bekleyen büyük tehlike’

başlığını kullandı.

Değerli dostumuz, bu sitede pek çok yazısını paylaştığımız Sayın Zeki SARIHAN‘ın makalesine ayırmış tüm köşesini..

12. Cumhurbaşkanı / Yarı Başkanı seçimini R.T. Erdoğan kazanmış görünüyor.
Oldukça düşük bir katılım ile (3/4 dolayında) 19+ milyon kadar oyla, yani toplam seçmen sayısının 1/3’ü ile… Seçime katılmayan 1/4’ün sayısından birkaç milyon fazlasıyla ve % 51+ gibi kritik bir oyla..

Böylelikle, Sayın Zeki Sarıhan’ın makalesinde yaptığı kritik saptamaya göre;

  • “…Fakat bugün koskoca bir millet, geliyorum diyen yeni diktatörlüğü önlemekte âdeta aciz durumdadır.”

öngörüsü gerçekleşmiştir..

“Birleşe birleşe kazanma” olanağı kullanıl(a)mamıştır.

  • Her 4 seçmenden 1’i sandığa gitmemiştir!

Oysa bu seçmenler RTE’ye oy vermeyi düşünmeyen yurttaşlardır.
Önlerine getirilen “çatı adayı”na protestodur davranışları.

Bu yurttaşlarımız, seçimi boykot ederek RTE’nin “tek adam diktatörlüğünün
yolunu açmışlardır bir anlamda..

Bu aşamada ülkemize “hayırlı olsun” demekten başka ne söylenebilir ki??

Lütfen siz de okur musunuz aşağıdaki önemli makaleyi ??

Ve üzerinde derin derin düşünür müsünüz, bundan sonrasını;
“halkı nasıl kazanacağımızı”??

Sevgi ve saygıyla.
10.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

===================================================

‘Türkiye halkını bekleyen büyük tehlike’

'Türkiye halkını bekleyen büyük tehlike'

Yaşar Nuri Öztürk

info@yasarnuri.com 
10 Ağustos 2014, 10:29
YURT Gazetesi

Yakın tarih araştırmalarıyla tanıdığımız Zeki Sarıhan, dikkatle okunması gereken bir yazı yazmış ve bize de göndermiş. Bu çok önemli yazıyı kısmen özetleyerek aktarıyorum:

10 Ağustos 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleriyle Türkiye, büyük bir tehlikenin ağzındadır. Ya çoğunluğun sağduyusuyla bu tehlikeyi atlatacak, ya da gene çoğunluğun oyları ile bir diktatörlüğün pençesine düşecektir.”

“Diktatörlük sözcüğü kötü bir durumu çağrıştırsa da onun herkes için ifade ettiği şey farklıdır. Örneğin halk kitleleri uyansalar, örgütlenseler, mücadele etseler ve iktidarı
ele geçirseler, sonra da bin yıllardır kendilerini aşağılayan, sömüren, zulüm yapan sınıflara karşı diktatörlük yapsalar insanlık için ne kadar mutlu bir sonuç doğardı!
Onlara karşı böyle bir diktatörlük, halk için en geniş demokrasiden başka bir şey değildir.

“İster laik, dinci veya faşist olsun, Doğu veya Batı kültürünü benimsemiş olsun, hâkim sınıfların diktatörlüğü kendileri için bir cennet, halk için ise bir cehennemdir. Böyle bir rejimde iktidar sahipleri yiyecekler, içecekler, çalacaklar, çırpacaklar, her şeyin sahibi ve hâkimi olacaklar fakat kimse kendilerinden hesap soramayacaktır. Kanun devletinin yerini muktedirin iradesi almıştır. O ne derse odur! Ayakta kalmak için kendi çevresini beslemeyi, onlara makam ve mevki vermeyi de ihmal etmeyecektir.”

“Türkiye şimdi böyle bir tehlikeye doğru adım adım yaklaşıyor!”

“Türkiye halkının 150 yıldır örgütlenerek, zaman zaman gösteriler yaparak, hatta ayaklanarak geliştirdiği bir demokrasi kültürü de var. Fakat bugün koskoca bir millet, geliyorum diyen yeni diktatörlüğü önlemekte âdeta aciz durumdadır.”

“Eskiden diktatörlükler, askerî darbe ile gelirdi.  Asker ve polis gücüyle ayakta dururdu. Sonra milletin sesli veya sessiz muhalefetine dayanamaz, zulüm makinelerini yavaşlatır, anayasal düzene dönerdi. Diktatörlüğü önleyecek olanın serbest seçimler olduğuna inanılırdı. Şimdi ise bu şablon işlemez haldedir. Diktatörlük sandıkla kurulmaktadır!”

“Şimdi, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde diktatör olma hevesini açıkça ortaya koymuş bulunan bir adaya oy vermeye hazırlanan bir kitle, kendi lehine gördüğü istikrarın devamı için onun yolsuzluklarını göz ardı etmekte ve tek adam olma isteklerine de tahammül göstermektedir.”

“Türkiye’yi bekleyen tehlike, ekonomik refahın halk kitlelerine doğru yaygınlaşmasına dayanarak, bu kitlelerin oyunun bir gerici mezhep diktatörlüğüne çevrilmesidir. Başbakan, bunu milleti yoklaya yoklaya, adım adım ve her türlü imkânı kullanarak gerçekleştirmeye çalışıyor. Zira yolsuzlukların hesabını vermekten kurtulması için bundan başka bir yolu da yoktur. Söylemine bakılırsa o, gemileri yakmıştır. İktidarını korumak için yapamayacağı bir şeyin olmadığı da anlaşılıyor. Buna bir iç savaş ve daha önce niyetlendiği gibi komşularla savaşa tutuşmak da dahildir.”

Tayyip Erdoğan’ın dinci faşist diktatörlük heveslerine son verecek olan politika, bütün iktidarın ve bütün servetlerin halka ait olduğunu ilan etmekten başka bir şey değildir. Ayrıntılarla oyalanmaya yer yoktur. O’nun kendi davası için gösterdiği cüreti, inadı, aldatmaları, halk kitleleri için cesarete, kararlılığa ve taktiklere dökmekten, kısacası halkı kazanmaktan başka çare yoktur.”

Soma Katliam mı, Kader mi? Tevil ve Tahrif…


Katliam mı, Kader mi?
Tevil ve Tahrif…

portresi

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Değerli arkadaşlar,

Bakıyorum, Yaşar Nuri Öztürk, yine Kur’an dersi veriyor; “Soma kazası kader değildi” demeye getiriyor. Gerçek İslamın kader anlayışı çok farklıymış da, bize öğretilen Cahiliye dönemi müşriklerin ve Emevilerin (Muaviye / Yezid) öğretisiymiş de,
imam-ı Azam şöyle demiş, Hasan el-Basri böyle demiş de…falan da  filan…

Değerli arkadaşlar,

Dini akideye göre, her şeyi yaratan kadir-i mutlak (Omnipotent) Tanrı her şeyin
nasıl olduğunu ve olacağını önceden bilir.. Hiçbir şey Tanrının istemediği şekilde gerçekleşemez; her şey Tanrının bilgisi ve isteği (iradesi) doğrultusunda gerçekleşir.

Kısacası “yaratılmış” Evrendeki tüm olaylar önceden yazgılıdır.. Bu olaylar gerçekleştikçe “demek ki Tanrısal yazgı böyleymiş” demekten başka bir açıklama olamaz. Dini anlayış ve Dini terbiye budur; aksini düşünmek ve söylemek küfürdür. Çaresizlik içinde teselli arayan insanlar için en rahatlatıcı yaklaşım da budur…

Aslında yaşamda her şeyden, başarıdan, başarısızlıktan, kazadan, beladan, felaketten, şanstan, şansızlıktan, saadetten, sefaletten, ölümden, dirimden yalnızca Tanrı’yı “sorumlu” tutmaktan başla bir şey değildir bu yaklaşım… İnsanın (irade-i cüziyesi ?! ile) değiştirdiğini zannettiği veya değiştir(e)mediği her şey aslında önceden belirlenmiştir. Laf kalabalığı ile kıvırtmaya, tevil ve tahrife  gerek yok; İslamın amentüsü* gayet açıktır:

Amentü billahi ve melâiketihi,ve kütübihî ve rusülihî ve’l yevmi’l-âhıri ve
bi’l-kaderi, hayrihî ve şerrihi mina’llâhi teâlâ … 

(Anlamı:  Ben Allâh-ü Te’âlâ’ya, meleklerine, kitaplarına,  peygamberlerine,
âhiret gününe, kadere; iyiliğin de kötülüğün de Allah’tan geldiğine… inandım…)

***

İnsan gözü açıldıkça, farklılıkları kıyaslamaya başladıkça, ister-istemez sorgulamaya da başlıyor:

“Her şeyi önceden bilen ve belirleyen Tanrı niye Müslümanları helâk ediyor böyle kazalarla? Niye Müslüman bir Ülkede büyük maden kazaları, büyük uçak kazaları oluyor, yüzlerce insan ölüyor da (Müslüman olmayan / kâfir bir ülkede)
örneğin Almanya’da böyle şeyler olmuyor?” 

Sorularına yanıt arıyor… (Japonya’yı Tsunami vurunca, “Allaha inanmayışlarının cezası” olarak yorumlayanlar Soma kazasını nasıl yorumladılar, bilmiyorum)

İslam’a göre, Soma’daki felaketi Allah önceden biliyordu; (hayır bilmiyordu,
derseniz kafir olursunuz) 
dolayısıyla Kadir-i mutlak Allah bu kazayı engellemediğine göre, bu felaketin gerçekleşmesini istemiştir. (hayrihî ve şerrihi mina’llâhi teâlâ).

“Yook, Allah bunu istememişti, ama aklını kullanmayan kulların tedbirsizliğinden oldu” derseniz, o zaman  Allah’ın bilgisi dışında ve iradesine aykırı işler vuku buluyor demektir ki, bu da küfürdür.

“Allah akıl vermiş. Yöneticiler Akıllarını kullansalar kaza önlenirdi,
aklını kullanmayanlar yüzünden kaza oldu”
 diyenlere de “Peki kardeşim, akıl veren Allah, bu insanlara akıllarını kullanmak becerisini niye vermemiş?” diye sorulur… **

Yani neresinden baksanız içinden çıkamayacağınız çelişkili bir durumla karşı karşıyasınız. O halde 2 seçeneğiniz var:

1- Ya Amentü’de olduğu gibi teslim olup (Müslüman iman etmiş, teslim olmuş insan anlamınadır zaten) kadere, iyi-kötü her şeyin Allah’tan geldiğine inanacaksınız, üzülmeyecek, ağlamayacak, isyan etmeyeceksiniz; tevekkülle sineye çekip,
Takdir-i İlahi diyeceksiniz.. ya da,

2- “Bunlar safsata, boş hurafeler.. Ben kadere-madere inanmam; İnsanlar bilimsel aklın gösterdiği yoldan giderlerse, sorunlarını çözebilir, karşılaşabilecekleri olumsuzlukları en aza indirgeyebilirler. diyecek ve ona göre önlemler alarak yaşayacaksınız.

Seçim sizin.

Sevgilerimle. æ
__________________

*Amentü, Nisâ Sûresi, 4/136 Furkan Sûresi, 25/1,2. Kamer Sûresi, 54/49.
Hicr Sûresi, 15/21. ayetlerinin özetidir…

** İbrahim Suresi-4

…Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu
men yeşâu ve yehdî men yeşâ’ ve huvel azîzul hakîm.

Biz her Peygamberi ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki,
onlara (Allah’ın emirlerini) açıklasın. Allah dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. O mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.  
(Diyanet)

BİR FIKRA

Bektaşi Cami avlusundaki dut ağacından, eline bir dut almış, kendini seyreden İmam’a soruyor:

-İmam efendi, şimdi bu dut benim kısmetim mi? değil mi?

Bektaşi’nin bu sorusu karşısında İmam ne desin?.. “Kısmetindir” dese,
onu yere atacağını, yemeyeceğini, “Kısmetin değildir” dese dutu ağzına atıp yiyeceğini sezinlediği için şöyle yanıtlamış; 

-Erenler, yerseniz kısmetiniz, yemezseniz kısmetiniz değil…
Bunun üzerine Bektaşi gülümseyerek;

-“Ha şöyle İmam efendi, imana geldin nihayet..  ”     demiş.

——————-

Soma katliamı kader mi?

portresi

Yaşar Nuri Öztürk
info@yasarnuri.com
25 Mayıs 2014

  1. Bu konuyu birkaç yazıyla ele alacağız. Önce kader kavramına Emevî saltanat dinciliğinin yüklediği Kur’an dışı anlamı tanıyalım. Çünkü bugünkü dincilik manifestosunun da dinci saltanat zorbalarının da dayattığı anlayış bu
    Emevî anlayışıdır. Bugünkü İslam dünyasında geçerli olan kader anlayışı, Emevîlerin, saltanatlarını güçlendirmek ve kitleleri bastırmak için oluşturdukları bir ideolojik kader anlayışıdır ki,
    Mekke müşriklerinin Cahiliye dönemindeki kader anlayışına dayanır.

Bu meseleyi, ‘Kur’an’ın Temel Kavramları’ (yayını: 1990) ve ‘Kur’an’da Lanetlenen Soy’ (yayını: 2013) adlı eserimizdeki ilmî-tarihî tahlilleri esas alarak buraya taşıyacağız. Müşriklerle Emevîlerin kader anlayışı tıpatıp aynıdır. Bu kader anlayışı Emevîlerin işine yaradığı için onu İslam patenti altına çektiler.

İslam öncesi dönemin her konuda amentüsünü veren Cahiliye şiirinde bu kader kavramı, geleneksel İslam’ın herhangi bir akait kitabındaki gibi anlatılmıştır.
Cahiliye şairleri bu kader kavramını bazen ‘kader’ sözcüğüyle bazen de ‘kitap’ (değişmez yazı) sözcüğüyle ifade etmekteydiler.Cahiliye dönemi şiirinin büyük ustalarından Lebîd şöyle diyor:

“İnsan, Tanrı’nın kendisi için ezelde yazdığını silemez. Nasıl silebilsin ki,
Tanrı’nın yazdığı değiştirilemez.” Şunu da söylüyor Lebîd:

“Başıma bir felaket gelince ‘Kaderin yaptıklarından vah bana’ demem.”

Hüzeyl kabilesinin divanında müşrik şair Üsame bin el-Hâris, kabilesinin kaderine üzülerek şöyle diyor:

“Ne yapalım, onlar için kader böyle yazılmıştır.”

Kur’an, Cahiliye’nin kader anlayışını bize tanıtan beyyineler içermektedir. Bu beyyinelere baktığınızda, Cahiliye kader anlayışının, geleneksel Emevî İslamı’ndaki kader anlayışının tıpatıp aynısı olduğunu görmekte gecikmezsiniz. Mademki meseleye Kur’an penceresinden bakıyoruz, söylediklerimize tanık olarak şu ayeti kayda geçirelim:

“Şirke batanlar dedi ki, ‘Eğer Allah isteseydi biz de atalarımız da Allah dışında bir şeye ibadet etmez, O’na rağmen hiçbir şeyi haram kılmazdık.’ Onlardan öncekiler de
aynen böyle yaptılar. Resullere düşen, açık bir tebliğden başkası değildir.”
(16 / NAHL / 35. Ayet)

Emevîlerin Müslümanlara dayattıkları kader anlayışının tezi de aynen buydu:

“Her şey Allah’tandır, başınıza gelenlere ve mesela bizim yönetimimize sabredin ki
daha büyük belalara maruz kalmayasınız.”
Emevîlerin bir numaralı sömürü mekânları cami, bu mekânın bir numaralı sömürü malzemesi ise kader kavramıydı. Ehlibeyt katili Emevî kralı Muaviye şöyle diyordu:

“Beni Allah iktidara getirdi. Halifelik Allah’ın bize verdiği bir mülktür. Toprak Allah’ındır, ben de Allah’ın halifesi olduğuma göre, toprakta bütün tasarruf benimdir.
Allah, halifelerini cehennemden uzak tutmuş, cenneti onlara vacip kılmıştır.”

http://www.sanalbasin.com/goster/23864/?href=http://www.yurtgazetesi.com.tr

  1. Emevîler, saltanat temellerini Cahiliye dönemi kader kavramına oturttukları için,
    bu müşrik kader kavramını İslam imanının şartları arasına koymuş, buna itraz edenleri ‘ümmetin Mecusileri’ olarak damgalamışlardır. Kimse çıkıp sormamıştır: “Siz dururken başka Mecusi aramak akla aykırı değil mi?”

Emevîlerin temsil ettiği saltanat dincisi siyasete göre, halifeliği veya (günümüzde olduğu gibi) iktidarı bir biçimde eline geçirenlere, onlar bırakıp gidinceye veya ölecekleri güne kadar itaat Allah’ın emridir.

Emevîlerin Cahiliye’den aktarılmış kader anlayışına o dönemde iki büyük karşı çıkış dikkat çekiyor:

1. Hasan el Basrî’nin teorik karşı çıkışı,
2. İmamı Âzam Ebu Hanîfe’nin eylemli karşı çıkışı.

Hasan el-Basrî (ölm. 110/728), Emevî zorbaları ile onların yandaşı ulema tarafından oluşturulan ve İslam akaidine sokulan Kur’an dışı ‘kader’ anlayışına savaş açtı.
İnsanın bütün eylemlerinden sorumlu tutulması gerektiğini, başa gelenleri Allah’ın takdiri diyerek meşrulaştırmanın dine aykırı olduğunu en gür sesiyle haykırdı. Hasan el-Basrî, Emevîlerin kader kavramını kendilerini savunmak üzere yorumlamalarını değerlendirirken aynen şunu söylüyordu:

“Allah’ın düşmanları yalan söylüyorlar.”

İmamı Âzam (ölm. 150/767) ise kudretin insanda vücuda getirilişini (yaratılmasını) Allah’ın fiili olarak, vücuda getirilmiş bu kudretin kullanımını ise insanın fiili olarak görüyordu.

İslam’a, Emevî yandaşı ulemanın soktuğu ‘müşrik kader anlayışı’, esası bakımından Emevîlere ve benzeri saltanatlara isyanı önlemede bir tür ‘kutsal çare’ idi. O halde
bu müşrik kader anlayışına karşı çıkanın ilk işi, zulme isyan olacaktır. İmamı Âzam da
bu anlamda bir isyancıdır. Zaten düşmanlarının onu ithamda kullandıkları en önemli suçlamalardan biri de ‘ümmeti isyana teşvik’ suçlamasıdır.

İmamı Âzam, isyanını ilim ve fikirde bizzat, siyasal alanda ise dolaylı desteklerle yerine getirmiştir. Onun, Emevîlere karşı sergilenen tüm isyanları hem fikren hem de maddeten desteklediğini görüyoruz.

Baştan başa zulüm ve sömürü üzerine oturan Emevî yönetimi, yarattığı ve yaşattığı dinsel tasavvurları, aynen günümüz dinciliği gibi, gücünü tahkim için ustalıkla kullandı.

Emevîler, Allah ile aldatmanın bu duygusal noktasını yakaladıktan sonra buna karşı çıkış ifade eden fıkhî, felsefî bütün görüşleri din dışı ilan etmek üzere güdümlerindeki sarıklı Allah düşmanlarını meydana sürdüdüler. ‘Din uleması’ denen zulüm aracı bu zebanilerin, en saygın isimleri bile (örneğin, İmamı Âzam’ı) etkisiz kılmadaki şeytanî eylemlerinin nasıl yürütüldü-ğünü ve nasıl etkili olduğunu anlamak için sadece İmamı Âzam’ın hayat ve mücadelesini izlemek bile yeter.

İş o hale getirilmişti ki, Emevînin icraatını tenkit, Allah’ın irade ve kudretini tenkit gibi algılanıyordu. Emevî yandaşı ulema diyordu ki, “Kederin bizim tarafımız-dan belirlenmiş anlamını inkâr, ümmet içine sonradan sokulmuş bir zındık fikirdir.”

Emevîlerin, şuraya kadar anlattıklarımızla oynadıkları şeytanî oyunun anlamını
Mısırlı düşünür Ebu Zeyd çözüyor:

“Emevîlerin bütün zulümleri, ‘kaderi inkâr etmemek’ adı altında tanrısal iradeye
fatura ediliyordu.”(Ebu Zeyd, el-İtticâhu’l-Aklî fi’t-Tefsir, 20)

http://www.sanalbasin.com/goster/23864/?href=http://www.yurtgazetesi.com.tr

DİP NOT: KUR’AN’A GÖRE “ALLAH’IN DİLEMESİ / İLAHİ TAKDİR / KADER” KAVRAMININ CEBRİ (ZORLAYICI) BOYUTU

Yaşar Nuri Öztürk’ün çevirisi ile mealen:

“Allah dileseydi, şirke batmazlardı. Biz seni onlar üzerine bekçi yapmadık.
Sen onlara vekil de değilsin.”  (6. sure (EN’ÂM) 107. Ayet)

Bu ayetle ilgili olarak birkaç ayet:

“Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına dikseydik,Allah’ın dilemesi dışında, yine de inanmazlardı.
Ne var ki, çokları cehalet sergiliyorlar.” (6. sure (EN’ÂM) 111. ayet)

“Şirke batanlar şöyle diyecekler: “Allah dileseydi, ne biz şirke sapardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi haram da yapmazdık.” Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar bu şekilde yalanlamışlardı. De ki: “Yanınızda, önümüze çıkaracağınız bir ilminiz var mı? Zandan başka bir şeye uymuyorsunuz.
Sadece saçmalıyorsunuz siz.” (6. sure (EN’ÂM) 148. Ayet)

“Ortak koşanlar dediler ki: “Eğer Allah isteseydi ne biz ne de atalarımız Allah dışında bir şeye kulluk/ibadet etmez, O’na rağmen hiçbir şeyi haram kılmazdık.”
Onlardan öncekiler de aynen böyle yaptılar. Resullere düşen, açık bir tebliğden başkası değildir.”( 16. sure (NAHL) 35. Ayet)

“Bir de dediler ki: “Rahman dileseydi, onlara tapınmazdık.” Bu konuda hiçbir bilgileri yoktur. Sadece saçmalıyorlar.” (43. sure (ZUHRUF) 20. Ayet)

Bu ayetlerdeki “Allah’ın dilemesi”, insanları öyle olmaya zorlaması anlamında bir yaptırımı kesinlikle değildir. (YNÖ)

Sünnetullah’ın (Allah’ın yol ve yasasının, varlık kanunlarının) bir gereği olarak,
İnsanların seçim ve tercihlerine uygun olarak, hayır veya şer de olsa, insan fillerinin yaratılmasında, her şeyin yaratıcısı olması sebebiyle faili mutlak olduğunun vurgusudur.Bu sebeple de İnsanları dinin doğru yoluna getirmek, dindar yapmak,
sadece Allah ile ona inanan insan arasındaki kişisel bir mesele olup, peygamberler dâhil hiçbir başka insanın, dini veya siyasi bir erkin / gücün üstüne vazife değildir. Zaten Allah’ın dışında “Hâdi” olan bir başka güç / kudret de yoktur.

Bu konuda Sünnetullah’tır ki:

“En mükemmel kanıt Allah’ındır. O dileseydi hepinizi toptan doğru yola iletirdi.”
(6. sure (EN’ÂM) 149. Ayet)

Allah herkesi toptan doğru yola iletmeyi dilememiştir çünkü Sünnetullah gereği olarak:

“Küfre sapanlar derler ki: “Rabbinden ona bir mucize indirilseydi ya!” De ki:
“Allah dilediğini / dileyeni saptırır. Doğruya yöneleni de kendisine iletir.”
(13. sure (RA’D) 27. Ayet)

“Bir kısmını iyiye ve güzele kılavuzladı, bir kısmının üzerine de sapıklık hak oldu. Onlar, Allah’ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Bir de kendilerinin hidayet üzere olduklarını sanırlar.” (7. sure (A’RAF) 30. Ayet)

“Her biri için onu önünden ve arkasından izleyen gözcüler vardır ki, kendisini Allah’ın emrine bağlı olarak koruyup denetlerler. Gerçek şu ki Allah, bir toplumun mâruz kaldığı şeyleri, onlar, birey olarak içlerindekini / birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmez. Allah bir topluma bir perişanlık dileyince de artık onu geri çevirecek bir güç yoktur. Ve onlar için Allah’ın berisinden koruyucu bir dost da olamaz.”( 13. sure (RA’D) 11. Ayet)

“Bu böyledir. Çünkü Allah bir topluma lütfettiği nimeti, o toplum birey olarak içlerindekini / birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmemiştir. Ve Allah, iyice işiten, gereğince bilendir.” (8/Enfal/53)

“…. Allah, zalimler toplumunu doğruya ve güzele kılavuzlamaz.” (5/Maide/51)

Allah, dileyene, dilediğini, dilediğince verir… Hem öyle, hem böyle…

“TAYYİP NEREYE KAÇAR?”


“TAYYİP NEREYE KAÇAR?”


Araştırmacı yazar Adil Hacıömeroğlu çok ürpertici ve
insana “Vay be!” dedirten bir yazı göndermiş.
‘Tayyip Nereye Kaçar?’ başlıklı bu yazının dikkatle okunması gerekir:

“Son günlerde herkesin en çok merak ettiği konulardan biri; RTE’nin hangi ülkeye kaçacağı konusudur. Yolsuzluk bataklığına batmış tüm diktatör liderler ülkelerinden kaçıp giderler bir yerlere. Diktatörler niçin kaçarlar ülkelerinden? Korktukları için. Suçlu bir kişi işlediği suçun boyutunu bilir. Tabiî, cezasının ne olacağını da.
Bu kişiler korkaklıklarını; zalim tavırları, acımasızlıkları, yasa dışılıkları ve
sahte cesaret gösterileriyle örtmeye çalışırlar”.

“Dünyadaki tüm diktatörlerin ortak özellikleri vardır. Bunların başlıcaları; hırsızlık, halkına zulmetmek, emperyalizmin işbirlikçisi olmak,
ülke kaynaklarını efendilerine peş keş çekmek, yurttaşlarını yoksullaştırmak, yalan söylemek, muhaliflerine dünyada görülmemiş iftiralar atmak,
çağdaşlığı yok etmek, yönettiği toplumun tarihi ve kültürüyle bağını kesmek, bilimi baltalayarak yerini hurafelerle doldurmak, gençlikteki yaratıcı duyguları köreltmek, yoksulluğu yazgıya dönüştürmek, insanlara korku salmak,
ulusu bölüp kavga ettirmek, düşünen beyinleri yok etmek,
yüzyılların imbiğinden geçen insancıl değerleri değersizleştirmek,
komşularla ilişkileri gergin tutmak, sürekli düşman yaratmaktır”.

“Her diktatörün bir hazırlığı vardır. Önceden sıkıştığında kaçabileceği ülkeyi belirler. RTE’nin kaçabileceği 4 ülke var: Malezya, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE),
Katar ve Sudan”.

“RTE’nin gelecekte uluslararası mahkemelerde yargılanacağını düşünerek,
onun gideceği ülkeyi belirleyelim. Birleşik Arap Emirlikleri, Tayyip’i çok zor
kabul eder. Çünkü, Batı ile siyasal ve ekonomik ilişkileri çok önemli.
Tayyip’i konuk etmeleri, özellikle turizm merkezi olma konusundaki çabalarına ters düşer. Katar, ABD’ye en bağımlı ülke. ABD desteği olmasa, bir gün
ayakta duramaz. Katar, ABD’nin kullanıp çöpe attığı hiç kimseye kapısını açmaz”.

SUDAN’IN ALTINI ÇİZELİM

“Malezya, AKP’nin iyi ilişkiler içinde olduğu bir ülke. Türkiye’den oraya bir nakit akışı var. Bunun miktarı araştırılmalı. Malezya, AKP’lilerin kaçışında bir geçiş ülkesi olabilir. Ancak Malezya, ihracatı yüksek bir ülke. Turizm gelirleri de iyi. Bu durumdaki bir ülke diktatörleri barındıran bir konumda olmak istemez. Çünkü böyle bir durum onun
ticarî ilişkilerine darbe vurur”.

“Geride kala kala Sudan kaldı. Sudan. AKP’liler için en uygun ülke. Sudan Devlet Başkanı, RTE’nin “Kardeşim!” dediği El Beşir. Soykırım yaptığı gerekçesiyle uluslararası mahkemelerce yargılama kararı var bu diktatör için. Son yıllarda
AKP’ye yakın sözde yardım derneğinin suyolu yaptığı bir ülke burası.
Başbakan da fırsat buldukça ziyaret etti bu ülkeyi. Kardeşi Beşir’i Türkiye’de konuk etti.
Yarın kimin, kime işinin düşeceği belli olmaz. Yazgıları ortak iki yönetici”.

“Merak ettiğim bir şey var: 17 Aralık’tan sonra Sudan’a ne kadar para gönderildi
değişik yollarla? Paralar, dolaylı yollar izleyerek gidebilir bu ülkeye. Muhalefet partilerinin milletvekillerine iyi bir ev ödevidir bu. Kulaklarını ve gözlerini açıp görevlerini yapsınlar”.

“Pek yakında RTE’nin hangi ülkeye kaçabileceği konusuna İngiliz bahis şirketleri
el atabilir”.

Yaşar Nuri Öztürk
info@yasarnuri.com

  • Bir müslümanın ölçüsü geçmiş hükümetlerin yapmış oldukları yanlışları ele alarak “bunlar da çalıyorlar ama hizmet ediyorlar” anlayışı olamaz!

http://www.yurtgazetesi.com.tr/yazarlar/tayyip-nereye-kacar-makale,7529.html, 20.3.14

Yılmaz Özdil: Tape kronolojisi


Dostlar,

Yılmaz Özdil giderek ustalaşıyor…
Bu denli mi usta mizah olur ??
Üstelik tarihe de not düşerken…

  • Yapyeni bir Tarih yazımı olabilir mi??

Bir insan, bir aile, koca koca devlet yöneticileri bu denli mi rezil olur?
Bu denli mi milletin diline düşer, kepaze olur?
Bunlarda hiç ar – haya yok..
Yüzleri “teneke kaplı” derler halk dilinde..
Bildik “teneke” bile bu denli utanca dayanamaz ve bir bir hepsi dökülür;
sonra da kaçınılmaz biçimde tarihin çöp sepetine süpürülürler..

Aslında bu deliğe süpürülme epey ertelendi de değil mi?
Malum danışman ABD’de “DELİĞE SÜPÜRMEYİN KULLANIN”
buyurmamış mıydı.. (Cüneyt Zapsu; Milliyet, 12.4. 2006;
http://www.milliyet.com.tr/2006/04/12/siyaset/axsiy02.html
).

Analaşılan kullanma süresi (miadı) de doldu ama inadım inat?!

Sonra??

Sevgi ve saygı ile.
11 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================

Tape kronolojisi 

portresi_Yimaz_Ozdil_yazdi

Yılmaz Özdil

İpin ucunu kaçırdık,
hangi sırayla hangi ses kaydı çıkmıştı diyorsanız…
Buyrun.

 
Villa tapesi          :
Sümeyye Urla’da villa seçiyor, Latif amca’ya telefon ediyor, villaların arasında on metre olsun, perde çekilsin, ikinci kattan bakıldığında havuz görünmesin, dışardaki mutfak okey diyor.

Alo Fatih tapesi                :
Fas’tan Alo Fatih’i arıyor, Devlet Bahçeli haberi yayınladıkları için kalaylıyor, “bu ne rezillik yani böyle” diyor, Alo Fatih “emredersiniz” diyor, Bahçeli’yi altyazıdan bile sildiriyor.

Anket tapesi            :
Alo Fatih, öbür Fatih’le konuşuyor, öbür Fatih “tarafsızlardan filan kaydırayım, BDP’nin oy oranını iki puan yüksek göstereyim” diyor. Alo Fatih ise “MHP’den al BDP’ye koy” diyor. Bilahare… Alo Fatih, Bilal’i arıyor, “MHP’den alıp BDP’ye yamayacağım” diyor, Bilal da “tamam abi” diyor.

Sit’tir tapesi                :
İzmir valisi, sit alanına kurulan villaları yıktırmak istiyor. Latif abi, beyefendi’yi arıyor, valiyi şikâyet ediyor, vali uçuyor.

Kenef tapesi                :
Latif abi, beyefendi’yi arıyor, “yatak odasındaki banyoda bide olsun mu?” diye soruyor, beyefendi “bide ne yav?” diye soruyor, Latif abi “hani tuvaletten kalkıp fıskiyeyle yıkamak için, taharet almak için” diyor, beyefendi de “yok abicim lüzum yok, normal olsun” diyor.

Sarıgül tapesi                :
Alo Fatih’i arıyor, Mustafa Sarıgül haberlerine yer verdiği için fırça kayıyor,
gösterme şunu!” diyor.

Sağlık olsun tapesi                   :
Alo Fatih’i arıyor, 24’üncü sayfada yayınlanan ve sağlık sisteminin kepazelikten
ibaret olduğunu gösteren haberi şikâyet ediyor. O haberi yapan gazeteciler derhal işten kovuluyor. (O haberde yer alan ve kapı kapı dolaştırılan üç yaşındaki bebek,
maalesef ölüyor.)

Derhal kovun tapesi                    :
Alo Fatih’i arıyor, Yaşar Nuri Öztürk’ü şikâyet ediyor, “hani kovacaktınız” diye soruyor, Alo Fatih “size karşı çok mahcubum, çok özür dilerim” diyor,
Yaşar Nuri Öztürk kovuluyor.

Yasin El Kadı tapesi                  :
Yasin El Kadı, İstanbul’da trafik kazası yapıyor, otomobilde bulunan Usame “112 Acil”i arar gibi beyefendiyi arıyor, beyefendi hemen ambulans gönderiyor, en yakın hastaneyi tarif ediyor, “O hastane de yabancı değil ama, oraya yakın bizim hastane var.” diyor, ilgilensin diye Bilal’i yolluyor.

Evrak imha tapesi                         :
Damat, bakıyor ki polisler evleri basıyor, evrakları yok etmek için öğütücü makine almaya karar veriyor, şoförü gönderiyor, “yabancı bir marka al, büyük bir şey al,
Çin malı alma” diyor.

Kol saati tapesi               :
“Hayırsever” işadamı Rıza’nın yardımcısı, “adama yedirmemiz lazım, kol saati falan alalım, ne dersin?” diyor, Rıza da “iyi olur” diyor, dedesinin nasihatını anlatıyor, “Orospuyla memurun bahşinini önden vermek lazım” diyor.

Üç-beş kuruş tapesi                     :
Muammer bey, evi basılan oğlunu arıyor, “evde kaç para var oğlum?” diyor, oğlan
“üç-beş kuruş babacım” diyor, Muammer bey ısrar ediyor, “oğlum kaç para var?” diyor, oğlan “bir trilyon civarı” diyor. Muammer bey, oğluna akıl öğretiyor, “benim Rıza’yla danışmanlık ilişkim var diyeceksin, gayriresmi danışmanlık diyeceksin, benim para alışverişim sadece bu diyeceksin, akrabam bunun yanında çalışıyor, onun bana borcu var, bu para o para diyeceksin” diyor.

Peki babacım tapesi                  :
Babası kısık sesle konuşarak, Bilal’i arıyor, “Evleri basıyorlar, paraları sıfırla” diyor.
Bilal “hepsini hallettim, 30 milyon avrocuk kaldı babacım, hava kararınca
onu da halledeceğim inşallah babacım.” diyor.

Vakıf tapesi                      :
Hayırsever işadamı Rıza, Bilal’in vakfına telefon ediyor, hayırlı bağışlarda bulunuyor.

Fenerbahçe tapesi                  :
Babası, Bilal’e telefon ediyor, taktik veriyor, Fenerbahçe başkan adayının
neler söylemesi gerektiğini öğretiyor, yönetime kimlerin girmesi gerektiğini anlatıyor, Bilal hadiseyi bir türlü kavrayamıyor, babası sinirleniyor, “Bilal anlamıyorsun yavv!” diyor.

Diğer türlü zekât tapesi                    :
Alo Fatih, Bilal’e telefon ediyor, vakfın banka hesap numarasını istiyor, bir arkadaşın
bir milyon lira bağışta bulunmak istediğini söylüyor, Bilal soruyor, “zekât mı,
diğer türlü mü?”

Ada tapesi                        :
Bilal, ada alıyor.

Kucağa oturtma tapesi: Bilal, babasını arıyor, Sıtkı bey’in 10 milyon dolar getirdiğini söylüyor, babası sinirleniyor, miktarı az buluyor, sakın alma diyor, ne söz verdiyse
onu getirecek, başkaları getiriyor da O niye getiremiyor diyor, bunlar ne zannediyorlar bu işi yav, merak etme kucağımıza düşecekler diyor.
Çiftlik tapesi: Babası, Bilal’i arıyor; parkedir, mutfaktır, banyodur, çiftliğin detaylarını konuşuyorlar.

Aydın Doğan tapesi                 :
Sadullah bey’i arıyor, hâkimlerin falan ayarlanmasını,
Aydın Doğan’ın mutlaka mahkûm edilmesini istiyor.

Danışman tapesi               :
Danışmanı, ihale verdikleri işadamından rica ediyor, kızının okul parasını ödetiyor.

Ampul tapesi                 :
Elektrik dağıtım işi yapan yandaş işadamı, kaçak elektrik yüzünden zarar ettiğini söylüyor. Üzüldüğü şeye bak Allah aşkına… Yandaş işadamının zararı,
devlet kesesinden tıkır tıkır ödeniyor.

Koç tapesi                  :
Yandaş işadamına telefon ediyor, sanki kendisiyle konuşmamış gibi ihbarda bulunmasını istiyor, kaç para fiyat çekmesi gerektiğini öğretiyor,
Koç’un kazandığı Milgem ihalesini zart diye iptal ediyor, yandaş işadamına veriyor.

Yüce yargı tapesi                :
Sadullah bey’e telefon ediyor, Danıştay’a kim başkan olacak, kimler daire başkanı olacak, Yargıtay’da hangi dolaplar çevrilecek, hangi avukatlar savcı-hâkim olacak,
isim isim izah ediyor.

Bağımsız yargı tapesi                    :
Bekir bey’e telefon ediyor, yolsuzluk soruşturmasını yürüten savcıları görevden aldırıyor, kafasına göre savcılar atanmasını sağlıyor.

Hıçkırık tapesi              :
Yandaş medya patronuna bağırıyor, aşağılıyor, eziyor, hakaret ediyor, zırıl zırıl ağlatıyor.

Hırsız-polis tapesi                 :
Efkan bey’le emniyet müdürü konuşuyor. Efkan bey “yolsuzluk soruşturmasını yürüten savcıyı tanımayın” diyor, “savcıdan gelen evrakları yırtın, çöpe atın” diyor.
Resmen tehdit ettiriyor, “savcıya telefon edin, çete kurdun diye seni gözaltına aldırırız deyin” diyor.

Hesap kitap tapesi                    :
Hayırsever Rıza’yla yardımcısı konuşuyor. Zafer bey 10 milyon euro eksik aldığını söylemiş… Rıza, acaba eksik mi ödedik diye soruyor. Yardımcısı kendinden emin;
ne verdiğimiz ne zaman verdiğimiz belli, önüne koyarız diyor.

Damat tapesi                 :
Damat, kayınpedere telefon ediyor. Yeni televizyon kanalı kurulacak,
onun ortaklık yapısını konuşuyorlar.

Özgür medya tapesi                         :
Bilal, babasını arıyor. Hangi gazeteye hangi manşetleri attırdığını tek tek sayıyor.

Gemicik tapesi                 :
Hadi gözünüz aydın, Burak altıncı gemiyi almış.

*
Not tapesi                   :

Bu satırlar, 10 Mart 2014 Pazartesi günü, öğleden sonra yazılmıştır.
Bundan sonra çıkacak tapeleri de bi zahmet aklınızda tutuverin gari.

Şimdi Mustafa Kemal’e ihanet zamanı! / Now it’s time for betraying to Mustafa Kemal ATATURK

Şimdi Mustafa Kemal’e ihanet zamanı!

Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk
yasarnuri.ozturk@yurtgazetesi.com.tr, 14.6.12

“Komünizm geliyor” yaygarasıyla Türkiye’yi ürkütüp yarattığı Yeşil Kuşak İslam’ı ile bizi Demir Perde’ye karşı bedava şövalye olarak kullanan haçlı Batı, şimdi aynı şeyi ‘Ilımlı İslam’ slogan ve projesiyle yapıyor.

Tek fark, Türkiye’nin bu kez, gayri Müslimlere karşı değil, doğrudan doğruya İslam âlemine karşı kullanılmasıdır. ‘Arap Baharı’ denen melanet mevsimi, bu kullanımın başlangıç mevsimidir.

Yeşil Kuşak oyunundan çok daha zor bir iştir bu seferki. Çünkü Müslümanı Müslümana karşı kullanmak söz konusudur. Artık “Allahsız komünistler geliyor, Allahsız komünizme karşı dine inananlar birleşmeli…” edebiyatı yeterli olmaz. Kaldı ki
o edebiyatın ne kadar namussuz bir emperyalist edebiyat olduğu, artık anlaşılmış bulunuyor.

Ucuz şövalyeyi cepheye sürmek için belli ki yine ‘İslam’ kullanılacak ama bu kez İslam’ı İslam’a karşı kullanmak söz konusu olduğundan, haçlı iblisliği bile
çare bulmakta zorlanıyor.

Nasıl yapacaklar bunu?

Önce, bir numaralı direnç noktası olabilecek değerleri yıkmak, Türkiye’nin ve
Türk insanının omurgasını kırmak lazım. Omurga, Türkiye’yi farklı kılan Kemalist mirastır. O’nu işe yaramaz hale getirmek gerekiyor. Onun petrolden daha güçlü olduğu anlaşılmıştır. Petrolün işini bitirdiler ama Kemalist mirasın işini bitiremiyorlar.

Çare şöyle bulundu:

“Sizi model yapacağız” diyerek Türkiye’yi model olmaktan çıkarmak.

İlk iş, Müdafaai Hukuk mirasının koruyucusu aydın güçleri bloke etmektir.
Bu bloke edişin iki ayağı var:

Birincisi, dinci ekipleri güçlendirmek; ikincisi, kilit noktalara oturtulan bazı teneke adamların morfinli salon nutuklarıyla Atatürkçü güçleri uyutmak. Ve tam bu sırada ‘Ilımlı İslam’den en hıyanet ve fesat projesini işletmek. Neden bu ülke sormuyor bu Ilımlı İslam hıyanetinin fesat kodamanlarına:

 “Bizi İslam dünyasına model yapacaksanız, bu modelin kaynağı olan mirasın yaratıcısına neden savaş açmış durumdasınız?

 Neden Atatürk’ten ve laiklikten vazgeçin diye avazınız çıktığı kadar bağırıyorsunuz?”

İngiliz yazar Andrew Mango oyunun belini kıran şu sözleri söylüyor:

 “İslam coğrafyasındaki ülkeler, tabii ki laik ve demokratik Türkiye’den ders alabilirler. Ama bugünkü Türkiye yerine 1930’ların Türkiye’sine bakarlarsa. Ve o Türkiye’nin bu hale nasıl geldiğini incelerlerse. Bunu yaparlarsa kendilerini düzeltecek daha birçok şey öğrenebilirler.”

ATATÜRK’Ü NEDEN SEVMEZLER?

Tek kelimeyle, onurlu olduğu için.

Haçlı Batı, onurlu adamı asla sevmez; onurlu adamın önünü asla açmaz.
Onurlu adamın subaşına geçmesini asla istemez. Sizi sevmeleri için onur ve kişilik yapınızın çürümüş olması lazımdır. Bazen bu çürüme işini bizzat Batı gerçekleştirir. Bizde birçok kuklasına yaptığı gibi. Çürük değilseniz veya çürütülemiyorsanız
sizi adam yerine koymazlar. İşlerine gelmezsiniz.

Batı’ya, onur boyları, Atatürk’ün ayak topuklarına bile yükselemeyen ciğersiz,
imansız adamlar lazım.

Sen gel de bunu anlat, dini kin aracı yaparak kafayı yemişlere!

Atatürk’ün içtiği rakıların çetelesini tutan ahmak ve alçak zihniyet, bu abur cuburla uğraşırken; canına okumak isteyen haçlıların nelerimizi alıp götürdüklerinin hesabını asla yapamıyor. Adamların beyinleri ışık ve dirayet düşmanlığına uyarlanmış.
Gerisi yok!

Hep söyledim, hep söyleyeceğim:

Haçlılar; Atatürk’ün yıkılması için Kâbe’nin yıkılmasını şart koşsalar;

İslam dünyasında ve Türkiye’de, bu namussuz şartı rahatlıkla ve zevkle kabul edecek alçaklar bulabilirler. Ve bunların sayısı az değildir.

Haçlı kodamanlar, bu eşsiz alçaklığın kokusunu çoktan almışlardır.

ABD’si, AB’si onun için bastırıyor.

AKP, Hızla Meşruiyet Dışına Kayıyor !../ JDP is rapidly skating out of legitimacy!

AKP_Hizla_Mesruiyet_Disina_Kayiyor_14.06.08_ve16.62012

Almanya konferansları : 88. Yılında Cumhuriyetin Kazanımları ve Geleceğe Taşıma Sorumluluğu / Acquisitions of Turkish Republic at 88th Year and Responsibility for Carrying to Ethernity

Azmi çelik ve Ahmet Büyükyılmaz ile.. Hamburg Cumhuriyet Konferansımızda..
Yansıları ve http://www.youtube.com/watch?v=K1pdaPVMBuk&feature=share adresinden kamera kayıtlarını izleyebilirsiniz..

Berlin_Kiel_Hamburg_88._ yilinda_Cumhuriyet’in_Kazanimlari_28-30_Ekim_2011

Kitap Özeti : ALLAH ile ALDATMAK, Yaşar Nuri ÖZTÜRK / Deception with God, by Y. Nuri OZTURK

ALLAH_ile_ALDATMAK_Prof._Dr._Yasar_Nuri_Ozturk

Konuk yazar : Türban Kur’an’da Yok ! / “Turban” is Not Existing in The Kur’an

Turban_Kuranda_yok_25.5.12