Etiket arşivi: Düyunu Umumiye

En az yüz sene daha borç ödeyeceğiz

En az yüz sene daha borç ödeyeceğiz

Enver Aysever
Cumhuriyet, 11.10.18

Düyunu Umumiye denen borçların son taksiti 25 Mayıs 1954’te yatırılır Türkiye Cumhuriyeti tarafından. İlk borç 1854’te alındığına göre, yüz yıl süren bir dönemden söz ediyoruz. Ödeme süresiyse tam 72 yıl. ‘Borç alınır, ödenir, ne var ki’ diye düşünen çıkabilir. Borcun alındığı döneme bakarsak Osmanlı’nın çöküşünü görürüz, kapitalistleşmeyi başaramayan bir devletin yıkılış sürecidir söz konusu olan. Ardından ulus-devlet olarak Cumhuriyet kurulur, kendine ait olmayan (sarayın, hanedanın) borçlarını yüklenir ve öder. Bunun iktisadi olarak nasıl yapıldığı değerli bir inceleme konusudur, ancak bir de etik mesele var ki, sanırım en çok üzerinde durmamız gereken konu budur. Türkiye Cumhuriyeti devrimle kuruldu. Her devrim kendi insan tipini yaratmak ister. Cumhuriyet; çalışkan, erdemli, dürüst, toplumcu, aydınlanmacı insan yaratmak istiyordu. Keskin aydınlanma hareketi sonuçlarını vermeye başladı hemen.

Cumhuriyet ‘dil’ devrimi ile anlaşılır. Okuryazarlık hızla artarken, dünyanın seçkin yapıtları da dilimize kazandırıldı. Salt iktisadi çabayla kalkınma olmayacağını bilen Cumhuriyet kadroları, herhangi bir önem/öncelik sıralaması yapmadan, topyekûn devrimin gereğini yerine getiriyordu. Yaratılacak insanın etik değerleri yüksek olmalıydı. İşte bu sorumlulukla o borç ödendi. Üstelik kimselere muhtaç olmadan, öz kaynakla! 

Cumhuriyet sosyalist değildi. Ancak Planlı Ekonomi’ ustalıkla uygulandı. İnsan kaynağına, nüfus dağılımına uygun fabrikalar kuruldu, işsizlikle mücadele, bölgeler arası eşitsizliğin de ortadan kalkması hedeflenerek, verildi. Unutmayalım ki, dünya savaşla kırılırken, bunun dışında kalmayı da başardı Cumhuriyet. (Ayrıntısına girmiyorum, ancak İnönü eleştirisi bu bağlamda tümüyle haksızdır.) Halkını besleyebilen, uygun sanayileşme koşullarıyla kalkınan bir devletten söz ediyoruz. 

Niyazi Berkes 1964’te kaleme aldığı “200 Yıldır Neden Bocalıyoruz” adlı kitabında, Osmanlı’yı çökerten, Cumhuriyeti ele geçirip tüketen nedenin gericilik ve liberallik olduğunu vurgular. Cumhuriyet devrimiyle bastırılan yobazlar, liberaller Menderes’le, üstelik daha gürültülü ve baskın biçimde yeniden ortaya çıktı. Cumhuriyet Batı değerlerini, ölçüsünü her yönüyle hedef edinmiş, bu yolda ciddi mücadele vermiştir. Tuhaftır; Batı bu yeni devletle işbirliği yapmak yerine her dönem liberalleri, gericileri desteklemiştir. Bu tarihsel çelişki kuşkusuz! İslamcılar, milliyetçiler, liberaller ABD sevdalısı olmuştur her dönem. Cumhuriyet devrimine sahip çıkan/erdemli insan, yerini karşıdevrimci / gerici bu tipe bırakmıştır.

Borçlanma Menderes ile başlar yeniden. Ülke liberal iktisada tümüyle teslim olur. Ayağını yorganına göre uzatan Cumhuriyetin kurucu kadroları, yerini görgüsüz, piyasacı, etik ölçüleri yerle bir olmuş yenilerine bırakır. RTE ve partisi bunun sonucudur. Bugünü anlamak için o kırılmaya bakmak gerekir. 

Ne zaman kutsal kitap, bayrak çığırtkanlığı olsa büyük toplumsal çürüme olduğu kesindir. Yobazların, işbirlikçisi liberallerin üstünde tepindikleri kavramlardır; din, mezhep, milliyet, kimlik… Sınıf bilinci olmaksızın, dünyayı doğru kavramak mümkün değildir. Bu çevrelerin; hukukun üstünlüğü, bilimsel bilgi üretmek, aydınlanma, kalkınma gibi öncelikleri yoktur. Dincilikle, ırkçılıkla zehirlenmiş toplumlar, bir de Ortadoğu cehaletiyle birleşince son derece tehlikeli hal alır. ‘Yerlilik, millilik’ sözcükleri eksik olmaz ağızlarından gericilerin, ancak hep ABD hayranı, uydusu olarak yaşarlar. 

Berkes;
– gericilik bastırılmalı,
– küresel çatışmalardan uzak durmalı
– diğer devletlerin siyasal oyunlarına karşı uyanık olunmalı,
– yoksulluktan kurtulmak için toplumsal reformlar yapılmalı, diyor kısaca.

Bir anlamda kuruluştaki ilkelere geri dönülmesi gerektiğine işaret ediyor. Bir zaman Türkiye halkı sınıflı toplum olduğunu fark etmiş, örgütlenmiş ve hayli yol almıştı. Gericilerin dostu darbeler olmasaydı, muhtemelen hedeflenen yere çoktan varılmış olacaktı.

  • Genel olarak Batı’nın, özelde ABD’nin bu türden bir dirilişe izin vermesi söz konusu değildi. Gericiler bu destekle iktidar oldu! 

TÜİK verilerine göre üniversite mezunları son on yılda büyük gelir kaybına uğradı. Buna karşın okuryazar olmayanların geliri %231 arttı. Bunu yoksullukla iyi savaşılmış diye yorumlamak yanılgıdır. Sağ iktidarlar (Özellikle AKP); cahiller, düşkünler toplumu yaratarak, bunun üzerinden varlıklarını güçlendirir.

  • Devletten verilen sadakayla geçinen insan, düşünmek yerine şükretmeyi yeğler.
  • Neo Osmanlıcılık yeni çöküşün adıdır.
  • Kriz iktisadi değildir yalnızca, etik çürüme söz konusudur.

Kokusunu almayan var mı hâlâ?
========================================
Teşekkürler Enver Aysever, çok başarılı bir yazı..

Dr. Ahmet SALTIK, 15.10.18

BU ÇÖZÜM DEĞİL DAĞILMA SÜRECİDİR!

Dostlar,

Bu gün sitemize koyduğumuz KÖYLERİMİZ… hakkındaki yazımızda 6360 sayılı Büyükşehir Belediye Yasası ile Köylerin tasfiyesinin ardalanına, içyüzüne dikkat çekmiştik..

Aşağıda ise, Kamu Yönetimi Uzmanı Sn. Prof. Dr. B. Ayman GÜLER,
tarihsel önemde bir makale kaleme almış bulunuyor.

Bu yazıyı ve iletilerini, TBMM Genel Kurulundan bu gün geçen
TÜRKİYE’yi PARÇALAYABİLECEK yasayı her-ke-sin özenle, satır satır altını çizerek okuması ve konumunu alması gerek..

Başbakan R.T. Erdoğan, Cumhurbaşkanı olabilmek ve 5 + belki bir 5 yıl daha “erk” olmak, Türkiye’yi 2023’e dek tümden dönüştürmek üzere gerçekten tüm gemileri
yakmış ve tüm riskleri gözükara göze almıştır..

  • Türkiye, bölünme – parçalanma riski ile hiç bu denli somut – açık ve  yakın olarak yüzleşmemişti..

Bu vahimi açık ve yakın tehlikeyi halka nasıl anlatacağız??

Bir yolunu bulmak gerekiyor..

Mutlaka bulmak..

Sevgi ve saygı ile.
10 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================================================

Yön
İzmir Milletvekili Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER’in
yazı ve yorumlarını sunmaktadır..

BU ÇÖZÜM DEĞİL DAĞILMA SÜRECİDİR!

portresi_genc
 
 
 
 

 

Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER
CHP İzmir Milletvekili
7.7.2014
AKP Hükümeti, 26 Haziran 2014 günü, TBMM Başkanlığı’na bir yasa tasarısı verdi.
Yazı hemen ertesi gün işleme sokuldu.

Tasarı 1/941 Esas sayılı. Adı Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Tasarısı.
(AS: Şu dakikalarda bu yasa tasarısı 6 madde olarak TBMM genel kurulunda
37’ye karşı 237 oyla kabul edildi!)

Tasarı, son iki maddesinden biri, yayımlandığı tarihte yürürlüğe gireceğini söyleyen madde, öbürü de hükümlerin Bakanlar Kurulu tarafından yürütüleceğini gösteren yürütme maddesi. Buna göre Tasarı yalnızca 4 maddeden oluşuyor. 

Tasarı 2 – 3 – 4 Temmuz 2014 günleri İçişleri Komisyonu’nda görüşüldü. 

AKP Tasarısına MHP karşı çıkarken, HDP ve CHP destek verdi. 

Basında yer aldığına göre, İnsan Hakları İşleri Genel Başkan Yardımcısı Sezgin TANRIKULU, CHP örgütlerine yazı gönderdi. CHP’nin “çözüm süreci”ne katıldığını, örgütlere bunun çevreye anlatılması görevini verdiğini bildirdi. 

Komisyon’da toplam 6 üyesi olan CHP’den 2 üye grubun kararına katılmadı.
Biri, Bolu Milletvekili Tanju ÖZCAN, diğeri de İzmir Milletvekili olarak ben oldum. 

Grup tutumundan ayrıldık ve destek vermeyerek Komisyon’da “red” oyu kullandığımızı açıkladık. 

NEDEN RED OYU? : Müzakerelerin Niteliği

Konuyla ilgili toplam 4 maddelik Tasarı, “çözüm süreci” için, gerçekte ise “PKK ile müzakere”ler için yasal zemin anlamına geliyor. 

  • Yasala Bağlamak… 

Şimdiye dek yapılan müzakereler yasa-dışı yapılmıştı. PKK, yasa-dışı görüşmelerde muhatap alınmakla birlikte, “taraf” statüsü kazanamamıştı. Şimdi, bu Tasarı yasalaşırsa PKK bir terör örgütü olmaktan çıkıp “müzakerenin ikinci tarafı” olarak meşru hale gelecek. Onun siyasal uzantısı BDP/HDP de, “uzantı” olma suçlamasından kurtulup resmi uzantı olarak muhatap alınacak. Kısacası, Tasarı’nın adında yer alan
“terörün sona erdirilmesi”nde terörle mücadele yerini tümüyle terör örgütüyle müzakereye bırakmış durumda. 

  • Mücadele Yok Müzakere Var… 

Bu yön değişikliği taraflarca da açıkça dile getiriliyor. İçişleri Bakanı Ala, “paradigma değiştirdik” derken, Başbakan Yardımcısı Atalay “güvenlikçi politikayı terk ettik” derken bunu ilan ediyor. Bu sayede “cenaze gelmiyor”, “anaların gözyaşları dindi”!
Toplumun büyük bölümü bu değişikliği destekliyor, “biz de gücümüzü bu destekten alıyoruz..” diyerek akan suları durduruyorlar. 

PKK ‘Taraf’ Oldu. Bu noktada HDP, verdiği önergelerde yazılı olarak da belgelediği üzere, dinen gözyaşlarının yanı sıra başka bazı sonuçlar doğduğunu ve
bundan büyük memnuniyet duyduğunu söylüyor. 

(1) Müzakerelerin tarafları tanımlanmış olacak,
(2) Müzakerelere kurumsal bir kimlik tanınmış olacak,
(3) Yabancı kurum, kuruluş, kişilerden üçüncü-tarafsız gözlemci heyet olacak. 

Anaların gözyaşlarının dinmesiyle durulan sular, böylece yeniden dalgalanıyor. 

(1) PKK yasal “taraf” haline gelince ‘terör’ kapsamından çıkıyor.
PKK eylemlerine ilişkin olarak alınmış her türlü önlem, medeni – cezai suç kapsamına girer hale geliyor. 

(2) “Taraf”ın yer aldığı müzakerelerin kurumlaşmasıyla birlikte, eski PKK yeni ‘taraf’ın ileri süreceği siyasal taleplerin yerine getirilme zorunluluğu yaratılmış oluyor.

(3) Devreye “üçüncü taraf” olarak yabancı devlet temsilcilerinin kabul edilmesi için boyunlar eğiliyor.

Yabancı Gözlemci Heyet… 

AKP yetkilileri “biz böyle bir şey dedik mi?” diyerek, “taraf”ın beklentilerini duymazdan gelme çabasına düşerken, şaşılacak biçimde kimi CHP’liler “korku, paranoya”dan kurtulmak gerektiğini dile getirebiliyorlar. 

Oysa, egemenlik alanına yabancı devletlerin şu ya da bu biçimde müdahalesi söz konusu olunca beliren düşünce ya da duygular korku – paranoyadan değil, dosdoğru Tarih Bilinci’nden kaynaklanır. Basit bir “mali gözetim komisyonu”nun nasıl Rüsum-u Sitte’ye, ondan da Düyunu Umumiye‘ye dönüştüğü, kendi tarihimizden dünyaya
mal olmuş büyük bir derstir. Bir kez başladıktan sonra yarı-sömürgeleşmeye, parçalanmaya, Cumhuriyet doğduktan sonra da taa 1954 yılına dek dişten tırnaktan artırılana el koymaya uzanmış yapışkanlık… (AS: Osmanlı’nım mirası Lozan borçları!)

NEDEN RED OYU? : Müzakerelerin İçeriği

Tasarı’nın 2. maddesinde, “çözüm süreci” için 8 alanda adım atılması,
Hükümet’e görev olarak verilmektedir:

(1) Siyasal,
(2) Hukuksal,
(3) Sosyoekonomik,
(4) Psikolojik,
(5) Kültür,
(6) İnsan hakları,
(7) Güvenlik,
(8) Silahsızlandırma. 

“Taraf”lar Anlaşmıştır…

HDP’nin önergesinde bunlara (9) Ekoloji, (10) Hakikatlerle yüzleşme başlıkları eklenmiştir. AKP Tasarısı’ndaki son iki madde ise, “Karşılıklı Silahsızlandırma” ve
“De-militarizasyon” diye yazılmıştır. 

AKP Hükümeti’nin Tasarısı, müzakerelerin içeriğine ve özellikle (1) Siyasal, (2) Hukuksal alanlarda atılacak adımlara ilişkin en ufak bir ipucu vermezken,
HDP önergelerinde bu açıdan beklentiler yazıya dökülmüştür. 

Siyasal Hedefler. HDP’nin müzakerelerden siyasal – hukuksal beklentilerinin başında “Ortak Vatan – Eşit Vatandaşlık” ilkelerinin anayasal bakımdan tanınması gelmektedir. 

Eşit Vatandaşlık, önergelerde “demokratik eşit siyaset hakkının tanınması” olarak
dile getirilmiştir. Bundan kastedilen, yurttaşların bireysel eşitlikleri değil,
etnik toplulukların eşitlikleridir.

Bu görüşe göre Türkçe, bir etnik topluluk olarak gördükleri Türklerin anadili iken
resmi dil olmuştur. Bu, “eşit vatandaşlık” ilkesine aykırıdır; diğer etnisitelerin anadilleri de resmi dil olarak kabul edilmelidir. Eşit siyaset hakkı, ancak böyle sağlanacaktır. 

Ortak Vatan ise, Türkiye’nin “Türkiye’de yaşayan herkesin vatanı olması” anlamına gelmez. Zaten halihazırda Türkiye, tüm vatandaşların vatanıdır. Ortak Vatan’dan kastedilen şey başka bir şeydir; ilgililerin çeşitli kongre kararlarında ve yetkililerinin açıklamalarında şöyle tanımlanmaktadır:

“Ortak Vatan Türkiye ve Kürdistan’dır!

Kürdistan temsilcilerinin Türkiye parlamentosuna göndereceği temsilcileriyle
Ortak Vatan politikalarına katılmaları gerekir.” Bu talep, yasama sürecinde “uluslararası sözleşmelerdeki çekincelerin kaldırılması”, “yerel/bölgesel özerklik” talepleri çerçevesinde dile getirilmektedir. 

Bu taleplere ilişkin ayrıntılı bilgi, İçişleri Komisyonu görüşme tutanaklarından
elde edilebilir. 

Hukuksal Hedefler…

AKP Hükümeti, Tasarı’da adım atılacağını belirlediği hukuksal alanda neler yapılmak istendiği konusunda ne yazılı ne sözlü hiçbir ipucu vermezken,
‘taraf’ HDP bazı açıklamalar vermektedir.

(1) Anayasa değişikliği elzemdir; ulusal devleti kuran “Türk vatandaşlığı” kurumunun Anayasa’dan çıkarılması hedeflenmektedir. 

(2) Yeni Anayasa, tek değil çok resmi-dil uygulamasını kabul edecektir.

(3) Anayasa, merkeziyetçilik ilkesi yerine ademi merkeziyetçilik sistemini benimseyecektir.

Milliyetler Devleti. Türk vatandaşlığı yerine T.C. Vatandaşlığı kurumunun getirilmesi, “Türk” sıfatını ulusal siyasal kimlik olmaktan çıkaracak, etnik topluluk sıfatı haline getirecektir. Böylece, tüm etnik toplulukların anadillerinin resmi dil haline getirilmesi için gerekli “temizlik” yapılmış olacaktır. [HDP ‘taraf’ı ve bazı CHP milletvekilleri
bunu ‘kollektif haklar’ terimiyle dile getirmektedir] 

Böyle bir temizlik, ulusal devlet örgütlenmesi yerine “milliyetler devleti” kurmak demektir. Şimdiki anayasal düzende madde 3, “Türkiye Devleti ….. ve milletiyle bölünmez bir bütündür” ilkesi bu hedefin önündeki temel engeli oluşturmaktadır. 

  • İçişleri Komisyonu’ndaki görüşmelerden anlaşılmıştır ki, aslında iki ayrı değil aynı tarafta yer alan AKP – PKK/HDP ve yazık ki kimi CHP yöneticileri, şimdi ve önümüzdeki dönemde elbirliğiyle “milletin bölünmesi ve milliyetler devleti kurulması” hedefi için çaba sarf edeceklerdir. 

Federal Devlet. Hukuki düzenlemeler arasında yer alacağı belirtilen “uluslararası sözleşmelerdeki çekincelerin kaldırılması” konusu, “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” biçimindeki söylemler, Anayasa’nın “idare” bölümünde ademi merkeziyetçilik yönünde değişiklikler yapılmasının hedeflendiğini göstermektedir. 

Bu yönde şimdiye kadar çeşitli adımlar atılmıştır. 

Bunlardan ikisi önemlidir. Birincisi, 2005 yılında İl Özel İdaresi Kanunu ile
Belediye Kanunu’nda bunlar “idari ve mali özerk yönetimler” olarak tanımlanarak
federal örgütlenme [subsidiarite] anlayışının içine çekilmişlerdir.

İkincisi, 2012 yılında Türkiye’nin üretim ve ticaretinde çok büyük bir bölümü yaratan
30 il, il-genelinde yetkili büyükşehir belediyeciliğinin yönetimine verilmiştir. 

Daha şimdiden, ‘taraf’ HDP, yerel yönetimlere madenlerden “pay verilmesi talebi”nde bulunmaktadır. Bu teklif, yerel yönetimlerin “mali desantralizasyon” değil
“mali federalizm” ilkesine göre kaynaklandırılmasını istemek demektir. 

‘Taraf’ HDP, hukuksal düzenlemelerin, AB projesi olan Bölgesel Kalkınma Ajansları temelinde 26 bölgeye özerklik verme temelinde yapılmasını dile getirmekle birlikte, bu isteklerini asıl olarak “Kürdistan” diye adlandırdıkları tek özerk bölge için sıcak tuttuklarını görmek zor değildir. 

Bu hedef, Anayasa’nın madde 3’ünde “Türkiye Devleti ülkesi ….. ile bölünmez bir bütündür”, yani üniterdir; federal ya da bölgesi devlet olmaz diyen maddesine çarpıp durmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, bütün güçlerini “Yeni Anayasa” için harcamak zorundadırlar. 

‘Taraf’ HDP’nin, CHP yönetimi tarafından da dile getirilmekte olan Terörle Mücadele Yasası’nın, Türk Ceza Kanunu gibi yasalardaki anti-demokratik düzenlemelerin kaldırılması talepleri, yukarıda açıklanan hedeflerin tamamlayıcılarıdır. 

HDP, bütün bunlara ek olarak tüm yasalarda “ayrımcı ve ırkçı” ifadelerin temizlenmesi hedefini de yazıya dökmüştür. Burada “ırkçı” ifadelerin ‘taraf’a göre ‘Türk’ sözcüğünden ibaret olduğu artık kimse için sır değildir. 

DEĞERLENDİRME

  • “Çözüm süreci”, Türkiye’de ulusal ve üniter devlet örgütlenmesini dağıtma sürecidir. 

Bu girişim, ülkemizde etnik topluluklar ayrışmasına ve buna hızla eklenecek mezhepler kopuşuna sürükleyecek bir girişimdir. 

Bu girişimin sağlayacağı ileri sürülen “kalıcı barış”, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünün kaldırılması şartına bağlanmıştır. PKK/HDP’nin istediği, AKP Hükümeti’nin getirdiği ve CHP yönetiminin destek verdiği Tasarı, terörü Cumhuriyet Rejimi’ni teslim ederek
sona erdirmeye hizmet etmektedir. 

Hepimizin isteği terörün sona erdirilmesidir. 

Ama bunun bedeli milliyetlere ayrışmak ve toprakta egemenliğin paylaşılması ise, Türkiye kendinden vazgeçerek teröre teslim oluyor demektir. 
Bu ise terörün sona erdirilmesi değil, ülkeyi bir bütün olarak büyük teröre sürüklemek anlamına gelir. 

  • Ülkemizin dağılma sürecine destek vermemiz, elbette mümkün değildir.