Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

AİHM’den ‘acil’ koduyla Gülmen ve Özakça talebi

AİHM’den ‘acil’ koduyla Gülmen ve Özakça talebi

http://www.abcgazetesi.com/aihmden-acil-koduyla-gulmen-ve-ozakca-talebi-66447h.htm, 11.10.2017
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
AİHM’den ‘acil’ koduyla Gülmen ve Özakça talebi

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL kapsamındaki KHK’lar ile görevlerine son verilen akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça tarafından yapılan dava başvurularını “öncelikli” kategorisine alarak “acil” koduyla işleme koydu. Deutsche Welle Türkçe’den Kayhan Karaca’nın haberine göre, AİHM Gülmen ve Özakça’nın Ankara’ya karşı dava başvurusuyla ilgili olarak bu hafta Türk hükümetine bir dizi soru yöneltti ve Türk hükümetinden savunma göndermesini talep etti.

‘GEÇİCİ TUTUKLULUK YASAL MI?’
Davacılar hakkındaki geçici tutuklama kararlarının “yasallığını” sorgulayan AİHM, bu kararların Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) tutuklama nedenleriyle ilgili 100’üncü maddesinde belirtilen hükümlere uygun olarak yapılıp yapılmadığı konusunda kapsamlı açıklama istedi.

AİHM, geçici tutukluluk kararı ve bu karara yapılan itirazı reddeden yargıçların kullandığı gerekçelerin yeterli ve yerinde olup olmadığını da sordu.

Gülmen ve Özakça açlık grevine başladıktan sonra haklarında alınan geçici tutukluluk kararının ve tutukluluk koşullarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin

– yaşam hakkı,
– işkence ve kötü muamelenin önlenmesi ve
– güvenlik hakkıyla ilgili

maddeleriyle bağdaşık olup olmadığını da soran AİHM, tutuklama kararının davacıların yaşamını ne derece tehlikeye attığı konusunda Ankara’dan görüş istedi. AİHM Türk hükümetinden Gülmen ve Özakça’nın sağlık durumları konusunda ayrıntılı bilgi ve belge isteminde de bulundu.

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça 28-29 Haziran 2017’de AİHM’e başvurarak, haklarındaki geçici tutukluluk kararı ve tutukluluk koşullarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olduğunu savunmuşlardı. Davacılar AİHM’e gönderdikleri dava dilekçesinde, haklarındaki geçici tutukluluk kararını “keyfi” ve “açlık grevine son verdirmek için alınmış bir önlem” olarak tanımlamışlardı. Gülmen ve Özakça, geçici tutukluluk kararı verilirken kullanılan gerekçelerin ise “temelsiz” olduğu tezini ileri sürmüşlerdi.

Gülmen ve Özakça, tutuksuz yargılanmaları amacıyla AİHM’den geçici tedbir talebinde de bulundu, ancak AİHM bu isteme  olumlu karşılık vermedi. Mahkeme 30 Haziran 2017’de aldığı bir kararla geçici tedbir başvurusunu incelemeyi “askıya aldığını” duyurdu. Buna karşılık, davacıların “istedikleri bir doktor tarafından muayene edilmeleri” için Türk hükümetini önlem almaya çağırdı. Gülmen ve Özakça’ya da açlık grevine son vermeleri çağrısında bulundu.

AİHM SAYESİNDE İLK MUAYENE
AİHM’in çağrısı üzerine Gülmen ve Özakça 14 Temmuz 2017’de Ankara Sincan Cezaevi içindeki hastanede muayene edildi. AİHM’in 21 Temmuz’daki 2. başvurusu üzerine davacılar bu kez 25 Temmuz’da Ankara Numune Hastanesi’nde muayeneye alındı. Numune Hastanesi’nde 11 hekim ile hazırlanan raporda davacılar için “Mevcut bulgulara göre hayati tehlike arz eder. Hayatını yalnız başına idame ettiremez. Ancak mevcut bulgular tutukluluk halinin tehirini gerektirmez. Hastane statüsünde sağlık birimi olan ceza infaz kurumlarında veya resmi sağlık kuruluşlarının mahkumlara ayrılan bölümlerinde takip ve tedavi edilebilir” görüşüne yer verildi.

GEÇİCİ TEBDİR BAŞVURUSUNA RET
AİHM bu görüş üzerine, Gülmen ve Özakça’nın Sincan Cezaevi Kampüsü Devlet Hastanesi’nde tutulmalarının “yaşamlarına ya da organlarına telafi edilemez zararlar verecek gerçek ve acil bir risk oluşturmadığına” karar verdi. Buna karşılık davacıların güncel ihtiyaçlarını Numune Hastanesi raporunda belirtildiği gibi gerçekleştirebilmeleri ve istedikleri doktorlar tarafından muayene edilebilmelerine olanak tanınması için Türk hükümetinin gerekli önlemleri almasını istedi.

Strasbourg Mahkemesi, iki eğitimcinin açlık grevine son vermeleri için daha önce yapmış olduğu çağrıyı da yineledi. Gülmen ve Özakça işlerine geri dönebilmek amacıyla 11 Mart 2017 tarihinde açlık grevine başlamışlardı.
=========================================
Dostlar,

Bu yakıcı soruna artık İVEDİ bir çözüm bulmanın zamanı geldiiiii, geçiyor..
Nuriye ve Semih 11 Mart 2017 günü, hak arama aracı olarak başkaca hiçbir olanağın kalmadığını görmenin çaresizliği içinde AÇLIK grevine başladılar..

– Mart 2017 içinde 21 gün
– Nisan 2017 boyunca 30 gün
– Mayıs 2017 boyunca 31 gün
– Haziran 2017 boyunca 30 gün
– Temmuz 2017 boyunca 31 gün
– Ağustos 2017 boyunca 31 gün
– Eylül 2017 boyunca 30 gün
– Ekim 2017 içinde 11 gün (bu gün 11 Ekim 2017)
—————————————————————–
Toplam.. 215 gündür ölüme yatmış durumdalar ve sağlıkları ağır biçimde bozuldu.

Her an, ÖLÜM dahil son derece ağır kalıcı sonuçlarla yüzleşebiliriz.
AİHM de durumun ciddiyetini 2. başvuruda anlamış olacak ki,  İVEDİ adımlar attı.

5271 sayılı CEZA MUHAKEMESİ KANUNU‘nun “Tutuklama nedenleri”  başlıklı 100. maddesi aşağıda..

Madde 100 –  (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:

  1. a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
  2. b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
  3. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
  4. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,

Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.

(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:

  1. a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (1)
  2. Soykırım ve insanlığa karşı suçlar (madde 76, 77, 78),
  3. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),

3.(Ek: 6/12/2006 – 5560/17 md.) Silahla işlenmiş kasten yaralama (madde 86, fıkra 3, bent e) ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama (madde 87),

  1. İşkence (madde 94, 95)
  2. Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, madde 102),
  3. Çocukların cinsel istismarı (madde 103),

7.(Ek: 6/12/2006 – 5560/17 md.) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),

  1. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),
  2. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),
  3. Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308),
  4. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
  5. b) 10.7.1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları.
  6. c) 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununun 22 nci maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu.
  7. d) 10.7.2003 tarihli ve 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar.
  8. e) 21.7.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar.
  9. f) 31.8.1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun 110 uncu maddesinin dört ve beşinci fıkralarında tanımlanan kasten orman yakma suçları.

(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.
*********

Görüldüğü gibi bu maddedeki tutuklama nedenlerinin hiçbiri en azından “AR-TIK” yoktur!
Gerek görülüyorsa uygun “güvenlik tedbiri” ile (polise her gün imza verme, yurt dışına çıkmama..) salıverilmeli, uygun – etkin çok yönlü sağaltım (özel beslenme, psikotrerapi, rehabilitasyon..) ile sağlıklarını kazanmalarına çaba gösterilmelidir.
Her an çooooooooooook geç kalınabilir.

  • Unutmayalım, bu 2 masum genç iki yüz on beş gündür AÇ-LAR!

Yargılamayı tutuksuz sürdürün, gerekiyorsa göreve de başlatmayın yargılama bitene dek ama salıverin artık..

OHAL Komisyonu da ar-tık oyalanmasın..
Gecikilen her an, üretilecek çözümleri tümüyle anlamsız kılabilir.

Türkiye’nin başında binbir sorun var. Bir de bu önlenebilecek sorun yüzünden toplum zedelenmesin (travma almasın), toplumsal barış daha çok yara almasın

Siyasette – devlet yönetiminde inat – gurur – kibir – intikam – kin gibi ilkel duygu ve davranışlara asla yer olamaz.

Sevgi ve saygı ile. 11 Ekim 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

“Eğitimimizin Son 15 Yılı ve Seçeneklerimiz” Eğitimde 15 yıldır yapılanlar Anayasayı ihlâl suçudur

EĞİTİM-İŞ, ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ ve TÜMÖD EĞİTİM KURULTAYI

“Eğitimimizin Son 15 Yılı ve Seçeneklerimiz”
Eğitimde 15 yıldır yapılanlar Anayasayı ihlâl suçudur

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır.)

Ulusal Eğitim Derneği, Eğitim İş Ankara 1 ve 2 no’lu Şubeleri ile Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD)’nin girişimiyle 07 Ekim 2017 Cumartesi günü Ankara’da düzenlenen “Eğitimimizin Son 15 Yılı ve Seçeneklerimiz” konulu sempozyumda (AS: kurultayda) AKP iktidarları süresince yaşanan eğitim sorunları gündeme taşındı. Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde gerçekleşen üç oturumluk sempozyumun ilkinde Eğitimde Gericileşme konusu işlendi. Ulusal Eğitim Derneği Genel Başkanı Nazım Mutlu’nun yönettiği oturumda Prof. Dr. F. Dilek Gözütok ders programlarına, Prof. Dr. Firdevs Gümüşoğlu da ders kitaplarına yansıyan boyutlarıyla konuyu ele aldı. Bu oturumda Eğitim İş Ankara 2 no’lu Şube Başkanı Banu Günüç okullardaki gerici uygulamaları, CHP milletvekili Dr. Ceyhun İrgil de gerici kadrolaşmayı anlattı. (danışmanı – temsilcisi aracılığıyla).

Sempozyumun “Eğitimde Özelleştirme” başlıklı ikinci oturumunu ise Prof. Dr. Tülin Oygür yönetti. Bu oturumda Dr. Ayhan Ural özel okulları, Hüseyin Canerik hizmetlerin özelleştirilmesini, gazeteci-yazar Rıza Zelyut ise MEB’in çeşitli kuruluşlarla (dinci vakıflar vd.!) işbirliğini ele aldı.

Sempozyumun “Biz Ne İstiyoruz?” başlıklı üçüncü ve son oturumunu Suay Karaman yönetti. Bu oturumun konuşmacılarından Prof. Dr. Semih Koray “Nasıl Bir Eğitim İçeriği?”, Prof. Dr. Recep Akdur “Nasıl Bir Öğrenme Ortamı?” ve Prof. Dr. Hüseyin Başar da “Nasıl Bir Öğretmen?” sorularına yanıt aradı. Elçin Güneş’in sunuculuğunu yaptığı sempozyum, Ayhan Sarıhan’ın yönettiği tartışma ve sonuç bildirgesinin okunmasıyla sona erdi.

Sonuç bildirgesinde aşağıdaki saptama ve önerilere yer verildi:

SAPTAMALAR

  1. Eğitimin temel araçlarından biri olan ders programları yetkin olmayan kadrolarca Türk Milli Eğitiminin amaçlarına ve demokrasi ilkelerine aykırı olarak hazırlanmıştır. Programlar gericileştirilmiş, bilim dışına kaydırılmış, Cumhuriyet, Atatürk ve bilim karşıtı bir içeriğe büründürülmüştür.
  2. Eğitimin bir kamu hizmeti olması gerekirken özel okulculuk desteklenmiş, kamu kaynakları bu alana aktarılmış, eğitime erişimde derin bir fırsat eşitsizliği yaratmıştır.
  3. 4+4+4 modeliyle eğitim kesintili hale getirilmiş, açık okullar aracılığıyla öğrenciler örgün eğitimin dışına çıkarılmıştır.
  4. Ders kitaplarında toplumsal roller ve işlevler cinsiyete göre farklılaştırılmış, kadının işlevi ev işleriyle sınırlandırılmış, kadın toplumsal yaşamın dışında bırakılmıştır. Öğrencilere böyle bir rol benimsetilmek istenmiştir. 70 yıl önce başlayan bu süreç, son 15 yılda önemli ivme kazanmıştır.
  5. Eğitim kurumlarındaki yöneticilerinin belirlenmesinde liyakat terk edilmiş, siyasal tercihler öne çıkmıştır. Eğitim yöneticilerinin yüzde 84’ü iktidarın güdümündeki bir sendikanın üyesidir.
  6. Bir yandan imam hatip okullarının sayısı artırılmış bir yandan da eğitimin her kademesi ve türündeki okullar dinsel içerikli seçmeli derslerle ve uygulamalarla imam hatipleştirilmiştir.
  7. Din eğitimi anaokuluna dek indirilerek somut öğrenme dönemindeki çocuklar soyut kavramlarla dinsel inanç bağlamında şekillendirilmeye çalışılmaktadır.
  8. MEB, müftülükler, tarikat-cemaat vakıfları ve benzer kuruluşlarla protokoller imzalayarak bir yandan eğitimin laik ve bilimsel yapısını ortadan kaldırmış öbür yandan da kamu kaynaklarını bu kuruluşlara aktarma olanağı sağlamıştır.
  9. Karma eğitimden aşamalı olarak vazgeçilmekte; okullarda, yurtlarda erkek ve kız öğrencilerin kullandığı mekânlar (sınıf, kat, yurt binası, merdiven, kantin vb.) cinsiyete göre ayrılarak kız ve erkek öğrenciler birbirine yabancılaştırılmaktadır.
  10. Eğitim kuruluşlarında hemen her tür hizmet, hizmet satın alma yoluyla gerçekleştirilmekte; bu da hizmetin denetlenebilirliğini ortadan kaldırmaya ve hizmetin gereği gibi yapılmamasına yol açmaktadır.
  11. FATİH Projesi, okullarda bir teknoloji çöplüğü yaratmıştır. Projenin ihaleleri Kamu İhale Yasası’nın dışında tutulmuş; harcamalarda saydamlığın, hesap sorulabilirliğin ve hesap verilebilirliğin önü kapanmıştır.
  12. Ders programlarının hazırlanmasında yabancı emperyal kuruluşlar söz sahibi kılınmıştır.
  13. Her yıl değişen ders programları nedeniyle yıl sonunda biriken atık kitap ve yardımcı materyaller büyük bir kamu israfına yol açmaktadır.
  14. Ulusal ve uluslararası ölçmeler, öğrencilerimizin her alandaki başarı düzeyinin sürekli gerilediğini göstermektedir.
  15. Üniversitelerin gereksinimlerini karşılamada bağımsız davranabilme yetenekleri ellerinden alınmıştır.
  16. Eğitim alanında son 15 yıldır yapılagelen işler, Anayasayı ihlâl suçu oluşturmaktadır.

ÖNERİLERİMİZ

  1. Eğitim; uluslaşma, aydınlanma ve demokratik devrime hizmet edecek biçimde kurgulanmalıdır.
  2. Eğitimin içeriğinin kurgulanmasında Atatürk ilke ve devrimleri esas alınmalıdır.
  3. Ders programları ulusal, bilimsel ve laik bir yaklaşımla yeniden yazılmalı, alan bilgisinin gerekleri doğrultusunda yapılandırılmalıdır.
  4. Eğitimin her alanında Köy Enstitülerinin zengin deneyimlerinden yararlanılmalıdır.
  5. Özel okullar kamulaştırılmalı ve kamu kaynakları devlet okullarına aktarılmalıdır.
  6. Eğitim, okul öncesinden üniversite sonuna kadar parasız olmalıdır.
  7. Eğitim-öğretimi kesintili hale getiren 4+4+4 modeline son verilmeli,
    temel eğitim zorunlu ve kesintisiz kılınmalıdır.
  8. Açık okullar aracılığıyla örgün eğitimden alıkonan öğrencilerin tümü örgün eğitimin içine alınmalıdır.
  9. Özerkliği kaldırılmış üniversiteler yeniden özerk yapısına kavuşturulmalıdır.
  10. Nitelikli öğretmen yetiştirilebilmesi için eğitim fakülteleri bütün yönleriyle yeniden programlanmalı, öğretmen formasyonlarına dönük ciddi önlemler alınmalıdır.
  11. Öğretmen yetiştirmede kuramsal bilgilerin ezberletilmesi terk edilmeli, mesleksel uygulamaya ağırlık verilmelidir. Öğretmen, öğrenciye öğrenmeyi öğretecek nitelikte yetiştirilmelidir.
  12. Öğretmen yetiştiren kurumlar, öğretmen adaylarını halka hizmet ve önderlik edecek nitelikte yetiştirmelidir.
  13. Özgür düşünceli, bilime inanan, kişilikli kuşakların yetiştirilebilmesi için öğretmenler de bu nitelikleri taşıyacak biçimde yetiştirilmelidir.
  14. Ders kitaplarının hazırlanmasında alanlarının uzmanı olan öğretmenlerle çalışılmalı;
    içerikler laik, modern, çağdaş yaşamın gereklerine dayandırılmalıdır.
  15. Bilgi yanlışlıkları ve anlatım bozukluklarıyla dolu ders kitapları yeniden gözden geçirilmelidir.
  16. Nitelikli bir eğitim için fiziksel koşullar, insan gücü ve düşünsel yapı bakımından uygun,
    sağlıklı eğitim ortamları yaratılmalıdır.
  17. Ülkemizin gereksinimlerini karşılayacak büyüklükte ve bilimsel ilkelere uygun eğitim programları, öğretim teknolojisi, ölçme-değerlendirme merkezi kurulmalı;
    ölçme-değerlendirme merkezi özerk olmalıdır.
  18. Büyük bir kamu israfına yol açan atık kitap ve eğitim materyalleri yıl sonunda toplanıp
    yeniden kullanımı sağlanmalıdır.
  19. Kolej ve temel lise tipi okullar yeniden düzenlenmeli, imam hatiplere dönüştürülen okullar ise önceki konumuna kavuşturulmalıdır.
  20. Yarışmacı, rekabetçi ve sınav odaklı bir sisteme karşı olmakla birlikte;
    yalınlaştırılmış, uzmanlara danışılarak nesnel bir ölçme sistemi yapılandırılmalıdır.
  21. Bilimle, halkla, üretimle bütünleşmiş, Atatürk’ün yolunda bir eğitim sistemi inşa edilmelidir.
  22. Bu sempozyumdan düzenleyici kuruluşların başını çektiği bir eylem planı çıkarılmalıdır.
    ======================================
    Dostlar,

    Düzenleyici her 3 kuruluşun da üyesiyiz. Kurultaya sabahtan – akşama katıldık, özenle dinledik ve notlar aldık. Kapanış oturumunda, tanınan 5 dakika içinde sonuç bildirgesine ve toplantının bütününe dönük önerilerimizi kurula sunduk. Emek veren herkese teşekkür ederiz. Ne yazık ki yandaş ve yanaşma kokuşmuş basın ilgi göstermedi. Aydınlık ve Ulusal Kanal sınırlı yer verdi. Oysa gün boyu alanın uzmanları son derece önemli saptamalarda bulundular ve çooook işe yarayacak öneriler sundular.

    CHP’nin “EĞİTİM’in ÜÇ ŞARTI” kurultay raporunu değerlendirirken de bu metnin özetinin altında değerlendirmeler yapmıştık. Bu içeriği 07 Ekim 2017 Kurultayı sonunda da özetle sunduk :
    *********
    http://ahmetsaltik.net/2017/10/10/chpnin-egitim-calistayi-raporu-tamamlandi-egitim-cemaatlere-teslim-edildi/

    • AKP’nin ülkemize en çok zarar veren – yıkım getirecek olan dayatması hatta saldırısı,
      Ulusal EĞİTİM SİSTEMİNE yapılan ihanettir. Evet, bu girişim tam bir İHANETTİR!

    BİLEREK VE İSTEYEREK, TASARLANARAK YAPILMAKTADIR ve

    • Tam anlamıyla CUMHURİYETE ŞAH MAT HAMLESİDİR!

    Bu bağlamda yazdığımız makaleyi daha önce sitemizde yayınlamıştık, okumak için lütfen üstünde tıklayınız..

    MÜFREDAT DEĞİŞİKLİĞİ CİHAT İLANI İLE “ŞAH MAT” HAMLESİ Mİ??!

    07 Ekim 2017 günü Ankara’da, 3’üne de üye olduğumuz Ulusal Eğitim Derneği, EĞİTİM-İŞ TÜMÖD‘ün bir Eğitim Kurultayı yapıldı. Bu toplantıda da benzer düşüncelerimizi dile getirdik. AKP’yi bu akıl ve bilim dışı vahşi – acımasız – dinci – kinci – yıkıcı saldırıyı durdurmaya çağırdık. Topluma, ülkemize yönelttiği malign enerjiye son vermesi çağrısı yaptık.

    Bu saldırının mutlaka def edilmesi gerek..

    Aileler (veliler) + Öğretmenler + öğrenciler birlikte direnmeli..
    Bu tutum ulusal ve uluslararası hukukta meşru bir direnme hakkıdır.

    AKP’nin bu insanlık dışı dayatması yalnızca akla ve bilime aykırı değil!
    Anayasa’nın Başlangıç bölümü, 2, 5, 10, 24, 42, 90 ve 174. maddelerine açıkça aykırı!
    Bu durumda Danıştay’ın ilgili Yönetmeliği oyala(n)madan mutlaka iptal etmesi beklenir.
    AKP yasal düzenleme ile ısrar ederse bu kez Anamuhalefet CHP Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu yapmalıdır (AY md. 150).

    Ayrıca başta AİHS, İHEB, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi olmak üzere Anayasa md. 90/son uyarınca iç hukukumuza malolmuş uluslararası anlaşma ve sözleşmeleri de AKP = RTE zerrece takmamaktadır! Zorunlu din derslerinin kaldırılmasına ilişkin AİHM’nin Büyük Dairede kesinleşmiş 3 kararını AKP = RTE inatla ve pervasızca uygulamamaktadır.

    Bu tutum Türkiye’yi, hukuk tanımayan  “haydut devlet” statüsüne düşürebilir.
    Ardından da uluslararası toplum ve sistem ülkemize kapsamlı yaptırımlar uygulayabilir.

    Hedef açıkça ilan edilmiştir :

    • DİNCİ – KİNCİ molla, meczup ve de mensup müritler yetiştirmek!

    Bu yolla kitleleri devşirip oy deposu yapmak ve bir din devleti – sultanlık kurup ölene dek iktidarda kalmak, hesap vermemek, sonrasında da cülus! (İktidarın babadan oğula geçmesi..)

    Tasarım korkunç, dehşet verici, mide bulandırıcıdır, isyan ettiricidir.
    Bu dayatma ayrıca açık suçtur, üstelik insanlığa karşı suçtur, zaman aşımı yoktur.
    Uluslararası toplum ve kurumların BM sistemi bağlamında ülkemizin içişlerine karışmadan AKP = RTE‘yi uyarması gerekmektedir.

    • Ortadoğu’da, Avrupa’nın bitişiğinde, Türkiye’de yepyeni bir dinci – karanlık – şeriat devleti ciddi bir stratejik küresel tehdittir!

    Gerçekte AKP iktidarının meşruluğu da kalmamıştır!

    16 Nisan 2017 halkoylamasına YSK eliyle hile karıştırıldığı ve sonucun tersine döndürüldüğü iç ve dış kamuoyunda ezici bir kabul görmektedir. AKP iktidarı böylesi bir zeminde, yitirdiği iktidar kaynağını meşruluğunu son derece şaşkın durumda ve patolojik yollarla sürdürebilme hezeyanı içinde!

    Durum çooook kritik..

    Sevgi, saygı ve derin kaygı – endişe ile. 10 Ekim 2017, Ankara
    *****

     

     

    Sevgi, saygı ve derin kaygı – endişe ile.
    11 Ekim 2017, Ankara


    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

 

10 Ekim Katliamı unutulmadı… Barış şehitlerini anmaya bile tahammül yok

10 Ekim Katliamı unutulmadı…
Barış şehitlerini anmaya bile tahammül yok!

10 Ekim 2017, Cumhuriyet
Haber görseli
1
Ankara’da 2 yıl önce Gar Kavşağı’nda meydana gelen ve 102 kişinin yaşamını yitirdiği, yüzlerce kişinin de yaralandığı bombalı terör saldırısının yıl dönümünde, yurdun birçok yerinde anma eylemleri düzenlendi.

Ankara Garı önüne gitmek isteyen gruplarla, İstanbul Üniversitesi’nde katliamda yaşamını yitirenleri anmak isteyen öğrencilere polis müdahale etti. Polis müdahalelerinde çok sayıda yurttaş gözaltına alındı.

İşte il il 10 Ekim Ankara Katliamı anmaları…

Haber görseli
2
Ankara Garı önünde gerçekleşecek olan anma nedeniyle polis ekipleri sabah saatlerinden itibaren çevrede yoğun güvenlik önlemi aldı. Gara çıkan bütün yollar sabah erken saatlerde trafiğe kapatıldı. Bomba uzmanları ve çok sayıda polis anmanın yapılacağı yerde arama yaptı. Sıhhiye caddesinde toplanan yaklaşık 100 kişilik grup anma programının düzenleneceği alana gitmek istedi. Fakat polis ekipleri, sadece olayda hayatını kaybeden kişilerin yakınlarına, milletvekillerine ve sivil toplum kuruluşları temsilcilerine izin verdi. Fakat grup hep birlikte girmek isteyince polis ekipleri müdahale etti. Biber gazlı müdahale sonrası grup bölgeden uzaklaştırıldı. Polis müdahalesinde çok sayıda yurttaş gözaltına alındı.
Haber görseli
3
Katliamın gerçekleştiği alana yurttaşlar alınmazken, CHP milletvekilleri ve yaşamını yitirenlerin yakınları Ankara Garı önüne gelerek açıklama yaptı.

    Haber görseli

    4
    İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleştirilmek istenen 10 Ekim Ankara Katliamı anmasına da polis müdahale etti. Bazı öğrenciler gözaltına alındı.
    Haber görseli
    5
    Merkez Kampüs Havuzlu Bahçe’de anma için karanfiller bırakıldığı sırada müdahale gerçekleşti. İlk bilgilere göre 10’dan fazla öğrenci gözaltına alındı.

    Ana Kapı önünde toplanan öğrenciler de ikinci kezpolisin engellemelerine maruz kaldı.

    Haber görseli
    6
    Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası’na bağlı grup, Haydarpaşa Garı’nda, 2 yıl önce Ankara’da hayatını kaybedenler için bir anma programı düzenledi. “10 Ekim Şehitlerini Unutmadık, Unutmayacağız, Unutturmayacağız” yazılı pankart açan grup 1 dakikalık saygı duruşunun ardından açıklama yaptı.
    Devlet Gül Bildikarı’nın okuduğu basın açıklamasında, “Bugünden geriye baktığımızda, yaşadıklarımızın sadece 2 canlı bombanın kendisini patlatmasının ötesinde, siyasi tercihlerin, ihmallerin, görmezden gelmeleri ve en önemlisi de kimsenin saklayamayacağı biçimde kastın olduğunu gördük” dedi.
    Patlamada ölenlerin fotoğraflarının ve hikayelerinin bulunduğu bir pano asıldı. Açılan deftere duygularını yazan bazı katılımcıların ağladığı görüldü.
    Haber görseli
    7
    ANKARA’da iki yıl önce miting öncesinde Gar Kavşağı’nda düzenlenen bombalı terör saldırılarında hayatını kaybedenler İzmir’de anıldı. Basın açıklamasını okuyan Mustafa Güven, “Bizler 10 Ekim Emek, Barış ve Demokrasi Mitingiyle, ülkemizde yaratılan savaş atmosferine, çatışma ve katliamlara dur demek istemiş, on binlerce yol arkadaşımız ile Ankara’da bir araya gelmiştik. Adeta bugün giderek bir savaş sarmalı içerisine hapsedilen Türkiye’yi öngörmüştük. Savaşlar olmasın, analar ağlamasın demiştik. O günkü o barış çığlığının Türkiye için Ortadoğu için ve dünya için ne kadar ne kadar değerli olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılıyor” dedi.
    Haber görseli
    8
    10 Ekim 2015 tarihinde Ankara Garında gerçekleştirilen terör saldırısında yaşamını yitiren 102 kişi, ölüm yıl dönümlerinde anıldı. Tunceli’de de KESK Şubeler Platformu katliamda hayatını kaybeden Mesut Mak ve Adil Gür’ün Atatürk Mahallesi’nde bulunun mezarları başında anma gerçekleştirdi.
    Hayatını kaybeden Mak ve Gür’ün yakınlarının yanı sıra KESK üyeleri ve bazı siyasi parti temsilcilerinin katıldığı anmada, bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.
    Anmada konuşan KESK Dönem Sözcüsü Özcan Gürtaş, yaşanan katliam nedeniyle acı ve öfkelerinin taze olduğunu belirtti.
    Katliamın tüm sorumluları yargılanana ve hak ettikleri cezayı alana kadar öfkelerini diri tutacaklarını aktaran Gürtaş, “Katliamın unutturulmak istenmesine izin vermeyeceğiz. Arkadaşlarımızın hesabını mutlaka soracağız. Eşitlik, özgürlük, demokrasi ve barış mücadelesi yitirdiğimiz arkadaşlarımızın en büyük emanetidir. Bizler bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da bu doğrultuda kararlı mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz” dedi.
    Haber görseli
    9
    GAZİANTEP’te sivil toplum kuruluşları, Ankara’da 2 yıl önce düzenlenen 10 Ekim Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi’ne terör örgütü IŞİD tarafından yapılan bombalı saldırıyı kınadı. Açıklamayı okuyan Gaziantep- Kilis Tabip Odası Başkanı Hamza Ağca, Reyhanlı, Diyarbakır ve Suruç saldırılarının aydınlatılması halinde 10 Ekim Ankara Gar saldırısının yaşanmamış olabileceğini söyledi.
    Haber görseli
    10
    Haber görseli
    11
    Sevgi, saygı ve acı ile. 10 Ekim 2017, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

    Bir ABD projesi olarak AKP

    Bir ABD projesi olarak AKP

    Emre Kongar
    (AS: Bizim kapsamlı katkımız ve çağrımız yazının altındadır..)

    Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Abdüllatif Şener tarafından kurulan parti, “Ilımlı İslam” adı altında “Amerikancı İslam” modeli üzerinden, Neo-emperyalizmin ve Neo-liberalizmin bir aracı olarak iktidara getirilmiştir
    AKP için planlanan görev, “Ilımlı Amerikancı İslam” kimliğiyle, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki İslam ülkelerinde “sözde demokratik”, “özde Amerikancı” rejimlerin iktidarlarına örnek olmasıydı. 
    Nitekim, sonradan “Arap Kışı”na dönüşen, “Arap Baharı” denilen trajedi, bu model üzerine başlatıldı… Başkanlar devrildi, rejimler değiştirildi… Sonuç olarak çok kan döküldü ve elde yalnızca;
    Libya’da büyük bir kaos,
    – Irak’ta kargaşa (AS: 2 kez işgal!) ve bölünme,
    – Suriye’de iç savaş,
    – Mısır’da askeri rejim ve
    – İstikrarsız bir bölge kaldı!
    ***
    “ABD’nin Siyasal İslam’la Dansı” adlı kitabımda Amerika’nın, Condoleezza Rice’ın ağzından ifade ettiği bu projedeki hatalarını çok önceden yazmış ve bölgedeki bu felaketi önceden haber vermiştim. (Bakınız özellikle “Türkiye Bir Model Olabilir mi?” bölümü, ss. 150-190. 
    Elbette ABD’nin yaptığı en önemli hata, din ekseninde kurulacak bir iktidardan Demokrasi beklemek yanlışıydı. 
    Aslında ABD’nin asıl beklentisi, kurulacak rejimlerin Demokratik olması değil, kendisinden ve Neo-emperyalizmden yana olmasıydı… 
    Demokrasi söylemini yalnızca bir kamuflaj olarak kullanıyordu ama “Ilımlı Amerikancı İslam” savunucularının “Radikal Siyasal İslam Terörünü” besleyecek bir siyasal, toplumsal ve kültürel ortam yarattıklarını da görememişti!
    ***

    • “Bir Amerikan Projesi olarak Adalet ve Kalkınma Partisi”nin
      kurulma öyküsünü Merdan Yanardağ, aynı isimli kitabında çok iyi anlatır: 

    Özellikle 1. Bölüm’de şu başlıklar, konuyu derinliğine irdeleyen yazılardan oluşuyor: 

    1. Ilımlı İslam’ın test alanı. 

    2. Ilımlı İslam, 28 Şubat ve “Yeni Cumhuriyet”. 
    3. Irak Savaşı’nın AKP’ye sunduğu fırsat. 
    4. AKP’nin önünü açan sivil darbe: Ecevit hükümeti nasıl devrildi? 
    5. Erdoğan’ın gizli ABD görüşmeleri. 
    6. Kurtlar sofrasında ikna olmak! 
    7. AKP’nin “tarihsel fırsat” teorisi. 
    8. Çatışma kaçınılmazdı.
    ***
    Yanardağ’ın bu önemli kitabı, ister istemez şu iki soruyu akla getiriyor: 

    • Bir ABD projesi olarak kurulan ve iktidara getirilen AKP’nin bugünlerde ortaya çıkan Antiemperyalist söylemi ve tavrı ne kadar inandırıcıdır… 

    Bu söylem ve tavır, artık ömrünü tamamlamış bir siyasal iktidarın, ömrünü uzatmak için başvurduğu son bir takıyye midir?
    ***
    DİREN ANTİEMPERYALİST DEMOKRASİ!
    ==========================================
    Dostlar,

    AKP = Erdoğan’a Açık Çağrı

    Saygın Emre Kongar büyüğümüz, bu gün Cumhuriyet’teki önemli köşesinde neredeyse bire bir bizim düşündüklerimizi yazmış! Biz de sitemizin manşetinde, bu yazıyı okumadan önce şu dizeleri paylaşmıştık “karşılıklı” (!?) vize salvolarının ardından..

    • Sorumsuz, kabadayı, uluslararası hukuku hiçe sayan efelikleri sürdürün..
      ABD’deki suç ortaklarına karşılık rehinler alın, sonra da “karşılıklık” diyerek
      ABD’yi karşınıza alın. Döviz fırlasın, yoksullaşalım, onlarca milyar Dolar bedel ödeyelim;
      bir de gariban tabanı gaza getirin, kamuyonu gerçek gündem yerine meşgul edin ve de
      mağduru oynayın.. Ülke dibe vurdu, sıktı artık bu ilkel – çirkin oyun, kendinize gelin!
    • Bir ABD projesi olarak kurulan ve iktidara getirilen AKP’nin son günlerde takındığı antiemperyalist ulusalcı söylemi ve politikalara ne denli inanabiliriz ki!? 

    AKP = RTE uzatmalara oynuyor tüm stratejisiyle.. çıkmadık canda umut vardır.. Bu sabah AKP parti  grubu toplantısında, Başbakanlık yapan Yıldırım yine tabanı gazlıyordu. Meğer ekonomimiz İspanya’yı geçmiş, Almanya – İngiltere – Fransa – İtalya’nın ardından 5. liğe yükselmiş ve 2020’de orta gelirli ülke olmaktan çıkıp üst gelirli ülkeler kümesine terfi edecekmişiz..

    Olur da bunca mı olur?

    Borcu borçla bile ödeyemez duruma düşürülen ekonomi, toplam 450 milyar Dolar dış borçla, beklenen yıllık ulusal gelirinin yarısını aşkın. Lütfen tıklar mısınız :

    Efendiler                                      :

    1. Halka gerçekleri söyleyiniz.
    2. TBMM’yi derhal etkin göreve çağırınız.
    3. OHAL’i artık kaldırınız.
    4. Partilere gerekli tüm bilgileri saydamlıkla veriniz.
    5. Ülkeyi içine düşürdüğünüz batakta daha fazla oyalamayınız.
    6. TBMM’de üretilecek önerileri – politikaları uygulayınız.
    7. Toplumu – yaşamı – devleti dincileştirme dayatmasına derhal son veriniz.
    8. Ulusu birleştirici davranınız, hiçbir kesimi ötekileştirmeyiniz.
    9. TEK ADAM KİBİRİ VE İNADI yıkım getirdi, artık bunu görünüz ve geri dönünüz!
    10. Türkiye çökerse altında önce siz kalıp telef olacaksınız, ülkemiz – masum on milyonlarca insan çoooooook ağır bedeller ödüyor – ödeyecek.. Buna hakkınız yok, halk bunun için oy vermedi size!

    Bunlar artık en son anımsatmalar, uyarılar.. Zaman kalmadı, zaman kalmadı anlıyor musunuz?!

    Örn. Ukrayna ziyaretinde (09.10.17) Kırım’ın ilhakını asla kabul etmediğinizi, etmeyeceğinizi söylüyorsunuz ama Suriye’de yarattığınız Ortadoğu batağından kurtulmak için de Rusya’nın yedeğinden ayrılamıyorsunuz. Böyle dış politika olur mu? Böyle ağır çam devrilir mi?? (Ayrıca Erdoğan bu ziyarette bitkin görünüyor, düştü düşecek, masada uyuyor, metal yorgunu kim!??)

    Yeni ve akıl dışı senaryolarınız asla kurtarıcı ol(a)mayacaktır.
    Türkiye’de her-ke-sin artık yeni bir durum değerlendirmesinin zamanı geldi, geçiyor.
    Başta sağduyulu AKP’liler..
    Sonra yandaş – sahibinin sesine indirgenen kokuşan basın..
    Yalaka sömürgen sermaye..
    Tüm bunlara yolveren emperyalist küresel sermaye, çevreleri ve devletler..

    ABD’nin Türkiye’deki AKP tasarımı (projesi) iflas etti!

    Soruyor ve anımsatıyoruz                  :

    • İç savaşa sürüklenen, dev bir pazar olarak ekonomisi çöken, yüzlerce milyar dolar kredinizi
      (= dış borç!) geri alamayacağınız, milyonlarca insanın mültecileştirildiği…  bir Türkiye,
      küresel ölçekte bir yıkım doğurur. BOP fantezilerinizden bu dersleri hala almadınız mı?

    Sevgi, saygı ve endişe ile. 10 Ekim 2017, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

    İHANET ÇETESİ VE İLLÜZYONU

    İHANET ÇETESİ ve İLLÜZYONU

    Av. Nurullah AYDIN
    9 Ekim 2017-ANKARA

    İnce ince işlenen, karanlık loş odalarda eğitilen bir örgüt. Yıllardır dehlizlerde Arap çöllerinin sapık inanç, anlayış ve yaşayışını benimsemiş dindar- kindar yetiştirilen nefret dolu Türk düşmanı, çağdaş insani değerler düşmanı çete, ülke yönetimini sincice ele geçirdi. Devleti ele geçirirken, devlet kurumlarını gelenekleri altüst ettikleri gibi, Türk milletinin ortak değerlerin de parçaladılar.

    Sirk cambazları, palyaçolar; her gün yeni kimlikle pişkinlikle sırıtarak, aldatmaya aldatılmaya devam ediyorlar. Başta komşular olmak üzere dünyaya Türkiye’yi utanç verici kişilik ve uygulamalarıyla rezil etmeye devam ediyorlar.

    Görüşlerini biraz kazıdığımız ve mantıksal sonuçlarına doğru taşıdığınız taktirde görülecektir ki; muhafazakârlar, İslamcılar ve liberaller üretim ve emek alanlarını ortak bir tutumla yok sayarlar. Sadece piyasayı kutsar ve öne çıkarırlar. Ekonomi-siyaset ilişkisini koparır ve birey çıkarlarından ayrı bir toplumsal çıkar ve kamusal hayat bulunmadığını ileri sürerler. Görüşlerinin ve siyasal etkinliklerinin esası budur. Gerisi palavradır.

    Bu iddialara karşı sol liberallerden ve liberalizmin etkisi altındaki çevrelerden, örneğin Kürt hareketinden son 20 yıldır esaslı bir itiraz gelmedi. Sanki kapitalizm yokmuş gibi davranıldı. Toplum adeta maddî ve tarihsel temellerinden bağımsız, kültürel bir olgu gibi ele alındı. Bu arada gerçekte kendileri gerçek birer “büyük anlatı” olan liberalizme, demokrasiye ve dinlere yönelik bütün radikal eleştiri de geri çekildi.

    Sonuç olarak muhafazakârlar, liberaller, dinciler ve postmodernist felsefenin ağır etkisi altındaki çevreler arasında gerici bir tarihsel blok oluştu. Bu gerici bloka sol liberaller de katkıda bulundu. Sol liberaller, ideolojik olarak bu blokun tahkim edilmesinde esas rolü üstlendi. Bu durum sadece Türkiye’ye özgü bir ideolojik-politik oluşuma değil, küresel bir eğilime işaret ediyordu.

    Bu gerici tarihsel blok Türkiye’de bütün iktidarı almak, siyasal ve ideolojik hedefleri doğrultusunda rejimi ve toplumu dönüştürmek için 2007 yılının ikinci yarısından başlayarak harekete geçti. Bu bağlamda gerçekleştirilen Ergenekon operasyonu Türkiye’de rejimin ABD’nin ve işbirlikçilerinin ılımlı İslam projesi doğrultusunda dönüştürülmesinin en önemli etabını oluşturdu. Bir gericileştirme hamlesiydi ve devam etmektedir.

    Ergenekon operasyonunun bu niteliği ve hedefleri başlangıçta sol tarafından yeterince görülemedi. Üzerinde çalışılmış bir siyasal komplo olan Ergenekon operasyonunun felsefî, ideolojik, tarihsel ve siyasal derinliği de yeterince anlaşılamadı. Hatta, derin devlet ya da kontrgerillanın tasfiye edileceğine dair bir umut bile yarattı. Böylece toplumsal muhalefetin bir kesimi bu komplo aracılığıyla liberal-muhafazakâr ittifakın ve iktidarın peşine takılarak yedeklendi.

    Tezleri şöyleydi: O, gerçek iktidar değildir; hükümet olmuş, ama iktidar olamamıştır. Gerçek iktidar derin devleti de kapsayacak şekilde asker-sivil bürokratik elittir. Dolayısıyla siyasal mücadele esas olarak devletle sivil toplum ya da merkezle çevre arasında cereyan etmektedir. Dolayısıyla bu bir demokrasi mücadelesidir ve gerçek demokratikleşme de bu çatışmanın içinden gelişecektir. Bu anlayışa göre iktidar, asker-sivil bürokratik elitin iktidar alanını sınırlandırmaya, sivil toplumun ve demokrasinin alanını ise genişletmeye çalışmaktadır.

    Devletin sınıfsal karakterini belirsizleştiren vesayet rejimi kavramsallaştırması da tam bu dönemde yaygınlık kazandı. Hiçbir sınıfsal ve tarihsel bağlama oturmayan bu bilim dışı kavramsallaştırma, gerçekte beşinci sınıf Amerikan sosyologlarından alınmıştı. Durumun böyle olmasına karşın bu kavram sosyalistlerin terminolojisine bile girdi. Öyle ki; çatı partisi kurma girişimini sürdüren Kongre Hareketi’nin Program Çerçeve Metni dahi siyasal çatışma alanını ve bu çatışmanın taraflarını bu kavram üzerinden açıkladı.

    Ortada trajikomik bir durum, ideolojik bakımdan ise tam bir baştan çıkma hali vardır. Türkiye’deki son politik pratiğine bazı çevrelerce muhafazakâr devrim bile diyebildi. Böylece toplumsal muhalefeti soyut bir vesayet düzenine karşı mücadeleye çağırırken, gerçekte somut bir iktidarı ve yeni devlet düzenini desteklediler.

    Oysa yeni yapılanma; küresel aktörlerin belirlediği programa uygun yürütülüyor.
    İstenen; Avrupa’nın yüzyıllık hayali, ABD’nin ise 60 yıllık özlemidir.

    Şimdiki süreç ise; kimliksizleştirilmiş halk yığınlarının oluşturduğu Anadolu coğrafyası ve 600 yıllık İslam uygarlığının yaşandığı Endülüs/İspanya’da yapılarının tekrarını gerçekleştirmek. Yani Arapların/Müslümanların Endülüs/İspanya devletinin yıkılarak bölgenin Hıristiyan olması için yapılan gibi Anadolu’da aynı strateji  uygulanmaktadır.

    Türkiye Müslümanları; Arap masallarını, hikayelerini, hurafelerini dinlemekten bölge, dünya ve İslam ve Türk tarihi okumuyorlar. Yani tarih okuma özürlüsü olmaları nedeniyle tarih tekerrür ediyor. Ama onlar için kapitalizm, liberalizm, sosyalizm, muhafazakarlık önemli değil önemli olan yaşadıkları dönemin saltanatı.

    • Yüce Türk Milleti yiğit evlatlarıyla; tarihte olduğu gibi yeniden bu ihanet sarmalını parçalayacaktır.

    Günün Sözü: Tarih ve vicdanlı insanlar; gaflet, dalalet ve ihaneti affetmez.
    =======================================

    Teşekkürler değerli Av. Nurullah AYDIN..

    “İHANET ÇETESİ VE İLLÜZYONU” başlıklı yazınız önemli belirlemeler içermekte.

    • “Yüce Türk Milleti yiğit evlatlarıyla; tarihte olduğu gibi yeniden bu ihanet sarmalını parçalayacaktır.”

    saptamanız da heyecan verici. Ancak bunun nasıl olacağını da somutlamak uygun olur. Lütfen devam eder misiniz bu bu eksende yazmaya?
    Nasıl??

    Sevgi ve saygı ile. 10 Ekim 2017, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

    Gülmen hareket edemiyor!

    Gülmen hareket edemiyor!

    (AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
    ATO, 214 gündür açlık grevinde olan Gülmen’i ziyaret etti; Gülmen’in hiç hareket
    edemediği ve yanında hep asker bulunduğu bunun da enfeksiyon riskini artırdığı açıkladı.
    BirGün ANKARA

    Ankara Tabip Odası (ATO) KHK ile ihraç edildikten sonra “İşimi ve ekmeğimi geri istiyorum” talebiyle 214 gündür açlık grevinde olan Akademisyen Nuriye Gülmen’in hiç hareket edemediğini ve yatağa bağımlı hale geldiğini bildirdi. ATO tarafından düzenlenen basın toplantısında, Akademisyen Gülmen’in sağlık durumu hakkında bilgi verildi. Toplantıda ATO Yönetim Kurulu Üyeleri Dr. Benan Koyuncu ile Dr. Onur Naci Karahancı açıklamalarda bulundu. Her iki doktor da açıklamalarında AİHM’nin, “Kendi hekimleri tarafından muayene olabilir” kararı doğrultusunda yaptıkları başvurunun ardından 5 Ekim’de Gülmen’in muayene edildiğini belirtti. Muayene esnasında yaşananlar kamuoyu ile paylaşıldı.

    ‘İki jandarma, bir gardiyan bekliyor’

    Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Yoğun Bakım Servisi’ne girdikleri sırada içeride iki jandarma ve bir cezaevi infaz memurunun bulunduğunu belirten doktorlar, Gülmen’in yoğun bakım odasının diğer hastalardan izole olduğunu ifade etti. Gülmen’in kendilerinin odaya girdiği sırada kitap okuduğunu belirten doktorlar, Gülmen’in ilk olarak koşullarından ve bunun yarattığı sağlık sorunlarından yakındığını dile getirdi.

    • Gülmen’in tuvaletini odada, ortasında delik olan bir sandalye içine yerleştirilen poşete yapmak zorunda bırakıldığını ifade eden doktorlar, Gülmen’in bu ihtiyacını karşılarken yanında askerlerin de bulunduğunu ve kendisini temizleyemediğini aktardı.
    • Bu durumun Gülmen’in onurunu kırdığı, ihtiyacı olsa bile karşılamaktan kaçındığını ifade eden doktorlar, uygulamanın derhal son bulmasını talep etti.

      ‘Gülmen banyo yapmak istiyor’

    Gülmen’in hastaneye getirildiği günden bu yana banyo yapamadığına dikkat çeken doktorlar, “vücudun silinmesi” işleminin Gülmen’e sunulduğunu ancak Gülmen’in kendisini yoğun bakım hastası olarak görmediği için bu işlemi kabul etmediğini, banyo yapmak istediğini söyledi.

    Gülmen’in zorla müdahale tehdidi altında olduğu için kendisini tedirgin hissettiğini belirtirken doktorlar, açlık grevindeki akademisyenin isteği üzerine muayene bulgularını kamuoyu ile paylaşmayacaklarını söyledi. Gülmen’e “Açlık grevini sonlandırmayı düşünüyor musun” diye sorduklarını da dile getiren doktorlar, Gülmen’in buna karşılık kendilerine, “Bu koşullarda cezaevindeyken, hakkımızda bu derece karalama kampanyası yapılmışken, açlık grevini bırakmayı düşünmüyorum.” diye cevap verdiği bilgisini paylaştı.

    Eklem hareketleri yaptırılamıyor

    Muayenedeki tespitlerini paylaşan doktorlar, şunları aktardı:

    • “Nuriye Gülmen, kaldığı koşullar içinde hiç hareket edememektedir.
    • Yatağa bağımlı bir hale getirilmiştir.
    • Daha öncesi refakatçisi tarafından yaptırılan eklem hareketleri yaptırılamamaktadır.
    • Bu nedenle eklemlerinde kontraktür denilen hareket kısıtlılığı ve yatak yaraları oluşabilir.
    • Açlık grevindeki bir kişi aldığı su, şeker, bitki çayı, B1 Vitamini, tuz miktarı ve bunların hazırlanmasına başka bir kişinin yardım etmesi gerekmektedir.”
      ==========================================
      Dostlar,

      Bu insanlık dramına artık dostane- insancıl bir çözüm bulmak gerekiyor..
      Zamanın tanıdığı kredi bitti..
      216 uzuuuuuun  mu uzun gün geçti
      Dile kolay; 216 gün… 7 ay ve de 6 gün…
      Tek 1 günlük oruç tutmak için sahura kalkılıyor, tıka basa yeniyor, akşam olunca iftar genelde dev öğünlerle açılıyor.. 30 günün sonunda da “bitti” diye 3 gün – 3 gece bayram yapılıyor!

      Nuriye ve Semih, 2 masum genç olarak 7 ay + 6 gündür ölüm orucunda artık tükendiler.. Gelinen yer hazin biçimde yukarıda açıklanıyor..

    Biz de aylardır web sitemizin manşetinden silemiyoruz.. Güncel gelişmeleri her gün not düşüyoruz.

    • Hükümetlere – yöneticilere “inat – kibir” asla yaraşmaz! Öncelikli görev insanı yaşatmaktır.
    216’ıncı gün                         :
    NURİYE GÜLMEN ve SEMİH ÖZAKÇA’YI KURBAN ETMEYELİM!

    Ölüm orucunun 216. gününde Nuriye ve Semih  ölümün soğuk kıyısında! 7 ay 6 gündür süren ölüm orucu! Sincan cezaevi hastanesinde tutuluyorken, bilinci açık olan Nuriye, isteği dışında Numune Hastanesi yoğun bakımına alındı. Gülmen’in sağlığı kötüleşiyor: Gülmen’i ziyaret eden Ankara Tabip Odası’ndan Dr. Benan Koyuncu, Gülmen’de bası yarası oluştuğunu, eklemlerde hareket kısıtlılığı olduğunu söyledi.

    OHAL Komisyonu bu dosyayı öncelikle incelesin ve hızla, nesnel – adil bir karar versin lütfen.. Yargılama tutuksuz sürsün. 2 masum insan ölmeden, kalıcı engelli olmadan ACİL BARIŞÇI GİRİŞİM istiyoruz iktidardan. Aksi halde kaçınılmaz sondan kesin sorumlu olacaklar. (16.6.2017) 

    Okumak için tıklayın : 

    Eyyy AKP! Nuriye ve Semih’in Kul Hakkını Çok Çiğnediniz : Huzur-u Mahşerde Sizi Yüce Tanrı Bile Asla Bağışlamayacak!

    Bu 2 masum genç ölürse gerçek katili kim olacak, belli. Çare;
    HEMEN İŞE İADE, HEMEN!

    Ayrıntıları ve ağır-kritik tıbbi durumu okumak için 4 yazıyı tıklayın lütfen..

    AÇLIK GREVLERİ ÜSTÜNE.. 
    NURİYE GÜLMEN VE SEMİH ÖZAKÇA’YI YİTİRİYORUZ!!!

    Gülmen ve Özakça’nın son durumu: Kalp yetmezliği başladı!
    Ayrıntılar için tıklayın: Uyarı üstüne uyarı… Dünya ‘DUR’ diyor. 

    Ankara Konur Sokak’taki İnsanlık Anıtı çevresinde sürdürülen abartılı polis önlemleri bizi üzüyor. Türkiye’nin saygınlığına ciddi gölge düşürüyor. Yersiz, tuhaf, hatta komik.. lütfen gözden geçiriniz..

    Sevgi ve saygı ile. 09 Ekim 2017, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

    Dersimli neden Atatürk’ü sever?

    Arşivimizden…

    Dersimli neden Atatürk’ü sever?


    http://www.haberekspres.com.tr/dersimli-neden-ataturku-sever-makale,902.html
    , 02.12.2011

    Tayyip Erdoğanların, F Tipi kalemşorların ve Batıcı neoliberal tayfanın Dersim üzerinden Atatürk’e yönelttiği saldırıların amacı belli. Hedef bağımsız ve laik Cumhuriyet.

    Amaçlarına ulaşabilmeleri için Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen Cumhuriyet Devrimi ile elde edilen kazanımlara olan halk desteğinin yok edilmesi lazım. Tarih çarpıtılacak, halkın kazanımlarının yerine, sözümona “kaybettikleri” ikame edilecek.

    İşte Dersim olayı şimdi bunun için kullanılıyor. En başından beri Cumhuriyet Devrimi’ne destek olmuş olan Alevi kitlenin şimdi, gerçekte çıkarına olmadığı halde “mecbur bırakıldığı” için Atatürk’ü ve Cumhuriyet’i savunmak durumunda kaldığı ispatlanmaya çalışılıyor.

    SAHTE TARİH ÜRETTİLER

    Taraf Gazetesi’nde Yıldıray Oğur 24 Kasım (2011) tarihli köşe yazısında bu konuyu ele almış ve “1938’de Dersimliler Atatürk’ün CHP’si tarafından kıyıma uğradıkları halde daha sonraki yıllarda neden hep CHP’yi desteklediler?” sorusunu soruyor ve şöyle cevap veriyor:
    1937-1938 Dersim isyanı konusunda hayatlarını kolaylaştıracak sahte bir tarih ürettiler ve ona inandılar.”
    Benzer yaklaşım üç aşağı beş yukarı bugünlerde “Dersim kampanyası”nı yürüten bütün köşe yazarlarında vardır ve gerçekle bir ilgisi yoktur.
    Tam tersine Dersimliler’in yüz yıllık duruşlarını yok sayarak, şimdi yeni bir tarih yaratmak isteyenler emperyalistler ve işbirlikçileridir.

    YILLAR İÇİNDE “DERSİM”İN SİYASİ DURUŞU

    Tunceli’de 1950 seçimlerinde DP %60, CHP %40 oy aldı. 1954’de Demokrat Parti en parlak zaferini kazandı ama Tunceli’de kaybetti. DP %46, CHP %53. 1957’de fark daha da açıldı. CHP %63, Demokrat Parti %34 oy aldılar.
    Sonraki yıllarda Tunceli hep muhalif oldu. Türkiye İşçi Partisi’nin en güçlü olduğu illerden biriydi Tunceli.
    Devrimci hareketlerin belki de Türkiye’de en çok geliştiği, taban bulduğu ilimiz oldu. Sol grupların hemen hepsinin lider kadroları içinde Tuncelililer vardır.
    Bazı sol gruplar ise önemli ölçüde Tuncelililere dayanmaktadır.
    12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinin en çok vurduğu illerin başında gelmektedir bu ilimiz. Yani sürekli olarak hedefte olmuştur. 12 Eylül Anayasası’na en yüksek oranda “Hayır” diyen iki ilimizden biriydi.
    Ve nihayet 12 Eylül 2010 Anayasa referandumunda AKP’nin “ileri demokrasi”sine %84 oyla en yüksek oranda “Hayır” dedi.

    “HAYATLARINI KOLAYLAŞTIRACAK TUTUM”

    Dersimliler, Yıldıray Oğur’un iddia ettiği gibi “hayatlarını kolaylaştıracak” bir siyasi tutum içinde olmamış, tam tersine 1954 yılından başlayarak hep mevcut siyasi iktidara muhalif tavrıyla “hayatını zorlaştıran” bir tutum içinde olmuştur.
    1950 yılında ise Türkiye genelinde halkımızın çoğunluğunun yaptığı gibi tek Parti iktidarına duyduğu tepki ile DP’ye yönelmiş ama bu Partinin gerici karakterini görür görmez tavrını koymuş, Cumhuriyet’ten yana tutum almıştır.
    Ve üstelik bu tutumu 1954’de, yani Demokrat Parti’nin CHP’yi neredeyse siyaset sahnesinden siler gibi olduğu koşullarda almıştır.
    Dolayısıyla Dersimliler için söylenemeyecek tek bir şey varsa o da, “hayatlarını kolaylaştırmak” amacıyla gerçekte benimsemedikleri bir duruşu benimsedikleridir.

    400 YILLIK ZULÜMDEN KURTULUŞ

    Öyleyse Dersimliler’in (Tuncelililer’in), Atatürk’e ve Cumhuriyet’e olan sevgi ve desteklerini nasıl açıklamak gerekir?
    Tunceli, nüfusunun büyük çoğunluğu (%90 oranında) Alevi olan bir ilimizdir.
    “Dersim tartışmaları”nı başlatan milletvekili Hüseyin Aygün’ün de belirtiği gibi bütün Alevi evlerinde Atatürk’ün fotoğrafı, Hz. Ali resmi ile yan yana asılıdır. Tunceli’de bu böyledir.
    Anadolu’nun Alevi halkının Osmanlılar döneminde yüzyıllar boyunca katliamlar yaşadığı, ayrımlara tabi tutulduğu bilinen bir gerçektir.
    Celali İsyanları‘nın başladığı 16. yüzyıl başlarına kadar Anadolu köylülüğünün baştan başa Alevi olduğunun bütün tarihçiler kaydeder.
    200 yıl süren Celali İsyanları’nın sonrasında bu tablo tümüyle değişmiştir.

    * Alevilerin önemli bir kısmı, Tayyip Erdoğan’ın “gurur duyuyoruz” dediği Şeyhülislam Ebussuud Efendi fetvalarıyla katledildiler.
    * Katliamdan kaçan bazıları “Şaha gittiler.” Bugün Azerbaycan’da ve İran’da yaşıyorlar.
    * Ve nihayet az bir kısmı ise dağlarda ve bataklıklarda hayatta kalabildiler.
    Ve bu durum tam 400 yıl sürdü.

    İşte Atatürk’ün önderlik ettiği Cumhuriyet Devrimi ve bu Devrim ile birlikte gelen laiklik, yüzyıllardan sonra bu kitleyi eşit yurttaş yaptı. İnançlarından dolayı artık sorgulanmadılar.
    Şehirlere indiler, okullara gittiler, ticarette, toplum hayatında, devlet kademelerinde görev aldılar, rol üstlendiler.
    Bunun için Cumhuriyet ve Atatürk, Türkü ve Kürdüyle Alevi için “kurtuluş” anlamına geldi. Sadece işgalci düşmandan değil, aynı zamanda Ortaçağ’ın ayrımcı ve baskıcı zihniyetinden de.
    “Dersimliler neden Atatürk’ü seviyor?” sorusuna cevap arayanların üzerinde durmadıkları gerçek budur.
    =====================================
    Dostlar,

    Bu bağlamda çok yazıldı, konuşuldu.
    Sevgili kardeşimiz, Tunceli’li hemşerimiz M. Bedri Gültekin çok kısa ve ustalıklı olarak özetlemiş sağolsun. Biz de sitemizde epey yazdık, belge – bilgi – dosya koyduk.
    Örneğin DERSİM TARTIŞMALARI başlıklı yazımız (üzerinde tıklayınız..)
    Ayrıca Sn. Prof. Dr. Emre KONGAR,
    başlığı ile Cumhuriyet’te ardışık 9 makale yayınladı.. (üstünde tıklayınız..)
    1. Bir Dersimli Anlatıyor! Cumhuriyet, 28.11.2014
    2. TUNCELİ NASIL BİR DERSİM’di?? Cumhuriyet, 29.11.2014
    3. Şeyh Sait ve Dersim; Cumhuriyet, 30.11.2014
    4Dersimliler ve Cumhuriyet; Cumhuriyet, 02.12.2014
    5. Hacı Bektaş Çeşmesinden… Cumhuriyet
    , 04.12.2014
    6. Dersim Mektubu Üzerine… Cumhuriyet
    , 05.12.2014
    7. Sorun Tarihte Değil, Gelecekte! Cumhuriyet, 06.12.2014
    8. Dersim / Tunceli: Ders Almak! Cumhuriyet, 07.12.2014
    9. Aleviler Demokrasinin Güvencesidir.. Cumhuriyet, 09.12.2014
    Okunmasını ve bu nazik – yakıcı sorunun gerçek içyüzünün öğrenilmesi ile sefilce sömürmeye çabalayanların çirkin oyunlarının boşa çıkarılması bakımından insan sorumluluğumuzdur.

    Sevgi ve saygı ile. 09 Ekim 2017, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

    AKP’nin iktidara gelmiş olmasından ben çok memnunum

    AKP’nin iktidara gelmiş olmasından
    ben çok memnunum

    (AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

    Çünkü iktidara gelmeseydi çok sayıda insan durmadan diyecekti ki, ‘Ah, mütedeyyinler iktidara bi gelse. Bi gelse. Asr-ı saadet geri gelecek. Laiklerin bozduğu her şey düzelecek.

    Şunu kesinlikle biliniz ki AKP iktidara gelmeseydi bu özlem ilelebet sürecek ve sürdürkçe güçlenecektibaskınoranHiç itiraz etmeyiniz: Türkiye’nin AKP’yi mutlaka fiilen yaşaması lazımdı. Sadece şükrediniz: Yaşıyor.
    ***
    AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki: Bizimkiler ötekiler gibi “Devlet malı deniz, yemeyen domuz” demez. İslamiyet’te faiz haram olduğu için, laikler gibi faizle iş görmez. Lüks harcama yapmaz. Suiistimal yapmaz. Çünkü haram yemiş olur. Mesela afet ve salgın hastalık gibi durumlar dışında kullanılamayan “davetli ihale” yöntemiyle yandaşlarını zengin etmez, kendisi de yüzde almaz.
    Mesela, yandaş şirketlere köprü ve tünel inşa ettirip, yılda şu kadar araç geçecek ama merak etme, geçmezse ben milletin bütçesinden karşılarım demez. Köprü ve tünellerin bütçeden ödenen 2 aylık zararının 34 milyon TL olmasına yol açmaz.
    Mesela, cumhurbaşkanlığı sarayına sadece temizlik için yılda 2 milyon harcamaz.
    Mesela, metropollerin orta yerindeki imar planlarını değiştirip rant sağlamak karşılığında kendine ve akrabalarına daireler ayarlamaz.
    Mesela bütçeden yılda 6,5 milyar TL ödenek alan Diyanet’in parasını faize yatırıp bir yılda 255.000 TL faiz kazanmasına izin vermez.
    Çünkü kanundan korkmasa bile Allah’tan (c.c) korkar. Ah, bi iktidara gelseler!
    ***
    AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
    Bizimkiler “İsraf haramdır” zihniyetiyle hareket eder. Oy avlamak için bütçenin dibine kibrit suyu ekip ondan sonra da dış borca ve vergilere yüklenerek milli gelirin % 50’sini aşan bi dış borca batmaz.
    Vergilere yüklenip de halkı galeyana getirme tehlikesi ortaya çıkınca, “milletin babası” hemen devreye girip zamları azaltmak suretiyle kendine oy toplamaya tenezzül etmez.
    Ah, bi iktidara gelseler!
    ***
    AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
    Bizimkiler ötekiler gibi haksızlık-hukuksuzluk yapmaz. Hz. Ömer adaletinden ayrılmaz. Kendi istediği hükümleri çıkartmak için devletin savcılarını, yargıçlarını korkutmaz.
    Mahkemeye verilen insanları mahkum ettirmek için deliller üretmeye girişmez. TV programına katılıp “Çocuklar ölmesin” dedi diye hamile bir öğretmeni bir buçuk yıl hapis yatırmaz.
    Yazı yazdı, konuştu, tvit attı, bi bankadan çocuğunun okul taksitini ödedi, öteki bankanın kaldırımına bastı, bi şifreli haberleşme programı indirmiş birisi tarafından telefonla arandı demek ki gazeteci değil teröristmiş diye insanları içeri atmaz. Aylar boyu duruşmaya çıkarmadan tutuklu bırakmaz. Çünkü Allah’tan (c .c) korkar. Ah, bi iktidara gelseler!
    ***
    AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
    Bizimkiler hürriyetlere büyük ehemmiyet atfeder. Hz. Muhammed’in (s.a.v)  baskılardan kurtulmak için 622 yılında Mekke’den Medine’ye Hicretlerinin ertesi yılı yaptığı Medine Sözleşmesi örneğini hatırlar ve uygular. Yani, Hz. Muhammet (s.a.v.) nasıl o günkü bütün fikir ve inançlara saygı göstermek için Müslümanları, Yahudileri ve Putperestleri içine alacak şekilde şehrin aşiret ve aileleri arasında resmen bir Medine Sözleşmesi yaptıysa ve buna uyarak bütün kesimlerin haklarına riayet ettiyse, öyle adil bir istişare düzeni kurar. Muhaliflerin farklı fikirlerine yer açar. Ah, bi iktidara gelseler!
    ***
    AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
    Bizimkiler insanları aldatmaz. Bazı fazla nazik durumlar zuhur ettiğinde, “aldatıldım” deyip işin içinden sıyrılmaya da kalkmaz. Mesela Esed beni aldattı, Obama beni aldattı, FETÖ beni aldattı, Barzani beni aldattı filan demez. Ah, bi iktidara gelseler!
    ***
    AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
    Bizimkiler iktidara gelse kin tutmaz. Mesela kimseye “Bunun bedelini ağır ödeyecek. Öyle bırakmam onu” demez, hakkında yakalama emri ve kırmızı bülten çıkartmaz, yurttaşlıktan atmaya girişmez. Hanımının pasaportuna el koydurtmaz. İnatlaşmaz. Hatayı savunmaz. Mesela en basitinden, yaz saatini sürekli kılıp yargı kararına rağmen aynen devam etmez. Ah, bi iktidara gelseler!
    ***
    AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
    Bizimkiler 12 Eylül’deki askerler gibi kavmiyetçilik yapmaz. Kayyımların park ismi değiştirip dindaşımız Kürtlerin haysiyetini kırmasına izin vermez. Onları susturmak için ordu sevk etmek yerine mahalli idareleri kuvvetlendirerek insan hakları vermek yolunu seçer.
    12 Eylül’de askerlerin sıkıyönetimde yaptığı gibi memurları ve üniversite hocalarını sorgusuz-sualsiz işten atıp bi de dava açmalarını engellemez. OHAL var diye grevleri ertelemez, grevci işçileri gözaltına almaz. 28 Şubat’ta askerlerin yaptıkları gibi imam-hatip okullarımızın 5 mezundan sadece 1’ini üniversiteye yollayabilecek bi vaziyete sokulmasına izin vermez.  12 Eylül’de başörtülü kardeşlerimizin üniversitelerden dışarı atılması misali, üzeri İngilizce yazılı tişörtlerle dolaşan insanları içeri atmaz.
    Bizimkiler dış politikada laiklerin bunca ihmal ettiği Müslüman Ortadoğu’yla münasebetlerimizi mükemmelen düzelteceklerdir. Ah, bi iktidara gelseler!
    ***
    AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
    Bizimkiler her şeyden önce ahlaka ehemmiyet verirler. Küçük oğlan çocuklarının onun kursunda bunun kursundaonun vakfında bunun vakfında “taciz” edilmelerine her türlü imkanı kullanarak mani olurlar. Ah, bi iktidara gelseler!
    ***
    Mütedeyyin yurttaşlarımız şu anda bunların hiçbirini söyleyemiyorlar.
    “Allah’tan korkan” AKP’nin 14 yıldır iktidarda olması nedeniyle.
    =====================================
    Evet dostlar,

    Baskın hocanın AKP’nin sürgit iktidarında sergileyegeldiği kerameti kendinden menkul “icraatı” ndan çoooooooooooook hoşnut (!) olduğu rahatlıkla anlaşılıyor bu yazıdan (!)..

    RECEP TAYYİP ERDOĞAN'ın yazılmamış ANILARI ile ilgili görsel sonucu

    Buna benzer söylemlerini “RECEP TAYYİP ERDOĞAN’ın yazılmamış ANILARI” adlı kitabında da gözlüyoruz. (“yazılmamış” sözcüğü kitap kapağında da soluk..) Belge yayınlarından çıkan 446 sayfalık bu önemli kitap ilk baskısını Mart 2017’de yaptı.. İlginç bir yazım biçemi kullanılıyor. Gerçekte RTE’nin kendi anılarını yazmış olması söz konusu değil. Oran, “hayalet yazar” mottosu ile, RTE’nin yapageldiklerini, adeta O’nun ağzından aktarıyor ve bu eylemlerin gerekçelerini kendi yorumu – hayal gücü ile koyuyor.. Çok başarılı.. Okunmasını öneririz.

    Ancak, 12 Eylül 2010’daki 26 maddelik blok anayasa değişikliğinde bugünler hazırlanırken, Baskın Oran’ın Mülkiye‘nin en seçkin hocalarından biri olarak neden “YETMEZ AMA EVET” çiler içinde  – önünde yer aldığını biz hâ-lâ” anlayabilmiş değiliz!

    Eh Baskın hoca ne de olsa en karizmatik Mülkiye hocalarından biriydi. Vardır bir bildiği bizim aklımızın ermediği!? Ayrıca Baskın hocadan bu “eyyamcı” davranışına ilişkin şu ana dek bizim öğrenebildiğimiz bir özeleştiri de gelmedi.. Ama kitabından ve bu yazısından çooooooooook  ama pek çok canının yandığı apaçık görülüyor.. Bu kitabın yarı dolaylı özeleştiri sayalım mı?

    • Bu arada AKP harikalar yaratmayı kesintisiz ve gecikmesiz sürdürüyor :
    • ABD Türk vatandaşlarına vizeyi askıya alınca, birkaç saat içinde AKP = RTE de tersini yaptı. Eh ne de olsa dış ilişkiler karşılıklılık (mütekabiliyet) temelinde yürütülüyor.. İdlib’e Rusya ile atılan adımların akut bedellerinden biri.. Kılıçlar çekilmiş durumda ve teenni – sağduyu hiç bu denli ivedi ve yaşamsal olmamıştı!

    Sevgi ve saygı ile. 08 Ekim 2017, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

    Yılmaz ÖZDİL : Milli

    Milli

    Yılmaz ÖZDİL
    SÖZCÜ, 07.10.2017

    (AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

    Osman Çakmak. Komandoydu.
    Kara kış, saat sabahın beşi, Şırnak’ın ürkütücü görünümlü Besta Vadisi’ni yoğun sis kaplamıştı, göz gözü görmüyordu, üstüne bardaktan boşanırcasına sağanak başladı, termal kameralar çalışmıyordu, mayına bastı, sol bacağı diz altından koptu, öğle saatlerinde helikopter gelene kadar o halde direndi, Diyarbakır’a, oradan GATA’ya götürdüler, ameliyat üstüne ameliyat, 10 sene kardeşim, 10 sene sürdü tedavisi… Bir gün, dönemin genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt geldi rehabilitasyon merkezine, gazilerle sohbet ediyordu, Osman koltuk değneğiyle öne çıktı, “komutanım ben iyileştim, lütfen yardımcı olun, gene bölgeye gitmek istiyorum” dedi… Komutanın gözleri buğulandı, elini omzuna koydu, “vatan görevi illa vuruşarak olmaz oğlum” dedi, “vatan için mücadeleye devam etmek istiyorsan, futbol oyna, ay yıldızlı formayı o şekilde taşı.”
    *
    Alican Kuruyamaç. Trafik kazası geçirdi. Sağ bacağı diz üstünden kesildi.
    Muhammed Yeğen. Bir bacağı kısa doğdu.
    Rahmi Özcan. Sağ bacağı doğuştan sorunluydu, 12 defa ameliyat oldu, dizden kesildi.
    Feyyaz Gözüaçık. Doğuştan bir bacağı yok.
    Serkan Dereli. Doğuştan bir bacağı yok.
    Barış Telli. Henüz dört yaşındayken trafik kazası geçirdi, sağ bacağı gitti.
    Fatih Şentürk. Motosiklet merakı, kaza, sol bacağı gitti.
    Fatih Karakuş. Çocukken yüksek gerilim hattına dokundu, sol kolu yok.
    Selim Karadağ. Bebekken yanlış iğne yapıldı, kolu gelişemedi, kısa kaldı.
    Kemal Güleş. 11 yaşındayken mahallede arkadaşlarıyla oynuyordu, bir inşaat yıkımı vardı, onu seyrediyorlardı, kepçe aniden yuvasından fırladı, üstüne düştü, sol bacağını dizüstünden kaybetti.
    Ömer Güleryüz. Bebekken havale geçirdi, sol bacağı gelişemedi, kısa kaldı.
    Mehmet Yunsur. Çocukken tarlada ayağını saman makinesine kaptırdı, koptu.
    *
    Ampute futbol milli takımımız bu.
    *
    Uğur Özcan. Cudi dağında mayına bastı.
    Sol ayağını dizaltından kaybetti. Başantrenörümüz.
    *
    Mustafa Kemal’in askeri Osman Çakmak, kaptanımız.
    *
    Eli ayağı tutan acizler ülkesinin… İnsanüstü yetenekli evlatlarıdır onlar.
    *
    Engelleri farklıdır. Ortak özellikleri ise…
    Terör, trafik kazası, iş kazası, sağlık faciası.
    Bu memleketin halledemediği sorunlarının milli takımıdır!
    *
    Ve eminim haberiniz yoktur ama, şu anda Türkiye’nin evsahipliğinde, İstanbul’da, Avrupa Şampiyonası finalleri var. Yukarıda isimlerini saydığım Türk milli takımı, Almanya’yı 7-0, Gürcistan’ı 9-0, turnuvanın dişli takımlarından İspanya’yı 4-0 yendi, hiç gol yemeden grubunu birinci tamamladı, çeyrek finale çıktı.
    Haberiniz yoktur… Çünkü sayın dümbük basınımız lütfedip bu haberi vermiyor.
    *
    Dört defa dünya üçüncüsü olduk, bir defa Avrupa ikincisi olduk. Riva’daki Hasan Doğan Milli Takımlar Tesislerinde düzenlenen Avrupa Şampiyonası, bugüne kadar düzenlenmiş olan en geniş katılımlı turnuva, şampiyon olmak istiyoruz… Türkiye, İspanya, Almanya, Gürcistan, Polonya, İtalya, Belçika, Fransa, Rusya, İngiltere, İrlanda, Yunanistan var.
    *
    Bugün saat 18’de, çeyrek finalde, son dünya şampiyonu Rusya’yla oynayacağız. Engelleri nedeniyle evine kapanan, dünyaya küsen, sosyal hayatın dışında kalan, kendisini tükenmiş hisseden, “ben artık yapamam” diyen milyonlarca insanımız için… Cesaret kaynağıdır bu kahramanlar, rol modelidir.
    *
    Sapasağlam insanlarını “ampute” yapma konusunda dünya şampiyonudur Türkiye… Hiçbirimiz Messi olamayız, Ronaldo olamayız ama, bir gün hepimiz “ampute” olabiliriz.
    En başta Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray taraftar grupları olmak üzere, imkanı olan herkesi “milli görev”e davet ediyorum.
    *
    Futbol, zannedildiği gibi ayakla oynanmıyor, yürek’le oynanıyor. Spor denilen kavram, illa bedenle yapılmıyor, ruh’la yapılıyor. Tarihi başarısızlıklara rağmen 12 milyon euro alan imparator’ların 3.5 milyon euro daha almak için noterden ihtarname çektiği ülkede… Para pul istemiyorlar. Şan şöhret istemiyorlar. Sadece destek istiyorlar. Birazcık destek.
    ======================================
    Dostlar,

    Teşekkürler değerli yazar Yılmaz Özdil
    Bu yazı toplumuza çok yönlü bir uyarı ve katkıdır..
    Araştırmacı – gazeteci Özdil, emek vererek çok önemli konuları buluyor, terleyerek araştırıyor ve önümüze koyuyor.. Bu yazısında öncelikle 3 büyük futbol kulübüne çağrı yapıyor..
    İyi de, bu ülkenin bir de Spordan sorumlu Bakanlığı yok mu?
    Ülke genelinde spora dönük politikalar geliştirmek, sorun alanlarını belirlemek ve bilimsel çözümler üretmek başlıca bu Bakanlığın görevi değil mi?

    Sayın Özdil’in ya aklına gelmedi (!)  bu yönde bir çağrı, ya da oradan hiçbir çözüm çıkmayacağı kabulü ile çağrısını başka yerlere yönlendirdi.
    Peki, siyasal iktidarlar bir ülkede ne işe yararlar ?
    Soru çok yakıcı ve ürkünç (vahim) değil mi??

    Az önce öğrendik, ampute milli takımımız Polonya’yı 2-0 yenerek finale kaldı! Helal size!
    Finalde rakibimiz İngiltere!

    Hepsi bir yana; insanların yaşamlarını sağlıklı – engelsiz sürdürmeleri için elden gelen her şeyi yapmak insanlık olarak hepimizin borcudur.

    1. Nitelikli ve koruyucu sağlık hizmetleri öncelikli kamusal bir sağlık sistemi ve
    2. YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ 2 vazgeçilmezimiz olmalı!

    Sevgi ve saygı ile. 08 Ekim 2017, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

    Yaş sebze ve meyvede fiyatlar düşer mi?

    Aslında iki fiyat var. Biri çiftçi eline geçen fiyat- ki çok düşük- diğeri ise tüketicinin ödediği fiyat… Sözü edilen daha çok bu! Tüketici çiftçinin eline geçen fiyatın dört beş mislini  ödüyor. Arada aracılar keyif çatıyor.

    Geçen yazımda tüketicinin ödediği fiyatların düşmesi ile ilgili ortaya atılmış olan fantezilerden söz etmiş idim. Örneğin 2010 yılında hâl yasası çıkarken fiyatlar düşecek denmişti.
    Olmadı, arttı. Sonra Sudan’dan toprak kiralama fantezisi çıktı.
    Sudan’da üretim gerçekleşirse fiyatlar düşer ama tüketicinin değil, çiftçinin eline geçen fiyatlar.
    Devlet kurumları Sudanlının topraklarını elinden alıp işadamlarımıza verecek.
    Buradan ne tüketiciler ne üreticiler bir şey kazanmaz.

    Şimdi yeni bir fantezi çıktı. Yaş sebze ve meyvede büyük bir kayıp ve israf olduğu biliniyor.
    Bu önlenecek ve tüketici fiyatları düşecekmiş. Hayır, bu kaybı ve israfı küçümsüyor değiliz.
    Ancak önlenirse tüketicinin ödediği fiyatların düşeceği kanısında değiliz.
    Üretici fiyatları ise düşebilir bile.
    Birleşmiş Milletlere ait FAO (Food and Agricultural Organisation- Tarım ve Gıda Örgütü) bu konuda araştırmalar yapıyor.
    Dünyada gıdada israf ve kayıp bu örgüte göre sebze, meyve, patates gibi ürünlerde yüzde 45 dolaylarında. Diğer ürünlerde de oranlar çok yüksek.

    Bu şunu gösteriyor: Bu gıdalar kaybedilmeseydi yaklaşık bir milyara yakın insan, yani açların  tamamı doyardı. Ülkemizde de durum korkunç.

    Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Türkiye’de 2015 verilerine göre, yaş meyve ve sebzenin yaklaşık 100 milyar TL’lik bir işlem hacmine sahip olduğunu bunun %25’inin zayi olduğunu açıklamıştı. Bu konuda birçok önlemler alınabilir. Ancak bu kaybın önemli bir kesiminin var olan ekonomik sistemden yani kapitalizmden kaynaklandığını eklemeliyiz.

    Örneğin bahçeden ürünü hasat ederek alan aracılar çok küçük kusurlu ürünleri ağaçta bırakıyor ve bunlar çürümeye terk ediliyor. Ancak ürünlerde tarım ilacı kalıntısı var mı yok mu konusu güme gidiyor. Yani kalite anlayışı değişik!

    Taze sebze ve meyvede epeydir marketler hâkim.
    Gerekli önlemler alınsa ve pazara giden ürün artsa bu marketler neden daha ucuza ürün alsınlar? Nasılsa pazara hâkimler, hem çiftçiye hem de tüketiciye istediği fiyatı empoze edebilirler.

    Adana’dan Seyhan Ziraat Odası 2. Başkanı ve Adana Hal Hakem Heyeti Başkan Vekili Cahit İncefikir Çukurova Deltası Gazetesi’ne açıklamış (Temmuz 2017):

    “Marketler, üreticiden kendi kurdurdukları tedarik firmalarına satın aldırıyor. Daha sonra kendilerine ait olan bu firmalar yine kendi market zincirlerine satış yapıyor. Aracı oluşturup fiyat farkının oluşmasında ciddi etken oluyorlar”

    Tüketicinin yüksek fiyatlar ödediği görülüyor mu? Evet!
    Ancak, çiftçinin eline çok düşük fiyatlar geçtiği ıskalanıyor.
    Çözüm olarak ekonomik kaynaklı bir soruna teknik bir çözüm bulunmaya çalışılıyor.
    Öyle bir teknik sorun var -her ne kadar bunun da sosyo-ekonomik temelleri olsa bile- ancak bunun çözümü sebze ve meyvede tüketicinin ödediği fiyatları düşürmeyecek.
    ================================

    Teşekkürler değerli dostumuz Prof. Dr. Tayfun Özkaya..

    Tarladan – sofraya saadet zincirini deşifre etmeye devam..

    Üretici – tüketici kooperatiflerini öne çıkarmaya da!

    Sevgi ve saygı ile. 07 Ekim 2017, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com