Etiket arşivi: Prof. Dr. Ahmet SALTIK

Ağbaba’dan Erdoğan’a CHP’den sert yanıt ve SGK NEREYE SÜRÜKLENİYOR

Erdoğan’a CHP’den sert yanıt:
Hangi emekli vatandaşımız insani düzeyde yaşamını sürdürmektedir?

CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın emeklilerle ilgili yaptığı açıklamalara gösterdiği tepkide, emeklilerin %90’ının açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşadığını belirterek, “Türkiye uluslararası araştırmalara göre 37 ülkeyi kapsayan ‘en iyi emeklilik’ araştırmasında en kötü notu alan 3’üncü ülke oldu. Şimdi Cumhurbaşkanına sormamız gerekir; Hangi emekli vatandaşımız insani düzeyde yaşamını sürdürmektedir?”

(AS : Bizim kapsamlı makalemiz yazının altındadır.
SOSYAL_GUVENLIK_SISTEMİ_ve_AKP=ERDOGAN’in_URKUNC_YANILGISI_ya_da_OZGOREVI)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Topkapı kampüsünde düzenlenen Fatih, Silivri, Topkapı ve Zeytinburnu sosyal güvenlik merkezleri toplu açılış törenine katıldı. Konuşması sırasında sık sık Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğulu’nu hedef alan Erdoğan,

Sosyal güvenlik sistemimizi yeniden inşa ettik. İşçi, memur için ayrı verilen hizmeti tek çatı altında topladık. Sosyal güvenlik sistemimizin bütçe üzerindeki yükü de azalttık. E-devlet uygulamalarıyla da kağut üzerinden yürütülen pek çok hizmeti elektronik ortama taşıdık. Emekli maaşlarını insani düzeyde hayat sürülebilecek seviyeye çıkardık. Hiçbir emekli maaşının bin liranın altında kalmamasını sağladık. Bayramlarda biner lira ikramiye vermeye başladık. Emekli maaşını 4 kat artırdık, kesintilerini kaldırdık.” dedi.

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu sözlerine Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba’dan tepki geldi. Ağbaba, tepkisini yazılı olarak paylaştı.

İşte Ağbaba’nın Erdoğan’ın sözlerine verdiği karşılık:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bugün yaptığı açıklamada emekliler ile ilgili yaptığı açıklamanın gerçeklik ile yakından uzaktan bir ilgisinin olmadığını kendisi de çok iyi bilmektedir. Erdoğan yaptığı bu açıklamanın ne bilimsel verilerce ile ne de ülkenin resmi verilerince herhangi bir karşılığının olmadığını en başta yoksulluk ve açlıkla boğuşan emeklilerimiz bilmektedir. Cumhurbaşkanı, ‘Emekli maaşlarını insani düzeyde hayat sürülebilecek seviyeye çıkardık. Hiçbir emekli maaşının bin liranın altında kalmamasını sağladık’ diyor. Peki, gerçekler ne gösteriyor?

  • Türkiye de 847 643 kişinin emekli aylığı 1000 TL veya altında
  • 248 126 kişi 1000 TL ile 1100 TL arasında
  • 220 250 kişi 1100 TL ile 1200 TL arasında
  • 6 850 523 kişi 2000 TL’nin altında aylık almaktadır
    ve açlık sınırı altında yaşamaya çalışmaktadır.

13 MİLYON EMEKLİNİN %90’I AÇLIK SINIRINDA!

  • Açlık sınırının asgari ücretin çokça üstüne çıktığını düşündüğümüzde
  • 13 milyon emeklimizin neredeyse %90’ı açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır.

Şimdi Cumhurbaşkanına sormamız gerekir:

Hangi emekli vatandaşımız insani düzeyde yaşamını sürdürmektedir? Herhangi bir gerçekliğe dayanmayan çizilen bu pembe tablonun gerçeklik ile hiçbir alakası yoktur.

Ayrıca Türkiye uluslararası araştırmalara göre 37 ülkeyi kapsayan ‘en iyi emeklilik’ araştırmasında en kötü notu alan 3’üncü ülke oldu. Türkiye aldığı notla yalnızca Arjantin ve Tayland’ın üstünde yer alabildi.

Bunun yanı sıra Hükümet ve Cumhurbaşkanı emeklilikte yaşa takılan binlerce yurttaşın çözüm istemini ısrarla reddederken ve emekli aylıklarını açlık sınırı altında belirlerken emeklilik çağında çalışmak zorunda kalan işçiler hemen her gün iş cinayetlerinde yaşamını yitiriyor.

  • Emeklilerimiz, yoksulluk ve yasal düzenlemelerle emeklilik hakkının fiilen ortadan kaldırılması yaşlı işçileri güvencesiz çalışma koşullarına itmiş ve
  • güvencesiz işçi havuzunun önemli bir kaynağı haline gelmiştir.

Geçtiğimiz yıldan bugüne emeklilik çağında olup çalışmak zorunda kalan ve iş cinayetlerinde yaşamını yitiren işçi sayısı en az 230’dur.

Sonuç olarak;

  • AKP iktidarları döneminde emeklilerimiz en yoğun hak ihlallerine maruz kalmış açlığa ve sefalete itilmiştir. Erdoğan’ın açıklamalarının emeklilerimiz açısından kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur.

=========================================
Dostlar,

SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ ve AKP = ERDOĞAN’ın ÜRKÜNÇ YANILGISI ya da ÖZGÖREVİ (MİSYONU)

AKP = Erdoğan‘ın İstanbul’daki SGK – Emekliler odaklı konuşması hakkında söylenecek çok şey var. CHP Gn. Bşk. Yrd. Sn. Ağbaba’nın etkili açıklamalarını yukarıda aktardık. TÜRK-İŞ‘in Ekim 2019 verilerine bakalım :

Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu öbür aylık harcamalarının toplam tutarı yoksulluk sınırı6.705,08 TL!

ALIM GÜCÜ GERİLEDİKÇE ENFLASYON DÜŞÜYOR!?

Tuhaf ve aldatıcı bir ironidir.. AKP = RTE bu noktada bilerek – bilmeyerek bir kez daha yanılgı içindedir. Haydi TÜİK’in verilerle oynamalarını bir yana koyalım, enflasyon varsayalım ki gerçekte düşüyor olsa bile, halk yoksullaştırıldığı ve alım gücü düştüğü için fiyatlar genel düzeyi yükselememekte, yükseltilememektedir. Şirketler türlü pazarlama yöntemleri ile “tüketimi” sürdürmek için çabalamaktadır. 

AKP = RTE’nin bu bağlamda 2. yanılgısı, yüksek faizin enflasyon nedeni olduğudur. Çok yazıldı ama AKP = RTE takıntısını (!?) aşamıyor. Oysa tam tersi geçerli ve bu temel bir iktisat kuralı.. Ne demeli; narsisistik kişilik hiçbir engel tanımıyor; klasik bilimsel gerçekleri bile!

  • DÖRT KİŞİLİK AİLENİN AÇLIK SINIRI 2.058 TL, YOKSULLUK SINIRI 6.705 TL
  • BİR ÇALIŞANIN AYLIK YAŞAM MALİYETİ TUTARI 2.526TL
  • ANCAK MUTFAK ENFLASYONU YILLIK ORTALAMA %19,26 ORANINDA…TÜRK-İŞ 32 yıldır her ay bu verileri yayınlamakta. 2019 Ekim ayı sonucuna göre:
  • 4 kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 2.058,46 TL,
  • Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 6.705,08 TL,
  • Evli olmayan-çocuksuz bir çalışanın yaşama maliyeti ise aylık 2.526,14 TL olarak hesaplandı. (http://www.turkis.org.tr/EKIM-2019-ACLIK-VE-YOKSULLUK-SINIRI–d305750, 17.11.19)
  • Bu verilere göre 13 MİLYON EMEKLİNİN %90’ı AÇLIK SINIRINDA!

Ama Saray çevresindeki iktidar seçkinleri hem “oldukça dolgun” aylıklar almakta hem de birkaç görevden ayrı ayrı ücret sağlamaktalar. Bunları zaman zaman basında görüyoruz ve utanma belası ile üzerlerindeki çok sayıdaki “arpalık” tan 1-2’sini göstermelik olarak bırakıyorlar kamuoyu tepkisini azaltmak için.. Bursa ve Ordu Bld. Başkanları, RTÜK Bşk. yalnızca birer örnek. İstanbul’da 34 yaşında ve 44 kayyımlık görevi üstlenen AKP’li “harika genç” i basın gündeme taşımış ve biz de sitemizde aktarmıştık..

“THY Basın Müşaviri Yahya Üstün 40 (kırk!) kayyum şirketinde yönetim kurulu üyesi. Üstün zekalı dememin sebebi bu. Her babayiğit 40 şirketle ilgilenemez. 10 parmağında on marifeti geçtik tam 40 ayak olur. İşte belgeleri…” (https://gazetemanifesto.com/2019/bilalin-80-okul-arkadasindan-biri-40-sirkette-yoneticilik-yapiyor-310435/, erişim 17.11.19)

Bu yalnızca bir örnek.. Çok sayıda başkaları da var.. Öte yandan bu ülkede yıllarca bekleyip olarak atanamadıkları için yaşamlarının baharında özekıyan (intihar eden) öğretmenler var.. Kendini yakan işsiz gençler var.. Geçim sıkıntısı, borçlar – hacizler yüzünden ailece topluca özekıyan (intihar eden) aileler var. İşsizlik %14’ü, işsiz sayısı 7 milyonu aşmış durumda. Üniversite bitirmişlerin 1/3’ü işsiz!

Kimi kez da Sarayın iktidar seçkinleri, bu “sefalet” tablosu basında sergilendikçe iyice çirkinleşmekte ve “…çooook yetkin – donanımlı…” olduklarını belirterek halkı aşağılayan açıklamalarla yanıt vermekte (!) ve aldıkları ücretlerin “az bile” olduğunu vurgulamakta.

İtibardan tasarruf olmaz” sözü, Erdoğan’ın dır ve uygarlık tarihinde hak ettiği yeri almıştır. Kuşku yok, bu söz, sahibini de tarihte hak ettiği yere oturtmuştur, oturtacaktır.

Söz gelimi Katar’dan “gelen – yollanan – takdim edilen” (!?) süper lüks uçak 400 – 450 milyon $ değerindedir ve ABD Başkanlık uçağına denk ya da üstünde donanımlıdır. Sanırız Saray’ın 13. ya da 14. uçağıdır. Bir cankurtaran (ambulans) helikopter yaklaşık 10 milyon dolardır. Buna göre 400-450 milyon $ ile 40-45 cankurtaran (ambulans) helikopter alınabilir ve ülke genelinde koşullara göre (nüfus, iklim, ulaşım, donanımlı sağlık merkezleri..) dağıtılabilir. Van’ın mezrasında karadan sağlık ekibinin erişememesi nedeniyle ölen Muharrem bebeğin dramı belleklerdedir.

Şimdi soralım   : Muharrem bebeğin ölümünün gerçek nedeni nedir? Katil kimdir, kimlerdir, hangi politikalar ve bu politikaları güdenlerdir? Valilik neden yargılama izni vermemiştir?

Dinci iktidarlar halka “sözde dinsel değerleri” adeta damardan vererek uyuştururlar. Örn. Muharrem bebeğin ölümü “kaderdir, Allah’tandır..”!? Oysa Muharrem bebek hava cankurtaranı ile sağlık kurumuna zamanında yetiştirilebilseydi kurtulacaktı büyük olasılıkla. Bu durumda
soralım :

  • Tek bir hava cankurtaranı “kaderi, Allah’ın iradesini” değiştirmeye yetmekte midir?!
  • Bir hava cankurtaranı olunca “kader, Allah’ın iradesi” hükümsüz mü kalmaktadır!?

AKP’li CB Erdoğan’ın sözleri yanlışlarla doludur.. 

Örneğin Genel Sağlık Sigortasının (GSS) Anayasaya göre zorunlu olduğunu ve 30 yılı aşkın süre kendinden önceki iktidarların bunu yap(a)madığını söylemektedir. 2 önemli yanlış var burada :
1. GSS, Anayasanın (1982) 56. maddesi son tümcesi (cümlesi) uyarınca “zorunlu” değil “isteğe bağlı” bırakılmıştır. Bu tümce aynen şöyledir :

  • “Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir. “

Görüldüğü gibi Anayasa GSS’nı buyurmamakta, kurulabilmesi için seçenek sunmaktadır. AKP öncesi iktidarlar, yerinde çekincelerle Türkiye’de GSS’nin koşullarının bulunmadığını saptayarak bu seçeneği kullan(a)mamışlardır. AKP iktidarı ise, kökü dışarıda “Health Transformation” (Sağlıkta Dönüşüm) politikasını (ve başkalarını da..) uygulamak üzere iktidar olduklarından, gözü kara atılmışlardır. Ne var ki; Türkiye’de gerçek anlamda GSS yoktur, bu ekonomik güç – yapı – bunalım ile de olanaksızdır.

SGK verilerine göre 9 milyon prim yükümlüsü, 5502 s. SGK yasası uyarınca, SGK tarafından “yoksul” olarak tanınmış (damgalanmış!) olup primleri Hazine tarafından ödenmektedir.

İşsizlik olağanüstü yüksektir ve bu insanlar da SGK’ya prim öde(yeme)mektedir, onaylanan 9 milyon yoksulun yalnızca bir bölümüdür bu insanlar.

Ortalama gelir düzeyi düşük olduğundan (2018’de 9 bin $ dolayında; son 6-7 yıldır sürekli düşüyor!), prim matrahı yetersizdir.

Milyonlarca yükümlü primlerini ödeyememekte, sıklıkla “prim affı” çıkarılarak ödemeler zamana yayılmaktadır.. SGK’nin, “2018 Yılı Faaliyet Raporu”na göre, prim ve prime ilişkin borçlarını ödeyemeyen milyonlarca yurttaş, borçlarını yapılandırmak için başvurdu. Bu kapsamda 8 056 447 yurttaşın borcu yapılandırıldı. Yapılandırılmaya gidilen toplam prim borcu tutarı 157 milyar TL. Bu tutarın yalnızca 37 milyar TL’si tahsil edilebildi.

GSS, AKP = RTE‘nin buyurduğu gibi sağlık hizmeti kapsamını genişletmeyip tersine 2008’den bu yana sürekli daraltmakta, cepten harcamalara insanları zorlamakta ve hizmet satın aldığı sağlık kurumlarına geri ödeme bedellerini enflasyon karşısında yıllardır artır(a)mamaktadır. Bu durum kamu sağlık kurumlarını iflasa sürüklerken, özel sektörde yasa dışı bedeller alınıyor.

Özel sağlık kuruluşlarından ağız – diş sağlığı hizmeti 2008’den bu yana SGK tarafından tanınmamıştır. Öte yandan kamuda bu hizmetler çok yetersizdir. Modern diş implantı sağaltımı kamuda da SGK tarafından ödenmemektedir.

Oysa CB, yardımcıları, Bakanlar, TBMM üyeleri, AYM – Yargıtay – Danıştay – Sayıştay üyeleri, 4 yıldızlı general – amiraller ile eş – çocukları – bakmakla yükümlü oldukları açısından hiçbir SGK sınırlaması yoktur.. Bu kişilerin yurt dışı dahil tüm giderleri ödenmektedir. Giderek genişleyen bu ayrımcılık niyedir? Anayasanın yasalar önünde eşitlik maddesi (md. 10) neden ayaklar altındadır!?

  • Nitekim GSS, apaçık finansal yoğun bakımdadır.
  • Kurgusu gereği esas olarak prim = ek vergiler ve sınırlı (marjinal) genel bütçe (merkezi yönetim bütçesi) desteği ile dönmeleri gerekirken, Türkiye’de durum tersinedir. Örn. 2019 için SGK’ya merkezi yönetim bütçesinden 185 milyar TL aktarım öngörülmüştür. Bu rakam 2019 genel bütçesinin neredeyse 1/5’i olup olağanüstü yüksek bir orandır; üstelik toplam 385 milyar TL olarak öngörülen 2019 mali yılı SGK bütçesinin yarısına yakındır!AKP = RTE‘nin sıklıkla eleştirdiği, CHP Gn. Bşk. K. Kılıçdaroğlu’nun SSK Gn. Md. olduğu dönemde verilen SSK açıklarının güncel SGK açıkları ile rakamsal karşılaştırması olanaksızdır. Günümüzde bütçenin 1/5’i SGK’ya aktarılmaktadır; bu durum gerçekte SGK’nın örtük – saklanan iflasıdır!Üstelik 18. yılına giren AKP döneminde tek 1 yerli aşı üretilemediği gibi, ilaçta dışa bağımlılık azalmamaktadır. 2018 SGK sağlık giderinin %30’u ilaç gideridir; bu rakam ABD’de %11, OECD’de %17 dolayındadır. İlaç ve tıbbi teknoloji hovardaca kullanılmaktadır.

Sosyal devletlerde merkezi bütçeden sosyal güvenlik kurumlarına akçalı (mali) destek olağan ve gereklidir. Ancak Türkiye’de SGK havuzu primlerle = ek vergilerle değil, genel bütçe desteği ile “ancak” doldurulabilmektedir.

GSS rejimi pahalıdır, zengin ülkeler bile başedememektedir, sağlık giderleri şişirilmekte ve yerli – yabancı yandaş şirketlerin kasalarına yüzlerce milyar $ ulusal servet aktarılmaktadır. Üstelik halkın sağlık düzeyinde de harcanan kaynaklarla uyumlu iyileşme olmaksızın = Tam vahşi sömürü!

  • AKP iktidarı, bilerek / bilmeyerek bu küresel soygun tasarımına (projesine) destek vermektedir; alettir, taşerondur!

1982 Anayasası md. 56 / son tümcede dile getirilen içerik 2. önemli yanlıştır :

1982 Anayasasının 56. maddesinin son tümcesinde GSS kurulması seçenekli bırakılırken, GSS için gerekçenin “.. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için..” denmektedir. Bu tümce bilimsel olarak eksiktir – yanlıştır. Çünkü GSS, uluslararası yazında (literatürde) “bir finansman rejimi” olarak bilinir. “.. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için..” GSS tek başına yetmez; yeterli sağlık hizmetinin ülke genelinde halkın erişebileceği biçimde coğrafyaya bölge ve nüfus temelli olarak dağıtılması gereklidir.

1980’lerin ortalarında Alman Sosyal Güvenlik Kurumu, kadim Bismarck’ın Alman halkına armağanı, dünyanın ilk sosyal güvenlik sistemi (1881) Krankenkasse iflasın eşiğine sürüklenmişti. Temel neden sağaltım ağırlıklı ve parça başı ödeme idi. İkisi de düzeltildi:

1. İlk 1 yılda tüm bebekler belirlenen sayıda hekime getirilecekler.
2. Tüm gebeler bu süre içinde belirlenen sayıda hekime gelecekler.
3. 45 yaş üstü herkes yılda 1 kez hekime gelecekler.

Böylelikle Alman sosyal güvenlik kurumu, son derece yerinde, insancıl, bilimsel – akılcı yaklaşımla iflastan kurtarıldı. İzlenen yol, KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNE ÖNCELİK VEREREK sağaltım giderlerini azaltmaktı.. Moneter değil insancıl, bilimsel – akılcı idi.

Oysa AKP = RTE‘nin övündüğü SGK’sı hep ama hep, insancıl olmayan, bilimsel – akılcı olmayan moneter (parasal) önlemlerle ayakta kalmaya çabalıyor. Açıkları büyüdükçe, bu sorunun gerçek nedenlerine inmeksizin; İLGİLİ ÇEVRELERE RANT AKTARIMININ KESİNTİYE UĞRAMAMASI GEREKTİĞİNDEN olsa gerek, hep geriödemelerini kısarak, hizmet kapsamını daraltarak insanların ceplerine ve Hazine’ye yükleniyor..

  • Halkın sağlık hizmetlerine erişememesi, Hazine’nin dev aktarımları (transferleri) ile yerli – yabancı sermayeye ulusal kaynak aktarımı ASLA kesintiye uğratılmıyor..
  • Ne pahasına olursa olsun.. Kapitalizmin tunç yasaları dayatıyor AKP’ye; maksimum kâr ve sermaye birikimi sürdürülecek.. Ne pahasına olursa olsun.. Peki AKP buna neden mahkum?

Tüm bunların iç yüzünü – ardalanını AKP = Erdoğan biliyor, anlayabiliyor ve kavrayabiliyor mu acaba?? Küresel güçler (Emperyalizm) sorunun yanıtını “evet” olarak vermiştir ki, bu iktidar hala sürmektedir. Ne beis, Erdoğan “biliyor, anlayabiliyor ve kavrayabiliyor” olmasa bile çevresi kuşatılmıştır ve en iyimser senaryo ile “kandırılması sistematik olarak sürdürülmektedir”!

Nitekim emeklilikte yaşa takılan 2 milyona yakın insan ve ailelerine önceki gün İstanbul’da meydan okurken gerçekte ülkemizin ulusal çıkarlarını, geleceğini, bütçe dengelerini… falan mı kolluyor acaba??

  • Şehir hastaneleri = TALAN! denklemini yıllardır kuruyor, seslendiriyor, yazıyor, haykırıyoruz.. Sonunda göl bitti galiba.. 17+ yıldır yüzlerce milyar dolar ulusal serveti yandaş yerli – yabancı şirketlere misyonu gereği aktaran bir iktidar, YOKSULLUK İÇİNDE – AÇLIK SINIRINDA 2 milyon emekliye ve 10 milyona varan ailelerine haklarını vermeyi çok görüyor ve bunu akılcılık – ülkenin çıkarı adına savunuyor, bir de “seçim yitirme pahasına da olsa..” diye gürlüyor öyle mi!

Usta politikacı, önceki TBMM başkanlarından Hüsamettin Cindoruk, bir TV programında,

  • “.. bu kadar rahat yalan söyleyen bir politikacı görmedim…” demişti.

AKP = Erdoğan‘ın İstanbul konuşmasında faiz ödemelerinin azaltıldığı da belirtiliyor. Son 2 yılın bütçesindeki rakamlara bakmak yeter sanırız :

2018 bütçe gideri 763 (599’u – %88 vergi!), gelir 697, Açık 66, Faiz 71,6 (%26↑); yatırım 68,8; Sağlık Bak. 37,6; DİB 7,8 (151 bin pers.); SGK 133,5 (2016’da 108); Emn.+Jand. 40,1; Mrk. Yön. borcu 2017 sonu 871,6 milyar (%15↑) TL

2018’de bütçeden ayrılan ödenek Faiz 71,6 milyar TL. Bütçenin 10’da 1’i ve önceki yıla göre
artış %26. Bir de anapara ödemesi var bu borçların.. 2018 bütçesinde her 10 TL’den 1’i devletin borcuna giderken, bu rakam Sağlık Bakanlığı bütçesini 2’ye katlıyor ve toplam yatırımlardan daha fazla. SGK’na baktığımızda; bütçenin 1/5’ine yakın bölümü SGK’ya aktarılıyor ve bu rakam 133,5 milyar TL olup, 2017’deki aktarım tutarı olan 108 milyar TL’ye göre 1/4 artış anlamına geliyor. Enflasyonun çok üstünde, bütçe büyümesinin çok üstünde..

2019 bütçesi daha feci durumda, açık 80,6 milyar TL ile kalmadı, 125 milyar TL’ye çıkarıldı geçen ay. Ayrıca 80 milyar TL’yi aşan TCMB kârı ve yedek akçesi de bütçeye aktarıldı. Durum böylesine dehşet verici iken, CB’nın “örtülü ödenek” harcaması olağanüstü artıyor! Niçin?!

2019 Bütçe Giderleri 961 milyar TL
Faiz Giderleri 117,3 milyar TL
Bütçe Gelirleri 880,4 milyar TL
Vergi Gelirleri 765,5 milyar TL
Bütçe Açığı -80,6 milyar TL
Faiz Dışı Fazla 36,7 milyar TL

2019 bütçesinde AKP hükümetinin faiz ödemesi 117,3 milyar TL olup 961 milyar TL’lik bütçenin 1/8’i.. 2018’de bu oran 1/10 ve ödenen tutar 71,6 milyar TL idi; %50 artış var ödenecek faizde. Sağlık Bakanlığı bütçesi 47 milyar TL, faiz gideri bunun 2,5 katı.. Bir de FAİZ DIŞI FAZLA adı altında zihinlere kurulan tuzak var.. Bu, BORÇ ANA PARASI demek.. Açıkçası bütçeden, her şeyden önce BORÇ FAİZLERİ ödeniyor. Sonra kalan bölüm FAİZ DIŞI adını alıyor. Bu bölümden yemeden – içmeden tasarruf yapıp “fazlalık” vermek gerek ki borçların ana parasını ödemek olanaklı olabilsin. Buna da tuzaklı bir adlandırma ile FAİZ DIŞI FAZLA deniyor ki yurdum insanı, hatta ortalama okumuşu bile anlamasın!
****
Yalan öylesine bulaşıcı ki; önceki ÇSGB J. Sarıeroğlu şunları söylemişti basına (5.7.18) :

-“..Vatandaşlarımızdan, SGK ile sözleşmeli / protokollü sağlık hizmeti sunucuları, verdikleri bu hizmetler (Kanser tedavisi, cerrahisi, ilacı) nedeniyle hiçbir şekilde ek ücret almayacak, vatandaşları ceplerinden hiçbir ücret ödemeyecek. Düzenleme öncesi kanser cerrahisi için yılda 240 milyon TL ödüyorken söz konusu düzenleme ile bu ödemeyi yılda yaklaşık 750 milyon TL’ye çıkartarak kanser hastalarımızın tedavilerini tümüyle ücretsiz hale getirdik. Hem kanser hem de öbür tüm hastalıkların tedavisine ve önlenmesine ilişkin, yine maliyet gözetmeksizin iyileştirmeler hızla ve artarak devam edecek.” [2019’da 10-11 milyar TL kısıntı planlanıyor!?]

Sorumuz : Türkiye’de her yıl ~175 bin yeni kanser tanısı konuyor. Hasta havuzunda 400+ bin kanserli var. 750 milyon TL / ~500 bin hasta desek.. Kanserli hasta başına 1500 TL / yıl düşüyor. Bu rakam ile «kanser hastalarımızın tedavilerini tümüyle ücretsiz hale getirdik» denebilir mi??

  • Siyaset etiği – dürüstlük – halkı aldatmama… yükümü kimler için??

Soruyoruz : 4 s. CBK ile SGK neden Sayıştay denetimi dışına alındı!??

Bereket Anayasa’nın 160. maddesi bu girişme izin vermiyor, Ama niyet ne, niçin?

Sonuç             : SGK finansal yoğun bakımda! Ne yapmalı???

• Türkiye, Batı dayatması ile çok pahalı olan GSS (Genel Sağlık Sigortası) finansman
sistemini yürütmeye çabalıyor.. Önemli açıklar veriyor ve merkezi yönetim bütçesinden
ciddi aktarım zorunlu oluyor; bu aktarımlar önemli bütçe açığı yaratsa da -ki yaratıyor- !
• Özetle S G K  f i n a n s a l  y o ğ u n  b a k ı m d a ..
Adil, dolayısıyla etik olmayan birçok yönü var.. Sürdürülebilir gözükmüyor..
• Yüz milyarlarca Dolar ulusal servet yandaş yerli – yabancı sermayenin kasasına aktarılıyor,
harcamalar hızla artmayı sürdürüyor ama halkın sağlık düzeyi göstergeleri dev harcama ile orantılı iyileşmiyor.. Genellikle 60-90. sıralardayız sağlık ölçütlerinde.. Niçin, nasıl, kim sorumlu bundan?
• SGK sistemi büyük bir karabasan! Çünkü Devlet; halkın sırtında sopalı tahsildar!?

Yineleyelim : GSS halkın sağlık sigortası değil, sermayenin kârının sigortasıdır!

  • SGK, stratejik bir  toplumsal güvence kurumudur. Mutlaka bilimsel akılcılıkla yönetilmelidir.
  • Şehir hastaneleri talanı bütünüyle ve hemen durdurulmalıdır!
  • AKP’nin gayrımili politikaları artık sürdürülemez sınıra dayanmıştır.
  • AKP = Erdoğan ezberlerini bozmak zorundadırlar.
  • Bu aymaz ve kökü dışarıda politikaları sürdürmek artık Türkiye için bir BEKA SORUNUDUR!
  • Sitemizde, gerek SGK ve açmazları gerek ŞEHİR HASTANELERİ TALANI… konularında çok sayıda belgesel yazı vardır. Bunlar özenle okunmalı ve yanlış yol terk edilmelidir.
  • AKP = ERDOĞAN bu yıkıcı politikalarını sürdürürlerse, Türkiye için somut ve kritik BEKA SORUNU daha da ağırlaşacaktır. Böylesi bir sorunsal, her durumda Türkiye’nin yararına çözülür, AKP tasfiye edilir ancak ülkemize bedeli çooook ağır olur. Onlarca yıl belimizi doğrultamayız.
  • AKP içindeki yurtsever sağduyulu vekiller, uzmanlar, üyeler, danışmanlar bu vahim gidişi durdurmak zorundadırlar ve bunu yapabilirler. Türkiye 1 kişinin yönetimine terk edilemez!
  • Türkiye ekonomisi çökme riski ile yüz yüze! Lütfen aşağıdaki yazımızı okuyunuz.
  • AKP = ERDOĞAN TÜRKİYE’yi MORATORYUMA MI SÜRÜKLÜYOR?
  • AKP’liler Erdoğan’ı malvarlığını açıklamaya zorlamalıdır. ABD sopa göstererek ima ediyor. Erdoğan neden gürleyerek “..müddei iddiasını ispatla mükelleftir..” diyemiyor, neden??

Çare; Devleti sermayeden kurtarıp sağlıkta piyasacılıktan – özelleştirmeden vazgeçip, KORUYUCU SAĞLIK HİZMETİ ODAKLI, Ulusal, Kamucu Sağlık Sistemine geçiş..

Sevgi ve saygı ile. 17 Kasım 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Bu makalemizin pdf’si : SOSYAL_GUVENLIK_SISTEMİ_ve_AKP=ERDOGAN’in_URKUNC_YANILGISI_ya_da_OZGOREVI

ÇAPA BATIYOR

ÇAPA BATIYOR!

Bu yazı İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erbuğ Keskin‘in Facebook sayfasından alınmıştır.
Prof Dr. Erbuğ Keskin’in yazısı. maalesef olduğu gibi gerçek…

Özellikle Şehir Hastaneleri “dayatıldıktan sonra” Üniversite hastanelerinin finansal olarak kendini döndürememesi ve onların devredilmesi için “meşrulaştırıcı bir neden yaratmak için” oldukça planlı adımlar bunlar….
Acaba sağlığa – üniversite kafası – perspektifi olmadan  yaklaşılabilir mi?
Öyle bir ülkenin sağlıkta geleceği ola bilir mi??
Düşünelim…
Erdoğan, Üniversite hastanelerine yönetemiyorsanız bize bırakın, biz yönetelim.. sağlık hizmeti başka, işletme başka..demişti. Amaç açık, üniversite hastaneleri iflas etsin, el konsun ve Sağlık Bakanlığına devredilsin, hastaneleri olmasın Tıp Fakültelerinin.. Sağlık Bakanlığı da şehir hastaneleri kapsamında giderek özelleştirerek hizmetten çekiliyor; kamuda kalan ya da özelde hastanelerle tıp fakülteleri anlaşma yapsın, “affiliye hastane” modeli ile bu alanda da küçük Amerika olalım. Sağlık hizmetini ve tıp eğitiminin bu özel hastanelerde verelim..
AKP ile bütün yollar SERMAYENİN ÇIKARINA! Tam yol ileri!

DİKKAT Köprüden önce son çıkış                 :

  • AKP iktidarına son anımsatma, rica :
  • Tıp Fakültesi Hastanelerinin bilerek ve tasarlayarak (taammüden) iflası politikasını lütfen hemen durdurunuz..
  • Bu yıkımın faturası öngörülenden çok daha ağır olur, telafi de edilemez.
  • İlk iş, SGK geriödemelerini güncel maliyetlerle uyumlu kılınız;
  • Sonra da KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNE ÖNCELİK VERİNİZ Kİ hem daha sağlıklı bir topluma erişelim hem de belimiz büken sağlık giderleri azalsın!
  • Sonra “kandırıldım” demeyin, çooook geç ve çoook yazık olur Türkiye’ye.

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
1977 İstanbul Tıp Fakültesi Bitireni (Mezunu) / 150. yıl mezunları
1981 İstanbul Tıp Fakültesi Uzmanı (Halk Sağlığı)
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, SBF Mezunu
===================================

ÇAPANIN SON AKŞAMLARI

Çapa’da güneş batıyor bir akşam daha..
Hüzünlüdür akşamları hastanelerin..
Hekim olmaya ilk adım attığım yuvam burası benim.
İlk hastam.. ilk sondam.. ilk dikişim..
190 yıl önce (AS: 1827) kurulan ülkenin ilk Tıp Fakültesi..
Babamın okulu..

Hocalarımızın hocalarını yetiştiren akademi..
Her nesille giderek gelişen, modernleşen, ülkemizin ışıldayan bilim ocağı..
Yurdun her köşesinde.. komşu ülkelerde… derdine çare bulunamayan insanların şifa kapısı..

Burası Çapa..
Bugünlere gelmesinde o kadar çok kişinin emeği var ki..
Ama son yıllarda bu yuva gözlerimizin önünde eriyor..
Avuçlarımızın arasından kayıp gidiyor sanki..
Çapa zor durumda..
Çapa çok zor durumda..
Borç batağında..
Borçlarını 36 ay geriden zar zor ödeyebiliyor..
İşin en acısı ne biliyor musunuz?
Çalışmadığımız için değil.. Çalıştığımız için batıyoruz.
Bir safra kesesi ameliyatı yaptığımızda devletin hastaneye ödediği para 1100 Tl.. Ama o ameliyat bize en iyimser koşullarda 1800 T’ ye mal oluyor.. Yani derdinden kurtardığımız her hasta da 700 TL zarar ediyoruz.
Devletin her hizmet için hastaneye ödediği bir fiyat var ve bu fiyatlar yıllardır değişmedi. Oysa kullandığımız malzemelerin fiyatı kezlerce katlandı..
Yani devlet bize diyor ki;
Pahalı tedavileri sakın uygulama..

Sakın ameliyat yapma..
Yapmak zorunda kalırsan ilçe devlet hastanelerinde bile yapılabilen basit ameliyatları kabul et..
Yalnızca muayene yap.. hızlı hızlı.. fazla tetkik isteme.. fakültenin ayakta kalabilmesinin belki de tek yolu muayene yapmak..

Hastaya bir faydası yok ama zarar ettirmiyor..

Ne kadar çok muayene yaparsan, ne kadar az tetkik istersen o kadar kazanırsın diyor devlet..

Ama burası Çapa, biz her türlü baskıya karşın, halkımızın en modern tedavi yöntemlerinden faydalanmaya devam etmesi için elimizden geleni yapıyoruz
Bu nedenle her yıl giderek daha zor duruma düşüyoruz.

Sonunda şelale olan bir ırmakta sürüklenen bir sandalda gidiyor gibiyiz.
Hepimiz kaçınılmaz sonu görüyoruz.

Bakın, şimdiye dek hep eleştiregeldiğimiz, çatısı akan servislerden, su basan ameliyathanelerden, çökmek üzere olduğu için son anda terk ettiğimiz binalardan, salt kamuoyu mutlu olsun diye kapasitesinin 4-5 katına çıkarılan öğrenci sayısından filan söz etmiyorum..

Türk ve dünya tıbbına sayısız katkıları olmuş.. kaç kuşak hocalarımızın emeğiyle bugüne gelmiş bir mabedin çöküşünden bahsediyorum..

Çapa çöküyor diyorum…

Artık başka yerde çare bulamadığınız dertlerinize çare olan Çapa olmayacak..
Cerrahpaşa, Ege, Dokuz Eylül, Akdeniz, Çukurova, Ondokuz Mayıs da olmayacak.

O berbat hastane koşullarında bulunmaya yarım saat dayanamayan insanlar sağlık çalışanlarının orada bir ömür tükettiğini göremiyorlar.

Halkın sağlığını geri dönülmez bir biçimde tehlikeye atan bu çarpık sağlık sisteminin tek sorumlusunun onlar olduğunu düşünüyorlar.

Her gün her kanalı kullanarak sağlık çalışanlarını şikayet ediyorlar..
Bunları size niye anlatıyorum biliyor musunuz?
Bu insanlara söyleyin lütfen..
Bizi yine şikayet etmeye devam etsinler..
Ama fakültelere geldiklerinde işlerin aslında neden yürüyemediğini de görmeye çalışsınlar.

Mesela Bilgi edinme hattına;
”Benim 2000 liraya malolan ameliyatım için fakülteye neden 1000 lira ödüyorsunuz?” diye sorsunlar..
”Modern tıbbın keşfettiği çok daha etkili tedavi yöntemleri ve Tıp Fakültelerimizde yılların emeğiyle bunları kullanmayı öğrenmiş doktorlar varken, neden sırf sizin politikalarınız yüzünden ben çağ dışı yöntemlerle tedavi olmak zorunda kalıyorum diye sorsunlar”
”Başka yerlerde gösteriş için trilyonlar harcanırken neden Tıp Fakültelerini parasızlık içinde yok olmaya itiyorsunuz? diye sorsunlar”

”Çapa çökerse, devasa Şehir Hastaneleriniz onun yerini tutar mı sanıyorsunuz? diye sorsunlar”

En çok da..

” Başınıza bir şey geldiğinde, kendinizin de koşarak bu ölüme terk ettiğiniz kuruma geldiğinizi unuttunuz mu?” diye sorsunlar.. (AS: R.T. Erdoğan kolon ameliyatını Çağa’dan bir hocaya yaptırmıştı..)
Çapa da akşam oluyor..
Zaten hüzünlüdür hastane akşamları..
Ama artık bir farklı..
Çapa çok badireler atlattı..
İki Meşrutiyet,
iki dünya savaşı,
sayısız darbe gördü..
Hepsinden etkilendi ..
Ama bu kez farklı..
Eğer halkımız kendi fakültesine sahip çıkmazsa ..

Çapa’nın üzerine güneş batacak akşamların sayıları zannettiğinizden çok daha az kaldı..

Emine Bulut’un Katli ve Eğitimde Kadın Düşmanlığı

Emine Bulut’un Katli ve
Eğitimde Kadın Düşmanlığı

Mustafa Solak
Tarihçi

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Emine Bulut’un eski eşi tarafından, çocuğunun önünde öldürülmesi toplumda haklı olarak derin bir infial yarattı. Kırıkkale Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü, saldırıya tanık olan çocuğu psikologun gözetimine almışlar.

Her kadına yönelik saldırı ve cinayet sonrası ilgili kurumlar bu tür rehabilite edici yöntemlere başvuruyor ama sorunun köklü çözümü eğitimde. Küçük yaştan başlayarak kadın-erkek eşitliğinin içselleştirilmesinin sağlanması gerekir. Dolayısıyla sorunun kaynağına inmeden olumsuz davranış başa geldikten sonra çözüm arayışları gerçekçi değildir.

Kadına yönelik şiddet ve erken yaşta evlilik arttı, kadınların okullaşma ve istihdam oranları azaldı. Dünya Ekonomik Forumu Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’na göre, Türkiye’nin cinsiyet eşitliğinde 144 ülke arasında 131. sıradadır. Son 14 yılda kadına yönelik şiddet 4 kat, % 392 artmış, genç kadın işsizliği % 23’e yükselmiş, kadınların istihdama katılımı ise %29-31 ile sınırlı kalmıştır. Son 10 yılda 500 bin kız çocuğu evlendirilmiş, son 6 yılda
142 298 kız çocuğu da erken yaşta doğum yapmıştır.

Eğitimde ise durum vahim ötesi. Değişen müfredata dayalı yazılan ders kitaplarıyla kadının durumu daha geriye götürülüyor. Kadına şiddetin kaynaklarını belirlemek durumundayız. Bunlardan biri de MEB ders kitapları.

Müfredat ve MEB ders kitaplarında da eşitlik ve kadın hakları konusunda geriye gidildi. Kimi ders kitaplarındaki metin ve görsellerde, kadın çalışma yaşamından çok evde gösterildi, ev kadını ve anne olarak betimlendi. Kitaplarda kadınlarla ilgili şu anlatımlar yer almaktadır:

  • Kölelik ve cariyelik,
  • Cariyenin kendi sahibesini doğurması kıyamet belirtisi sayılıyor,
  • Kadın evlenmesinde denklik ölçütü aranıyor,
  • Erkek, kadınlar akraba değilse 1’den çok kadınla evlenebilir,
  • Boşama yetkisi kocaya ait,
  • Boşama için kocanın mahkemeye gitmesine gerek yok, “boş ol” demesi yeterli,
  • Anneleri ile zifafa girilmeyen üvey kızlarla evlenilebilir,
  • Miras payı Medeni Yasa’ya değil ayete göre düzenlendi,
  • Kadının “açmasına izin verilen avreti; yüzü, bilekleriyle birlikte elleridir”,
  • Elbise, karşı cinsin dikkatini çekmemeliymiş,
  • Nafaka varken mehir düzenlendi,
  • Kadına bakmak haram,
  • Mezheplere göre avret yeri farklılığı,
  • Kürtaj “cinayettir” yaklaşımı,
  • Estetik yasak,
  • Tekfir eden (dinden çıkan) erkekse Müslüman bir kadınla evlenemez,
  • Dinini ve ahlakını beğendiğiniz dünürün oğluna kızınızı vermezseniz yeryüzünde fitne ve bozgunculuk olurmuş,
  • Tarih yazıcılığında kadının rolü çıkarıldı,
  • Kadın, eşinin sevmediği kimseleri evinize sokmamalı ve hoşlanmadığı kimselerle konuşmamalı imiş.
  1. sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitabında “Din ve Aile” başlığında evliliğin önemi, içinde köle ve cariyenin de geçtiği Nur Suresi 32. ayetle anlatılıyor. Kitapta diyor ki:

“Kuran’da ‘Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanlarla evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.’ ayetiyle evlilik teşvik edilir.”[1]

MEB burada kölelik ve cariyeliği onaylamamakta ama yalnızca ayeti mi aktarmaktadır; yoksa kölelik ve cariyeliği olağan mı görmektedir?

Cariyenin kendi sahibesini doğurması kıyamet alametiymiş. Anadolu İmam Hatip Liseleri “Akaid” ders kitabında Peygamberin “cariyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir”[2] hadisinden söz edilmektedir.

  1. sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitabında nikahta velinin söz sahibi olmasına yönelik “velayet” sözcüğü şöyle açıklanmaktadır:

“Evlenmede velinin söz sahibi olması (velâyet). Kadının velisi; babası, dedesi, abisi vs. olabilir. Evlilik her ne kadar bir erkek ve bir kadın arasında olsa da kadın ve erkeğin ailesini de etkilediğinden İslam hukukçuları özellikle kadının ailesinin nikâha müdahil olabileceğini söylemişlerdir. Bu şart Mâliki, Şâfiî ve Hanbeli mezheplerine göredir.”

Fıkıh ders kitabında MEB, İslam’ın evliliğin mutluluk ve kalıcılık getirmesi için öngördüğü kimi önlemleri şöyle sıraladı:

“• Evlenecek olanların uygun bir ortamda birbirlerini görmeleri, evlenecek kişilerin birbirine denk olması.”

Fıkıh ders kitabında geçici evlenme engelleri de şöyle sıralanmıştır:

“• Müslüman erkek müşrik kadınla, Müslüman kadın da Müslüman olmayanlarla evlenemez.

  • Koca 3 talakla boşadığı kadınla evlenemez.
  • Bir kadın bir erkekten çok kişiyle, aynı anda evlenemez.
  • Bir adam aynı anda kadının teyze, hala ve kız kardeşi ile evli olamaz.”

Fıkıh Okumaları” ders kitabında erkeğin kadının iki akrabasıyla birden evlenmesi evlenme engellerinden biri olarak sayılmış ve şöyle denmiştir:

“Bu durum, erkeğin 1’den çok kadınla aynı anda evli olması hâlinde geçerli olan bir evlenme engelidir. Örneğin iki kız kardeşin veya hala ve yeğeninin ya da teyze ve yeğeninin aynı anda bir erkeğin nikâhı altında olmaları yasaklanmıştır. Ancak bu şekilde olan iki kadından evli olduğu kadın ölür ya da onu boşarsa diğeri ile evlenebilir.”[3]

Demek ki akrabası olmamak koşuluyla, erkeğin aynı anda 1’den çok kadınla evlenmesi olanaklıdır. Zaten “1 kadının aynı anda 1’den çok erkekle evli olması yasaktır” demekle de erkek için olanaklı olduğuna açıklık getirilmiştir.

Boşama yetkisi kocaya ait görüldü. Talak yani boşanma Fıkıh kitabında şöyle düzenlendi:

“Boşanma (talak), evliliğin son bulmasıdır. Talak, taraflar arasındaki evlilik bağını sona erdirir. Evliliği bitirecek boşama işlemi, ‘Aramızdaki evlilik bitti, seninle boşandım.’ gibi açık (sarih) bir sözle veya ‘Artık senin eşin değilim. Ben senden ayrıldım.’ gibi içinde boşama ve talak kelimesi geçmeyen fakat boşanma kastıyla üstü kapalı (kinayeli) söylenen tümcelelerle de gerçekleşebilir.

Koca üç talakla boşadığı kadınla evlenemez” ifadesinden de anlaşılacağı üzere boşama hakkı kocanındır ve mahkemeye başvurulmadan boşanmanın önü açılıyor. Medeni yasaya açıkça aykırı bir durum.

Bir yandan üvey kızla evlenmek, sürekli evlenme engellerinden sayılmakta öte yandan ayetteki “kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız –eğer anneleri ile zifafa girmediyseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur-” ifadesiyle üvey kızla evlenilebileceğinden bahseden ifade Fıkıh kitabında şu biçimde yer almıştır:

“Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız –eğer anneleri ile zifafa girmediyseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur-, öz oğullarınız karıları, iki kız kardeşi (nikah altında) bir araya getirmeniz ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır ve çok merhamet edicidir.”[4]

Yani anneleri ile zifafa girmediyseniz üvey kızlarınızla evlenmenizde günah yoktur. Peki zifaf olmadan kadın nasıl erkeğin “karı”sı oluyor? Cinsel birliktelik olmasa bile aynı evde yaşadığınız karınızın kızıyla evlenmeyi içinize sindirmek nasıl bir duygudur?

Kızların nikahta taraf olmaları mezheplere göre ayrılmakta ve velilerin rızasına şöyle bağlanmaktadır:

“Hanefilerin dışındaki öbür 3 mezhebe göre ise tam ehliyetli erkek, nikâhta kendi adına taraf olabilirken kızlar, tam ehliyetli de olsalar ancak velileri tarafından evlendirilebilir.”[5] Hanefilerde ise “velisinin izni ve rızası olmadan dengi olmayan birisi (kefâlet) ile evlenmesi veya mehrinin emsal mehirden az olması hâlinde bu evliliğe velisinin itiraz hakkı vardır. Veli izin vermedikçe kızın yapmış olduğu böyle bir akit bağlayıcı değildir.”[6]

 Üç kez boşanınca önceki kocaya geri dönüş yolu Bakara suresinin 228-229. ayetlerine dayanılarak açıklanmaktadır:

“Bir erkek, üç kere boşadığı hanımı ile artık evlenemez. Buna göre bir erkeğin üç talak ile boşadığı kadın, başka bir erkek ile normal bir şekilde evlenip bu ikinci kocasından normal bir şekilde boşanması veya bu ikinci kocasının ölmesi hâlinde eski kocası ile tekrar evlenebilir.”[7]

Akaid ders kitabında mümine tanınan haklara ilişkin şunlar yazılıdır:

“Müslüman muamelesi görür. Müslüman bir kadınla evlenebilir. Kestiği hayvanın eti yenir, zekât ve öşür gibi dinî vergilerle yükümlü tutulur. Ölünce de cenaze namazı kılınır, Müslüman mezarlığına defnedilir. Eğer bir kimse inancını diliyle ikrar etmezse ona, Müslümana özgü bu tür hükümler uygulanmaz.”[8]

Başka türlü söylenecek olursa inancını diliyle açıklamayan kişinin kestiği hayvan yenmez, zekât ve öşür gibi dinsel vergilerle yükümlü tutulmaz. Bu kişi erkekse Müslüman bir kadınla evlenemez imiş.

Ders kitaplarındaki 10 kadın ve kız öğrenci fotoğrafının 9’u türbanlıdır. Bu, yaratmak istedikleri kadın tipini yansıtmaktadır.

Böyle bir eğitim sisteminde erkek kendini kadından üstün görecektir. Dolayısıyla Emine Bulut türü cinayetler bırakalım sona ermeyi artarak sürecektir.

Kadın-erkek eşitliği için şunlar yapılabilir:

  1. Müfredat ve ders kitapları kadın-erkek eşitliği yönünden incelenmeli ve cinsiyet eşitliğine uygunluğunun denetimi yapılmalı.
  2. Kadınlara yönelik ayrımcılık içeren bölümler müfredat (AS: Yetişek) ve ders kitaplarından çıkarılmalı.
  3. Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimin tüm aşamalarında zorunlu ders olarak yer almalı.

NOT: Müfredat (AS: Yetişek) ve ders kitaplarındaki milli devlet, Atatürk, insanlık onuru, kadın ve karşıtlığına ilişkin anlatımları “Gayrimilli Eğitim” kitabımda geniş olarak okuyabilirsiniz.

Kaynaklar

[1] Recai Doğan, Ortaöğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi 10, Nev Kitap, Ankara, 2018, s.75. Ders kitabını şu bağlantıdan indirebilirsiniz: http://www.eba.gov.tr/ekitap?icerik-id=6328.
[2] U. Murat Kılavuz, Nihat Morgül, Veli Karataş, Eba Müslim Yaşaroğlu, Ed. Ahmet Saim Kılavuz, Akaid, MEB Devlet Kitapları, Ankara, 2018, s.39. Ders kitabını şu bağlantıdan indirebilirsiniz: http://www.eba.gov.tr/ekitap?icerik-id=6524.
[3] Abdullah Kahraman, Servet Bayındır, Recep Özdirek, Adnan Memduhoğlu, İbrahim Yılmaz, Ahmet Özdemir, Fıkıh Okumaları, 5. Basım, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2018, s.105. Ders kitabını şu bağlantıdan indirebilirsiniz: httpwww.eba.gov.trekitapicerik-id=6546.
[4] Age, s.104.
[5] Aynı yer.
[6] Age, s.104.
[7] Age, s.105.
[8] Kılavuz-Morgül-Karataş-Yaşaroğlu, age, s.27.
==============================================

Dostlar,

Yalnızca bir  soru üzerinden soruna küçük bir katkı koymak istiyoruz:
Dünyada kadın – erkek nüfusu birbirine çok yakındır. BM Nüfus Fonu’nun (UNFPA) güncel resmi verileriyle dünyada 3,776,294,273 erkek; 3,710,295,64  kadın vardır. Kadın nüfus erkek nüfustan 66 milyon daha eksiktir. Bu denge aşağı yukarı tüm ülkelerde geçerlidir. Erkek nüfus, kadın nüfustan büyüktür

Türkiye’de ise, 2018 sonu TÜİK verileriyle;

  • Erkek nüfus oranı % 50,2 (41 139 980 kişi), kadın nüfus oranı %49,8
    (40 863 902 kişi). Erkekler sayıca 175 bin kişi daha çok kadınlardan..

Böylesi bir demografik yapıda 1 erkeğin 1’den çok kadınla evlenebilmesi matematiksel ve biyolojik bakımlardan olanaksız.

Bu yol açılırsa toplumsal denge bozulur ve çok sayıda erkek kendisine evlenecek kadın bulamaz. Zina ve evlilik içi yasal olmayan ilişkiler artar, çocukların soybağı karışır.. 1’den çok kadınla evlenebilen erkekler, evlenecek kadın bulamayan başka erkeklerce deyim yerinde ise boynuzlanır

Argo olmasın ama; biri yer, biri bakarsa, kıyamet ondan kopar..

Oysa İslamiyette evlilik, yukarıda da aktarıldığı gibi, teşvik ediliyor. İlgili Ayetlerin hangi koşullarda geldiğine bakmak gerekir. İslamiyetin kuruluşunda Mekke – Medine arası savaşlarda erkekler kırılıp kadınlar geride çocuklarıyla sahipsiz kaldığından, Muhammet Peygamber belli koşullar ve sınırlamalarla, maddi durumu elverişli….. erkeklerin bu kadınları bir tür sahiplenerek korumaya almalarını önermiş olabilir.

Günümüz koşullarında bu Ayetlerin yaşama geçirilmesi olanağı yok…
Kuran‘ın daha pek çok ayetinde de durum aynı.
Ayrıca Kuran hükümlerinin günümüz toplumlarının olağanüstü çeşitlenmiş ve karmaşıklaşmış tüm gereksinimlerini devingen biçimde karşılama olanağı da yok.. Çünkü İmam Gazali‘den bu yana 7-8 yüzyıldır İçtihat Kapısı kapalı…

Tanrı, hiç değişmeyecek hükümler koyarak insanları çözümsüz bırakıp bunaltmayı hedeflemiş olabilir mi!

İslamiyet, çağın koşullarının zorlaması karşısında Hıristiyanlık gibi reformunu yapmamakta direnirse, en büyük kötülüğü kendisine kendisi, bu akıl dışı ve sürdürülemez, inatçı tutumuyla yapmış olacaktır.. Bu bağlamda Deizm, Ateizm gibi akımların – inançların artışından yakınma son derece temelsizdir. Aklı başında İslamcılar, söz konusu direnci ve bilinen öznelerini sorgulamak ve aşmak zorundadırlar..

Sevgi ve saygı ile.
25 Ağustos 2019, Tekirdağ


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı, AÜTF Halk Sağlığı AbD
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

 

Milli Mücadelenin 100. Yılı ve Derince Belediye Başkanı Zeki Aygün

Milli Mücadelenin 100. Yılı ve Derince Belediye Başkanı Zeki Aygün

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Atatürkçü Düşünce Derneği’nin öncülüğünde düzenlenen, 100 Yıllık Cumhuriyetimize ve milli mücadelemize ışık tutacak olan Cumhuriyet TIR’ına, Derince Kent Meydanında yer verilmemesini şiddetle kınıyoruz.

Cumhuriyet TIR’ına kent meydanında yer verilmemesi nedeniyle, kent merkezinin dışında da olsa, Yenikent muhtarlığının önünde 5-6 Ağustos 2019 günlerinde Cumhuriyet TIR’ı, Derinceli yurttaşlarımızla buluşacaktır.

Pennsylvania’yı KÂBE olarak görüp, Fethullah Gülen’e tapanların, topluca el ayak öpmeye gidip, orada hocasının burnunu sildiği mendili gözlerine sürenlerin, elini sıktığı için “6 ay ellerimi yıkamayacağım” diyenlerin Cumhuriyete ve milli mücadeleye sahip çıkmaları elbette ki beklenemez. Yukarıda belirttiğimiz Pennsylvania gerçeği, Kocaeli basının arşivlerinde mevcuttur.

 AJAN Hocalarının 15 Temmuz’da yapamadığını, siyasal gücünü kullanarak, kadife yumrukla yapmaya çalışanlar er ya da geç bunun hesabını vereceklerdir. Suçlarının hesabı yasalarımız önünde mutlaka sorulacaktır.

Derince Belediye Başkanı Zeki Aygün’ün, Cumhuriyet ve milli mücadele adını taşıyan bu yüce değerlerin karşısında almış olduğu bu katı tutum, özünde Cumhuriyet ve ATATÜRK karşıtlığının eyleme dökülmüş tipinden başka bir şeyle açıklanamaz. Tüm Türkiye’de baş tacı edilen ve gittiği her il ve ilçede halkımızın yoğun sevgi ve ilgisiyle karşılanan Cumhuriyet TIR’ının, Derinceliler ile buluşmasını engellemek, kime ve neye hizmet etmektir?!

Bu gücü ve yetkiyi kimden, nereden almaktadır Derince belediye başkanı??.

Cumhuriyet TIR’ını kent merkezine sokmamak, yollarda bariyer kurmak ve bu yöntemle ATATÜRKÇÜLERE engel çıkarmak sonuç vermemiştir.  Benzer engellemeler, ihanet ve kumpaslar, 15 Temmuz öncesi de yaşanmıştır. Bu zincir 15 Temmuz’da olduğu gibi yine kırılmıştır.

Son olarak Atatürk’ün şu sözünü herkese anımsatmak isteriz :

  • Vatana ihanetin nedeni olmaz; er ya da geç bedeli olur.”

Büyük Türk Ulusuna Saygılarımızla. 04 Ağustos 2019

Ahmet KAVAZ
ADD İzmit ve ADD Kocaeli Şubeleri Eş Güdüm Başkanı
Sefa KARAHASAN
ADD Derince Şube Başkanı

=======================================
Dostlar,

AKP anlayışının genel çizgisi ile ATATÜRK ve CUMHURİYET karşıtı içyüzü bir kez daha bu acı veren engelleme nedeniyle sergilenmiştir.

Kuşku yok, tüm AKP seçmenleri bu eksende değildir. Atatürk’e ve Cumhuriyet’e bağlı AKP seçmeni arkadaşlarımızı elbette ayrı tutuyoruz. Bu arkadaşlarımızın, Derince Belediye Başkanı Bay Zeki Aygün ve benzerlerinin davranışlarından rahatsız olduklarını da biliyoruz. Ancak sessiz kalmayıp, bu bağışlanmaz yanlışlara engel olmak için çaba göstermelerini diliyoruz.

Bay Başkan Zeki Aygün yanlışından hemen dönmeli ve Derince halkından özür dilemelidir.
Bu arada AKP üst birimlerinin ve Genel Merkezinin alacağı tutumu da gözlüyoruz ve tarihe gerekli notları düşeceğiz..

Image result for Atatürkçü Düşünce Derneği Cumhuriyet TIR'ı

AKP = RTE, böylesi yanlışlarını akıl dışı biçimde takıntılı olarak sürdürürlerse, iktidardan düşmeleri daha da hızlanacaktır. Bundan hiç ama hiç kuşkuları olmasın.

Yüz yıla yaklaşan Cumhuriyet tarihimizde, Atatürk başta olmak üzere Türkiye Cumhuriyetinin temel değerleri ve kurucu felsefesi ile çatışan herkes, er ya da geç bu anlamsız kavgasında yenilmiştir. AKP = RTE de bu tarihsel eytişimsel (diyalektik) yasadan asla bağışık değillerdir.

Sevgi ve saygı ile. 06 Ağustos 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
ADD Genel Bakan Yrd. (2004-2006)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Şehir Hastaneleri : “Yap, İşlet, Ben Öderim. Bir Koy Üç Al”

Şehir Hastaneleri :
“Yap, İşlet, Ben Öderim. Bir Koy Üç Al”

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Şehir Hastaneleri ile gerçekleşen kazanım ve kayıplar ülke gündeminde. 10 Şehir Hastanesi açıldı, 11 hastane de açılmak üzere yapım aşamasında. İlk göze çarpan sorular;
şehir hastaneleri devlet hastanesi mi?
– Neden devlet hastanelerini kapatıyoruz ?
Devlete ait sağlık hizmetini neden şirketlere devrediyoruz?”

“ Yap, işlet, ben öderim. Bir koy üç al”

Dr. Ceyhun İrgil

Şehir Hastaneleri sürecine kadar AKP hükümetlerinin sağlık politikalarını kısaca gözden geçirmek gerekir. Başlangıçta kamu sağlık hizmetlerini rehabilite etmek ile başlayan hükümetler zaman içinde liyakatsiz ve kifayetsiz kadroların elinde yap boza dönen sağlık sistemini içinden çıkılmaz hale getirince, her alanda olduğu gibi salt izlemci koltuğuna çekilip, hizmet üretimi ve yönetimini özel sektöre devretmenin kolaycılığına teslim oldular.

Global sermayenin, neoliberal ekonominin baskıları ile hem inşaat hem yeni rant alanı hem de popülist siyaset için verimli sonuçları olan “sağlık sektörü” enerji, eğitim gibi patronların yeni oyun sahası oldu.

Şehir hastaneleri devlet hastanesi midir?

Bu yapılanma ile değildir. Her ne kadar yönetim erki ve denetimini Sağlık Bakanlığı yapacak deniyorsa da, “parayı veren kuralı koyar”. Yani hastanenin bir sahibi var. Devletin kira ödediği bir patronu olan hastanelerin asıl yöneticileri hiç kuşkusuz şirketin yöneticileri olacak. Kiracısı olduğunuz evde hükmünüz ne kadarsa o kadar… Şirket devlet değildir. Kazancı gözetir. Kar elde edemeyen şirket batar. Yöneticinin işine son verilir. Açmaz burada. Devlet eliyle şirkete verilen hastanenin batmaması, iktidarın siyasi açmaza düşmemesi, popülist siyasetin devamı için “ne olursa olsun”, “ne pahasına olursa olsun” bu hastaneler (şirketler) kazanmak zorunda. Oysa devlet eli ve aklıyla yürütülen sağlık hizmetlerinde kar amacı güdülmez. Sağlık, eğitim, güvenlik, hatta bir parça ulaşım kamusal hizmettir. Sosyal devletin gereği ve görevidir.

Sağlıkta dönüşüm rüyası ile başlayan KHB fiyaskosu ile sonuçlanan kabus süreci bir gecede masal oldu

Sermayenin yeni rant kapısı şehir hastaneleri iktidarın çok öğündüğü sağlık yatırımları. AKP iktidarının ilk yıllarındaki kamusal sağlık hizmetlerinin ortaklaştırılması gibi yıllardır beklenen hizmetler başlangıçta kamusal sağlık hizmetlerine “ulaşılabilirlik” konusunda rahatlama getirirken, sağlık kalitesi, çalışma huzuru, çalışanların özlük hakları gibi konular göz ardı edildi.

Siyaseten çokça ekmeğini yedikleri ve çok övündükleri ”sağlıkta dönüşüm” projesini sessiz sedasız bir gecede KHK ile kaldırdılar. Yıllarca reklamı yapılan, emek harcanan ve sağlık sistemini alt üst eden Kamu Hastaneleri Birliği gibi yapılanmalar bir gecede yok edildi.

Ücretsiz denilen sağlık hizmetlerinde 10’dan çok aşamada ödeme ve katkı payı getirildi. Özel hastaneler teşvik edilirken, kamu hastaneleri salt modern bina (inşaat işleri) olarak görüldü. Sağlık hizmetinin niteliği düştü. Binlerce uzman doktor istifa ederek ya emekli oldu ya da özel sektöre geçti. İlçe hastanelerinde yalnızca küçük ve orta ameliyatlar yapılabilirken, büyük kent hastanelerinde bile büyük ve özellikli ameliyatlar sekteye uğradı. Özel hastane katkı payları %200’e çıkartılırken, devletin mücadele etmesi gereken, mücadele ettiğini iddia ettiği “ek ödemeler” (bıçak parası vb.) legalize edildi. Bizzat devlet eliyle tarifeye bağlandı. Sağlık atamalarındaki liyakat terkedildi. 2005 sonrası artan istifalar ile liyakatli ve deneyimli kadrolar kamu sağlık hizmetlerini terk ettiler.

  • Sağlık Bakanlığı cemaatlerin, siyasetin koşu alanı oldu.

Deneme yanılma yolu ile sağlık sistemi yürüyen ama işlemeyen bir yapıya büründü.

  • Sağlık Ocaklarının kapatılması kırsalda sağlık hizmetlerini felç etti.

Köyünde, beldesinde insanlar bir iğne yaptırmak için ilçe veya kente gelmek zorunda kaldılar. Kentte reçete yazdırma gibi sağlık evrak işlerinin ulaşılabilir ve kolay olması gibi basit bürokratik konular mesele edilip düzenlenen anketlerde sağlıkta memnuniyet algısı çokça işlendi. Oysa 2. ve 3. Basamak tedavilerde sağlığın bürokratları ve siyasiler de dahil olmak üzere, olanağı olan herkes özel sağlık kurumlarını veya üniversite hastanelerini öncelediler. Kasabasında hatta kendi yaşadığı kentin devlet hastanesinde büyük ve özellikli ameliyat olan kaç siyasi, varsıl veya bürokrat vardır?

Köyden sağlık ocağını kaldırıp yurttaşı kente göçüren iktidar, şimdi de kentte devlet hastaneleri kaldırıp kentliyi ya kent dışındaki şirket hastanelerine ya da kentin içindeki özel hastanelere zorunlu bırakıyor. Ya devlet başa, ya kuzgun leşe…

bursa-sehir-hastanesi

Nüfus 80, acil 110..

Sonuç olarak; Birinci Basamaktaki hizmetlerin aile hekimlerinin, toplum hekimlerinin çabası ve özverileri ile memnuniyet algısı ve bu algının medya, siyaset eliyle köpürtülmesi ile iktidar sağlığın geçmiş dönem günahlarının da yaygarası ile tepe tepe kullandı. Bu kadar reklam, performans uygulamaları ve iktidarın skora dayalı politikaları ile sağlık talebi (zorunsuz talep) arttı. Performans dayatmaları ile istenen skorlar oldu ama gereken tedaviler olunamadı. Gereksiz tetkik, gereksiz muayene, zorunlu olmayan girişim, yazılan ilaç, yatılan gün, doktora başvuru sayıları arttı. Öyle ki doktora başvuru sayısı 8 kat artınca, iktidar ek para isteyerek yolu kesmek istedi. Yurttaşlar ek ödeme yapmamak için acil olsun olmasın acil servislere akın etti. Ve ülke kendi nüfusundan daha çok acile başvuru yapılan ülke rekorunu kırdı( 2015 yılında Türkiye’de acile başvuru sayısı 110 milyon – 324 milyon nüfuslu ABD’de acil servise başvuruların sayısı yıllık 130 milyon. 53 milyonluk İngiltere’de bu rakam yılda 25 milyon. 2015 yılında 78.7 milyon nüfuslu ülkemizde bir yılda 110 milyon acil başvurusu yapıldı)

Sağlık Dönüşüm Projesi olmadı “Şehir hastanesi” deneyelim

Sağlığın vazgeçilmez, kullanışlı, karlı bir alan olduğunu anlayan ve deneme – yanılma yöntemleri ile sorunu anlayan iktidar, sağlığın ciddi bir rant alanı olabileceğini gördü.
“Kamu sağlık hizmeti kötüdür, sağlığın özeli iyidir” ön yargısı ve ön koşulu ile AKP, daha önce İngiltere’de denenen ancak başarılı olamayan Kamu-Özel Ortaklık modeli (KÖO) adı altında Şehir Hastaneleri projesini, aynen 2-3 yılda iflas eden “sağlıkta dönüşüm” gibi topluma büyük bir hizmet ve siyasetin yeni algı aracı olarak sundu.

2003 yılında başlatılan Sağlıkta Dönüşüm Projesi için en güzel saptamalardan biri, Şehir Hastaneleri konusunda çalışan, Sağlıkta Dönüşüm politikalarına karşı mücadelesi ile bilinen akademisyen Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın saptamasıdır;

“Sağlıkta Dönüşüm Programı adıyla yürürlüğe konulan neo-liberal sağlık reformları temel olarak, sağlık hizmetlerinin finansmanının genel sağlık sigortası ile sağlanması, kamusal Birinci Basamağın tasfiye edilerek Sağlık Ocaklarının kapatılması ve bunun yerine Birinci Basamağın özelleştirilmesi yaklaşımına uygun bir aile hekimliği modeline geçilmesi ve kamu hastanelerinin işletme haline dönüştürülerek piyasalaştırılması uygulamalarını içermektedir. Sağlıkta Dönüşüm Programının propagandası yapılırken Sağlık Bakanlığı tarafından dile getirilen “Yaygın, erişimi kolay sağlık hizmet sistemi” iddiası gerçekleştirilememiş; Sağlıkta Dönüşüm Programı uygulamaya konduğu ilk on yılda sağlık hizmetlerinde eşitlik ve sağlık hizmetlerine erişim açısından başarısız bir sınav vermiştir.”

“Yap, işlet, kırışalım” mı? Yoksa “bir koy üç al mı?”

Devasa, cafcaflı binalar, ışıl ışıl görüntüler ile bina, inşaat ve maketlerle toplumda algı yaratmayı başardılar. Çok inşaat az insan, büyük ama niteliği (kalitesi) sorunlu projeler bir bir açıklandı.

Önce “yap – işlet – kırışalım” mantığı ile planlanan Şehir Hastanelerinin ayrıntılar sızdıkça (sızdıkça diyorum çünkü iktidar sözleşmeleri gizliyordu) “bir koy üç al” projeleri olduğu anlaşıldı. Üstelik Hazine garantili… İnşaat ve yollardan yolunu bulan, sağlıktaki ballı kazancı gören şirketler, inşaat krizi riskine karşı, kar için yeni yollar ararken, hastane yolunu buldular. Devletin sağladığı tuhaf ve inanılması zor imtiyazlar, inşaat maliyetine sağlık gibi bir tekeli ele geçirme, garantili kazanç ve güvenceler ile, hastalıktan dertten deva değil, kazanç çıkacağını anlayan şirketler bu sisteme “hasta” oldular.

İnşaat dışında deneyimi olmayan bu şirketler zaten bildikleri inşaatı yapıp devlete devretmektense, garantili devlet desteğiyle, yandaş ve taşeron firmalar aracılığı ile bu hastaneleri işletmeyi değil “yap, işlet, kırışalım” modeli ile kazancı kırışmayı, salt inşaat maliyeti ve cefası ile en az çeyrek yüzyıl hazinenin ve işletmenin akıtacağı paranın sefasını sürmeyi planlıyorlar.

Macera ve yağma 2013 yılında çıkarılan yasa ile başladı (AS: 6428 sayılı yasa!). Bu yasa ile yaşama geçen Şehir Hastaneleri ile artık sağlık hizmeti veren devlet yerine, emlakçı ve pazarlamacı devlet modeline geçildi. Devlet temel ve vazgeçilmez görevi olan eğitim, sağlık, güvenlik gibi alanları özel sektöre devrettiği ölçüde devlet olmaktan çıkar.

Kamu Özel Ortaklığı (KÖO) anamalcı Milton Friedman’ın fikridir. KÖO kitleler uyanmadan, üstelik şaşalı hizmet alırken sermayenin çarkını döndürmesi için bulduğu devlet kaynaklarının sermayeye pazarlanmasının incelikli bir yoludur. Neo-liberal yamyamlar için artık

– devletler şirket,
– siyasi erk CEO,
– bürokrasi ve çalışanlar taşeron,
– halk müşteridir.

Küresel sermaye ve pazarlamacıları 1970 – 80 sonrası yoğun bir biçimde kamu kaynaklarına yöneldiler. Ulusal boyuttaki sermaye için büyük lokmalara yönelen Neo-liberal şirketler;

– ulusal şirketlere kazancın kırıntılarını,
– projelerini onaylayan ve ödemelerini yapan erklere de böbürlenmeyi,
– siyasette kullanılacak algıyı,
– siyasetin finansmanını paylaştırdılar.

Pastanın kek tabağını getirip, neredeyse pastanın tümünü alacak (üstelik Hazine güvenceli) şirketler için Şehir Hastaneleri bulunmaz fırsattır.

bursa-sehir-hastanesi

Kamu – Özel Ortaklığı lafın gelişi

Aslında ortaklık yok!

  • İşleten kazanan şirkete karşın her koşulda ödeme yapan devlet var.

Hastane yeri, personeli devletten, üstelik hasta “garantili”, bir de üstüne kira vermeyecekler, kira alacaklar, hastane içindeki tüm işletmeler, tetkikler, laboratuvarlar aklınıza gelen gelmeyen para kazandırabilecek her türlü iş, hizmet ve işletme hastaneyi yapan şirketin olacak. 25 yıl garanti, 49 yıla kadar senin… 1 maliyet 3 kazanç… Güzel iş. Risk yok. Yalnızca inşaatı yap, gerisini devlete bırak. Ödemeni al, keyfine bak. Sistem aksarsa, zarar ederse sorun yok alınan yurt dışı krediler devlet garantisi altında (AS: Kur garantili olarak üstelik!). İşler yolunda giderse de gitmezse de faturayı kim ödeyecek? Elbette halk… Hatta çocuklarımızı da aşarak torunlarımıza dek yansıyacak bir borç olduğu ortada. Kalkınma Bakanlığı’nın Ocak 2016’da yayınladığı verilere göre; 17 hastane için şirketler 9 milyar 869 milyon $ (yaklaşık 10 milyar USD) harcayacaktı. Buna karşın devlet şirketlere (2015 rakamlarıyla) 27 milyar $ ödeyecek (yazı ile yirmi yedi milyar $ – S-400’ler için 2.5 milyar $ ödediğimizi, 50 milyon $ bulunamadığı için Tank Palet Fabrikasının, Şeker Fabrikaları gibi yüzlerce fabrikanın satıldığını anımsayalım).
Örneğin; Isparta Şehir Hastanesi’nin yatırım bedeli dikkate alınırsa, 25 yıllık kira ödemesi ile 50 adet Devlet Hastanesi yapılabilirdi.

Bir başka örnek ise; Erzurum Devlet Hastanesi devlet eliyle tam donanımlı olarak 193 milyon Türk lirasına (TL) yapıldı. Oysa Adana’da aynı çaptaki hastane için şirketler 430 milyon Euro ( dikkat TL değil) fiyat çıkardılar. Buna şaşırmak gerek, şirketler bu hastane işine neden balıklama atlıyor ki? Elbette kazançlı olduğu için. Sermayenin amacı kar etmektir. Gereğini yapıyorlar.

  • Burada sorunlu olan, temel görevi sağlık hizmeti sunmak olan devletin iktidar eliyle devlet hazinesinden bu işleri şirketler aracılığıyla özel sektöre devretmesidir. Hem de yüksek maliyet ve halka çok pahalıya mal olacak bir yöntemle adeta sağlık hizmetini peş keş çekmesidir.

Kamu-Özel Ortaklığı (KÖO) projesiyle kurulmaya başlanılan Şehir Hastaneleri’nin çoğunda yatak sayısı 1500-2000 arasında. Oysa tüm dünyanın kabul ettiği ölçütlere göre, ideal olan hastane yatak sayısı 200 – 600 arasında olmalıdır. Büyüklük övünme ve algı için yararlı olabilir ancak işletme, maliyet ve kolaylık açısından ciddi bir sorun. Düşünün 200 m2 bir ev size yetebilecek ve kolayca maliyetlerini karşılayabilecekken, sizi 2000 m2 bir evde yaşamaya zorlasalar neler olurdu? Daha çok elektrik, daha çok su, daha çok ısınma ve soğutma, daha çok temizlik, daha çok işletme gideri, daha çok, daha çok maliyet… ve 200 m2 evden alamayacağınız verim, konfor ve rahatlık…

Bakanlık verilerine göre, Şehir Hastaneleri’nde bir yatağın maliyeti 243 bin $. Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı’nın 2016 raporunda 150 yataklı bir özel hastane için bir yatağın maliyeti ise yalnızca bunun 1/4’ü kadardır.

Köprüde “geçiş” hastanede “yatış” garantisi!

Şehir Hastaneleri’nde aynen köprülerdeki “geçiş garantisi” gibi “hasta yatış garantisi” de verilmektedir. Sızan bilgilere göre, hacme dayalı hizmetler için verilen %70 “doluluk” garantisi, iki sorun içeriyor. Hastane dolmazsa devletin ödeyeceği ekstra ücretler ve “ihtiyaç dışı, gereksiz hasta yatışı” gibi etik dışı sorunlara yol açacaktır.

  • Arsa ver,
  • personel ver,
  • imtiyaz ver,
  • hasta ver,
  • garanti ver,
  • işletme hakkı ver,
  • rant sağla ve
  • bir de üstüne kira öde!

modelli Şehir Hastanelerinde bir başka sorun ise hastanelerin kent dışına yapılmasından çok kentteki halkın bildiği, tarihi, işlerliği olan devlet hastanelerinin “zorla” kapatılarak, halkın bu hastanelere zorlanmasıdır. Birçoğunda ulaşım sorunu olan hastanelerin ulaşım sorunları belki zamanla çözülebilir. Ancak onca yıldır zorla kapatılan hastanelerin çevresinde oluşan yaşam (esnaf, işletmeler, taksi durakları, eczaneler vb.) ne olacak? Maalesef büyük sermaye tekeli için kent içindeki yaşam ve binlerce insan feda ediliyor.

Taşeronlaşan sağlık çalışanları

Devlet Hastaneleri ve uzmanlaşmış kimi hastanelerin kapatılması ile Şehir Hastanelerinde çalışmaya zorlanan personelin (doktor, hemşire, ebe, sağlık memuru, sağlık teknisyenleri vd.) durumu çok daha ciddi bir sıkıntı. Hem de hiç konuşulmayan sorun. İstekleri veya isteksizlikleri göz önüne alınmayan binlerce sağlık emekçisi bir kalemde özel şirketlerin kucağına bırakılıyor. Bundan sonraki aşama sağlık emekçilerinin iş güvencesinden yoksun, sözleşmeli, ucuz iş gücü haline getirilmesidir. Zaten genç sağlık çalışanlarını sözleşmeli çalıştırmaya başladılar.

  • Mutsuz ve huzursuz sağlık çalışanları ile mutlu ve huzurlu sağlık hizmeti veremezsiniz.

Sağlık çalışanları mutlu olmadıkça, hastaların ve yakınlarının mutlu olması beklenemez. Bu kaygı ve gerilimli çalışma ortamı hizmetleri aksatır, sorun yaratır. Nitekim sağlıkta şiddete giden yolun köşe taşları bu huzursuzluklar ve mutsuz, güvencesiz çalışma ortamıdır.

Sağlık çalışanları idarenin ve hükümetin baskılarından, takdirsiz, tedbirsiz, tedariksiz, plansız, öngörüsüz, hoşgörüsüz, devamlı tehdit ve performans baskısı ile yaşamaktan/çalışmaktan yorgun düştü. Sağlık çalışanlarına yalnızca “taşeron” gözü ile bakan, bu yöntemle kadrolu kadrosuz herkesi, hatta sağlık idaresi ve bürokrasiyi bile taşerona dönüştüren bu işletme modelini bugün en çok savunan, reklamını ve kalfalığını yapanların, bir süre sonra nasıl çırak çıkacağını göreceğiz. Kısa vadede bu sistemin kurbanı olan veya zararını gören birçok insanın, çalışanın ve bürokratın haberini duyacağız.

  • Orta ve uzun vadede en çok bağıranlar, canı yananlar bugün en çok alkışlayanlar olacak.

“Yap, işlet, ben halka ödetirim”

“Senin beton makinan, işçilerin, çimento fabrikaların boşta kalmasın, gel hastane yap, ben sana para ödeyeyim” Beton ve amele ekonomisi için, süslü algı çağı uğruna, bir hak olan sağlık hizmetinin lüks tatil gibi sunulduğu, sağlık hizmetinin niteliğinden çok, lüks otelcilik hizmetlerinin ön plana çıkarıldığı Şehir Hastaneleri maalesef artık bir realite ve ortada yapısı bitmiş, hatta işletmeye başlamış durumdalar. İktidar daha hastanelerin yarısı bitmemişken bazı yanlışlarını fark etti ve Meclise getirdiği bir torba yasada şimdi revizyon yapmaya çalışıyor. Aynen “Sağlık Dönüşüm Projesi” ve Kamu Hastaneleri Birliği gibi daha on yılını doldurmadan bakalım başka ne dönüşler olacak? Elbette sermaye yaptığı yatırımın karşılığını almak isteyecek, kazanç için veya en azından eldekini tutmak için iktidarları, çalışanları zorlayacaklar. Şehir Hastaneleri gerilimli bir iklimde başladı. Başındaki kara bulutlar ve fırtınalar biter mi? Muhtemelen sistem kezlerce revize edilecek. Şirketlerin güvencesi “hazine garantisi” ve uluslararası “tahkim”… Gelecek süreçte şirketler, devlet, iktidar, çalışanları ve bürokrasi ile sürekli bir gerilim, tartışma içinde olacak gibi görünüyor.

Planlanan Şehir Hastanesi yükümlülükleri yarım yüzyıla uzanacak, en azından garanti 25 yıl kira ödenecek, kamucu sağlık hizmetlerinin özele devredildiği, faturasını halkın ödediği ve bugün yaşayanların torunlarının bile borçlu olduğu, Devlet Hazinesine hep yük olacak, sağlık hizmetlerini gelecekte pek çok tartışmalı konu durumuna getirecek bir yapılanmadır. Zaman gösterecek. Ancak haklıysak devlete de halka da çok pahalıya, çok cana mal olacak. Dilerim bizler yanılırız.
====================================
Dostlar,

Yazı epey uzun ve kapsamlı ancak gene de bizim zorunlu söyleyeceklerimiz var..

Dr. Ceyhun İRGİL önceki 26. dönem CHP Bursa milletvekili idi. Çok verimli bir dönem geçirdi TBMM Sağlık ve Sosyal İşler Komisyonunda. Başarılı bir Genel Cerrah olarak iyi sınav verdi. Meslek örgütü TTB ile sürekli iletişim içinde oldu. Sanırız, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyelerinden eşi Prof. Dr. Emel İrgil’in de epey katkısı olmuştur..  Milletvekilliği döneminde Dr. Ceyhun İrgil, zamanın Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ’ın Bakanlığının bütçe önerisini sunarken verdiği Bebek Ölüm Hızı rakamına itiraz etmişti. Bakan Akdağ, binde 7,3’e indirdikleri (!?) bebek ölüm hızı ile övünüyor ve dünyanın bunu nasıl başardığımızı (!?) kendisine hayranlık ve şaşkınlıkla sorduklarını… aktarıyordu.

DB – IMF – ABD – AB dayatması olan kökü dışarıda Sağlıkta Dönüşümde (Health Transformation!) Türkiye, Akdağ’ın Bakanlığı ile öylesine başarılı (!?) olmuştu ki, dünyanın her yerinden Bakan Akdağ konferansa çağrılıyordu bu başarı öyküsü için ve yetişemiyordu!?

Dr. Ceyhın İrgil söz alarak, Bursa’da Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nca yürütülen bir bilimsel çalışmadan veri sundu. Bu çalışmada Bursa’daki mezarlıklar dolaşılmış, bebek mezarları ve mezarlık kayıtları incelenmiş ve bu kentte bebek ölüm hızı, Bakan Akdağ’ın Türkiye için verdiği binde 7,3’ün 4 katı dolayında, binde 28’in üzerinde hesaplanmıştı. Türkiye’nin batısında, ülkenin 4. büyük kenti ve gelişmiş, varlıklı bir kent olan 3 milyonluk Bursa’da bebek ölüm hızı gerçekte en az binde 28 iken, Türkiye genelinde nasıl binde 7,3 olabilirdi ki!? Nitekim izleyen yıllarda bu rakam TÜİK ve Sağlık Bakanlığınca 9-10’un üzerinde yayınlanmaya başlandı. Doğallıkla, Bakan Akdağ’ın verebileceği iler tutar bir yanıt yoktu..
******
Bu gün web sitemize 4-5 belge koyduk ŞEHİR HASTANELERİ TALANI hakkında. Bu söylem bize ait. Türkiye’de ilk olarak;

“Şehir hastaneleri talandır!”

diyen biz olduk. Yineliyor ve AKP iktidarını yıllardır yapageldiğimiz biçimde bir kez daha uyarıyoruz. Hekimlik mesleğinde 43. yılına girmiş, tıbbın Halk Sağlığı dalında yani sağlık hizmetlerinin planlanması, yönetimi, ekonomisi, politikası alanlarında uzmanlaşmış, ek olarak Sağlık Hukuku alanında tezli yüksek lisans yapmış, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi bölümünden de mezun olmuş çok kıdemli bir akademisyen, çeyrek yüzyıllık bir Tıp Profesörü olarak…  eğer bunlar azıcık LİYAKAT anlamına geliyorsa AKP = RTE için, bizleri de dinlemelidirler.

Daha fazla gecikmeden… Kimi çevrelere söz vermedi iseler, açıkları – tutsaklıkları yoksa!

Erdoğan, “Şehir hastaneleri benim hülyam – rüyam..” buyuruyor!??

En iyimser senaryo ile bir kez daha kandırılıyor! Ancak artık bu gerekçeye kimsenin kanası yok. Erdoğan, Şehir Hastaneleri için ivedilikle bir SAĞLIK KURULTAYI toplamalı ve nesnel olarak sonuçlarını değerlendirmeli ve bu hazin kandırılışına (?!) hızla son vermelidir.

2. senaryo; Erdoğan’ın, bunca uyarıya karşın bildiğini okuması durumunda; gerçekte kandırılmadığını ama bu ağır stratejik suça “ortak” olduğu düşünülecektir doğallıkla.

Tarih tanığımız olacak ve herkes yapıp ettiğinin bedelini kuşku yok, ödeyecektir! Ama ne acı ve ne yazık ki olan caaaanım Türkiye’mize ve necip milletimize olacaktır bu arada ve geciktikçe.

Sevgi, saygı ve DERİN KAYGI ile. 26 Temmuz 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

Orada Bir Hastane Var Uzakta…

Orada Bir Hastane Var Uzakta…

sehir_hastaneleri

Dr. Güzide ELİTEZ

Şehir Hastaneleri  [Özel Sayı]

Tarih: 26/07/2019 –  Sayı: 43

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

  • Bursa Şehir Hastanesinin Haziran ayı içinde açılacağı şeklinde söylentiler hekim camiasında dolaşmaya, medyada gündem olmaya başladı. Ama şu güne dek Sağlık Bakanlığının Bursa’daki yöneticilerinden bir açıklama yapılmadı. O zaman aklımıza kimi sorular takılıyor. Kente yeni bir hastane kazandırılırken ve Bursa kentinin hastanelerindeki birçok soruna çözüm olacak, daha konforlu, daha modern belki daha ileri teknolojilere sahip yeni bir hastanenin açılacağını günlerce önceden duyurmamak beklenen teamüllere uyan bir davranış biçimi değil, değil mi?
Ancak sağlık yöneticilerinin herhangi bir açıklamadan uzak durmasının önünde bir gerçek yatıyor. Bursa Şehir Hastanesi açıldığında kentin merkezinde, köklü, hatta tarihsel, halen hizmet veren en az 4 hastanenin kapatılacağı gerçeği kamuoyundan gizleniyor. Bu açıklamanın yapılmasının önündeki en büyük engel, bu kent insanın, uzakta, “kentin 19 km ötesinde bir hastaneden sağlık hizmeti alacağı” gerçeğidir. Yalnızca Bursa Milletvekili Dr. Mustafa Esgin bu konuda kimi açıklamalarda bulundu. Önce iki hastanenin, “Dr. Türkan Akyol Göğüs Hastalıkları Hastanesi ve Ayten Bozkaya Spastik Çocuklar Hastanesinin” kapatılacağı açıklamasını yaptı, sonraki açıklamaya Muradiye Devlet Hastanesi ve Çekirge Devlet hastanesi de eklendi. Çekirge ve Muradiye hastaneleri için kapatılmayacağı ancak “butik hastane” ye dönüştürüleceklerini söyledi.
Bursa’da yaşayan insanların sağlık hizmetini nereden nasıl alacağına ilişkin bir bilgiye gereksinimi vardır ve bu ilin sağlık yöneticileri bu açıklamayı, tüm gerçekleri ile bu kentte yaşayanlara yapmaya zorunludur. Nilüfer İlçesi Doğanköy bölgesindeki, 1355 yatak kapasiteli olduğu söylenen bu hastanenin açılması; Bursa’ya ne kazandıracak, ne kaybettirecek sorusunun yanıtını, Bursalılar sanırım yaşayarak öğrenecek. Bugün Bursa’nın en temel sağlık sorunlarının başında hasta yatağı, yoğun bakım yatağı, hekim sayısının yetersizliği, 112 hizmetlerindeki eksiklikler gelmektedir. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, Bursa ili tüm bu verilerde, Türkiye ortalamasının yıllardır altındadır. Bursa’nın bugün Türkiye ortalamasını yakalayabilmesi için yaklaşık bin dolayında daha hasta yatağına, 300’e yakın da yoğun bakım yatağına gereksinimi bulunmaktadır. Kaldı ki Bursa, tüm Güney Marmara’nın sağlık merkezi konumunda olup, tüm bu sağlık istemlerini de yanıtlamak durumundadır. Bu da, yatak sayısının Türkiye ortalamasının da üstünde olması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Sonuç olarak Bursa’nın yeterli yatak sayısına ulaşması için varolan hastaneleri kapatmadan Bursa Şehir Hastanesinin açılması gerekmektedir.
Şehir hastanesinin açılmasındaki tek sorun yatak sayılarıyla sınırlı değildir. Bu hastanenin şehir merkezine uzaklığı, Bursa merkezinde hastane kalmaması ile çok büyük sorun oluşturacak, Bursalılar için sağlığa ulaşım sıkıntıya girecektir. Hastane şehir merkezine 19 km uzaklıktadır ve ulaşımı, ulaşım bağlantıları sıkıntılıdır. Bursa’nın trafik sorunu şehrin en önemli sorunlarından biriyken bu bölgeye hastaların ve hastanede görev yapacak sağlık çalışanlarının nasıl ulaşacağı meçhuldür. 24 saat sağlık hizmeti veren bir hastanenin ulaşım sorununun olması kabul edilemez. Acil hastaların, gebelerin, engelli hastalarımızın ulaşım sırasında yaşayacakları sağlık sorunları biz hekimleri kaygılandırmaktadır.
Tüm şehir hastaneleri; başka illerde yaşanan sorunlara bakılarak değerlendirildiğinde, çok fazla sorunu barındırdığı görülmektedir. Şehir hastanelerinin tasarımı, yataklı tedavi hizmetleri sürecine uygun değildir. Kimi bölümlerin başlangıçta mimari planda unutulduğu, sonradan bu bölümlere ilişkin uygun olmayan çözümlerin üretildiği görülmüştür. Bu nedenle çok sayıda işleyiş sorunu yaşanmaktadır. Şehir hastaneleri tasarlanırken otelcilik hizmetlerinin öne çıkarıldığı; acil, ameliyathane, yoğun bakımlar ve kliniklerde sağlık hizmeti sunulmasına ilişkin temel ilkelerin göz ardı edildiği anlaşılmaktadır. Şehir hastanelerindeki tasarım yanlışları nedeniyle, asansörlerden veya yangın merdivenlerinden yoğun bakımların veya ameliyathanelerin içine bile yanlışlıkla ilgisi olmayan kişiler ya da ameliyathanede çalışmayan sağlık çalışanları girebilmekte, sterilizasyon ve hasta/çalışan güvenliği ile ilgili sorunlar ortaya çıkabilmektedir.
Kamu-özel ortaklığı yönteminin sağlık alanında uygulandığı ülkelerde bu uygulamaların piyasa için yeni fırsatlar sağlayan bir yaklaşım olduğu, amacının kamu yararı olmadığı bilinmektedir. Ülkemizde “Şehir Hastanesi” olarak adlandırılan kamu-özel ortaklığı yöntemiyle kurulan ve işletilen hastanelerin sağlık hizmetleri sistemini eriten, özel ve kâr amaçlı hizmetler sunduğu ve bu hastanelerde sunulan sağlık hizmetinin odak noktasını insanın sağlığı değil, elde edilecek kârın oluşturduğu da bilinmektedir.
Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın yürürlüğe konulmasıyla giderek artan iş yükü ve sağlık alanında yaşanan şiddet yüzünden zor günler yaşayan hekimler ve sağlık çalışanları, hastanelerinin şehir hastanelerine taşınması ile birlikte daha da zor günler yaşayacaklarını düşünmeye başlamıştır. Bu zorluğa daha çok katlanmak istemeyen ve emekliliğe yeni hak kazanmış olan meslektaşlarımızın şehir hastanesine geçiş süreci ile birlikte emeklilik kararı almaya başladıkları, bazılarının başvuruda bulundukları hekim arkadaşlarımız tarafından paylaşılmaktadır. Bursa, çok deneyimli bir hekim kadrosunun kamudan uzaklaşmasının zararlarını maalesef yaşayacaktır.
Sonuç olarak; Bursa, ülkemizin 4. büyük kenti olasına karşın hem hekim, sağlık çalışanı sayıları hem de hasta yatağı sayısı ülke ortalamasının altındadır. Bursa Şehir Hastanesi, Bursa’nın uzun yıllardır değişmeyen yatak sayısı sorununu çözmek için kullanılmalı ve hiçbir devlet hastanemiz kapatılmadan hizmete girmelidir. Hastanenin finansman ve yönetim sorunları nedeniyle Sağlık Bakanlığına devredilmesi, Bakanlık tarafından yönetilmesinin de bir an önce sağlanması gerekmektedir.
=========================================
Dostlar,

Konuya ilişkin TTB (Türk Tabipleri Birliği) Merkez Konseyi Başkanı, sevgili meslektaşımız, dostumuz Prof. Dr. Sinan Adıyaman‘ın iktidara yönelik kısa uyarısını (2 dk.) izlemenizi öneririz:

https://hekimcebakis.org/video/saglik-bakanligini-sehir-hastaneleri-ile-ilgili-uyariyoruz/ 

Yine, TTB (Türk Tabipleri Birliği) Merkez Konseyi 2014-16 dönemi Başkanı sevgili meslektaşımız, dostumuz Uzm. Dr. Bayazıt İlhan‘ın çok kısa (2 dk.) uayarısı da izlenmeli..
https://hekimcebakis.org/video/uyariyoruz-zararin-neresinden-donulse-kardir/
26 Temmuz 2019 günü web sitemize ŞEHİR HASTANELERİ ile ilgili birkaç yazı ve kısa sözlü değerlendirmeler koyduk. Bu içerikleri bütünüyle paylaşıyoruz.
Daha fazlasını ya da ağırını yazdık, söyledik… ŞEHİR HASTANELERİ bir TALANDIR!
AKP bu uluslararası proje üzerinden Türkiye’nin güncel ve geleceğe dönük birkaç on yıl TALANINA neden ya d ALET olmaktadır.
En iyimser yaklaşımla bir kez deha KANDIRILMAKTADIR! (??!!)
Bizler, bu alanın uzmanları hekimler olarak bu politikanın olağanüstü yanlış olduğunu elimizden gelen her olanakla duyurmaya çabalıyoruz..  Yandaş basın görmezden geliyor..
AKP = RTE ve destekçileri – yandaşları çok ağır bir tarihsel sorumlulukla karşı karşıyadırlar.
* Bu ağır hatadan dönülmeli, ŞEHİR HASTANELERİ projesi hemen durdurulmalı, açılanlar kamulaştırılarak Sağlık Bakanlığınca yönetilmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 26 Temmuz 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

BURSA ŞEHİR (DIŞINDA) HASTANESİ AÇILDI!

BURSA ŞEHİR (DIŞINDA) HASTANESİ AÇILDI!

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Kamuya çok yüksek maliyeti ve şehir dışında yapılanması nedeniyle tedavi edici sağlık hizmetlerinde aksamaya yol açmasıyla dikkat çeken Bursa Şehir Hastanesi ile ilgili Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi tarafından 23 Temmuz 2019 tarihinde basın toplantısı düzenlendi.

TTB Merkez Konseyi Genel Sekreteri Dr. Bülent Nazım Yılmaz ve TTB Merkez Konseyi Üyesi Prof. Dr. Gülriz Erişgen’in katılımı ile gerçekleşen basın toplantısında açıklama metni TTB Merkez Konseyi Genel Sekreteri Dr. Bülent Nazım Yılmaz tarafından okundu.

BASIN AÇIKLAMASI, 23.07.2019

BURSA ŞEHİR (DIŞINDA) HASTANESİ AÇILDI!

Bir kamu-özel ortaklığı projesi olan ve “yap-kirala-devret” modeliyle 9 Mayıs 2015’te temeli atılan Bursa Şehir Hastanesi, şehrin dışında, İstanbul-İzmir otoyolu üzerinde Nilüfer İlçesine bağlı Doğanköy Mahallesi sınırları içerisinde 16 Temmuz 2019 günü açıldı. Hastane Bursa’nın merkezi Heykel semtine yaklaşık 20 km. kapatılan Bursa Devlet Hastanesi’ne ise 18 km uzaklıktadır. Bursa Şehir Hastanesi’nin çevresinde kente ilişkin herhangi bir yerleşim alanı ve mekan söz konusu değildir.

Bursa Şehir Hastanesi açılırken ne yazık ki şehir merkezindeki Bursa Devlet Hastanesi, Prof. Dr. Türkan Akyol Göğüs Hastalıkları Hastanesi ve Zübeyde Hanım Doğumevi kapatıldı. Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi de küçültülerek, birçok hizmeti sunamaz hale getirildi.

Toplam 399,5 milyon ABD Doları yatırım maliyeti olduğu açıklanan 1355 yataklı Bursa Şehir Hastanesi hakkındaki bilgilerimiz sınırlı. Şartnamesi ve ihale belgeleri “ticari sır” gerekçesiyle topluma açıklanmıyor. Tek başına bu durum bile şehir hastanelerinin sağlığın ticareti yapılan kurumlar olduğunu göstermeye yetiyor. Birçok kez kira ve hizmet bedeli olarak yılda ne kadar ödeme yapılacağını sormamıza karşın, yetkililerden hiçbir yanıt yok. 25 yıl boyunca Bursa Şehir Hastanesine ne kadar ödeme yapılacağını bilen var mı? Bu bilgiler neden gizli tutuluyor?

Bursa Tabip Odası, İl Sağlık Müdürlüğü’nün Bursa Şehir Hastanesi ile ilgili sorulara yanıt vermemesi üzerine bu durumu 18.07.2019 tarihinde yaptığı bir açıklamayla kamuoyu ile paylaştı[1].

Bürokrasiye yakın yerel kaynaklar 2019 yılı rakamlarıyla yıllık 350 milyon TL’nin üzerinde kira ve hizmet bedeli ödemesi yapılacağını tahmin ediyorlar. 400 yataklı Yalova Devlet Hastanesi ihalesinin 2019 yılının Ocak ayında 233 milyon TL ile sonuçlandığı düşünüldüğünde; Bursa Şehir Hastanesi’nin yalnızca bir yıllık kirasıyla 600 yataklı bir hastanenin anahtar teslimi yaptırılabileceği anlaşılmaktadır.

Bursa Şehir Hastanesinin yüksek maliyeti Bursa’da dikkati çeken en önemli konular arasındadır. Şöyle ki;

  • Kapatılan Bursa Devlet Hastanesi’nin acil servisi, yoğun bakımları ve hasta odaları için geçmiş yıllarda halktan milyonlarca TL bağış toplanmıştır. Toplanan bağışlarla yenilenen hastane kapatılmış, kaderine terk edilmiştir.
  • Kapatılan Bursa Devlet Hastanesi’nin hemen yanına bağışla yaptırılan ve sonradan Sağlık Bakanlığı bütçesinden büyük harcamalarla desteklenerek onkoloji konusunda 3. Basamak tıbbi tanı/tedavi hizmeti sunan Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi neredeyse terk edilmiş durumdadır. Bu hastaneden 30’un üzerinde uzman hekim Bursa Şehir Hastanesi’nde görevlendirilmiş, Hastanedeki birçok bölüm kapatılmıştır.
  • 2017 yılında temeli atılan ve 2019 yılında açılacağı söylenen 750 yataklı Acemler’deki devlet hastanesi inşaatı “ödenek yokluğu” gerekçe gösterilerek durdurulmuştur. 2017 yılında kamuoyuna yapılan duyurularda Zübeyde Hanım Doğumevi ve Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi’nin bu hastaneye taşınacağı açıklanmasına karşın söz konusu hastaneler Bursa Şehir Hastanesi’ne taşınmıştır.
  • Bursa Şehir Hastanesi’ne kamu ulaşımını sağlamak üzere Bursaray’ın hastaneye kadar götürülmesi planlanmakta, bu amaçla Bursa Büyükşehir Bütçesi’nden 600 milyon TL kadar bir kaynak ayrılması gerektiği[2] açıklanmaktadır. Türkiye’de en pahalı suyu tüketmek zorunda kalan ve ulaşımın en pahalı olduğu bir ilde yaşayan yurttaşlar açısından, şirketlerin para kazanması uğruna kamu kaynaklarının harcanması kabul edilemez bir durumdur.

Şehir dışında yapılan “Bursa Şehir Hastanesi” bir yandan kamuya çok yüksek maliyeti, diğer yandan da doğru dürüst ulaşımı olmaması nedeniyle Sağlık Bakanlığı tarafından kentimizde sunulan tedavi edici sağlık hizmetlerinde aksamaya yol açmaktadır. Kent merkezindeki hastanelerin kapatılması nedeniyle hastalar ve hasta yakınları şehir dışındaki hastaneye ulaşmak için çile çekmek zorunda kalmaktadır. Bu durum hastaları zorunlu olarak şehir merkezindeki özel hastanelere yöneltmektedir. Bursa Şehir Hastanesi ile ilgili (üstelik daha sonradan doğru olmadığı anlaşılan[3]) açıklamaların, şehir merkezindeki bir özel hastaneler grubunun sahibi AKP milletvekili[4] tarafından yapılması da ilgi çekici bir ironidir.

Hekimler ve sağlık çalışanlarını daha önce açılan şehir hastanelerindeki deneyimin ışığında başta ulaşım ve organizasyon sorunları olmak üzere zor günler beklemektedir.

Bursa Şehir Hastanesi devasa büyüklüğü ve birçok branşın bir arada hizmet sunacağı bir yaklaşıma rağmen kendi kadrosunu oluşturamamış; zaten hekim ve sağlık çalışanı sayısı Türkiye ortalamasının altında olan Bursa’da sağlık çalışanları daha çok iş yükü ile karşı karşıya bırakılmıştır. Bursa Şehir Hastanesi açılırken taşınan hastanelerdeki hekimlerin yanı sıra, Bursa Yüksek İhtisas Hastanesi’nden, Çekirge Devlet Hastanesi’nden ve Dörtçelik Çocuk Hastanesi’nden ve ilçe devlet hastanelerinden (Gürsu, Yenişehir, İnegöl, Gemlik, Orhangazi, Karacabey, Mustafakemalpaşa) çok sayıda hekim geçici görevle Şehir Hastanesinde görevlendirilmiştir. Sağlık hizmeti gibi süreklilik gösteren hizmetlerde geçici görevlendirmenin meydana getirdiği sorunlar bir yana, geçici görevle gönderilen hekimlerin yarattığı boşluk söz konusu hastanelerde tedavi edici sağlık hizmetlerinde aksamaya yol açmaktadır.

Bursa Şehir Hastanesi’nde de sağlık çalışanı sayısı yetersizdir ve hangi kadroda kaç kişinin naklen ve geçici görevle görevlendirildiği İl Sağlık Müdürlüğü tarafından açıklanmamaktadır. Radyoloji teknisyenleri başta olmak üzere sağlık teknisyenlerinin Bursa Şehir Hastanesi’nde nerede istihdam edilecekleri, hangi işleri yapmak zorunda kalacakları şimdilik belirsizdir. Sağlık çalışanları kişisel ulaşım maliyetlerinin artmasından ve başhekimin yetkisinin kısıtlanmasından yakınmakta; şirket yetkilisi CEO’un direktifleriyle hastanenin yönetilmesinden duydukları rahatsızlığı dile getirmektedir.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ MERKEZ KONSEYİ

[1]Bursa İl Sağlık Müdürlüğü Bursa halkının sağlığını ilgilendiren konuları gizliyor! https://www.bto.org.tr/bursa-il-saglik-mudurlugu-bursa-halkinin-sagligini-ilgilendiren-konulari-gizliyor/
[2] https://rayhaber.com/2018/08/bursaray-sehir-hastanesi-hattinda-aktasin-hedefi-2019/
[3] Muradiye Devlet Hastanesi kapatılmayacak diye açıklamıştı, kapatıldı…
[4] Dr.Mustafa Esgin, http://www.bursa.com/wiki/Mustafa_Esgin,hastaneler http://www.doruktip.com/hastaneler, açıklamahttps://www.olay.com.tr/saglikta-onemli-karar-bursa-ve-cekirge-devlet-kapanmayacak-14550yy.htm

===============================================
Dostlar,

Bunca açık çelişkiye, akıl dışılığa, hesap – kitap tutmazlığa…. karşın AKP neden kör kör parmağım gözüne dercesine “ŞEHİR HASTANELERİ TALANI” nda ısrar ediyor?
Ya da geri dönemiyor mu?
Bu sitede çoooook yazdık…

ŞEHİR HASTANELERİ TALANI” Ülkemiz için bir “veri” ise ki kesin olarak böyle;

  • Türkiye’nin bu hastaneler üzerinden TALAN EDİLMESİ kim(ler)e yaramaktadır, yarayacaktır?

On milyarlarca Dolarlık muazzam rantlar salt şimdiki kuşakların değil, onların çocuklarını ve hatta torunlarını bile bağımlı ve yoksul kılacak iken; yandaş yerli – yabancıların karşılık olarak salt şimdiki kuşaklarını değil, çocuklarını ve hatta torunlarını bile servete boğacak olan bu Şehir Hastanleri vahşeti, AKP’ye ne(ler) kazandıracaktır? Hatta oy yitirme riski bile var iken??

Bu nasıl yaman bir akıl tutulmasıdır ki, göz göre göre fahiş yanlış hesaptan geri dönül(e)memektedir?

AKP içinden aklı başında – vicdan sahibi insanlar neden bu mankurtlaş(tır)ma sürecine ses çıkar(a)mamaktadırlar? Hepsi mi nemalanmaktadır bu soygundan?

AKP’nin tümünde bir akıl tutulması düşünülemez ise, acaba saklı – gizli birtakım anlaşmalar mı yapılmıştır, sözler – vaadler mi verilmiştir yerli – yabancı sermayeye? Yeri gelir bunlardan da dönülebilir.. Fakat ortada sanki bir “ÇARESİZLİK – TUTSAKLIK – ELİ KOLU BAĞLANMIŞILIK” görülüyor AKP = RTE açısından??

Bu son varsayım en güçlüsü görünüyor. Kimlere ne sözler, vaadler, rant – rüşvetler için söz verilmiştir? Ya da içeride – dışarıda bulaşılan muazzam yolsuzluklar, uluslararası suçlar vb. karşılığı şantaj – tehdit.. diyeti mi ödenmekte, Türkiye’ye iktidar üzerinden ödetilmektedir?

Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi bir huyları olduğu biraz da umutla söylenir..
Tarihsel pratik bu olguyu doğruluyor. Er ya da geç öğrenilecektir. Faturası daha şimdiden ülkemize olağanüstü ağırdır. Kuşku yok, sorumluları için de hukuksal – siyasal sorumluluk benzer oranda olacaktır. Mazlumların ahının hesabı sorulacaktır adalet önünde..

Değerli çalışma arkadaşımız, Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın 16 Temmuz 2019 günü Bursa Şehir Hastanesinin açılışı nedeniyle yaptığı özlü değerlendirmeyi (4 dk.) izlemek için lütfen tıklayınız :

https://hekimcebakis.org/guncel/bursa-sehir-hastanesi-tedavi-hizmetine-erisimi-zorlastiracak/

Sevgi ve saygı ile. 26 Temmuz 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Bir İhtimal Daha Var Kanunu

Bir ihtimal Daha Var Kanunu

Image result for Av. ÖZGÜR ERBAŞAv. ÖZGÜR ERBAŞ

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Şehir hastanelerine ilişkin yapılan düzenlemelerin önemli
bölümü TBMM’nin son birleşim günlerinde yapılmıştır. Bu ilginç gelenek bozulmadı. TBMM’nin son günü yine bir torba yasa içinde düzenleme yapıldı.
Şehir hastanelerine ilişkin ilk yasa 2005’te yapıldı. Bu yasada sözleşmelerin dövize indeksli olduğu yazmıyordu. Yasanın uygulamasını gösteren yönetmelik 2006’da yayımlandı. Burada “İhale dokümanında ve sözleşmede kiralama süresi ve kira artış oranları belirtilir. Kira artış oranlarında Türkiye İstatistik Kurumunca belirlenen yıllık ÜFE esas alınır” kuralı vardı.

Sonra 2011’de ihaleler yapılmaya başlandı. Danıştay 2012’de , Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) açtığı davalarda Etlik, Bilkent ve Elazığ şehir hastaneleri ihalesinin yürütülmesinin durdurulmasına ve dayanak yasa için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasına karar verdi.  Mahkeme’nin bu kararı aşılamadı ve 100 yıl önceki “yok kanun yap kanun” yöntemi ile yeniden düzenleme yapıldı, 2013’te ilk yasayı yürürlükten kaldıran ve şehir hastaneleri için şirketlere bolca “güzellik” yapan 6428 sayılı Yasa kabul edildi. İşte ilk kez bu yasada “döviz” ile ödemeden söz edildi. İlgili madde şöyle:

“Dönem sonunda Türkiye İstatistik Kurumunca belirlenen dönemsel Üretici Fiyat Endeksi ile Tüketici Fiyat Endeksi toplamının yarısı oranında kullanım bedeli artışı yapılır. Yüklenici tarafından yabancı para birimi ile kredi temin edilmesi ve kullanım bedelinin yeniden belirleneceği tarihteki ilgili döviz kurundaki değişimin Üretici Fiyat Endeksi ile Tüketici Fiyat Endeksi toplamının yarısı oranından yüksek veya düşük olması hâlinde, idare tarafından yönetmelikle belirlenen esaslar çerçevesinde hesaplanacak düzeltme katsayısı marifetiyle kur farkı hesaplanır ve yabancı para birimi ile borçlanma oranında kullanım bedeline eklenir veya kullanım bedelinden çıkarılır.”

Yasanın uygulama yönetmeliği bir yıl sonra 2014’te yayımlandı. Şehir hastanesine ödenecek kiralarda döviz artışının nasıl hesaplanacağı da yönetmelikte gösterildi.

Şehir hastanelerine dövize endeksli ödeme yapılması nedeniyle değil, döviz kurundaki hareketlilik nedeniyle bir “fazla kâr” oluşmuş, bunu önümüzdeki dönemler için önlemek istiyorlarmış, bunun için Hazine ve Maliye Bakanlığı bir simülasyon hazırlamış, bu simülasyon 10 yıllıkmış, sözleşmelerin 25 yıllık olmasına karşın yine de 10 yıllık öngörüde bulunabilmişler. Sözleşme bedeli diye yeni bir tanım yapılmış ama içinde tanım yok, Sağlık Bakanı onayı ile sözleşme bedeli artırılmamak kaydıyla şirketlere yapılan ödemeler artabilirmiş de ama azabilirmiş de…

Peki, elimizde dokuz (hatta Bursa ile 10) adet şehir hastanesi ile bir adet Sağlık Bakanlığı hizmet binası olduğuna, bunlara kur krizinde kira ödendiğine, bu kiralar dövizle zamlandığına göre; ne tür bir “fazla kârdan” söz edildiği somut olarak anlatılabilir değil mi?

Plan ve Bütçe Komisyonu tutanağında daha da “eğlenceli” bölümler var, dileyenler oradan da okuyabilir. Buraya yalnızca şu kısa bölümü alıyorum:

Hazine ve Maliye Bakanlığı Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdür Yardımcısı Dr. Serhat Köksal – Bu tamamen bir örnek Sayın Vekilim, herhangi bir hastanenin rakamlarını ifade etmiyor. Bu model çalışırsa bizim nasıl bir sonuçla karşılaşabileceğimizi simüle eden bir örnek bu.

Abdüllatif Şener (Konya) – Dolar cinsinden söyleyebilir misiniz başlangıçta kaç dolardı, bitişinde kaç dolar olacak?

Hazine ve Maliye Bakanlığı Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdür Yardımcısı Dr. Serhat Köksal – Buna şöyle diyebiliriz: Başlangıçta 10 dolarsa bitişinde 80 dolara çıkma ihtimali, olasılığı var. Biz bürokrat arkadaşlarımızla bu olasılığı tespit ettik.

Abdüllatif Şener (Konya) – Yahu, onu teorik olarak getirene kadar, yaptığınız, işletmeye açılmış hastane var, onun rakamlarını getirip koysanız ya.

Hazine Ve Maliye Bakanlığı Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdür Yardımcısı Dr. Serhat Köksal – Sayın Vekilim, ticari sır sözleşmeler…

Abdüllatif Şener (Konya) – Ne biçim ticari sırmış bu?

Garo Paylan (Diyarbakır) – Hazineden ödüyoruz parayı ya Hazineden!

Fikret Şahin (Balıkesir) – Meclise ticari sır olabilir mi? Yani siz millet için yapıyorsunuz, biz milletvekiliyiz yani ticari sır olabilir mi milletvekillerine? Yok böyle bir şey!

Garo Paylan (Diyarbakır) – Hazineden ödediğimiz şey nasıl sır oluyor? “Bir projeksiyon görelim” diyoruz yahu!

Fikret Şahin (Balıkesir) – Hayır, Meclis öğrenemeyecek de kim öğrenecek bunu?

Abdüllatif Şener (Konya) – Burada, kullanım bedeli var, hizmet bedeli niye yok?

Hazine ve Maliye Bakanlığı Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdür Yardımcısı Dr. Serhat Köksal – Efendim, kullanım bedelinin içinde zorunlu hizmet bedeli de var.

Garo Paylan (Diyarbakır) – Kapalı oturum yapalım.

Sağlık Bakan Yardımcısı Halil Eldemir – Hizmet bedellerinde bizim sözleşme sürekliliğimiz yok Sayın Bakanım, 25 yıl şeyimiz yok yani.

Abdüllatif Şener (Konya) – Ama kamuya maliyeti içinde bir hizmet bedeli ödediklerimiz var.

Sağlık Bakan Yardımcısı Halil Eldemir – Kamu maliyeti içinde, biz aldığımız hizmetlere bir bedel ödüyoruz, birazdan ben onu açıklayacağım. Yani bizim, dövizle endeksli olan şeyimiz sadece kullanım bedeli, o da kira kısmı.

Abdüllatif Şener (Konya) – Yani bize masal anlatmak için geliyorsunuz.

TBMM’nin en ciddi işlerinin görüşüldüğü Plan ve Bütçe Komisyonunun üyeleri, bir kelimeden altı sıfırın sağa mı sola mı geçtiğini şıp diye anlar kişilerden oluşur. Şimdi görüşülenin saçmalığını şu diyalog gösteriyor:

Hazine Ve Maliye Bakanlığı Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdür Yardımcısı Dr. Serhat Köksal – Olasılık Sayın Vekilim -burayı benim vurgulamam lazım- biz bir olasılık üzerinden bir risk yönetimi yapıyoruz.

Bülent Kuşoğlu (Ankara) – Ya, ne yapıyorsunuz o zaman Serhat Bey? Olasılık üzerinden bizi gecenin bu saatinde nasıl çalıştırıyorsunuz ya? Ne demek “olasılık” üzerinden? Ya, bu olur mu dalga geçer gibi, biz enayi miyiz? Bu söylenecek şey mi gecenin bu saatinde ya?

Peki ama 2013’te yasada, 2014’te yönetmelikte niye dövize endeksli ödeme yapmayı kabul ettiniz? Bunu kabul ederken “simülasyonlarınız” neredeydi? Bu simülasyonsuzluk nedeniyle oluşan kamu zararı kimlerden tahsil edilecek? (İstanbul – BİA Haber Merkezi 18 Temmuz 2019)
==============================
Dostlar,

Sağlık Bakanlığı – Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın şehir hastanelerini yapan ve işleten yerli – yabancı şirketlerle imzaladığı Sözleşme “gizlilik” kaydı taşıyor! Bu kaydı kim(ler), hangi yasal gerekçe ile koyabiliyor? Bu kayıt öyle güçlü bir kalkan ki (!), görüldüğü üzere TBMM’de ilgili uzmanlık Komisyonunda milletin vekillerine bile açıklan(a)mıyor!
Halktan ne kaçırıyorsunuz? Bu bedeller halkın vergisiyle ödeniyor ve halkın “bilme hakkı”, yandaş şirketlerin ticari sırlarına kurban ediliyor..
  • Bu yaman oyunu kimler kurguladı ve kimler AKP iktidarını bu yakıcı – yıkıcı TALAN rolünü oynamaya mahkum ve mecbur etti?
  • AKP gene kandırıldı, mazlum ve mağdur mu, yoksa “gönüllü köle” mi?!

Bu kör – sağır inadına dayatmaların bedelleri çok yönlü olarak ülkemize çoooook ağır oluyor.
Ancak tarih, hesabın mutlaka sorulduğunun örnekleriyle dolu ve tekerrür edecek aynı ağırlıkta.

Sevgi ve saygı ile. 22 Temmuz 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Dünyayı değiştiren 8 gün

Dünyayı değiştiren 8 gün

Apollo 11’ ve ‘8 Days: To the Moon and Back’ adlı iki belgeselle Ay’a yolculuk

[Haber görseli]

BBC’nin belgeselinde üç astronotu Patrick Kennedy, Jack Tarlton ve Rufus Wright canlandırıyor.

İnsanoğlu Ay’a ayak basalı tam 50 yıl oldu!

Ay’a yapılan olağanüstü seyahati anlatan iki belgesel film, insanoğlunun bu en büyük serüvenini tüm ayrıntılarıyla gözler önüne seriyor.

İnanır mısınız bilmem, bundan tam 50 yıl önce bugün insanoğlu Ay’a ayak bastı. Neil ArmstrongBu benim için için küçük, insanlık için dev bir adım” sözünü 50 yıl önce bugün sarf etmişti, 20 Temmuz 1969’da. O günleri bizzat yaşayıp da hatırlayan kaç kişi kaldı bilinmez (ben hayattaydım ama daha konuşmaya bile başlamamış bir bebeydim örneğin, bir şey hatırlamam söz konusu değil) ama bu konuyu son derece ayrıntılı ve ustalıklı bir biçimde işleyen iki yeni belgesel, insanoğlunun bu en müthiş macerasını yeni kuşaklarla buluşturuyor ve biz de Ay’a ayak basışımızın 50. yılı şerefine bu iki belgeseli odağımıza alıyoruz.

Yılın sinema olayı
Birçoklarına göre yılın en önemli sinema olaylarından biri olarak kabul gören “Apollo 11” adlı belgesel yapımcı ve yönetmen Todd Douglas Miller’ın imzasını taşıyor. ABD’li üç astronotu Ay’a götürecek olan 45 tonluk roketin dev paletler üzerinde fırlatma noktasına taşınması görüntüleriyle açılan ve 90 dakika boyunca sadece arşiv görüntülerinin kullandığı “Apollo 11” daha önce hiç gün yüzü görmemiş görüntüleri içeriyor ve tam anlamıyla bir kurgu şaheseri olarak, herhangi bir dış sesin anlatıcılığına da başvurmadan, izleyeni bu olağanüstü yolculuğa tanık, hatta neredeyse dahil ediyor. Filmde kullanılan görüntüler arasında bizzat Neil Armstrong, Edwin Aldrin ve Michale Collins tarafından çekilmiş görüntülerin yanı sıra yeni keşfedilmiş ve Apollo 11’in fırlatma ve iniş anlarının da kaydedildiği 70 mm’lik film parçaları da bulunuyor. 8 günlük yolculuğun tüm önemli ayrıntlarını kronolojik sırada izleyen film için yönetmen Miller kimi sahnelerde ekranı ikiye ya da üçe bölerek farklı kameralardan elde edilen farklı açıları paralel olarak kurgulamış ve izleyiciye “o an, orada” olma hissini güçlü bir biçimde yaşatmış. Tümü orijinal ses kayıtlarından oluşan ses bandına sonradan eklenen tek tük sesler ise filmin müziklerinden oluşuyor. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim; bu film mutlaka ama mutlaka bir sinema salonunda, dev bir perdede izlenmeli diye düşünüyorum. Hadi bu konuda bir de çağrı yapayım, bir şekilde İstanbul Film Festivali’nde Ay’a Seyahat’in 50. yılı atlandı (bence özel bir bölüm olmalıydı) ama hiç değilse FilmEkimi’nde atlanmasın ve bu müthiş film izleyiciyle buluşturulsun. Lütfen!

Bir film de BBC’den
Bugüne özgü olarak bahsetmek istediğim bir başka belgesel de BBC yapımı “8 Days: To the Moon and Back” Yönetmenliğini Anthony Philipson’ın yaptığı film Apollo 11 görevi sırasında yapılan tüm konuşmaların kaydedildiği ve bu kayıtların hâlâ muhafaza edildiği hatırlatmasıyla başlıyor ve tüm kurgusunu da aslında bu kayıtlar üzerine inşa ediyor. “Apollo 11”de de duyduğumuz konuşma kayıtları BBC’nin filminde de aynen karşımıza çıkıyor ama bu kez  konuşmalara oyuncular eşlik ediyor. Oyuncular açısından zahmetli bir yöntem elbette (her oyuncu önceden kaydedilmiş seslere ağzını uydurarak oynamak zorunda) ama bu şekilde oluşturulan dramatizasyon izleyiciyi üç astronotla birlikte roketin ve sonrasında Ay Modülü’nün içine soktuğu için bir hayli de etkileyici bir sonuç çıkıyor ortaya. Hatta bu iki filmin birbirini tuhaf bir biçimde tamamladığını ve üst üste izlenmesi durumunda çok boyutlu bir izleme deneyimine dönüştüğünü söylebilirim. Armstrong, Aldrin ve Collins’in dünyaya dönüşleriyle sonlanan her iki belgesel de üç astronotun ABD ve dünyanın öbür ülkelerine yaptıkları ziyaretlerin görüntüleriyle kapanıyor. 24 ülkeyi ziyaret eden ve araç konvoyuyla yaptıkları geçitlerde 100 milyon insanı selamlayan Üçlü, o dönemde Türkiye’ye de gelmiş, hatta Anıtkabir’i ziyaret etmişlerdi. Filmlerde bu görüntüler yok elbette ama bilmekte yarar var. Uzun sözün kısası, 16 Temmuz 1969’da başlayıp, 8 gün, 3 saat, 18 dakika ve 35 saniye sonra astronotları taşıyan küçük kapsülün Kuzey Pasifik Okyanusu’ndan USS Hornet uçak gemisine alınmalarıyla sonlanan Apollo 11’in görevini tüm görkemi ve büyüsüyle aktaran bu iki belgeseli ilk fırsatta bulup izlemenizi önermek de, bu 50. yıldönümüde, bizim görevimiz olsun.

[Haber görseli]Ay’ı fetheden üçlü: Aldrin, Collins ve Armstrong

===============================================

Dostlar,

20 Temmuz 1969’da biz Van’da idik. Babamız Polis memuru olduğundan, Gaziantep’ten “Şark hizmeti” içib 2 yıllığına tayin edilmiştik. Biz de Gaziantep Lisesi 1. sınıfından 2. sınıfına geçmiştik ve liseyi Van Atatürk Lisesinde tamamlayacaktık 1971’de (öyle de oldu). O zaman Türkiye’de TV yoktu. Radyoyu ve TRT’yi, devlet yayınların izlerdik. TRT de 1964’te kurulmuştu. Gazeteler ertesi gün akşama doğru gelirdi. Apollo 11 konusunu duymuştuk ve olabildiğince, merakla izliyorduk.

Belleğimiz bizi yanıltmıyorsa o gece yarısından sonra, 21 Temmuz günü Ay’a ayak basıldı ve biz de heyecanla gelişmeleri radyodan izledik.

Aklımızdan çıkmayan nokta ise, NASA’nın Dünya kamuoyundan özür dilemesi idi!

“Niye?” diye sorulacak olursa: Öngörülen süreden 20 saniye gecikmeye Ay’a inilmişti!

Eğer bir propaganda kurgusu değilse, bilimsel çalışmalarda ve yaşamda dakik (on time, punctual) olmanın, zamanlamanın (timing) kritik önemine ilişkin son derece çarpıcı bir örnektir ve biz belki de bu yüzden “bu dersi” 50 yıldır unutmuyor, uyguluyor, derslerimizde öğrencilerimize anımsatıyoruz.

Bir kez daha Yüce ATATÜRK’ün asla unutulmaması gereken sözlerini paylaşalım :

  • Yaşamda en gerçek yol gösterici bilim ve tekniktir. Bunların dışında yol (tarik, tarikat) aramak aymazlıktır (gaflettir), sapkınlıktır (dalalet)..

Sevgi ve saygı ile. 20 Temmuz 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

SOSYAL ADALET ve GİNİ KATSAYISI

SOSYAL ADALET ve GİNİ KATSAYISI

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Değerli arkadaşlar,

Bir toplumda Gelir dağılımının ölçütü olarak İktisat Biliminde kullanılan, 0 ve 1 arasındaki değerleri alan “Gini Katsayısı” ne denli küçükse, o toplumda gelir eşitsizliği o denli küçük demektir.

Gelişmiş Ülkelerde bu sayı 0,25 – 0,30 arasında iken gelişmemiş ülkelerde bu ölçüt 0,45 ve yukarısıdır. Türkiye’nin Gini Katsayısı 2018 yılı için 0,41 hesaplanmıştır.

OECD’nin yayınladığı grafikte, Türkiye Gelir eşitsizliği sıralamasında 44 Ülke arasında ilk 9. sıradadır..

Sevgilerimle. æ

Fotoğraf açıklaması yok.
******
Dostlar,
%95’inin Müslüman olduğu ülke Türkiye’de, İslamcı AKP iktidarının ve “ekonomist” olduğunu ileri süren ama diplomasını bir türlü göremediğimiz Erdoğan’ın gelir dağılımı, sosyal adaleti yukarıda görüldüğü gibi..
AKP 2001’de kurdurulmuş ve 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde YOKSULLUK + YOLSUZLUK + YASAKLAR ile mücadele etmek üzere halktan %34 oy alarak, TBMM’de %65 çoğunlukla iktidar oldu ve 17 yıldır giderek artan gücüyle (23 Haziran 2019 sonrası inişe geçti bereket) ülkemizin tepesinde. İslam dininin en temel değerlerinin başında iyi ahlak ve belli ölçülerde (zenginlerin her yıl 1/40 fitre – zekat vermesi gibi) toplumsal adalet vardır. 17 yılda Gini katsayısında Türkiye’de hemen hemen hiç iyileşme olmamıştır. Bu durumda;
1. AKP = RTE‘nin YOKSULLUK + YOLSUZLUK + YASAKLAR ile mücadele vaadi palavraydı.
2. AKP = RTE 17 yılda bu sorunu çözemedi..
Her 2 durumda da halkımızın bu siyasal kadroyu bir an önce ülke yönetiminden uzaklaştırması her şeyden önce kendi çıkarınadır.

Sevgi ve saygı ile. 14 Temmuz 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com