Etiket arşivi: Sezgin Tanrıkulu

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 26 Ekim 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SANSÜR

TRT Belgesel kanalında 16 Ekim Pazar günü yayınlanan, “Hayvanların Dövüş Kulübü” adlı belgeselde ‘Uganda Kob Antilopları’ gösterildi. Erkek antilopların çiftleşme öncesi yaptıkları kavga sırasında üreme organlarına sansür uygulandı.

Dişilere de çarşaf giydirilebilirdi…

KUKLA

Kılıçdaroğlu’ndan sonra İYİ Parti heyeti de ABD’ye gitti. AKP zaten hep orada.

İpinde beni oynat” yarışı…

HASTA

Bahçeli, ”Amasra’yı konuşuyorken Soma felaketini hatırlatmak hastalıklı bir yaklaşımdır.”

Ders almama ve unutturma hastalığı…

UTANMAZ

RTE’nin AKP rozeti taktığı dönek Ak Çelebi’nin ilk sözü “Allah utandırmasın” oldu.

Korkma,

Allah ile aldatanların içinde Allah korkusu olmaz,

Utanmayı bilmeyenler için zaten sorun yoktur…

ONURSUZ

Ak Çelebi, “Bir milyona yakın asker polis korucu silah arkadaşım görevinin başında ben aynı zamanda onların onurunu koruyorum.”

Kendi onurunu koru, gölge etme…

KİMYA

Terör örgütü PKK’nın iddiaları sonrası önce HDP’liler Türk askerini suçlayan açıklamalar yaptı. Ardından CHP’li Sezgin Tanrıkulu ve TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı, Türk Silahlı Kuvvetlerini ‘kimyasal silah‘ kullanmakla suçladı.

Kimyaları bozuk…

GÖSTERİ

Sakarya’da Nakşibendi tarikatının Hakkani kolu üyeleri, gece yarısı sokak ortasında zikir çekti.

Hak arayan işçi, öğretmen gibi birileri olsa polisimiz nefes aldırmazdı…

BÜTÇE

Diyanetin 2023 bütçesi altı Bakanlıktan fazla.

Bütçeye de pamuk tıkayacaklar…

DEĞER

Kapadokya’da balon kazası oldu. İki turist öldü. Pilot hemen gözaltına alındı.

Kozlu’da 9 yıl önce 8 madenci öldü. TTK yetkilileri yeni yargıç karşısına çıkıyor.

Amasra’nın acelesi yok, nasılsa ölenler gariban Türk işçileri…

ROK

Rasim Ozan Kütahyalı, FETO kumpasları döneminde gazetecilere kumpas düzenlediğini itiraf etti.

Karakter…

DÜŞÜNCE

AKP Grup Başkanvekili Mahir ÜnalMaalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet, bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünmemizi yok etmiştir. Bugün konuştuğumuz Türkçe ile bir düşünce üretemeyiz.” dedi.

100 yıldır ülkede düşünce üretilmedi mi?

Bellek olmayınca hiçbir dilde düşünce üretilemez…

EŞLİK

MHP lideri Devlet Bahçeli, “Malum belediye başkanlarını Sayın Erdoğan ile devamlı eş tutup ona rakip olarak gösteriyorlar. Bu bir FETÖ yönetimidir. Yenemiyorsan yıprat taktiğidir.” iddiasında bulundu.

Yanılıyor, eş tutulmuyorlar ikisi de RTE’den önde…

SEROK RTE

Diyarbakır’daki AKP toplantısında RTE’ye “Biji serok Erdoğan” tezahüratı yapıldı.

Yeni Açılım bekleniyor…

ÇOCUK

Aile Bakanlığı, eşi ölmüş en az üç çocuklu kadınlara konut destek programı başlattı.

PKK’lı kadınlar 5, 10, 15 yapıyor. Eşitlik ilkesine aykırı…

Emperyalist yalan ve yurttaş sorumluluğu

Barış Doster
Barış Doster
Cumhuriyet, 27 Nisan 2022

 

ABD Başkanı Joe Biden, bir kez daha sözde soykırım iddialarını tanıdı. Bu emperyalist yalana açıkça sahip çıktı. Onun açıklamasını, adeta talimat olarak görenler de hizaya geçti, sıraya dizildi hemen. Sıraya dizilenler arasında bir zamanlar Dışişleri Bakanlığı da yapmış olan DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, HDP milletvekili Garo Paylan, CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu gibi isimler de var. Şaşırmıyoruz. Daha çok olduklarını biliyoruz.

Şurası gerçek: Ülkemizde ABD emperyalizmine selam durmanın, Avrupa Birliği’nden, İngiltere’den aferin almanın yollarından biri de sözde soykırım yalanını dillendirmektir. Bu yalanı konuşmanın getirisi yüksektir. Meslek odaları, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, yayınevleri, medya, siyasal partiler bu yalandan beslenen, fonlanan, nemalanan tiplerle doludur. Özürdiliyoruz.com takımı, yetmez ama evet güruhu, KKTC’de yes be annem tayfası, numaracı cumhuriyetçiler ve FETÖ’nün solcuları, hep bu yalanı çiğner dururlar.

Tarihsel gerçek şudur                                        :

Türkler; Birinci Dünya Savaşı’nda vatanı savunurken, cephe gerisindeki bozgunculuk faaliyetlerini, dönemin koşullarında, son çare olarak, 1915 yılında çıkardıkları Sevk ve İskân Kanunu’yla (Tehcir Kanunu) önlemeye çalışmışlardır. Dünyada sözde soykırım iddialarını hükme bağlayan tek bir mahkeme kararı olmadığı gibi, bu iddiaları destekleyen ciddi, bilimsel arşiv belgeleri de yoktur. Sözde soykırım iddiaları bu yönüyle tarihi ve hukuki değil, siyasi bir sorundur. O nedenle çözümü de arşiv, tarih veya hukuk konusu değildir, siyasidir. Sorunun tarafları, Türkiye ve Ermenistan değil, Türkiye ve emperyalist merkezlerdir. Sözde soykırım iddialarının hedefi de İttihat ve Terakki önderlerini, Cumhuriyet kurucularını soykırım suçlusu olarak göstermek, Kurtuluş Savaşı’nı karalamak, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel ve siyasal temellerini sarsmaktır.

Sözde soykırım iddialarıyla mücadele etmek için, sağlam, gerçek, güçlü bilimsel bilgiye sahip olmanın yanında, ideolojik berraklık ve politik tutarlılık da gerekir. Büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle iç cepheyi sağlamlaştırmak yanında, dış dünyaya da kapsamlı bir kamu diplomasisi ve siyasal iletişim stratejisiyle gerçekleri anlatmak zorunludur. İktidarı ve muhalefetiyle siyasal partilerin kafa karışıklığı yaşadığı, koltuk kavgasına odaklandığı bir süreçte, onlardan bu konuda kapsamlı, tutarlı, bütüncül çalışmalar beklenemeyeceğinden, üniversitelere, demokratik kitle örgütlerine, gerçek aydınlara büyük görevler düşmektedir.

YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ

Bu kapsamda, tam da 24 Nisan günü, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (ADD) gazetemizde de yer alan “Yeniden Atatürk Cumhuriyeti Manifestosu“, içeriği, saptamaları, çözüm önerileri ve politik öncelikleriyle dikkat çekmiştir.

  • Laiklikten hukuk devletine, eğitimden sağlığa, kadın haklarından ulaşıma, siyasi partilerden sığınmacı sorununa dek ülkemizin temel sorunlarına tek tek parmak basmıştır.

Bunlara cumhuriyetçi, kamucu, toplumcu, devletçi, emekten yana çözümler önerirken kararlı, tutarlı, yürekli yurttaşları demokratik mücadeleye çağırmıştır.

Üyelerini, Mustafa Kemal’in Askerleri olarak tanımlayan

 

15 TEMMUZ DARBE KOMİSYONU RAPORUNA CHP MUHALEFET ŞERHİ

15 TEMMUZ DARBE KOMİSYONU RAPORUNA CHP MUHALEFET ŞERHİ

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır.)

Basın toplantısında CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu,
“15 Temmuz hain darbe girişimi
– öngörülen,
– önlenmeyen ve
– sonuçları kullanılan
– bir kontrollü darbe olarak tarihe geçmiştir.” dedi.FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimini araştırmak amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonunun CHP’li üyeleri Erdoğdu, İstanbul Milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu,
Zeynel Emre ve İzmir Milletvekili Aytun Çıray, Parlamentoda basın toplantısı düzenleyerek, komisyonun taslak raporuna ilişkin partilerinin muhalefet şerhini açıkladılar.Erdoğdu, konuşmasına muhalefet şerhini, 15 Temmuz hain darbe girişimi sırasında şehit düşen yurttaşların aziz hatırasına ve gazilere adadıklarını belirterek başladı. Darbe girişiminin memleketin masum yurttaşları için beklenmeyen, şok edici ve dehşet verici bir gelişme olduğunu ancak bu hain girişimin olacağını bilen ve bekleyenlerin bulunduğunu ileri süren Erdoğdu,

“15 Temmuz hain darbe girişimi öngörülen, önlenmeyen ve sonuçları kullanılan kontrollü bir darbedir.” ifadesini kullandı.

Erdoğdu, aylar önce yazılan bazı yazıların darbe girişimininin bilindiğini, hatta hazırlık sürecinin takip edildiğini ortaya koyduğunu iddia ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu konuda en açık kanıt darbeden 4 ay önce Fuat Uğur’un Türkiye gazetesinde 24 Mart 2016, 2 Nisan 2016 ve 21 Nisan 2016 tarihlerinde yazdığı üç yazısıdır. Fuat Uğur’un yazılarında kamuoyuyla paylaştığı bilgiler 15 Temmuz hain darbe girişiminde ve sonrasında aynen gerçekleşmiştir. Fuat Uğur ve benzeri yazarların darbeden aylar öncesi paylaştığı bu yazılar MİT için açık istihbarat kaynağı olup, Fuat Uğur’un bildiklerini MİT’in bilmiyor olması düşünülemez. Kanlı darbe girişimi sonrası düzenlenen savcılık iddianamelerinin incelenmesinden cemaatin darbe hazırlıklarına 2015’in son aylarından itibaren başladığı anlaşılmaktadır. Darbeye hazırlık faaliyetleri Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Hakan Çiçek, Nurettin Oruç ve Harun Biniş tarafından yürütülmüştür. Adil Öksüz ve diğer planlayıcılar, darbe girişiminden çok önce cemaat bağlantısı devlet tarafından bilinen isimlerdir. MİT’in ’TSK bünyesinde istihbarat toplayamadığından darbe girişiminin tarihi konusunda net bir istihbarata önceden ulaşılamadığı’ savunması geçerli kabul edilmemektedir. Çünkü güvenlik ve istihbarat makamları tarafından bilinen ve takip edilmesi gereken ’cemaatin hususileri’ olarak adlandırılan başta Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Hakan Çiçek, Nurettin Oruç ve Harun Biniş asker değil sivil kişilerdir. Darbeye hazırlık ve planlama toplantılarının çoğu askeri bölgelerde değil sivil bölgelerde yapılmış ve binlerce asker bu toplantıya iştirak etmiştir.”

MİT Müsteşarlığının TBMM Araştırma Komisyonuna yönelik yazdığı 22 Mayıs 2017 tarihli yazısında “MİT’in daha önce dış makamlarla paylaşılan notlarda cemaatin darbe girişiminde bulunabileceğini bildirdiğini, ancak TSK bünyesinde istihbarat toplayamadığından darbe girişiminin tarihi konusunda net bir istihbarata önceden ulaşılamadığı’’ bilgisinin yer aldığını belirten Erdoğdu, bunun darbenin bilindiğini ve beklendiğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ikrar ettiğini savundu.

Erdoğdu, bu durumun darbe girişiminin öngörülen bir olay olduğunu tarihi bir gerçeklik olarak ortaya koyduğunu öne sürdü. Erdoğdu, darbe girişiminden bir gün önce Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la Özel Kuvvetler Komutanlığı 4. Dönem Özel Kuvvetler İhtisas Kursu Mezuniyet törenine katıldığının, önceki yıllarda bu törene katılma geleneği olmadığı halde tören sonrası Fidan’la Özel Kuvvetler Komutanlığı bahçesinde yaklaşık 6,5 saat boyunca baş başa görüştüğünün ifadelerle ortaya çıktığını dile getirerek, şunları kaydetti:

“Kara Kuvvetleri Komutanı’nın 15 Temmuz günü İzmir programını erken keserek rutin YAŞ görüşmeleri için Ankara’ya çağrılması ve aynı uçakta hain darbe girişiminin başındaki en yüksek rütbeli subay olan Org. Akın Öztürk’ün olması ve aynı gün darbe girişiminin başlaması izaha muhtaç bir durumdur. İhbarcı O.K. ’aynı cemaatten’ vurgusuyla ’kalkışmanın bir cemaat operasyonu ve bir darbe girişimi’ olduğunu açıkça söyleyerek durumun vahametini ortaya koymuştur. Bu koşullar altında MİT Müsteşarı’nın Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a derhal bilgi vermesi ve güvenlik birimlerini teyakkuz haline geçirmesi gerekirken bu görevini ihmal etmiş olması anlaşılamamaktadır.”

Genelkurmay Başkanı Akar’ın savcılığa verdiği ifadesinde ve TBMM Araştırma Komisyonuna gönderdiği yazısında, olayın öğrenilmesini müteakip alınabilecek tüm önlemleri aldığını bildirdiğinin altını çizen Erdoğdu, “Ancak alınan bu önlemlerin yetersiz olduğu ve Genelkurmay Başkanı ve bazı kuvvet komutanlarının darbeciler tarafından enterne edilerek rehin alındığı da üzücü bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. TSK’nın komuta kademesinin önemli bir kısmı düğünlere katılmış ve düğünlerde derdest edilerek enterne edilmiştir. Bu durum izah edilememektedir.” değerlendirmesinde bulundu. Erdoğdu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Öngörülen darbe girişimi 15 Temmuz günü öğleden sonra saat 14.20 itibarıyla öğrenilmiş, ancak belirtilen bilgi ve bulgular ışığında gerekli bilgilendirmelerin yapılmadığı ve etkin önlemler alınmadığı anlaşılmıştır. Bu ihmaller zinciri sonucunda 15 Temmuz hain kalkışması önlenmeyen darbe girişimi olarak tarihe geçmiştir. 15 Temmuz hain darbe girişimi bütün muhalefet partilerinin, sivil toplum kuruluşlarının, kamu kurumlarının ve halkımızın kahramanca girişimi ile bastırılmış ve bu direniş sırasında 249 yurttaşımız şehit, 2 bin 301 yurttaşımız gazi olmuştur.”

Erdoğdu, darbe girişimi sonrası gelişmelere de değinerek, iktidarın darbe tehdidini bertaraf ettikten sonra bütün muhalefeti dışlayarak bir olağanüstü hal darbesi yarattığını ileri sürdü. Raporda bu konuya ilişkin de detayların bulunduğunu belirten Erdoğdu, darbe girişiminin sonuçlarından faydalanılan ve kullanılan bir olay olduğunu iddia etti. Erdoğdu, “Sonuç olarak muhalefet şerhimizde detaylarıyla anlatıldığı üzere 15 Temmuz hain darbe girişimi öngörülen, önlenmeyen ve sonuçları kullanılan bir kontrollü darba olarak tarihe geçmiştir.” diye konuştu.

Komisyonun bir diğer CHP’li üyesi İstanbul Milletvekili Zeynel Emre de son 15 yılda Türkiye’de çok şeyin değiştiğini ifade ederek, darbelerle hesaplaştığını söyleyenlerin bugün canhıraş bir şekilde, göstere göstere darbeleri örtbas etme çabası içinde olduklarını öne sürdü. Emre, “Yıllarca bizi, ’Eski Türkiye’ diye bir hayaletten koruduğunu söyleyenler, bugün uçan kuşa parmak sallar hale gelmişlerdir. Bugün burada kamuoyuna sunulan bu rapor, işte tam da bu 15 yıllık değişimin eşsiz bir belgesi, muhteşem bir serencamıdır. AKP iktidarının sonu 16 Nisan referandumu ile başlamıştı. İşte bu rapor tam da bu başlangıcın tarihi belgesidir. Bu rapor görevlerini sorumluluklarını yerine getirmeyen, yaptıklarının hesabını vermeyen, vaatlerini yerine getirmeyen, sözlerinin arkasında durmayan, seçimle gelen fakat halkın oylarını zapt eden bir iktidarın tam bir röntgenidir.” şeklinde konuştu. Emre, CHP’nin muhalefet şerhinin baskı ortamına rağmen kimsenin önünü alamayacağı türde bulguları içerdiğini belirterek, şöyle devam etti:

“Darbe komisyonu görevini bu raporla tamamlamıştır. Komisyon kurulduğu günden bu güne geçen 11 ay boyunca yapması gerekenleri CHP tek başına yapmış ve darbe girişimini fırsata çeviren iktidarın niyetlerini ifşa etmiştir. Raporun her sayfası önemli tespitler ve beyanları içeriyor. Bu bakımdan burada bir kısmını işaret etmek yerine herkesi bu raporu titizlikle okumaya davet ediyoruz ve bilinmesini istiyoruz ki darbe komisyonu her ne kadar resmi görevini tamamlamışsa da komisyonun CHP’li üyeleri olarak bizler bu sorumluluğu bir memuriyet ya da sade bir görev olarak değil bir ödev olarak ele almaya devam edeceğiz.”

CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu, FETÖ’nün 15 Temmuz’daki darbe girişimine ilişkin, “Kontrollü darbeyi tiyatro gibi algılamak isteyenler var. Hayır, öyle bir şey yok.
Bir darbe girişimi oldu. Kontrollü darbe ile kastımızı üç başlıkta özetliyoruz;
1. öngörülen,
2. önlenmeyen ve
3. sonuçlarından yararlanılan.
Delillerimizi ortaya koyduk. Bu üçü bir araya geldiğinde kontrollü darbe tanımını oluşturuyor.” dedi.

FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimini araştırmak amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu’nun CHP’li üyeleri ile Erdoğdu, İstanbul Milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu,
Zeynel Emre ve İzmir Milletvekili Aytun Çıray
, parlamentoda basın toplantısı düzenleyerek, komisyonun taslak raporuna ilişkin partilerinin muhalefet şerhini açıkladılar.

Çıray, toplantıda yaptığı açıklamada, 15 Temmuz FETÖ’nün darbe girişiminin, vatandaşların ezici çoğunluğu açısından hiçbir şekilde hiç beklenmeyen bir olay olduğunun altını çizdi. Darbe girişiminin, başta TSK olmak üzere bütün kurumlarına duyduğu güveni sarsacak bir mahiyet taşıdığını belirten Çıray, “darbe girişiminin iktidar eliyle tek adam devletine ulaşılmasını hızlandıracak bir katalizör” olarak görüldüğünü ileri sürdü. Darbe girişiminin yarı karanlıkta bırakılmak istendiğini iddia eden Çıray, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın bilgi vermek üzere komisyona gelmemesinin de bunun bir göstergesi olduğunu söyledi. Komisyon çalışmalarının iktidar eliyle etkisizleştirildiğini savunan Çıray, şunları söyledi:

“Bu darbe, kalkışma teşebbüsü neticesinde 249 vatandaşımız şehit olmuş, binlercesi kalıcı izlerini ve etkilerini ömürleri boyunca taşıyacak şekilde yaralanmıştır. Üstelik bu bir ulusun kendi iç ve dış güvenlik kurumlarına, yargısına, devletine duyduğu güvenin neredeyse tamamen yok edildiği bir şekilde yaşanmıştır. Bu yönüyle hiç tartışmasız bedeli zaman içinde daha da ağırlaşarak hissedilecek tarihi bir sosyal travmadır. İşte Türk milletine, benzerine Hollywood filmlerinde bile rastlanmayacak dehşet verici bir travma yaşatan bu hain kalkışmanın diğer hukuki ve adli sorumlusu AKP iktidarlarıdır. Kamuoyuna açıkladığımız CHP raporunu işte bu utanç verici duruma demokratik bir reddiye olarak düşünün; tabii Meclis’in onurunu korumaya ve kurtarmaya yönelik bir naçizane çaba… Aynı zamanda 15 Temmuz’da kaybettiğimiz veya yaralanan insanlarımıza karşı bir vicdani sorumluluğun yerine getirilmesi çabası…”

CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da konuşmasına “Darbe girişimi Türkiye’nin kanlı cumasıdır. Tıpkı kırmızı pazartesi gibi” diyerek başladı.

“Her şey önceden biliniyordu. Katil belli, maktul belli. Ama hiç kimse müdahale etmiyordu” diyen Tanrıkulu, darbe girişimi sonrasında Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletinin daha güçlü hale getirilmesinin gerektiğini, ancak iktidarın bunun tam tersi bir yol izlediğini savundu.

Darbe girişimi sonrası ülkede olağanüstü hal rejiminin inşa edildiğini, ülkenin otokratik bir rejime sürüklendiğini ifade eden Tanrıkulu, hak ihlallerinin arttığını savundu. Tutuklanmanın bir cezalandırma yöntemine dönüştürüldüğünü, “Atın zindana, sonra bir suç buluruz” anlayışı ile hareket edildiğini iddia eden Tanrıkulu, yaşananların hiçbir darbe döneminde yapılmadığını kaydetti.

Tanrıkulu, “Dört siyasi partinin ortak iradesiyle kurduğu komisyon, Türkiye’de demokrasinin ve hukuk devletinin yeniden inşası için bir fırsat olabilirdi. Ama maalesef olmadı. Şu anda toplumumuz ortak acıları, ortak zeminleri ve ortak köprüleri büyük ölçüde kaybetmiş bir topluma dönüştü. Bu kadar yaygın mağduriyet, Türkiye’nin ilerideki toplumsal barışını onarılamayacak bir biçimde yeni örgütlerle karşı karşıya bırakabilir. Parlamentoyu ve hükümeti uyarıyoruz.” değerlendirmesinde bulundu.

Komisyonun CHP’li üyeleri, açıklamalarının ardından gazetecilerin sorularını da yanıtladılar.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu, darbe girişiminin siyasi ayağı ve ByLock kullanımına ilişkin bir soruyu yanıtlarken, şunları dile getirdi:

“Bu rapor tümüyle zaten darbenin siyasi ayağına işaret etmektedir. Bu darbenin siyasi ayağı Adalet ve Kalkınma Partisi’dir. Ancak biz, bireyleri tek tek suçlayarak tarihi muhalefet şerhini bir suçlama metnine dönüştürmedik. Bu bilgilerin hepsi savcıların ve hükümetin de elinde var. Bunlar da savcılıklar tarafından açığa çıkarılacak.”

Erdoğdu, “kontrollü darbe” ifadesini açmasının istenmesi üzerine, bu ifadeyi bir tiyatro gibi algılamak isteyenler olduğunu belirterek, buna tepki gösterdi.

“Bir darbe girişimi oldu. Birçok şehit verdik, gazilerimiz var.” diyen Erdoğdu, şöyle devam etti:

“Kontrollü darbe ile kastımızı üç başlıkta özetliyoruz; öngörülen, delillerimizi koyduk; önlenmeyen, delillerimizi koyduk; sonuçlarından yararlanılan, delillerimizi koyduk. Bu üçü bir araya geldiğinde kontrollü darbe tanımını oluşturuyor.”
Muhalefet şerhinin hukuki bir başvuruya zemin oluşturup oluşturmayacağı sorusuna ise CHP milletvekilleri, bu girişimi yapması gerekenin savcılıklar olduğu yanıtını verdiler.

CHP İstanbul Milletvekili Zeynel Emre ise bir başka soruyu yanıtlarken, partilerinin darbe girişimiyle ilgili tüm davaları takip ettiğini belirterek, “Bizim komisyonda sıklıkla karanlık noktaların ortaya çıkmasına yönelik bazı taleplerimiz hep yargılama süreçleri gerekçe gösterilerek reddedilmişti. Ancak yargılamalar aşamasında o çelişkilerin daha fazla gün yüzüne çıktığını görüyoruz.” diye konuştu.

Sanıkların bir kısmının da suçtan kurtulmaya yönelik beyanlarda bulunduklarının farkında olduklarını söyleyen Emre, CHP’nin kamuoyunu doğru şekilde bilgilendirmeye çalıştığının altını çizdi.

İstanbul Milletvekili Tanrıkulu, eski Meclis Başkanı Bülent Arınç ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damatlarının serbest bırakılmasıyla ilgili soruyu yanıtlarken şu değerlendirmede bulundu:

“Eskiden ’Ankara’da dayın varsa işin görülür’ denirdi. Şimdi artık dayılar değil kayınbabalar dönemi başladı. Hiç kimsenin suçsuz yere tutuklanmasını istemem ama adaletin sadece damatlar üzerinden işlemesi de kamuoyu vicdanını yaralamaktadır. İçeride suçsuz yere yatan binlerce mağdur var. Hepsinin sabit ikametgahı var. Bunları sokaktan toplamadılar.”

Aykut Erdoğdu, toplantının sonunda, sözlerini, “Soruşturmayı yürüten cumhuriyet savcılarına ve emniyet yetkililerine baskı olduğunu biliyoruz. Ama bunların tamamını, bildiğimiz her şeyi açıklayacak değiliz. Çünkü bir; bilginin kaynağı bizim için çok önemlidir, iki; bu bilginin açıklanmasında toplumsal fayda olup olmadığını ölçüp biçecek kadar birikimli bir partiyiz. Ancak cumhuriyet savcılarını ve araştırmayı yürüten emniyet mensuplarına yönelik baskı olduğunu biliyoruz.” şeklinde tamamladı.

-MUHALEFET ŞERHİ-

1) Bu Muhalefet Şerhi 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi Sırasında Şehit Düşen Yurttaşlarımızın Aziz Hatıralarına ve Gazilerimize Adanmıştır.
2) 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi Öngörülen, Önlenmeyen ve Sonuçları Kullanılan Kontrollü Bir Darbedir
3) 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilen kanlı ve hain kalkışma bu memleketin masum yurttaşları için beklenmeyen, şok edici ve dehşet verici bir gelişme olmuştur. Ancak bu hain darbe girişiminin olacağını bilen ve bekleyenlerde vardır.
4) 15 Temmuz darbe girişiminden aylar önce yazılan yazılardan darbe girişiminin bilindiği hatta bu girişimin hazırlık sürecinin takip edildiği anlaşılmaktadır. Bu konuda en açık kanıt darbeden 4 ay önce Fuat Uğur’un Türkiye Gazetesinde 24 Mart 2016, 2 Nisan 2016 ve 21 Nisan 2016 tarihlerinde yazdığı üç yazısıdır.
5) Fuat Uğur’un yazılarında kamuoyuyla paylaştığı bilgiler 15 Temmuz hain darbe girişiminde ve sonrasında aynen gerçekleşmiştir.
6) Fuat Uğur ve benzeri yazarların darbeden aylar öncesi paylaştığı bu yazılar MİT için açık istihbarat kaynağı olup, Fuat Uğur’un bildiklerini MİT’in bilmiyor olması düşünülemez.
7) Kanlı darbe girişimi sonrası düzenlenen Savcılık iddianamelerinin incelenmesinden Cemaatin darbe hazırlıklarına 2015 son aylarından itibaren başladığı anlaşılmaktadır.
8) Darbeye hazırlık faaliyetleri Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Hakan Çiçek, Nurettin Oruç ve Harun Biniş tarafından yürütülmüştür. Adil Öksüz ve diğer planlayıcılar darbe girişiminden çok önce Cemaat bağlantısı devlet tarafından bilinen isimlerdir.
9) MİT’in “TSK bünyesinde istihbarat toplayamadığından darbe girişiminin tarihi konusunda net bir istihbarata önceden ulaşılamadığı” savunması geçerli kabul edilmemektedir.
10) Çünkü güvenlik ve istihbarat makamları tarafından bilinen ve takip edilmesi gereken “Cemaatin Hususileri” olarak adlandırılan başta Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Hakan Çiçek, Nurettin Oruç ve Harun Biniş asker değil sivil kişilerdir. Darbeye hazırlık ve planlama toplantılarının çoğu askeri bölgelerde değil sivil bölgelerde yapılmış ve binlerce asker bu toplantıya iştirak etmiştir.
11) MİT Müsteşarlığı TBMM Araştırma Komisyonu’na yönelik yazdığı 22.05.2017 tarihli yazısında “MİT’in daha önce dış makamlarla paylaşılan notlarda cemaatin darbe girişiminde bulunabileceğini bildirdiğini ancak TSK bünyesinde istihbarat toplayamadığından darbe girişiminin tarihi konusunda net bir istihbarata önceden ulaşılamadığı” bilgisiyle darbenin bilindiğini ve beklendiğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ikrar etmiştir. Bu durum 15 Temmuz hain darbe girişiminin öngörülen bir darbe girişimi olduğunu tarihi bir gerçeklik olarak önümüze çıkarmaktadır.
12) 14 Temmuz 2016 tarihinde yani kalkışmadan bir gün önce Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la birlikte Özel Kuvvetler Komutanlığı 4. Dönem Özel Kuvvetler İhtisas Kursu Mezuniyet törenine katıldığı, önceki yıllarda böylesine bir törene katılma geleneği olmadığı, bu tören sonrası MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la Özel Kuvvetler Komutanlığı bahçesinde 18:00 – 00:30 arası yaklaşık 6,5 saat boyunca baş başa görüştüğü ifadelerle ortaya çıkmıştır.
13) Kara Kuvvetleri Komutanının 15 Temmuz günü İzmir programını erken keserek rutin YAŞ görüşmeleri için Ankara’ya çağrılması ve aynı uçakta hain darbe girişiminin başındaki en yüksek rütbeli subay olan Org. Akın Öztürk’ün olması ve aynı gün darbe girişiminin başlaması izaha muhtaç bir durumdur.
14) İhbarcı O.K. “aynı cemaatten” vurgusuyla “kalkışmanın bir cemaat operasyonu ve bir darbe girişimi” olduğunu açıkça söyleyerek durumun vahametini ortaya koymuştur. Bu koşullar altında MİT Müsteşarının Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a derhal bilgi vermesi ve güvenlik birimlerini teyakkuz haline geçirmesi gerekirken bu görevini ihmal etmiş olması anlaşılamamaktadır.
15) Genelkurmay 2. Bas¸kanı Org. Yas¸ar GÜLER’in beyanından MİT Müsteşarının Cumhurbaşkanı’nı bilgilendirmek istediği ancak ulaşamadığı anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında Cumhurbaşkanı Koruma Müdürü Muhsin Köse’ye “Muhsin sana dıs¸arıdan bir saldırı olsa buna kars¸ı koyacak kadar gücün, kuvvetin ve adamın var mı?” sorusuyla durumun vahametini anlattığı ancak detay bilgi vermediği anlaşılmaktadır.
16) Bu soru hayatın olağan akışı içerisinde sorulabilecek bir soru değildir. Bu durumda Hakan Fidan ve Muhsin Köse tarafından Cumhurbaşkanı’nın bilgilendirilip bilgilendirilmediği hususu karanlıkta kalmakta ve makul şüpheler artmaktadır.
17) Genelkurmay Başkanı gerek Savcılığa verdiği ifadesinde gerek TBMM Araştırma Komisyonu’na gönderdiği tarihsiz yazısında olayın öğrenilmesini müteakip alınabilecek tüm önlemleri aldığını bildirmektedir. Ancak alınan bu önlemlerin yetersiz olduğu ve Genelkurmay Başkanı ve bazı Kuvvet Komutanların darbeciler tarafından enterne edilerek rehin alındığı da üzücü bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
18) Genelkurmay Başkanı’nın tüm kuvvet komutanlıklarına 18:30’da hareket merkezleri aracılığıyla ilettiği emirler saat 19:26’da adreslerine ulaşmıştır. Bu emirlere rağmen TSK’nın komuta kademesinin önemli bir kısmı düğünlere katılmış ve düğünlerde derdest edilerek enterne edilmiştir. Bu durum izah edilememektedir.
19) Özel Kuvvetler Komutanı Korg. Zekai Aksakallı’nın Ankara’da görülen darbe davasının duruşmasında dile getirdiği “TSK’da kriz ve olağanüstü durumlarda ilk haber alınır alınmaz tedbir olarak ‘personel kışlayı terk etmesin’ emri verilir. Birlik komutanları kışlalarında, mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz’da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır. Uygulansaydı darbe girişimi baştan açığa çıkardı” şeklindeki ifadesi şüpheleri artırmıştır.
20) Kara Kuvvetleri Komutanı, Kara Havacılık Komutanlığındaki yaklaşık 2 saat süren incelemelerinde durumu hiç belli etmeden dikkatli incelemeler yaptığını ve personele sorduğu sorularla bilgi almaya çalıştığını, incelemeleri sırasında herhangi bir hareket hazırlığı görmediğini ve 21:25 sıralarında Kara Havacılık Komutanlığından ayrıldığını beyan etmektedir. Ancak Kara Kuvvetleri Komutanı’nın hiçbir hareket görmediği Güvercinlik Kara Havacılık Okul Komutanlığından Kara Kuvvetleri Komutanının ayrılmasından dakikalar sonra helikopterlerin havalanarak hain darbe girişimine katılabilmiş olması izah edilememektedir.
21) MİT’in bildiği ve dış makamları bilgilendirdiği Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın öngörülen bu darbe başladıktan sonra Cumhurbaşkanı’nın “darbeyi eniştemden öğrendim” demesi Başbakan’ın “eşten dosttan öğrendim” demesi ve sanki hiç bilmedikleri ve beklemedikleri şok edici bir gelişmeyle karşılaşmış gibi davranmaları anlaşılamamaktadır.
22) Öngörülen darbe girişimi 15 Temmuz günü öğleden sonra 14:20 itibariyle öğrenilmiş ancak yukarıda belirtilen bilgi ve bulgular ışığında gerekli bilgilendirmelerin yapılmadığı ve etkin önlemler alınmadığı anlaşılmıştır. Bu ihmaller zinciri sonucunda 15 Temmuz hain kalkışması önlenmeyen darbe girişimi olarak tarihe geçmiştir.
23) 15 Temmuz hain darbe girişimi bütün muhalefet partilerinin, sivil toplum kuruluşlarının, kamu kurumlarının ve halkımızın kahramanca girişimi ile bastırılmış ve bu direniş sırasında 249 yurttaşımız şehit 2301 yurttaşımız gazi olmuştur.
24) Darbe sonrası oluşan milli birlik ruhuna “Yenikapı mitingi” adı verilmiş ve darbe tehlikesi atlatılıncaya kadar bu uzlaşma sürdürülmüştür. Darbe tehlikesi sürerken ilan edilen OHAL’in geçici olduğu söylenmiş ve TBMM’de bulunan 4 siyasi partinin ortak iradesi ile bir Araştırma Komisyonu kurulmuştur.
25) Darbe tehlikesinin atlatılmasıyla birlikte Erdoğan tarafından Yenikapı süreci bozulmaya başlamıştır. Darbe tehlikesini atlatıncaya kadar olduğu söylenen OHAL kalıcılaştırılarak TBMM devre dışı bırakılmış ve Erdoğan’ın karşı darbe süreci başlamıştır.
26) Darbe araştırma komisyonu fiilen lağvedilmiş ve komisyon darbeyi girişimini araştıran değil Erdoğan’ın karşı darbesini aklayan bir kara propaganda aracına dönüşmüştür.
27) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın darbeye karşı direnen bütün kişi ve kurumları aldatarak başlattığı karşı darbe sürecinin hukuki silahı OHAL olmuştur. OHAL KHK’larıyla devlet tarumar edilmiş ve TSK’nın emir komuta sistemi parçalanmıştır.
28) Gerek 15 Temmuz darbe girişimi gerek Erdoğan darbesi karanlıkta tutabilmek ve halkımızın bilgi almasını engellemek için gazeteci tutuklayarak, gazete, televizyon, radyo ve haber siteleri kapatılarak basın susturulmuş ve sansür edilmiştir.
29) Özellikle yayın hayatları Cemaatle mücadele etmekle geçen ve bu mücadelede ağır bedeller ödeyen Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerine Cemaat suçlamasıyla yapılan adaletsizlikler karşı darbe sürecinin güç gösterisine dönüşmüştür.
30) Cemaatle mücadele bahane edilerek içlerinde cemaatle hiç ilgisi olmayan on binlerce kamu görevlisinin de olduğu yüzbinlerce insan gözaltına alınmış, tutuklanmış veya ihraç edilmiştir. Tutukluluk ve ihraç işlemleri aileleri özellikle çocukları da kapsayacak şekilde fiili cezaya dönüşmüştür.
31) Tescilli Cemaatçiler yurt içinde ve yurt dışında serbestçe dolaşırken en alt düzeyde on binlerce kamu görevlisi hiçbir savunma hakkı tanınmadan açlığa ve sefalete mahkum edilmiştir.
32) Hayatları cemaatle mücadeleyle geçen on binlerce kamu görevlisi de sırf muhalif oldukları için AKP’nin gadrine uğramış, işlerinden ve aşlarında olmuşlardır.
33) Başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere hiçbir yargı kuruluşunun ve hiçbir yargıcın hakim güvencesi kalmamış hakim ve savcılar OHAL silahıyla rehin alınarak AKP’nin emir erine dönüştürülmeye çalışılmıştır. Bu duruma direnen ve Cemaatle hiçbir ilgisi olmayan hakim ve savcılar terörist damgasıyla Cemaat çuvalına atılmışlardır.
34) Karşı darbe sürecinde kadroları boşaltılan kamu görevlilerinin yerine AKP yandaşları doldurulmuş, Erdoğan parti devleti inşası süreci başlamıştır. OHAL olağanlaşmış KHK’lar kanunlaşmıştır.
35) En son yapılan haksız, hileli ve mühürsüz referandumla parlamenter rejim rehin alınmış yerine gayri meşru bir Başkanlık rejimi kurulmuştur.
36) Bütün bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere 15 Temmuz hain darbe girişimini sonuçları kullanılmış ve karşı darbe gerçekleştirilmiştir. Bu sebeplerle 15 Temmuz darbe girişimi karşı darbe yapmak amacıyla sonuçları kullanılan bir darbe girişimidir.
37) Muhalefet şerhimizde detaylarıyla anlatıldığı üzere 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi Öngörülen, Önlenmeyen ve Sonuçları Kullanılan bir Kontrollü Darbe olarak tarihe geçmiştir.
38) Bu Muhalefet Şerhi 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi Sırasında Şehit Düşen Yurttaşlarımızın Aziz Hatıralarına ve Gazilerimize Adanmıştır.
=========================================
Dostlar,

Bu çalışma son derece önemlidir. Dün (14 Haz. 2017) konuyu web sitemizde işlemiştik.
313 sayfalık, içerdiği belge ve irdelemelerle tarihsel önem ve değer taşıyan bu metnin tümüne erişmek için erişke (link) adresi vermiştik. Bu yazımızı ve 313 sayfa eki okumak için tıklayın.

CHP’den TBMM FETÖ Komisyon Raporuna 313 Sayfa Karşıoy

Yukarıdaki metin, basın açıklamasında yapılan özettir.
Gn. Bşk. Sn. Kılıçdaroğlu‘nun 14 Haziran 2017 gecesi CNN TÜRK’te yaptığı açıklamaya göre ellerinde birkaç bin sayfa belge – bilgi vardır ancak 313 sayfa ile şimdilik yetinilmiştir.
Bu kritik açıklama ve siyasal hamlenin deyim yerinde ise ödülü, ertesi gün gelmiş ve CHP’nin gazeteci kökenli milletvekili Enis Berberoğlu, MİT TIR’ları ile ilgili Cumhuriyet’te yapılan haberde devlet sırrını açıklamaktan suçlanarak, 25 yıl hapse mahkum edilmiş ve hemen İstanbul Maltepe cezaevine konarak infaza geçilmiştir… Oysa seçilmiş miletvekilinin cezasının dönem sonuna ertelenmesi gerekir.

CHP’ue böylelikle ‘‘haddini bil” gözdağı verilmiş olması çok güçle olasıdır.

Yaklaşık 9 saat kadar sonra, 15 Haziran 2017 Perşembe günü, CHP Gn. Bşk. Sn. Kemal
Kılıçdaroğlu
, Ankara Güven Park’tan saat 11:00’de İstanbul Maltepe cezaevine,
Enis Berberoğlu’na doğru bir ADALET YÜRÜYÜŞÜ başlatacaktır.

Türkiye son derece sıcak bir dönem yaşamaktadır.
Tek ve kesin sorumlu ve sorunlu olan AKP = RTE’dir!
15 yıldır ülkeyi tek başına yönetme gücü – olanağı – ayrıcalığı yetmemiştir bu ikiliye!
Daha fazla ne istediklerini anlamak kolay değildir.
Ancak gelinen yer, tam anlamıyla ‘‘KADİR-İ MUTLAK TEK ADAM” rejimidir.
Ülke OHAL altında inletilmekte ve son derece katı bir despotizm – totalitarizm dayatılmaktadır.
Yapılan ağır hatalar saymakla bitmez. AKP = RTE’nin derin çelişkilerini E. Tümg. Sn. Naci Beştepe‘nin yazısından okuyabilirsiniz. (http://ahmetsaltik.net/2017/06/14/rteakp-iktidari-ve-ikilemler/)
Bu sitede yıllardır yazıyoruz…

* ÜLKENİN HIZLA NORMALLEŞTİRİLMESİ – DERHAL HUKUK DEVLETİNE DÖNÜLMESİ..

27 Mayıs 1960 askeri darbesinin (bir Devrim ile sonuçlanmıştır..) hemen öncesinde DP – Menderes’in CHP hakkında anayasayı tümüyle çiğneyen Tahkikat Encümeni kurması (15 DP vekili) akıllara gelmektedir. Bu Encümen’in mahkeme yetkisi olup (!), hedef CHP’yi kapatarak mallarına el koymaktır. Tarihsel kişilik İsmet İNÖNÜ TBMM’de tarihsel önemde bir uyarıda bulunmuştur :
– … Bunu yaparsanız sizi ben bile kurtaramam…
Sonrası malum.. Meşruluğunu yitiren bit iktidar ve halkın meşru direniş hakkını kullanması..AKP = RTE ne yapmak istiyor?? Ya da ne yaptığının gerçekten ayırdında mı????
Türkiye’yi uçurumun eşiğine sürüklediklerini hala görmüyorlar mı, intihar mı edecekler??? Şimdi bu sözlerimizden ”darbe kışkırtıcılığı” yorumu zorlanmasın..Darbeyi AKP = RTE yaptı, OHAL ile perçiniyor 20 Temmuz 2016’dan bu yana..

Bu kanlı bataktan nasıl çıkacağız, onun kaçınılmaz aranışı içinde Türkiye ve dünya!

Sevgi, saygı ve ciddi endişe ile. 15 Haziran 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

CHP’nin 2 Kadın Milletvekili Adayı..


CHP’nin 2 Kadın Milletvekili Adayı..

Şafak Pavey kimdir?

Turhan Özlü

CHP’nin Yüksek Seçim Kurulu’na sunduğu liste, parti içinde büyük tartışma yarattı. Kılıçdaroğlu’na yakın olduğu düşünülen isimlerin bile liste dışı kaldığı Milletvekili isimleri ise oldukça tartışmalı. İşte bunlardan biri. CHP Istanbul Milletvekili adayı Şafak Pavey.
2011 genel seçimlerinde İstanbul 1. Bölge’den Milletvekili Pavey,
bu dönem de CHP yöneticileri tarafından aday gösterildi.

Peki Şafak Pavey kimdir?

MECLİS’E TÜRBANLI VEKİL İÇİN CHP SÖZCÜSÜ

Aydınlık yazarı Mustafa Mutlu yazdı Y-CHP#039;yi yazdı

(AS: şu erişkeye tıklar mısınız?? http://ahmetsaltik.net/2015/04/09/turhan-ozlu-kitabi-y-chp-ve-bize-dusundurdukleri/)

İlan edildiği gibi 31 Ekim günü 4 AKP’li milletvekili Meclis’e türbanla geldiler.

CHP yönetimi, Grup toplantısında benimsediği “direnmeme” kararını uyguladı.
Kılıçdaroğlu Meclis’e bile gelmedi. Grup Başkan Vekili Muharrem Ince’nin
Benim bacım da türbanlı” diye yüksek perdeden konuşmasını AKP’li vekiller
alaylı bir gülümsemeyle dinlediler. Çünkü sonucu biliyorlardı. Şafak Pavey’in
konuşmacı olarak belirlenmesi bile CHP’nin tavrını anlamaya yeterlidir.

Pavey Meclis kürsüsünden şöyle seslendi:

Türbanlı kadın vekillerden beklentim büyük. Artık türbanı bir insan hakları ihlalinden, bir insan hakları kazanımına dönüştürmek onların sorumluluğundadır.

Dahası da var. Pavey, “Kadın polislerin” türban takmasına onay veren sözler söyledi:

Ben polisin başındaki türbandan değil bana -uyguladığı- şiddetten korkuyorum.” dedi. Türban konusundaki “hassasiyetin”, Ruhban Okulu, azınlık okulları ve cemevleri için de gösterilmesini istedi. Konuşma AKP sıralarından da alkış aldı.

Pavey’in ardından kürsüye gelen AKP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Arınç CHP, MHP ve BDP’ye teşekkür etti. Ertesi günü Tayyip Erdoğan da öbür partilerle birlikte CHP’ye
teşekkür etti:

Çok önemli bir birliktelik ve dayanışma vardır.
Destek verenlere çok teşekkür ediyorum.

Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet tarihinde ilk kez Meclis’e türbanla girilmesini
Bugün çok mutluyum” sözleriyle anlatıyordu. Meclis’te konuşan milletvekillerine;
ama özellikle Şafak Pavey’e teşekkür etti.

Tarih yazdık, çok önemli bir gerçeği Türkiye’nin gündeminden çıkardık. diyordu.

CHP yönetimi mutluluktan uçmaktadır. Grup Başkan Vekili Akif Hamzaçebi’nin şu sözleri; Şafak Pavey’in Meclis konuşmasıyla aynı kalemden çıkmış gibidir:

  • Kadın milletvekillerimizin başörtülü olarak Genel Kurul’a girmeleri bir özgürlük meselesidir. Farklı yaklaşımlar yanlıştır. Sorun geride kalmıştır.
    Bu, demokrasi adına çok büyük bir kazanımdır.

İNSANLIĞIN SERİ KATİLİ ABD’DEN ÖDÜL ALDI!

ABD Dışişleri Bakanlığı, 2012 “Uluslararası cesur kadınlar ödülü“nü CHP milletvekili
Şafak Pavey’e verdi.

Pavey ödülünü, 8 Mart 2012 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve
Obama’nın eşi Michelle Obama’nın ellerinden aldı.

Batıcı medya günlerce olaya büyük yer verdi. Pavey yıldızlaştırıldı.
Ödül, “tüm dünyada savunmasız topluluklar, mülteciler ve engellilerin hakları için
yaptığı çalışmalar..
” için verilmişti. Pavey’in bu alanda hangi çalışmalar yaptığı bilinmiyor.

Şafak Pavey tabi soramazdı! Ama bir tek CHP’li çıkıp da “Irak’ta, Afganistan’ da,
Libya ve Suriye’de ABD bombalarıyla sakat kalan kaç engelli var?
” diye sormadı.

Binlerce Müslüman kadına
ABD askerleri ve müttefikleri tarafından tecavüz edildi!

ABD işgali yıllarında Irak’ta Ebu Garip hapishanesindeki kadınlar
dışarıya “biz artık kirletildik, yaşayamayız
diye haber gönderdiler. Hapishanenin vurulmasını istediler.

Iraklı direnişçiler hapishaneyi gören bir yerde cenaze namazı kılıp,
füzeleri fırlattılar….

****

Şafak Pavey ve Y-CHP yönetimi o kadınların çığlıklarını duymadığı gibi,
insanlığın seri katilinden insan hakları ödülü aldılar.

Pavey ailece ABD ödüllü. 16 yıl öncede annesi Ayşe Önal’a Clinton, cesaret ödülü vermişti. ABD Büyükelçisi Ricciardone bu bilgiyi, Pavey’in onuruna düzenlediği resepsiyonda verdi.

Elçilikte düzenlenen davette Kılıçdaroğlu’yla birlikte Gürsel Tekin de yer aldı.
BDP milletvekilleri Hasip Kaplan ve Sırrı Sakık da Ricciardone’nin davetlileri arasındaydı.

İNGİLTERE’den LAİKLİK ÖDÜLÜ !?

Pavey’e, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Ödülü”nden sonra bir ödül de İngiltere’den geldi.
2014 Mart ayı sonunda verilen Yılın laik kişisi” ödülü, türban konusunda gösterdiği cansiperane çabayla ilgilidir! Pavey, ödülü İngiltere’nin “Gölge Dışişleri Bakanı
Kerry McCarthy’nin elinden aldı.

Kılıçdaroğlu’nun Ricciardone ile Büyükelçilik rezidansında buluşmasında,
yanındaki iki ad dikkat çekicidir: Sezgin Tanrıkulu ve Şafak Pavey;
her ikisi de ABD devletinin ödüle layık gördüğü kişilerdir.
*****

CHP Milletvekili Adayı Selina Doğan kimdir?

CHP’nin İstanbul 2. bölge 1. sırada aday gösterdiği Selina Doğan soykırım savunucusu çıktı. Selina Doğan listelerin kesinleşmesinin ardından konuştu :

Ermeni Soykırımı’nın 100. yılında aday gösterilmemin simgesel bir anlamı var.
Böyle bir dönemde aday gösterilmem çok anlamlı. 1915 olaylarının 100’üncü yılında mağduriyet aynı şiddette devam ediyor. O mağduriyetleri yasal zeminde gidermek için elimizden geleni yapacağız.
” dedi.

Displaying image002.jpg

CHP’nin adayı Selina Doğan, Ermenistan ile sınır kapılarının bir an önce açılmasını istedi.
***

İyi çalışmalar, saygı ve sevgiler. 9.4.2016

Murat Binzet
mailto:m1000zet@gmail.com

e-posta ile gönderdiğim tüm demokratik protesto, bilgi, haber, yorum ve sosyal / siyasal içerikli paylaşımlar T.C. Anayasasının;
MADDE 25:Düşünce ve Kanaat Hürriyeti“;
MADDE 26:Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti
kapsamında tarafımdan yapılmıştır. Demokratik düşünce ve kanaatlerimin engellenmesi
ve/veya şiddet/baskı altına alınması, bu nedenle

Hakkımda olası her türlü anti-demokratik yasal girişimi“,
T.C. Anayasası, AİHM ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi kapsamında,
her türlü yasal haklarım saklı kalmak üzere, peşinen reddederim.

====================================

Dostlar,

Murat Binzet kardeşimize teşekkür ederiz..
Yazıda üstteki 2 fotoğrafı biz ekledik..

Konuya ilişkin bir yazımızı aşağıdaki erişkeden çağırarak okuyabilirsiniz.

http://ahmetsaltik.net/2015/04/09/turhan-ozlu-kitabi-y-chp-ve-bize-dusundurdukleri/

Bir de Ermeni kökenli yurttaşımız CHP milletvekili adayı Selina Doğan hakkında Sayın Onur Öymen’de aşağıdaki ileti ulaştı. Paylaşmak isteriz.. Hem iletiyi hem de içeriğindeki çağrıyı..
*****

Partilerin milletvekili aday listeleri açıklandı. Halkımız oy verirken kuşkusuz bu adayların kimliklerini ve.söylemlerini de dikkate alacak ve bu söylemlerin partilerinin politikalarına ve programlarına uygun olup olmadığını göz önünde bulunduracaktır.

CHP’nin Ermeni kökenli bir Bayan adaya da yer vermesi ilke olarak doğru bir karar olmuştur. Ancak bu adayın daha ilk konuşmasında Partinin geçmişini suçlayıcı ifadelerde bulunduğu, bu arada devletimizin ve partimizin başından beri reddettiği “Ermeni soykırımı” ifadesini kullanması haklı kaygılar ve tepkiler yaratmıştır. Bu düşüncedeki bir adayın listelerde yer alması seçim döneminde Partimize yönelik suçlamalara yol açacaktır. Eğer basında yer alan ifadeleri söylemediyse Bayan Doğan’ın derhal bir açıklama yapması ve Partinin programına, geçmişinde ve ilkelerine sahip çıktığını belirmesi gerekecektir. Aksi takdirde gerçek CHP’lilerin kendisinden beklentisi CHP milletvekili adaylığından çekilmesi olacaktır.

Saygılar, sevgiler… 9.4.2015
Onur Öymen

*****

Sevgi ve saygı ile.
09 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Bir İŞ CİNAYETLERİ BİLANÇOSU DAHA : AKP Döneminin Utancı


Bir İŞ CİNAYETLERİ BİLANÇOSU DAHA :
AKP Döneminin Utancı

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı‘nın verilerine göre,
2002-13 arasında iş kazası geçiren toplam sigortalı sayısı 1 921 000 kişi.

Bu kazalarda ölen toplam sigortalı işçi sayısı ise 13 510 kişi.

En çok iş kazası 191 247 kişi ile 2013 yılında olurken, en çok iş kazası sonucu sigortalı işçinin öldüğü yıl ise 1700 kişi ile 2011 yılı oldu.
İş göremezlik raporu alan kişi sayısı 2002-14 arasında 15 519 496 kişi.

Manisa Soma’da 301 işçinin maden faciasında yaşamını yitirmesi, ardından Karaman’da
(Ermenek’te) 18 işçinin yeraltında kalması, Türkiye’de iş kazalarını gündemin 1. sırasına yerleştirdi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, CHP Genel Başkan Yardımcısı
ve İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu‘nun iş kazalarına ilişkin soru önergesine yanıt verdi. Bakan Çelik, “2013 yılı verileri geçici rakamlar olup, 2014 yılı verileri henüz derlenme aşamasında olduğundan verilememiştir. 2012 ve öncesi yıllarda kurum kayıtlarına giren
ve işlemi tamamlanan vakalar iş kazası geçiren sigortalı sayısı olarak alınmakta idi.
2013 yılı verileri tüm iş kazası geçiren sigortalıları içermektedir.” dedi.

301 MADENCİNİN ÖLDÜĞÜ FACİADA YETERLİ BİLGİ YOKMUŞ!

15 MİLYON KİŞİ İŞ GÖREMEZ RAPORU ALDI

Yıllar itibariyle kurum kayıtlarına giren ve işlemi tamamlanan iş kazası geçiren sigortalı sayıları ile iş kazası sonucu ölen sigortalı sayıları ise şu şekilde:

2002 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 72 344 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 872 oldu.

2003 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 76  668 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 810 oldu.

2004 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 83 830 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 841 oldu.

2005 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 73 923 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 1072 oldu.

2006 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 79 027 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 1592 oldu.

2007 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 80 602 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 1043 oldu.

2008 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 72 963 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 865 oldu.

2009 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 64 316 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 1171 oldu.

2010 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 62 903 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 1444 oldu.

2011 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 69 227 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 1700 oldu.

2012 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 74 871 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 744 oldu.

2013 yılında iş kazası geçiren sigortalı sayısı 191 247 iken;
iş kazası sonucu ölen sigortalı sayısı ise 1356 oldu.

*****

Dr. Ahmet Saltık                 :

2014’ü biz ekleyelim… Bakanlık önceki gün 1570 işçi ölümü olarak verdi.
Eksiktir.. İstanbul İş Güvenliği Meclisi tek tek ad vererek 1886 rakamını açıkladı..
35’i meslek hastalığı olmak üzere..
Varın bu rakamları da 2002-13 bilançsosuna siz ekleyin..

ÜLKE SAVAŞTA MI??

Nedir bu onbinlerce işi ölümü – yaralanması ve yüzbinlerce iş kazası???

İşin fıtratından olmalı.. By RTE öyle buyuruyor..

Eski Çalışma Bakanı Prof. Ömer Dinçer “güzel öldüler..” diyebiliyor Zonguldak Karadon
grizu kurbanlarına (30 emekçi) iyice saçmalayarak..
(17 Mayıs 2010)

Oysa bilim iş kazalarının % 98, meslek hastalıklarının da neredeyse %100 engellenebileceğini vurguluyor.

Bu durumda ülkemizdeki bu mezbaha yangının 1 numaralı nedeni,
yukarıda belirttiğimiz çağdışı – akıl dışı inanç ve yaklaşımdır..
Çok yazık, çok yazık..

*****

ERMENEK’TE 10. GÜNDE 2 İŞÇİNİN CANSIZ BEDENİ ÇIKARILDI..

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verilerine göre; iş göremezlik raporu alan başhekim onaylı kişi sayısı, 2002-2014 yılları arasında 15 519 496 kişi oldu. 2012-2014 arasında tersanelerde gerçekleşen iş kazası sayısı 605 olarak gerçekleşti.
2012 öncesi tablolarda veriler iş kazası bazlı değil kişi temelli tutuluyordu. 2002-2014
arasında tersanelerde gerçekleşen iş kazalarında yaşamını yitiren işçi sayısı ise 19 oldu.

======================================

Dostlar,

Bu hazin ve traji – komik tablo karşısında aklımıza bir tek açıklama geliyor :

Liberalizmin peygamberi Adam Smith, 1776’da yazdığı “Milletlerin Refahı”
(The Wealth of Nations) adlı kitabında tezini savunujrken;

– Girişimci sermayenin serbest bırakılması durumunda bir yandan kendi çıkarını – kârını maksimum kılarken, toplumsal yararı da başka hiçbir türlü olamayacak biçimde en çok kılar..

Böylece tüm eleştirileri kapıyor, tezini biricik görüyor ve onu kutsuyordu..

AKP’nin İŞÇİ CİNAYETLERİ BİLANÇOSU da benzer perişanlık örneği..

Hiçbir siyasal iktidar, bundan daha alasını, ne denli çabalarsa çabalasın başaramazdı!..

AKP’nin eli Gezi cinayetleri ve işleyeni bilinmeyenlere (faili meçhul!?) ek;
İŞÇİ CİNAYETLERİ ile de kirlenmiştir, kanlıdır.

Türkiye’nin bir an önce böylesi bir çağdışı – insana – emeğe düşman yönetimden kurtulması gerekiyor..

Sevgi ve saygıyla.
02.02.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

BİRGÜL AYMAN GÜLER : Üç kriter kırılması


Dostlar
,

Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Uzmanı (SBF’den emekli), CHP İzmir Milletvekili
Sn. Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, Türkiye’nin içine sürüklendiği şeytan üçgenini tanımlıyor..

Yaşanan – Türkiye’ye dayatılan süreçleri, engin uzmanlık bilgileriyle tanımlayarak kavramsallaştırıyor ve çıkış yolunu da gösteriyor.

Ayrıca CHP’nin çıkmazını ve derin ideolojik çelişkilerini de..

Siyaset bilimi dersi gibi bir yazı..

Herkes sakin sakin okumalı, anlamaya çabalamalı ve sonra da gereğini yapmalıdır. Öncelikle CHP’nin Diyarbakırlı ama nedense İstanbul Milletvekili Kürt kökenli, ne yazık ki Kürtçülük yapan Sezgin Tanrıkulu ve “Dersimli Devrimci Kemal” in okuması gerek..

Sevgi ve saygı ile.
29.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================== 

Üç kriter kırılması

portresi_genc

 

Prof. Dr.
BİRGÜL AYMAN GÜLER
AYDINLIK, 28.9.14

 

ABD’nin başkentinde “Ortadoğuda Kürt Realitesi: Risk, Beklenti, Fırsatlar” başlığıyla bir toplantı düzenlenmiş. Toplantı orada ama ev sahibi ABD değil,
HDP Washington Temsilciliği. Konuşanlar da İran dışında Türkiye, Irak, Suriye’deki Kürtçü siyasetlerin temsilcileri, yabancı kimse yok.

Toplantı, HDP tarafından düzenlenen “2. Kürt Konferansı” olarak duyuruldu.
Bu parti toplantısına başka partilerden gelen tek temsilci CHP’den,
başka bir siyasal partiden ne üst ne alt düzeyden temsilci var.

CHP temsilcisi, partinin Ortadoğu sorunu ve ABD-Ortadoğu ilişkileri ekseninde değil de, “realitenin Türkiye parçası” üzerinde konuşacak. Temsilci Sezgin Tanrıkulu
Milliyet Gazetesi’ne yaptığı açıklamada, CHP’nin Türkiye’de Kürt sorununa üç çözümü olduğunu söyleyeceğini belirtmiş:

(1) Yurttaşlık meselesinde eşit vatandaşlık,
(2) Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın (AYYÖŞ) uygulanması,
(3) Anadilde eğitimin kabulü.

ANLAM ve SORUNLARI

1. Eşit vatandaşlık, ulusal yurttaşlığın yarattığı engeli aşma formülü, temsilciye göre. Çözüm, bireysel haklara değil etnik/dinsel topluluk statülerine dayanan yurttaşlık sisteminin getirilmesinde. Başka bir adlandırmayla “anayasal vatandaşlık”ta.
Yani, PKK/HDP tarafından savunulan, AKP’ce benimsenmiş, AB-D çevrelerinin destek verdiği yol. Ulusal yurttaşlığı kuran “Türk vatandaşlığı”nı kaldırmayı, yerine TC’liği getirmeyi, etnik toplulukların anadillerine resmi dil statüsü vermeyi öngören yol.
Yeni Anayasa’da yapılmak istenen şey. CHP Programı bireysel haklara dayanan
ulusal vatandaşlığı, yani yurttaşların eşitliği ilkesini benimsediği için, geçtiğimiz yıl Anayasa Komisyonu’nda CHP tarafından reddedilmiş olan formül.

2. AYYÖŞ’ün uygulanması, “Kürt Sorunu”nu çözümü için ikinci kriter.
Temsilci bu açıklamasında da, AYYÖŞ’ün Türkiye’nin tüm yerel yönetimlerinde uygulanarak halkın katılımını artıracağını söylemiş. Ama “Kürt Sorunu” için
neden ayrıca işe yarayacağını daha önceden yaptığı gibi şimdi de açıklamamış.
Biz söyleyelim. AYYÖŞ 1995 yılında yapılan bir yorumla “yerellik esası” -subsidiarite- yönünde kullanılabilen bir araca dönüştü. Avrupa Konseyi’nde baskın kesim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi amacını “yerel yönetimlerin federal ilkeye göre örgütlenmesi”ne bağlamış durumda. Bunlar Türkiye’ye gönderdikleri heyetler ve Türkiye için hazırladıkları raporlarla anayasa değişikliği isterler. Onlara göre AYYÖŞ’ün uygulaması için Anayasa’da idare bölümünü değiştirmek gerekiyor. Somutça, “idarenin bütünlüğü” ilkesinin ve “idari vesayet” kurumunun kaldırılması; Anayasa’ya merkeziyet yerine “yerellik ilkesi”nin yerleştirilmesi gerekiyor. Dolayısıyla “AYYÖŞ uygulansın” demek, Yeni Anayasa için CHP tavrını şimdiden teslim almak anlamına geliyor.

3. Anadilde eğitimin kabulü, bir üst düzey yöneticinin kamuoyunun göz ve kulakları önünde Parti Programı’nı ihlal etmesine son kanıtı oluşturuyor. Üstelik bu ihlal bir yabancı ülkede ilanen yapılarak, Parti önümüzdeki günlerde ortaya çıkabilecek tartışmalarda fena halde açığa düşürülmüş oluyor. CHP Programı, anadilin öğrenilmesini kabul eder; anadilde eğitimi ise anadillerin resmi dil haline getirilmesini gerektiren siyasal-hukuksal işlerden biri olması nedeniyle benimsemez.

ÇÖZÜM TANIMDA GİZLİ

Kürt sorununda ilk sorun, adlandırılışı bir yana, tanımlanışında.

Kürt sorunu nedir?

sorusuna verilecek yanıt, çözümleri de belirliyor.

Şimdi, 2014 yılında ve geleceğe doğru, “özgürlük ve demokrasi sorunudur” diye yanıt verirseniz

(1) ulusal yapıyı -Türk vatandaşlığını-,
(2) üniter yapıyı -idarenin bütünlüğünü-, kamu örgütlenmesinde -eğitim, yargı, vb…-
tek hukuk düzenini çözmeyi/çeşitlendirmeyi yani bunları dağıtmayı kabul edersiniz.

AKP bunları becereceği zamanın sistemine “Yeni Türkiye”,
PKK/HDP ise “Yeni Yaşam” diyor. HDP konuğu CHP temsilcisi bu yolu öneriyor.

Soruya, 12 Eylül 1980 politikalarıyla yok edilmiş bireysel kültürel hakların sahipliği ve kullanımında alınmış mesafeyi göz önünde bulundurup, şimdi, 2014 yılında ve geleceğe doğru, bu bir “devlet, toprak ve sınır sorunudur” derseniz, o zaman konuya uluslararası/bölgesel sorun tanısı koyabilirsiniz. O vakit akıllar, özgürlükçü ve eşitlikçi bir yeniden yapılanma için ulusal ve üniter yapıyı pekiştirecek politikaları
kolayca seçecektir. CHP programı da bu yolu öngörüyor.

HDP’ye misafirlik, güncel tutum – Program arasındaki çatışmayı,
işte böyle hızla ve açıkça gözler önüne serilmiş bulunuyor.

BU ÇÖZÜM DEĞİL DAĞILMA SÜRECİDİR!

Dostlar,

Bu gün sitemize koyduğumuz KÖYLERİMİZ… hakkındaki yazımızda 6360 sayılı Büyükşehir Belediye Yasası ile Köylerin tasfiyesinin ardalanına, içyüzüne dikkat çekmiştik..

Aşağıda ise, Kamu Yönetimi Uzmanı Sn. Prof. Dr. B. Ayman GÜLER,
tarihsel önemde bir makale kaleme almış bulunuyor.

Bu yazıyı ve iletilerini, TBMM Genel Kurulundan bu gün geçen
TÜRKİYE’yi PARÇALAYABİLECEK yasayı her-ke-sin özenle, satır satır altını çizerek okuması ve konumunu alması gerek..

Başbakan R.T. Erdoğan, Cumhurbaşkanı olabilmek ve 5 + belki bir 5 yıl daha “erk” olmak, Türkiye’yi 2023’e dek tümden dönüştürmek üzere gerçekten tüm gemileri
yakmış ve tüm riskleri gözükara göze almıştır..

  • Türkiye, bölünme – parçalanma riski ile hiç bu denli somut – açık ve  yakın olarak yüzleşmemişti..

Bu vahimi açık ve yakın tehlikeyi halka nasıl anlatacağız??

Bir yolunu bulmak gerekiyor..

Mutlaka bulmak..

Sevgi ve saygı ile.
10 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================================================

Yön
İzmir Milletvekili Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER’in
yazı ve yorumlarını sunmaktadır..

BU ÇÖZÜM DEĞİL DAĞILMA SÜRECİDİR!

portresi_genc
 
 
 
 

 

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili
7.7.2014
AKP Hükümeti, 26 Haziran 2014 günü, TBMM Başkanlığı’na bir yasa tasarısı verdi.
Yazı hemen ertesi gün işleme sokuldu.

Tasarı 1/941 Esas sayılı. Adı Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Tasarısı.
(AS: Şu dakikalarda bu yasa tasarısı 6 madde olarak TBMM genel kurulunda
37’ye karşı 237 oyla kabul edildi!)

Tasarı, son iki maddesinden biri, yayımlandığı tarihte yürürlüğe gireceğini söyleyen madde, öbürü de hükümlerin Bakanlar Kurulu tarafından yürütüleceğini gösteren yürütme maddesi. Buna göre Tasarı yalnızca 4 maddeden oluşuyor. 

Tasarı 2 – 3 – 4 Temmuz 2014 günleri İçişleri Komisyonu’nda görüşüldü. 

AKP Tasarısına MHP karşı çıkarken, HDP ve CHP destek verdi. 

Basında yer aldığına göre, İnsan Hakları İşleri Genel Başkan Yardımcısı Sezgin TANRIKULU, CHP örgütlerine yazı gönderdi. CHP’nin “çözüm süreci”ne katıldığını, örgütlere bunun çevreye anlatılması görevini verdiğini bildirdi. 

Komisyon’da toplam 6 üyesi olan CHP’den 2 üye grubun kararına katılmadı.
Biri, Bolu Milletvekili Tanju ÖZCAN, diğeri de İzmir Milletvekili olarak ben oldum. 

Grup tutumundan ayrıldık ve destek vermeyerek Komisyon’da “red” oyu kullandığımızı açıkladık. 

NEDEN RED OYU? : Müzakerelerin Niteliği

Konuyla ilgili toplam 4 maddelik Tasarı, “çözüm süreci” için, gerçekte ise “PKK ile müzakere”ler için yasal zemin anlamına geliyor. 

  • Yasala Bağlamak… 

Şimdiye dek yapılan müzakereler yasa-dışı yapılmıştı. PKK, yasa-dışı görüşmelerde muhatap alınmakla birlikte, “taraf” statüsü kazanamamıştı. Şimdi, bu Tasarı yasalaşırsa PKK bir terör örgütü olmaktan çıkıp “müzakerenin ikinci tarafı” olarak meşru hale gelecek. Onun siyasal uzantısı BDP/HDP de, “uzantı” olma suçlamasından kurtulup resmi uzantı olarak muhatap alınacak. Kısacası, Tasarı’nın adında yer alan
“terörün sona erdirilmesi”nde terörle mücadele yerini tümüyle terör örgütüyle müzakereye bırakmış durumda. 

  • Mücadele Yok Müzakere Var… 

Bu yön değişikliği taraflarca da açıkça dile getiriliyor. İçişleri Bakanı Ala, “paradigma değiştirdik” derken, Başbakan Yardımcısı Atalay “güvenlikçi politikayı terk ettik” derken bunu ilan ediyor. Bu sayede “cenaze gelmiyor”, “anaların gözyaşları dindi”!
Toplumun büyük bölümü bu değişikliği destekliyor, “biz de gücümüzü bu destekten alıyoruz..” diyerek akan suları durduruyorlar. 

PKK ‘Taraf’ Oldu. Bu noktada HDP, verdiği önergelerde yazılı olarak da belgelediği üzere, dinen gözyaşlarının yanı sıra başka bazı sonuçlar doğduğunu ve
bundan büyük memnuniyet duyduğunu söylüyor. 

(1) Müzakerelerin tarafları tanımlanmış olacak,
(2) Müzakerelere kurumsal bir kimlik tanınmış olacak,
(3) Yabancı kurum, kuruluş, kişilerden üçüncü-tarafsız gözlemci heyet olacak. 

Anaların gözyaşlarının dinmesiyle durulan sular, böylece yeniden dalgalanıyor. 

(1) PKK yasal “taraf” haline gelince ‘terör’ kapsamından çıkıyor.
PKK eylemlerine ilişkin olarak alınmış her türlü önlem, medeni – cezai suç kapsamına girer hale geliyor. 

(2) “Taraf”ın yer aldığı müzakerelerin kurumlaşmasıyla birlikte, eski PKK yeni ‘taraf’ın ileri süreceği siyasal taleplerin yerine getirilme zorunluluğu yaratılmış oluyor.

(3) Devreye “üçüncü taraf” olarak yabancı devlet temsilcilerinin kabul edilmesi için boyunlar eğiliyor.

Yabancı Gözlemci Heyet… 

AKP yetkilileri “biz böyle bir şey dedik mi?” diyerek, “taraf”ın beklentilerini duymazdan gelme çabasına düşerken, şaşılacak biçimde kimi CHP’liler “korku, paranoya”dan kurtulmak gerektiğini dile getirebiliyorlar. 

Oysa, egemenlik alanına yabancı devletlerin şu ya da bu biçimde müdahalesi söz konusu olunca beliren düşünce ya da duygular korku – paranoyadan değil, dosdoğru Tarih Bilinci’nden kaynaklanır. Basit bir “mali gözetim komisyonu”nun nasıl Rüsum-u Sitte’ye, ondan da Düyunu Umumiye‘ye dönüştüğü, kendi tarihimizden dünyaya
mal olmuş büyük bir derstir. Bir kez başladıktan sonra yarı-sömürgeleşmeye, parçalanmaya, Cumhuriyet doğduktan sonra da taa 1954 yılına dek dişten tırnaktan artırılana el koymaya uzanmış yapışkanlık… (AS: Osmanlı’nım mirası Lozan borçları!)

NEDEN RED OYU? : Müzakerelerin İçeriği

Tasarı’nın 2. maddesinde, “çözüm süreci” için 8 alanda adım atılması,
Hükümet’e görev olarak verilmektedir:

(1) Siyasal,
(2) Hukuksal,
(3) Sosyoekonomik,
(4) Psikolojik,
(5) Kültür,
(6) İnsan hakları,
(7) Güvenlik,
(8) Silahsızlandırma. 

“Taraf”lar Anlaşmıştır…

HDP’nin önergesinde bunlara (9) Ekoloji, (10) Hakikatlerle yüzleşme başlıkları eklenmiştir. AKP Tasarısı’ndaki son iki madde ise, “Karşılıklı Silahsızlandırma” ve
“De-militarizasyon” diye yazılmıştır. 

AKP Hükümeti’nin Tasarısı, müzakerelerin içeriğine ve özellikle (1) Siyasal, (2) Hukuksal alanlarda atılacak adımlara ilişkin en ufak bir ipucu vermezken,
HDP önergelerinde bu açıdan beklentiler yazıya dökülmüştür. 

Siyasal Hedefler. HDP’nin müzakerelerden siyasal – hukuksal beklentilerinin başında “Ortak Vatan – Eşit Vatandaşlık” ilkelerinin anayasal bakımdan tanınması gelmektedir. 

Eşit Vatandaşlık, önergelerde “demokratik eşit siyaset hakkının tanınması” olarak
dile getirilmiştir. Bundan kastedilen, yurttaşların bireysel eşitlikleri değil,
etnik toplulukların eşitlikleridir.

Bu görüşe göre Türkçe, bir etnik topluluk olarak gördükleri Türklerin anadili iken
resmi dil olmuştur. Bu, “eşit vatandaşlık” ilkesine aykırıdır; diğer etnisitelerin anadilleri de resmi dil olarak kabul edilmelidir. Eşit siyaset hakkı, ancak böyle sağlanacaktır. 

Ortak Vatan ise, Türkiye’nin “Türkiye’de yaşayan herkesin vatanı olması” anlamına gelmez. Zaten halihazırda Türkiye, tüm vatandaşların vatanıdır. Ortak Vatan’dan kastedilen şey başka bir şeydir; ilgililerin çeşitli kongre kararlarında ve yetkililerinin açıklamalarında şöyle tanımlanmaktadır:

“Ortak Vatan Türkiye ve Kürdistan’dır!

Kürdistan temsilcilerinin Türkiye parlamentosuna göndereceği temsilcileriyle
Ortak Vatan politikalarına katılmaları gerekir.” Bu talep, yasama sürecinde “uluslararası sözleşmelerdeki çekincelerin kaldırılması”, “yerel/bölgesel özerklik” talepleri çerçevesinde dile getirilmektedir. 

Bu taleplere ilişkin ayrıntılı bilgi, İçişleri Komisyonu görüşme tutanaklarından
elde edilebilir. 

Hukuksal Hedefler…

AKP Hükümeti, Tasarı’da adım atılacağını belirlediği hukuksal alanda neler yapılmak istendiği konusunda ne yazılı ne sözlü hiçbir ipucu vermezken,
‘taraf’ HDP bazı açıklamalar vermektedir.

(1) Anayasa değişikliği elzemdir; ulusal devleti kuran “Türk vatandaşlığı” kurumunun Anayasa’dan çıkarılması hedeflenmektedir. 

(2) Yeni Anayasa, tek değil çok resmi-dil uygulamasını kabul edecektir.

(3) Anayasa, merkeziyetçilik ilkesi yerine ademi merkeziyetçilik sistemini benimseyecektir.

Milliyetler Devleti. Türk vatandaşlığı yerine T.C. Vatandaşlığı kurumunun getirilmesi, “Türk” sıfatını ulusal siyasal kimlik olmaktan çıkaracak, etnik topluluk sıfatı haline getirecektir. Böylece, tüm etnik toplulukların anadillerinin resmi dil haline getirilmesi için gerekli “temizlik” yapılmış olacaktır. [HDP ‘taraf’ı ve bazı CHP milletvekilleri
bunu ‘kollektif haklar’ terimiyle dile getirmektedir] 

Böyle bir temizlik, ulusal devlet örgütlenmesi yerine “milliyetler devleti” kurmak demektir. Şimdiki anayasal düzende madde 3, “Türkiye Devleti ….. ve milletiyle bölünmez bir bütündür” ilkesi bu hedefin önündeki temel engeli oluşturmaktadır. 

  • İçişleri Komisyonu’ndaki görüşmelerden anlaşılmıştır ki, aslında iki ayrı değil aynı tarafta yer alan AKP – PKK/HDP ve yazık ki kimi CHP yöneticileri, şimdi ve önümüzdeki dönemde elbirliğiyle “milletin bölünmesi ve milliyetler devleti kurulması” hedefi için çaba sarf edeceklerdir. 

Federal Devlet. Hukuki düzenlemeler arasında yer alacağı belirtilen “uluslararası sözleşmelerdeki çekincelerin kaldırılması” konusu, “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” biçimindeki söylemler, Anayasa’nın “idare” bölümünde ademi merkeziyetçilik yönünde değişiklikler yapılmasının hedeflendiğini göstermektedir. 

Bu yönde şimdiye kadar çeşitli adımlar atılmıştır. 

Bunlardan ikisi önemlidir. Birincisi, 2005 yılında İl Özel İdaresi Kanunu ile
Belediye Kanunu’nda bunlar “idari ve mali özerk yönetimler” olarak tanımlanarak
federal örgütlenme [subsidiarite] anlayışının içine çekilmişlerdir.

İkincisi, 2012 yılında Türkiye’nin üretim ve ticaretinde çok büyük bir bölümü yaratan
30 il, il-genelinde yetkili büyükşehir belediyeciliğinin yönetimine verilmiştir. 

Daha şimdiden, ‘taraf’ HDP, yerel yönetimlere madenlerden “pay verilmesi talebi”nde bulunmaktadır. Bu teklif, yerel yönetimlerin “mali desantralizasyon” değil
“mali federalizm” ilkesine göre kaynaklandırılmasını istemek demektir. 

‘Taraf’ HDP, hukuksal düzenlemelerin, AB projesi olan Bölgesel Kalkınma Ajansları temelinde 26 bölgeye özerklik verme temelinde yapılmasını dile getirmekle birlikte, bu isteklerini asıl olarak “Kürdistan” diye adlandırdıkları tek özerk bölge için sıcak tuttuklarını görmek zor değildir. 

Bu hedef, Anayasa’nın madde 3’ünde “Türkiye Devleti ülkesi ….. ile bölünmez bir bütündür”, yani üniterdir; federal ya da bölgesi devlet olmaz diyen maddesine çarpıp durmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, bütün güçlerini “Yeni Anayasa” için harcamak zorundadırlar. 

‘Taraf’ HDP’nin, CHP yönetimi tarafından da dile getirilmekte olan Terörle Mücadele Yasası’nın, Türk Ceza Kanunu gibi yasalardaki anti-demokratik düzenlemelerin kaldırılması talepleri, yukarıda açıklanan hedeflerin tamamlayıcılarıdır. 

HDP, bütün bunlara ek olarak tüm yasalarda “ayrımcı ve ırkçı” ifadelerin temizlenmesi hedefini de yazıya dökmüştür. Burada “ırkçı” ifadelerin ‘taraf’a göre ‘Türk’ sözcüğünden ibaret olduğu artık kimse için sır değildir. 

DEĞERLENDİRME

  • “Çözüm süreci”, Türkiye’de ulusal ve üniter devlet örgütlenmesini dağıtma sürecidir. 

Bu girişim, ülkemizde etnik topluluklar ayrışmasına ve buna hızla eklenecek mezhepler kopuşuna sürükleyecek bir girişimdir. 

Bu girişimin sağlayacağı ileri sürülen “kalıcı barış”, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünün kaldırılması şartına bağlanmıştır. PKK/HDP’nin istediği, AKP Hükümeti’nin getirdiği ve CHP yönetiminin destek verdiği Tasarı, terörü Cumhuriyet Rejimi’ni teslim ederek
sona erdirmeye hizmet etmektedir. 

Hepimizin isteği terörün sona erdirilmesidir. 

Ama bunun bedeli milliyetlere ayrışmak ve toprakta egemenliğin paylaşılması ise, Türkiye kendinden vazgeçerek teröre teslim oluyor demektir. 
Bu ise terörün sona erdirilmesi değil, ülkeyi bir bütün olarak büyük teröre sürüklemek anlamına gelir. 

  • Ülkemizin dağılma sürecine destek vermemiz, elbette mümkün değildir.

Hanımefendi; Hangi Devletin Mandasını İsterdiniz?


Hanımefendi; Hangi Devletin Mandasını İsterdiniz?

portresi.milletvekilijpg

Prof. Dr. Birgül Ayman GÜLER
CHP İzmir Milletvekili

İlerici, özgürlükçü, eşitlikçi, barışçı ve demokrasici, vb. vb… BDP’nin Eşbaşkanı Gültan Kışanak önemli bilgiler veriyor ve davetiyeler çıkarıyor. Yer Almanya, Berlin. Zaman ise Tatlısesli Erdoğan – Şivanlı Barzani buluşması günü.
15 Kasım 2013, Diyarbakır

Bilgiler şunlar:

1. “Çözüm süreci”nin 1. aşamasında “izleme grubu” üzerinde uzlaşma sağlanmış;
“akil insanlar heyeti” bu anlayışla kurulmuş. Ne var ki Hükümet bu heyeti,
“uzlaşmaya aykırı olarak” kamuoyu çalışması gibi yansıtmış ve süreçte eksiklik yaratmış.

2. “Çözüm sürecinde bir yıldır gözlemci konusu” konuşuluyormuş.
İmralı görüşmelerinde bu konu gündeme getirilmiş. Son bir aydır süreç tıkanmış.

Davetiye ise mandacılığa:

Gültan Kışanak “Süreçte demek ki bir sorun var. Bir hakem gerek.
Buna bir 3. göz gerek. Bunun kaçınılmaz olduğu kanıtlanmıştır.” diyor.

Oslo görüşmelerinde, bir İngiliz’in masada hakem olduğunu duymuştuk.
15 Kasım 2013 günlü Tatlısesli Erdoğan – Şivanlı Barzani buluşmasının ardında da bir ‘üçüncü göz’ olduğu sırıtıp durdu. Gültan Kışanak bu gerçekleri açığa çıkaralım diyor.

Sözlerinin devamı, kendisini de hareketini de tarihe geçirecek cinsten:

  • “Bu aşamada doğrudan bir devlet adı söyleyemeyiz. Biz bunu istiyoruz.
    Bunu yapacak bir ülkenin çıkmasını bekliyoruz. Ayrıca bu tür mekanizmalar masanın her iki tarafının oluru ile devreye giriyor. Her iki tarafın kabul edeceği
    3. bir taraf gerek”… “Kışanak, batılı ülkelerden birinin sürece dahil edilerek sürecin sağlıklı işleyebilmesi için mekanizmaların eksiksiz kurulabileceğine inandığını kaydetti.” (http://www.radikal.com.tr/turkiye/kisanak_surec_tikandi_ucuncu_goz_lazim-1161151)

İlerici, özgürlükçü, barışçı….. BDP’nin kadın eşbaşkanı açıktan açığa, emperyalist Batı merkezlerinin kendilerini koruma, kollama, kullanma şiddetini artırmalarını istediğini
ilan ediyor. ‘Gizlice yapmayın, gizlenmenize gerek yok, bizim işbirlikçiliğimiz açık,
haydi gelin, mandacılığınızı açıktan kurun artık..’ diyor.

Kendi ülkesinde yabancı yönetimini istemekte, güttüğü amaçlar için emperyalizmin kollarına atılmakta, ‘manda istiyorum’ demekte hiç sorun görmeyen bu kadın eşbaşkan, emperyalizme açık davetiyle tarihte hangi başlığa ait olduğunu
kendisi belirlemiş durumda.

Manda davetiyesine CHP imzası eklemek?

Hadi diyelim ki, bu kişi bu sözlerle kendisinin ve siyasetinin değerini ortaya koydu, kendileri için ayıp! Ne var ki, konuşan barış ve demokrasi eşbaşkanı burada durmuyor. Bu emperyalizmin mandacılığına çağrı çıkaran kişi, bir de içinde yuvarlandığı onursuzluğa CHP’yi katmaya çaba gösteriyor.

“Özellikle CHP’nin Kürt sorunu konusunda daha evrensel siyaset izleyen bir parti durumuna gelmesi gerektiği”ni buyuruyor. Yani, Kürt sorunu konusunda evrensel siyaset dediği “emperyalist siyaset”e yolladığı çağrıya  CHP olarak bizim de
adımızı eklemeye çalışıyor.

Bu öyle hayret verici bir özgüven ki, böylesine ancak kendini bilmezlik denebilir!

Ama bir dakika!… Kışanak bu sözleri için belki CHP yönetiminde olup, kişisel işlere girişen kimi kişilerin çabalarından cesaret alıyor olabilir. Gerçekten de, örneğin CHP’yi bu işe ortak etmek isteyen bir Sezgin Tanrıkulu araştırma önergesi verilmiş ve AKP ile BDP buna sahip çıkmışlardır. Ancak herkes bilir ki, CHP bu önergeyi TBMM Genel Kurulu’nda tüm halkın gözleri önünde geri çekerek Tanrıkulu’nun ortaklık çabasını
boşa çıkarmıştır. Eğer Kışanak’ın cesareti bu tip çabalardan kaynaklanıyorsa,
aynı çabaların CHP bünyesi tarafından nasıl boşa çıkarıldığına da dikkat etmesi gerekir.

İki gözü de kapalı; üçüncü gözü ise hiç olmamış!

Kışanak, 3. göz olsun diye mandacılığı çağırıyor. Ama kendisinin iki gözü kapanmış. Besbelli ki “üçüncü gözü” de hiç olmamış.

Olsaydı, “Kadim efendilerimiz, biz Irak’taki kuzey yönetiminden hiç de aşağı kalmayız; siz daha istemeden biz her hizmete varız.” yalvarmalarının
‘mazlum milletler’ tarihindeki anlamını görebilirdi. Ve görebilse, işbirlikçiliğini
böyle bir arsızlıkla gözler önüne sermezdi.

  • Emperyalizmin hizmetinde olanlar, tarihte hep gericiliğin; teslimiyet ve esaretin; haksız savaş dalgalarının içinde boğuldular. Madem böyle bir çağrıya sahiptir,
    o halde barış ile demokrasi, BDP’nin yalnızca adındadır; yakışıksız bir yama gibi… [17 Kasım 2013]