Etiket arşivi: Suay Karaman

SEÇİM TEKRARI

SEÇİM TEKRARI

Suay Karaman 

Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) oy çokluğuyla verdiği İstanbul Anakent Belediye Başkanlığı seçiminin iptaline ve yenilenmesine ilişkin kararından kamu vicdanı son derece rahatsızdır. Ama bu YSK’den, hak ve hukuka uygun, kamu vicdanını rahatlatan, millet iradesini koruyan bir karar vermesini beklemek de saflık olurdu.

16 Nisan 2017’de yapılan halk oylamasında YSK’nin kendi koyduğu kuralı seçim sürerken bozduğuna ve mühürsüz oyları geçerli saydığına bütün ülke tanık olduğuna göre, YSK’nin bu son kararına da şaşırmamak gerekir. YSK’nin verdiği şaibeli bir karar ile devletin rejimi değiştirilmişken, bu kuruldan hukuka uygun, adaletli bir karar beklemek olanaksızdır. 16 Nisan 2017’de ‘çatışma olur’ gibi sudan ve ucuz nedenlerle YSK’nin önüne gelemeyen parti liderleri ve yöneticileri, bugünkü hukuksuzlukların da sorumluları arasındadır.

Siyasal iktidar, 12 Eylül 2010 halk oylaması ile yargıyı etkisi altına almıştır ve böylece yargı bağımsızlığı ortadan kaldırılmıştır.

  • Artık çay toplamaktan, cübbeyle yerlere kadar eğilmek gibi eylemler, yargı topluluğu için normal sayılmaktadır.

Yaptıkları sivil darbeyi, topluma ‘ileri demokrasi’ olarak yutturmaya çalışan siyasal iktidar, hukuk dışı tutum ve davranışlarında ısrar ederek, toplumu sürekli olarak germektedir. YSK’ye yaptıkları son baskı ise bu gerilmeyi daha da tırmandırmaktadır.

YSK, İstanbul Anakent Belediye Başkanlığı seçiminin iptalini kimi sandıklarda sandık kurulu başkanlarının kamu görevlisi olmamasına ve kimi sandıklarda da bir kamu görevlisi üyenin olmamasına dayandırmaktadır. YSK seçim takviminde, sandık kurullarının usulsüz oluşturulduğu gerekçesiyle tam kanunsuzluk itirazının 2 Mart 2019’a dek yapılabileceği bildirmiştir. Bu tarihe dek sandık kurullarının oluşumuna itiraz edilmediği halde YSK, yapılan baskı sonucu seçim gününden sonra yapılan itirazları değerlendirmeye almıştır.

31 Mart 2019’da yapılan yerel seçimlerde Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde AKP 32.661, İYİ Parti 32.068 oy almıştır. Arada 593 oy farkı bulunmaktadır. 4 sandıkta, sandık başkanlarının AKP’li belediyenin personeli olduğu ortaya çıkınca, İYİ Parti itiraz etmiştir. Ancak 20 Nisan 2019’da YSK, ‘sandık kurullarının 2 Mart 2019’da kesinleşmesi nedeniyle’ itirazı reddetmiştir.

Sandık kurulu başkanlarını ve sandık kurullarında görev yapacak kamu görevlilerini ilçe seçim kurulları belirlemektedir. YSK bunu bile bile yapılan baskı sonucu kendi hatasını seçmene yüklemektedir. Bunun yanında bir zarfta 4 farklı oy varken, zarflardan çıkan 3 seçim sonucunun geçerli kabul edilip, salt İstanbul Anakent Belediye Başkanlığı sonucunu iptal etmek, tam bir kanunsuzluk örneğidir, büyük bir hukuksuzluktur. Bu iptal kararını YSK açıklayamadı; AKP’nin YSK temsilcisi açıkladı. Daha sonra halkın önüne çıkamayan YSK üyeleri, kararlarını yazılı açıklama ile kamuoyuna duyurdu. Bunun anlamı; YSK üyelerinin kendi verdikleri karardan rahatsız olmaları yüzünden kameraların önüne geçip verdikleri kararları savunamamalarıdır.

YSK’nin kendi seçim takvimine, verdiği kararlara, hukuk ve kanunlara uymayarak anayasal bir suç (AS: Anayasayı ihlal suçu) işlediği açıkça görülmektedir.

  • “Bir şeyler olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu” sözü, YSK tarafından yeterli görülmüştür!

– Rejim değiştirilmiş,
– hukuk devleti yok edilmiş,
– ekonomi çökmüş,
– eğitim bitirilmiş,
– terör can almaya devam ederken…

yani kısaca ülkemizin çok büyük sorunları varken 23 Haziran 2019 Pazar günü İstanbul Anakent Belediye Başkanlığı seçimi yinelenecektir.

  • Yaptığı baskı sonucu büyük hukuksuzlukla seçimleri yineleten siyasal iktidar, bir kez daha yitireceği seçime girmez.

İşte bu konuda çok dikkatli olmak zorundayız ve “her şey çok güzel olacak” gibi yabancı kökenli sloganların arkasına sığınıp, rehavete kapılmamalıyız.

Çünkü seçim öncesinde de, sonrasında da her şey çok zor olacak. Önemli olan zoru başarmaktır, iniş sürecine geçildiği bu dönemde sandıklara ve oylarımıza yeniden sahip çıkarsak, AKP yinelenen bu seçimi de yitirir. AKP’nin bu inişini hızlandırmak için İstanbul seçiminin yeniden kazanılması zorunluluktur. (AS: Ve bu olanaklıdır!)

LİNÇ GİRİŞİMİ

LİNÇ GİRİŞİMİ

Suay Karaman

Suay Karaman
22 Nisan 2019

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Ankara’nın Çubuk ilçesinde şehit cenaze törenine katılan CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğluna yapılan saldırı, bir linç girişimidir. Bu linç girişimi bir kışkırtmadır (provokasyondur) ve demokrasiyi içine sindiremeyenlerin planlı bir eylemidir. Bu alçak olayın benzerlerini 12 Eylül 1980 öncesinde Kahramanmaraş’ta ve Çorum’da,  2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta görmüştük. Yeni kışkırtmalara çağrı çıkartılmaması için, mutlaka bu alçak olayı yapanların da, yaptıranların da ortaya çıkartılarak, yargılanmaları gerekir.  

CHP Genel Başkanı linç girişiminin ardından çevredeki bir eve götürülmüştür. Hain saldırı burada da sürmüş, taş atılmış ve “evi yakın” sesleri yükselmiştir. Bu sırada Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, CHP Genel Başkanı’nın tutulduğu evin önüne gelerek;

  • “Değerli arkadaşlarım şu ana kadar mesajlarınızı verdiniz, tepkilerinizi gösterdiniz”

diye konuşarak, bu hain saldırıyı kınayamadığı gibi, destek de olmuştur. Ardından Ankara Valiliği, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “müessif protesto eylemi” ifadeleri ile bu hain saldırının hafife alındığını gözler önüne sermiştir.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise

  • Nereye gideceğini bileceksin, o adama yumruk attıracak kadar ne yaptın sen?” söylemiyle, kendisinin nerede olduğunu ve ne yaptığını açık biçimde tanımlamıştır. 

Seçim meydanlarında toplumumuza kin ve nefret tohumu ekenler, CHP için hakaret ve tehditlerde bulunanlar, bu linç girişiminde pay sahibidir. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 24 Haziran 2018 seçimlerinden sonra yaptığı açıklamada valilere

  • CHP il başkanlarını şehit cenazelerinde protokole almayın” talimatı vermiştir.

Bu talimat, bu hain saldırının ateşleyicisidir. 

  • Analar ağlamasın diye açılım sürecini başlatanları,
  • Oslo’da PKK terör örgütüyle görüşenleri,
  • Habur sınır kapısında davul-zurna ile karşılayanları

    bu toplumun unutması olanaklı değildir.

    – PKK terör örgütü istedi diye Andımız’ı yasaklayanları,  
    – çocuk katili terör örgütünün başının mektubunu Diyarbakır meydanında
    okutanları,
    – Cizre’de PKK terör örgütüne yemin töreni yaptıranları,

    – belediye araçlarıyla hendek kazılıp, bomba konulmasına ses çıkarmayanları,
    – valilere operasyon yapmayın diyenleri

    bu toplum gördü, duydu ve hiç bir zaman da unutmayacaktır. 

Bütün bunlar ortadayken CHP’nin terör örgütüyle birlikte olduğunu söylemek komiktir, gülünç ötesidir. Bunun anlamı iktidar olanaklarının ellerinden kaymakta olduğunu görmenin telaşı içinde, milleti bölmektir. Toplum olarak çok dikkatli ve bilinçli olmalıyız, siyasette ve medyada saldırgan üslup kullananları iyi tanımalıyız ve gereken tepkileri vermeliyiz. Bu kirli düzeni değiştirmek için çok emek harcamalıyız. 

Bu hain olayın ardından genel merkezin önünde konuşma yapan CHP Genel Başkanı şu ifadeleri kullandı;

  • “Hiç kimse unutmasın; Kuruluş ve kurtuluşun partisi olan CHP’nin genel başkanıyım. Kuvayı milliyecilerin partisinin genel başkanıyım.”

    Kurucu ilkelere, Atatürk ilke ve devrimlerine inananların yönetimde olduğu bir CHP ile bütün bu karanlıkların aydınlığa döneceği bilinmelidir.

    * Atatürk’ün ışıltılı yolu ve görkemli “Altı Ok”u ile çağdaş uygarlık düzeyine ulaşılacaktır.
    =======================================
    Dostlar,

  • Binali Yıldırım İstanbul BŞBB adayı iken son günlerde “HDP oylarına talibim..” demedi mi?

    HDP şiddeti – terörü  dışlayıp, etnik temelde olmamak üzere demokratik siyasal yaşamda yerini aldığında kimsenin bir diyeceği olmaz..

    Son seçimde dinci-gerici….kuşatmaya karşı demokratik bir blok oluşturulmuş ve sonuç alınmıştır.

AKP ve yandaşları, ortakları, uzantıları, yerli – yabancı işbirlikçileri ateşle oynamaya derhal son vermelidir. Yapacakları her yanlış, onları kaçınılmaz sona daha hızlı ve daha da suçlu (mücrim!) olarak sürükleyecektir.. Tarih, bu vb. süreçlerin örnekleriyle dolu..

  • Bir kez daha, bin kez daha 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu ve mutlu olsun.. Salt Türkiye’ye değil, tüm dünya çocuklarına ve insanlığa ve küresel sermayeye başkaldırıp egemenliğine sahip çıkacak dünya uluslarının tümüne!

Sevgi ve saygı ile. 23 Nisan 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

SAĞDUYUNUN BİRLİKTELİĞİ

SAĞDUYUNUN BİRLİKTELİĞİ

Suay Karaman

AKP ile MHP, 31 Mart 2019’da yapılacak yerel seçimlere “Sağduyunun Birlikteliği, Cumhur İttifakı” sloganıyla giriyorlar. Sağduyu, “doğru, akla uygun kararlar verme yeteneği” olarak tanımlanmaktadır. Ancak; sağduyunun birlikteliğine soyunanların birbirine söyledikleri ağır sözler unutulmamıştır. 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 4 Şubat 2014’te grup toplantısında şunları söylemişti:

“Başbakan ve hükümetinin telefon dinlemeleriyle ilgili kanun değişikliği hazırlığı, bulaştıkları rüşvet ve yolsuzluk iddialarını örtme sinsiliğine hizmet etmektedir… Türk milleti Erdoğan’ın nefret saçan dilinden, politikalarından tiksinme noktasına gelmiştir. Tüm hesaplarını iktidardan hiç gitmemek uğruna yapmıştır. Ayakkabı kutuları dolarlarla dolsun diye oy vermedi vatandaşımız… Başbakan milli iradeyi dolandırmıştır. Hükümet suça batmış, her yanı kapkara kesilmiştir. Bu kadar karaya bürünmüş bir iktidar daha görülmemiştir. Türkiye hırsızların koltuklarda oturduğu günleri yaşamaktadır.” 

8 Nisan 2014’te MHP grup toplantısında Bahçeli’nin konuşması şöyleydi:

Türklüğü reddeden, T.C.’yi silen, milliyetçiliği ayaklar altına alan bir inkârcıdan Türkiye Cumhurbaşkanı olmaz, olamaz, olamayacaktır. Kısacası iki yanlıştan bir doğru çıkmaz, tekeden süt sağılmaz, balda tuz bulunmaz, suda ateş yanmaz, Recep Tayyip Erdoğan’dan da Cumhurbaşkanı olmaz!”

24 Haziran 2014’te MHP grup toplantısında Bahçeli’nin konuşması şöyleydi:

İsrail’e petrol akıtan, peşmergeye para kazandıran, IŞİD’e munis davranan, komşu coğrafyalarda Türkiye’nin caydırıcılığını hezimete çeviren Başbakan’ın Türkmenleri kaderine terk etmesi günahlarına yeni bir halka ekleyecektir. Bu nankörlük, bu Türk düşmanlığı Başbakan’ı gölge gibi takip edecek, ayağına dolanacaktır.”

3 Şubat 2015’te parti grubunda konuşan Devlet Bahçeli şunları söylemişti;

“Namus ve şeref üzerine yemin eden Erdoğan namustan ne anlamakta, şereften ne çıkarmaktadır? Tarafsızlık kozasını yırtıp gözünü kan bürümüş gibi AKP adına oy talep eden Erdoğan, ruh heybesinden düşürdüğü namus ve şeref kristallerini arayıp da bulamayan biri olarak hatırlanacaktır. Şeref gibi derdi olmayanın Türkiye’nin şerefini korumaktan bahsetmesi beyhudedir. Erdoğan, partimiz için üst akla çalışıyorlar sözünü aydınlatmazsa bu iddiasını ispatlamazsa namerttir. Üst aklın kucağında yıllar geçiren Erdoğan söylediği sözleri ispatlamazsa müfteridir.” 

Bahçeli, 2 Haziran 2015’te Elazığ mitinginde şunları söylemişti;

Türkiye koyu bir karanlıkta, kör bir çıkmazdadır. Sizler işsiz ve yoksulken, Ankara’da bir avuç imtiyazlı ve sonradan görme, hazineyi hortumlamakta, kaçak saraylarda yaşamaktadır. Sizler darlık ve yokluk çekerken, AKP milli servet ve kaynakları zimmetine geçirmektedir. Ekonomiyi ithalata bağlayan, kaçakçılığı teşvik eden, sıcak paracıları, faiz, rant ve silah lobilerini memnun eden AKP’nin, sizleri dert ettiği yoktur.” 

3 Haziran 2015’te Kahramanmaraş mitinginde Bahçeli’nin, Tayyip Erdoğan için söyledikleri belleklerdedir:

“Her gün bize sövüyor, her gün yalan söylüyor. Peki kimdir bu gafil? Kendisine Cumhurbaşkanı diyen 17-25 Erdoğan; be hey densiz, be hey kanun tanımaz, ahlak bilmez! Sen Cumhurbaşkanısın, sen devletin başısın! Ne geziyorsun meydanlarda? Bizimle ne uğraşıyorsun? Erdoğan oyundur, yalandır, aldatmadır, komplodur, tuzaktır, riyadır, ihanettir. Biz zalim Esad’a çok şükür ‘kardeşim’ demedik, ailecek tatile çıkmadık. Hele hele Kandil’in yolunu hiç bilmedik. Kandil’in tavizsiz havarisi, Ermeni hısmı, Türklüğün yaşayan düşmanısın!” 

14 Haziran 2015’te partisinin il ve belediye başkanlarıyla bir araya gelen Bahçeli’nin sözleri şöyleydi;

“AKP-MHP koalisyonu olur ama şartlarımız var. AKP ile koalisyon kurmamızı istiyorlar. 17-25 Aralık yolsuzluk olaylarını nereye koyacağız? Meydanlarda hırsızlardan hesap soracağız dedik. Hırsızları nereye koyacağız? Bilal’in içinde olacağı sıfırlanan paraların hesabını sormayacak mıyız?” 

22 Şubat 2014’te Sivas mitinginde Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli için şunları söylemişti: “O zürriyet sahibi değil. Ne anlar çoluktan çocuktan. Ne anlar?” 

Tayyip Erdoğan 24 Haziran 2014’te AKP grubunda yaptığı konuşmada şunları söyledi:

  • “Bu sabah yaptığı konuşmaya bakıyorsunuz Bahçeli’nin, aman yarabbi; baştan aşağı, yine ifade ediyorum bu kürsüden ağzından salyalar akıyor. 16-17 yıldır partinin başındasın geldiğin yer ortada. Ben MHP’li kardeşlerime hep sesleniyorum. MHP’yi küçülten bu adamla bir yere varamazsınız. Bunun varlığı MHP teşkilatı için bir tehlikedir. Bugün yine iftiralarla dolu, yolsuzluklar şu bu filan. Kalkıp evladıma hazine arazilerinin tahsisinden bahsediyor. Terör örgütünün başıyla aynı sofraya oturup oturmamaktan bahsediyor. Ey Bahçeli, bunları ispat edemezsen sen alçaksın, adisin.”

1 Haziran 2015 ‘te Erzurum mitinginde konuşan Erdoğan şunları söylemişti:

  • “MHP lideri Bahçeli’nin ‘Cumhurbaşkanı İmralı’yla görüştü’ iddiasında bulunduğunu söyleyerek bu iddiasını ispat etmekle mükellef olduğunu, ispat etmezsen alçaksın, namertsin, müfterisin.”

19 Ağustos 2015’te yaptığı konuşma şöyleydi:

  • “Siyaset, işi gücü bırakıp Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsıyla, ailesiyle uğraşmak değildir. Kalkıp benim evladıma, ismiyle ‘Bilal’i ver, iktidarı al’. Bu ne çirkin yaklaşımdır, sen ne biçim siyasetçisin? Eğer oğlumun yaptığı bir yanlış, yolsuzluk varsa buna hesabını soracak olan yargıdır, sen kimsin? Sen benim evladımla ilgili iktidar bağlantısını nasıl kurarsın, nasıl böyle bir hakareti, saygısızlığı yaparsın? Ama evladı olmayanların böyle bir saygısızlığı yapmasından daha başka bir şey de olmaz. Bunlar aile, evlat nedir bilmez.”
    *****

Sağduyunun birlikteliğine soyunanların, bu sözlerin ardından birlikteliğe nasıl ve ne için soyunduklarını açıklamaları gerekir. 19 Haziran 2018’de katıldığı bir TV programında Bahçeli şöyle demişti:

  • “Geçmişte ne söylemişsem onun arkasında olduğumu söylüyorum. Bir yönetimdeki aksaklıkları, yanlışlıkları söylemek muhalefetin görevidir. Dün öyle söyledin diye bugün onları inkâr ederek bugünkü Cumhur ittifakında hepimiz kanka olacak halimiz yok.”

17 Mart 2019’da İzmir mitinginde Erdoğan, Bahçeli için “Türk siyasetinin son yıllardaki en dirayetli siyasetçisi” ifadesini kullandı. 

Geçmişte söylediklerinin arkasında olduğunu söyleyen Bahçeli, bugün ya ne yaptığının farkında değildir ya da verilen görevleri yerine getirmektedir. Birine “alçaksın, şerefsizsin” diyeceksiniz; o da size “alçaksın, adisin, namertsin” diyecek ve bu sözlerin ardından ittifak kuracaksınız. Bu ikilinin kurduğu Cumhur ittifakının neye aracılık ettiğini özümsemek gerekiyor. Böyle bir ittifak, sağduyunun birlikteliği olamaz. 

Toplumun iktidara ve muhalefete olan güveninin bittiği yerdeyiz. Yerel seçimlerde AKP ve MHP seçmenlerinin, bunları düşünerek oylarını vermeleri gerekir

Ülkemiz üzerinde oynanan bu oyunların;
– ancak tam bağımsızlıktan
– ve emperyalizm karşıtlığından yana olanların

örgütlü işbirliğiyle aşılabileceğinin bilincinde olmalıyız.

MART’IN SONU BAHAR

MART’IN SONU BAHAR 

Suay Karaman

31 Mart 2019 yerel seçimleri için son haftaya girdik. Seçime katılan partiler son kozlarını paylaşacaklar. Yerel seçimleri “Beka Sorunu” olarak görenler, daha önce ülke bütünlüğüne karşı yaptıkları işbirliklerini unutmuşlardır. Cumhur ittifakını oluşturan parti başkanları da birbirlerine söyledikleri utanç verici, ağır sözleri unutmuşlardır. Zaten toplum olarak geçmişte yaşananları unuttuğumuz için, bugünleri yaşamaktayız. 

AKP iktidarının yerel seçimde yitirdiği yerlerde seçimi kazanan adayları görevden alıp, yerlerine yeni görevlendirme (kayyım) yapabileceği dile getirilmektedir. Bu söylemler, seçmenin sandığa olan ilgisini azaltmak için planlanmaktadır. Hukuk ve demokrasinin rafa kaldırıldığı bir sistemde her şey olabilir. Ama bu, bizlerin sandığa gidip, oyumuzu kullanmamızı engelleyemez, engellememelidir de. Zaten buradaki amaç, Cumhur ittifakına oy vermeyeceklerin, sandığa gitmesini engellemeye dönük bir propaganda yapmaktır. Seçim sonrasında da sandıklara sahip çıkmak önemli bir görevdir. 

Siyasi iktidar; seçim ve sandık güvenliği, sahte ve ölü seçmen sayısı, sahte oy ve seçim hilesi, trafolara kedi girmesi gibi olaylarda büyük marifetlere sahiptir. Bunların üstüne Yüksek Seçim Kurulu’nun yapısı da eklendiğinde, son derece uyanık ve dikkatli olunması gerekmektedir. Bu koşullarda sandıklara sahip olunamayan her seçim, ne yazık ki iktidar partisine yaramaktadır. 

  • Bu yerel seçimlerde sandığa giderek, oylarınızı Cumhur ittifakı dışındaki partilerin adaylarına vermemiz gerekir.

Ana muhalefet bu seçimden galip de çıksa, oy oranını da arttırsa, mutlaka yeni CHP zihniyetindeki yönetim değişmelidir. 

“Mart’ın sonu bahar” sloganı kulağa hoş gelse de, yerel seçim sonrasında ülkemizde özellikle ekonomik olarak ciddi sarsıntıların olacağı gözlemlenmektedir. Mart’ın sonu bahar ama ülkemizi bekleyen büyük sorunlar var. Bugünkü iktidar ve muhalefet ile bu sorunları aşmak zor değil, olanaksızdır. 

Yerel seçimlerden sonra özellikle ana muhalefet yönetimi yenilenmelidir; Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı, tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığında buluşan, yurtsever bir kadronun göreve gelmesi gerekir. Kısaca Atatürk’ün partisini, Atatürkçü parti yapmak zorunluğu bulunmaktadır. Yurtsever kadrolar öbür partiler için de çok büyük önem taşımaktadır, yurt dışından devşirilen kadrolarla, genel başkanlarla hiç yol alınamadığı artık anlaşılmıştır. 

Bugün ülkemiz çok büyük boyutta siyasi ve ekonomik kriz ile karşı karşıyadır.

Demokratik parlamenter sistem, şaibeli bir halk oylaması sonucunda değiştirilmiş ve tek adam rejimine, kısaca diktaya döndürülmüştür.

Yoksulluk, açlık, işsizlik yanında büyük savurganlık, yolsuzluk ve talan bu dönemin ana karakteri olmuştur.

  • Demokratik, bilimsel ve laik eğitim bitirilmiştir.

Bütün bu olumsuzlukların üstesinden gelmek için, ülkemizde aydınlığı yeniden görmek için, güzel günleri yaşamak için

  • tek çıkış yolu, Kemalizm’in Altı Oku’dur.

1923-38 arasında denk bütçe yapan, büyük atılımlarda bulunan, olağanüstü yatırımlara imza atan Atatürk Türkiye’si örnek alınmalı ve yeniden kalkınma hamlelerine başlanmalıdır.

  • Demokratik ve laik cumhuriyetimizin temel ilkeleri ile demokrasiye sahip çıkmak için, oyumuzu bilinçli olarak kullanmalı ve sandıklara sahip çıkmalıyız.

31 MART SEÇİMLERİ

31 MART SEÇİMLERİ 

Suay Karaman 

31 Mart 2019 Pazar günü yerel seçimler yapılacak. Beş yıl süreyle yerel yönetimleri yönetecek il ve ilçe belediye başkanları, belediye meclisi üyeleri seçilecek. Özellikle AKP iktidarıyla birlikte her seçim döneminde gündeme gelen seçim ve sandık güvenliği, sahte ve ölü seçmen sayısı, sahte oy ve seçim hilesi yapılma olasılıkları gibi tartışmalar da sürüp gitmektedir. Sandıklara sahip olunamayan her seçimde, sonuçların iktidar partisine yaradığını dikkate almak gerekir. Muhalefet partileri her sandığa gözlemci bulamıyorsa, sandıklara ve verilen oylara sahip çıkamıyorsa zaten seçimin sonucu bellidir.

2018 genel seçimlerinde olduğu gibi 31 Mart yerel seçimlerinde de partiler arasında ittifaklar kuruldu, pazarlıklar yapıldı ve listeler belirlendi. Ancak partilerin aday belirleme yöntemleri gündeme oturdu. Günümüzde yargıç huzurunda tüm parti üyelerinin katılımıyla yapılacak ön seçim hayal olmuştur; yani örgütler yok sayılmaktadır. Böyle bir önseçim, artık bütün partilerde unutulmuştur. Hangi yöntemle olursa olsun aday belirleme sürecinde AKP ve MHP gibi partilerde tartışma çıkmasına izin verilmez, tartışma çıksa bile dışarıya yansıtılmaz, sesleri duyulmaz. 

Aday belirleme konusunda CHP, öbür partilerden çok farklıdır. Bu fark, önseçim yapılması değil, adaylar belirlendikten sonra örgütlerde fırtına kopması şeklindedir. Çoğunluk oyuyla seçilmiş olanın yönetime gelmesi, demokrasinin gereğidir. Demokrasinin olmazsa olmazı siyasal partilerde, demokrasinin yok edilmesi sorgulanmalıdır. CHP’de tüm üyelerin katılımıyla önseçim yapılmadan, belirli kişiler tarafından belirlenen adaylar, parti meclisine sunulup, kamuoyuna açıklanmıştır. 

Bu aşamaya dek hiçbir itirazı olmayanlar, sessiz kalanlar, adaylığını tehlikeye atmamak için en temel parti içi demokratik hakkını dahi kullanmaktan çekinenler, listelerde adlarını göremeyince veryansın etmeye başladılar. ‘Emek’ vurgusu yaparak, adam kayırmaktan, ekipçilikten yakınmaya başladılar. Hatta bu aşamadan sonra bazıları başka partilerden aday oldular! 

Eşsiz liderimiz Atatürk’ün kurduğu CHP, aklını ve onurunu kullananların, yapıcı eleştirisine açık olup, yanlışa yanlış demeyi bilenlerin partisi olmak zorundadır. Genel başkanlar değişir, yöneticiler gelip geçer ama önemli olan cumhuriyetin temel ilkelerine ve demokrasiye sahip çıkmaktır. Siyaset, ilkesiz insanların işi olmamalıdır. 

Ön seçim yapılmadan aday dayatmalarına ses çıkarmıyorsunuz, kadın emeğini görmezden gelip, cinsiyet kotasına uyulmamasına susuyorsunuz ve tüm bunlara neden diye sorulduğunda “şimdi zamanı değil, seçim var bölünmeyelim, birlik beraberlik zamanı” gibi anlamsız sözlerle geçiştiriyorsunuz. O zaman aklımıza Nazım Hikmet’in “Dünyanın En Tuhaf Mahlûku (Akrep Gibisin Kardeşim)” şiiri geliyor… 

Bu durumlara sessiz kalanların, listelerde adlarını görmedikleri zaman yakınma ve sızlanma hakları da yoktur, olmamalıdır. 19 Şubat 2019 salı günü CHP grup toplantısında Ozan Arif gibi birinin Pir Sultan Abdal, Âşık Veysel, Neşet Ertaş gibi isimlerle aynı kefeye koyulması da hiç kimsenin içini sızlatmıyorsa, bugünkü yönetim tarafından CHP’nin, bir proje partisi yapıldığının kanıtlarından biridir. 

CHP yöneticileri önseçimden kaçarak, eğilim yoklaması bile yaptırmamış, liyakati kaldırmış, emeğe saygıyı es geçmiş, listeleri eş, dost, akraba ile doldurmuştur. Böylece seçmenin sandığa olan ilgisini en alt düzeye indirmiştir. Atatürk’ü ve ilkelerini eleştirenlerin aday yapıldığı bu seçimlerde yine de sandığa gitmek zorunluluğumuz vardır. Oylarımızı kendi siyasetimize yakın adaylara vermeliyiz, vermeyeceğimiz oylar başkalarına yarayacaktır. 

Ancak 31 Mart yerel seçimlerinde CHP başarısız da olsa, başarılı da olsa, mutlaka bugünkü yeni CHP zihniyetindeki yönetimin değişmesi gerekmektedir. Terör örgütü yanlılarına, şeriat severlere, ikinci cumhuriyetçilere, Atatürk ilke ve devrimlerini özümsemeyenlere, ince siyasetçilere CHP’nin kapısı kapatılmalıdır.

  • Atatürk’ün partisini, Atatürkçü parti yapmak zorundayız.

SAHTE SEÇMEN

SAHTE SEÇMEN 

Suay Karaman

Suay Karaman 

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 19 Ocak 2019 Cumartesi günü Erzurum’da düzenlenen Seçim Bölge Güvenlik Toplantısı’nda seçim güvenliğine ilişkin açıklamalarda bulunarak; “Türkiye seçim yapma ve seçim güvenliği konusunda dünyada önde gelen ülkelerden biridir ve hatta başlarındadır.” dedi. İçişleri Bakanı, 31 Mart yerel seçimlerinde 53.099 bin Suriyeli’nin oy kullanacağını vurgulayarak, “Ne Suriyelilerin oy kullanması, ne adres kayıtlarındaki bir eksiklik veya hata seçimin sonuçları üzerinde tesir edebilecek etkiye sahip değildir.” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin Bilgi ve İletişim Teknolojilerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Onursal Adıgüzel’in başkanlığındaki ekip, 31 Mart 2019 yerel seçimleri için Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) açıkladığı seçmen listelerinin kontrolünü yapmış ve çok ilginç verilere ulaşmıştır.

YSK listesine göre 31 Mart’ta oy kullanacak Suriye doğumlu seçmen sayısı 58.364 olarak belirlenmiş. YSK listesinde yaşı 100 ile 165 arasında olan 6.389 seçmen olduğu belirlenmiş. 24 Haziran 2018 seçimlerinde seçmen listelerinde yer alan 923.796 seçmenin, 31 Mart seçimlerine ilişkin YSK’nin açıkladığı seçmen listesinde olmadığı belirlenmiş. Ankara’nın Çamlıdere ilçesinde 24 Haziran 2018 seçimlerinde 6.561 seçmen varken, YSK’nin 4 Ocak 2019 günü askıya çıkardığı listede seçmen sayısı 12.493 olmuş. Aynı şekilde Çankırı’nın Orta ilçesinde 24 Haziran 2018 seçimlerinde 8.379 seçmen varken, YSK’nin 4 Ocak 2109 günü askıya çıkardığı listede seçmen sayısı 16.401 olmuş.

Günlerdir sahte seçmenlerle ilgili basında ve özellikle sosyal medyada birçok bilgi ve belge ortalıklara saçılmaktadır. Hemen hemen her gün boş arazilerde, boş dairelerde, hayali apartmanlarda sahte seçmen listelerinin varlığı kanıtlanmaktadır. Dairelerde, binalarda seçmen patlaması yaşanırken, mahalle nüfusları ilçe nüfusuna, ilçe nüfusları il nüfusuna ulaşmışken, bazı ilçelerde seçmen sayıları, ilçenin nüfusundan fazlayken, ahırlar, mezarlıklar, bitmemiş apartmanlar seçmen dolmuşken, YSK Başkanı bunlar için “algı operasyonu yapılıyor” dedi ve olayı kapattı. Bütün bunlar ortaya saçılmışken CHP’nin YSK’de görevli temsilcisi olan avukat da “sahte seçmen tespit edemedik” diyorsa, karşılıklı proje yürütüldüğü anlaşılmaktadır.

16 Nisan 2017’de yapılan halk oylamasında YSK’nin kendi koyduğu kuralı seçim devam ederken bozduğuna ve mühürsüz oyları geçerli saydığına bütün ülke tanıktır.

  • Yapılan hilelerle Türkiye’de hukuksuz şekilde rejim değiştirilmiştir.

Bu durumda hukuku çiğneyen ve rejimin değiştirilmesine zemin hazırlayan bu Kurula nasıl güvenilecek? Hukukun işletilmediği ve çiğnendiği bir Kurul tarafından yapılacak 31 Mart yerel seçimlerinin sonucuna şimdiden gölge düşmüştür.

‘İleri demokrasi’ ile yönetilen Türkiye’de hukuk rafa kaldırılmıştır.
Böyle bir sistem içinde siyasi partilerin seçime katılması akla ve mantığa uygun değildir.
Bu koşullarda 31 Mart yerel seçimlerinden doğru sonuç alınacağını düşünmek saflık olur.
Her türlü hukuksuzluğun geçerli olduğu bir ortamda yapılacak 31 Mart yerel seçimlerine,
bu koşullarda katılan siyasi partiler bu hukuksuzluğun içinde oldukları gibi,
belirli projelerin de ortakları arasındadır.
Küçük çıkarları uğruna bu danışıklı dövüşü görmek istemeyenlerin de,
ülkemizin getirildiği durumdaki sorumlulukları büyüktür.

ARDINDAN

ARDINDAN

Konuk yazar :
Suay Karaman

Az zamanda çok ve büyük işler başaran büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, ölümünün 80. yılında özlem ve saygıyla andık. Her yıl olduğu gibi, bu yıl da anma törenleri büyük bir coşku içinde yapıldı. Saat 09.05 olunca, yurdun her köşesinde saygı, sevgi, gurur, minnet gibi tüm duygular birlikteydi.

Toplumu, eşsiz liderimiz Atatürk’ten soğutma çabalarının büyük boyutlara ulaştığı günlerden geçmekteyiz. Atatürk’e hakaretler yapılırken, adının birçok yerden kaldırıldığı zaman dilimi içinde, ulusal bayramlarımız yasaklanırken, bu yıl 10 Kasım Cumartesi günü saat 09.05’te yapılması gereken anma töreninin, hafta sonu olduğu için Cuma ya da Pazartesi gününe alınması gündeme oturmuştur.

Atatürk’ümüzü anma programının ölüm yıldönümünde, 10 Kasım günü yapılması esastır. Dünyanın hiçbir yerinde anma programlarının günü ve saati değiştirilmez. Böyle bir değişiklik, bu günün anlam ve öneminin azalmasına neden olur. 79 yıldır her 10 Kasım’da, saat dokuzu beş geçerken tüm yurtta sirenler çalar, vatandaşlarımız o an işlerini bırakır kendiliğinden saygı duruşuna geçerler. Dünyada böyle bir sevginin ve saygının eşi, benzeri yoktur. İşte gözden düşürülmek istenen bu sevgidir, bu saygıdır ve Atatürk’e duyulan minnet duygusudur.

Ne denli baskı yapılırsa yapılsın, ulusal bayramlarda ve 10 Kasım’larda Anıtkabir’e koşan vatandaşlarımızın coşkulu görüntüleri, laik ve demokratik cumhuriyetimizin geleceğinin güvencesidir. Çünkü bu toplum, ülkemizi emperyalist işgalden kurtaranın ve yepyeni bir devlet kuranın Mustafa Kemal Atatürk olduğunu bilmektedir. İşte bu yüzden,

  • Atatürk’e her koşulda ve her zaman sahip çıkılacaktır.

Atatürk’ün;

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye Halkına, Türk Milleti denir”

sözünden ırkçılık çıkaran zavallı beyinler, “Andımız” için de ayrılıkçılık yapıldığını var saymaktadırlar. Emperyalizmin oyuncağı olanlar “Türklük” diye bir şey olmadığını söyleyip, ulus devletin ortadan kaldırılmasını savunmaktadırlar.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk döneminde 1923-38 arasındaki 15 yılda yapılan büyük atılımları görmek istemeyenler, son 16 yıldır yapılan içi boş ve göz boyama amaçlı işleri başarı olarak sunmaktadır. Cumhuriyet tarihimizin en büyük ekonomik ve siyasal krizine neden olanlar, Atatürk’ten, ilkelerinden, devrimlerinden ve eserlerinden rahatsızlık duymaktadır.

10 Kasım günü Atatürk’ü anmayan Diyanet İşleri Başkanı, “keşke Yunan galip gelseydi” diyen Atatürk düşmanı Kadir Mısıroğlu’na geçmiş olsun ziyaretinde bulundu. Hakkâri Şemdinli’de resmi verilere göre 7 şehit verdiğimiz bir günün ertesinde, üstelik Atamızı andığımız bir günde yapılan bu ziyaret anlamlıdır, bir meydan okumadır.

Oysa ölümünden 80 yıl sonra bütün yurtta saygıyla anılan bir lidere sahip olmak, Türk milletinin gururudur. Ne yaparlarsa yapsınlar, bugün sağa sola adı verilenler, iktidarları bitince hiç anılmayacaktır, adları yok olup gidecektir. İşte bunun kızgınlığı bile, Atatürk’ten nefretin ve kompleksin kaynağıdır.

Bugün her türlü olumsuzluğa karşın Atatürk’ün bize bıraktığı vatanımızda özgürce yaşayabiliyorsak, laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olarak çağdaşlaşma arzusu içindeysek, bize emanet edilen cumhuriyetimizi sonsuza dek yaşatmak zorundayız. İşte bütün bunları borçlu olduğumuz yüce insan Atatürk’ümüzü anacağız, anısı önünde saygıyla eğileceğiz ve gösterdiği hedefe ulaşmak için çok çalışacağız.

  • Türk milleti ne Atatürk’ten, ne de eserlerinden asla vazgeçmeyecektir.
  • Kurtarıcımız ve kurucumuz büyük Atatürk’ü unutmayacağız, unutturmayacağız.

95. YILIMIZ

95. YILIMIZ

 Konuk yazar :
Suay Karaman

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Cumhuriyetimizin 95. yılını kutladığımız bu gün, büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygıyla anıyoruz. Atatürk’ün cumhuriyeti emanet ettiği gençler olarak, bu emaneti iyi koruyamamanın ezikliği ve burukluğu içinde kutluyoruz Cumhuriyetimizin 95. yılını.

Cumhuriyetimizin 95. yılını, ülkemizin Atatürk ilke ve devrimleriyle belirlenen hedeflerden, çağdaş uygarlık yolundan her geçen gün hızla uzaklaştırıldığı bir dönemde kutluyoruz. Cumhuriyetimizin 95. yılını, demokratik ve laik cumhuriyetin temellerinin yok edildiği, parlamenter demokratik sistemin terk edildiği, içte ve dışta ülkemizin çok büyük sorunlarla karşı karşıya kaldığı zor günlerde kutluyoruz.

Siyasal iktidar 95. yıl kutlamalarını Başkent Ankara yerine cumhuriyet tarihinde ilk kez İstanbul’da yapmak için karar aldı. Siyasal iktidarın Osmanlılık özentisi ile Atatürk ve cumhuriyet yok sayılmaktadır.

  • Bunun yanında, Andımız tartışmaları ile ekonomik sıkıntı gölgelenmektedir.

Andımızdaki “Türk’üm” kelimesi, birilerine batmaktadır ve gerekçeleri de komiktir; ‘bu ülkede yalnızca Türk yokmuş.’ Ulu önder Atatürk’ün

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk Milleti denir”
    tanımını anlayamayan boş kafalara,
  • “Bu ülkede yaşayanlar Arap değil, o halde neden ezan Arapça okunuyor?”
    diye sormak gerekir.

    Andımızdaki amaç çocuklarımıza vatan sevgisini aşılamaktır.
    Bundan gocunmanın anlamı yoktur.

Cumhuriyetimizi kuran Atatürk’ün ana hedefi çağdaşlaşmaktı. Cumhuriyet yönetimi, Atatürk ilke ve devrimleriyle bu hedefi gerçekleştirerek, Ortaçağ karanlığına son verdi. Cumhuriyet ile kul olmaktan kurtularak yurttaş olan millet, yoksuldu ancak azimli ve çalışkandı. İçinde vatandaş olmanın kişisel heyecanı, özgür olmanın milli heyecanı (AS: ulusal coşkusu) vardı. Osmanlı’nın borçlarını da ödeyen cumhuriyet yönetimi hiç dış borç almadan, sürekli denk bütçe yaparak, her şeyi kendisi üretiyor ve hızlı kalkınma sağlıyordu. 1929 ile 1939 yılları arasında ortalama kalkınma hızı %10 olarak gerçekleşmişti. (AS: 1923-38 arası ortalama %6,5 büyüme)

Cumhuriyet kurulduktan sonra on beş yıl gibi kısa bir sürede bilim, sanat, sanayi, tarım ve hayvancılık gibi birçok alanda büyük gelişmeler gösteren Türkiye Cumhuriyeti, eşsiz liderimiz Atatürk’ün ölümünden sonra her alanda geriletilmeye başlatılmıştır. Bugün geçmişe baktığımızda ülkemizin, içten ve dıştan nasıl çökertildiğini daha iyi görebilmekteyiz, emperyalist işbirlikçilere tanık olmaktayız.

Bir kurtarıcı beklemeyin anlamına gelen “milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” söylemi (AS: 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi), bizlere bugün içinde bulunduğumuz tüm sıkıntıları aşmamıza yardımcı olacaktır. Cumhuriyetimizin 95. yılında, ülkemizin içinde bulunduğu olumsuz koşullar nasıl aşılabilir, bununla ilgili hedeflerimiz ve beklentilerimiz için neler yapılabilir konusunda düşünmek ve gereğini yapmak zorundayız. Bugün en büyük bayramımız olan kimsesizlerin kimsesi cumhuriyetimizin 95. yılını kutlarken, cumhuriyeti ve kazanımlarını sonsuza dek korumak için;

– yaşasın Mustafa Kemal Atatürk! 
– yaşasın Türkiye Cumhuriyeti! 

dileklerimizi bir kez daha haykırıyoruz.. (29.10.18)

  • “Ne Mutlu Türküm Diyene!”

(Not   : Yazı elimize geç ulaştı ancak önemi nedeniyle paylaşıyoruz…/ A. Saltık)
=====================================
Dostlar,

Erdoğan ANDIMIZA karşıt çıkışlarını özellikle yükseltiyor… 3 amacı var :

1- Danıştay’a gözdağı vererek İdari Dava Daireleri Kurulunda görüşülecek olan Milli Eğitim Bakanlığı temyiz davasını etkilemek istiyor.. Bu açıkça Anayasaya aykırı!

Anayasa md. 138/2 : “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”

2- Erdoğan ayrıca, AKP’nin akıldışı politikaları ile yaratılan, Ülkemizi – Ulusumuzu YAKAN – YIKAN EKONOMİK BUNALIMI mutlaka kamuoyu gündeminden düşürmek istiyor..

3. olarak Erdoğan, yaklaşan yerel seçimlerde MHP ile olası sorunlar nedeniyle hem HDP’ye göz kırparak flört öneriyor, hem de HDP tabanından oy devşirmek istiyor..

Sevgili dostumuz Suay Karaman yeterince etkili bir yazı yazmış, yukarıda okudunuz..
Çok akıllıca kaleme alınan kısa bir bölümü yinelemekte yarar var :
****
Andımızdaki “Türk’üm” kelimesi, birilerine batmaktadır ve gerekçeleri de komiktir; ‘bu ülkede yalnızca Türk yokmuş.’ Ulu önder Atatürk’ün

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk Milleti denir”
    tanımını anlayamayan boş kafalara,
  • “Bu ülkede yaşayanlar Arap değil, o halde neden ezan Arapça okunuyor?”
    diye sormak gerekir.

Sevgi ve saygı ile. 05 Kasım 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

“YERLİ VE MİLLİ” ÇÖKÜŞ 

“YERLİ VE MİLLİ” ÇÖKÜŞ 

Suay Karaman

Konuk yazar :
Suay Karaman

Osmanlı Devleti, özellikle 1850’li yıllardan sonra ekonomik olarak büyük bir çöküntü içine girdi ve bu durum karşısında borç aldığı ülkelerin yaptırımlarıyla sarsılmaya başladı. Bazılarının ulu hakan dediği 2. Abdülhamit döneminde 20 Aralık 1881’de, Osmanlı Devleti’nin dış borçlarını denetlemek için Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi kurulmuştu. Birçok gelirini bu kuruluşa bırakan Osmanlı Devleti, hem ekonomik, hem de siyasal olarak büyük sıkıntılarla karşı karşıya kaldı.

“Dünyanın en büyük 17. ekonomisiyiz” diye göz boyayarak 16 yıldır ülkeyi yöneten siyasal iktidar, bütün uyarılara karşın, sonunda ekonomik iflasa sürüklendi. “Yerli ve milli” sözünü unutarak, ekonominin yönetimini McKinsey adlı ABD’li bir kuruluşa teslim etti. McKinsey, bağımsız bir kuruluş değildir, uluslararası tekellerin aygıtıdır, ABD’dir, IMF’dir. Gelinen durumun Düyun-u Umumiye’den de farkı yoktur.

12 Eylül 1980 darbesinin ardından yapılan seçimlerde Turgut Özal’ın seçim kampanyasını hazırlayan, konuşmalarından, giysilerine ve gözlüklerine dek tüm imajını McKinsey firması organize etmiştir. 1985-87 arasında Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na tam üyelik başvurusunun danışmanı olan McKinsey firması, 14 Nisan 1987 tarihli başvurunun altına imzasını atmıştır. 2001 yılındaki ekonomik krizde kurtarıcı olarak çağrılan Kemal Derviş, çöken bankacılık sistemimizi düzeltmek için McKinsey firmasını ülkemize davet etmiştir.

Ulusal egemenliğe ilişkin bir yetki, uluslararası bir şirkete aktarılmaktadır.

Anayasanın 160. maddesine göre ülkemizde kamunun harcamalarını, gelir ve giderlerini Sayıştay denetler. Ancak son yıllarda Sayıştay etkisizleştirilerek yetkileri azaltıldı. Sürekli “yerli ve milli” olmakla övünen siyasi iktidarın, “yerli ve milli” olmaktan ne anladığı, McKinsey ile bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Adında IMF geçmese de McKinsey’in görevi, Türkiye’ye bir IMF programı uygulatmaktır. Ülkemize borç veren kapitalist ülkelerin alacaklarının tahsilini güvence altına almaktır. Varlık Fonundaki değerlerimizin elden çıkarılmasını sağlamaktır. Emekçilere ve emeklilere daha çok kemer sıktırılarak, iyice yoksullaştırmaktır. Yoksa McKinsey, günde 1.8 milyon TL harcanan kaçak sarayın tasarrufa gitmesi için önlem almayacaktır. “Örtülü ödeneği kısın, yeni saraylar yapmayın, makam araçlarını ve uçaklarını satın” gibi önerilerde bulunmayacaktır. Üstelik zor durumda olan ekonomimiz, bu yabancı firmaya dolar üzerinden yüklü miktarda ücret ödeyecektir.

McKinsey’e yapılan eleştiriler için Hazine ve Maliye Bakanı damat; “yapılan yorumlar cehaletten değilse, ihanettir” demişti. AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, 6 Ekim 2018’de partisinin Kızılcahamam’daki toplantısında, McKinsey ile ilgili olarak şunları söyledi: “Bütün Bakan arkadaşlarıma ‘bunlardan fikri danışmanlık hizmeti de almayacaksınız’ dedim. Hiç gerek yok, biz bize yeteriz.” Bu durumda ihanet içinde olanlar kimdir diye sormak gerekir.

Şimdi McKinsey ile yapılan sözleşmenin durumu da merak konusudur ve akıllara şu sorular gelmektedir: McKinsey ile sözleşme neden yapıldı ve neden vazgeçildi? McKinsey ile yapılan sözleşmenin tutarı ne kadardır? Sözleşmede tek yanlı fesih durumunda fesih işlemini gerçekleştiren tarafın ceza ödeyeceğine ilişkin bir hüküm var mıdır? Var ise bu cezanın tutarı nedir? Bu cezayı kimler ödeyecektir? Bu olayın siyasi bedeli ödenecek midir? Artan tepkiler nedeniyle “McKinsey ile sözleşme iptal edildi” denilerek, etkinlikler kamuoyundan gizli olarak yürütülebilir mi?

2013’te siyasal iktidarın hazırladığı 10. Beş Yıllık Kalkınma Planı‘nda, 2018 yılında Dolar kurunun 1.97 TL olması öngörülüyordu. Ancak bugün Dolar 6 TL’dir. Enflasyon tek haneye inecekti ama bugün %20’lerin üstdedir. Ekonomik öngörülerde bu derece yanılan bu siyasal iktidar, güvenirliliğini yitirmiştir. Bu iktidarın en büyük şansı, etkili muhalefetin olmamasıdır. Bu çöküş hep birlikte hazırlanmıştır.

  • Bu çöküşten kurtulmanın yolu, Kemalizm’in Altı Oku’dur.

VATAN SEVGİSİ

VATAN SEVGİSİ 

Suay Karaman

Suay Karaman
Konuk yazar

19 Eylül 2018’de İstanbul Kabataş Lisesi’nde 2018-2019 eğitim öğretim yılı açılış törenine katılan AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“Emeği, güneşin altında çalışan bir işçinin alın terinden öğreneceksiniz. Vatan sevgisini, Suriyeli bir muhacir çocuğun gözlerinden öğreneceksiniz. Kahramanlığı, Ömer Halisdemir gibi yiğitlerin cesaretinden öğreneceksiniz. Özveriyi, terör örgütünün kalleşçe şehit ettiği Aybüke öğretmenin fedakarlığından öğreneceksiniz.”

Türk milleti, vatan sevgisini Suriyeli bir göçmen (muhacir)  çocuğun gözlerinden öğrenemez. Çünkü vatanını terk eden Suriyelilerin çocuklarının gözlerinde vatan sevgisi yerine vatanına karşı görevini yapmamanın suçluluğunu ve başka bir vatanda sığıntı gibi yaşamanın ezikliğini görürüz.

Türk milleti, vatan sevgisini çok iyi bilir. Çünkü bizler vatan sevgisini Çanakkale’deki Onbeşlilerin gözlerinden, Seyit onbaşının gücünden öğrendik. Vatan sevgisini İnönü’den, Sakarya’dan, Kocatepe’den, Dumlupınar’dan öğrendik. Vatan sevgisini Kurtuluş Savaşımızda iz bırakmış kahraman Türk Kadınlarından öğrendik…

Bizler vatan sevgisini Namık Kemal’den, Tevfik Fikret’ten öğrendik. Vatan sevgisini Kuvayi Milliye şehitlerinden, gazilerimizden, eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ten öğrendik. Vatan sevgisini Nazım Hikmet’in “Kuvayi Milliye Destanı”ndan öğrendik.

Vatanseverlik, hürriyet, millet kavramlarını Türk düşün yaşamına ve edebiyatına sokan Namık Kemal, vatan sevgisini şu şekilde anlatmıştı:

  • “Süt çocukları beşiğini, çocuklar eğlendiği yeri, gençler geçimlerinin sağlandığı yeri, ihtiyarlar dünyadan ellerini-eteklerini çektikleri yalnızlık köşelerini, evlat anasını, baba ailesini ne türlü duygularla severse insan da vatanını öyle duygularla sever. İnsan vatanını sever. Çünkü vatan, öyle bir galibin kılıcı veya bir katibin kalemiyle belirsiz hatlardan, sınırlardan ibaret değil; millet, hürriyet, menfaat, kardeşlik, hakları kullanma, hakimiyet, atalara hürmet, aileye sevgi, çocukluk hatıraları gibi birçok yüce duyguların toplanmasından oluşmuş, mukaddes bir düşüncedir.”

İşte vatan sevgisi budur; bu sevgi her türlü koşulda büyük bir özveriyi gerektirir ve vatan için seve seve ölüme gitmeyi göz önüne alır.

Vatan sevgisini Atamızın Gençliğe Hitabesi’nden, Bursa Nutku’ndan öğreniriz. İstiklal Marşı’mızdan, şanlı al bayrağımızdan öğreniriz vatan sevgisini. Okullardan kaldırılan andımızı okumaya devam ederek öğreniriz. “Ne mutlu Türküm diyene” sözünün anlamını kavrayarak öğreniriz vatan sevgisini. Eğer vatan sevgisini mutlaka bir gözden öğreneceksek, işte o zaman şehit çocuklarının gözlerindeki yaşlardan öğreniriz, kahraman Mehmetçiğin cesaret dolu gözlerinden öğreniriz.

Karanlık ortaçağa takılarak, ılımlı İslam çığlıkları atıp, büyük işgal projelerine öncülük edenler vatan sevgisini bilmezler, bilemezler.

Emperyalizme karşı ülkesini kurtaran Kuvayi Milliye’cilerin torunlarına ve büyük önder Atatürk’ün gençlerine vatan sevgisini öğretmeye kalkanlara ise güler geçeriz.
===========================

Yaşşa Mustafa kemal Paşa çok yaşşşa..

Yaşşa Suay Karaman dostumuz, çoooook yaşşa..

Sevgi ve saygı ile. 01 Ekim 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com