Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

McKinsey’e Kaç para ödendi?

CHP ile AKP arasında sözleşme polemiği: Kaç para ödendi?

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
CHP, “Bu şirkete para ödendi mi? Ödendiyse geri alınacak mı?”

[Haber görseli]Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ABD’li danışmanlık şirketi McKinsey ile çalışılmayacağını açıklamasının ardından CHP, “Bu şirkete para ödendi mi? Ödendiyse geri alınacak mı?” sorularını yöneltti.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, “Bundan sonraki süreçte sorular şunlar: Bu şirkete para ödendi mi? Bu şirkete danışılmayacaksa, eğer ödendiyse paralar ne olacak, geri istenecek mi?. Bu süreçte özellikle damadın vermiş olduğu beyanlar var. Karşı çıkanlar hakkında ‘cehalet’ ifadelerini kullandı. Bu şirkete denetleme görevi verilmesinin gündemden kalkması, şirketin Türkiye’nin ekonomiyle ilgili kozmik odalarına girmemesi nedeniyle önemli bir gelişmedir” dedi.

Öztrak “Zaten baştan bir Amerikan şirketinin ya da yabancı bir şirketin kredibilitesinin arkasına sığınarak yabancıları Türkiye’ye çekme stratejisi yanlıştı. Burada 3 ana başlık var:

1) Bunlardan birincisi demokrasi ve hukukun üstünlüğü,
2) ikincisi ekonomide Türkiye’nin dünyada yarışma gücünü artıracak, istikrarı sağlayacak yapısal reformlar.
3) Üçüncüsü de saydamlık ve hesap verilebilirlik.

Bu üçünü bir araya getirip dünyanın önüne güven uyandıran bir program konulması gerekiyor.

Albayrak ‘ihanet’ demişti

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, eylül ayı sonunda, BM zirvesi için gittiği New York’ta yaptığı açıklamada, “Yeni program bünyesinde kurulan Maliyet ve Dönüşüm Ofisi için uluslararası yönetim şirketi McKinsey ile çalışmaya karar verdik. 16 bakanlıktan temsilcilerin bulunduğu bu ofis, tüm hedeflerimizi ve sonuçlarımızı her çeyrekte kontrol edecek” demişti. Açıklama kamuoyunda tartışma yaratınca Albayrak, “Ortadaki spekülatif söylemler cehaletten değilse ihanettendir” açıklamasını yaptı.

“Albayrak’tan alınsın”

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın yazılı olarak yanıtlaması istemiyle soru önergesi veren CHP’li Murat Emir, McKinsey firmasıyla yapılan sözleşmenin tek taraflı iptali sonucunda çıkacak tazminatın, kim tarafından ödeneceğini sordu. CHP’li Emir, sözleşmeden cayma bedelinin kim tarafından ödeneceğinin belirsiz olduğunu, ödenecek bu bedelin Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’a rücu edilmesini önerdi. (Cumhuriyet internet, 7.10.18)

*****
Dostlar,

Hazin savruluşlar kumkuması içinde iktidar partisi..
Tüm nobranlık ve dağlarca kibire karşın, kamuoyunun kapsamlı isyanı AKP’ye geri adım attırdı..
Yapılan –küresel finans kapitalin şatolarından McKinsey ile anlaşma– öyle basit bir imtiyaz sözleşmesi değildi; açıkça KAPİTÜLASYON idi ve Lozan Andlaşmasına da aykırı idi.
Ne var ki, iktidar öylesine çaresiz ki; mutlaka her yıl 240 milyar dolar dolayında sıcak para girişini sağlamak zorunda. Ayda ortalama 20 milyar $! Katar, bedeli çoook ağır olabilecek 15 milyar $ getirdi / getirecek diyelim; hangi dişin kovuğunu dolduracak?? Sonra??

  • Erdoğan Küresel finans kapital ile aşık atabilir mi??

Güldürmeyin insanı.. susuz götürür susuz getirirler, hem de 40 kez ve ayakta uyutarak..

Yapılacaklar belli :

1)Demokrasi ve hukukun üstünlüğüne derhal dönmek
2) Ekonomide Türkiye’nin dünyada yarışma gücünü artıracak, istikrarı sağlayacak yapısal reformları yapmak.
3) Saydamlık ve hesap verilebilirlik.

  • Damadı kenara çekin,
  • Hanedan saltanatına son verin,
  • Başta TBMM, kurumlar çalışsın ve
  • Ödünsüz liyakat işlesin.

    Başka hiçbir ama hiçbir kurtuluş – çıkar yol yok AKP = Erdoğan, anlaşıldı mı?
    Önünde sonunda buraya geleceksiniz..
    Oyalandıkça batıyor ve Türkiye’yi de yakıyorsunuz!

Sevgi ve saygı ile. 07 Ekim 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İşte bu yüzden AKP Türkiye’yi yönetemez!

İşte bu yüzden AKP Türkiye’yi yönetemez!

Bedri GÜLTEKİN
ulusal.com.tr
, 01.10.18

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

AKP iktidarı, ABD’li Uluslararası Denetim Şirketi Mckinsey’e, Türkiye ekonomisini denetlemesi için başvurdu.
Çok ilginç! Erdoğan ve diğer AKP yetkilileri bir yandan Türkiye’nin uluslararası bir ekonomik saldırı altında olduğunu söylüyorlar ve bu saldırının merkezinin ABD olduğunu da kezlerce açıkladılar. Öte yandan ABD’nin uluslararası operasyonlarında kullandığı bir kuruluşa, Türkiye ekonomisini teslim ediyorlar.
Deyim yerindeyse kuzuyu kurdun önüne atıyorlar.
Mckinsey olayı gündeme geldikten sonra hemen herkesin aklına Osmanlı’nın Duyun-u Umumiye İdaresine kadar giden öyküsü geldi.
Haksız da değiller…
Çetin Ünsalan arkadaşımız ise AKP, “Kemal Dervişi’ni buldu” diye yazdı.
Ama Ünsalan’ın da saptadığı üzere zaman artık 2001 yılı değil… Ne Dünya ekonomisinde 2001 yılının koşulları var, ne de Türkiye’nin 2001 yılında olduğu gibi emperyalistlere peş keş çekebileceği ekonomik kaynakları…

Operasyon aygıtı
Uluslararası Denetim Şirketi Mckinsey herhangi bir şirket değil. CIA ile doğrudan ilişkili. Hatta bir CIA şirketi olduğu da söylenebilir.
Türkiye ise yalnızca ekonomik çökertme operasyonunun hedefi olan bir ülke değil.
Ekonomik çökertme operasyonu daha yeni başladı. Daha öncesinde bilindiği üzere, yıllardır süren ABD’nin Üç İsrail Planı’nın hedefi olan bir ülkeyiz.
2015 yılında Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açılmak istenen “Kürt Koridoru”nun hedefi Türkiye’ydi. Öyle olduğu için Türkiye Fırat Kalkanı operasyonunu yapmak zorunda kaldı.
15 Temmuz darbesi de bir CIA operasyonudur.
Hemen ardından gelen Zeytin Dalı Operasyonunun gerçek hedefi ABD’nin kendisi idi.

Yani Türkiye, tam üç yıldır ABD ile dolaylı olarak sıcak savaşın içindedir.

Bu süre içinde PKK’ya verilen 20 bin TIR ağır silah, Fırat’ın doğusunda şu anda faaliyet gösteren 15 ABD üssü; bunların hepsi Türkiye’yi hedef alıyor. Yani Türkiye, ABD’nin ekonomik ve askeri operasyonlarının hedefi olan bir ülkedir.

Dümende AKP olamaz!
AKP ise bir yandan ABD’nin ekonomik ve askeri operasyonlarının hedefi olduğumuzu söylüyor ama aynı zamanda CIA ile doğrudan ilişkili, netameli bir şirkete, Türkiye ekonomisinin denetimini veriyor.
Bu politika, ne yaptığını bilmeyen bir iktidarla karşı karşıya olduğumuzu gösterir.
İşte bundan dolayı AKP Türkiye’yi yönetemez.
Türkiye ne yaptığını bilmeyen, attığı adımın bir sonrasını hesap edemeyen bir iktidarla yoluna devam edemez.
Fırtınalı bir denizin ortasındayız. Bütün belirtiler fırtınanın şiddetinin daha da artacağı yönünde
Böyle bir durumda Türkiye gemisinin dümenine, fırtınalı denizde egemen olacak bir kaptana gerek var.
O kaptanın AKP olmadığı bir kez daha bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır.

Türkiye’nin ihtiyacı Türkiye’nin ABD’li denetim şirketine değil;

  1. Üretim ekonomisine geçmeyi sağlayacak,
  2. Tarımı destekleyecek, milli sanayiyi koruyacak,
  3. Türkiye’de her alanda Türk lirası diyecek, yabancı paranın giriş çıkışını kontrol altına alacak,
  4. Tasarruf tedbirlerini Beştepe Sarayından ve Erdoğan’ın uçak filosundan başlayarak yürürlüğe koyacak,
  5. Hortumcunun malına el koyacak,
  6. Bütün stratejik sektörlerde yeniden kamulaştırmaya gidecek,
  7. AB aday üyeliğini geri çekecek,
  8. Komşularımızla Batı Asya Birliğini gerçekleştirmeye yönelecek,
  9. Ve Türkiye’nin Avrasya’daki onurlu yerini almasını sağlayacak bir programa ihtiyacı var.

Bu programı da ancak bir Milli Hükümet uygulayabilir.
======================================
Dostlar,

Sevgili arkadaşımız M. Bedri Gültekin çok net ve ustalıkla tabloyu sergilemiş sağolsun. Biz de benzer önerileri ve saptamaları değişik yazılarımızda bu sitede yapmaktayız.

Şunu bir kez daha çok ama çok net olarak görüyoruz ki; dinci sağ Türkiye’de -ve her yerde- emperyalizm ile savaşım yapamaz (mücadele edemez)!. Tam tersine onların güdümünde uydu – taşeron gayr-ı milli dolayısıyla Türkiye’ye zarar veren (haydi Türkiye düşmanı demedik!) politikalar izlerler.

1969 kanlı pazar olayında – cinayetinde yurtsever sol “ABD defol!“ diye savaşım verirken, M. Şevket Eygi güdümünde dinci sağ, 6. filoya dönerek namaz kılmıştı = biat bildirimi yapmıştı.. Müslüman, gayr-ı müslime biat ediyor nasıl oluyorsa! Dolayısıyla AKP iktidarı da kesin ve tartışmasız olarak bu kategoridedir. Sokaktaki insanımızın bu kadim oyunu – ikiyüzlülüğü artık çözmesi gerek. Oyun çırılçıplak ortada..

Ayrıca suç işlenip – işlettirilip sabıka kaydı da tutulduğundan, Batı’ya tutsaklık feci düzeydedir; ülkenin salt bu gününü değil geleceğini (bekasını) da tehdit eder.

  • Sahnede bir kayıkçı kavgası oynanır, yurdum insanı mest olur gider; bu yaman ahlaksız dümen nereye dek gider ??!

Sevgi ve saygı ile. 04 Ekim 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

Gıda fiyatları, büyük veri ve büyük plan?

Gıda fiyatları, büyük veri ve büyük plan?

Prof. Dr. Tayfun Özkaya

ozkayatayfun@gmail.com
YURT Gazetesi, 
28.9.18

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Tarım ve Ormancılık Bakanlığı tarım ürünleri ile ilgili günde yüz bin veri topluyor. Bütün il ve ilçelerde üreticiler, aracılar, hâller, pazarlar ve marketlerden birçok tarım ürünü ile ilgili fiyatlar toplanıyor. Bakanlıkta dev gibi bir veri her gün toplanmaya devam ediyor. Enflasyonda tarım ürünlerinin önemli bir yer tuttuğu epeydir fark edildi. Kuşkusuz bu hem toplumda hem de yönetenlerde büyük bir endişe yaratıyor. Bu büyük veri (Big data) kullanılarak ülkenin tarım ürünleri fiyatları açısından adeta nabzı tutulabiliyor. İyi de soğan, patates, kırmızı etteki hızlı fiyat artışlarına ne demeli? Sorun verilerde mi yoksa bu verilerle yapılmasına izin verilen önlemlerin kısıtlılığında mı? Buna bir bakalım.

2014 yılında “gıda ve tarım ürün piyasalarını izleme ve değerlendirme komitesi” kuruldu. Bugün Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yönetiliyor. Kısaca TÜFİS denilen “Tarım Ürünleri Fiyat İzleme Sisteminin” amacı doğru tarım politikalarına katkı sağlamak olarak açıklanıyor. Daha önce bu sistemin sekretaryasını Merkez Bankası yapıyordu. Hızlı fiyat artışlarına karşı yapılabilecekler çok sınırlı. Merkez Bankasının dokümanlarında ve Kahramanmaraş’ta yapılan “Tarım Ekonomisi Kongresinde” Bakanlık yetkililerin yaptıkları sunumlarda bu ipuçlarını elde ediyoruz.

Öncelikle yetkililerin açıklamalarında gördüğümüz bir sorun var. Fiyat sorunu deyince neredeyse yalnızca tüketicilerin ödediği fiyatlar ele alınıyor. Hâlbuki tarım ürünlerinde çiftçinin eline geçen fiyatlar yerlerde sürünüyor. Bu fiyatların artırılması için pek bir şey yapılmıyor, hatta düşünülmüyor.  Öte yandan birçok üründe tüketici; çiftçinin eline geçen fiyatın beş, altı, yedi katını ödüyor. Aracılar, gıda sanayicileri ve zincir marketler arada büyük bir pay alıyor.

Yetkililer fiyatların artışını frenlemek için önlemleri ikiye ayırıyorlar. Konjonktürel dedikleri kısa vadeli önlemlerde sözünü ettikleri dış ticaret düzenlemeleri. Yani ithalatta alınan gümrük vergilerini azaltmak ve ithalata başvurmak

Yapısal tedbirlerde ise ele aldıkları şunlar:

1-Yaş sebze ve meyvede fire oranını azaltmak
2-Üretici Birliklerinin payının artması için çalışmak
3-Aksayan rekabeti önlemek için denetimi artırmak
4-Tarım sektörünün finansman koşullarını iyileştirmek…

Dikkat ederseniz gerçekte yapılanların hemen hemen yalnızca gümrük vergilerinin düşürülmesi ve ithalata başvurmak olduğunu görüyorsunuz. Fiyatları çok hızlı artan buğday, arpa, mısır, canlı dana, karkas et, nohut, kuru fasulye, barbunya, börülce, gibi birçok üründe gümrük vergileri kimisinde sıfıra varan ölçülerde düşürüldü ve büyük miktarlarda ithalat yapıldı ve yapılıyor.

Önerilen ve henüz ciddi bir başarı elde edilmeyen yaş ve sebzede fire oranını azaltmak elbette gerekiyor, ancak aracılar hem çiftçi eline geçen hem de tüketicinin ödediği fiyatlar üzerinde hegemonya oluşturabiliyorsa fire oranını düşürmek ne ölçüde etkili olacaktır.

Neden yalnızca üretici birliklerinin pazarlamadaki payları söz ediliyor da kooperatiflerin adı bile geçmiyor.

  • Pazarlamayı bütün dünyada yapan kooperatiflerdir.
  • Kooperatiflere ciddi bir destek yapılmıyor.

Başka bir konu: Rekabet aksıyor mu? Tabii ki aksıyor. Ülkemizde birçok üründe çok az sayıda şirket tam bir hegemonya oluşturmuştur. Bu, fiyatlarla ilgili temel yapısal sorundur. Bunu görmeden gıda fiyatları sorununu çözmek olanaksızdır. Bu konuda hiçbir şey yapılmıyor. Rekabetin aksadığının kabul edilmesi için belli bir ürünle ilgili şirketlerin rekabeti yok etmek üzere aralarında yazılı bir anlaşma yapmış olmaları ve bu belgenin de ele geçirilmesi gerekiyor. Ele geçtiği çok ender durumlarda da çok dokunmayan bir para cezası ile yetiniliyor.

Çok uzatmayalım, gıda fiyatlarının artmaması için aslında ithalattan başka bir şey yapılmıyor. Şöyle bir benzetme yapalım: Ava giden bir avcıya yalnızca sapan veriyorsunuz ve vahşi hayvanları avlamasını bekliyorsunuz.

  • Örneğin neden bir yandan üretici kooperatiflerini öbür yandan tüketici kooperatiflerini, ekolojik köylü pazarlarını, topluluk destekli tarım gruplarını desteklemiyorsunuz?

Toprak Mahsulleri Ofisine daha yüksek miktarda hububat alımı yapması için neden mali olanaklar yaratmıyorsunuz? Süt ve Et Kurumu neden piyasaya girip süt veya et almıyor?

Bunların yapılmamasının temel nedeni IMF, Dünya Bankası ve emperyalist ülkelerin fiyatları etkileyen destekleme politikalarının uygulanmasını olanaksız kılan politikaları ülkemize dayatmış olmalarıdır. Bu nedenle önlem deyince gümrük vergilerini azaltmak gibi gelişmiş emperyalist ülkeleri daha da sevindiren önlemlerden başkaları akla gelmemektedir.
=================================
Dostlar,

Değerli dostumuz Tarım Ekonomisi uzmanı Ziraat Mühendisi Sn. Prof. Tayfun Özkaya‘nın bu yazısı da çok çarpıcı..

Sizce siyasal iktidarlar gıda fiyatlarındaki bu anormal / spekülatif artışı;
a) Gerçekten engelleyemiyor mu?
b) Engellemiyor mu?
c) Hal mafyası karşısında aciz mi?
d) Ulusal – uluslararası tekeller karşısında çaresiz mi?
e) Ranta ortak mı?

Hepsi mi / hiçbiri mi??

Hangisi, hangisi??!!

Sevgi ve saygı ile. 02 Ekim 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Halüsinasyon

Başlıktaki sözcük tıbbi bir terimdir. İnsanlarda, bazı ruhsal ya da fiziksel nedenlerle, aslında olmayan nesne veya durumların algı organlarınca “varmış gibi” algılanması olgusudur. Yani ortada görme, işitme, dokunma gibi duyu organlarına ulaşan bir uyaran yoktur ama insanlar “varmış gibi” onları algılarlar. Ciddi bir patolojik sorundur “halüsinasyon“. İnsanın tüm yaşamını etkileyebilir ve hâttâ tehlikeye atabilir.

Bazı durumlarda kitlesel halüsinasyonlar da olabilir. Topluca bazı kimyasallara maruz kalma, hipnoz ve telkinler buna yol açabilir. Bu konu üzerine yazmak, önceki gün Tayyip Bey bir konuşmasında, yaşadığımız ekonomik süreçten söz ederken, “Ne krizi, kriz falan yok” dedi ya, o zaman aklıma geldi.

Ben ve çevrem, ülkemizde
– ağır bir ekonomik krizin yaşandığını;
– paramızın değerinin ve tabii ki alım gücünün olağanüstü düştüğünü;
– dövizin başını alıp gittiğini;
– birçok sektörün iflas bayrağını çektiğini;
– zamların tavana vurduğunu;
– önümüzdeki günlerin daha da kötü geçeceğini algılayıp üzülüyorduk.

Ama Tayyip Bey teşhisi koydu. Bizler halüsinasyonlar içindeymişiz meğer. Biraz düşününce Tayyip Bey’e hak verdim. Zaten bir süredir şüpheleniyordum. Ben ve içinde bulunduğum toplumumuzun bir yarısı ile öteki yarısının, ülkemizdeki durumu algılayışı çok farklı idi.

24 Haziran seçimlerinden kısa bir süre önce, TV’de, bir pazar yerinde yapılan bir röportajda, orta yaşlı bir hanımefendinin, arkasındaki meyve-sebze tablalarını göstererek

  • “18 yıldır (evet öyle söyledi) sebze ve meyveye bir kuruş zam gelmedi; Cumhurbaşkanımız sayesinde” dedi.

O an kendimden kuşkuya düştüm. Geçmişi şöyle bir hatırlamaya çalıştım.

Soma’da yüzyılın maden faciası oldu. 301 kişi öldü.

  • Oraya giden Tayyip Bey, bir protestocu işçiyi, sığındığı markete kadar kovalayıp tokatladı.

Danışmanı, polisle birlikte yere indirdiği işçiyi tekmeledi; sonra “ayağım incindi” diye rapor aldı.

Bir kaç ay sonraki seçimlerde AKP Soma’da %60’ın üzerinde oy aldı.

Aynı şey Ermenek’teki maden kazasından sonra da oldu.

Ordu’da, Giresun’da fındık üreticileri ağlayıp dövündüler. “Ürünümüz para etmiyor” diye saçlarını başlarını yoldular.

Seçimlerde AKP’den başkası oy alamadı.

Karadeniz’de gün geçmiyor “Derelerimizi HES’lerle kuruttunuz” diye kadın-erkek sokaklara dökülüyor; bir seçim oluyor, Karadenizli AKP adına (Tayyip Bey’in deyimi ile) sandıkları patlatıyor.

Hastaneler dökülüyor; onarıma para bulunmuyor; en önemli ilaçlar bulunamıyor; Tayyip Bey kendisine “Uçan saray” alıyor; vatandaşlar O’nu meydanlarda çılgınlar gibi alkışlıyor.

  • Demek ki bizim algıladıklarımız gerçek değil.

Ben ve toplumumuzun bir yarısı, sanrılar, halüsinasyonlar içinde debeleniyoruz.

Teşhis senden, tedavi de senden olsun.

Onlara bu memleketi nasıl gösteriyorsan bize de öyle göster.

Medet ya Tayyip!
==============================

Dostlar,

Sevgili ağabeyim, Halk sağlığı Uzmanı Dr. Uğur Cilasun, her hafta YURT Gazetesinde nefis yazılar yazıyor.. Arada kaçırıyorum. Bu yazı da öyle. Geç de olsa içime sinmedi ve paylaşmak istedik. Yeni yazısı da harika, onu da yarın paylaşırız..

Teşekkürler Uğur ağabey..

Sevgi ve saygı ile. 01 Ekim 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Ne yapmalı?

Ne yapmalı?

Örsan K. Öymen
Cumhuriyet
, 27.9.18

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye’nin içinde bulunduğu derin bunalımdan çıkması için elbette birçok şey yapılmalıdır. Ancak öncelikle yapılması gereken şey, ruhsal ve zihinsel paradigmanın değiştirilmesidir. 
Bu konuda Antik Yunan filozoflarından SokratesPlaton ve Aristoteles, yaklaşık 2400 yıl önce, insanlığa çok önemli bir yol göstermişlerdir. Bu filozoflar, yaşamın amacının iyi bir ruhu taşımak olduğunu, bunun da erdemli olmakla sağlanabileceğini savunmuşlardır. 
Onlara göre erdemden bağımsız bir ahlak anlayışı ortaya koymak yanlıştır. Ahlak gelenekle, töreyle, alışkanlıkla ilgili bir şey olmamalıdır. Ahlak, erdemle bütünleşirse anlam ve değer kazanır. Onlara göre başlıca erdemlerin arasında da, adalet ve cesaret gelir. 

Zalim ve korkak bir insanın ahlaklı ve erdemli olması olanaklı değildir.

Bunun ötesinde, adalet ve cesaret adı verilen erdemlerin, ayrı ayrı tek başına bir anlamları da yoktur. Bu iki erdem birlikte bir anlam ve değer kazanırlar. Bir insan adilse, ama aynı zamanda korkaksa, adaleti sağlayamaz. Bir insan cesursa, ama aynı zamanda zalimse, sahip olduğu cesaret onu iyi bir insan yapmaz. O nedenle, bu iki erdemden birisine değil, bu iki erdeme birden sahip olmak gerekir. Öncelikle yapılması gereken en temel iş budur. Siyaset, böyle bir temel üzerine yapılandırılırsa anlam ve değer kazanır. 

Bu filozofların bizlere öğrettiği bir başka şey; ahlakın, erdemin ve adaletin bireysel bir konu değil, toplumsal bir konu olduğudur. Çünkü insan toplumsal bir canlıdır. Toplumdan yalıtılmış bireyin ahlakı, erdemi ve adaleti olmaz.

Ahlak, erdem ve adalet toplumsal boyutta gerçekliğe dönüşebilir. 

Sokrates bu bağlamda, “iyilik nedir?”, “ahlak nedir?”, “erdem nedir?”, “adalet nedir?” gibi sorulara odaklanarak, bir yandan “güçlü olan haklıdır” zihniyetine sahip yönetici sınıfı sorgulamıştır, bir yandan da retoriği, yani güzel konuşma ve hitabet sanatını eleştirmiştir. Çünkü insanlar retorikle kandırılabilir ve ikna edilebilir, retorikle, doğrulara yanlış, yanlışlara doğru görüntüsü kazandırılabilir. Siyasetin temelinde de retorik değil, doğruluk olmalıdır

Sokrates bu nedenlerle, tanrılara karşı gelmek ve gençlerin zihinlerini yozlaştırmakla suçlanmış, Atina kent devleti meclisi tarafından, oyçokluğuyla ölüme mahkûm edilmiş, mücadelesinin bedelini yaşamıyla ödemiştir. Böylece Sokrates ölümüyle bile ne kadar haklı olduğunu insanlığa göstermiştir. Sokrates ölümüyle insanlığa bir kanıt bırakmıştır. Bu, çoğunluğun ve güçlü olanın her zaman haklı olmadığının kanıtıdır. 

Türkiye’de yapılması gereken ilk şey bunun kavranmasıdır.

21. yüzyılda;

  • demokrasiyi sandıkçılık ve oyçokluğu oyununa indirgeyen,
  • yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığı ilkesini yok eden,
  • yargının bağımsızlığını ve düşünce, ifade, yayın, örgütlenme özgürlüğünü ortadan kaldıran,
  • laiklik ilkesini yerle bir eden,
  • eğitimi dinselleştirerek halkını cehalete mahkûm eden,
  • sosyal ve ekonomik adaleti sağlayamayan,
  • Anayasa’nın 2. maddesindeki “demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti” ilkesini fiilen bertaraf eden

    AKP iktidarının;
    ahlaktan, erdemden, adaletten ve haktan söz etmesi, boş laftan ve safsatadan başka bir şey değildir.
    ====================================
    Dostlar,

Sayın Örsan K. Öymen felsefe profesesörüdür.
Cumhuriyet‘te yazması başlıbaşına bir değerdir.
Prof. Öymen Cumhuriyet‘e yakışır, tersi de doğrudur..

Bu ilk yazısından çok temel kazanımlar sağlıyoruz..

İktidar, 2400 yıl önce tanımlanan demokratik değerleri ayaklar altına almakta ve üstelik pişkince ve agresyonla (saldırganlıkla) savunabilmektedir.

AKP = Erdoğan, fiili adımlarını her adımda demokrasiyi daha da yok edercesine atıp, özgürlük çemberini daraltmakta

  • Toplum nefes alamaz kerteye sürüklenmiş durumda.

    Bunun nereye varacağını ise, yine 2400 yıl önce Aristoteles’in Devrim Kuramından öğreniyoruz. Dünyanın pek çok yerinde ve bu topraklarda kezlerce yaşayarak deneyimlemiş bulunuyoruz üstelik..

Erdoğan bundan sonrasını merak ederse, O’nu kuşatan danışmanlar umarız Aristoteles’in 24 yüzyıl önce yazdıklarını cesaret ve dürüstlükle O’na sunar, anlatırlar.. daha çok gecikmeden.

Sevgi ve saygı ile. 01 Ekim 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK 
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Türk Telekom emaneti

Türk Telekom emaneti

Cumhuriyet, 29 Eylül 2018

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

Katar Emiri’nden uçak alan “reis”in yakın kısa tarihinden bir not: 

2011 yılında Lübnan’da hükümetin dağılması ve Saad Hariri kabinesinin bunalıma düşmesi, o dönemde Başbakan olan “reis”i son derece üzer. Lübnan’daki hükümet bunalımı, adeta kişisel sorunuymuş gibi Lübnan’a, Şam’a gider, İran Cumhurbaşkanı ile görüşür, Fransa Cumhurbaşkanı ile mektuplaşır. Yeter ki, Hariri kabinesi kurtulsun… 
Reisteki Hariri düşkünlüğü bir tutkudur adeta: 2005’te de, Hariri ailesinin Suudi Telekom Şirketi ile birlikte kurduğu Oger Telekomünikasyon’un, Türk Telekom’un %55 hissesini özelleştirmeyle almasına olanak tanınır. 
O dönemde CHP İstanbul milletvekili olan Kemal Kılıçdaroğlu, “Doğrudan ihaleye giremeyen birileri, ihaleye girme ön yeterlilik ölçütlerini taşıyan Saudi Oger firmasından ihaleye girmesini istemiş, Hissedarlar Anlaşması’nda gerekli mekanizma oluşturularak ihaleden sonra Saudi Oger’den emanetin teslim alınması amaçlanmıştır” açıklaması ile ihalede bir takım garip dolaplar döndüğünü kamuoyu ile paylaşır. 

  • Özelleştirilene değin Türkiye’nin en kârlı kurumlarından biri olan Telekom’un bugünkü durumu içler acısıdır…

Türk Telekom’daki gelişmeleri yakından irdeleyen CHP’li İlhami Özcan Aygun’un belirlemelerine göre; kurum zarardadır, tüm değerli arazileri satılmıştır
Dahası da var: Oger, Eylül 2016’dan bu yana çeşitli Türk bankalarından çektiği 4.75 milyar $ kredinin ödemelerini yapmamıştır. Kredilerin geri ödemesi yapılmayınca, ilgili bankalar, Oger Telekomünikasyon’un hisselerine el konulması için Rekabet Kurumu’na başvururlar. 
6.54 milyar $ kurum kârını alıp götüren Oger yönetiminde, Türk Telekom’un 7 milyar 690 milyar lira olan öz sermayesi, 2016 yılında 3 milyar 386 milyon liraya düşürülmüştür. 2005’te 811.45 milyon lira olan Türk Telekom’un devlete ödediği vergiler de, 2006’da 110.6 milyon liraya iner. 
Özetle, Oger ve Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle “Oger’den emanetini teslim alacak olanlar”, Türk Telekom’u bir güzel soğurmuşlar, borca batırıp bir köşeye atmışlardır!

Meslek onuru 
Türkiye’de 550 bin dolayında mühendis, mimar ve şehir plancısı var. İş bulamıyorlar. Bulsalar bile çoğunlukla kendi meslekleri dışında işlerde çalışıyorlar. TMMOB’nin belirlemelerine göre, son 25 yılda, kamuda çeşitli statülerde çalışan ve farklı ücretler alan mühendis, mimar ve şehir plancılarının ekonomik ve sosyal koşulları, üstlendikleri sorumluluklara ve almış oldukları eğitime uymayan bir düzeye geriletilmiş durumda. Neredeyse meslek onurlarını koruyamaz haldeler. Niye? İmam değiller de o yüzden.

Kaygılarımız bitecek 
Kirli bir dünyada yaban kalmadığımızı duyumsamak için; bir temmuz sabahında kurşunlanan Bedrettin Cömert’ten birkaç dize: 

Işıl ışıl günlere ereceğiz
ırak olacak gayrı
nemiz varsa karalardan düşüncelerden yana
gür sevgiler doyuracak susuzluğumuzu
susuzluğumuz bitince
kaygılarımız da bitecek
darılmalarımız da.

=========================
Dostlar,

Anlaşılan, AKP Gn. Başkanı RT Erdoğan‘ı Lübnan’ın eski başbakanı Saad Hariri de kandırmış görünüyor (!)..
Ne yaparsınız, bizim  civanmert reisimiz böyle yufka yürekli işte.. Önüne gelene kanıyor..
Kim zora düşerse el atıyor ve ülkemizin kesesinden ulufe dağıtıyor..
Yani el kesesinden iyilik (haydi kabadayılık demeyelim..) yapıyor..
Bedelini tüyü bitmemiş yetim dahil, hep birlikte ödüyoruz..
Herhalde AKP seçmenleri, 16 yıldır sürekli iktidardan rant aldıklarından, üstlerine düşen bu faturaya katlanıyorlardır. 

TELELKOM üzerinden yediğimiz kazık en az 10 milyar $ ulusal servet, TÜİK‘in önceki gün açıkladığı yoksulluk araştırmasında duyurulan 15 milyon yoksula kullanılsaydı ne olurdu?? 1 $ 6 TL alırsak bu para 60 milyar TL’dir. 15 milyon yoksula destek verilse kişi başına 4 bin TL düşerdi. Bu parayla,

  • okula kabul edilmeyen çocuğuna pantolon alamayan baba banyo küvetinde sabahın köründe intihar etmemiş olur;
  • bir başka iş bulamayan gencimiz kendini yakmamış olurdu..

Demek oluyor ki,

  • TELEKOM soygununun sorumluları, en azından bu 2 insanın katilidir!

Zerrenin zerresi vicdanı – insanlığı – ahlakı – acıması – insanlığı ve de KİTABI – DİNİ – ALLAHI kalana duyurulur.

Sevgi ve saygı ile. 29 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Ankara Yenimahalle’de Sarıklı cübbeli ders

EFENDİLER, BU REZALETE DERHAL SON VERİN VE BİR DAHA ASLA YİNELEMEYİN! HER ŞEYİN BİR SINIRI VAR, ARTIK YETER! HADDİNİZİ BİLİN! CUMHURİYETE SALDIRILARINIZI ARTIK KESİN! TEK ADAM ERDOĞAN DERHAL BU SUÇU ENGELLESİN, YOKSA ONUN GÖZETİMİNDE OLDUĞUNU DÜŞÜNECEĞİZ. CUMHURİYETİN SAVCILARINI HEMEN GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ. APAÇIK VE EN AĞIR BİÇİMDE ANAYASAYI ÇİĞNEME SUÇU İŞLENİYOR! SUÇÜSTÜ HÜKÜMLERİ UYGULANMALIDIR. HERKES GÖREVE!
*****
Sarıklı cübbeli ders

Ankara Yenimahalle’de bulunan ortaokulda sarıklı cübbeli ‘adalet’ dersi verildi.

[Haber görseli]

FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişiminden ders çıkartamayan Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) çocukları dini tarikat ve cemaatlere teslim etmeye devam ediyor. Son olarak Ankara
Yenimahalle’de 114 öğrencinin eğitim gördüğü Abdülkadir Geylani İmam Hatip Ortaokulu’na tarikatların egemen olduğu ileri sürüldü. Cumhuriyet’in edindiği bilgilere göre, bakanlığın unuttuğu okulda, çocuklar MEB yönetmelikleri ile ilgisi olmayan biçimde sarıklı cübbeli ‘ hoca’lara emanet edildi. Sakallı ve takkeli Anadolu İlim ve İrşad Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Dilmen tarafından çocuklara ‘Değerler Eğitimi’ adı altında ‘Adalet’ dersi veriliyor. Okul yönetimi Dilmen’in gerçekleştirdiği eğitimlerin “Dini Değerler ve İnsanlar arasında Saygı ve Adalet” konulu söyleşi olduğunu savundu. (Cumhuriyet ineternet, 29.09.2018)

Her ay ‘Kutlu Doğum’

Tarikat lideri Dilmen’in aynı zamanda geçen dönem söz konusu okulun Okul Aile Birliği Başkanlığı’nı yürütüğü, okulda velilerle dini içerikli etkinlikler düzenlediği ve MEB’in yapması gereken birçok sorumluluğu üstlendiği öğrenildi. Okuldan yakınmacı olan velilerden edinilen görüntülerde de, Dilmen’in veliler ve öğrencilerle düzenlediği bir etkinlikte okul yönetimine, “Bir arzuhalımız var. Sadece senede bir gün Kutlu Doğum yapmasınlar. Bizlere her ay bunu bir sefer yapsınlar da bir araya getirsinler. İnşaalah. Gönül onu arzu eder. Gönül yavrularımızı yakından takip etmeyi arzu eder.” ifadelerini kullandığı görüldü.

Çürük okula tahliye engeli

Bir kısım veli de ‘okul tarikat yuvasına dönüştü’ eleştirilerinin yanı sıra okulun çökme riski ile karşı karşıya olduğu bilgisini paylaştı. Binanın altında su biriktiğini, kimi bölümlerinde küflenmeler olduğunu belirten veliler, bir sınıfın altına drenaj kuyusu açıldığını ve MEB’in okula müfettiş gönderdiğini söyledi. Okulda inceleme yapan müfettişlerin ‘çürük’ raporu hazırladığını vurgulayan veliler, okulun taşınmasına ilişkin kararın alındığını ancak okuldaki dinsel yapıların baskısı nedeniyle İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden Valiliğe gönderilmediğini aktardı. Veliler okuldaki onlarca çocuğun bu yapılar nedeniyle yaşam riski altında eğitimlerine devam ettiğini belirtti.

Okul gideri MEB’den değil tarikattan

Okuldaki yapım ve onarım işlerinin MEB’in sorumluluğunda olmasına karşın bu işlerde de okul yönetiminin Dilmen’i kullandığı öğrenildi. Okul yönetiminin Dilmen’e yönelik, “Öğrencilerimize okulumuz sınıf ve koridorları için hangi renk tercihinde bulundukları soruldu ve görüşleri alındı. Sonuç olarak okulumuz duvarları Dilmen’in katkıları ile gold rengi duvar kağıdı ile kaplanmıştır. Koridorlar ahşap malzeme ile kaplanmış ve okulumuz daha nezih ve refah bir görünüme sahip olmuştur” ifadeleri dikkat çekti. (Cumhuriyet ineternet, 29.09.2018)
*******************

Yineleyelim bir kez daha                                  :

EFENDİLER, BU REZALETE DERHAL SON VERİN VE BİR DAHA ASLA YİNELEMEYİN! HER ŞEYİN BİR SINIRI VAR, ARTIK YETER! HADDİNİZİ BİLİN! CUMHURİYETE SALDIRILARINIZI ARTIK KESİN! TEK ADAM ERDOĞAN DERHAL BU SUÇU ENGELLESİN, YOKSA ONUN GÖZETİMİNDE OLDUĞUNU DÜŞÜNECEĞİZ. CUMHURİYETİN SAVCILARINI HEMEN GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ. APAÇIK VE EN AĞIR BİÇİMDE ANAYASAYI ÇİĞNEME SUÇU İŞLENİYOR! SUÇÜSTÜ HÜKÜMLERİ UYGULANMALIDIR. HERKES GÖREVE!

Sevgi ve saygı ile. 29 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

KAĞITTA OYNANAN OYUN

KAĞITTA  OYNANAN OYUN

Konuk yazar :
Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Son günlerde kâğıt fiyatlarında inanılmaz artışlar oluyor. Fiyatlar adeta çıldırmış durumda. Bu durum pek çok Anadolu basınını vurdu. Kimi gazeteler bir süre çıkamaz oldu. Basından okuduğumuza göre, çok sayıda yerel gazete – dergi.. kapanmak zorunda kalacak. Zaten az okuyan bir toplumuz, kitap fiyatlarına gelen – gelecek zamlarla kitap, gazete, dergi almak ve okumak giderek lüks olacak.

Bu sorunun temelindeki yakıcı gerçekleri ne derece araştırıyoruz ve dikkat ediyoruz acaba? Yargı kararları hiçe sayılarak yaşanan skandal boyutunda bir soruna dikkat çekmek istiyorum. 28 Nisan 2012’de Milliyet Gazetesinin “Gece yarısı geçen kritik karar” başlığı ile verdiği haberi aynen aktarmak istiyorum. Aslında Milliyet, malum yandaş gruplara geçti özel imtiyazlarla. Bugün olsa bu skandal haberi zaten okuyamayacaktık, o gün kısmen de olsa basın etiği sorumluluğu ile verilen haberi okuyalım.

“AKP dün gece yarısı çok kritik bir yasayı Meclis’ten geçirdi. Bazı üst kurul başkanlarının görev sürelerini düzenleyen yasa görüşülürken, son dakika verdiği önergeyle tartışılacak bir düzenlemeyi yasalaştırdı. Ekonomiservisi.com‘un haberine göre, yasaya eklenen maddenin özeti şöyle: Özelleştirme ihaleleri konusunda yargının verdiği kararlar bundan böyle yok sayılacak, son sözü Bakanlar Kurulu söyleyecek. Bu yasa bir medya grubunu çok yakından ilgilendiriyor:

13 Mayıs 2003’te yaklaşık 1800 dönümlük arazisi, 185 lojmanı, sosyal tesisleri ve diğer varlıkları ile Balıkesir SEKA Kağıt Fabrikası 1.1 milyon dolara satıldı.Özelleştirme ihalesi öncesinde 51 milyon $ değer biçilen Balıkesir SEKA, ihalede tek teklifi veren Yeni Şafak gazetesinin sahibi Albayraklar’a Özelleştirme Yüksek Kurulunun onayıyla 24 Haziran 2003’te devredildi.”

“Bursa 2. İdare Mahkemesi 28 Temmuz 2003´te, satılmasında kamu yararı ve özelleştirmenin amacına uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı ve sonra da iptal kararı verdi. Karar temyiz edildi ve başka yargı organları Balıkesir SEKA’nın iadesi için 5 karar daha aldı. Ancak o tarihten bu yana yani tam 9 yıldır Balıkesir SEKA, Albayraklar’dan geri alınamıyor.

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın Balıkesir SEKA’yı geri alamamasının nedeni ise Albayraklar’ın açtığı 700 bin liralık tazminat davası. Bu dava nedeniyle SEKA’nın kapısına kilit vurulmuş durumda. Kısacası, Devlet kendi malını 9 yıldır çalıştıramıyor. Albayrak Turizm Seyahat İnşaat Ticaret A.Ş., kendisine devredilen tüm taşınır – taşınmaz mallar ile irtifak ve kullanım hakları üzerine ihtiyati tedbir koydurmuştu.

Gece yarısı Meclis’ten geçen yasaya göre özelleştirme uygulamalarına yönelik açılan davalarda, ihaleyi kazanan yatırımcıya devrin ardından iptal kararı verilmesi nedeniyle oluşacak fiili imkânsızlık karşısında geri dönülemeyecek bir yapının ortaya çıkması halinde Bakanlar Kurulu, yargı kararını uygulamayabilecek. “

Sayın muhalefet milletvekilleri Mecliste şekerleme yaparken gece yarısı kararları ile ve yargı kararları hiçe sayılarak devletin malı kimlere peş keş çekiliyor, ibret için görelim.

“Yeni yasayla birlikte 9 yıldır kapısı kilitli bulunan ve Danıştay’ın iptal kararına karşın 9 yıldır devlete iade edilmeyen Balıkesir SEKA, Bakanlar Kurulu kararıyla Albayraklar’a devredilebilecek.

AKP Grup Başkan Vekili Nurettin Canikli’nin dün Meclis’te “Özelleştirilen yere yatırım yapıldıktan sonra onun devlet tarafından geri alınması mümkün değil.” sözleri, Balıkesir SEKA konusunda hükümetin Albayraklar lehine karar vereceği beklentisini güçlendirdi. Böylece Albayraklar 51 milyon $ değer biçilen ancak 1,1 milyon dolara aldıkları kâğıt fabrikası sayesinde rakipleri karşısında büyük bir avantaj elde etmiş olacak.

Kâğıt fiyatları neredeyse %300 artarak 3’e katlanırken önce bu durumu sorgulamayan toplumun hiçbir şey söyleme hakkı olmadığını sanıyorum.
=============================================
Dostlar,

Değerli dostumuz eğitimci – yazar Sayın. Mustafa AYDINLI, son derece yakıcı bir konuyu işliyor yukarıdaki yazısında. Geçtiğimiz günlerde bu soruna ilişkin yazılar yayınladık sitemizde.

Sn. Prof. Erinç Yeldan’ın makalesinin altında biz de kapsamlı katkılar koyduk.. Bu yazımızın okunmasını, yayılmasını dileriz..

Hatta manşette hala tuttuğumuz bir çığlığımız var :

Anayasa md. 138/son :

“Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”

Yapılanlar son derece net ve açık bir ANAYASAYI İHLAL SUÇUDUR.

Bu suç işlenerek TÜRKİYE YAĞMA VE TALAN EDİLMEKTEDİR!

  • Bugün 2/3’ü özel sektöre ve bankalara ait 467 milyar $ dış borç, AKP politikaları sayesinde küpünü dolduran küçük bir azınlığın borcudur.

– Sendikal örgütlenmenin engellendiği, 
– onbinlerce kamu emekçisinin ihraç edildiği, 
– grevlerin yasaklandığı, 
– kamu emekçilerinin yandaş konfederasyonla birlikte yoksulluğa ve yoksunluğa mahkum edildiği, 
– hak aramanın bastırıldığı…

bir ortamda elde edilen yüksek kâr oranlarını halkla paylaşmayanlar, bugün zararlarını ve borçlarını halkın sırtına yıkmakta. “Nimete” kimseyi ortak etmeyen %1’lik bir kesim, külfeti nüfusun %99’unun üzerine yıkmaya çalışmakta. Krizi yaratanlar fırsattan istifade İşsizlik Fonunu yağmalamanın, kıdem tazminatına el uzatmanın ve zorunlu BES adı altında emekçinin cebinden finans tekellerini beslemenin yolunu aramaktalar.

…….
Bunlar son derece ağır suçlardır ve gün olur bu mazlum halk uyanır, ayağa kalkar ve beka refleksi ile kadim tokadını atarak, sorumlularından hesabını meşru direnme – savunma – isyan etme hakkı bağlamında hukuk katında sorar..

Kalmaz kimsenin yanına.. Tüm haramilere bir kez daha duyurulur!

Sevgi ve saygı ile. 27 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

KRİZİN BEDELİNİ ÖDEMEYECEĞİZ

KRİZİN BEDELİNİ ÖDEMEYECEĞİZ!
EMEĞİN HAKLARINI SAVUNMAK İÇİN OMUZ OMUZA!

DİSK-KESK-TMMOB-TTB

Bugün ülkemiz çok ciddi bir ekonomik krize sürüklenmektedir. Ülkeyi yönetenlere göre “kriz – mriz yok” ama çarşıda, pazarda, fiyat etiketlerinde, faturalarda zam üstüne zam var! Enflasyon karşısında eriyen alım gücümüz, küçülen ekmeğimiz var. Artan işsizlik, iflaslar, toplu işten çıkarmalar var! Yükselen geçinemiyoruz çığlıkları, umutsuzluğun pençesinde son verilen yaşamlar var. İlaçları verilmeyen hastalar, sağlıkta ve eğitimde kemer sıkma politikaları var. İnsanca çalışmak isteyen işçilere atılan gaz bombaları var. Hakkını arayan emekçiye toplu gözaltı ve tutuklamalar var. Türkiye halkının %99’u için giderek ağırlaşan yoksullaşma ve işsizlik gerçeği var iken,  ülkeyi yönetenlere göre, tek sesli medyaya göre, krizi fırsata çevirmek isteyen bir avuç patrona göre, kısacası çok ufak bir azınlığa göre “kriz mriz yok”.

Bugün %99’un insanca çalışma ve yaşama hakkını tehdit eden krizi çıkaran, “kriz mriz yok” diyen %1’dir. Ülkemizi büyük bir yıkımın eşiğine getiren neoliberal politikaları yıllardır kimler hayata geçirdiyse krizin sorumlusu da onlardır. Türkiye’yi sermaye için cazip bir ülke yapmak adına, emeğin en temel haklarını, şeker fabrikalarından kağıt fabrikalarına kamu birikimini özelleştirmeler yoluyla talan eden, sosyal hak olarak tanımlanması gereken kamusal hizmetleri, yerli tarımsal üretimi, kentleri, doğayı imha eden politikaları hayata geçiren AKP iktidarı krizin başlıca sorumlusudur.

AKP iktidarının sürdürdüğü
– ithalata,
– betonlaşmaya,
– dış borçlanmaya,
– ranta,
– spekülasyona dayalı ekonomik model hızla çökerken,

faturayı ödemesi gereken bu modelin mağduru olan işçiler, emekçiler, emekliler, köylüler, dar gelirliler değil bu model sayesinde küplerini dolduranlar ve iktidarlarını kuranlardır.

  • Bugün üçte ikisi özel sektöre ve bankalara ait 467 milyar $ dış borç, AKP politikaları sayesinde küpünü dolduran küçük bir azınlığın borcudur.

– Sendikal örgütlenmenin engellendiği,
– onbinlerce kamu emekçisinin ihraç edildiği,
– grevlerin yasaklandığı,
– kamu emekçilerinin yandaş konfederasyonla birlikte yoksulluğa ve yoksunluğa mahkum edildiği,
– hak aramanın bastırıldığı

bir ortamda elde edilen yüksek kar oranlarını paylaşmayanlar, bugün zararlarını ve borçlarını halkın sırtına yıkmaktadır. “Nimete” kimseyi ortak etmeyen %1’lik bir kesim, külfeti nüfusun %99’unun üzerine yıkmaya çalışmaktadır. Krizi yaratanlar fırsattan istifade İşsizlik Fonunu yağmalamanın, kıdem tazminatına el uzatmanın ve zorunlu BES adı altında emekçinin cebinden finans tekellerini beslemenin yolunu aramaktadır.

Ekonomik büyüme söz konusu iken, bunun bedelini yoksullaşmayla, gelir dağılımı ve vergi adaletsizliğiyle, iş cinayetleriyle, eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamusal hizmetlerin ticarileşmesiyle, fabrikalarımızın satılmasıyla ödeyen bu ülkenin işçileri, kamu çalışanları, tüm emekçileri yaşanan kriz sürecinde borçlu değil alacaklı konumundadır.

Halkın % 99’unun borçlu değil alacaklı olduğu bilinciyle, bize dayatılan yoksullaşmaya, işsizliğe, çocuklarımızın sağlıksız büyümesine, giderek kötüleşen çalışma ve yaşam koşullarına karşı mücadele kararlılığımızı bir kez daha ifade ediyoruz.

İşsizlik, zamlar, yoksulluk kader değildir ve kriz, toplumun emeğiyle geçinen çoğunluğunu koruyan, kamucu politikalarla önlenebilir. Ücretlerin artırılmasından toplu işten çıkarmaların yasaklanmasına, kamu hizmetlerine zam yapılmamasından vergi adaletine dek somut, uygulanabilir politikalarla işsizlik de, yoksullaşma da önlenebilir.

Bizler örgütlü olduğumuz her yerde “krizin bedelini ödemeyeceğiz, krizde %1 değil, %99 korunsun” talebiyle düzenleyeceğimiz etkinlik ve eylemlerimizi emek ve meslek örgütleriyle, yerel emek ve demokrasi güçleriyle ortaklaştırıp yaygınlaştıracağız.

  • “Krizin bedelini ödemeyeceğiz, krizde %1 değil, %99 korunsun”

fikri etrafında buluşabilecek herkesi, emeğin haklarını savunmak için omuz omuza mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz. 26.09.2018

DİSK-KESK-TMMOB-TTB
=============================
Dostlar,

Mükemmel bir basın açıklaması..
Tümü ile onaylayarak paylaşıyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 27 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Ankara Tabip Odası Üyesi
Mülkiyeliler Birliği Üyesi   profsaltik@gmail.com

 

Dil Bayramı’nı kutluyoruz

Olaylar Ve Görüşler

Dil Bayramı’nı kutluyoruz

12 Eylül paşalarının kapattığı TDK’nin yerine Dil Derneği’nin üstlendiği Dil Bayramı organizasyonları bu yıl da devam ediyor.

SEVGİ ÖZEL
Dil Derneği Başkanı / Yazar
26.09.2018, Cumhuriyet

Atatürk, 1932 Temmuz’unda Türk Dil Kurumu’nu (TDK’yi) dernek olarak kurdu. TDK, 26 Eylül 1932’de ilk Türk Dili Kurultayı’nı topladı. Bilimcilerin, yazarların ve halkın katıldığı kurultayda 26 Eylül Dil Bayramı olarak kabul edildi. Bugün 86. Dil Bayramını kutluyoruz; ne ki Atatürk’ün kurduğu TDK’yi Kenan Evrengiller, Ata’nın vasiyetnamesini çiğneyerek yasa zoruyla 1983’te kapattı. Atatürk’ün kurumunun amacını 22 Nisan 1987’de kurulan Dil Derneği üstlendi.
1950-60 arasında çoğunca perde arkasında; 1970’lerden, özellikle 12 Eylül’den sonra azgınca ‘milliyetçi muhafazakâr’ların; 15-16 yıldır ‘milliyetçi muhafazakâr’lığı da soyunan ‘din’ odaklı siyasanın ‘parlak’ sözcülerini kusturucu otlar gibi çoğalan TV’lerde beş dakika izlemek yetiyor. ‘Besleme cahiller’in bir bölümü gerçekten ‘zırcahil.’ Dil Devrimi’ni salt sözcük türetme eylemi sanıyor ve eleştiriyorlar. Bir bölümü, ‘zırcahil’i de oynatan uyanıklar; bireysel çıkar için hem ülkenin hem Türkçe’nin tarihsel akışını bilip de bilmezden geliyorlar. Aralarında aklınıza gelen her daldan Atatürk ve cumhuriyet karşıtı var. Yenileşen dilin düşünceyi de yenileştireceğini, bireyin özgürce düşünmesi ve düşünceyi özgürce açıklaması için tek aracın dil olduğunu biliyorlar. Dil Devrimi’ne tepkinin kökeninde düşünce özgürlüğünden korku var; anlamadığı, kullanamadığı bir dille toplumu çocuklar bile kandırır. Toplumu kandırmayı meslek edindiler; adil ve demokrat değiller; her şeyi biliyorlar. ‘Geçmişimiz’ diye Fatih’i Kanuni’yi anıyor; Kanuni’den Abdülhamit’e atlayıp imparatorluğu çöküşe götüren yüzyılları yok sayıyorlar. Dededen oğula aktarılan yalanlarla imparatorluğun son döneminde yazı ve dile umar arayan aydınlara saygısızlık yapıyorlar. İmparatorluk’ta, 1800’ler biterken yeni okulların açılması, çağdaş bilgi içeren kitapların çevrilmesi istenmiş; ama Osmanlıca’nın batıda ortaya çıkan kavram ve terimleri karşılayamadığı anlaşılmıştı. İlk tıp okulunun öyküsü, acı ve utanç örneğidir (1805). Koca imparatorluk öğrencilerin, İstanbul’daki İtalyan eczacılardan dil öğrenmesini düşünmüş, bu girişim fiyasko ile sonuçlanmış; aynı okul II. Mahmut döneminde açılırken Fransızca öğretim dili (1827) yapılmış; bu yöntem Türkçe’nin bilim dili olmasına yaramamıştı.
Osmanlı’nın son dönemiyle Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki dil tartışmalarına noktayı Mustafa Kemal koymuş; Türkçe’ye güveni sağlamıştır. Osmanlı aydınları, dili tartışırken kapağında Türkçe Sözlük yazan tek yapıt yoktu. Dil Devrimi uydurukçuluksa tarihsel akışta uydurukçuluğu yeğleyen, birçok övünç kaynağımız var.

Güzel dil Türkçe bize
Başka dil gece bize
İstanbul konuşması
En saf en ince bize

diyen Ziya Gökalp, çağdaşları gibi Türkçe’yle değil Osmanlıca’yla düşünmüş olsa da değerli bir uydurukçudur; kültüre (culture) karşılık ‘hars’ı; psikolojiye ‘ruhiyat’ı; sosyolojiye ‘içtimaiyat’ı uydurmuştur.

‘Dil yürüyor’
Nurullah Ataçlar, Ömer Asım Aksoylar, Emin Özdemirler Türkçe’nin olanaklarını kullanarak, Türkçe düşünerek uydurdular. Dilimizde tüy değil, ağaç da bitse, uydurmaktan caymayacağız.
Türkçe, ilk kez cumhuriyet döneminde topluca düşünülmüştür. Ruşen Eşref Ünaydın, ilk Türk Dili Kurultayı’nın son günü Türk Devrimi’nin dile yansıdığını belirten coşkulu konuşmasında, “Mustafa Kemal’ce düşünmek demek, incelemek, bütünleştirmek, bilinçlendirmek, düzene sokmak, sistemleştirmek demektir. Bu yöntem, Çanakkale’den dil kurultayına kadar aynı hızı ve sırayı gösterir” demiştir. Bugün Mustafa Kemal’ce düşünme yetisi olmayanlar Türkçe’ye güvenmiyor. Biz Mustafa Kemal Atatürk’e güveniyoruz; Atatürkçü düşünceden aldığımız güçle Türkçeye güveniyoruz. Atatürk’ün dediği gibi,

  • “Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti”nin karartılan bütün Cumhuriyet değerleriyle “dilini de yabancı diller boyunduruğundan” kurtaracağına inanıyoruz.

Karşıdevrime karşın, Nâzım’ın dediği gibi, “Dil yürüyor! Yürüyenin önünde durulmaz!” 

86. Dil Bayramı kutlu olsun!
====================================
Dostlar,

Bu gün, 26 Eylül 1932 Türk Dili Kurultayı’nın toplanmasının 86. yılı.
Bizim de üyesi olduğumuz Dil Derneği başta Ankara, İzmir olmak üzere bir dizi etkinlikler düzenledi.

Büyük Atatürk‘ü, yaşamın bu önemli alanının da doldurduğu için şükranla anıyoruz..

Dernek Başkanımız Sn. Sevgi Özelin makalesini ve coşkusunu bizde paylaşıyoruz..

86. Dil Bayramı kutlu olsun!

Sevgi ve saygı ile. 26 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Dil Derneği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com