Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

2004-2018 SU – ELEKTRİK ve DOĞALGAZ FİYATLARI ÜZERİNE BİR İNCELEME

2004-2018 SU – ELEKTRİK ve DOĞALGAZ FİYATLARI ÜZERİNE
BİR İNCELEME

Mahmut ESEN
E. Mülkiye Başmüfettişi

Halkın temel tüketim maddelerinden olan ve yaşamsal önem taşıyan su/elektrik ve doğalgazda:

 2004-2018 arasından dağıtıcı kuruluşlar tarafından uygulanmış perakende satış fiyatl-arı, fiyatı oluşturan ögeler, fiyat artışları, bu artışlar sırasında izlenen yöntemler, fiyatların ABD Doları/TÜFE ile karşılaştırılması işlemleri; Ankara ilindeki satışlar baz alınarak; dağıtıcı kuruluş-lar tarafından adıma düzenlenmiş ve halen muhafaza edilen fatura kayıtları üzerinden incelen-miştir.

Bu arada yıllarca bu işlerin içinde bulunmuş deneyimli emekli denetim elemanı olarak; sosyal sorumluluğum ve kamuoyunun aydınlatılması bağlamında sektörlerin içinde bulunduğu mevcut durum ve alınması gereken kimi önlemler aşağıda açıklanmaya çalışılmıştır.

 ISU/ATIKSU

1-Ankara’da su temini ve dağıtımı işlerini yürüten Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresinin (ASKİ) 2004-2018 yılları arasında uyguladığı su/atıksu bedelleri; bunlara eklenen şube yolu bakım  /onarım bedeli ile vergiler, suyun toplam fiyatı, ABD Dolar kuru ve TÜFE oranı ile karşılaştırılması Tablo 1’dedir.

Tablo 1: Yıllar İçinde ASKİ Su Tarifesi (TL).
………. (13.4.18)
===========================================
Değerli site okurlarımız,

Dostumuz E. Mülkiye Başmüfettişi Sayın Mahmut Esen önemli bir konuyu işliyor.
Tüketiciler olarak nasıl hukukumuz çiğneniyor ve gereksiz, fazladan ödemeler – yinelenen vergiler hatta VERGİNİN VERGİSİNİ ödemek zorunda bırakılıyoruz!..

Okumak ve paylaşmak gerek..

İktidar kimden yana, sormak gerek..

Halktan yana mı şirketlerden yana mı??
Düzeltilmesi için çaba göstermek gerek..

Önemli dosya 7 sayfa..

Tümünü okumak – indirmek için tıklayınız : 
2004-18_SU_ELEKTRIK_ve_DOGALGAZ_FIYATLARI_UZERINE_BIR_INCELEME

Sevgi ve saygı ile. 14 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

TÜRKİYE GERÇEKTEN 2017’de %7,4 BÜYÜDÜ MÜ ?

TÜRKİYE GERÇEKTEN 2017’de
%7.4 BÜYÜDÜ MÜ ?

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Değerli arkadaşlar,

Bildiğiniz gibi, “Büyümek” (belli bir nesne için) Boyut veya Ölçek bakımından artmak, çoğalmak demektir; örneğin Akdeniz Karadeniz’den büyüktür, Dünya Marstan büyüktür, Pi sayısı (3,14…) e- sayısından (2,718…) büyüktür… vs. Türkiye’nin ekonomik bakımdan 2017 de %7,4 büyüdüğü yayımlandı. Bakalım öyle mi ?!

TUIK’in rakamlarına göre, GSYİH 2016’da 2,61 trilyon TL, 2017’de 3,11 trilyon TL görünüyor; “TL bazında %19’luk bir büyüme var.” 

 diyebilirsiniz, ama acele etmeyin; bir yıl içinde ortalama Dolar Kuru 3,0 TL’den 3,60 TL’ye fırladı; yani Dolar olarak ulusal gelirimiz 2016’da 870 milyar $ iken 2017’deki ulusal gelir 864 milyar $ (dolardaki %1,6 enflasyonu da hesaba katarsak) 850 milyar $ oldu.

Bu arada nüfusumuzun da 79,8 milyondan, 80,8 milyona büyüdüğü göz önüne alınırsa, kişi başına gelir 2016’da 10900 $, 2017’de ise 10520 bin $ olmuştur. Yani kişi başına ortalama gelirimiz (nüfus ve enflasyondan arındırılmış ) 1 yılda NET %3,5 gerilemiştir….

Herhalde şöyle bir orta yol bulunacak,

“……%7,4 büyümeye karşın, %3,5 küçüldük………” 😣

Sevgilerimle. æ
_______________
Not :  2008-18 arası 10 yıllık sürede TL’nin yıllık ortalama değer yitiği %12 oldu. (Enflasyon da yaklaşık aynı oranda gitti demektir..) 2008’deki 1 TL’nin satın alım gücü 2018’deki 3,6 TL’nin satım alım gücüne eşittir…. 2008’deki aylığımızı 3,6 ile çarparak 2018 aylığımızı kıyaslayın bakalım. æ

Otomatik alternatif metin yok.

====================================
Teşekkürler Ali hocam,

EKONOMİDEKİ ÇÖKÜNTÜ SERMAYEYE
DEV RANTLARLA SAKLANIYOR!

Büyüklere masallar sürüyor..
Reis, ekonomideki fiyaskoyu ve ağır çöküntüyü gene mağdur – mazlum edebiyatı ile geçiştirmeye çabalıyor. Dün bize mali – finansal saldırı yapıldığını, dövizin bunca yükselmesi için makul neden olmadığını ve bu keferelerin başarılı (!) olamayacağını haykırdı.. Bindirilmiş kıtalar çılgınca gösterilerini eksik etmediler görevleri gereği..

Reisin kara kara gözlükleri vardı, gözlerinin  ne söylediğini anlayamadık.
Ancak beden dili sözlerinin tersini söylemekteydi : Ürküntü ve korku, hatta panik..
Bütün gerçek rakamlar ağır bir çöküntüye kanıt. Ancak örtülmesi ve ötelenmesi gerekiyor??
Nereye dek?
Küresel ve işbirlikçisi yerli sermayeye 2 “balık” (affola, “kemik” diyemedik!) atıldı.
İlki şeker fabrikaları.. 14 fabrika ortalama ve iyimser 100’er milyon dolara gitse, en az yarısı (birkaç katı gerçekte!) rant ikramı olup; birkaç milyar Dolar demektir ki; Reis içerideki oy yitiğini bile göze alarak, çaresizce, bu “ikramı” sunmuştur.
İkincisi, alelacele “KANAL İSTANBUL” rantıdır ki birkaç on milyar Dolar çapındadır..
Bizi açıkça çok zorlamayın, uzlaşıp gidelim..
demektir bu manevraların / kapitülasyonların Türkçesi..
Hem de Reis, artık bu dev projenin geciktirilmeyeceğini / geciktirilEmeyeceğini de vurgulayarak ilgili çevrelere iletisini açık açık vermektedir..
****
Bir başka dil kullanılıyor eyyyyy yurdum insanı bir başka dil.
Bu sana yabancı, senin anlamadığın / anlamayacağın varsayılarak / anlamaman için kodlu bir dil!
Ama bil ki hepsi senin sırtından.. Faturayı sen ödüyorsun, çoluğun – çocuğun da ödeyecek bu son post-modern Kamu Özel İşbirliği denen yaman ve kahbe yöntemle..
Köprüleri, Boğaz geçişlerini gördün, şehir hastaneleri başladı..
Akkuyu ve Sinop nükleer güç santralleri fahiş fiyatla elektrik satacak sana, sitemizde yazdık!
(http://ahmetsaltik.net/2018/04/07/akkuyu-kapitulasyonu/)
3. Havaalanı tümüyle gereksiz ve doymayan rant iştahı ürünü! 20 milyar €’dan daha pahalı!
Bunlar 25-30 yıl kâr garantili. Bütçeden rant aktarılıyor, hem de çooook pahalı ve Dolara indeksli.
Kanal İstanbul da böyle. İlgili Bakan 60-65 milyar TL dedi geçen ay. Ama daha çoook yükselecek. Bir de bütçeden tek kuruş çıkmıyor diyorlar.. Tümüyle yalan!
Üstüne üstlük bir de din sosu ekleniyor.. İkide bir “hamdolsun..”
Baksanıza Maraş’tan Umre diye garibanları Urfa’ya götürüp bıraktılar bu gün “hamdolsun..”!
Hep birlikte en az %95 Müslümanız değil mi?
Peki bu ahlak – vicdan – namus – kitap – hukuk – Kur’an dışı işleri hep o Müslüman olmayan %5 mi yapıyor acaba?Kusura bakma ama sen de çoooooooooook büyük oranda tezgaha ortaksın. O yüzden ses çıkarmıyor bir de milyonlarca oy boca ediyorsun bu siyasal kadrolara. Sen de suçlusun!

Ama unutma; Türkiye’yi bitiriyorsunuz. Yarın elde birşey kalmayacak Osmanlı’ya Düyun-u Umumiye dayatılıp iflas ettirilerek el konduğu gibi.. Sonra da Sevr ve vatanı işgal edip bitirme!

Gittiğin yol budur! Gör artık ve dur artık! Yarın çoooooook geç olacak buna inan, insaf et..

Sevgi ve saygı ile. 13 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Ekonomik saldırı kimyasal yalanlar

Ekonomik saldırı kimyasal yalanlar

İsmet Özçelik

İsmet Özçelik
Aydınlık Gazetesi, 12.4.2018

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye, Rusya, İran. Kaderleri ortak hale geldi. Üç ülkenin ekonomisi de uluslararası saldırı altında. Saldırının boyutu 4 Nisan’da Türkiye’de yapılan Putin, Erdoğan, Ruhani zirvesinden sonra daha da arttı. Buna bir de içerdeki hatalar eklenince etkisi giderek büyüyor. Saldırı ciddi. Saldırıyı birlikte göğüslemek dışında başka bir seçenek de bulunmuyor.

RUSYA
Rusya, dış kaynaklı sorunlarla boğuşuyor. Suriye’de olaya doğrudan müdahil olması ABD’yi çok rahatsız etti. Ekonomik yaptırımlar, hisse senetlerinin düşürülmesi, devalüasyon, … Hepsi peşpeşe geldi. Halkta hoşnutsuzluk yaratılarak Rusya’nın iç sorunlarla boğuşması planlanıyor. Suriye’de staj yaptırılan teröristlerin Rusya’da faaliyete sokulması da gündemde.

İRAN’DA DURUM
ABD bütün gücüyle İran’a yükleniyor
. Yıllardır devam eden yaptırımlara yenileri eklenmeye çalışılıyor. Yaptırımlar öncesi bir dolar bin riyalken şu anda bir dolar 4 bin riyalin üstünde. Devlet dolar kurunu 4200 riyal olarak sabitledi. Ama serbest piyasada 5750 riyal geçerli. Çifte kur ortaya çıktı. Resmi kurla piyasada oluşan kur arasında ciddi fark oluştu. ABD, İran’da da halk tepkisine oynuyor. Ekonomik krizle halkı harekete geçirmenin hesabını yapıyor.

TÜRKİYE
Türkiye’de de benzer bir senaryo devrede. ABD’nin devlet olarak kullanacağı davaların görüşüldüğü New York Eyalet Bölge Mahkemesi’nde görülen Sarraf davası (Hakan Atilla davası) da ekonomik krize göre ayarlı. Türk bankalarına yönelik ceza sopası havaya kalkmış bekliyor. Türkiye’ye “Astana sürecinden ayrıl” baskısı sürüyor.

PAZARLIK
Hakan Atilla için 11 Nisan’da karar açıklanacaktı. Bir ay ertelendi. Kapalı kapılar arkasında temasların devam ettiği konusunda haberler geliyor. “Havuç”, “sopa” taktiği devrede. Türkiye’yi Rusya ve İran’dan koparmak için her türlü yol deneniyor.

ÇİN TOPA GİRİYOR
Rus ve İran yöneticileri her şeyin farkında. Ekonomik, siyasi ve askeri saldırılara karşı cepheyi daha da büyütme gayretindeler. Çin’in topa daha güçlü girmesinden yanalar. Bu konuda temaslar sürüyor. Çin’in önümüzdeki dönemde sahneye daha güçlü çıkacağının işaretleri var. Hem Suriye’de, hem de tüm bölgede.

YALANLAR
Eş zamanlı olarak CIA ve MOSSAD yalanları yine devrede. 1. Körfez Savaşı sırasında bütün dünyayı “Kuveyt’te petrole bulanmış karabatak kuşlarıyla” kandırmışlardı. Televizyonlar savaş haberlerinde o görüntüleri kullanmıştı. Görüntülerin 10 yıl önce Fransa kıyısında batan bir tankerin yarattığı kirlilik olduğu savaş bittikten sonra anlaşıldı. Irak kimyasal silah bahanesiyle işgal edildi. Bir gram bile kimyasal çıkmadı. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, “CIA bizi kandırdı” demek zorunda kaldı. Ama

  • CIA yalanı ile bir milyon Müslüman Iraklı öldürüldü, yüz binlerce kadının ırzına geçildi.

SIRADA SURİYE VAR
Şimdi aynı taktik Suriye’de devrede. Esad yönetiminin kimyasal silah kullandığı iddiaları ortaya atıldı. Duma ve Doğu Guta’da kimyasal silah kullanıldığına ilişkin görüntüler(!) servis ediliyor. Ortada bir kanıt yok. Ama ABD Başkanı Trump faturayı kesti bile. Esad yönetiminin cezalandırılacağı konusunda açıklamalar yapıyor.

EŞZAMANLI
ABD bölgede sıkıntıda. Çıkış arıyor. Türkiye, Rusya ve Çin’e, hatta Avrupa’ya yönelik ekonomik saldırı ile kimyasal yalanların eşzamanlı olması anlamlı. Aynı paketin parçaları. Suriye’de doğrudan cephede olan Rusya, İran sıkıştırılırken Avrupa ülkeleri koalisyona aktif katılmaya zorlanıyor. Türkiye ise ekonomik kriz ve Sarraf sopası ile ikna edilmeye çalışılıyor. Ancak bu kez kendisine pahalıya patlayacağı çok açık. Gelişmeler onu gösteriyor. ABD ile birlikte hareket eden ülkelerin sayısı da giderek azalıyor. Bugün, 1991’den de, 2003’den de çok farklı..!
=======================================
Dostlar,

Durum ciddi. ABD’nin başında “devlet adamı” niteliği taşıyan biri yok! Bir tüccar, bir Dolar milyarderi şovmen var!

Türkiye, Suriye politikasında çok ve cider hatalar yaptı. 2011 Mart’ında doğrudan ABD maşalığı ile rol üstlenerek Suriye’de iç savaş çıkması ve ülkenin parçalanması için elinden geleni ardına koymadı. Zamanla kazın ayağının hiç de sanıldığı gibi olmadığı anlaşıldı, Devlet kurumları AKP = Erdoğan‘ı çoooooook zor da olsa belli ölçüde ikna ettiler.

Şimdi artık sıcak savaşın tamtamları kulakları tırmalıyor.

Suriye’ye dönük şiddet kullanılmaması için Türkiye elinden gelen tüm araçları kullanmalı, aktif bir yansızlık politikası gütmelidir.

Somut olarak, başta İncirlik olmak üzere Türkiye’deki ABD – NATO üslerini Suriye’ye dönük bir askeri operasyonda kullandırmamalı ve bu kararını açıklamalıdır.

  • Suriye’nin toprak bütünlüğü ülkemiz için yaşamsal önemdedir.

Anımsayalım, 1990’da Saddam için aynı oyun oynanmış, kimyasal savaş silahlarını halkına yönelttiği savıyla üstüne gidilmiş, komşusu İran ile 8 yıl savaştırılmıştı. 2003’te ise ABD işgali gerçekleşmişti. Dönemin Cumhurbaşkanı T. Özal Batı tarafından “1 koyup 3 alma” kumarı ile aldatılmıştı. Dönemin Genelkurmay Başkanı onurlu ve saygın insan merhum Org. Necip Torumtay, oyuna alet olmayarak görevinden istifa etmişti!

Suriye’nin gerçekten kimyasal silah kullanıp kullanmadığının, böylesi bir envantere sahip olup olmadığının BM’nin ilgili birimlerince incelenmesine fırsat verilmelidir. Suriye hükümeti BM’nin ilgili uzman kurumunu ülkesine davet etmiştir. Sorunun açıklığa kavuşturulması 2-3 haftalık  bir zaman gerektiriyor.. Mutlaka beklenmelidir. Bu olay üzerine dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair özür dilemek zorunda kalmıştı!

Tükiye, sıcak çatışma, silah kullanımı… gibi ülkemizi de çok ağır etkileyeceği açık olan gelişmelere kapılarını kesin olarak kapatmalıdır. Bu arada yurt içinde kimi sabotajalara dönük uyanık olmalıdır.

Sıcak çatışmayı bahane ederek OHAL uzatılmamalıdır.
Hele benzer senaryolarla seçime  / erken seçime ülkeyi sürüklemek de kesinlikle dışlanmalıdır.

  • Yurtta barış, dünyada barış!  / Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK!

Sevgi ve saygı ile. 10 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI KEMAL BEY’İN İDAMI

Mütareke İstanbul’unun Paralel Yargısı DİVAN-I HARBİ ÖRFİ
BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI KEMAL BEY’İN İDAMI


Av. Hüseyin Özbek
Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı

Bir Mütareke Yargıcı Portresi: Nemrut Mustafa Paşa

Mütareke döneminde birden fazla sıkıyönetim mahkemesi faaliyet göstermiştir. Dersaadet Divan-ı Harbi Örfisi veya 1.Nolu Mahkeme diye anılan, İttihat ve Terakki mensuplarını yargılayan mahkeme reisliğine Mahmut Hayret Paşa’nın istifası üzerine Mustafa Nazım Paşa atanır. Üyeler, Mirliva Zeki Paşa, Mirliva Mustafa Paşa, Mirliva Ali Nazım Paşa, Mirliva Recep Ferdi Bey’den oluşmaktadır. İngilizleri memnun etme ve bütün taleplerini, ülkesine ihanet pahasına ziyadesiyle karşılamayı siyasetinin temeli yapan Damat Ferit Hükümetinin teşkil ettiği mahkemenin adil bir yargılama yapması mümkün değildi. Mahkeme Başkanı Mustafa Nazım Paşa’nın 4 ay reislik yaptıktan sonra üçüncü Damat Ferit Paşa hükümetinde Harbiye Nazırlığına atanması mahkeme ile siyasi iktidar arasındaki ilişkinin derecesini gösterir çarpıcı bir örnektir. Erzurum Kongresi esnasında 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir’ den Mustafa Kemal’in tutuklanmasını isteyen bu Nazım Paşa’dır. Bu mahkemenin üyelerinden halkın Nemrut adını taktığı Mirliva Mustafa Paşa (Kürt Mustafa Paşa) sanıklara karşı ön yargılı davranıp savunma haklarını kısıtlamasıyla, düzmece belgeler üretmesiyle, yalancı tanıkları yönlendirmesiyle ibretlik bir örnektir. Üyesi olduğu mahkeme, yargılananlardan sabık İttihatçı iktidarın şeyhülislamı Musa Kazım Efendi’ye idam yerine 15 yıl kürek cezası verince böyle bir şahıs için ne yargılama yapmaya ne de Kanun-u Esasi’ye uymaya gerek olmadığı, sorgusuz sualsiz idamı gerektiğine ilişkin beyanıyla, kürek cezasına ilişkin kararı idam şerhiyle imzalaması okurlarımıza yeterli fikir verecektir.

İngiliz güdümlü Yargının Masum Kurbanı: Kemal Bey

Divan-ı Harbi Örfi’nin ilk yargılaması Yozgat davasıdır. 1915 Ermeni Tehciri uygulamasından sorumlu tutulan Boğazlıyan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili Kemal Bey’in 2 Şubat 1919’da başlayan yargılaması 8 Nisan 1919’da idam hükmüyle sonuçlanır. Düzmece tanıkların yönlendirilmesinde, sanığa savunma olanağı tanınmamasında üye Nemrut Mustafa Paşa’nın çabaları dikkat çekicidir. 10 Nisan 1919’da Beyazıt meydanında cezanın infazından önce Kemal Bey halka seslenir: “Sevgili vatandaşlarım; ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim, vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki ben masumum. Son sözüm bu gün de bu olacaktır, yarın da bu olacaktır. Yabancı devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa kahrolsun böyle adalet!” Kemal Beyin cansız cesedi darağacında sallanırken Taşnakçı Ermeniler sehpa önünde sevinç gösterilerinde bulunmaktadırlar.

Şehitlere “Köpek Ölüsü” diyen alçak

Mustafa Paşa’nın 26 Ağustos 1919’da ilk dönem mahkeme üyeliğinin sona ermesiyle Damat Ferit tarafından ödüllendirilerek 25 Eylül 1919’da tayin edildiği Bursa Valiliğinden onuncu gününde kovulma nedeni hayli ilginçtir! Valilik makamında yaptığı konuşmada; “1. Dünya savaşında şehit düşen Türk askerlerinin meşru olmayan bir savaşta hayatlarını kaybetmeleri nedeniyle bırakın şehit olmayı, köpek ölüsünden farkları bulunmadığını” söylediğini duyan halk,  Vilayet konağına dayanınca Bursa’yı apar topar terk ederek soluğu İstanbul’da alır!  Ermeni Tehciri sorumlularının bir an önce cezalandırılması için sürekli hükümeti sıkıştıran İngiliz Yüksek Komiser Vekili Amiral Webb’e, Damat Ferit’in; ” Şimdi güvendiğim yeni bir mahkeme kurdurdum” sözünü boşuna söylemediği kısa zamanda ortaya çıkar: 16 Nisan 1920’de Damat Ferit mahkeme başkanlığına gerçekten de güvendiği birini, Nemrut Mustafa Paşayı tayin etmiştir. Damat Ferit hükümetlerinin özelliği medrese Kürt ittifakını iktidara getirmesidir. Ayan Meclisi ve bürokrasiye Kürt Teali -yükselme- Cemiyeti ve Teal-i İslam Cemiyeti mensuplarını doldurmuştur. Medreseyi Şeyhülislam Mustafa Sabri, Kürtçü kümelenmeyi Ayan üyesi Seyit Abdülkadir temsil etmektedir. II. Abdülhamit döneminde Hariciye Nazırlığı ve Şura-yı Devlet Reisliği görevlerinde bulunan Kürt Sait Paşa’ nın ve 15 Mayıs 1919’da İzmir valisi olarak, halka Yunan işgaline direnmemeyi telkin eden Kambur İzzet’in kardeşiyle evli olan Nemrut Mustafa Paşa, mütareke döneminde olsun, Yüz ellilik olarak yurt dışındaki sürgün döneminde olsun, üyesi olduğu Kürdistan Teali Cemiyeti ile aynı doğrultuda davranmıştır. İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold’un; “Bu Kürt önderi iyi yönetilirse, Irak’ taki İngiliz yetkililerine yararlı olabilir” dediği Nemrut Mustafa’ nın,  Emin Ali Bedirhan ve İngiliz Muhibleri Cemiyeti Başkanı Sait Molla ile birlikte İngiliz Yüksek Komiserliği görevlilerinden Andrew Ryan’ı ziyaret edip, İngiliz Mandaterliği altında Kürtlere özerklik isteminde bulunduğunu okurlarımıza hatırlatmakla yetinelim. (S.R .Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı)

Milli Mücadeleye Karşı Damat Ferit’in Hukuk Silahı

23 Nisan 1920’de kabul edilen bir kararname ile Divan-ı Harbi Örfilerin görev alanı genişletilir. Tehcir davalarına ek olarak memleketin iç ve dış güvenliğini bozanların da Divan-ı Harbi Örfi mahkemelerinin yargı yetkisinde olduğu belirtilir. Kararname doğrultusundaki çalışmalar asıl amacın ne olduğunu kısa sürede göstermeye başlar: 14 Mayıs 1920’de Mustafa Kemal Paşa, Kara Vasıf Bey, Ali Fuad Bey, Alfred Rüstem Bey, Dr. Adnan Bey ve Halide Edip Hanım, Nemrut Mustafa Paşa başkanlığındaki mahkeme tarafından; “Kuva-yı Milliye adı altında fitne ve fesat tertip ettikleri, halktan zorla para aldıkları, asker topladıkları için” gıyaben idama mahkum edilirler. Karar padişah tarafından onaylanır, 24 Mayıs 1920 tarihli Takvim-i Vekayi’de (Resmi Gazete) yayınlanır. Mahkeme 19 Haziran 1921 tarihine kadar Kuva-yı Milliye nedeniyle 823 kişiye çeşitli cezalar verir.

Paralel Yargının bir başka cinayeti: Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey

Sadrazamın güvenli mahkemenin reisliğine atadığı Nemrut Mustafa, Damat Ferit’in güvenini boşa çıkarmaz: Ermeni Tehciri nedeniyle yargılanan Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’i idam etmeyi kafasına koymuş olan Nemrut Mustafa, ortada delil, tanık olmayınca yaratmaya girişir. 29-30 Nisan 1920 tarihlerinde Serbesti ve Peyam-ı Sabah gibi mütareke matbuatına verdiği ilanlarla tanık arama çabaları, tanık temini ve mahkemeye celbinde Patrikhane ile giriştiği yakın işbirliği sonuçta meyvelerini verir. Nusret Bey’ in savunmaları ve ileri sürdüğü deliller dikkate alınmaz. Aslında delil sunma ve savunma yapmasına olanak ta tanınmaz. 24 Haziran 1920’de yargılama sona erer. Başkan ve üyelerden  Kaymakam  Fettah Bey idam kararında ısrar ederler. Diğer üyeler Recep Paşa, Recep Bey ve Ferhat Bey ise 15 yıl kürek cezası isteminde bulunurlar. Üçte iki çoğunluk kararına göre 4 Temmuz 1920 tarihli kararla sanık 15 yıl kürek cezasına mahkum edilmiş ve ilam imzalanmıştır. Nusret Bey, Mustafa Paşa’nın kendisine olan düşmanlığının Ergani’de görev yaparken zararlı çalışmalarını gördüğü Kürt Muhadenat Cemiyeti’ni kapatmış olmasından kaynaklandığını yakınlarına söylemiştir. Nusret Bey’i idam etme ısrarından vazgeçmeyen Nemrut Mustafa mahkeme üyelerinden Ferhat Bey’i; “Sen bizim işimize engel oluyorsun, seninle teşrik-i mesai edemeyiz” diyerek üyelikten çıkarıp yerine Miralay Niyazi Bey’i tayin ettirir. Patrikhane aracılığıyla yeni yalancı tanıklar bulur. Daha önce kürek cezası için imza koyan Recep Paşa ile Recep Bey’e de etki ederek kararını idamdan yana değiştirir. Sonuçta bir suç nedeniyle ortaya iki karar çıkar ! O günlerde aralarında Nusret Bey’in de bulunduğu Tehcir sanıklarını Malta Adasına götürmek için Bekirağa Bölüğüne gelen İngiliz subayına; “Hepsini götürünüz, Divan-ı Harb adına rica ediyorum. Nusret’i bırakınız. Çünkü onun idamı tasdike gitti. Yarın ya da öbür gün idam edeceğiz” diyerek engeller. Bu hukuk faciası sonucu Nusret Bey 5 Ağustos 1920 de Sevr Antlaşması’ndan 5 gün önce idam edilir!

Bağımsız Yargının Kaynağı Bağımsızlıktır

Mütareke İstanbul’undaki Tehcir Yargılamaları kuşkusuz daha uzun incelemelerin konusudur. İşgal altındaki bir ülkenin işgalci işbirlikçisi yönetimince oluşturulan mahkemelerindeki adil olmayan yargılamalar, yargı tarihimizin utanç sayfaları olarak yerini almıştır. Ankara’nın yürüttüğü bağımsızlık savaşı Mütareke tutsaklarının da, Malta tutsaklarının da özgürlüğünün yolunu açmıştır. Divan-ı Harbi Örfiler, bağımsız yargı için önce bağımsız bir ülke, bağımsız bir ulus olmak gerektiğinin, bunun dışındakilerin sömürge yargısı olacağının acı örnekleri olarak bu gün için de isteyenler için gerekli derslerle doludur.

Kaynakça
1) Tehcir Yargılamalar› : Osman Selim Kocahanoğlu – Temel Yayınları
2) Bilal Şimir : Malta Sürgünleri – Bilgi Yayınevi
3) Dr. Feridun Ata : Süleymaniyeli Nemrut Mustafa
=====================================
Dostumuz,

Değerli hukukçu ve araştırmacı – yazar Sayın Av. Hüseyin Özbek‘in önemli bir yazsını daha site okurlarımızla paylaşmak istiyoruz.. Kendisine teşekkür ederiz..

Boğazlıyan Kaymakamı yurtsever insanımız Kemal Bey’in anısını saygı ile selamlıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 11 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Milliyetçiliğinizi hala NATO kılıfından kurtaramadınız

Milliyetçiliğinizi hala NATO kılıfından kurtaramadınız

Nihat Genç
Odatv.com, 09.04.2018

Benim adım yazar Nihat Genç. Beni kimse susturamaz. O partiye oy ver bu partiye oy ver, istediğine ver, bana ne?
Uyanık olmayan mutlu olamaz. Gerçeği görmeyen bilgi sahibi olamaz.
Yalan maskesi sadece FETÖ’cülerin PKK’nın Amerika’nın işbirlikçilerinin işine yarar ve ülkenizi geleceğinizi en temiz duygularınızı mahvederler, paramparça ederler.
Ülkenize ve kendinize inancınız kalmaz.
Gösterilmeyen susturulan kapatılan örtülen idare edilen her şey gün gelir ülkenizi ideallerinizi elinizden alır sümük gibi ortada bırakır sizi.
Ülkesini seven insan çırılçıplak olmayı göze alacak. Manevi baskılara karşı koyacak.
Herkesin kasıtla sustuğu yerde baş kaldırabilecek gücü kendinde görecek.
Tam bir bağımsız ruhu olacak.
Gizli işaretler ve şifrelerle işi olmayacak, her biri okunaklı apaçık ve dümdüz yazacak.
Ülkemizi ve geleceğimizi temize çekmenin başka yolu yoktur.
Bunun da yolu ‘sözde kahramanlar’ın peşine takılmak değil sözde kahramanlara
‘lanetler yağdırıp’ deşifre etmektir. Gözünüzün önünde dönen dolaplara isyan edeceksiniz arkadaş, isyan, kötü niyetlileri gördüğünüzde cezalandıracaksınız, maskelerini indireceksiniz.

BU KADAR KORKAKSANIZ NİYE YAZARSINIZ?

İşte bir parti kurultayını yaptı, her şey yüzlerce yazarın gözleri önünde oldu, siz de gördünüz, neden susuyorsunuz?
Hepiniz apaçık biliyorsunuz, Enver Altaylı, MİT ve CIA ajanı olduğunu ve CIA Ortadoğu şefi Ruzi Nazar’ın yetiştirmesi olduğunu kendisi kitaplar yazarak deklare etti.
Enver Altaylı şu anda FETÖ’cülük iddiasıyla hapiste, iddianamesinde FETÖ’ye raporlar yazdığı medyada çarşaf çarşaf yayınlandı. Bu isimlerin ‘milliyetçi’ görünmesinden, milliyetçi kurum ve mahfilleri gençliği yıllarca manipüle etmesinden (kırdırtması kışkırtması) bir milliyetçinin utanması lazım.
Ne utanması, ödüllendiriliyor, yeğeni Burak Kavuncu İYİ Parti’nin genel başkan yardımcılığına getiriliyor ve bütün milliyetçi mahfiller yazarlar susuyor, neden, İYİ Parti’yi eleştirmek Tayyib’in işine yarar. O yarar bu yararsa siz de yapmayın, adı dünyaca ünlü ve deşifre olmuş sızıntı Panama Belgeleri’nde şaibeli ve gizli zenginler listesindeki Burak Kavuncu kimdir, ne iş yapar, servetini nasıl yapmıştır, hangi aileden gelmiştir ve kimlerin yeğenidir, tek satır neden yazamıyorsunuz?

Bu kadar korkaksanız niye yazarsınız?

MİLLİYETÇİLİĞİNİZİ HALA NATO KILIFINDAN KURTARAMADINIZ

Soğuk Savaş dönemi ve sonrasında adına ‘gladyö’ denilen yapıların hepsi bir arada yine bir daha NATO şemsiyesi altında, NATO’nun kurumlarında çalışıyorlar, Türkçüsü NATO milliyetçisi, FETÖ’cüsü NATO milliyetçisi, PKK’lısı NATO milliyetçisi, İslamcısı NATO milliyetçisi.

Taha Akyol’u NATO milliyetçisi.

NATO milliyetçiliğinden ve şemsiyesine topladığı alayından rahatsız iseniz, aman Nihat Genç yazma diyeceğine, gider genel başkanına, bu isimler şaibeli, bari seçim öncesi bunları genel başkan yardımcısı yapmayalım, dersiniz.

Genel Başkanına neden bu isimleri yazıyorsun diyemiyorsun, ama, Nihat Genç yazınca, aman yazma Tayyib’in ekmeğine yağ sürme. Üstelik bu lafları on yıllarca korkudan ya da yakınlıktan FETÖ’ye tek laf söyleyememiş insanlar söylüyor. Tayyip Erdoğan on yıllarca bu ekmekten yedi Şimdi siz de bu ekmeğe sulanıyorsunuz! Kitlelerin tertemiz vatansever duyguları işte onu söyleme bunu yazma yüzünden karma karışık işin içinden çıkılmaz hale geldi.

Soğuk Savaş’ta Türkiye iç savaş yaşadı kardeş kardeşi öldürdü ve sonrası FETÖ’cüler bu ülkeyi gözlerinizin önünde hukuku askeriyle işgal etti, milliyetçiliğinizi hala NATO kılıfından kurtaramadınız, hala ajanlar hala FETÖcüler kurumlarınızda partilerinizde cirit atıyor.

Hala onu sus buna sus’la hala Nihat Genç ona oy verme buna oy verme kime oy verelim’le çaresizliğinizi dayatıp NATO bileşenleri PKK FETÖ Türkçüler hepiniz bir arada yol almaya çalışıyorsunuz. NATO’nun (FETÖ’nün PKK’nın) tarlalarınızı sürmekten tarlalarınıza ölüm dikmekten bıkmadınız mı, çocuklarınızı katil yapmaktan ajan yapmaktan usanmadınız mı?
Bir ülke bu kadar ‘kötülüğü’ nasıl kaldırsın? Vicdanları uyutarak ve etrafınızı susturarak gençliği ve idealleri kılık değiştirip bir daha aldatmanıza seçimler yaklaşıyor diye hiç ses çıkartmayalımla en temiz vatansever duygular soysuzlaşsın ve ajanlaşsın, biz de susup seyredelim, bu mudur büyük politik taktiğiniz?

Nasılsa başka muhalefet yok nasılsa bana oy vermek zorundalar diyen Kılıçdaroğlu, Ekmeleddin sürecince tıpış tıpış oy vereceksiniz demişti, aynısı, nasılsa başka şans yok, oyunuzu tıpış tıpış vereceksiniz, ben de Allah’tan korkmam kuldan utanmam hiç kimseden çekinmeden, şaibeli isimleri istediğim gibi atarım, diyeceksiniz ve yazarı çizeri milliyetçi gazetecisi susacak.

DEVLETİ BU KAHPE ANLAYIŞLA MI YÖNETECEKSİNİZ?

Bir ‘devlet’i daha önce felaketlerle defalarca bitirmiş bu kahpe anlayışla mı yöneteceksiniz? Daha iktidara gelmeden bu denli kucakladığınız şaibeli isimleri iktidara gelince anında nereye hangi kurumlara atayacaksınız?
Yetsin be, Türkiye’de var olan her kurumu her değeri yok eden birbirine kırdırtan bu düzenbaz her yola gelir milliyetçiliğiniz!
Yeri gelir İslamcı’yı yeri gelir Türkçüyü yeri gelir PKK’lıya her kombinezon içinde savaştıran bu sahtekar ajan NATO milliyetçiliğiniz, yetsin be. Gençleri ve heyecanlarını ve ülkenin enerjisini birbirine kırdırıp bitiren… Ülkesinin tek varlığı aydınlarını ve gençlerini bölüşüm ve eşitlik değerlerine ve insanlık değerlerine karşı savaştıran….

Ve ülkenin en temel hukuk askerlik parti gibi kurumlarının içini hala çakal oyunlarıyla oymaktan doymayan…
Ve Türkiye’yi kurumlarıyla güveniyle hukukuyla defalarca yakmaktan lime lime parçalamaktan bıkmayan …
Bu NATO milliyetçiliğine ve onun ajanlarına ve yazarlarına ve onun milliyetçilik türlerine  bir son verin. Yeniden ‘kurban’ olmayın.
Her defasında milliyetçiliğinizi kanıtlamak zorunda kalmayın.
Sahtekarlığı ve ajanlığı ayyuka varmış isimlerle yola çıkmayın.
NATO’nun FETÖ’nün PKK’nın takkesi kafası saçları içinde gizlenip asalak bit’ler gibi yaşamanın adına kalkıp bir de ‘milliyetçilik demeyin.
Sonra, katillerle ajanlarla ortak işbirliği içindeki milliyetçiliğinizi temizlemek için hamam hamam gezmeyin. Üç beş gün sonra hepimizin terk edeceği bu dünyanın en büyük mucizesi kalp temizliğidir, dürüstlüktür, düşünce coşkunluğudur, ışıktır, kendi bileğine güvenmektir, kendiniz gibi samimi insanlarla yola çıkabilmektir, bu sonsuzluk yolculuğunda, bunların hepsi mümkündür.

Ama hayır, siz hala onlarca yıl bu ülkenin gençliğine Apo’nun ayaklarını öptüren Mehdi’nin sümüğünü yalatan ve bu isimleri ‘aziz’ ‘evliya’ ‘peygamber’ rütbesine çıkartanların yolundasınız…

Bu yol sevinci yok eder ülkeyi yok eder bu yol yoksulluğun yoludur ezikliğin çaresizliğin yoludur, geçtiğiniz yıllara bakın, kaderin tıpkısını yaşamayın, yaşatmayın, ey Yeniçağ ve Sözcü yazarları, siz konuşun, bu ülkenin milyonlarca evladını bir daha dünyanın uçsuz bucaksız coğrafyalarında vatansız ülkesiz dolaştırmayın, on binlerce rütbeli Türk askerini ajan diye hapislerde bir daha çürütmeyin.

Dayatmalara zorunluluklara boyun eğmeyin, sizin Yunuslar’ın Ahi Evranlar’ın Atatürkler’in evlatları olmak gibi büyük bir şanınız var.

İnsanlarınızın ve devletinizin ve ideallerinizin acı çekmesini, bugünden tezi yok engelleyin.
Ağanın liderin kralın çarın diktatörün ben yaptım oldu’nun efendilerine karşı teslim olmayın, ayaklanın, ey Sözcü ve Yeniçağ yazarları hiç değilse bir cümlecik lafınız olsun.
Hiç kimsenin daha önce yapmadığı kadar, kendinize güvenin, bir daha kendinizi talihsiz bir denemenin kurbanı yapmayın, sonra kalkıp boş gururunuzu NATO baltalarıyla boşuna savunmayın. Bir ruhunuz bir kişiliğiniz varsa koyun ortaya, yani, vakit çok geç olmadan, yani anlıyorum sizi panik içindeki endişeli düşüncelerinizle sizi kıskıvrak yakaladılar, ne o yana dönebiliyorsunuz ne bu yana.
====================================
Dostlar,

Bu uzun ve coşkulu yazıyı biz de birşeyler eklemeden paylaşalım..
Tam da harman yürekli olmanın zamanı..

Sevgi ve saygı ile. 10 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

BASKIN ORAN BİLAL’E ANLATIR GİBİ YAZMIŞ

BASKIN ORAN BİLAL’E ANLATIR GİBİ YAZMIŞ..

(AS: Bizim katkımız ve Baskın hocaya sorumuz, özeleştiri çağrımız yazının altındadır..)
Baskın Oran ile ilgili görsel sonucu
Emareler belirdi, büyü bozuluyor…
Eskiler, sağlam koku aldıkları zaman derlerdi: “Emareler belirdi”. O noktadayız.
Bizzat en yakın çevre başladı itiraza ve dahi isyana. Çünkü her şey o kadar hızlı yozlaşıyor ki bu insanlar endişede. Şu an büyü bozulmuş vaziyette. Ve büyü bozulunca büyücü panikleyip dizginleri elden kaçırmaya başladı.
***
Abdullah Gül iki seçimi karşılaştırıp, “Görüntümüz bozuldu” yorumunu yapıyor.
Ardından, suç işleyen sivillere muafiyet getiren KHK için konuşuyor: “Hukuk devleti açısından kaygı vericidir.
Buna AKP Gn. Bşk ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan tepki: “Hayırdır? Bu bozgunculuk merakı nedir? Yazıklar olsun!”
Furkan adlı İslamcı vakfın başkanı Alparslan Kuytul dayanamıyor: “Artık AKP’nin adını değiştirmek lazım. ZKP. Zulümle Kalkınma Partisi
Ve derhal operasyon. Vakıf kapatılıyor, Kuytul tutuklanıyor.
Bi zamanlar baş üstünde tutulan, ama insan haklarına “fazla” önem verince yönetimi AKP tarafından ele geçirilip birçok şubesi kapatılan koyu dindar MazlumDer nihayet patlıyor: “Darbelerden çektiğimiz kadar OHAL’den çektik!”
Akit’ten Ali Akben yazıyor: “AKP kan kaybediyor. Birçok kişi artık belediye seçimlerinde partiye rey vermeyeceklerini söylüyor.”
Ünlülerden Şamil Tayyar, “Gaziantep’teki FETÖ borsasında milyon dolarlar dönüyor” diyor.
Yine ünlülerden Mehmet Metiner daha kapsamlı konuşuyor: “Güç ve para insanı zehirler. İktidar hepimizi değiştirdi.” Ve AKP derhal karar alıyor: “Bunlar sanki parti içinde kriz ve çatlak olduğu imajı yaratmaktadır, milletvekilleriyle sürekli toplantı yapılacaktır.”
Türkçe tercümesi: Omerta. Sicilya’nın Susma Yasası.
***
Ama asıl olay, partili iktisat kurmaylarının huzursuzluğu. Zaten, ekonomiden sorumlu bakan Ali Babacan dünyada faizler yükselirken Erdoğan’dan gelen indirme baskılarına direndiği ve özerk üst kurullara dokundurtmadığı için 2015’te tasfiye edilmişti.
Şimdi de Başbakan Yrd. Mehmet Şimşek “Dünya borç batağında, faizler yükseliyor, aman borç almayın, ortak alın. Tedbir getirmek zorundayız” deyince bizzat Erdoğan’dan azarı yiyor:
“Bazı arkadaşlar ekonomik durumumuzun sıkıntılı olduğunu söyleyecek kadar yanlış içine düşüyorlar. Bir insan kendi ayağına kurşun sıkabilir mi? Felaket tellalları yetmiyor mu?”
Tabii bu arada, yasal hükümler neyse onu uygulamak isteyen bürokratlar da tehdit altında.  “İmza atmaktan çekinen”lerin derhal istifasını istiyor Reis.
Onların yerine gül bahçesi atayacak: Özel maaşlı 500 üst düzey bürokrat.
Bugünkü adıyla CEO, Osmanlı’daki adıyla kapıkulu
***
Oysa, gidiş hakikaten kötü. Bütçeyi altüst eden bütün desteklere rağmen son 4 yılda iflas eden esnaf sayısı 430.275. İş insanları ağlaşıyor: “Donumuza kadar ipotekliyiz
Yılsonu enflasyon hedefinin yarısı daha ilk çeyrekte aşıldı. Döviz ve cari açık durdurulamıyor.
Üstelik, sanki şaka: Uluslararası kredi değerlendirme kuruluşları olumsuz rapor vermeye başlayınca  “Yerli-Milli kuruluş kuracağız” gibi inanılmaz bir “çare” bulunuyor. Türkçe tercümesi: Kendin Çal, Kendin Oyna.
Aslında, iktidar nereye gidildiğinin farkında ki, toparlanmayı deniyor.
Yandaş holdinglere ihsan edilen “davetli ihale”ler ve daha sürüyle sebepten bütçe çöktüğü için, mesela KDV iade tasarısını TBMM’den çekiyor.
Mesela, vatandaşlık vermek için 1.000.000 dolarlık konut alma şartını 300.000 dolara indiriyor ki “sürümden” kazansın. Devlet kuruluşlarını ve topraklarını satıyor…
Ama gel gör ki aşağısı sakal yukarısı bıyık, çünkü ekonomi tam anlamıyla çökmeden erken seçime gitmek lazım. Demek ki para saçacaksın. Mesela hemen ilan: Emekliler, maaşlarının 3 katı kadar avans ve 10 katı kadar da faizsiz kredi çekebilecek.
Bu sırada, Suriye fütuhatındaki partnerimiz ÖSO savaşçıları gazilik ve şehitlik unvanı talep ediyorlar. Tabii ki unvan falan değil, parrraaa yani maaş istiyor bu ganimetçi ayaktakımı. Hadi bakalım, bedava peynir sadece fare kapanında olurmuş, bu yağmacıları kullandık, vereceğiz haklarını inşallah, para bol nasıl olsa.
***
Olağanüstü dopinglere rağmen ekonomi düzelmeyince; yasaklara, göz korkutmalara ve nihayet saldırgan üsluba müracaat kaçınılmaz. Devletin kayyımı, Türkiye’nin tek Kürtçe günlük gazetesini ve matbaasını kapatıyor. Özel teşebbüs hemen kafiye tutturuyor: Bir inşaat şirketi işçilere “Türkçeden başka dil konuşma yasağı” getiriyor. Tepki yükselince, “Ayy, yaniii, biz Suriyelileri kastetmiştik” diyor, fakat şirkette Suriyeli işçi olmadığı öğreniliyor. Bu arada, mesela, popüler dizilerinden Çukur’daki bir şarkıda Hayyam’ın “şarap” kelimesi sansürleniyor.
AYM, Yargıtay ve bilumum yargı organlarının internet erişim yasakları ve gazetecilere yaptıkları ayyuka çıktığı için onlara değinmiyorum.
Son olarak, Almanya’ya yerleşmiş Hayko Bağdat’a, içinde hakaretin zerresi olmayan (bakın okuyun) yazısı için yakalama kararı çıkarılıyor. Tamamen nafile olduğu biline biline Almanya’daki Can Dündar’a (ve ne hikmetse Brüksel için) “gıyabında tutuklama ve kırmızı bülten” çıkarılıyor. Bütün bunların tek bir amacı var: Göz korkutmak. Tek bir de neticesi: Türkiye önce İnterpol, sonra da dünya kamuoyu ve hükümetleri nezdinde “keyfekeder” kategorisine demirbaş kaydediliyor…
***
İş geliyor, şovlara dayanıyor. Dikkat ederseniz, MİT’in Kosova’dan Türkiye’ye Fetöcü kaçırma ve sonuçta Kosova içişleri bakanının görevden alınmasına sebep olma olayı apayrı bir yazıyı hak ettiği için dış politikadan hiç bahsetmedim. Ama hiç olmazsa şunu not edelim ki, asimile Kürt İbrahim Tatlıses komutasındaki “sanatçı”lar derlenip Suriye sınırı Hatay’a gidiliyor.
Askerî vesayeti bitiren Erdoğan üniforma giymiş, selfiler çekiliyor.
Hatay’da Tatlıses, soluna cumhurbaşkanını sağına da genelkurmay başkanını almış, “Baktın Afrin Hoş Değil, Münbic’i Dolaş da Gel” diye değiştirdiği “Yaylalar”ı çığırıyor.
Oysa, kadınları aşağılıyor diye bu türkü 2012’de Genelkurmay tarafından yasaklanmış.
Tabii, merak konusu: Niye Hatay’a gidiliyor da, mesela
* İçişleri Bakanı S. Soylu’nun kaymakam, emniyet müdürü ve jandarma komutanı atadığı  Azez’e, Cerablus’a, Marel’e değil? Veya Erdoğan’ın vali atadığı K. Suriye’ye değil?
Bi ihtimal, ekipteki Ajda Pekkan daha fazla panik atak yaşamasın diye.
***
Nihayet, şovlara ek olarak; mutlaka “Eyy!”lerle başlayan, sonları da “be!”lerle biten “cumhurbaşkansal” bir üslup da kaçınılmaz oluyor. Seçin alın:
* “Çatlayın patlayın AKM’yi yıktık” var.
“Beyoğlu’ndaki marjinaller rahat durmazlarsa kulaklarından tutar fırlatırız” var.
Pankart açınca Reis’in hedef göstermesi üzerine tutuklanan Boğaziçi öğrencilerine hitap var:
* “Vatan hainleri! Teröristler! Okuma hakkı vermeyeceğiz!”
Bi de, “Ülkemizi yaşanmaz bulan nankörlere bilet paralarını verip göndermeli” var.
MHP patentli Türkçe tercümesi: Ya Sev, Ya Terk Et. Yalnız, bilet için Allah bin bereket de, önce, gasp ettiğiniz pasaportlarını iade etseniz?
***
Bu yaşıma geldim, iyi öğrendiğim bikaç şey arasında şu öne çıkmakta: Bir baba çocuğuna ihtarla laf dinletir, ihtarla dinletemiyorsa bağırır, bağırarak dinletemiyorsa döver.
Burada ne baba var ne çocuk, ama vaziyet benzerdir: Aynı sırayla dizginler elden kaçmıştır
=======================================
İyi, güzel de Baskın hoca;
12 Eylül 2010’da yapılan 26 maddelik blok anayasa değişikliği halkoylamasında neden “YETMEZ AMA  EVET” çi idiniz??
Erdoğan = AKP‘nin ayakbağı olarak gördüğü yönetsel yargının elini kolunu bağlayan Anayasa değişikliğinin neresini yetersiz buldunuz da ortalığa döküldünüz : YETMEZ AMA EVET!
1’den çok sendikaya üyeliği yasaklayan anayasa maddesinin kaldırılmasını neden yetmez ama evet ile karşıladınız? Emek örgütleri bu yolla daha da bölündü ve halen %12 dolayında olan işçi sendikalılığı içinde ancak yarısı gerekli çoğunluğu sağlayarak toplu sözleşme yapabiliyor  patronla. SBF’nin = Mülkiye‘nin, -bizim de mezunu olarak haklı bir övünç duyduğumuz bu seçkin kurumun- kıdemli ve ün yapmış bir hocası olarak, olası gelişmeleri öngöremediniz mi?
Madde değişikliklerinin gerekçeleri de mi sizi uyarmaya yetmedi?
Sizi sorularla çok bunaltmayıp rahatlatalım : Siz haklı (!) çıktınız.. Evet, yetmedi. 16 Nisan 2016’da 18 maddelik bir darbe daha geldi ve demokrasi bitti! Sizin artık emekli olduğunuz SBF = Mülkiye‘den 30’a yakın akademisyen bir OHAL KHK’sı (676 sayı, 7 Şubat 2107) ile sorgusuz sualsiz işten atıldı!
Geçenlerde “hayalet yazar” takma adıyla (mahlas) Erdoğan’ın Yazılmamış Anıları‘nı (!) yazdınız. Gelirini de Mülkiye = SBF‘den atılanlara bağışladınız (ne iyi ettiniz..). O da yetmemiş olmalı ki, yukarıdaki “post-modern ağıt“ı kaleme alıp dağıttınız.. Size yanıtı 16 Nisan 2016 gecesi hileli halkoylaması sonucu Erdoğan versin :

* Atı alan Üsküdar’a geçti..
Bu arada Baskın bey, AKP = RTE‘den baskını yediniz de, şu “yetmez ama evet” falsonuz için herhangi bir özeleştiri yaptınız mı; biz mi kaçırdık??
Yoksa sizi çok da zorlamayıp, örneğin bu yazınızı ona mı saysak kestirmeden??
Siz de, biz de karın ağrısından kurtuluruz belki..

Cumhuriyetin, onun SBF’sinin gerçek aydını olabilmek sizi epey zorluyor, aşıyor galiba!?

Sevgi ve saygı ile. 09 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
AÜTF Halk Sağlığı AbD – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com

Bir Medya Kuruluşunun Satılışının Düşündürdükleri

Bir Medya Kuruluşunun Satılışının Düşündürdükleri

Onur Öymen 

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır.)

Büyük bir medya kuruluşunun başka bir medya grubuna satılması Türkiye’de çeşitli yorumlara ve eleştirilere yol açtı. Bu vesileyle medyanın siyasetle ilişkileri ön plana çıktı. Bir yandan basına yapılan baskılar bir yandan da basının kendine sansür uygulaması ülkemizde uzunca bir zamandan beri eleştirilere yol açıyor.

Basına yapılan baskılar ve basını bir propaganda aracı gibi kullanma girişimleri dünyanın bir çok ülkesinde görülüyor. Amerika’da basın kuruluşları 1940’lı yılların sonundan itibaren büyük şirketlerin eline geçmiş ve onların beklentileri doğrultusunda yayın yapmaya başlamıştı. The New Yorker yazarlarından A. J. Liebling, 1961 yılında Columbia Journalism Review’da yazdığı bir makalede “Amerikan basını artık tekelci, tek yönlü ve tek sesli hale geldi,” diyordu. Liebling’in görüşüne göre, “Basın özgürlüğü onu mücadele ederek kazananlar içindi.”

Ünlü gazetecilerden George Seldes “Hükümet ve basın işbirliği yaparsa, bütün insanları aynı zamanda aldatmak mümkündür,” görüşünü savunuyordu.

Avrupa’da da ilginç örnekler var. Alman Başbakanlarından Otto von Bismarck gazetelerin genel yayın müdürlerini elde etmek için bir fon kurmuştu. Bu sayede, 1860’lı yıllarda Alman basınının büyük çoğunluğu Bismarck’ı destekliyordu.

Daha yakın tarihlerden de örnekler var. Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras partisi Syriza muhalefetteyken “Yunanistan’da gerçek güç banka sahiplerinin, yolsuzluklara bulaşmış siyasi sistemin ve yine yolsuzluklara bulaşmış medyanın elindedir,” demişti.

Oklahoma Üniversitesi Gaylord Gazetecilik okulunda Yardımcı Profesör Katerina Tsetsura 2007 yılında 35 ülkedeki 93 gazeteci ve 56 ülkedeki 310 kamuoyu çalışanıyla bir anket yaptı. Sonuçları özetle şöyle:

–       Paralı reklam karşılığında haber değeri olmayan hususların haber yapılıp yayınlandığını kabul edenler %26.

–       Haber kaynaklarının mali baskı yapıp yapmadıkları sorusuna “bazen” diye cevap verenlerin oranı ise %54.

Tabii basının özgürlüğünü ve dürüstlüğünü savunan gazeteciler de var. The Observer Gazetesi’nin genel yayın müdürü James Tumusiime “İyi bir gazeteci ruhunu satmaz” diyor. Buna karşılık, Almanya’nın tanınmış gazetecilerinden Udo Ulfkotte “Satın Alınmış Gazeteciler” isimli kitabında kendinden de örnekler vererek resmi makamların baskısıyla nasıl yazı yazmak zorunda bırakıldıklarını anlatıyor.

Baskılar sonucunda bazı önemli haberleri yayınlamayan gazetelerin meslek ahlakıyla bağdaşmayan bu tutumlarına karşı, Amerika’daki Sonoma Üniversitesi her yıl sansürlenen 25 önemli haberi içeren bir kitap yayınlıyor. Böylelikle halktan gizlenmek istenen gelişmeler kamuoyuna duyurulmuş oluyor.

Gazete sahiplerinin siyasetle içli dışlı olmasının da ilginç örnekleri var. Avustralyalı ünlü medya patronu Rupert Murdoch siyasete yön vermeye çok meraklıydı. Önce sahip olduğu medyaları Avustralya Ulusal Partisi’ni desteklemek için kullandı. Daha sonra, bu desteği çekip İşçi Partisi’ni desteklemeye başladı. Amerika’da satın aldığı National Star Gazetesi aracılığıyla Amerikan politikasını, İngiltere’de sahip olduğu on milyon tirajlı The Sun Gazetesi aracılığıyla İngiliz politikasını etkilemeye çalıştı. Önce Başbakan Margaret Thatcher’ın başkanlığındaki Muhafazakar Parti’yi, daha sonra Tony Blair’ın İşçi Partisi’ni destekledi. Murdoch 2000 yılında 50 ülkede toplam değeri beş milyar dolar olan 800 medya kuruluşunun sahibi ve büyük bir siyasi güç odağı haline gelmişti.

Totaliter ülkelerde de basını etkilemenin çeşitli örnekleri var. Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels “Gazeteler hükümetin dilediğini çalacağı bir piyano gibi olmalıdır,” diyordu.

Medya kuruluşlarının neredeyse tamamı Nazi yönetimi tarafından ele geçirilmişti… Biri hariç: “Frankfurter Zeitung”. Bu gazetenin zaman zaman çok ölçülü bir dille eleştiride bulunmasına bir süre için tahammül edildi, ama sonunda 1939 yılının Nisan ayında Nazilerin yayınevi sayılan Eher Verlang tarafından satın alındı ve doğum gününde Hitler’e hediye edildi. (Bu konularda daha ayrıntılı bilgiler Remzi Kitabevi tarafından yayınlanan “Bir Propaganda Silahı olarak Basın” başlıklı kitabımda yer alıyor.)

Medyaların el değiştirmesi basın özgürlüğünün iyileştirilmesine yardımcı olur mu? Dünyada bunun pek örneği yok. Bu konuda en doğru çözümü Atatürk göstermişti:

  • “Matbuat hiçbir sebeple tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz…
    Basın hürriyetinden doğan mahzurların giderilme vasıtası, yine basın hürriyetidir.”

Ancak Atatürk’ün gazetecilere de mesajı vardı:

  • Gazeteciler, gördüklerini, düşündüklerini, bildiklerini samimiyetle yazmalıdırlar.

Saygılar, sevgiler. 06.04.2018
==============================================
Dostlar,

Rupert Murdoch ABD’de basındaki payının % 25’i aşması nedeniyle kapitalizmin kalesi bu ülkede tekel karşıtı (anti – monopoly) yasa (US Antitrust Law) ile karşılaşmış ve yaptırım görerek aşkın bölümü elinden çıkarması sağlanmıştı.

Küçük ABD olma yolunda kilitlenen Türkiye, tam bir yozlaşma ile savrularak, kafasını gözünü kırarak “kapitalistleşmekte”. Attila İlhan, “Hangi Küreselleşme” adlı nefis yapıtında ne denli etkili saptamıştı bu çarpıcı olguyu :

  • Türkiye bu kez ‘Küreselleşme’ ve ‘Özelleştirme’ masalına inanmış, paldır küldür ‘globaliterliğe’ doğru sürüklenmektedir; üstelik daha ‘sivil’, daha ‘demokrat’,
    daha ‘insan haklarına dayalı’ bir düzene ‘dönüştüğünü’ zannederek..
       
  • “.. bir karışık bilmece..” (2003, İş Bankası Kültür Yayınları, arka kapak)

Rekabet Kurumu haksız rekabeti önlemek ve serbest rekabeti sağlamak için yasa ile kurulmuştur. REKABETİN KORUNMASI HAKKINDA KANUN (4054 sayılı yasa, RG 13/12/1994, s. 22140). Bu yasanın 1. maddesinde (amaç) şöyle denilmektedir :

– Bu Kanunun amacı, mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma, karar ve uygulamaları ve piyasaya hâkim olan teşebbüslerin bu hâkimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını sağlamaktır.

Dolayısıyla, bu yasaya karşı dolanma (hülle) girişimlerine de izin vermeyecek biçimde, Kurum gereğini yapmalıdır. Basın özgürlüğünün olmadığı bir ülkede demokrasiden söz edilemez.

Unutulmasın, Türkiye’de basından sansürün kaldırılması 24 Temmuz 1908‘e tarihlenmektedir. Aradan 109 yıl geçmiştir ve tarihin tekerleğini geri çevirme olanağı yoktur.

İktidar, iktidarını sürdürmek için her şeyi ama her şeyi yapmaya niyetli hatta kararlı gözükmektedir. Tam anlamıyla güdümlü basın da buna ne yazı ki dahil.. Ancak bu girişim son derece tehlikeli, sakıncalı; başvuranların ellerinde patlayabilir ve bumerang gibi geri tepebilir. Kurumları zorlamadan, “oyunu kurallarına uyarak” siyaset yapmak herkesin yararına olacaktır.

Sevgi ve saygı ile. 07 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

Büyümede elma ile armut karşılaştırılıyor

Büyümede elma ile armut karşılaştırılıyor

Mustafa Pamukoğlu

Mustafa Pamukoğlu
Aydınlık Gazetesi, 1.4.2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

2017 yılı ekonomik büyümesi % 7,4 açıklanır açıklanmaz yorumlara baktığımızda elma ile armudun karşılaştırıldığını ve pembe tablolar çizildiğini görüyoruz.

Tespite bakın: “AB ülkelerinde büyüme ortalaması %2,1.Biz ise %7,4 büyümüşüz. Buna muhteşem ekonomi denir!” Şaka gibi.AB ülkelerinin büyüme oranları ile karşılaştırma yapın ama refah ölçüsü olan kişi başına milli gelir (KBMG) ile de karşılaştırın bir de o farkı görün.

AB REFAH İÇİNDE

2017 yılı KBMG dolar olarak kalkınmış zengin ülkelerde şöyle:

Türkiye refah bakımından ilk yüz ülkede sonlarda. Ama ekonomimiz %7,4 büyümüş. Kalkınmış ülkeler, zavallılar %2,1 büyümüşler. Kıskandırıcı bir durum!

AB GSYİH AÇIK ARA ÖNDE

Büyüme oranı yanında ülkelerin GSYİH yani cirolarını da karşılaştırmak lazım. Türkiye yıllardan beri GSYİH’nı artıramıyor ve 800 milyar dolar dolayında geziniyor.

BÜYÜDÜK AMA BORCUMUZ ÇOK

Dış borç rakamlarına baktığımızda her zaman olduğu gibi biz büyümeyi yani zenginleşmeyi dış borçlarla finanse etmişiz. Yani zenginliğimizin sahibi yabancılar.

KAMU BORCU DA ARTMIŞ! ZENGİNLEŞMİŞ OLDUK MU?

Yani biz 2017’de %7,4 büyümüş olmakla zenginleşmiş olduk mu?

  • Hayat ateş pahası,
  • liramız giderek değersizleşiyor,
  • dış ticaret açığı artıyor,
  • cari açık artıyor,
  • bütçe açık veriyor,
  • işsizlik almış başını gidiyor,
  • merkez bankası rezervleri azalmış,
  • dış borçlar artık çevrilemiyor,
  • reel sektör nakit darboğazında ve ancak borcunu borçla ödeyerek ayakta kalıyor. Ama büyüdük ne muhteşem ekonomi?

Ziya Paşa’nın dediği gibi

En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun
Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?

Galiba öyleyiz…
================================================
Evet dostlar,

EKONOMİ DE ZAMAN DA TÜKENDİ!

Acı tablo böyle..  Türkiye’nin dış borcunun seyir defteri aşağıda. 2002 sonunda AKP 118,3 milyar $ toplam dış borç ile devraldı ülkemizi ve son verilerle 430 milyar $ borca dayanmış bulunuyoruz 15 yılda. Tam 3,63 kat büyüdü dış borç. Ulusal gelir 230 milyar $ idi, 2017 sonunda 800 milyar doları ancak aşıyor.. 800/230 = 3,48 kat büyüme var.. Borç büyümesinin gerisinde. “Büyüme” borçla sağlanmış.. Öz kaynaklara dayalı reel bir büyüme yok ortada. Ulusal gelir 2016 sonuna göre $ olarak geriledi. Kişi başına yıllık gelir de $ olarak geriledi. Gelir dağılım daha adaletsiz. İşsizlik ve enflasyon 2 haneli ve demirledi.

Dünyada ilk 10 ekonomi içine girme hayalleri 2023’te artık hayal ötesi.. 10. sıradaki ülke, bizim en az 2 katımız ulusal gelire sahip.

Country 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2017 2018
Turkey 104 109 118.3 118.3 147.3 16.9 170.1 193.6 247.1 277.1 268.3 270.7 306.6 336.9 359.5 410.4 429.6

https://www.indexmundi.com/g/g.aspx?c=tu&v=94, 06.4.2018

Ayrıca, kişi başına yıllık geliri 50 bin $ düzeyinde olan ülkeler bu muazzam rakamı her yıl hala %7’ler düzeyinde büyütebilir mi? İktisaden olanaksız. Ancak 10 bin $ dolayındaki KBMG “hızla” büyütülebilir belki.. Ama Türkiye’de o da olmuyor gerçekte.. TL döviz karşısında erirken, TL cinsinden ulusal gelir enflasyonun da katkısı ile, dış ticaret açığı ile, borçlanma ile, cari açık ile büyüyor!? Bu arada ülkede dolar milyarderleri sayısı AKP politikaları ile artırılarak 40’ı aşıyor. Devasa yolsuzluklar soruşturulamıyor.

Bütçe perişan, SGK onlarca milyar TL açık veriyor, sürekli yükümlülüklerini sınırlıyor aktüaryal dengesi için; salt moneter araçlarla!

Artık dışalım (thalat) daha pahalı, dışsatım (ihracat) daha ucuz.. 1 $ 4 TL, 1 € 5 TL ve 1 & 6 TL’ ye koşuyor 1 Lt benzin ile birlikte.. 1 TL’ye hemen hemen hiçbir şey satın alınamıyor. İcra dos-yaları milyonları aşıyor..

Kamu – Özel Ortaklığı (PPP) yöntemi ile dayatılan projeler onlarca milyar doları aşıyor ve gelecek onyılları ipotek altına alıyor. Yandaşların gününü ve torunlarını refah güvencesine alırken, bu hizmetlerden hiç yararlanmayanlar ve çocukları – torunları borçlandırılarak gelecekleri çalınıyor!

  • Örn. ŞEHİR HASTANELERİ tam kapitülasyon değilse bile “yarı kapitülasyon, kapitülasyon eşdeğeri” (semi capitulation, quacy capitulation) niteliğinde ve Lozan Anlaşmasına aykırı!
  • Geçelim “eksik imtiyaz” sınırını, “saf (pure) imtiyaz” hatta
  • Açıkça kapitülasyon bu KÖO tuzağı! Bağımsızlık savaşımızı boşa çıkaran, kabul edilemez ve yıkım getirecek olan kapitülasyon!
    Osmanlı devletini çökertip tükettiği gibi!

Bu arada 70 milyar dolara varan özelleştirme yaptı AKP; haraç mezat sattı her şeyi. Artık deniz bitti. “Olağandışı” zorlamalarla ekonomi yoğun bakımda tutuluyor. Ekonomiden sorumlu Başbakan Yrd. Ekonomist Dr. Mr. M. Simsek gerekli uyarıyı yaptı. Ancak RTE köpürdü. O’ndan iyi kim bilebilir ki!

  • Korkarız Erdoğan, sanal dünyasında acı gerçeklerle yüzleşmekten kaçınarak hayalleriyle yaşıyor.. Bu doğruysa çok feci bir durum ülkemiz için. Ama bulgular bu yönde ne yazık ki.
  • Ve bu durum sürdürülemez, Türkiye iç barışı başta, pek çok şeyini yitirebilir.
  • OHAL dayatması ve FETÖ ile savaşım yanılsaması sürdürülüyor, açıkça istismar ediliyor.
  • Adalet, geçelim “sopa” yı, neredeyse “çivili sopa” konumuna sürüklendi.
  • Hukuk devleti bitti!
  • Dış askeri harekatlar iç siyasette pervasızca ranta kurban edilmekte.

Yakıcı ve yıkıcı gerçeklerle bir an önce yüzleşmek ve gereğini ACİLEN yapmak zorundayız. Gerçekte beka sorunu tam da budur.

Üstelik bu kez zaman da tükendi..!

Sevgi ve saygı ile. 06 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Başarı budur! Avrupa’da şampiyon dünyada ilk 5’teyiz!

Başarı budur! Avrupa’da şampiyon dünyada ilk 5’teyiz!

Ufuk Söylemez

Ufuk Söylemez
Aydınlık Gazetesi, 5.4.2018

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

AKP iktidarı eseriyle ne kadar övünse haklıdır bence. T. Erdoğan ve B. Yıldırım’ın 30 Ulusal TV kanalının neredeyse 28’inde günde en az 5-6 kez, canlı-canlı bağıra-çağıra konuşarak, ekonomik icraatlarıyla övünüp, böbürlenmelerini çok görmemek lazım. Hatta büyük ekonomik başarıları başta olmak üzere AKP’nin icraatlarını 24 saat canlı olarak verecek birkaç TV kanalı daha tesis ve tahsis edilmesinde yarar var bence. Neden mi? Niçin olmasın? Dile kolay ülkeyi ve ekonomiyi Avrupa’da şampiyon yaptıkları ve dünyada da ilk 5 ülke arasına sokmayı becerdikleri için! Şaka bir yana, Türk ekonomisi;

  • giderek zayıflayan temel ekonomik göstergeleriyle,
  • biriken ve ötelenen riskleriyle,
  • ağırlaşan borç yüküyle ve
  • hızla bozulan yatırım iklimiyle..
    yokuş aşağı giden, freni patlamış kamyon misali savruluyor maalesef.
  • Ülkemiz bugün, Avrupa’da toplam 50 bağımsız devlet arasında hem enflasyonu, hem işsizliği, hem de faizleri çift haneye fırlamış ve burada kronikleşmiş olan tek ülke.

Tabi cari açık ve dış ticaret açığında da öyle. Tek bir istisna olan, büyüme ve “ihracat arttı” şovları yapılırken, kişi başına düşen milli gelirde de dünyada 75. sıraya düşüyor olunması ne yazık ki…

438 milyar $’ı aşan rekor dış borcu ile, TL bazında – nominal (kâğıt üzerinde) olarak büyüyen ama reel olarak, dolar bazında küçülen bir ekonomiden söz ediyoruz. Ancak iktidar ve hempaları rekor ithalat ve dış ticaret açığı artışlarını “ihracatta rekor kırdık” nidalarıyla örtbas ediyorlar.

  • 5 yıldan beri dolar bazında küçülen ekonomimizi “rekor büyüdük” diye sunuyorlar.
  • Yine dolar bazında reel olarak fakirleşen halkı “büyüme masallarıyla” avutuyorlar.

Bana göre iktidarın en büyük başarısı gerçekleri ters-yüz etmekte ve başarısızlıkları ise başarı diye empoze etmekteki kabiliyetidir. Hiç sıkılmadan, gerçekleri böylesine ters-yüz edebilmek hakikaten büyük bir başarı. Bu kafa sayesinde,

  • Avrupa’da bugün faiz oranları “sıfır ile %2” arasındayken, Türkiye’de %15-20’lere fırladı.

Bu kafa sayesinde, ev kadınlarını ve iş bulsa çalışmaya hazır olanları hesaba katmamalarına rağmen, % 17’lere yaklaşan çift haneli işsizlik bugün sosyal felaket boyutlarına erişmekte. Bu kafa sayesinde, yoksulu daha da yoksullaştıran en haksız ve adaletsiz vergi olan enflasyon Avrupa’da ve gelişmiş ekonomilerde “sıfır ile %2-3” aralığında iken Türkiye’de çift haneye demir atmış durumda. Buna sebep olanlar ise günde 5-6 kez canlı yayınlarla, Gobells’e rahmet okutacak türden “başarı propagandası” yaparak adeta beyin yıkıyor, milletin aklıyla bir manada da alay ediyorlar.

Buna başarı denmez de ne denir? Futbolda olamadık ama

  • çift haneli faizlerde,
  • çift haneli işsizlikte ve
  • çift haneli enflasyonda Avrupa’da şampiyonluğu, dünyada ise, 5.’liği yakaladık.

Bundan ala başarı olur mu hiç? Ne mutlu bize…
==============================================
Dostlar,

2018 BÜTÇESİNİN SEFALETİ!

Sayın Ufuk Söylemez’in yazısı çok çarpıcı. Somut rakamlara dayalı. Sitemizde daha önce özetle paylaşmıştık, 2018 merkezi yönetim bütçesinin sefaletini ama bir kez daha dikkate sunalım :

  • 2018’de öngörülen bütçe gideri 763 milyar TL. Bunun 599’u (%88’i) vergi! Bunun da en az 2/3’ü çok adaletsiz dolaylı vergi (tüketimden alınan vergi); kazançtan alınan doğrudan vergi değil!
  • Beklenen bütçe geliri gelir 697, bütçe açığı 66 milyar TL; yerli – yabancı sermayeden borçlanılacak! 2 basamaklı enflasyonun altında bir faizle bu borcu kim verecek Türkiye’ye?
  • Hele Moodys’ “Türkiye’de  kurumlar çöktü.” gerekçesiyle kredi notumuzu geçen ay indirmişken!
  • Bu durumda AKP = RTE‘nin “indirin şu faizleri..” bağırtıları ne anlama geliyor, kime dönük?
  • 2018’de ödenecek kamu borcu faizi 71,6 milyar TL Öngörülen bütçe gelirlerine oranı 71,6/697 milyar TL = %10,3. Öngörülen vergi gelirlerine oranı 71,6/599 milyar TL = %12. Açıkçası, bütçe gelirinin her 10 TL’den 1’i, vergilerimizin her 8,5 TL’den 1’i, kamunun borçlarına faiz olarak gidecek.
  • Ayrıca borç anapara ödemeleri de var her yıl. AKP iktidarı bunları azaltarak öteliyor; faizi daha da büyüyecek zamanla!
  • 2018’de 230 milyar $ dolayında sıcak (taze!) döviz girdisi gerek borçların çevrilmesi için.
  • Sormak ve anımsamak gerek (438 milyar $’ı aşan rekor dış borcu unutmadan!) :
    Devlet neden borçlanır?
    Devlete kimler borç verir; vergi vermeyenler mi Devlete borç veriyor?
    Enflasyonun altında faizle kim borç verir devlete?
    -Borç isteyeceklerimiz Moodys’in raporuna bakmayacak mı? “Bu rapor bizim için yok hükmünde” demenin ne anlamı olabilir gerçekleri okuyamayan milyonları aldatma dışında??
  • Nitekim Bütçede borç faizinin 2017’ye göre %26 artması üstte yazdıklarımızın kanıtı değil mi?
  • 2018 bütçesinde öngörülen yatırım ödeneği 68,8 milyar TL ile borç faizinden daha az!?
  • Sağlık Bakanlığı bütçesi 37,6 milyar TL. Borç faizinin neredeyse yarısı. 81 + 4 = 85 milyon insanın 1 yıl boyunca Sağlık Bakanlığı ödeneği (SGK dışında) kişi başına yalnızca 442 TL! Yaşasın! Vergi + prim = ek vergi yetmiyor; sağlık hizmeti için eller cebe; 12 kalem haraç!
  • Diyanet İşleri Başkanlığı ödeneği 7,8 milyar TL. Diyanet Vakfı muazzam fonlara sahip. Ayrıca yüz bin dolayında camiye temizlik, aydınlatma, su, bakım – onarım yerel yönetimlerden.. 151 bin personeli var bu Sünni mezhepçi kurumun.. Ekonomiye katkısı ne??
  • SGK’ya aktarım (transfer) : Bu yıl 133,5 milyar TL! Beklenen bütçe geliri 697 milyar TL’nin yaklaşık 5’te 1’i! Bu aktarım 2016’da 108 milyar TL idi, 1/4 oranında artırıldı. Oysa Bütçe 2016’ya göre %17 büyüdü. SGK açıkları hızla büyüyor, 2017 sonunda 30 milyar TL oldu. Geçen yıl bütçe açığı 47 milyar TL idi ve Maliye Bakanı N. Ağbal, “..62 milyar TL açık hedeflemişken 47 oldu, çok başarılıyız..” buyurdu! Oysa Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün 1923-38 arası Cumhurbaşkanlığı döneminde 1 yıl (1929 Dünya ekonomik bunalımına bağlı..) dışında bütçe hep denkti, fazlalık verdi. Osmanlı borç taksitleri yıl yıl bütçenin %31’ine ulaşırken! Batılılar buna “Atatürk’ün ekonomi mucizesi” dediler hayranlıkla. Zamanede AKP iktidarı ve Maliye Bakanı, bütçenin %8’i dolayında açığı “başarı” olarak sunabiliyor. Oysa “açık bütçe” başlıbaşına bir utanç kaynağı ve tam bağımsızlığın 1 numaralı düşmanı! “Algı yönetimi” ya da halkımızı aptal – salak yerine koyup vahşice aldatma – sömürme tam da bu olsa gerek!
  • Emniyet Genel Müd. + Jandarma Gn. Kom. ödeneği 40,1 milyar TL. Sağlık Bakanlığından çok!
  • Merkezi Yönetimin borcu 2017 sonunda 871,6 milyar TL’ye ulaştı; %15 artarak.. Gerçek enflasyon bu oran mı acaba?? Enflasyon bunun altında ise neden Merkezi yönetim reel (gerçek) enflasyon hızının da üstünde borçlanır? Üstelik borçlanma artarken kamu yatırımları neden geriler??
  • Neden 2017’de gelir dağılımı iyileşmemiş, yeni Dolar milyarderleri var edilmiştir iktidar eliyle?
  • Ulusal gelir (GSMH) ve kişi başına gelir Dolar olarak neden düşmüştür? Dünyada kaçıncıyız?
  • Türkiye hala GSMH rakamı ile dünyanın ilk 20 ülkesi içinde midir yoksa G-20 liginden düşmüş müdür?
  • Ve de tüm bu çıplak – yakıcı gerçekler karşısında tümüyle gereksiz – yersiz – yanlış – yandaş zengin eden… 3. havaalanı, Akkuyu NGS, Kanal İstanbul, Şehir Hastaneleri.. vb. mali yükü çooooooooooooooook ağır (60 milyar TL’yi geçiyor salt Kanal İstanbul ve 2018 bütçesinin 10’da 1’i!) göstermelik projeler nasıl bir sorumsuzlukla sürdürülebilir??
  • Son olarak; bırakalım 2023’te dünyanın ilk 10 ekonomisi içinde olmayı, ilk 20’den bile düşmüş iken neden bu büyük yalan sık sık söylenmekte ve Saray’da üniversite hocalarınca bile alkışlanabilmektedir??!!

Hep birlikte SOSYAL ŞİZOFREN mi olduk??

Sevgi ve saygı ile. 04 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

AKKUYU NÜKLEER GÜÇ SANTRALİNE VERİLEN İZİNLER ONAYLAR HUKUKA AYKIRIDIR

AKKUYU NÜKLEER GÜÇ SANTRALİNE VERİLEN İZİNLER, ONAYLAR HUKUKA AYKIRIDIR

http://d.barobirlik.org.tr/2018/20180403_cevrevekentbasin.pdf  03.04.2018

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu, Akkuyu Nükleer Güç Santraline ilişkin açıklama yaptı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Akkuyu Nükleer Güç Santralini bilimsel ve objektif ölçütler ışığında değerlendirmeden, açılmış davaların sonuçlanmasını beklenmeden, projenin eleştirilmesi bile yasaklanarak varılacak noktada toplumumuz için doğru olanı bulmak mümkün olmayacaktır. Devlet, yurttaşlarına sağlıklı bir çevrede yaşama ortamı sunmakla yükümlüdür (AS: Anayasa md. 56) Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının sağlanması için halkın sağlığı, hukuk kurallarının üstünlüğü, insan haklarına saygı, halkın kararlara demokratik katılımı sağlanarak oluşacak çerçevede her proje için ÇED süreçleri işletilmeli, kamuoyu bilimsel bilgiler ışığında aydınlatılmalıdır. Çevrenin doğanın korunması ve sağlıklı yaşamamızın sağlanması ön plana alınmalıdır.”

Davacıları Türkiye Barolar Birliği, Adana Barosu, Ziraat Mühendisleri Odası, Adana Tabip Odası, Doğu Akdeniz Çevre Dernekleri (Adana-Mersin-Hatay-İskenderun-Tarsus-Samandağ-Erzin Çevre koruma dernekleri) ve Sabahat Aslan olmak üzere, Akkuyu Nükleer Santralinin üretim lisansı iptali davasını EPDK “ya karşı 07.09.2017 günü Ankara 18. İdare Mahkemesinde açtık. Aynı davacılar olarak 07.09.2016 ‘da EPDK’ya karşı açmış olduğumuz Akkuyu Nükleer Santrali önlisans iptal davası ise Ankara 12. İdare Mahkemesi tarafından reddedilmiş ve istinaf yoluna başvurmuştuk. Bu davada istinaf mahkemesi red kararını lehimize kaldırmış bulunmaktadır. ÇED süreçlerine ilişkin gerek yurttaşların gerekse meslek odalarının, sivil toplum kuruluşlarının açmış olduğu çeşitli davalarda devam etmektedir. Ancak, gelinen aşamada Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ne dair tüm idari süreçler iç hukukumuza göre değil dış politikamıza göre belirlendiği anlaşılmaktadır. 2014 yılında Rusya Devlet Başkanı Putin’in ziya-reti sırasında alelacele Çevresel Etki Değerlendirmesi (AS: ÇED)  olur belgesi verilmişti. Şimdi de 1. reaktörün inşaat lisansı verildi. Bütün izinler Akkuyu Nükleer Güç Santraline ilişkin tüm idari süreçler Rusya – Türkiye arasındaki ilişkilere göre belirlenmektedir.

  • Türkiye Cumhuriyeti Anayasası hükümlerinin Akkuyu Nükleer Güç Santrali projesinde uygulanmadığının göstergesidir. Bu, kamuoyunda ciddi bir güvensizlik oluşturmaktadır.

Zira ÇED’in hukuksal denetimi henüz sonuçlanmamıştır. Bu santrale karşı  açılmış davalar şu an temyiz aşamasında Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulundadır. Bu gün (03.04.2018) yapılacak olan temel atma töreni aslında hukuksal süreçlerin önünü tıkamaya yönelik ve hukuksal denetimi etkisiz hale getirmeye yönelik, oldu bittiye getirmeye yönelik bir girişimdir. Kaldı ki, geçtiğimiz yıl Aralık ayında temel atma töreni yapılmıştı. Bu bir anlamda politik bir kampanya malzemesi yaratmak, öbür yandan da bu projeye ilişkin yapılacak itirazların demokratik tepkilerin önüne geçmeyi planlamaktır. Mersin Valiliğinin yasaklama kararının da bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir. Valiliğin böyle bir yetkisi yoktur. OHAL rejimi olsa da temel hakların bu şekilde keyfi şekilde sınırlandırılması, ortadan kaldırılması kabul edilemez.

  • Akkuyu NGS’nin yapımı, inşası ve hazır edilmesi için varolan hukuk kuralları bile uygulanmamaktadır.

İç içe geçmiş birbirine bağlantılı projelerle planlanan Akkuyu NGS kapsamındaki bazı üniteler ve tesisler ise ÇED süreçleri ayrıştırılmıştır. Akkuyu NGS projesinin tümü için tek ÇED Süreci işletilmemiştir. Halk sağlığı açısından en önemli hususlar Nükleer santralden kaynaklı atıkların denetimi, yönetimi, depolanması, bertarafı gibi işlemler ile taş ocaklarına ilişkin ÇED süreçleri tamamlanmamıştır. Akkuyu NGS kapsamındaki tesislerin birbirinden ayrı ÇED süreçlerine tabi tutulması, entegre projenin her bir tesis ile artan ve çoğalan etkisinin saptanmasını engellemek amaçlıdır.

  • Akkuyu nükleer santrali ülkemiz ve tüm Akdeniz havzası için büyük tehlike oluşturmaktadır:

    – Jeoloji biliminin son bulgularına göre Akkuyu nükleer santral sahası aktif bir fay hattı olan Kuzey Anadolu Ecemiş Fay hattının bitim noktasının 30 km batısındadır. Her 10.000 yılda bir 7 şiddetinden büyük yıkıcı deprem geçiren Kuzey Anadolu Ecemiş Fay hattında son 17.000 yıldır yıkıcı deprem olmamıştır ve bilim insanlarına göre bu hareketsiz dönem her an sona erebilir. (Bkz. Aktif Tektonik Araştırma Grubu 5. Toplantısı Bildiri Özetleri, 15/ 16 Kasım 2001, Ankara / Ecemiş Fayı Üzerinde Paleosismolojik Kazı Çalışmaları, Prof. Dr. Hasan Çetin, Çukurova Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği)

    – Bölgede her an olabilecek 7 şiddetinden büyük yıkıcı bir deprem, Fukuşima nükleer felaketinin sonuçlarını akla getirmektedir.

    – 2011 yılında Japonya’daki deprem sonrası Fukuşima nükleer felaketiyle Pasifik Okyanusuna her gün 300 ton radyoaktif su karışmış, radyasyon nedeniyle Okyanusun karşı kıyısındaki Kanada kıyılarında balıkların solungaçlarından – gözlerinden kan gelmeye, deniz yıldızları radyasyon nedeniyle parçalanmaya başlamış (Bkz. http://countercur rentnews.com/2017/05/ fukushima-japanese-government-guilty-ofdestroying-pacific-ocean/), FUKUŞİMA NÜKLEER FELAKETİ SIRASINDA SANTRALDEN 160 km UZAKTA OLAN AMERİKAN RONALD REAGAN SAVAŞ GEMİSİNİN 5000 KİŞİLİK MÜRETTABATI İÇİNDEN 2000 ASKERDE 1 YIL İÇİNDE KÖRLÜK, TİROİT KANSERİ, TESTİS KANSERİ, LÖSEMİ, BEYİN TÜMÖRÜ GİBİ HASTALIKLAR GÖRÜLMEYE BAŞLANMIŞ, FUKUŞİMA’DA DENİZDEN ALINAN BALIK ÖRNEKLERİNDE SAĞLIĞA ZARARLI SINIRDAN 258 KAT ÇOK  RADYASYON ÇIKMIŞTIR. (//yesilgazete.org/blog/2017/06/30/fukusima-nukleer-felaketinin-birdiger-kurbani-abd-donanma-murettebatina-abd-icinden-yargi-yolu-acildi/)
    FUKUŞİMA VE ÇERNOBİL NÜKLEER FELAKETLERİNDEN SONRA NÜKLEER ENDÜSTRİ DE NÜKLEER KAZA RİSKİNİ İNKAR EDEMEMEKTEDİR. Davacılardan Türkiye Barolar Birliği tarafından açılan Danıştay 14. Daire -2014 / 11695 E. sayılı Çevresel Etki Değerlendirme Raporunun iptali dava dosyasında, 05.12.2016 tarihinde Akkuyu’daki keşifte bilirkişilerin ve tarafların sorularını cevaplayan Rus proje direktörü yetkili,

  • Her nükleer santralde kaza riski vardır. Siz ticari risk satın alıyorsunuz.” demiştir.

– DÜNYA ve TÜRKİYE KÜRESEL ISINMA – İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ SÜRECİNİN YOL AÇTIĞI EKOLOJİK FELAKETLER İÇİNDE SAVURULURKEN NÜKLEER SANTRALLE-RİN ATIKLARI VE YAKITLARI ÜLKEMİZ VE TÜM İNSANLIK İÇİN BÜYÜK TEHLİKE OLUŞTURMAKTADIR. Nitekim 300 milyar $ zarara neden olan Irma kasırgası nedeniyle ABD Turkey Point santralini nükleer felaket tehlikesine karşı önlem olarak kapatmıştır. (https:// www.reuters.com/article/us-storm-irma-fpl-nuclear/fpl-shut-one-reactor-atflorida-turkey-point-ahead-of-irma-idUSKCN1BL0MD) Türkiye Barolar Bir-iği tarafından açılan Danıştay 14. Daire -2014 / 11695 E. sayılı Çevresel Etki Değerlendirme Raporunun iptali dava dosyasında Prof. Dr. Hayrettin Kılıç imzalı uzman görüşünde, inşası planlanan Akkuyu Nükleer Santralinin atıklarının ve yakıtlarının nükleer santral sahasında 60 yıl boyunca bulundurulacağı açıkça belirtilmiştir. Öte yandan 12 Temmuz 2017’de Lüksemburg’un 2 katı büyüklüğündeki buzul parçasının Güney Kutbundan kopması ise küresel ısınma nedeniyle deniz düzeyinin yükselme ihtimali bulunan gezegende, içindeki atık ve yakıtlarıyla yanı başımızdaki nükleer santralin ölümcül bir tehlike anlamına geldiğini göstermektedir. (https://www.theguardian.com/world/ 2017/jul/12/ giant-antarcticiceberg-breaks-free-of-larsen-c-ice-shelf)

İdare, Akkuyu Nükleer Güç Santralini bilimsel ve objektif kriterler (AS: nesnel ölçütler) ışığında değerlendirmeden, açılmış davaların sonuçlanmasını beklenmeden, projenin eleştirilmesi bile yasaklanarak varılacak noktada toplumumuz için doğru olanı bulmak mümkün olmayacaktır.

  • Devlet yurttaşlarına sağlıklı bir çevrede yaşama ortamı sunmakla yükümlüdür.
    (AS: Anayasa  md. 56)

Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının sağlanması için halkın sağlığı, hukuk kurallarının  üstünlü-ğü, insan haklarına saygı, halkın kararlara demokratik katılımı sağlanarak oluşacak çerçevede her proje için ÇED süreçleri işletilmeli, kamuoyu bilimsel bilgiler ışığında aydınlatılmalıdır. Çevrenin doğanın korunması ve sağlıklı yaşamamız ön plana alınmalıdır.
===============================
Dostlar,

TBB açıklaması tam anlamıyla dört / dörtlüktür! Kendilerini kutluyoruz.
Ne yazık ki iktidar hiçbir biçimde kural ve hukuk tanımıyor.
Cargill ile ilgili Danıştay kararlarını da Anayasayı açıkça çiğneyerek uygulamamıştı.

Bakanlar Kurulu prensip kararı” diye hukukta asla yeri olmayan bir gerekçe (!) uydurulmuş, Anayasa md. 138 ve 153’ün yargı kararlarının herkesi bağladığı açık ve kesin hükmü bile bile, Türkiye aleyhine ama Cargill / ABD lehine fiilen, hukuk dışı işlem yapılmış, imtiyaz tanınmıştı.
Bir benzerini Akkuyu NGS örneğinde izliyoruz. Pervasız, gözükara, yol yaparak…

Bir de yandaş medyada NGS inşaatlarının artık çok güçlü yapıldığı, deprem riski olmadığı… masalları anlatılıyor. Fukuşima NGS binaları çürük müydü?

Ayrıca atıkların da 1 kibrit kutusu kadar olacağı şehir efsaneleri dinliyoruz. Bunlar bilim ve ahlak dışıdır. Atık sorunu bütün dünyada hala çözülebilmiş değildir ve bunlar Türkiye’de kalacaktır. Sibirya’ya taşınacağı söylemleri doğru değildir ve ve maliyet bakımından akıl dışıdır..

Ok yaydan çıktı mı? Göreceğiz..

Sevgi ve saygı ile. 04 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com