Etiket arşivi: Prof. Dr. Halil Çivi

ÇAĞIMIZDA DİNLER YA DA DİN BENZERİ DUYGULAR NİÇİN SİYASETE ALET EDİLİR?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Dincilik, ırkçılık, mezhepçilik, tarikatçılık, cemaatcılık, bölgecilik, cinsiyetçilik… gibi olgular ve duyguların gündelik siyasete alet edilmesinin temelinde, iktidar partileri için, kendi partilerinin toplumun tümüne sundukları toplam ekonomik, hukuksal, sosyal… kamusal hizmetlerin yetersiz ve adaletsizliği vardır. Muhalefet partileri açısından da halkın gerçek temel gereksinmelerini karşılayabilecek inandırıcı, çözüm üretici ve tatmin edici (doyurucu) yeterli ve etkin bir program üretememelerinden kaynaklanmaktadır.

Kısacası siyaset dinciliği ya da dinin siyasete alet edilmesi çağımızın ahlak ya da siyasal etik kurallarından sapmadır. Etik dışı kolaycılıktır. Ana nedeni toplumsal sorunlara tutarlı, etkin ve yeterli politika üretimindeki eksiklik, yetersizlik ve tutarsızlıklardır. Kamusal ve insani mal ve hizmet yetersizliklerinin karşılanabilmesi, toplumsal adalet ve barışın gerçekleştirilmesi yerine, başta dinsel duygular olmak üzere, kutsalların araçsallaştırılarak beyinlerin yıkanabilmesi ve siyasal tercihleri değiştirme isteği içindir.

Devleti sultan, din ve siyaset üçgeni ile yönetme ve halkı baskılayıp denetleme biçimleri, teokratik feodal tarım toplumlarından kalan kolaycı ve çağımıza göre, çoktan geride kalması gereken yanlış ve çağ dışı alışkanlıklardır. Çağdaş anayasal hukuk devletlerinde yeri yoktur, olmamalıdır.

Ekonomi, üretim, istidam, paylaşım, eğitim, sağlık, teknoloji, hukuk, adalet, demokrasi, kültür, sanat, iç ve dış toplumsal güvenlik, kardeşlik, sevgi, barış… vb. alanlarda yeterli ve etkin politikalar, kurumlar, araçlar ve inandırıcı davranış ve uygulamalar üretemeyen partiler ve siyasetçilerin akıl, bilim ve teknik projeler yoluyla toplumu ikna etmek yerine, halkın çoğunluk kesiminin manevi inançlarını harekete geçirip aklın ve toplumsal gerçek gereksinmelerin arka plana (düzleme) itilerek duygusal yakınlık kurma yoluyla, partisine ve kendisine zahmetsiz, mali- teknik kaynaksız, çıkar sağlama isteğidir.

Bir toplumda dinsel, feodal, cemaat kültürü ne denli baskın ve yaygın; ayrıca kentleşme, kentlileşme, doğru bireyselleşme, özgürleşme, insan hakları, hukuk, demokrasi kültürü ne denli zayıf, aklın ve bilimin egemenliği de ne denli az gelişmişse, siyasal dincilik ya da siyasal ve ekonomik kazançlar için dinsel duyguların araçsallaştırılması bir o denli güçlüdür.

Dinler, her türlü inançlar ve din benzeri toplumsal kutsal duyguları, siyasetçilerce araçsallaştırmaktan kurtarmanın anahtarı da, özü ve sözü ile benimsenmiş demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin yani yürürlükteki anayasamızın hükümlerine birebir uymaktır.

  • Ayrıca dini dünyevileştirip siyasetin aracı yapmanın en büyük zararı da doğrudan dinin kendisinedir.

Dinin dünya işlerine, siyasete, çıkarcılığa alet edilmesi halkın dini inancını zayıflatır ve dine olan toplumsal saygıyı azaltır.

Bir önemli konu da Türkiye’nin mevcut (varolan) sosyolojik yapısıyla ilgilidir. Osmanlı İmparatorluğu çok dinli, çok etnikli ve çok dilli bir yapıya sahipti. Türkiye’nin sosyo-kültürel ve etnik yapısı Osmanlı İmparatorluğu’nun somut tarihsel ve kültürel mirasıdır (kalıtıdır).
Mikro ölçekte de olsa, halkımız yine çok dinli, çok mezhepli, çok etnikli ve çok dilli yapısını korumayı sürdürmektedir.

Din ve etnisite üzerinden siyaset yapmak ya da dini siyasete alet etmek bazı (kimi) dinsel ve etnik grupları (kümeleri) kayırmak, kimilerini de arka düzleme itip başından ayrımcılık yapmayı kabullenmek anlamına gelir. Böyle bir siyaset biçimi ayrımsız olarak tüm yurttaşların, anayasamızca belirlenen yasalar önünde eşitlik ve laiklik ilkelerine terstir. Üstelik çağdaş demokrasilerin temel ilkelerine de uymaz.

Sosyolojik açıdan, konumuzun başka bir yönüne daha açıklık getirmek gereklidir. Bir toplumdaki adaletsizlik, haksızlık ve kayırmacılıklara olan inançlar arttıkça çeşitli etnik ve dinsel kümeler arasındaki huzursuzluk, gerilim ve çatışma eğilimleri yükselir. Bu tür gelişmeler de siyasal iktidarların yönetim biçimini sertleşme ve otoriterleşme sarmalına sokar. Her yeni siyasal sertleşme yeni toplumsal gerilimlere, her yeni gerilim de yeni siyasal sertleşmelere ve daha katı otoriterleşmelere neden olur. Demokrasiler erozyona uğrama sürecine girer.

Kıssadan hisse :

Siyasetçilerin, siyasal etik dışı olarak, siyaseti din ve devlet işlerine bulaştırmalarının, ilahi, manevi duyguları kötüye kullanılmalarının önlenebilmesi için halkın, gerçekçi ve bilimsel bir eğitimle, siyasal kültür alanında, yeterli bir bilinç düzeyine ulaşmasını gerektirmektedir.

Temel ve kalıcı çözüm; Ulusal Kahramanımız ve Ulu Önderimiz M. Kemal Atatürk‘ün akla, bilime, laikliğe, demokratik cumhuriyete, sosyal devlete ve ayrımsız olarak yurttaşların eşitliğine yürekten inanma ve gereğini yerine getirmeye bağlıdır.

Türkiye’de; din ve din benzeri kutsalları siyaset aracı yapmayacak, toplumun acil (ivedi), ekonomik, hukuksal ve sosyal… sorunlarına odaklanarak; kanaat, yazgı ve sabır önerileri yerine; gerçekçi yeterli ve kalıcı çözüm üretecek, laik, güçlü ve uzun ömürlü, ancak dürüst seçimle gelip yine dürüst seçimle gidecek, halkın tercihleri ve oylarına saygılı bir iktidara ivedilikle gereksinmesi vardır.

  • Oylar kullanılırken;
  • Eski alışkanlıkları ve korku kültürünü geride bırakıp, çok bilinçli ve dikkatli olmak gerekir.

BU GÜN 24 OCAK…

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
24 Ocak 2023

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Bundan tam 30 yıl önceydi, 1993 yılıydı.

UĞUR MUMCU, Atatürk, Cumhuriyet, Devrim ve bilim karşıtı olarak bilinen (malum) karanlık güç odaklarınca şehit edilmişti.

Bu suikasta atılan bomba, fiziksel olarak Sayın Uğur Mumcu‘ya atılsa bile, öz olarak demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Yüce Önderimiz ATATÜRK‘ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ ne, O’nun devrim ve ilkelerine, akıl ve bilimin ışıttığı aydınlık anlayışa atılmıştı.

Çünkü şehit edilen onlarca Cumhuriyet aydını Cumhuriyetimizin hem koruyucuları hem kale burçları ve hem de temel taşlarıydı. İç ve dış işbirlikçi karanlık güçlerin hedefi, Cumhuriyet kalesini temelden yıkmaktı. Söz konusu tehlike günümüzde daha da büyüyerek sürmektedir.

M. Kemal Atatürk                         :

  • -” Benim en büyük eserim Türkiye Cumhuriyetidir.”
  • -” Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.”
  • -” Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir.”
  • ” Benim naçiz vücudum elbette bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet (sonsuza dek) payidar kalacaktır (yaşayacaktır).” demişti.

Cumhuriyet aydınlarını hedef almak, aslında M.K. Atatürk’ü, Cumhuriyetimizi ve Atatürk devrimlerini hedef almaktır. Bu nedenle Cumhuriyet, Atatürk, devrimler; demokratik laik ve sosyal bir hukuk devletinden yana olanlar demokrasi, seçimler ve demokratik Cumhuriyetin yeniden inşası (kurulması) için mutlaka tek ses olmalı ve güç birliği yapmalıdır.

  • Bugün Cumhuriyetimiz yaralıdır.

Aldığı bu yaraların mutlaka sağaltılması (tedavi edilmesi), eski gücüne kavuşturulması,
çağdaş hukuk devleti ve gerçek demokrasi ile taçlandırılması kaçınılmazdır.

Ben Cumhuriyet’ten yanayım ve ömrüm boyunca oyumu Cumhuriyet’ten yana kullandım.

Yine aynısını yapacağım. Ya siz!!!
======================================

Dostlar,

Sayın Prof. Halil Çivi hocamızın özlü ve uyarıcı yazısına biz de 2 görsel ve kısa notlar ekleyelim..

Uğur Mumcu ve Aydınlanma Devrimi şehitlerimizi sonsuz bir minnet, şükran ve bağlılıkla anıyoruz.

Hiç akıldan çıkarılmasın ki;
bu cinayetler emperyalizm ve
yerli işbirlikçileri ile işlenmiştir. 

NATO – CIA… kontrgerilla – gladyo eliyledir

Türkiye NATO’dan çıkmalı ve Atatürk’ün TAM BAĞIMSIZ, anti-emperyalist politikasına dönmelidir. Yoksa, aydınlarının can güvenliğini bile sağlayamamakta, cinayetleri aydınlata-mamaktadır. Bu durum zuldür ve asla kabul edilemez, asla sürdürülemez..


Sevgi ve saygı ile.
24 Ocak 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
MD, BSc, LLM
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik
twitter : @profsaltik    

 

FIKRALAR HALK FESEFESİDİR

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Fıkra -1
ALLAH KOYUNLARI NİYE GİYDİRMİŞ??

Adamın biri soğuk bir kış günü Bektaşi‘ye dert yanmış :
– Baba Erenler, hele şu Allah’ın işine bak; sen tut koyunları giyindir, ama insanları çıplak yarat… Hele şu kış günü bu olacak iş mi? deyince;
Bektaşi :
– Bak evladım, sakın unutma, insanın giysisi de aklıdır. Sen hangisini isterdin? demiş.

Fıkra- 2
ĶİMLERİN GÖZÜ KALMIŞ...

Hoca camide vaaz veriyormuş. Vaazın konusu rızıkların dağıtımıymış.
Vaiz :
– “Allah insanların rızkını dört eşit paya bölüp adil dağıtma işini de ulemaya (din adamlarına) bırakmış. Fakat ulema, payın (hissenin) birini sağ eliyle, ikincisini sol eliyle, üçüncüsünü de ağzıyla yakalayıp kendilerine aldıktan sonra, kalan dördüncü payı da halka dağıtmışlar.” deyince,

Her nasılsa camiye gitmiş olan Bektaşi uzak köşeden;
– “Ulemanın son payda da gözleri kalmıştır, kendi payıma düşenden biliyorum.” diye bağırmış.

Fıkra – 3
DÜNYA NEDEN DÜZ DEĞİL?

Adam, Bektaşi’ye sormuş.
– Yahu Baba Erenler, bu dünya neden bu denli dağ, taş ve engebeli?
Eğer her yan düz, ova ve sulak olsaydı da, her yanı ekilip biçilseydi,
daha iyi olmaz mıydı?
Bektaşi:
– “Evlat sakın unutma ki, Allah dünyayı altı günde yaratmış. Altı günde yaratılan dünya ancak bu denli düzeltilebilmiş.” diye yanıt vermiş.

KARANLIKLARA YAĞAN KALICI IŞIK YAĞMURLARI…

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Büyük tasavvuf insanı ve gerçek hümanist halk ozanımız YUNUS EMRE, yaratılmışların hepsini Yaradan’dan ötürü sevmemizi söylüyor.

Yılanlar bile okşanıp sevilmekten hoşlanır, ancak teşekkürlerini ısırıp, ölümcül zehirlerini akıtarak gösterirler. Akrepler de öyle… örnekler çoğaltılabilir.

Gerçek evrensel hümanizm ise, hiçbir değer hükmüne (yargısına) saplanmadan, bıkmadan usanmadan, tıpkı evrensel hümanizm gibi, canlı cansız herkesi ve her şeyi karşılıksız ve koşulsuz sevebilmektir.

Bu sevgi davranışlarını sözde değil, özde ve sürekli olarak yapabilirseniz, sizler de ete kemiğe bürünüp “Yunus” diye görünebilirsiniz.

Yunus Emre’nin mezarı yurdun her köşesinde var. Çünkü halk O’nu sevip, bağrına basıp ebedileştirmiştir (sonsuzlaştırmıştır).

Fakat Yunus’u, bu ulu çınarı, yazdığı tasavvuf şiirleri nedeniyle mürted (kafir, dinden çıkmış) ilan eden ve onun şiirlerini okuyup felsefesini benimseyenleri de dinden çıkmış sayıp “katli vaciptir” diyen kara düşüncelilerin kimler olduğunu kimse anımsamıyor… Tıpkı Sokrates‘e idam hükmü veren 30 yargıcın kimler olduğunun bilinmediği gibi.

Hüner, ışığı, aydınlığı karanlıklara boğdurmak değil; karanlık düşüncelerin üstüne hiç dinmeyen ışık yağmurları yağdırabilmektir.

Hacı (Hace) Bektaş Veli diyor ki; “Karanlığa ışık tutanlara ne mutlu..”

Ulu Önderimiz ve Ulusal Kurtarıcımız büyük Atatürk diyor ki;

  • “Dünyada en hakiki mürşit ilimdir, fendir…”

Ancak her türlü kalıcı ve dinmeyen ışık ve aydınlık yağmurları, yalnızca ve yalnızca gerçek laik ve özgür demokrasiler ve çağdaş hukuk devletlerinde olasıdır.

Hiç unutulmasın ki; gelecek karanlıklarla değil, aydınlık ve hiç sönmeyecek ışıklarla, yani özgür akıl ve bilimle inşa edilebilir.

HALKOYLAMALARI YALNIZCA DEMOKRASİ YOLU MU, YOKSA DİKTATÖRLÜKLERE DE YOL AÇABİLİR Mİ?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor:

“Sayın Hocam, 24 Ocak 1993’te katledilen basın şehidimiz, rahmetli sayın Uğur Mumcu‘nun deyimi ile halkımız ve hatta aydınlarımız(!) bilgi sahibi olmadan. fikir sahibi olmayı çok seviyor. Halkoylaması (Referandum) ne demektir? Artıları ve eksileri var mıdır? Eğer varsa neler olabilir? Kısaca açıklar mısınız?”

Halkımız uzun ve doyurucu bilgileri pek sevmiyor. Toplumun binde biri bile sürekli kitap okumuyor. Sözlü kültür hala egemenliğini sürdürüyor. İnsanların çoğu şurup gibi içilen ya da hap gibi yutulan çok kısa bilgiler istiyor. Çerez gibi, atıştırmalık, dişe ve damağa dokunmayan kolay, akıldan kalacak bilgilerin peşinde….

Özetlemeye çalışalım :

Referandum ya da halkoylaması, toplum için, herkesi ilgilendiren, yaşamsal konularda halkın görüşüne başvurmak demektir. Bu sözcüğün kökeni Latince ” referendus ” tur. Latince ‘referre’ fiilinden türetilmiştir.

Halkoylamasının bir adı da Plebisittir. Eski Greko-Romen kültüründe PLEPS halk demektir. Plebisit, ‘halka sormak’ anlamına gelir.

Referandum sözcüğü Türkçemize Fransızca dil yapısı ile girmiştir. Fransızca “fair” yapmak;
refair” yenilemek, tekrarlamak (yinelemek) demektir. Daha önce bilinen bir konuyu yeniden halka sormak anlamına gelir. Referandum = Halk Oylaması. Kamuoyu konuyu referandum olarak tartıştığı için ben de halk daha iyi analsın diye aynı sözcüğü kullanayım.

Hemen belirtmek gerekir ki referandumlar seçimlerden farklıdır. Seçimler siyasal iktidarı belirlemek ve devletin yönetici kadrosunu oluşturmak için yapılır. Örneğin siyasal iktidarlar ve meclisler seçimle görev yetkisi alırlar. Bu nedenle referandumlara seçim olarak değil, kimi zorunlu koşullarda seçimlere destek olmak üzere başvurulur.

Eski Grek ve Romalılardan beri, özellikle de 1789 Fransız Devrimi sonrası, birçok ülkede çeşitli gerekçeler ve amaçlarla referandumlar daha çok kullanılır olmuştur.

Genelde biri önerici-fikir verici ve öbürü de bağlayıcı olmak ya da fikir sorma ya da kural koyma gibi iki tür referandum vardır. Örneğin “Türkiye NATO‘dan çıksın mı, çıkmasın mı?” biçimindeki bir referandum bağlayıcıdır. Aksine, “NATO Türkiye için yararlı mı, yoksa zararlı mı olmuştur?” biçimindeki soruya yanıt aramak bağlayıcı değildir. Kamuoyunun, genel çoğunluğun görüşünü öğrenmeye yöneliktir. Eski bir sözcükle söylemek gerekirse, önerici referandum zorunlu değil, danışımdır (istişaridir). Yaptırım ve kural oluşturmaz. Yönetenlere salt bir fikir verir.

Referandumun biri aşağıdan yukarıya, yani halktan siyasal iktidara, öbürü de yukarıdan aşağıya yani siyasal iktidardan halka iki yönlü bir işlevi ve mesajı vardır. Aşağıdan yukarıya olan işlev ve mesaj, halkın isteklerini siyasal iktidara yansıtmaya yarar. Seçim dönemleri dışında da siyasal iktidarların icraatlarını denetleme ve yanlışlarını değiştirmeye yardımcı olur.

Yukarıdan aşağıya olan referandum mesajı (iletisi) ise, çeşitli propagandalar yolu ile siyasal iktidarın isteklerini halka onaylattırmaya yöneliktir. Yukarıdan aşağıya doğru düzenlenen referandumlar genellikle siyasal iktidarların yetkilerini artırma ve faaliyetlerini genişletme amacı için yapılır. İktidarların otoriterleşmelerine zemin hazırlar.

Tarihsel kayıtlara göre, siyasal iktidarlardan halka empoze edilen mesajları kapsayan referandumlar çoğu zaman demokrasi karşıtlığıdır ve diktatörlük yolunu açabilir. Örneğin Adolf Hitler Alman halkı üzerindeki DİKTATÖRLÜĞÜNÜ referandumla ve yukarıdan aşağıya gelen yoğun propagandalarla ilan etmiştir.(×) Aynı şey Mussolini için de geçerlidir.

Aşağıdan yukarıya, halkın, mesajlarını siyasal iktidara ve Meclise ileten referandum mesajları ise, iyi niyetle, siyasal iktidarların kimi temel politikalarının halk tarafından onaylanıp onaylanmadığına ilişkin referandumlar demokrasiyi güçlendirebilir. Zaten halkoylamasından beklenen de budur. Demokratik iktidarların görevleri halkın üzerinde baskı kurmak değil, topluma daha iyi hizmet yollarını arayıp bulabilmektir.

Özellikle de güçlü siyasal iktidarlarca halka empoze edilen referandum aygıtının temel ve çok önemli kimi sakıncaları kısaca şöyle özetlenebilir.

Halkın ülke, devlet ve toplumun geleceği ile ilgili çeşitli konulardaki fikirleri çoğu zaman anlık ve konjonktüreldir (durumsaldır). Çeşitli güç odaklarının etkilerine açıktır. Halkın büyük bir kesiminin din, dil, ırk, cinsiyet… vb. konulardaki fikirleri akılcı ve bilimsel olmaktan çok sürekli, duygusal ve inançsaldır. Siyasal iktidarların ellerindeki iktidar ve medya güçleri nedeniyle kamuoyu kolayca manuple edilerek (yönlendirilerek) yanıltılabilir.

Ayrıca ülkelerin temel, stratejik ve uzun vadeli (erimli) sorunlarını EVET ya da HAYIR gibi çok basit 2 şeçenekle belirlemek ve çözüm bulmak biraz safdillik olur. Çünkü İnsanlar ve iktidarlar geçici, toplum ve devlet ise kalıcıdır.

Ancak ülkemizde referandum olayının yeniden, hem de hiç beklenmeyen bir konuda aniden gündeme gelmesi, yazılı ve görsel basında uzunca tartışılması, hatta AK PARTİ tarafından bir anayasa maddesi değişiklik önerisine dönüştürülerek TBMM gündemine sunulmasına neden olan olayı kısaca anımsatalım.

Önce CHP Genel Başkanı sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye’de başörtüsü sorununu kökten çözmek ve tümüyle gündemden düşürmek iddiası ile Meclise bir yasa önerisi vereceklerini söyledi. Bu öneri üzerine AKP Genel Başkanı ve sayın Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ise karşı atağa geçerek, başörtü konusunu yasayla değil, referandum yapılarak anayasa değişikliğine götürmeyi istedi…

Kendi bireysel fikrim o ki, Türkiye’de bir başörtüsü sonunu yoktur. Ortaya çikan tartışmalar yapaydır. Bu nedenle, ne bir yasal düzenleme ve ne de bir referandum ve anayasa değişikliği gerektirir. Tersi olursa hem zaman hem kaynak savurganlığı ve hem de toplumsal sürtüşme ve kutuplaşmaların yolu yeniden açılmış olur.

  • Ayrıca, uluslarüstü hukukla korunan ve ülkemizi de bağlayan temel haklar,
    din ve vicdan özgürlüğü… vb. konularda referandum yapılamaz.

Üstelik Türkiye laik bir ülkedir. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmıştır. Devletin tüm inanç kümelerine eşit davranması anayasal zorunluktur. Devletin inanç kümeleriyle ilgili eşitliği bozacak, bu kümelerden kimilerini avantajlı ya da dezavantajlı duruma getirecek düzenlemelerden uzak durması gerekir.

Kıssadan hisse ya da son söz :

Mevcut siyasal iktidarca gidilen iki referandum, ayrıca da Cumhurbaşkanının bağlayıcı referandumla, yani halk oyu ile seçilmesi ülkede ikircikli ve kutuplaştırıcı bir sosyolojik yapının doğmasına neden olmuştur. Toplumsal barış zarar görmüş, kederlerde ve kıvançlardaki sevgi ve kardeşlik bağlarının zayıflamasına neden olmuştur. Zararın neresinde dönülebilirse kârdır. Ne yeni bir yasal düzenlemeye ve ne de anayasal bağlayıcı referanduma gerek vardır.

Çok kısa bir süre sonra yapılacak genel seçim en gerçekçi referandum ya da halk oylaması olacaktır.

(×)- ANDREV HEYWOOD, Siyasetin temel kavramları. Cev. Hayrettin Özler. Adres Yayınları, 2012. ss.295-297

İNANCIN, AHLAKIN, VİCDANIN VE AKLIN İFLASI…

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

11 Ocak 2023, İzmir

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Vatandaş soruyor :

  • “Hocam, sözde bir tarikat şeyhinin (!) altı yaşındaki kendi öz kız çocuğunu, babası yaşındaki biri ile (HÇ: bir insanla diyemiyorum) evlendirmesi (!!??) konusundaki düşüncenizi öğrenemedik. Kısaca yazar mısınız?”

Çok kısa olarak anlatayım, bu ve benzeri olayları :

1- Böylesi akıl almaz bir davranış dinden, irfandan (aydınlanmadan), izandan (anlayıştan) ve akıldan yoksunluktur. Zır cahillik, kör cahillik yani en büyük aklî (ussal) ve dinsel cehalettir.

2- Ahlaksal (Moral değerler) olarak en büyük, en çirkin ve en utanılacak rezalettir, iğrençliktir!

3- Vicdan bakımından canilik ya da canavarlıktır. Zulümlerin en ağırı ve en katlanılmazıdır.

4- Tarihsel olarak da, Hazreti Hüseyin Efendimizin Kerbela’da aç ve susuz bırakılıp, çoluk – çocuk, masum 72 aile yakını ile şehit edilmesine denk bir vahşettir (yabanıllıktır).

Çünkü inancımıza göre, masum bir insana zulüm bütün insanlığa zulümdür.

Bu zulüm kendisini asla koruyamayacak ve savunamayacak masum bir çocuğa, hem de kız çocuğuna karşı işlenmiştir.

Sözün bittiği yerdir.

Ayrıca zulmü görmezden gelmek ve hele zalimleri korumak yapılan zulme katmerli ortak olmaktır.
==============================================

Dostlar,

Tarihe geçecek bu insanlık utancı yüz karası olay, tarikat – cemaat – tekke – türbe denen pislik yuvalarının (Atatürk‘ün nitelemesi) nelere yol açabildiğinin, böylesi yoz bir kültürün sürdürülmesine ortam hazırladığı ve maskelediğinin, insanın insanlaşmasını engellediğinin, tarifsiz bataklıklara sürüklediğinin…. çok çarpıcı bir örneğidir.

Ne yazık ki asla tekil olmayıp yaygındır.

İktidar sözcülerinin saçmaladığı gibi “siyasetin konusu olmayan münferit hadise” asla değildir.
Doğrudan, tarikatlar koalisyonu AKP politikalarının kol kanat germesi ile olaylanmaktadır (meydana gelmektedir).

AKP = RTE tek adam rejimi bu olaydan politik olarak epey zarar görmüştür, bunun ayrımındadır. Kamuoyuna unutturmak için her gün yepyeni gündem oyunları sergilenmektedir. İmamoğlu’na tuzak, türbanı Anayasa’ya sokma…… gibi.

Asla unutturulmamalı ve yasal – ahlaksal – etik hesabı sorulmalıdır.
Konu gündemde tutulmalıdır. Bu ay içinde ilk duruşma yapılacaktır. Dava kitlesel olarak sahiplenilmelidir.

  • Tarikat – cemaat – tekke – türbe denen pislik yuvalarının, Atatürk‘ün nitelemesine ve eylemine uygun olarak, Devrim Yasaları kapsamında zaten kapalı olması zorunludur. (Anayasa m.174)
  • Bunların dernek, vakıf vb. maskelerle çalışması kesinkes önlenmelidir.
  • 6’lı Masa ve tüm muhalefet bu eksende birleşmeli ve Cumhur ittifakı gericiliğine karşı ortak, kararlı, sürekli yasal eylemler, öneriler üretmelidir. Kamuoyu buna hazırdır. 

Bir de;

  1. İktidarın sözde nass maskesiyle uyguladığı korkunç – yaygın toplumsal YOKSULLAŞTIRMA 
  2. Dış politikada yaşanan sefillik, ulusal çıkarların korunamaması, KKTC’yi yeterince kollayamama, işgal edilen Ege adaları, yalnızlaşma, kimi ülkelerle yoz ilişkiler..
  3. Kasıtlı olarak, Ulusu yeniden Osmanlılaştırmak için ülkemize doldurulan 10 milyon dolayında büyük çoğunluğu donanımsız, Türkçe bile bilmeyen yabancı…
  4. Korkunç yolsuzluklar, eklenen siyasal cinayetler, uyuşturucu mafyası..
  5. İktidarın OLASI SEÇİM HİLELERİ… ve alınacak önlemlerde ısrar.. örn. parmak boyası..

Bu 5 konu gündemden düşürülmemeli. Bunlar AKP = RTE‘nin yumuşak karnı.
Bunlar konuşulmasın diye sürekli gündem oyunları masaya sürülmekte..

Tek hedef, AKP=RTE iktidarını seçimde sandığa gömmektir,
ULUSAL BİRLİK tek ve en etkin yoldur!

Sevgi ve saygı ile. 11 Ocak 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

KÜRESELLEŞME İDEOLOJİSİ NEDİR?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
04 Ocak 2023, Çiğli / İzmir

Vatandaş soruyor :

  • “Hocam küreselleşmenin ideolojisi var mıdır, eğer varsa nedir?
    Çok kısa olarak anlatabilir misiniz”

Anlatmaya çalışayım                               :

Küreselleşme;

  • Tarihsel, sosyal ve kültürel gelişme süreci içinde akıl, bilim ve yüksek teknoloji girdilerini eğitim, öğretim ve üretimde doğru ve etkin kullanıp yüksek bir ekonomik gönenç (refah) üreterek aşırı güçlenen emperyalist ülkelerin, yeterli rekabet gücü kazanamamış ve yeterince gelişememiş görece zayıf ülkeleri ve bu ülkelerin doğal ve ekonomik kaynaklarını sürekli ve sistemli olarak sömürebilme ideolojisidir.

Küreselleşmenin sosyal, siyasal ve ekonomik açılardan 3 temel ayağı, yani öğretisi ya da dayatması vardır.

1- Küreselleşme öğretisine göre, sermayenin egemenliği ve vesayetine dayalı kapitalist ekonomik modelin dünyada hiçbir seçeneği (alternatifi) yoktur. Başka bir söyleyişle kapitalist ekonomik sistem bir dogmadır ve dokunulmazdır. Kabullenilmesi zorunludur. Bu sisteme girmeyen ülkelerin gelişme ve yaşayabilme şansları çok zayıftır.

2- Aynı bakış açısından yaklaşarak, serbest piyasa ekonomisinin gereksinmelerine göre örgütlenen liberal siyasal ve hukuksal rejimin başka hiçbir seçeneği (alternatifi) yoktur. Bu yaklaşıma göre, küreselleşme ile birlikte, liberal siyasal rejim de dogmalaşmış ve dokunulmazlık kazanmış olur. Çünkü

  • Kapitalist ekonomik sistem ile liberal siyasal rejimler yapışık ikiz kardeşlerdir.
    Ancak birlikte yaşayabilirler.

Liberalizm, kapitalizm için ideolojik siyasal ve hukuksal altyapıyı hazırlar ve düzenler. Kapitalizme de bu hazır ve sorunsuz düzlemde gönlünce, yani kazancın ençoklaştırılmasına (kâr maksimizasyonuna) göre iş yapmak ve sömürmek kalır.

3- Küreselleşme ya da bu Yeni Dünya Düzeni (New World Order) de yine Batılı emperyalistlerin birlikte geliştirip olgunlaştırarak kurdukları, kurumlaştırdıkları ve Batılıların çıkarlarına göre kurgulanıp işleyen bir düzendir. Bu düzen dünyanın tümünü tek bir pazar yapmaya, insanların hepsini düşünüş, üretim, davranış, giyim, kuşam, beslenme, sanat, müzik, eğlenme… vb. alanlarında tektipleştirmeye, adalet, hukuk ve ahlak sistemlerini standartlaştırıp liberal kapitalizmin önündeki tüm engelleri yok etmeye yöneliktir. Daha önceleri FETÖ tarafından gündeme getirilmiş olan “Dinler arası diyalog” çabaları da KüreselleşTİRmeye, yani emperlalistlere güç ve ideoloji devşirmek içindir.

  • Küreselleşme ideolojisi bu yapısı nedeniyle de toplumların birlik ve çıkarları korumaya dayalı ULUS DEVLETLERE ve dolayısıyla da Atatürk’ün kurmuş olduğu ulus devlete
    yani demokrarik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Cumhuriyetimize karşıdır.

Çünkü; Küreselleşmenin önündeki en büyük engel yerli ve ulusal sanayilerini kurmak, geliştirmek, tarihsel, sosyo-külturel farklı kimliklerini sahiplenmek ve yaşatmak isteyen, ayrıca sömürücü sermayenin küresel dolaşımına engel oluşturan güçler ulus devletlerdir.

Ancak şurasi hiç gözden kaçırılmamalı ve unutulmamalıdır:

Başta ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa olmak üzere tüm gelişmiş emperyalist Batı devletlerinin derin devleti ya da saklı, örtük ideolojileri daima ulus devlet ilkesine göre, yani kendi ana ülkelerinin ulusal çıkarlarına göre yürütülür. Bunun tersi asla olası değildir. Eğer koşullar değişir ve Batılı ülkeler Küreselleşmeden zarar görmeye başlarlarsa, Küreselleşme ideolojisinden de kolayca vazgeçebilirler.

Şu konu hiç unutulmamalıdır             :

  • Toplum ve devlet çıkarları ideolojilere ve bireysel çıkarlara asla kurban edilemez.

Nitelikleri ve kaynakları ne olursa olsunlar, ideolojiler, varolan sorunlara etkin çözümler üretebildikleri oranda geçerlik kazanır. Devletin ve toplumun varlığı, yaşaması ve çıkarları amaç, ideolojiler ise her zaman bu amaçları gerçekleştirebilecek olan araçlardır. Amaçlar araçlara kurban edilemez. Toplum ve devlet özne, ideolojiler nesnedir.

  • İdeolojiler ya da benzeri öğretilere ya da insanlara tapınmak,
    bireyleri de toplumları da köleleştirir.

Önemli bir tarihsel gerçek de şudur              :

Ya da kıssadan hisse de şu olmalıdır: Tüm Batı kaynaklı ideolojiler gibi, Küreselleşme ideolojisi ya da öğretisi de iki yüzlüdür. Küreselleşme salt Batı çıkarlarının aracıdır. Bu durum, kendi halk deyimimiz ile talkını (telkini, öğüdü) başkalarına verip salkımı kendisi yutma isteğidir. Zaten Batının Osmanlı Devletine temel yaklaşımı, zehiri bala katıp altın tasla sunmak olmuştur. Bu durum günümüz dünyasında da değişmemiştir.

Emperyalist, iki yüzlü Batınının bu tuzaklarını en iyi gören de ulusumuzun kurtarıcısı ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’mizin kurucusu M. K. Atatürk olmuştur. Kurtuluş Savaşımız Batı emperyalizmine karşı kazanılmıştır. Devletimizin ve ulusumuzun bağımsızlığı Batılı saldırgan ve koloniyalist (sömürgeci, sömürgen) zorbalardan alınmıştır.

Bu nedenle;

Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan cumhuriyetimiz ulusumuz için asla vazgeçilemezdir.

Sürekli devrim ilkesi uyarınca laiklik ilkesine ve ulus devlet yapısına dokunulmadan, özgürlüklerin demokrasinin ve hukuk devletinin çapı, yaşanılan çağın gereklerine göre, zenginleştirilip genişletilebilir.

Zaten doğru anlaşılmış bir Atatatürkçülük de bir dogma ve donmuşluk ya da dodurulmuş değildir:

– Ülkenin tam bağımsızlığını, ulusal eğemenliğini, toplumun birlik ve butünlüğü koruyup;
– Anayasal, laik, eşitlikçi, parlamenter ve demokratik bir siyasal rejimle,
– Aklı, bilimi ileri teknolojiyi doğru ve etkin kullanıp hep birlikte (topyekun) halkın
refah (gönenç) düzeyini yükseltmek,

– Ülkeyi çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarabilmek için

canla, başla durmadan çalışmaktır.

AKIL, DİL, DEMOKRASİ ve ÇAĞDAŞLAŞMA ÜZERİNE KISA NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

İnsan ancak akıl, dil ve düşünce yeteneği ile hayvanlardan ayrılır ve insanlaşır. Bu nedenle, aklın ve dilin görece özgür olduğu rejimlere demokrasi, aklın ve düşüncenin büyük oranda kısıtlandığı ya da tutsaklaştırıldığı rejimlere de   denir.

Demokrasiler, halkın istekleri doğrultusunda, yetkisini halktan alan temsilciler eliyle; teokrasiler dışında kalan diktatörlükler ise, bireysel keyfi buyruklarla yönetilir. Teokrasilerde ise, kuramsal olarak kral, sultan, padişah, emir ya da halifelerin dogmatik, dinsel kısıtlamalara uyduğu varsayılır. Ancak uygulamalar bu kurama çok uymaz. İstisnalar hariç (ayrıklar dışında), teokrasi ile yönetilen ülkelerin yöneticileri de diktatör olabilirler.

Bir toplumdaki özgürlükler, yani düşünmeyi dışa vurma alanları ne denli genişse o toplumun demokrasisi –özgürlük yelpazesi– o denli geniştir. Demokrasiler, başkalarının özgürlüklerine saygılı kalarak, insanların aklını, dilini ve düşüncesini özgürce kullanabildiği, fikirlerini de korkmadan açıklayabildiği, doğruları söyleyebildiği özgürlükçü rejimlerdir.

Diktatörler, her koşulda, akılcı ve özgür düşünceleri kendi iktidarları için tehlike olarak görür ve her türlü devlet gücünü ve toplumsal kutsalları (ekonomi, para, makam, kolluk güçleri, yargı, medya, din, mezhep, ırk, dil, vatan ve bayrak sevgisi …) kötüye kullanarak özgürlükleri bastırmaya çalışırlar. Ancak özgürlüklerin kısıtlandığı oranda hoşnutsuzluklar ve direnmeler de çoğalır. Muhalefet yeraltına inebilir.

Tarihsel gelişme sürecine göre, özellikle de son dört yüzyıllık zaman dilimi içinde, devlet adına iktidar gücünü kullananların, yani siyasal iktidar olanların, özgürlük alanları giderek daha daralmış, buna karşın, bireylerin ve halkın özgürlük alanları ise giderek daha genişlemiştir. Tarihsel gelişme trendi (eğilimi) akıl, bilim, hak, hukuk, adalet, özgürlük ve demokrasiden yana olmuştur.

Bu tarihsel gelişmeye ve eğilime uymayan durumun istisnaları (ayrıkları) ise, çoğu İslam ülkeleridir. İslam ülkelerindeki demokrasi zihniyetinin (anlayışının) gelişimi Batı toplumları ile karşılaştırılamayacak ölçüde yavaş ve geridir. Hatta bu ülkelerde çok sık olarak, demokrasilerden geriye dönüşler de vardır. İran, Afganistan, Pakistan… gibi.

Demokratik, hukuksal, siyasal, sosyal ve kültürel (ekinsel) gelişmeler bakımından, halkının büyük çoğunluğu müslüman olsa bile, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk toplumundaki gelişmeler öbür İslam devletlerine uymaz. Türk toplumunun genel rotası, çağdaş dünya ve çağdaş toplumlara yöneliktir.

M.K. Atatürk‘ün kurduğu laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve gelişmesi, kimi zaman bazı sapmalar geçirse bile, akıl, bilim, özgürleşme ve demokratikleşmenin dünyadaki tarihsel gelişme eğilimine uygundur.

Atatürk dönemini demokrasi olarak adlandırmayanlar olabilir. Ancak böyle düşünmek kanımca eksik ve yanlıştır. Demokrasi “pat” diye gökten inmez. Demokrasilerin yerleşik olabilmesi için toplumda, mutlaka bir zihinsel, davranışsal, düşünsel, kültürel, hukuksal ve siyasal altyapı değişimi gerekir.

Atatürk‘ün getirdiği devrimler, ilkeler ve yarattığı çok önemli zihniyet dönüşümleri, Türkiye için, çağdaş demokrasinin kültürel, sanatsal ve kurumsal altyapısının temel taşlarını oluşturduğunu unutmamak gerekir.

Kanımca Atatürk dönemi, başta parlamenter sistemin gelişimi olmak üzere, her türlü, siyasal, hukuksal, yönetsel ve başta akıl, bilim temelli çağdaş eğitim sistemi olmak üzere, yeni bir zihniyet yapısı ve çağdaş kurumları ile DEMOKRASİYE HAZIRLIK dönemidir.

Dünyada kısa dönemli Hitler, Musolini vb. faşist diktatörlükler vb. ibret verici, kötü, tersine gelişmeler dikkate alınmazsa tarihsel genel eğilim demokrasi ve özgürlüklerden yanadır. Her canlı ışığa, aydınlığa yönelerek büyür, gelişir.

  • İnsan soyu da, özgür aklın ve pozitif bilim ve teknolojinin ışığı ile büyüyüp gelişmeyi südürmektedir ve gelecekte de sürdürecektir.
  • Çağdaşlaşma ve demokratikleşmenin en önemli itici ve sürükleyici gücü ise,
    aklın özgürleşmesi, pozitif bilim ve teknolojinin başat duruma geçmesi,
    laik ve özgürlükçü demokrasilerdir.

Sanayileşme, sekülerleşme ile kentleşme ve doğru bireyselleşmedir.

Çünkü özgür akıl, pozitif bilim, ekonomik gelişme, sanayileşme, kentleşme ve özgür birey olmadan sekülerleşme, laikleşme ve demokrasi gereksinimi doğup gelişmez.

Kıssadan hisse (özce) :

Dünyadaki tüm koşullar ve beklentiler akıl, bilim, hukuk devleti, demokrasi ve adalet isteyenler; daha mutlu, sağlıklı ve daha yüksek gönenç (refah) sağlayan ve adilce paylaşan bir ekonomik düzen arzulayanlardan yanadır. Bunun kanıtı da devletler üstü bir hukuk güvencesi oluşturan Evrensel İnsan Hakları Bildirgesidir. Yine uluslar üstu din ve vicdan özgürlüğü güvencesidir.

  • Aklın, bilimin ve çağın gereklerine uymak koşuluyla, kötümser olmaya gerek yoktur.
  • Aklın ve bilimin gereklerine uymak insan olmanın gereklerine uymaktır.
  • Aklı olmayanın dini de olmaz.

Barajları oluşturan setler ne denli yüksek olursa olsun, barajlar yine dolar, ırmaklar bu setleri mutlaka aşarlar. Sular, yerçekimine aykırı olarak tersine akamaz.
İnsanlık ve gerçek demokrasi idealleri de kendi kutup yıldızının rotasından ayrılamaz.

Enseyi karartmayalım..

KİME YA DA KİMLERE NE DENİR?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Kısa ve öz olarak:

1- Akla, bilime, teknolojiye, yeniliklere ve çağdaş eğitime sırtını dönenlere CAHİL,

2- Kendi öz çıkarları için İnsanı, bireyi, aileyi, toplumu dışlayanlara BENCİL,

3- Hukuka, anayasaya, yasalara, yaşadığı toplumun kurulu düzenine karşı çıkıp adaleti, huzuru ve güvenliği bozanlara SUÇLU,

4- Bulunduğu makamın gücünü ve yetkilerini kendisi, yakınları ve çevresinin çıkarları için kötüye kullanan ve kul hakkı yiyen yöneticelere ZALİM ,

5- Kendi emeği ve alın teri ile çalışıp geçinenlere ÇALIŞKAN-DÜRÜST,

6- Hep başkalarının sırtından geçinmeyi alışkanlık durumuna getirmiş olanlara ASALAK-BELEŞÇİ,

7- Yasa dışı örgütler kurup, halkın ya da kamunun mallarına hile ya da zor kullanarak sahiplenmeye çalışanlara ÇETE-MAFYA,

8- Çeşitli örgütlenmeler ve propagandalar yaparak, halkın ve inançlı insanların din duygularını ve kutsallarını kötüye kullanıp, mal, para, makam, itibar(!) ve iktidar sahibi olmak isteyenlere DİNBAZ-DİNCİ,

9- Sürekli doğruları ve haksızlıkları söyleyip dokuz köyden kovulmuş ve başları beladan kurtulmamış olanlara YARAMAZ-ASİ,

10- Fitne, iftira ve yalanlarla insanları ve toplum kesimlerini birbirlerine karşı kışkırtan ve karkaşa, kaos (karmaşa) çıkartıp düşmanlık üretenlere BOZGUNCU-FİTNECİ,

11. İnsanlar arasında ırk, dil, din, mezhep, cinsiyet ve bölge ayrımcılığı yapanlara IRKÇI-BÖLÜCÜ,

12- Görüntülü, yazılı ya da sözlü basında köşe tutarak, halkı, toplumu, bireyi dışlayıp, doğru ya da yanlış demeden, militanlaşıp, sürekli iktidarın icraatlarını övenlere YARDAKÇI-SOYTARI,

13- Dini mezhebi, ırkı, dili, inancı ve düşüncesi kendilerine benzemiyor diye insan yakan ya da öldürenlere CANÌ-VAHŞİ ,

14- Hukuka, ahlaka, insan haklarına, din ve vicdan özgürlüğüne, doğaya, çevreye hep saygılı davranan; ırk ve cinsiyet ayrımcılığından uzak duran, yaşamı boyunca adaletten hiç ayrılmayan, empati (duygudaşlık) yeteneği yüksek, özeleştiri yapıp hatalarını düzeltebilen ve kendini sürekli olarak daha iyiye ve daha güzele ulaşmak… için geliştirenlere de;

ÇAĞDAŞ İNSAN denir.

Halil Çivi şiiri : NELER OLDU?

ŞİİR KÖŞESİ..

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

 

 

NELER OLDU?

Artık zaman çok değişti,
Bugün dünden beter oldu.
Ahlak, ayaklara düştü,
Halk haksızı tutar oldu.
Xxx
Zalim, mazlumu dışlıyor,
Kötü, iyiyi suçluyor,
Şeytan, meleği taşlıyor,
Dost, dostunu satar oldu.
Xxx
Hak ve hukuk yalan oldu,
Köşe dönmek plan oldu,
Millet malı talan oldu,
Hesaplar hep Dolar oldu.
Xxx
Enflasyonun ipi kaçtı,
İşçinin feleği şaştı,
Emekliller yoksul düştü,
Çorap, limon satar oldu.
Xxx
Zenginler az, yoksullar çok,
Yoksullar aç, zenginler tok,
Orta sınıf, silinmiş, yok
Zengin döküp saçar oldu.
Xxx
Dinbazlar halkı uyuttu,
Zorbalar köşeyi tuttu,
Aydınlar dilini yuttu,
Sabır hapı yutar oldu.
Xxx
İnsanlara bir hal oldu,
Helal yemek vebal oldu,
Haram lokma helal oldu,
Dürüstler aç yatar oldu.
Xxx
Hurafeler sıralandı,
İnanç, ahlak yaralandı,
Adalet çok paralandı,
Zulme kanat açar oldu.
Xxx
Kimi kin tuttu, bilendi
Kim aç kaldı, dilendi,
Kiminin aklı bulandı,
Ülkesinden kaçar oldu.
Xxx
Akıldan, bilimden geri,
Kendince dinin severi(!),
Kimi zamane şeyhleri(!),
Çocuklarla yatar oldu.
Xxx
Anayasa rafta kaldı,
Siyasiler halkı böldü,
Laik devlet yara aldı,
Demokrasi biter oldu.
Xxx
Halil Çivi, bu ne haldır?
Helal zehir(!), haram baldır(!),
Kul hakkı büyük vebaldır,
Günah katar, katar oldu.
Xxx

Prof. Dr. Halil Çivi
17 Aralık 2022, Çiğli / İZMİR