Etiket arşivi: Suay Karaman

TÜRKİYE İŞ BANKASI

TÜRKİYE İŞ BANKASI 

Suay Karaman

Suay Karaman

Eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk‘ün direktifleriyle ve sermayesine bizzat katılımıyla, 26 Ağustos 1924’te Türkiye İş Bankası kurulmuştur. Genç cumhuriyetimizin tüm bankacılık işlemlerini gerçekleştirmek, ulusal tasarrufları harekete geçirmek, temel ekonomik atılımları finanse etmek, kredi gereksinimlerini karşılamak ve sanayi ile ilgili gelişmeyi başlatmak için kurulan Türkiye İş Bankası, Cumhuriyet döneminin ilk ulusal bankası olma niteliğini taşımaktadır.

Türkiye İş Bankası, finans sektörünün yanı sıra Türkiye’de sanayinin gelişmesine de büyük katkılar sağlamıştır. Sanayileşme tarihinin mimarı ve lokomotifi olan Türkiye İş Bankası, Türk özel sektörünün varlık ve gelişimine de büyük destek vermiştir.  Türkiye İş Bankası’nın finans, cam, telekomünikasyon ile sanayi ve hizmet ana gruplarında faaliyet gösteren 23 şirkette doğrudan ortaklığı bulunurken, 95 şirkette de dolaylı ortaklığı vardır. Bugün bankacılık alanında ülkemizin en büyük bankası olmanın ötesinde, birçok büyük şirketin ortağı olarak da ülkemizin en büyük holdingi sayılmaktadır. Bu holdingin %28.09 hissesi Atatürk’ün, %40.12 hissesi banka çalışanları ve emeklilerinin olup, geri kalan %31.79 payı ise halka açılmıştır. Yani bu holdingin patronu yoktur.

Bankanın kurucularından Atatürk’e ait hisseleri, Cumhuriyet Halk Partisi temsil etmektedir; bu temsil, Atatürk’ün vasiyetine dayanmaktadır. Bankadan elde edilen gelirler ise Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’na bağışlanmıştır.

  • Cumhuriyet Halk Partisi’ne, Türkiye İş Bankası’ndan hiçbir gelir gelmemektedir.

Banka Yönetim Kurulu 11 kişiden oluşmaktadır; 7 üye bankanın kendi içinde çalışanlarından seçilmektedir, kalan 4 üye ise Cumhuriyet Halk Partisi temsilcileridir.

AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, ekonomik krizin derinleşmeye devam ettiği süreçte Türkiye İş Bankası’nı hedef alan bir açıklama yaparak, bankadaki Cumhuriyet Halk Partisi hisselerinin Hazineye devredilmesi gerektiğini söyledi. AKP Sözcüsü Ömer Çelik; “Bir partinin niye bir bankanın yönetiminde koltuğu olur? Atatürk’e saygı gereği CHP’nin bu pozisyondan vazgeçmesi gerekir.” derken, Atatürk’e ve anısına yapılan büyük saygısızlıkları görmek istememektedir.

Atatürk’ün mirasçısı Türk Milletidir. CHP, İş Bankası hisselerini Türk Milleti’ne iade etmelidir.” diyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Atatürk Orman Çiftliği’nin de Atatürk’ün mirası olduğunu unutmuştur.

  • Milliyetçilik; ülkesinin topraklarına sahip çıkmaktır, ulusal değerlerini korumaktır, ülkesinin kurucusuna saygı duymaktır; mafya ortaklığıyla milliyetçilik yapılmaz.

Büyük önderimiz Atatürk’ün kurduğu Sümerbank, Etibank, Atatürk Orman Çiftliği gibi daha nice ulusal değerimizi yok edenler, şimdi gözlerini Türkiye İş Bankası’na çevirdiler. Ekonominin durumu her geçen gün kötüye giderken şimdi Türkiye İş Bankası’nı alıp Varlık Fonu‘na devrederek, bu büyük kuruluşun içi boşaltılarak, yok edilmek istenmektedir.

8 Ağustos 1951’de Demokrat Parti iktidarınca çıkarılan 5830 sayılı yasa ile 4819 şubesi olan Halkevleri kapatılmış ve mallarına el konmuştu. Ülkenin birçok yerinde siyasal etkinliklerine Halkevlerine ait binalarda devam eden Cumhuriyet Halk Partisi, bu yasa ile parti binalarını boşaltmıştır. Demokrat Parti’nin 14 Aralık 1953’te çıkardığı 6195 sayılı yasa ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin mallarına el konmuştu. Ancak Türkiye İş Bankası hisselerine, kamuoyunda büyük gürültü çıkacağı endişesiyle dokunulmamıştı.

27 Mayıs 1960 Devrimi’nden sonra Cumhuriyet Halk Partisi, 21 Şubat 1963’te, 6195 sayılı yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, 6195 sayılı yasayı tümüyle anayasaya aykırı bularak, 11 Ekim 1963’te iptal etti.

12 Eylül 1980 döneminde malvarlığı elinden alınarak kapatılan Cumhuriyet Halk Partisi, 9 Eylül 1992’de yeniden açıldıktan sonra dava açmış, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin verdiği kararla mal varlığını ve Türkiye İş Bankası’ndaki hisselerini tekrar geri almıştı. Bu yüzden Atatürk’ün mirasına ve kesinleşmiş mahkeme kararlarına karşın, Türkiye İş Bankası hisselerinin devrine ilişkin tartışmaların hiçbir hukuksal gerekçesi yoktur. Buradaki asıl amaç Atatürk’ün hisseleri değildir;

  • Türkiye İş Bankası’nın dev yatırımlarını satarak, yerel seçimlere dek ekonomik olarak günü kurtarmaktır.

Güven duyulan kuruluşların başında bankalar gelmektedir. Bu güvenin ulusal ve uluslararası kamuoyunda titizlikle korunmasının bankalardan çok ulusal ekonomi açısından büyük önem taşıdığı bilinmelidir. Siyaset malzemesi yapılamayacak önemde bir kuruluş olan Türkiye İş Bankasını hedef almak, aynı zamanda ülke ekonomisini de hedef almak anlamına gelmektedir. Gündem değiştirmeye ve akçeli getiriler sağlamaya çalışılan bu gibi sözlerden kaçınmak gerektiği bilinmelidir. (24.9.18)
==================================
Dostlar,

Değerli dostumuz sevgili Suay Karaman’ın bu yazısı da öbürleri gibi 4/4’lük!
Ekleyecek – çıkaracak – düzeltecek yanı yok:
Kendisini kutluyor, içeriğini ay-nen onaylayarak sitemizde paylaşıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 24 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

YENİ HAVALİMANI

YENİ HAVALİMANI

Suay Karaman

Suay Karaman

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

İstanbul’da bugün kullanılan havaalanı, 1912 yılında askeri havaalanı olarak Yeşilköy’de açılmıştır. 1944 yılında uluslararası havaalanına dönüştürülmesine karar verilmiş, uzun süren çalışmalar sonucunda 1 Ağustos 1953’te tamamlanarak Yeşilköy Havalimanı adıyla hizmete açılmıştır. Yeşilköy Havalimanı, zamanla yeni pistler, yolcu terminalleri ve kimi tesisler eklenerek bugünkü durumuna getirilmiştir. 29 Temmuz 1985’te adı, Atatürk Havalimanı olarak değiştirilmiştir.

Günümüzde İstanbul Atatürk Havalimanı’nın yetersiz kaldığı gerekçesiyle kapasitesinin artırılması gündeme getirilmiş ve siyasi iktidar eskisinin kapatılarak, yeni bir havalimanı yapılması için çalışmalara başlamıştır. Bu durumda belki yeni bir havalimanına gereksinim olabilir ama bu bir taşınma, bir yer değişikliğidir; yeni bir ad aramak yersizdir. İşte bu yüzden 29 Ekim 2018’de açılması planlanan havalimanının adının ne olacağı merakla beklenmektedir.

Aslında meraka hiç gerek yoktur, Atatürk Havalimanı kapatılacaksa, ülkemizin yapılacak yeni ve en büyük havalimanının adının da Atatürk Havalimanı olması gerekmektedir. Ancak bu konuda alınan bilgiler farklıdır. Atatürk adına alerjisi olanlar ve rahatsızlık duyanlar tarafından yeni yapılan havalimanına, 34. Osmanlı padişahı 2. Abdülhamit’in adının verileceği dillendirmektedir. 2. Abdülhamit ülkede tek adam rejimini güçlendiren, vatanseverleri sürgüne gönderen, imparatorluğun çok fazla toprak yitirmesine neden olan baskıcı bir kişiliktir. Atatürk silinince, altından Abdülhamit’in çıkması doğaldır. Adları almak kolaydır ama taşımak zordur.

Yeni havalimanı yapım ihalesini alan ortak şirketlerin genel müdürü yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Yeni havalimanının isim konusu, yönetim kurulu üyelerimizin dünya genelinde yaptıkları araştırma çalışmaları ve ilgili mercilerle yapılacak değerlendirmeler sonucu alınacak kararla belirlenecek.”  

Tabii bu sözler inandırıcı değildir, olamaz da. Çünkü siyasal iktidar Atatürk adını silebilmek için sürekli çalışmalar yapmaktadır. Bu yüzden Atatürk adı olan birçok stat ve spor kuruluşu yıkılmış, yerlerine yapılanlara Atatürk adı verilmemiştir.

İstanbul’un kuzeyinde, Karadeniz’in kıyısında yapılan yeni havalimanının yer seçimi de yanlıştır. Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporunda heyelan alanı olduğu belirtilen bölgede ormanların yok olacağı, su kaynaklarının kurutulacağı ifade edilmiştir.

  • Deniz doldurularak yapılan yeni havalimanı görünmez tehlikelere açıktır.

Projeyle kuşların yuvaları yıkılmış, içinde yaşayan hayvanlar sürülmüş, kıyısındaki ağaçlar kesilmiş ve göletler doldurulmuştur. Bunların dışında havalimanı inşaatında çalışan işçiler, aylardır ödenmeyen aylıklarının verilmesini ve yeme – içme – barınma gibi temel gereksinimlerinin sağlıklı koşullarda karşılanmasını isteyerek, şu anda eylem yapmaya başlamışlardır. Ancak eylem yapan işçilere biber gazıyla müdahale edilmiş ve birçoğu gözaltına alınmıştır. İşçilerin haklı ve insani direnişi baskı altındadır, tam da Abdülhamit dönemini andıran bir durumla karşı karşıyayız.

Yeni havalimanının adı ile ilgili tartışma çok geç başlamıştır. 3 Temmuz 2013’te yeni havalimanının ihalesi yapılırken, 19 Kasım 2013’te sözleşme imzalanırken, 7 Haziran 2014’te temel atılırken, yeni havalimanına Atatürk adının verilmesi gündeme getirilmeli ve çeşitli eylemlerde bulunulmalıydı. Muhalefetteki uyuşukluk ve uyumuşluk, toplumu da uyutmuş ve zamanında tepki veremez duruma getirmiştir. Kaçak sarayda da aynısı yaşanmıştır. Büyük önderimiz Atatürk, bizlere yalnızca toprağımızda ve denizimizde değil, gökyüzümüzde de özgür ve bağımsız yaşamamızı armağan etmişti.

Bu nedenle “istikbal göklerdedir” diyen eşsiz liderimiz Atatürk’ümüzün adının yeni havalimanına verilmesi gerekir.

  • Çünkü Atatürk Türkiye’dir, Türkiye Atatürk’tür.
    ==========================================

    Dostlar,

Yerel seçimler yaklaşırken AKP yönetimi taşra örgütlerine genelge çıkararak Atatürk posterinin mutlaka tüm birimlerde asılmasını emir buyurdu…

Seçim kazanmak zor dostum zor..

Takiyye sınır tanımadan sürüyor.

AKP = Erdoğan‘ın yeni havaalanına ATATÜRK adını vermek istemediğinden kesin olarak eminiz. “Bir umut” yerel seçimlerin yaklaşması. Havaalanının açılışının 29 Ekim’e yetişmeyip 31 Aralık’a kalması, Mart 2019 seçimlerine daha da yaklaşılması..

Bu olay AKP’nin sınavıdır. Hata yapmaması her şeyden önce kendi yararınadır.

Zerrece aklı, vefası ve Atatürk’e saygısı varsa, yeni havalanna çooooooooook doğallıkla ATATÜRK adı verilmelidir, verilecektir.

Sevgi ve saygı ile. 23 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

95. YILINDA CHP NEREDE?

95. YILINDA CHP NEREDE?

Konuk yazar : Suay Karaman

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Kendi yaptığı sivil darbe ile ülkeyi keyfi olarak yöneten siyasal iktidar, 95 yıllık Cumhuriyet dönemimizdeki en büyük ekonomik ve politik krizi (AS: bunalımı) yaşamamıza neden olmuştur. Döviz fiyatları ve enflasyon sürekli artarken, toplum her geçen gün daha da yoksullaşmaktadır. Türk Telekom’da yapılan soygunun yanı sıra, Halkbank’ın gece yarısı döviz fiyatını indirerek ucuz döviz satıp, birilerinin zenginleşmesini sağlaması da üzerinde çok durulmadan geçiştirilmiştir.

Laik eğitimin terk edildiği ülkemizde, Diyanet İşleri Başkanı’nın, Kuran kursuna giden 4-6 yaş arasındaki çocuk sayısının 3 binden, 150 bine çıkmasıyla övünmesi karşısında da sessizliğimiz sürmektedir. Anayasa ve demokrasinin rafa kaldırıldığı ülkemizde Ege Denizi’ndeki ada ve kayalıklarımızın Yunanistan tarafından işgal edilmesine bile aldırış etmeyen siyasal iktidar ile karanlık bir süreçten geçmekteyiz. Her kurumda ve kuruluştaki yanlış ve yandaş yönetim sonucu ülkemizin getirildiği durum iç açıcı değildir. Şimdi şarbon hastalığının ortaya çıkması karşısında bile duyarsız kalan siyasal iktidar, sahte kabadayılık yaparak gündemi değiştirmek arzusundadır. Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine dinamit konulmaktadır ve ne acıdır ki topluma bunları anlatacak, çıkış yolu gösterecek muhalefet bile yoktur.

Siyasal iktidarın bu kötü gidişini ana muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin görmesi ve gerekli önlemleri alması beklenirdi. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nden, Ulusal Kurtuluş Savaşından doğan, tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığını benimseyen, Atatürk’ün eşsiz ilkeleri ve devrimleriyle yoğrulan, o muhteşem (AS: görkemli) Altı Ok ile parlayan, dünyada ilk ve tek “devlet kuran” partidir. Bu büyük partimizle, Atatürk’ün öncülüğünde 1923 – 1938 yıllarında her alanda büyük kalkınma hamleleri (AS: atılımları) başlatan ülkemiz, Atatürk‘ün ölümüyle hem Partide, hem de ülkede yanlış rotalara savrulmuştur.

Bugün CHP yöneticileri ve milletvekilleri suskunluk içinde olan biteni seyretmekte, arada sırada cılız çıkışlarla muhalefet görevini yaptıklarını sanmaktadırlar. “Laiklik tehlikede değildir” ve “yargıda cemaatçi yapılanma var diyemem” sözleri bile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında fikir vermektedir. Cumhuriyet rejimini değiştiren halk oylamasında “mühürsüz oyların geçerli sayılması” kararını veren Yüksek Seçim Kurulu önüne gidemeyen, bu hukuksuzluğa tepki veremeyen bir muhalefet partisi ‘yok’ hükmündedir. Kıbrıs’ta barışın değil Türklere komplonun mimarı olan “Annan Planı”nı hazırlayan Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri Kofi Annan için “Kıbrıs barışı için verdiği mücadele dolayısıyla hep saygıyla hatırlayacağız” diyen Kılıçdaroğlu’nun hangi projelere aracılık ettiği bellidir. “Ekmek için Ekmeleddin” sloganıyla yola çıkanların, Kofi Annan’ı saygıyla anması da proje gereğidir.

Çağdaş demokrasilerde genel başkanların ulusal davalara ve kendi partisinin programına uygun bir tavır (AS: tutum) içinde olmaları esastır. Aksi yönde tavır alanların genel başkanlık görevinden ayrılmaları gerekir. Girdiği tüm seçimleri yitiren ve partinin oyunu %22 düzeyine getiren genel başkan, olağanüstü kurultay istemlerini de görmezden gelmiştir. Parti yönetiminde yapılan değişiklik ile “CHP kapatılmalı, vakıf halini almalıdır. CHP, sosyal demokrat bir parti değildir. Sosyal demokrasinin önündeki en büyük engeldir ve bu yüzden kapatılmalıdır.” diyenleri, partinin iki numaralı yetkilisi yapmasıyla, kirli emelleri ortaya koymaktadır.

Gerçi Kılıçdaroğlu’nun karşısındaki İnce rakip, cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde topluma coşku verip, seçim sonrasında kaygı veren, kuşku uyandıran, birikimsiz bir siyasetçidir. Genel başkanlık için benzer adaylar da çıkacaktır ama Kemalist ilke ve devrimleri özümsemeyenler kesinlikle CHP’ye yönetici olamaz, olmamalıdır.

Ülkemizin ekonomik ve siyasal olarak çöktüğü bugünlerde CHP bunu kullanarak AKP Genel Başkanı’nı zor durumda bırakmak yerine, iç çekişmelerle ekmeğine yağ sürmektedir. AKP Genel Başkanını neredeyse krizden güçlendirip, dünyaya kafa tutan biri olması yolunda gizliden gizliye desteklemektedir. Bu yapılanlar CHP’yi bitirme hareketidir ve işbirlikçilik yolunda atılan adımlardır. Oysa CHP yöneticileri, tüm yanlış uygulamaların peşinde halkla birlikte alanlarda, sokaklarda, çarşıda, tarlalarda, Telekom ile Halkbank’ın önünde olmalıdır; hesap sormalıdır.

9 Eylül’de 95. kuruluş gününü kutladığımız CHP, Altı Ok’u savunarak Türkiye’yi aydınlık yarınlara taşıyacak olan tek partidir. Bugün içinde bulunduğu tüm ideolojik tutarsızlıklarından ve yanlış kişierin yönetimlerde olmasından en kısa sürede arınması için, Atatürk’ün partisini, Atatürkçü parti yapmak üzere tüm gerçek Kemalistlerin bir araya gelmesi zorunluluktur.

  • Ülkemizin sorunlarını çözecek ve toplumu kucaklayacak Kemalist bir CHP’ye gereksinim vardır.

Yurtseverlik, 9 Eylül 1922 günü emperyalistleri İzmir’den denize döken büyük kurtarıcımız Atatürk’e yaraşır olmak demektir.

Vatanseverlik, 9 Eylül 1923’te eşsiz liderimiz Atatürk’ün kurduğu CHP’yi yeniden O’nun yolunda Atatürkçü parti yapmaktır, ülkemizi aydınlığa çıkarmaktır.

Bunun için Kurtuluş ve Kuruluş felsefesine geri dönmekten başka çaremiz yoktur.
=================================
Dostlar,

Katıldığımız ve katılmadığımız yanlarıyla, sevgili dostumuz, katıksız – içten Kemalist Suay Karaman’ın yazısını paylaşıyoruz.

Dileriz CHP ve ülkemiz için yararlı sonuçlar çıkarılır.

Başka CHP yok! Üstüne titreyişimiz bundan..

Sevgi ve saygı ile. 11 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

YOK SAYMAK

YOK SAYMAK

Suay Karaman

Konuk yazar : 
Suay Karaman

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

26 Ağustos 1922 ile 9 Eylül 1922 tarihleri arasında ülkemiz çok zor koşullarda mücadele vererek, büyük bir başarı kazanmıştır. Bu başarı sonucunda 300 yıldır dünyayı sömüren emperyalizm ilk kez yenilgiye uğratılmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş temelleri atılmıştır.

26 Ağustos sabahı Afyon Kocatepe’de gürleyen top sesleri ile başlayan Büyük Taarruz, Türk milletinin emperyalizme karşı direnişini müjdeliyordu. 30 Ağustos günü Kütahya Dumlupınar’da yetenekli bir komuta kademesi elinde kazanılan Başkomutanlık Meydan Savaşı sonrasında, Yunan Ordusu dağılmış bir şekilde İzmir’e doğru kaçmış ve 9 Eylül günü İzmir’de emperyalist güçler yurdumuzu terk etmek zorunda kalmıştı.

Tarihimizde 26 Ağustos günü; özgürlüğü ve bağımsızlığı yok edilmek istenen bir ulusun kurtuluş yolunda şahlandığı gündür. Vatanın kurtulması için güç birliği yapan Anadolu insanının bağımsızlık günüdür. Eşsiz komutan Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük dehasıyla başarılan kurtuluş günüdür ve aydınlık günlerin öncüsüdür.

Günümüzde ise emperyalizmin beslemesi olarak yönetime getirilenler, eşsiz önderimiz Atatürk’e, laik cumhuriyete, demokrasiye ve aydınlığa saldırmaktadır. Dahası bu gibilere muhalefetten de destek gelmektedir. Büyük liderimiz Atatürk’ü unutturmak yolundaki dış destekli, iç projeler ortalıkta savrulmaktadır. 30 Ağustos Bayramı gibi ulusal bayramların kutlanmasına yasaklar getirilmektedir.

Bu yıl 30 Ağustos Zafer Bayramı için

  • Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hazırlattığı “Büyük Zafere Adım Adım” başlığındaki videoda Atatürk’e yer verilmemesi tepki yarattı.

2005 yılının sonlarında da, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın brövesinden Atatürk’ün Kocatepe figürü çıkartılmıştı. Gelen yoğun tepkiler sonucunda bir süre sonra Atatürk’süz bröve değişikliğinden vazgeçilmişti ama Ordumuz yıpratılmış oldu.

Kocatepe figürüyle ilk oynama, 12 Eylül 1980 sonrasında yapılmıştı. İlk bröve, Atatürk’ün Kocatepe’ye çıkışını simgeleyen en sade ve en çağdaş olanıydı. 1983 yılında değiştirilen brövede Atatürk’ün Kocatepe’deki figürü çok silik olarak korunmuş ve yanında tarihteki Türk devletlerini simgeleyen yıldızlar, Türk Ordusu’nun M.Ö. 209 yılında kurulduğunu varsayarak, Hun İmparatorluğu’nun ejderi betimleyen (tasvir eden) bayrağı, Osmanlı döneminde kullanılan tuğlar ve Türk bayrakları yer almıştı.

Atatürk’e karşı kin duyanların, Kocatepe’yi de önemsememeleri doğaldır. Çünkü Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın zafer simgesi olan Kocatepe, 26 Ağustos 1922 sabahı gün ağardığında Mustafa Kemal’in bağımsızlık yolundaki kararlılığıdır. 26 Ağustos Büyük Taarruz’u yok saymaya çalışanlar, Malazgirt Savaşı’nı kutlamaya gidenler ne yaparlarsa yapsınlar, Ulusal Kurtuluş Savaşımızı asla unutturamazlar ve Mustafa Kemal Atatürk’ü asla milletin gönlünden silemezler. Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, bizi bu topraklarda sığıntı durumuna düşmekten kurtaran, bağımsızlığımıza kavuşturan herkesi şükranla, saygıyla anıyor, finali 30 Ağustos Zafer Bayramı’yla sonuçlanan Büyük Taarruz’un 96. yılını kutluyoruz.
=============================
Dostlar,

Sevgili kardeşimiz Suay Karaman’a teşekkür ettikten sonra minik bir – iki katkı da biz verelim:

İlki Mustafa Kemal Paşa‘nın ağzından :

  • ..30 Ağustos’ta sevk ve idare ettiğim muharebe, Türk Milleti’nin yanımda bulunduğu halde, idare ettiğim ilk ve son muharebedir. Bir insan kendini, milletle beraber hissettiği zaman, ne kadar kuvvetli buluyor bilir misiniz? Bunu tarif müşküldür.

“Nemiz varsa; bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak; hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz.”
(Falih Rıfkı Atay, Çankaya, syf. 363)

26 Ağustos’ta Dumlupınar yerine başka yerlere gidenler… Alpaslan’ın 1071’de bize sunduğu Anadolu’yu, sizin övündüğünüz Osmanlı, Sevr ile Batı’ya terketti. Malazgirt ve İstanbul dahil. 3,5 yıl süren işgali, Osmanlı’nın düşmanla işbirliğine karşın Mustafa Kemal önderliğinde bu halk sonlandırdı. Osmanlının kabul ettiği Sevr’i 1. Meclis yırtıp, onay verenleri vatan haini ilan etmese idi, bu gün ne Erdoğan ne de kulları olurdu.. ve Malazgirt Türk toprağı değildi! Tarihe ve bu toprakların mazlum insanlarına ihaneti bırakın.. ATATÜRK havalanını hiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiç mi hiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiç gerek yokken kapatıp – taşıtıp, adını silip, Alpaslan Havaalanı yapmak, ülke ekonomik bunalımda iken Ahlat’ta saçma sapan gerekçe ile Saray hülyası kurmak.. çok yönlü oyunlar ve tarih gerçekleri yazacak, bunları yapanları ise bu Ulus asla bağışlamayacaktır!

Sevgi ve saygı ile. 27 Ağustos 2018, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

BANDIRMA VAPURU

BANDIRMA VAPURU

 Suay Karaman

AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan 12 Ağustos 2018’de Trabzon’da şunları söyledi: “Sevr’i hayata geçirmek için vatanımızı işgal edenler Tuz Gölü’nde salamura olmaktan paçayı son anda kurtardılar.” 18 Ağustos 2018’de yapılan partisinin 6. olağan kongresinde de şunları söyledi: “AK Parti, Atatürk’ün başlattığı milli mücadele ruhunun temsilcisidir.” Daha önceleri ısrarla kaçındığı “Türk” sözcüğünü de artık kullanmakta ve “Türk Milletiyiz” söyleminde bulunmaktadır.

Bugün AKP Genel Başkanı, yıllar sonra gerçekleri görmeye başladı diye düşünülebilir. Ama 17 yıl önce kurulan AKP, 16 yıllık iktidarı boyunca ülkemizde rejim dahil her şeyimizi değiştirmiştir.

Bütün ulusal varlıklarımız satılarak, üretim yapılamaz duruma getirilen ülkemiz, dış alıma çok büyük paralar harcamaktadır.

Tüketime ve kredi almaya özendirilen toplumun yoksulluğu artmıştır. Döviz kurlarındaki artış, yeni zamların yapılmasını tetiklemiştir. Yoksulluk ve yolsuzluk bu dönemin ana karakteri haline gelmiştir (AS: Yasakları da ekleyelim..) ve yurtsever aydınlar, ABD’li yetkililerin isteği üzerine kafeslenmiştir. Ekonomik ve siyasal krizlerin arasına sıkıştırılan ülkemizi bu duruma getirenlerin, bugün ülkemizin kuruluş değerlerine sarılmaları, içi boş bir kandırmacadır. Ekonomik kriz gelince, akıllarına milli mücadele gelenlere aldanmamak gerekir.

Emperyalizmin, Büyük Ortadoğu Projesi – BOP denilen büyük işgal projesinin eşbaşkanı olmakla övünen Tayyip Erdoğan, 31 Mart 2003’te The Wall Street Journal Gazetesi’ne yazdığı makalede şöyle diyordu;

  • “Bu cesur kadın ve erkeklerin en az kayıpla evlerine dönmelerini umuyor ve dua ediyoruz.” Irak’ta bir milyondan çok insanı öldüren ABD askerlerine tepki veremeyip, bu askerlerin evlerine dönmeleri için dua etmek ancak BOP eşbaşkanına yaraşır.

1 Mart 2003’te tezkerenin (Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için hükümete yetki verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi) geçmesi için çok büyük çaba harcayanlarla aynı gemide olunamaz.

4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesine tepki vermeyip, sessiz kalanlarla gemimiz aynı değildir. (AS: ABD’ye nota verilmesi için ”müzik notası mı” demişti RTE!)

ABD’nin desteklediği PKK terör örgütüyle Oslo’da görüşenlerin ve 19 Ekim 2009’da Habur rezaletini yaşatanların gemileri, emperyalist limanların maşalarıdır.

ABD’nin beslediği Fethullah Gülen için “Ne istediler de vermedik” diyenlerin gemisi ile bizim gemimiz farklıdır.

Emperyalistlerin isteği üzerine Ergenekon, Balyoz, Ayışığı gibi sahte davalarla Türk Ordusunun belini kıranlarla, kendi Ordusunu çete ile eş görenlerle aynı gemide olunamaz.

Yaptıkları sivil darbe ile yurtsever aydınlara zulüm yapanlar, devleti İslam cumhuriyetine dönüştürmeye çalışanlarla aynı gemide olduğumuzu düşünmek, büyük bir düşüncesizliktir.

Laik ve demokratik cumhuriyetimizi 2 sarhoşun kurduğunu söyleyenlerle gemilerimiz birbirine benzemez.

Çünkü Türk olmaktan mutlu olan bizler, Kemalist ilke ve devrimlere sahip çıkan, tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığını özümseyenleriz.

Bütün bunlar göz önüne alınca, bizim gemimizin Bandırma Vapuru olduğu bellidir
ve Vahdettin’in kaçtığı İngiliz Zırhlısı Malaya ile bir arada olmamız mümkün değildir. (20.08.2018)

EFSANE DEKAN

EFSANE DEKAN

 Suay Karaman
30 Temmuz 2018

Öğretmenimiz, meslektaşımız, dostumuz, dünya tatlısı, sevgili Prof. Dr. İsmail Cevat Geray hocamız, ülkemizin aydınlık geleceğine sevdalı bir akademisyen, gerçek bir yurtsever, yılmaz bir mücadele insanı olarak yaşadı ve 23 Temmuz 2018’de Ankara’da yaşama gözlerini yumdu.23 Mayıs 1930 İstanbul doğumlu olan Geray, 1953’te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiştir. Cevat Geray, zorunlu hizmeti nedeniyle kaymakamlık stajına başlamıştır. Bursa ve İstanbul’da maiyet memurluklarında çalışmış, İstanbul Beyoğlu ve Rize İkizdere kaymakamlıklarında kaymakam vekili, Antalya Gündoğmuş ilçesinde kaymakam olarak çalışmıştır. 1956’da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Şehircilik Kürsüsü’nde asistanlık göreviyle akademik yaşama atılmıştır.

Ankara Üniversitesi tarafından 1957-1959 yılları arasında ABD’ye gönderilerek, New York Üniversitesi’nde şehir planlaması, yerel yönetimler ve konut sorunlarıyla ilgili dersler almış, araştırmalarda bulunmuştur. 1960 yılında “Şehir Planlamasının Başlıca Tatbik Vasıtaları” başlıklı doktora tezini sunarak, “Siyasi İlimler Doktoru” olmuştur. 24 Kasım 1966’da “Toplum Kalkınması Deneme Çalışmaları: Bünyan Örneği” adlı çalışmasıyla doçent olmuştur. 1973’te “Planlı Dönemde Köye Yönelik Çalışmalar” adlı kitabıyla profesörlüğe yükselmiştir. 1974-1975 arasında İmar ve İskân Bakanlığı Müsteşarı olarak görev yapmıştır.

Prof. Dr. Cevat Geray, 1976 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu Müdürü, 1977 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı seçilmiştir. Ekim 1980’de yeniden dekan seçilen Geray, YÖK yasası nedeniyle Eylül 1982’de dekanlıktan ayrılmıştır. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin “efsane dekanı” olarak adlandırılan Cevat Geray, en zor ve en baskıcı günlerde hem kuruma, hem de öğrencilerine kol kanat germiş, özenle, güleryüzle, sabırla ve sakince tüm olumsuzlukların üstesinden gelmiştir. 1983 Şubat ayında 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası gereğince üniversitedeki görevlerine son verilmiştir. Ancak 1990’da Danıştay kararı ile üniversiteye geri dönmüştür.

1975’te kurulan Tüm Öğretim Üyeleri Derneği’nin (TÜMÖD) kurucusu ve ilk genel başkanı olarak görev yapan Cevat Geray, birçok üniversitede dersler, seminerler vermiş, birçok demokratik kitle örgütünde konferanslar vermiş, panellere katılmış, dergi ve gazetelerde makaleler yazmıştır. Bilimsel, ekinsel ve toplumsal çalışmalarını, üretkenliğini aralıksız sürdürerek, çok önemli yapıtlarıyla Türkiye’nin önde gelen akademisyenlerinden olan Prof. Dr. Cevat Geray, onurlu yaşamı ile akademik dünyanın önemli bir parçası ve simgesi durumuna gelmiştir. İnsan Hakları Derneği ile Opera ve Bale Sanatlarını Geliştirme Vakfı’nın (OBAV) kurucularındandır ve Dil Derneği’nin kurucu başkanlığını yapmıştır. 2 Temmuz 1993’te aydınların yakıldığı Sivas katliamından kurtulmuş ama acısı her zaman yüreğinde saklı kalmıştır. Bilim, düşün ve sanat yaşamımız açısından birçok kişi ve kuruma öncü olmuş gerçek bir cumhuriyet aydınıdır.

Sevgili Cevat hocamız varlığıyla, düşünceleriyle, eserleriyle, mücadelesiyle ve eylemleriyle herkesin yaşamına güzellikler kattı, iyilikler kattı. Her zaman ve herkese karşı candan ve alçakgönüllü oldu. Ülkemizde Atatürk ilke ve devrimleri ile cumhuriyet aydınlanmasının yılmaz savunucusu, Türkiye’nin şehircilik planlanmasına öncülük eden, sosyal adaletin sağlanmasına katkı sunan, doğanın yağmalanmasına ve rant ekonomisine karşı durulması için çalışmalar yapan, insan gibi insan, ileri düşünceli “efsane dekan” Cevat Geray hocamızın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. Toplumların kalkınmasında önder nitelikli kişilerin önemli işlevleri vardır; işte değerli eğitimci Prof. Dr. Cevat Geray da, böyle bir kişidir. Sizi yitirdik Cevat hocam ama düşünceleriniz, yapıtlarınız, insan ve vatan sevginiz, dostluğunuz bizlere miras kaldı; ışığınız bize her zaman yol gösterecektir. Huzur içinde uyuyun değerli Cevat Geray hocam, güleç yüzünüz ve halkçı yaklaşımınız hep anılarımızda yaşayacaktır.

YAPAY KATLİAM

YAPAY KATLİAM 

Suay Karaman

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

18 Kasım 2002’de Ulaştırma Bakanlığı’na getirilen Binali Yıldırım’ın döneminde 22 Temmuz 2004’teki resmi verilere göre 41 kişinin yaşamını yitirdiği, 89 kişinin yaralandığı Pamukova hızlandırılmış tren faciası yaşanmıştı. Son başbakan olarak görevini bırakacağı zaman ise, 8 Temmuz 2018 tarihinde 24 kişinin yaşamını yitirdiği, 338 kişinin yaralandığı Çorlu tren faciası yaşandı. Tabii bu kazalara facia dememek gerekir, çünkü bunların her ikisi de göz göre göre oluşan yapay katliamdır.

Pamukova’daki kazanın ardından istifa etmesi gerektiği yolundaki eleştirilere Binali Yıldırım’ın yanıtı şöyleydi: “Ben çok rahatım. O direksiyonu ben kullanmıyorum ki kardeşim. Bu seferlerle ilgili olarak 600 kişinin imzası var.” Pamukova’daki hızlandırılmış tren kazasının davası 10 yıl sürdü, bakan ve bürokratlar hakkında işlem yapılmazken yalnızca makinistlere ceza verilmişti.

Pamukova’daki kazada altyapısı ve kullanılan vagonların yüksek hıza uygun olmadığı gerçeğini inatla ve ısrarla gizlemeye çalışan siyasal iktidar, kazanın yüksek hızdan kaynaklanmadığını söyleyerek, bilim dışı ve komik açıklamalarıyla, gülünç duruma düştüklerini görememişlerdir. Zamanın başbakanı bu faciaya “abartılmasın” derken, Sağlık Bakanlığı’nın da ölü sayısını bir anda 100 kişi birden düşürmesi, belleklerden silinmemiştir.

Çorlu’daki tren kazasıyla ilgili Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın açıklaması şöyle :

  • Kazanın, aşırı yağmur yağışları nedeniyle menfez ile ray arasındaki toprağın boşalması nedeni ile meydana geldiği tespit edilmiştir.”

Suçluyu hemen buldular: kazanın nedeni yağmurmuş. Kazanın yaşandığı yerdeki demiryolu hattı tarım arazilerinin ve dere yatağının üzerindedir. Ayrıca bölgenin çok yağış aldığı da bilinmektedir. Ancak yağmur yağdı böyle oldu türünden açıklamalar her türlü bilimsellikten uzak, gerçeği yansıtmayan bahanelerdir. Asıl suçlu böyle projeleri yapanlar, yaptıranlar ve yapılmış olanı denetlemeyenlerdir. Yapı ruhsatlarından mühendis ve mimarların imzalarının kaldırılmış olmasının acı sonuçları, bu kazayla (!?) birlikte bir kez daha görülmektedir.

Kazanın olduğu hatta menfez kesitinin yetersiz ve menfez üstüne yapılan dolgunun niteliksiz olduğu bellidir. Sel sularının menfezde yer alan toprak dolguyu boşaltması ile rayların askıda kalması ve kırılması sonucunda, tren vagonları raydan çıkarak bu korkunç kaza meydana gelmiştir. Dere yatağını doldurarak, bilimi hiçe sayarak tren yolu yapılırsa ve “menfez altı toprak kayması” şeklindeki açıklama ile önce insanlar güldürülür, ardından da yayın yasağı getirilir.

Özellikle demiryolu projelerinin güzergah seçiminden başlayarak, tünel, köprü, menfez gibi yol boyu bütün mühendislik yapılarında rant yerine bilimin ve mühendisliğin gereklerinin yerine getirilmesi yaşamsal önem taşımaktadır. Bilim ve teknik, ülke ve halk yararına kullanılmak yerine siyaset ve rant için kurban edildiğinde böylesi yapay katliamlar kaçınılmaz olmaktadır. Bu yapay katliamların gerçek sorumluları; yeterli altyapı yatırımı yapmayan, teknik ve bilimsel gerçekleri göz ardı eden, meslek odalarının uyarılarına kulaklarını tıkayan bürokratlar, yöneticiler, siyasiler ve rant peşinde koşanlardır. (16.7.18)
===================================
Dostlar,

“1000Ali”, siyasal tarihin 2 faciası parantezindedir..

Pamukova’da 41 kurban {1000Ali} Çorlu’da 24 kurban..

Güney Kore’nin bir gemisi açık denizde çarpışmasız batıyor; ilgili Bakan kendisini sorumlu sayıp görevi bırakıyor..

Bizde 65 kurban vız geliyor..

Büyük ATATÜRK korkarız şu sözünde yanıldı (!) : 1 Türk Dünyaya bedeldir!..

Oysa 1000 Türk 1 Binali etmiyor!

Ayrıca Devletin 2 numaralı koltuğuna buyur ediliyor..

Üstüne üstlük bir de  Devlet Övünç / Şeref madalyası ile ödüllendiriliyor..

Ama bu ödül alanı da vereni de yüceltmiyor; gerçekte ……….

Yazsak suç olacak..

Sevgi ve saygı ile. 17 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

EFSANE

EFSANE

Suay Karaman

Konuk yazar : Suay Karaman

AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, 6 Haziran 2018’de Ankara Ticaret Odasının düzenlediği iftar programına katıldı ve yine bilinen konuşmalarından birini yaptı. Konuşmasında Türkiye’nin son 16 yılda ortaya koyduğu ekonomik performans ile dünya çapında bir model ve efsane olduğunu söyledi. Ancak hemen ardından kaynağa ihtiyaç duyulduğunu belirterek, “Evinizde yastık altında tuttuğunuz dövizlerinizi, paralarınızı, altınlarınızı bankalara yatırarak lütfen sisteme sokun ve ülkemizin büyümesine katkıda bulunun.” dedi.

Bu konuşmayı dinleyenlerin ‘bu nasıl bir efsane, evdeki paraları bankalara yatırın’ sözlerinin çelişkisiyle kafaları karışmıştır. Zaten son günlerde AKP genel başkanının yaptığı konuşmalar, kafaları karıştıracak ve akılları yedirtecek düzeye ulaştı.

AKP iktidara geldiği zaman 1 TL olan ekmeğin kilosu, 4 TL oldu. 1 kilo et 4 TL iken, şimdi 50 TL oldu. Benzinin litresi 1.60 TL iken, şimdi 6.40 TL oldu. 12 kg ev tüpü 19 TL iken, şimdi 93 TL, doğalgazın metreküpü 0.23 TL iken, bugün 1.33 TL oldu.  Dolar 1.55 TL iken, şimdi 4.55 TL oldu. Euro 1.58 TL iken, şimdi 5.50 TL oldu. AKP iktidarında Türkiye’de yaklaşık sekiz milyon kişi asgari ücretle çalışmaktadır. Çalışanların %70’i yoksulluk sınırının altında ücret almaktadır, milyonlarca işsiz vardır. Efsane dedikleri ekonomi performansının durumu içler acısıdır. Bütçeyi denkleştiremeyip, sürekli açık veren siyasi iktidarın, bu verilerle dünyadaki 17. büyük ekonomi olduğu söylemi de bir aldatmacadır. İşin doğrusu siyasi iktidarın yıllık %7.4 oranında büyüdüğünü söylediği Türkiye’nin gerçekleri yoksulluktur, açlıktır, işsizliktir.

Ülkemizin son 16 yılda ortaya koyduğu ekonomik performansı ile efsane olduğunu söyleyenler, gerçek enflasyonun %40’ların üzerinde olduğunu gizlemeye çalışmaktadır. Sürekli olarak dışsatım rakamları verilirken, dışalım rakamlarından söz edilmemektedir. Denk bütçe yapamayanlar, ülkemizin büyük bir borç batağında olduğunu gözlerden kaçırmak isteyenler, gelen ekonomik krizin tüm toplumu nasıl etkileyeceğinin farkındadır. Bu kez gelecek ekonomik kriz ‘teğet geçmeyecektir’, toplumu delip geçecektir.

Efsane olan bu siyasi iktidar ile ülkemiz her konuda büyük sorunlar yaşamaktadır. Bu 16 yıl süresinde ülkemiz hukuk dışı tutum ve davranışlarda, süregelen ve artan terör olaylarında, laik ve bilimsel eğitimin terk edilmesinde, tüm ulusal varlıklarımızın satılmasında, tarım, hayvancılık ve sanayinin bitirilmesinde, rüşvet, yolsuzluk ve talan konularında efsane olmuştur.

  • Kısaca siyasi iktidar ülkemizde sivil darbe yapmıştır ve bunu önceleri ileri demokrasi olarak, şimdi de efsane olarak nitelemektedir.

Sırada satacak bir şey kalmadığı için, milletin tasarruf ettiği paralara göz diken siyasi iktidar, durumu bu şekilde yine borç batağında idare etmeye çalışmaktadır. Görünenler ortadadır ve buna kesinlikle efsane denemez. 24 Haziran seçimlerinde bu “sahte efsane” iktidara gerekli dersler verilmelidir. İşte bu yüzden oy kullanmak ve kullandığımız oya sahip çıkmak çok önemlidir. Bu sahte efsanelerden ancak bu şekilde kurtulacağımız bilinmeli ve gereği yapılmalıdır. (11 Haziran 2018)

24 HAZİRAN’A DOĞRU

24 HAZİRAN’A DOĞRU 

Suay Karaman

24 Haziran seçimlerine doğru önce seçim birliktelikleri, sonra cumhurbaşkanı adayları belli olmaya başladı. Yeni seçim yasasına göre AKP, MHP, BBP ‘Cumhur İttifakı’ kurarken; CHP, İyi Parti, Saadet Partisi ise ‘Millet İttifakı’ kurdu. Öncelikle cumhurbaşkanlığını almak isteyen ve bu yüzden Cumhur İttifakı yapan AKP, Millet İttifakından korkmuş şekilde, hırçınca yoluna devam edecektir.

Yeni sistemde her şeyin başı olan cumhurbaşkanı için, Meral Akşener, Tayyip Erdoğan ve Muharrem İnce partileri tarafından aday gösterilmişlerdir. Erdoğan’ın ülkeye ne getirip, neler götürdüğü ortadadır. Bu bağlamda Akşener ile İnce’nin  söylemleri, eylemleri ve kuracakları ekipler çok önem taşımaktadır. Özellikle parlamenter demokrasiye döneceklerinin güvencesini vermeleri, toplumu büyük ölçüde rahatlatacaktır ve böylelikle 16 Nisan 2017’de yapılan halk oylamasının üzerindeki şaibe de ortadan kaldırılacaktır.

Ülkenin cumhurbaşkanı olacak kişinin bilgisi, birikimi, kültürü ve düzeyi yüksek olmalıdır. Bunun yanında geçmişi temiz olmalı, karanlık ilişkileri bulunmamalıdır. Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı, yurtsever, ülkesinin ve halkının çıkarlarını koruyan, bulunduğu makamı dolduracak olgunlukta olması gerekir. Eğer seçmenler bunları göz önüne alırsa, toplumun baskı ve sıkıntıdan kurtulabilmesi sağlanmış olacaktır.

Meral Akşener, uzun bir süreden beri çalışmalarını yürütmektedir ve siyasi iktidar karşısında yeni kurulan partisiyle ivme kazanmış, umut olmuştur. Seçime 42 gün kalmışken CHP, cumhurbaşkanı adayını açıklamıştır. Öncelikle partinin içinden biri olması, partilileri sevindirmiş ve büyük bir coşku yaratmıştır.

Muharrem İnce’nin iyi bir hatip olduğu bilinmektedir ancak önemli olan çok konuşmak değil, etkili konuşmaktır. İdeolojik temele dayanan, sağlam konuşmalar yapmaktır. Adaylık açıklaması sonrasında, Hacı Bayram Veli türbesini ziyaret edip, ardından cuma namazı kılması, basit politik manevradır. Aslı varken, kimse suretine bakmaz. Özellikle CHP’li bir adayın asıl gitmesi gereken yer Anıtkabir olmalıydı. (AS: Oraya da gitti!)

Büyük şairlerimizden Orhan Veli Kanık, çıkardığı Yaprak dergisinde 15 Mayıs 1950’de şöyle yazmıştır: “Seçimler bitti. Demokrat Parti, Halk Partisi’ni korkunç bir bozguna uğrattı. Oysaki Halk Partisi, halkı kazanacağını umarak fikirleriyle ilkelerinden son zamanlarda ne fedakarlıklar etmişti. Bütün yayınlarına göz yumulan din dergileri, okullara konan din dersleri, yeniden açılan ilahiyat fakülteleri, imam hatip kursları, türbeler, sermayeye sağlanan imtiyazlar, her türlü irticaya tanınan haklar; hiçbiri kar etmedi.” Tarihten ders alınmaz ve aynı hatalara tekrar düşülürse, değil iktidar olmak, ana muhalefet bile olunamaz.

Üstelik İnce’nin adaylık açıklamasından dokuz gün önce söylediği sözler, toplumun bölünmesine hizmet eder niteliktedir: “Cumhurbaşkanı yardımcılarını baştan ilan edeceğim: Bir yanıma muhafazakar bir ismi, bir yanıma milliyetçi bir ismi, bir yanıma bir Kürt’ü, bir yanıma bir Alevi’yi alacağım Cumhurbaşkanlığı yardımcısı olarak.” CHP’nin cumhurbaşkanı adayı, yardımcılarını bu şekilde istediğine göre Lübnan gibi, Irak gibi bir modelde federatif devlet ihalesine uygun görünüm sergilemektedir. (AS: buna katılamıyoruz..)

Eğer ortak düşünce AKP’yi iktidardan indirmek ve yeni bir cumhurbaşkanı seçmek ise, o halde yapılan seçim birlikteliğinin gereği olarak, cumhurbaşkanlığı için de ortak hareket etmek gerekir. İnce’nin aday yapılmasıyla, Akşener’e gidecek CHP oylarının gidişi durdurulmuştur. Dış güçlerin yaptığı yeni proje çerçevesinde İnce’nin aday gösterilmesi sonucunda, Akşener’e gidecek oylar engellenerek, ilk turda Erdoğan’ın seçtirilmesi sağlanmak istenmiş olabilir. (AS: CHP vargücüyle adayı İnce için çalışıyor!?)  Bunun benzeri Ekmeleddin olayında yaşanmıştı. Dış güçlerin desteğiyle dayatılan yanlış aday sonucunda, ilk turda Tayyip Erdoğan’ın seçtirilmesi sağlanmıştı.

Burada önemli olan, seçimi muhalefetin doğru adayıyla, 2. tura taşımaktır. Seçimin 2. turuna Erdoğan ve İnce kalırsa, büyük olasılıkla Erdoğan seçimi kazanır. İnce’nin seçimi kazanacağını düşünmek ya çok iyi niyetten, ya da saflıktan kaynaklanabilir. (AS: bize çok gerçekçi geliyor..) Ancak 2. tura Erdoğan ve Akşener kalırsa, büyük olasılıkla Akşener seçimi kazanır. Çünkü Akşener, hem soldan, hem de sağdan oy alabilecek güce sahiptir. İşte bu durumda seçmenlere büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. Her türlü hukuksuzluğu yapan AKP iktidarı sona erdirilerek, yeni bir yönetim oluşturulması için bilinçli seçim yapılmalıdır. Fakat şunu da aklımızdan çıkartmamalıyız ki, sonuçları ne olursa olsun bu seçim son seçim değildir ve olamaz da. Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkesinde, her zaman aydınlığa doğru giden bir yol bulunur, bulunacaktır da…
===================================

Değerli dostumuz Suay Karaman‘a yazısı için teşekkür ederiz..
Yazı içinde 3 yerde çekincelerimizi belirttik (altı çizili)…
Cumhurbaşkanlığı için en güçlü aday Muharrem İnce görünüyor..
Önümüzdeki günlerde umar ve dileriz ki “belden aşağı” vurma olmaz; komplolar kurulmaz ve adaylara haksız çamur  – istifa atılmaz..

  • Uyarmak isteriz ki; iktidar,
    kamuoyunu yanıltıcı gri – kara propaganda yöntemlerine başvurmasın!
    Sevgi ve saygı ile. 14 Mayıs 2018, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

REJİM DEĞİŞTİRİLİRKEN

REJİM DEĞİŞTİRİLİRKEN

 Suay Karaman

12 Eylül 2010’da yapılan halk oylaması, Türkiye’de rejimin değiştirileceğinin sinyalini vermişti. 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan halk oylaması, rejim değişikliğinin onaylanmasıyla sonuçlandı. Halbuki halk oylamasının sonuçlarında büyük şaibeler olmasına karşın, muhalefetin sessiz kalması sonucunda rejimimiz değiştirilmiş oldu. Şimdi, değiştirilen rejimin işlevsiz parlamentosunu ve başkanını seçmek için hızlı, panik içinde ve baskın bir seçime doğru yol alıyoruz. Dolar 4, Euro 5, benzin 6 TL’nin üzerine çıkmışken, enflasyon %10’ların çok üstüne fırlamışken, işsiz sayısı üç milyonu geçmişken, yoksulluk büyük boyutlara ulaşmışken, fabrikalar kapanırken, ülkemizin tüm varlıkları satılırken, kısaca ekonomi çökmüşken yapılacak bu seçim, her şeyin daha da kötüye gitmesine neden olacaktır. Yargının siyasallaştırıldığı, medyanın susturulduğu, bilimsel ve laik eğitime son verildiği, toplumsal barışın ve dostluğun yok edildiği, terörün arttığı, Ege’deki adalarımıza el konulduğu, üretimin durma noktasına geldiği, yolsuzluk, rüşvet ve savurganlığın patladığı, umudun tükendiği, umutsuzluğun tavan yaptığı bir Türkiye’de, yapılacak bu seçimin, ülkemizi daha da belirsiz bir ortama doğru götüreceği görülmektedir. Bu baskın seçimin sonuçları ne olursa olsun, ülkemizi büyük bir siyasi ve ekonomik kriz beklemektedir.

Seçimleri kazanmak için her türlü olanağı kullanmaktan çekinmeyen AKP yönetimi, MHP ile Cumhur İttifakı yapmıştır. Ancak yine de kazanacaklarından kuşku duymaktadırlar. AKP’nin genel başkanı “CHP demek tezek demektir” derken, geçtiğimiz günlerde MHP Genel Başkanı da “Çiftlik Bank ile CHP birdir” söyleminde bulunmuştu. Bu söylemler, Cumhur İttifakı’nın milleti bölmenin, kutuplaştırmanın hatta çatışmaya sokmanın açık kanıtıdır. Seçmenler, bu söylemleri değerlendirmelidir. Cumhurbaşkanı adayı olacağı düşünülen Abdullah Gül’ün evine, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve cumhurbaşkanı danışmanı İbrahim Kalın tarafından helikopterle ziyaret yapılması ve ardından Gül’ün aday olmayacağını açıklaması da, demokrasinin getirildiği noktayı gözler önüne sermektedir.

16 yıldır ülkemize yaptıkları sivil darbeyi “ileri demokrasi” olarak pazarlamaya kalkışanların en büyük şansı, güçlü bir ana muhalefet ile muhalefetin olamamasıdır. Ana muhalefet partisi CHP, seçimlere 55 gün kalmasına karşın, henüz cumhurbaşkanı adayını belirleyememiştir. “Ekmek için Ekmeleddin”de olduğu gibi, hep tutucu çevrelerden, AKP kurucularından Abdullah Gül, Abdüllatif Şener gibi denenmiş ve ne olduğu bilinen adaylar üzerinde durulmaktadır. Yaşadığımız günlerde salt CHP kimliği ile cumhurbaşkanı seçimini kazanmak zor olabilir, adayın büyük çoğunluğu kapsaması gerekmektedir. Ama bunun için ısrarla yanlış adlar üzerinde durmak da hatalıdır.

Büyük çoğunluktan oy alınması isteniyorsa, gösterilecek adayın geçmişi temiz olmalıdır. Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı, kültürlü, düzeyli, ulusun çıkarlarını koruyan, yurtsever ve makamı dolduracak olgunlukta olması gerekir. Böyle bir aday bulunabilir: üç dönem milletvekilliğinde, Sağlık ve Devlet Bakanlıkları görevlerinde bulunan Rifat Serdaroğlu. Aynı zamanda toplumu bilgilendiren günlük yazılarıyla da AKP’li yöneticilerin ipliklerini pazara çıkaran, çarpık ilişkilerini anlatmaya çalışan aydın ve birikimli bir kişilikten söz ediyoruz. Üstelik CHP yöneticilerinin “Erdoğan’ı en çıldırtacak adayı açıklayacağız” tanımına da son derece uygundur. Ana muhalefet ile öbür muhalefetin bu konuyu ivedilikle düşünmesinde ve gerekeni yapmasında ülkemiz adına büyük yararlar sağlanacağı çok açıktır.

24 Haziran seçimlerinden ülkemizin kurtuluşunu beklemek hayaldir, ancak ülkemizi bugüne getiren AKP yönetiminden kurtulmanın gerçekleşmesi için çalışılmalıdır. Bugün ülkemizde rejim değişikliği yapılmıştır. Parti gözetmeden ulusun tümünü ilgilendiren bu durumun çözümü ise partiler üstü bir anlayışı gerekli kılmaktadır. İşte bu yüzden gösterilecek cumhurbaşkanının kişiliği, kimliği ve duruşu çok önemlidir. (30.04.2018)