Etiket arşivi: Nüfus artışı

ENFLASYONU PRATİK HESAPLAMAK !

Prof.Dr.rer.nat. D. Ali ERCAN
(Çekirdek fiziği uzmanı)
ADD Bilim Kurulu Başkanı

Değerli arkadaşlar, 

Enflasyon, “Hizmet ve ürünlerin piyasa fiyatının birim zaman içindeki artış oranı” olarak tanımlanıyor kabaca… ‘Kabaca’ dedim, çünkü farklı tüketim gruplarının arz/talep oranları (sunu/istem dengeleri) doğal olarak farklıdır.

– Tüketim ürünlerinin yerel veya ithal (dışalım) oranı,

– Ulusal üretim hacmi (oylumu),

– Ulusal paranın küresel piyasada değer karşılığı (satınalım gücü-PPP)

enflasyonu belirleyen etkileşimli (interaktif) etmenlerdir.

Ulusal paranın değer yitimi devalüasyon (d) ve enflasyon (e) arasında

(1-d) x (1+e) = 1 bağıntısı vardır…

Örneğin paranın %20 değer yitimi

(1-0,2) x (1+e) = 1; (1+e) = 1/0,8 = 1,25; %25 enflasyona karşılık gelir.

***
Türkiye’de artık hayvan yeminden gözlük camına…. A’dan Z’ye, hemen her tüketim ürünü ithal ediliyorsa veya aynı ürünün yerlisi ithal (dışalım) fiyatına satılıyorsa, enflasyonu hesaplamak için külfetli işlere, örneğin “tüketim sepeti” istatistiklerine gerek duymadan şu 3 faktör (etmen) yeterli olacaktır :

– Dövizin ulusal para karşılığındaki değişim oranı,
– Dövizin birim zaman içindeki değer yitiği ve
– Ürünün Arz/Talep oranındaki (sunu/istem dengesindeki) değişimi (tarımsal ve endüstriyel üretim)

Bu son etmeni hesaplamak biraz zor olabilir. Örneğin tarımda, sebze – meyve üretimi geçen yıla göre artmış, ama taze meyve – sebze ihracatı (dışsatımı) da artmış olabilir (ağırlıklı olarak, göçmenlerle nüfus artış etkisini de unutmayalım)… Sonuçta pazarda talebe (isteme) oranla daha az ürün olabilir, fiyatlar yükselir.

Bir örnek olarak 11 Ağustos 2022 – 11 Ağustos 2023 arası 1 yıllık enflasyonu hesaplayalım :

– 17,95 TL olan 1 Dolar 27,05 TL oldu;

– Doların 1 yıldaki değer yitimi %3,1 oldu; (AS: ABD’deki enflasyon)

Üretim düşüklüğü ve nüfus artışı nedeniyle piyasadaki “arz eksikliği” de en azından ~%10 dur (net üretim düşüşü dışında, stokçuluğun yarattığı yapay ‘arz düşüşü’ de ayrı bir sorundur). Bu durumda Türkiye’nin son bir yıllık Enflasyonu en az

(27,05/17,95) x 1,030 x 1,10 = 1,70 –> % 70 tir.

  • Türkiye “yüksek enflasyonlu ülkeler” sıralamasında,
    ne yazık ki ilk 10 ülke arasındadır!!!

100. kuruluş yılını kutlayacak bir ülke için çok acı bir tablo !

Sevgilerimle.æ
________________________________
Not : İki uçtaki TÜİK ve ENAG verilerinin geometrik ortalamasını alacak olsak, herhalde yaklaşık bizim bulduğumuz değeri verecektir!

Nüfus patlaması     

Yavuz Alogan

Bizden çok önce yaşayanların “dünya” adını verdikleri gezegenimiz 4,5 milyar yıl önce güneşten ve uzay parçacıklarından ödünç aldığı gazlar ve metallerle yoğrularak sürekli dönen bir ateş topu gibi uzay boşluğunda yer aldı.

Homo sapiens’in meyve toplamak için doğrulmasından bu yana yalnızca 2 milyon yıl, büyük kentlerin kurulmasından bu yana ise yalnızca 5000 yıl geçti. Yani burada henüz yeni sayılırız. Uzay fizikçilerinin hesaplamalarına göre önümüzde daha 7,5 milyar yıl var. Çok zahmetli geçeceği anlaşılan bu sürenin sonunda güneş bizi yutacak, böylece huzura kavuşacağız. Daha şimdiden yaklaşık 110 milyar insan yaşayıp ölmüş.

Nüfus artışı önceleri yavaştı. 16. yüzyılda istikrar kazanmaya başladı. 18. yüzyılda sanayi devrimiyle, özellikle tarımın makineleşmesiyle hızlandı. 1789 Fransız Devrimi sırasında bir milyara yakındı. Napoleon Savaşları (1803-1815) sırasında bir milyarı biraz geçti. Lenin’in Petrograd’ın Finlandiya İstasyonu’na ayak bastığı (1917) ve Mustafa Kemal’in Bandırma Vapuru’ndan Samsun’daki tütün iskelesine çıktığı (1919) dünyada yaklaşık 1 milyar 800 milyon insan yaşıyordu. Dünyanın kaderini değiştiren İspanyol İç Savaşı (1936-1939) ve Hitler’in Polonya’ya saldırdığı (1939) sıralarda 2 milyarı biraz geçmişti.

Büyük nüfus patlaması savaştan sonra oldu. Sürekli artan refah, Batıda “Baby Boomer” denilen ve 1946-1964 arasında dünyaya gelen huzursuz kuşağı ortalığa saldı. Bizim kuşağın (dünya tarihinin en fırlama kuşağı!) huzursuzluğu, iki arada bir derede kalmışlığı, inişli çıkışlı varoluş sorunları sürerken (kömür sobasından kalorifere, faytondan metroya, transistörlü radyodan internete, analogdan dijitale, şiddet yoluyla dünyayı değiştirme idealinden kapitalizmin her deliğe girerek bütün kültürlere nüfuz ettiği yavan küresel köye doğru) dünya nüfusu sürekli arttı.

Nüfus tarih boyunca sıçramalarla arttı… Bir milyara ulaştığı 1800’den 130 yıl sonra (1930) iki milyara, 30 yıl sonra (1960) üç milyara, 15 yıl sonra (1974) dört milyara ve 13 yıl sonra (1987) beş milyara ulaştı.

Milyar nüfusun toplam nüfusa eklenme süresi kısaldıkça insanlar kaygılanmaya başladılar. Doğum kontrolü, aile planlaması gibi çabalar 1960’larda başladı, toplumsal kalkınma ve refah planlarının değişmez maddesini oluşturdu. Bizde de 1963-1967 yıllarını kapsayan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı döneminde nüfus / aile planlaması yapıldı. Fakat 2000’li yıllarda bu yaklaşım, planlamayla birlikte terk edildi. Daha iri ve daha diri olmamız için üç çocuk yapmamız tavsiye edildi; bununla da kalınmadı,

  • sekiz milyon muhacirun ülkemize hücum ederek hızla üremeye ve
    demografik dengemizi bozmaya başladı
    .

Neyse, konuyu dağıtmayalım… Nihayet Birleşmiş Milletler birkaç gün önce (15 Kasım 2022) dünya nüfusunun 8 milyarı aştığını ilan etti. Aslında büyük olay! Son 11 yılda bir milyar insan doğmuş. Dünya çapında toplam ölümlerin, toplam doğumların neredeyse yarısı kadar olduğu görülüyor. Şu satırları yazarken göz attığım https://www.worldometers.info/world-population/ yalnızca bu gün, şu erken saatte 121 800 kişinin doğduğunu, 61 600 kişinin öldüğünü bildiriyor. Trend (AS: Eğilim), dünya nüfusunun sıçrayarak artışı yönünde.

Elbette bu dengeli bir artış değil. Nitekim bilim adamları 2100 yılında dünya nüfusunun 11,2 milyar olacağını; Afrika’da nüfusun %256, Asya’da %6, Latin Amerika’da %10, Okyanusya’da %75 artacağını ve fakat Avrupa’da %10 azalacağını söylemişler.

Doğal olarak insanın aklına nüfus bilimci ve iktisatçı Thomas R. Malthus’un 19. yüzyılda yaptığı biraz abartılı kehanet (AS: önbili) geliyor: Gıda maddeleri üretiminin aritmetik, nüfusun ise geometrik artışı, sonunda insanlığı açlığa ve felakete sürükleyecek. Tarıma ayırmaları gereken parayla ürettikleri silahları ve kent içi yolları tıkayan otomobilleri yiyemeyeceklerine göre sonunda birbirlerini yiyecekler.

Denetimsiz nüfus artışının iklim krizinin etkilerini ağırlaştırarak gıda ve enerji gibi kıt kaynakların rasyonel (AS: ussal) kullanımını zorlaştıracağını, doğudan ve güneyden batıya ve kuzeye doğru kaçınılmaz göç dalgalarına yol açacağını, küresel sistemlerin dağılacağını, karar mekanizmalarının (AS: düzeneklerinin) bozulacağını, yerel savaşların çıkacağını, eski yeni bütün ideolojilerin radikalleşeceğini (AS: kötencileşeceğini), büyük devrimlerin kapıda olduğunu anlıyoruz.

Her vasıtanın -eski deyimle- bir istiap haddi, yani taşıma kapasitesi vardır. Elli kişilik otobüse 150 kişiyi zorla bindirebilirsiniz fakat yolcular arasında sorun çıkar.

  • Gezegenimizin de insanlarla kaynaklar arasındaki optimal dengenin gözetilmesini gerektiren bir taşıma kapasitesi vardır mutlaka. Hızlı nüfus artışının bu kapasiteyi zorladığı açık.

Nüfus patlaması yaşayan bir dünyada giderek kıtlaşan doğal kaynaklara sahip olmak ve sisteme açılan yeni pazarları birbirine bağlayan güzergâhları denetlemek için verilen bir paylaşım mücadelesi olarak patlak veren Ukrayna-Rusya savaşı ve Anglosakson-Çin rekabeti yakın gelecekte dünyanın nasıl bir yer olacağına dair (ilişkin) ipuçları veriyor.

Pandemi de önemli bir ipucu verdi. Bitkilerin ve hayvanların doğal ortamına taşan insan yerleşimlerinin doğanın dengesini nasıl bozduğunu gösterdi. Pandeminin en şiddetli olduğu, enerji kullanımının azaldığı, üretim ve nakliyenin yavaşladığı bir sırada NASA bütün dünyada hava kalitesinin Çin’den başlayarak düzelmekte olduğunu, belirli bir olayın ardından geniş bir alanda azot dioksit düzeyinde böylesine keskin bir düşüşün ilk kez görüldüğünü bildirdi.

Doğanın virüs sayesinde insanı durdurmaya, geriletmeye, bozulan dengesini yeniden kurmaya, yenilenmeye çalıştığını fark ettik. İnsanlar denetimsiz çoğalıp iç içe geçtikçe başka virüslerin koronanın bıraktığı görevi devralacağını, insan yine de rahat durmadığı taktirde doğanın onu sırtından atacağını anlıyoruz.

Bitkilere ve hayvanlara yer açmak için insan nüfusunun doğum kontrolüyle azaltılması, tekil ülkelerin ekonomik ve toplumsal kalkınma planları yaparak kendi aralarında eşgüdüm sağlamaları, nükleer silahların yok edilmesi ve iklim krizinin durdurulması; bütün bunların olabilmesi için de yeni bir Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin yapılması gerekir. Ama her şeyden önce sıradan insan, dünyayı değiştirme azim ve kararlılığını yeniden kazanmalıdır.

Şu güneşli pazar gününde herkesi önümüzdeki 7,5 milyar yılın nasıl geçeceğini düşünmeye davet ediyorum. Neler yapmayı tasarlıyorsunuz?
================================

Sayın yazara yanıtımız..

Lütfen, sitemizdeki şu yazıya da bakılması…

http://ahmetsaltik.net/2022/11/15/dunya-nufusu-bu-gun-8-milyari-asti-day-of-8-billion/

HER AİLEYE 1 ÇOCUK!

Başka yolu yok! Hemen, ivedilikle, ikna ile, teşvikle, yasal caydırcılıkla.. 

Nüfus Artışının Sonuçları

Nüfus Artışının Sonuçları

Doç. Dr. Ayşe ATALAY
Cumhuriyet, 07 Ocak 2021

Günümüzde dünya nüfusunun olağanüstü boyutlarda artması pek çok ekonomik ve sosyal sorunu da beraberinde getirmektedir. Yaşlı dünyamızdaki doğal kaynaklar artık dünya nüfusunun iklimsel, çevresel, sosyal ve kültürel sorunlarına yeterli düzeyde yanıt verememektedir. 1850 yılında dünya nüfusu 1 milyar iken, 150 yıl gibi kısa bir süre içinde artış hızı %650’yi bulmuştur…

fus artış hızı azgelişmiş ülkelerde ortalama %2-3 gibi yüksek oranlara ulaşmaktadır. Oysa gelişmiş ülkelerde bu oran %0.5-1 dolayındadır. Ayrıca 20. yüzyıl başlarında gelişmiş ülkelerin dünya nüfusuna oranı %40 iken günümüzde bu oran %15’e dek inmiştir.

  • Dünya nüfusunun büyük çoğunluğu azgelişmiş ülkelerdedir.

ARTIK NİTELİK ÖNEMLİ

  1. yüzyılın 2. yarısına dek ülkeler nüfuslarının artması yönünde bir eğilim içindeydi. Bu görüş, özellikle ülke savunma politikaları açısından ısrarla dile getiriliyordu. Bir ülkenin nüfusu ne denli çok olursa ülkenin caydırıcılığı da o ölçüde güçlü olur düşüncesi nüfus politikalarını belirliyordu.

    Artık nüfusun niceliği değil, niteliği önem kazanmaktadır.

    Gelecekteki savaşlar da yapay zekâ ve robot teknolojisi kullanılarak, bedensel gücün önemini ve işlevini yitirmesi sonucunu doğuracaktır. Bu bakımdan artık ülkelerin savunma veya saldırı gücünün ölçülmesinde nüfus etmeni 2. sırada kalmaktadır.

fus artışı özellikle azgelişmiş ülkelerde bir dizi sosyal, ekonomik ve çevresel soruna yol açmakta, bu ülkelerin vatandaşlarına insanlık onuruna yaraşır bir yaşam sağlamayı gittikçe zorlaştırmaktadır. Azgelişmiş ülkeler, sanayileşmemiş, gelir dağılımının adaletsiz olduğu, eğitim düzeyi gerilerde kalmış, pek çoğu daha önceden Batılı kapitalistlerce sömürülmüş, demokrasi kültürü yetersiz ülkelerdir. Günümüzde yaşanan göçlerin, su ve besin kaynaklarına erişim zorluğunun nedenleri arasında azgelişmiş ülkelerde nüfus artışının ülkenin teknolojik ve ekonomik kapasitesini aşması da bulunmaktadır.

Bu ülkelerde nüfus artışının çeşitli nedenlerle denetim altına alınmaması, kimi kez teşvik edilmesi siyasal tabloya da yansımaktadır. Azgelişmiş ülkeler aynı zamanda eğitim olanaklarının kıt olduğu, eğitim düzeyi düşük toplumlardır. Bu durum azgelişmiş ülkelerde siyasal ve ekonomik elitlere bir dizi avantaj (AS: artı) sağlamaktadır. Ekonomik açıdan nüfus artışı, emek piyasasında rekabeti körüklemektedir.

Bu da emeği ile geçinen beyaz ve mavi yakalıların arasında bölünmeye, dolayısıyla bu toplumsal katmanların bir sınıf bilinci oluşturmasına engel teşkil etmektedir (AS: oluşturmaktadır). Medyasıyla, eğlence sektörüyle de bu bilincin oluşması ötelenmektedir. Çünkü işsiz kalma korkusunun yarattığı tedirginlik, bu sınıfın üzerinde Demokles’in kılıcı gibi bir işlev görür.

Bu durum ise sermaye sınıfını oluşturanların ücretleri düşük tutarak kârlarını artırmalarına yol açmaktadır. Ayrıca azgelişmiş ülkeler, bu şekilde ileri kapitalist ülkelerin kolayca sömürebileceği ucuz işgücü pazarı durumuna gelir. Böylece yerli sermaye ile yabancı sermaye sömürü düzenini ortaklaşa yürütür.

Azgelişmiş ülkelerde nüfusun denetimsiz artması, kimi kez  siyasal elitlerce özendirilir. Bu şekilde yoksul, umutsuz yığınlara gündüz düşleri gördürerek umut tacirliğine soyunurlar. Böylece onları her açıdan kendilerine bağımlı kılmaya çalışırlar.

Ucuz emek pazarı haline getirdikleri ülkede ulusal ve uluslararası sermayenin çıkarlarını gözeten ekonomik politikalar izlerler. Bu durum ise yöneticilerin iç kamuoyundan çok, dış kamuoyunun desteğini, başka bir deyişle uluslararası güç odakların desteğini almayı daha çok önemsemelerine yol açabilir.

KISIRDÖNGÜ

Kendilerine bağımlı sessiz yığınların efendisi olmak isteği onları demokrasi dışı arayışlara da itebilir. İnsanlık dışı koşullarda yaşattıkları bu sessiz yığınların ses vermemesi için gittikçe otoriter ve baskıcı bir yönetim şeklini benimseyebilirler. Böylelikle iç karışıklıklar baş gösterebilir. Bu tablo, siyasal bilinç kazanmamış, eğitim düzeyi düşük azgelişmiş ülkelerde halkın yanlış siyasal tercih yapmasını kolaylaştırabilir.

Sonuç olarak bu tip ülkeler, bir kısırdöngünün içinde kıvranmaktadır. Bu durumdan ötürü azgelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki makas kapanmayacak biçimde açılmaktadır.

  • Türkiye gibi 200 yıldır yenileşme çabası içinde olan bir ülkede nüfus politikası önemle üzerinde durulması gereken bir sorun olarak ele alınmalıdır.

HIZLI NÜFUS ARTIŞI SORUNU / The CHAOS of HUGE POPULATION GROWTH


Sevgili AÜTF Dönem 2 öğrencilerimiz
,
Site okuru dostlarımız. 

  • DÜNYADA ve TÜRKİYE’de NÜFUS SORUNLARI ve POLİTİKALARI

konulu AÜTF Dönem 2 dersi sunumu yansılarını paylaşmak isteriz.

Güncellenmiş dosyayı ilgi ve bilginize sunuyoruz.
Çok emekli ve kapsamlı bir dosyadır (119 yansı).

  • Gereksiz, dengesiz ve hızlı, akıl dışı ve sürdürülemez
    hızlı nüfus artışı ülkemiz ve dünya için en önemli sorunların başında gelmektedir.

Türkiye, 35-40 yıl sürecek bir DEMOGRAFİK FIRSAT PENCERESİ DÖNEMİNDEDİR.
Bu dönemde yapılması gereken, genç nüfusun niteliğinin iyileştirilmesidir.
Bu da sağlık ve eğitim yatırımları ile olur.

Nüfusun “hızlı” yaşlanması sorunu yoktur, akut gündem bu değildir.

İvedi olan 2 adım vardır :

1. Hızlı nüfus artışını teşvikten, “en az 3-5 çocuk doğurun” demekten
hemen vazgeçmek. Her ailenin 1 çocukla yetinmesini önermek..

2. Eldeki çooooook genç nüfusun niceliğini (sayısını) değil niteliğini (kalitesini) geliştirmek.. Yaşamsal sorun budur.. Genç nüfusu 21. yy’da acımasız küresel rekabete hazırlamak..
Yabancı diller ve İLETİŞİM öğretmek, geçerli meslekler edindirmek, özgüven kazandırmak,
istihdamı geliştirmek, yurttaşların sosyalleşmesini sağlamak (karma eğitim başta!)..

Ülkemizin öncelikleri bunlar, Demografi politikaları bakımından..
Bir ULUSAL DEMOGRAFİ KURULTAYI toplamak ve nüfus politikalarını güncellemek..

Ayrıca, kürtaj istemiyorsanız etkin ve yaygın aile planlaması hizmetlerini topluma
mutlaka vereceksiniz.. Özellikle de Doğu ve Güneydoğu’da!

Vurgulayalım ki; Anayasa’nın 41. maddesi açık ve net olarak devlete bu görevi yüklüyor.
Siyasal tercihiniz ne olursa olsun :

Anayasa_madde_41

 

 

 

 

 

 

 

 

Oldukça kapsamlı ve doyurucu bir dosya sunuyoruz.
Okunup okutulması, paylaşılması, politikacılara da ulaştırılması dileğiyle..
Umarız, hala Türkiye’de nüfus artışını bilim ve akıl dışı biçimde savunan tepe yöneticiler de, danışmanları da okusun ve yararlansınlar. Ülkemizi yıkımlara sürüklemesinler..

Lütfen tıklar mısınız erişkeyi (linki) ?

Nufus_sorunlari_ ve_ politikalari

Sevgi ve saygı ile.
06.12.2015, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Bu yansılarda sayın Prof. Ercan’dan çok yararlandık, teşekkür borçluyuz.