Etiket arşivi: Mustafa Kemal

Şiir köşesi… : SEN EY AKP..


Şiir köşesi… :
SEN EY AKP..

divider_cizgi

Sen ey AKP,
hak, hukuk, adaleti
tepe tepe,
kalmalısın başımızda.
Gelmeseydin iktidara
düşer miydik böyle dara,
Mustafa Kemal’i
arar mıydık göz yaşımızda?
Bulmasak da kuru ekmeği aşımızda
aç kalsak da  işsiz, genç yaşımızda
kalmalısın başımızda.
Ona özlem duyar mıydık,
O olmasa biz var mıydık?
Sen ki Cumhuriyete hasım,
doğarız bizler her “On Kasım”,
Mustafa Kemal’in izinde;
sen çökerken iki büklüm
ABD’nin dizinde.

divider_yesil_fiyonk

Portresi_Ali_Nejat_Olcen

Ali Nejat Ölçen
Türkiye Sorunları, Aralık 2009

ÜÇ MUSTAFA KEMAL


Dostlar
,

Sayın Dr. Ölçen’in aşağıda paylaştığımız makalesine bir eleştiri geldi..
Sayın Ölçen, Sayın Güner’i yanıtladı..
Her iki yazıyı da aşağıda, yazıya ilişkin “yorumlar” bölümünde bulabilirsiniz.”
Yine de bu 2 yazı pdf olarak aşağıda :

A.N.OLCEN’e_yanit_HANGI_ULKEDE_DERSIM_3._BUYUK_ALEVI_SOYKIRIMI_OLMUSTUR

RIZA_GUNER’DE_MUSTAFA_KEMAL’E_KIN_Ali_Nejat_Olcen_27.11.13

Sevgi ve saygı ile.
28.11.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=================================

Dostlar,

Cumhuriyetimizin ağabeyi, “91’lik delikanlı” Sayın Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen,
üretmeyi ve bize yol göstermeyi sürdürüyor..

Hem de özgün makaleleriyle..

Aşağıda nefis bir derlemesini sunuyoruz..

Kendisine teşekkür ederek ve sağlıklı uzun üretim yılları dileyerek..

Sevgi ve saygı ile.
24.10.2013, İstanbul

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

ÜÇ MUSTAFA KEMAL

Ali_Nejat_Olcen

 

 

 

 

 

 

 

DEV­RİMCİ  MUSTAFA KEMAL


BİLİM ADAMI MUSTAFA KEMAL                         

DEVLET  ADAMI MUSTAFA KEMAL

Yeryüzünde hangi ülke, üç temel niteliğe sahip bir ulusal kahramanı yaratabilmiştir?

Hangi ülkede kim, emperyalizmi dize getirerek ülkesini işgalden kurtarmış ve
yeryüzünde benzeri olmayan devrimleri gerçekleştirerek kurumlaştırmış,
yoktan var ettiği Devlet’i ulusal onuruyla birlikte koruyabilmiştir?

Hangi ülkede kim, yoktan var ettiği Cumhuriyeti, kaynağını tarihinden alan
ulusun öz kültürüyle bütünleştirebilmiştir?

* Türk Tarih Kurumuyla kendi tarihini,
* Türk Dil Kurumuyla kendi dilini,
* Halk Evleriyle kültürel ve toplumsal etkileşimi,
* Köy Enstitüleriyle sanayileşmenin kırsal alanda teknolojik kültüre ulaşılmasını..

kim hangi ülkede başarabilmiştir?

Hangi ülkede, yok edilen imparatorluğun enkazı üzerinde onun dış borçlarını ödeyerek denk bütçe ve açık vermeyen dış ticaret koşullarını yaratarak
planlı sanayileşmeyi temel alan kendine yeterli ekonomiyi
yoktan kim var edebilmiştir, Mustafa Kemal’den başka?

Böylesine üç temel özelliği bütünleştirerek Anadolu’muzda, çaktığı bir tek çivisine rastlanmayan ve kendi kendisini yok oluşa sürükleyen Osmanlı’nın enkazı üzerinde, çağdaş devletini ulusuyla bütünleşti­ren kahramanına kin kusan alçaklara
hangi ülkede rastlanabilmiştir, ülkemiz dışında?

Kişi nankör olabilir.

Kişi alçak olabilir

Kişi kindar  olabilir.

Hangi ülkede kişi hem alçak, hem kindar ve hem de nankör olabilmiştir Türkiye’miz’de hainlerin dışında?

Mustafa Kemal’in üç temel üstün niteliğine karşı olan hainlerin de
üç temel niteliği var: Alçaklık – Nankörlük – Kindarlık.

Böyle biline, çare buluna.

Dr. Ali Nejat Ölçen

Yekta Güngör Özden : ÖRTÜ

ÖRTÜ

SÖZCÜ, 18.11.13
http://sozcu.com.tr/2013/yazarlar/yekta-gungor-ozden/yine-ortu-408537/

portresi

 

Yekta Güngör Özden
yektagozden@sozcum.com

Sıkma-bohçabaş için “özgürlük” diyenlerden kimileri TBMM’de eleştiri yapan,
görüş açıklayan CHP Milletvekili Şafak PAVEY’e terbiyesizce saldırdılar.
Bir milletvekilinin kürsü özgürlüğüne katlanamayan, karalamalar ve yalanlarla
O’nu güç durumda bırakmaya çalışan yetersiz, bilgisiz, iktidar piyonu ve maşası kadın-erkek yandaşlar, çığırtkan saldırganlar kendi durum ve düzeylerini
ortaya koymuşlardır.

Muhalefetin de payı olan bu iktidar açılımında demokrasi kötüye kullanılmış,
laik cumhuriyet yara almış, açılışının 93. yılında Meclis’in, kuruluşunun 90. yılında Cumhuriyet’in niteliği bozulmuştur. Sorunlar aşılmamış, cumhuriyet Türkiyesi aşınmış, muhalefet ve devlet kuşatılmıştır.

  • Artık başka kılık, giysi ve dinsel simgelere devletin her biriminde yol, kapı,
    kucak açılmıştır.

Tüm bunlar muhafazakâr olduğunu bağıra bağıra söyleyen iktidar partisinin seçim,
oy, iktidar amacıyla halkımızın tertemiz inancını sömürme oyunudur.

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında bir devlet büyüğünün eşi, peçenin atılmasından sonra

  • “Allah Mustafa Kemal’den razı olsun, sayesinde dünyayı görüyoruz. sözüyle

Fransız bilim adamı Claude Bernard’ın “Laboratuvara girerken inancımı dışarıda bırakıyorum” sözünün derin anlamı hepimizi düşündürmelidir. Devlet görevindeki yansızlığın, akıl ve bilim egemenliğinin gerektirdiği yaşam biçimi tersine dönmüştür.
Yandaş medyanın çarpıtmalı nitelemeleri, dizdikleri övgüler, utanıp sıkılmadan kullanılan sakıncalı sözler, Bülent ECEVİT’in karşı çıktığı durum için “Merve Kavakçı ayıbı” diyen bulanık anlayışlılar, “Hidayet, devlet ve hukuk”un ne olduğunu bilmeyen, iktidarın nereye gittiğini, ülkeyi ne duruma düşürdüğünü görmeyen aymazlar, çıkarcılar kimbilir yarınlarda nasıl anılacak? “Sıkmabaşlı kadın milletvekili genel kurula katılacaksa şapkalı kadın milletvekili de katılabilir. Başka örtülü ve giysili de” denilirse ne olur? Ecevit’i eleştiren çocuklar ondan daha aydın, daha demokrat, daha ilerici midir?

Neden

Yükseköğretim kurumları için uygun bulunmayan düzen TBMM için uygun olur mu?
Bu bir başlangıçtır. Sorun aşılmadı, başta CHP, muhalefet aşıldı. İsviçre’den
40 yıl önce kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkı tanıyan Mustafa Kemal’den
daha mı inançlı-dindar, daha mı anlayışlı, daha mı uygar, daha mı demokrat ve daha mı kadınlara saygılılar? Atatürk’ün tesettürün peçesinden, gericiliğin pençesinden kurtarıp uygarlığın ışıklı penceresini açtığı Türk kadınına verilen değer, sınırlama ve yasaklama ile mi korunur? Başını kapatanlar kaptırmış sayılırlar. “Hacc’a gittikten sonra mı Müslüman oldular?” eleştirel sorusunu soranlara rastlanmaktadır.

  • Kadınlarımızın başı torbaya bohçaya sokulamaz.

İlkeli, kararlı, tutarlı olmak varken, güven duyurmak ve pekiştirmek varken,
oy getireceğini sanarak iktidara destek veren muhalefet partileri yanılmıştır.
Sıkmabaş için AKP dururken Tayyipgiller öbür partilere oy vermezler.
MHP dik dursaydı belki partilerinden hoşnut olmayan öbür partilerin seçmenlerinin oyunu alabilirdi. CHP bu nedenle oy alamaz, başka nedenlerle aldığı oylarda
bu nedenle olumsuz değişiklikler olasıdır.

İktidarın siyasal sıkışıklıklarda kurtarıcısı olan MHP sıkmabaşa hep destek vermiş, CHP ise “Bu sorunu biz çözeriz” söylemiyle bir tür olanak ve kolaylık sağlamıştır.

Durum

Hangi alanda olursa olsun önyargılıların, yandaşların, çıkarcıların, laik cumhuriyet
ve kurucularına karşı çıkanların, aymazların, bağnazların temelsiz ve geçersiz değerlendirmeleriyle iktidara yalakalık yapanların anlatımlarının hiçbir önemi yoktur. Siyasal tarihimizin ak sayfalarına düşülen kara satırların sayısı artmıştır, o kadar.

Öğrencilerin kaldıkları evler için yasa çıkarabileceklerini söyleyen Başbakan’la, demokrasi yolunda köklü değişiklikler yapıldığını anlatan Cumhurbaşkanı’nın tutumları, baskıcı antidemokratik gidişin genişleyip yaygınlaşarak süreceği kuşkularını artırmaktadır.

  • AB’nin beş yıl sonra yeni bir başlık açması oyalamanın, kullanma,
    yararlanma stratejisinin yinelenmesidir.

Gezi Parkı direnişinin karşılığını almak için yürütülen sorgulamalar, açılan davalar, öğrencilere yönelik suçlama ve karalamalar Cumhuriyetin aydınlığıyla giderilecek, Atatürk güneşinin önündeki kara bulutlar yitecektir. Yurttaşları dinleri ve soyları nedeniyle ayrıştırıp partizanlıkla kutuplaştırma çabaları önlenecektir.

Atatürk’ün kürtlerle ilgili görüşleri


Atatürk’ün kürtlerle ilgili görüşleri

BELGE :1

“İKİ HALKI ÇARPIŞTIRAN HAİNDİR!”

Mustafa Kemal‘in, 17 Eylül 1919 günü, İstanbul’daki Senato Üyesi Fuat Paşa’ya gönderdiği mektuptan:

“…Bu Başbakan’ın (Damat Ferit) cinayetlerine ortak olan İçişleri ve Savaş İşleri Bakanları da ulusun sesini boğmak, yasal bir toplantısını (Sivas Kongresi) tanımamak, Kürt’ü Türk’ü birbirine düşürerek, Müslümanlar arasında çarpışmalara neden olmak gibi haince girişimlerde bulunuyor…”
(Atatürk’ün Özel Arşivi’nden Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yayını, Sayfa: 71)

BELGE:2

“KÜRT, TÜRK KARDEŞİNDEN AYRILMAYACAK”

Mustafa Kemal’in, 3. Ordu Müfettişi olarak Amasya’dan, Erzurum’daki
Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği, 24 Haziran 1919 tarihli mesajın ilk maddesi:

“1- Mr. Novil adındaki bir İngiliz Yüzbaşısı, Urfa’dan Siverek yoluyla Viranşehir’e giderek, Milli aşiretlerinin ileri gelenleriyle görüşmüş ve Urfa’ya dönmüş.
Osmanlı hükümeti için çok kötü propağandalar yapmış. Ancak aşiret reislerinden aldığı kesin cevaplara sevinmemiştir.

Kürtler, Türk kardeşlerinden kesinlikle ayrılmayacaklarını, bu uğurda
son kişilerine varıncaya kadar ölüme hazır olduklarını
söylemişler.

Ayrıca İngilizler’in kendilerine vermek istediği önemli miktardaki parayı almayarak namus ve yurtseverliklerini göstermişlerdir…”
(Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, Nimet Arsan, Sayfa: 43)

BELGE:3

“KÜRTLER OYUNUN FARKINA VARDI”

Mustafa Kemal’in, Sivas’tan 24 Eylül 1919 günü, Amerika Birleşik Devletleri
İnceleme Kurulu Başkanı General Harbord’a gönderdiği ayrıntılı rapordan:

“İmparatorluğu bölmek ve Türkler ile Kürtler arasında bir kardeş savaşı çıkarmak
ve bağımsız bir Kürdistan kurma planlarına ortak etmek üzere Kürtler’i kışkırttılar.
İleri sürdükleri tez, İmparatorluğun nasıl olsa dağılacağıdır. Bu düşüncelerini gerçekleştirmek için büyük paralar harcadılar. Her türlü casusluğa başvurdular.
Noil adında bir İngiliz subayı, uzun süre Diyarbakır’da bu yolda çaba gösterdi ve
her türlü yalan ve aldatmaya başvurdu. Ama bizim Kürt yurttaşlarımız düzenlenen oyunun farkına vararak, O’nu ve yüreklerini para ile satan bir grup haini bölgeden kovdular…”
(Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, Nimet Arsan, Sayfa: 74-84)

BELGE: 4

“TÜRK, KÜRT, ÇERKES KARDEŞİZ”

Mustafa Kemal’in, Ankara’dan, Çerkes Ethem‘in ağabeyi Reşit Bey’e gönderdiği
7 Ocak 1920 tarihli telgrafından:

“Konu dışı olarak, şunu da belirteyim ki, Anzavur’un alçaklığı, kendisine ve kışkırtıcı olan İngilizler ile ayakçılarına yöneliktir.Bu din ve devletin sağlam bir uyruğu olan
Çerkez kardeşlerimiz, hepimizin övdüğümüz baştacımızdır. Asıl, bugün düşmanlarla çevrili Türk, Kürt, Çerkez ve diğer din kardeşlerimizin elele vermesi, sarsılmaz bir bütün oluşturmaları, namus ve yaşamımızı kurtarmak için bir zorunluluktur…”
(Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı: 34, Belge no: 849 )

BELGE: 5

“KÜRTLER, TÜRKLERLE BİRLEŞTİ”

Mustafa Kemal’in, “NUTUK” adlı eserinin, “Samsun’a Çıktığım Gün Genel Durum ve Görünüş” başlıklı bölümünden:

“Anadolu halkı, baştan aşağı bölünmez bir bütün haline getirildi. Bütün kararları,
bütün komutanlar ve arkadaşlarımızla birlikte alınıyor. Vali ve mutasarrıfların hemen hepsi bizden yanadır. Anadolu’daki ulusal örgütler ilçe ve bucaklara kadar yayıldı.
İngiliz koruması altında bir bağımsız Kürdistan kurulmasıyla ilgili propağanda ortadan kaldırıldı ve bu amacı güdenler yola getirildi. Kürtler Türkler ile birleşti…” (Nutuk, Türk Dil KuruANmu, Ankara, 1976, Sayfa: 15)

BELGE: 6

“KÜRDİSTAN’I AYAKLANDIRIYORLAR!”

Mustafa Kemal’in, Nutuk adlı eserinde yer alan ve 6. Kolordu Komutanı’nın,
Padişah’a gönderdiği mektuptan söz ettiği bölümden: “…komutanlar, mektupta hükümetin savaş yoluna gidep kongreyi basarak Müslümanlar arasında kan dökmeye kalkıştığı ve Kürdistan’ı ayaklandırarak, yurdu parçalatma planını da para karşılığında yüklenmiş olduğu belgelerle anlaşıldığından, hükümetin bu işte kullandığı adamların bozguna uğrayarak kaçmak zorunda bırakıldıklarından söz ediyorlar…”

(Nutuk, İnkılap Yayınevi, Ankara,1966, Sayfa: 100)

BELGE: 7

“KÜRDİSTAN’A OTONOM YÖNETİM!”

Altında “Büyük Millet Meclisi ve Mustafa Kemal” imzası bulunan ve El-Cezire KomutanıTuğgeneral Nehat Paşa’ya gönderilen masaj:

“Kişiye Özel. El-Cezire Cephesi Komutanı Tuğgeneral Nihat Paşa Hazretlerine,
1-Aşamalı olarak, bütün ülkede ve geniş ölçekte doğrudan doğruya halk gruplarının ilgili ve etkili olduğu bir biçimde yerel yönetimlerin oluşturulması iç politikamızın gereğidir. Kürtlerle dolu bölgede ise, hem iç politikamız ve hem de dış politikamız açısından ölçülü yerel bir yönetim kurulmasını savunmaktayız.

2-Ulusların kendilerini yönetmeleri yetkisi bütün dünyada benimsenmiş bir ilkedir.
Biz de bu ilkeyi benimsiyoruz. Kürtler’in bu döneme kadar yerel yönetime ilişkin örgütlerini kurmuş ve başkanları ile yetkilerini bu amaç için bizce kazanılmış olması ve oyladıklarında kendi kaderlerine gerçekten sahip oldukları BMM (Büyük Millet Meclisi) buyruğunda yaşam istekleri yayınlanmalıdır. Kürdistan’daki bütün çalışmaların bu amaca dayalı politikaya yöneltilmesi El-Cezire Cehpesi Komutanlığı’nın görevidir.

3-Kürdistan’da Kürtler’in Fransızlar ve özellikle Irak sınırında İngilizler’e karşı düşmanlığını silahlı çarpışmayla durdurulamaz bir düzeye vardırmak ve yabancılarla Kürtler’in birleşmesini engellemek aşamalı olarak yerel yönetimler kurulmasının zeminini hazırlamak ve bu yolla yürekten bize bağlılıklarını sağlamak Kürt yöneticilerinin sivil ve askerlik görevleriyle görevlendirilerek bize bağlılıklarını pekiştirmek gibi genel yollar benimsenmiştir.

4-Kürdistan’ın iç politikası El-Cezire Cephesi Komutanlığı’nca belirlenecek ve yönetilecektir. Cephe Komutanlığı bu konuda Büyük Millet Meclisi Başkanlığıyla yazışmalar yapar. İller tarafından izlenecek yolu düzenleyip uyumu sağlayacağı için sivil yöneticilerin de bu konuda bağlı oldukları yer, Cephe Komutanlığı’dır.

5-El-Cezire Cephe Komutanlığı yönetim, adalet ve maliye (parasal) konularda değişiklik ve düzenlemeye gerek gördükçe, bunun uygulanmasını hükümete önerir.
BMM Başkanı Mustafa Kemal.”
(TBMM.Gizli Celse Zabıtları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1985, Cilt: 3, Sayfa: 550)

BELGE: 8

“KÜRDİSTAN’DA BULUNMAKTAN KIVANÇ DUYDUM!”

Mustafa Kemal’in, Adana’dan, 24 Mart 1919 günü, kendisi ve arkadaşlarıyla ilgili olarak ortaya atılan bir iddiaya karşılık, İstanbul’a Savaş İşleri Bakanlığı’na gönderdiği mektuptan: “Arkadaşlarımın bu alçakça suçlamaya karşı ne diyeceklerini bilemem. Yalnız kendi adıma açıklıyorum ki; Benim Anafartalar’da, Kürdistan’da, Suriye’de, başlarında bulunmaktan kıvançz duyduğum kahraman ordular, haydutların değil, Osmanlı ulusunun namuslu çocuklarından kurulmuştur..” (Öyküleriyle Atatürk’ün
Özel Mektupları, Sadi Borak, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1980, Sayfa: 139)

BELGE: 9

“AYRILIKÇI KÜRTLER KAZANILDI!”

Mustafa Kemal’in, Amasya’dan, 22 Haziran 1919 günü, Sivas Valisi Reşit Paşa’ya çektiği telgrafın ikinci parağrafı: “Devletin bütünleşmesinin önem kazandığı bir sırada İngiliz propağandasının etkisinde ortaya çıkan ve Kürdistan’ın bağımsızlığını isteyenler, görüşmeler yoluyla kazanılarak Halifelik ve Saltanat çevresindeki ortak amacımıza getirildi. Çok şükür hata anlaşılarak aramıza dönmüşler ve kongreye (Sivas) çağrılmışlardır. Bu ulusal ve yaşamsal sorun için sizin gibi yurtsever, sözünü bilir düşünürlere düşen özveri, özellikle çok büyüktür..” (Tarih Vesikaları Dergisi, Ankara, 1949, Sayı: 15, Sayfa: 162)

BELGE: 10

“BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN İSTEYENLERLE GÖRÜŞÜLDÜ”

Mustafa Kemal’in, 3. Ordu Müfettişi ünvanıyla, İstanbul’a, başta Halide Edip Adıvar, Senato Başkanı Ahmet Rıza Bey ve eski Başbakan Ahmet İzzet Paşa’nın da bulunduğu çok sayıda aydın ve polotikacıya gönderdiği mesajdan: “…Bu düşünceme siz de katılıyorsunuzdur, herhalde. Anlattığım durum, bugün genel bir kongrenin acele olarak taplanmasını gerektirmektedir. Bu çağrı her yere ulaştırılmıştır.
Devletin parçalanmasının sözkonusu olduğu bir sırada, İngilizler’in propağandasıyla ortaya çıkan ve Kürdistan’ın bağımsızlığını isteyenler gibi akımlar da, karşılıklı görüşmelerle, bu düşüncenin savunucuları, halifelik ve saltanat çevresindeki ortak amacımıza çekilerek durdurulmuş ve kongreye çağrılmışlardır..” (Milli Mücadele, Sebahattin Selek, Cilt: 1, Sayfa: 324)

BELGE: 11

“OSMANLI ÜLKESİNİN PARÇALARI”

11 Eylül 1919 günü yayınlanan Sivas Kongresi Bildirgesi’nin 1. maddesi:

“1- Yüce Osmanlı devletiyle anlaşık devletler arasında yapılan antlaşmanın imzalandığı 30 Ekim 1918 günündeki sınırlarımız içinde kalan ve her yerde ezici çoğunluğu Müslüman olan Osmanlı ülkesinin parçaları (ki, bu parçalar bir sonraki belgede, yani Amasya Protokolü’nün ilk maddesinde – Osmanlı toprağı, Türkler ve Kürtler’in yaşadığı topraklardır.- diye açıklanıyor.) birbirlerinden ve Osmanlı bütünlüğünden hiçbir nedenle koparılamaz bir bütün oluşturur.

Bu parçalarda yaşayan bütün Müslümanlar; birbirlerine karşı, karşılıklı saygı ve özveri duygularıyla dolu, etnik ve sosyal haklarıyla, bulundukları yöne koşullarına bütünüyle bağlı öz kardeştirler…” Sivas Kongresi, Vehbi Cem Aşkın, Ankara, 1963, Sayfa: 158

BELGE: 12

“TÜRK VE KÜRTLERİN OTURDUKLARI YERLER”

Amasya Protokolü Tutanağı’nın 1. maddesi aynen şu cümlelerle başlıyor:
“Bildirgenin 1. maddesinde Osmanlı devletinin düşünülen ve kabul edilen sınırları,
Türk ve Kürtler’in oturdukları yerleri kapsadığı ve Kürtler’in Osmanlı topluluğundan ayrılmasının olanaksızlığı belirtildikten sonra, bu sınırın en az bir istek olmak üzere
elde edilmesinin sağlanması gereği ortaklaşa kabul edildi.Bununla birlikte yabancılar tarafından, görünüşte Kürtler’in bağımsızlığı amacı altında uydurulan yalanların önüne geçmek için de, bu durumun Kürtlerce şimdiden bilinmesi uygun görüldü…”
(1-Yurt Ansiklopedisi, Cilt: 1, Amasya maddesi. 2-Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları, Mustafa Onar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1995, Cilt: 1, Sayfa: 268,
Belge no: 348)

BELGE: 13

“KÜRDİSTAN’L A İLGİLENMEK GEREKİYOR”

9. Ordu Birlikleri Müfettişi Mustafa Kemal, Havza’dan, 29 Mayıs 1919 günü Genelkurmay Başkanlığı’na çektiği telgraf: “Bağımsız Kürdistan görüşünü savunan, Diyarbakır’daki Kürt Kulübü ile hükümet yandaşı olan öteki kulüpler arasındaki çelişkinin arttığını araştırmalarımdan öğrendim. Kürtler’e ve Kürdistan üzerinde etkili, savaş sırasında yakınlık ve sevgilerini çok iyi kazandığım Kürt ileri gelenlerinden bazılarına doğrudan, bazılarına Kolordu aracılığıyla telgraflar çekerek, devletin gerçek durumunu ve kendilerince alınması gereken önlemler için gereği kadar bilgi vererek, etkili öğütlerde bulundum. Son günlerde edindiğim bazı bilgilere göre, Kürdistan bölgesiyle de ilgilenmek gerekiyor, Bunun için bağımsız Kürdistan olmak üzere, İngilizlerce de desteklenen hangi bölgelerdir ve ileride çok…(bu cümlenin sonu okunamıyor.) Yine İngilizlerce kışkırtılan bölgeler hangileridir? Bu konuda yüksek Başkanlığınızdaki bilgilerin bildirilmesi için emirlerinizi dilerim…” (Har Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı: 4)

BELGE: 14

“KÜRTLER’LE UZLAŞIN!”

Mustafa Kemal’in, 15 Haziran 1919’da Diyarbakır Valiliği’ne gönderdiği telgraftan:

“Bütün milletin, hayat ve bağımsızlığını kurtarmak için birleştiği şu önemli günlerde,
bir yabancı devletin korumasına sığınarak düşük ve esir yaşamayı tercih eden her türlü ilkenin, ülkeyi parçalayarak her türlü derneğin kapatılması çok hayati ve gerekli bir görev olduğundan, Kürt Kulübü konusundaki uygulamanız tarafımızdan da uygun görülmüştür.. ……. Bu nedenle, Diyarbakır ve bağlı yörelerde Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Derneklerinin oluşmasına ve kurulmasına yardım edilmesini önemle
salık veririm. Ve özellikle Kürt Kulübünün üyeleriyle, bugünkü telgrafım kapsamında görüşerek uzlaşmak uygundur…”
(Söylev, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Sayfa: 10)

BELGE: 15

“KÜRTLER’İ TEMSİL ETMİYORLAR”

Mustafa Kemal’in Diyarbakır Valisi’ne gönderdiği yukarıdaki telgrafa karşılık, Erzurum’daki Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği telgraftan: “Diyarbakır’da Kürt Kulübünün İngilizler’in kışkırtmasıyla, İngilizler’in koruyuculuğunda bir Kürdistan kurmak amacını izlediği anlaşıldığından kapattırılmıştır. Üyeleri hakkında soruşturma yapılıyor. Kürdistan’ın tanınmış beylerinden aldığım telgraflarda, dağıtılan bu Kürt Kulübü’nün hiçbir Kürt’ü temsil etmediği, birkaç kendini bilmezin girişimlerinin sonucu olduğu,
ülke ve ulusun bütünüyle bağımsız ve özgür yaşaması uğrunda her türlü özveriye ve
bu konuda emirlerinize hazır oldukları bildirilmektedir… …Hükümetin (İstanbul) bayağı tutsak bir durumda olması, başkentin baskılı bir askeri işgal altında bulunması dolayısıyla ulusun kurtuluşunun, yine ulus ordusuyla gerçekleşeceği sizcede bilinmektedir. Bu nedenle, ben Kürtler’i daha ötesi bir öz kardeş olarak, bütün ulusu
bir nokta çerçevesinde birleştirmek ve bunu dünyaya Müdafaa-i Hukuk dernekleri aracılığıyla göstermek karar ve çabasındayım…” (Söylev, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Sayfa: 49)

BELGE: 16

“EZİCİ COĞUNLUK TÜRK VE KÜRT”

Mustafa Kemal’in, Edirne’deki 12. Kolordu Komutanı Mehmet Selahattin Bey’e gönderdiği bir mesajdan: “Ezici çoğunluğu Türk ve Kürt olan bu illerden bir karış bile verilemez…”
(Söylev, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Cilt:1 Sayfa: 72)

BELGE: 17

“BEDİRHANLAR VE MALATYA OLAYI”

Bay Novel adında bir İngiliz Binbaşı, Bedirhanlar’dan Kamuran, Celadet ve Cemil Beylerle ve yanında 15 kadar Kürt atlısıyla Malatya’ya gelmiş ve kendilerini Mutasarrıf Bedirhanlı Halil Bey karşılamıştır. Harput (Elazığ) Valisi de, bir posta hırsızını izliyor görünerek otomobille Malatya’ya gelmiştir. Bu amaçla bunlara Adıyaman’daki birlik de verilmiştir. Amaçlarını, Kürdistan kurmaya söz vererek Kürtler’i, işlerimizi bozmaya ve bizi öldürtmeye yollamak olduğu anlaşılmış ve karşı önlemlere başvurulmuştur.
Bu arada Vali ve ötekileri yakalatmak istiyoruz. Malatya Mutasarrıfı da Kürt aşiretlerini Malatya’ya çağırmıştır. Bunun üzerine 13. Kolordu işe girişti. Gereken önlemler alınmıştır. Yarın akşam Harput’tan gönderilen bir birlik, ortalığı karıştıranları tepeleyecektir…” (Nutuk)

BELGE: 18

“DİN VE ULUSUNU SATMIŞ KÜRTLER!”

Mustafa Kemal’in, Erzincan’ın Kemah ilçesinde yaşayan ve Kürt aşiretlere yakınlığıyla bilinen eski Milletvekili Halet Bey’e, Sivas’tan, 9 Eylül 1919 günü gönderdiği mesajdan: “…İngiliz korumasında bağımsız bir Kürdistan kurulması amacıyla propağanda yapmakta olan İngiliz Binbaşılarından Mr. Novel’in, din ve ulusunu satmış Kürt Beylerinden Ekrem, Kamran, Ali, Celadet’le birlikte Malatya’ya geldiği ve İstanbul hükümetini tutan, açıkçası ulus ve yurt haini olan Elazığ Valisinin de bunlara katıldığı ve Bedirhanilerden Malatya Mutasarrıfı Halil Beyle birlikte sözde postayı soyan hırsızları izlemek gibi uydurma bir gerekçeyle silahlı Kürtleri toplamaya giriştikleri öğrenildi.
Şöyle ki, Kürtler’in kutsal halifelik makamına ve ülkeye olan bağlılık ve ayrılmazlıklarını göstermek üzere bazı ağaların birtakım Kürt kuvvetiyle birlikte Malatya’ya doğru yola çıkıp, padişah ve ulusa karşı İngilizler’le işbirliği yapmak hainliğine kalkışan ve yörenin temiz yürekli Kürtler’ini toplayarak onların askerlerce boş yere öldürülmelerine ve padişaha, ulusa başkaldırmış duruma sokulmalarına neden olan vatan hainlerinin alçaklıklarını sözünü ettiğim Kürtler’e en çabuk yoldan bildirip, çağrıya uymalarının sağlanmasına çaba göstermelerini önemle bekler. Olanak varsa bu işe hemen girişilerek sonucun hemen bildirilmesini dileriz…”

(Rauf Orbay’ın Hatıraları, YakınTarihimiz Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 30, Belge no: 1113)

Cüneyt Arcayürek : 90 Yıl Sonra


90 Yıl Sonra

portresi

 

Cüneyt Arcayürek

 

Kadının yüzünü başını açan Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in 90’ıncı yılında, günlerdir halkımız: …başları açık iken yüzleri şah mıydı ki, türbanla şahbaz olacak kadın milletvekillerinin, örtülü başla özgürlüğe kavuştuklarını içeren… …kapalı kadınla evli liderlerine hoş görünmeye çabalayan açıklamalarını izliyor. Dalkavukluğun çeşidi var, böylesi de var. Kadını 2002’den önceki yaşam koşullarına götüren, bugünlere zıt, özlenen dünya geri gelse; şu sıralar ağızları kulaklarında türban özgürlüğü türküleri
söyleyen AKP’li üç kadın vekil var ya; ilk önce onların, başlarını açarak, ohh nihayet
gerçek özgürlüğe kavuştuk diye nutuklar atacaklarından kuşkunuz olmasın!

Önümüzdeki perşembe günü türbanlı başlarıyla Meclis’e geleceklerini ilan eden, sadece başlarını örtmeleri geriye, arş geriye diye Osmanlı tarzında marşlar söyleyen AKP’nin başlarına yeterli gelmez, amaçlarını kesmez! Bayan vekiller: Baş kapalı ama
boyundan aşağıya topuğa değin giysiler olmazsa olmazzz!..Baştan tırnağa nasıl kapalı olacağız diye dert etmesinler: Gün aşırı gazetelerde çıkan fotoğraflara bakabilirler.

TV’lerin canlı yayınlarında görünen Çankaya’daki ile mitinglerde eşi Başbakan’ın yanında halka el sallayan, çiçek atan hanım ablalarına bakarak, onları model alabilirler…
***
Benim bir beklentim var:
Türban yakındır; bakanlara, doktora, hâkim ve savcılara, hemşireye, memura kadar devletin hemen her kademesine çöreklendiğine göre… …açıklamalarına göre AKP’ye yatkın Ajda Pekkan ile daha mutedil Sezen Aksu; AKP sözcüsü Hüseyin Çelik’in
yerden yere vurduğu yarı çıplak giysileri üzerine bir de moda olacak ipekten türban
oturttular mı… …RTE demokrasisindeki yarım yamalak yaşam özgürlüğünün
yeme de yanında yat gayrı!

Kendi hesabıma; mademki türban dinci AKP’nin simgesi değildir de kadına İslamın  tanıdığı bir simgedir, dinci bugünkü iktidarın hâşâ alameti farikası da değildir…
Öyleyse erkek vekiller de başlarında takke, sırtlarında cüppe, Meclis oturumlarına katılmalarına olanak tanımlanmalı diyorum. Meclis Başkanı Çiçek Cemil açıklamadı
mı türbanı Meclis içtüzüğü engellemiyor diye. Türbana olmayan yasağın erkeklerin
giyim kuşamlarına uygulamasını… …bakın açıktan söylüyorum işte; dostu düşmanı çatlattığını Başbakan’ın, bakanların açıkladığına göre özgürlük o denli genişmiş ki ülkemizde; toplumun “artık bu kadarı da yeter be” diye sokaklara, meydanlara döküldüğü şu günlerde… …RTE ileri demokrasisine yakıştıramıyorum vesselam!
***
İleri mi gittim acaba böylesi önerilerde bulunarak? Oysa güneşli günler göreceksiniz
çocuklar deyip duruyoruz: Yok hayır! 19 Mayıs 1919’da Samsun’da doğan güneşin tutulduğu alacakaranlık günlerdeyiz… Kadınlarımız başında türban, boydan tırnağa dek kapalı. Varsın erkekler de takkeli, cüppeli olsun tartışmaları kapıda.

Cumhuriyet’e kurulduğu günden beri düşman o çevrelerin, bugünlere uzanan kuyrukları; ah diyorlardır şimdi içlerinden… Bir de şapka yerine Osmanlımıza özgü fes gelse geri!
Hatta çarşafı da özgür kıldı kılacak diye savunuların temel dayanağı olan kılık kıyafet özgürlüğünün içeriğine de ruhuna da rahmet!
***
İlk Meclis’in bir oturumunu yöneten Mustafa Kemal, kürsüdeki “Yahu bir laiklik sözüdür gidiyor, ne menem bir şey bu?” deyince: “Adam olmaktır beyefendi,
adam olmaktır” der.
Ah Mustafa Kemal ah! Kaldır da başını Anıtkabir’den bak başkentine.
Hâlâ adam olamayanların çoğaldığını göreceksin!
(Cumhuriyet, 29.10.13)

Sorgulanamayan İnançlar Neye Mal Oluyor?


Dostlar
,

Sayın Prof. Coşkun Özdemir, uluslararası bilimsel üne sahip bir tıp doktorudur ve bizim de İstanbul Tıp Fakültesi’nden hocamızıdır.. Sonraları ise onur duyduğumuz dostu ve savaşım arkadaşı.. Halen Kasder (Kas Hastalıkları Derneği) başkanı ve İstanbul’da emeklilik sonrası 15 yılı aşan bir süredir bu zor hastalığın kurbanlarına karşılıksız hizmet vermekte.. Çoook nitelikli emeği ve 60 yıllık hekimlik birikimiyle.
Yeşilköy’deki alçakgönüllü kiralık binada..

İstanbul Büyükşehir belediyesi her yıl taciz ediyor kira sözleşmesinin yenilenme(me)sinde.. Oysa belediyenin, kamu yararına çalışan bu tür dernek – vakıflara kendiliğinden destek olması gerek yasası gereği (5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, md. 24/n).

Yandaş cemaat dernek – vakıflarına her türlü belediye olanağı cömertce (!?)
peş keş çekilirken, Coşkun Hocanın derneğine gerçek bedelle kiralanan binanın her yıl boşaltılması baskısı yapılıyor.. Hem taciz hem de yandaşlara ikram borcu / iştahı!?

Bu sitede, sık olmasa da, elimize geçen yazılarına sevinçle yer veriyoruz.
(http://ahmetsaltik.net/2013/08/29/akp-milletvekillerine-2/, 29.8.13;
http://ahmetsaltik.net/2013/09/13/kas-hastaliklari-dernegine-destek-olalim/, 13.9.13)

85’e dayanan kronolojik yaşına karşın, O, Cumhuriyet’in Büyük Atatürk‘ün Cumhuriyeti kutsal bir emanet bıraktıklarından -Türk Gençliği’nden- sayıyor pek haklı ve gururlu olarak..

21 Ekim 2013 günlü Cumhuriyet’in 2. sayfasında yer verilen 2 makale de hekimlere ait..
Dostluklarından övünç duyduğumuz Cumhuriyet Devrim’inin ürünü 2 hekim hocaya..
Onlar (Prof. Coşkun Özdemir ve Prof. Çağatay Güler) Büyük Atatürk‘ün

“Beni Türk hekimlerine emanet ediniz..”

buyurduğu ulusumuzun hekimlerinden..
(Prof. Güler’in sitemizde yer alan 2 yazısı için lütfen tıklayınız :
– http://ahmetsaltik.net/2013/10/22/nefret-etsinler-ama-yeter-ki-korksunlar/, 22.10.13
–  http://ahmetsaltik.net/2013/10/09/yoksul-ve-kor-bir-halk-saglikcisi/, 9.10.13)

Sevgi ve saygı ile.
22.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Sorgulanamayan İnançlar Neye Mal Oluyor?..

portresi
Prof. Coşkun ÖZDEMİR

“Türkiye’de bilgi ve yeteneklerle ilgisi olmayan bir politik yazın ortamı var. Çerçevesini politik kavgalar ve cehalet saptıyor. Gelişmiş ülkelerde entellektüel söylem,
politik söylemi etkileyebilir. Türkiye’de bu olası değil.
İslam potası içinde bir politik kültür çöküntüsü içindeyiz.”

Kurtuluş savaşımızın kahramanlarından Rauf Orbay saltanatın kaldırılmasına karşı çıkmış, “Boğazımdan saltanatın lokmaları geçmiştir. Yok edilmesine razı olamam.” demiştir. Mustafa Kemal’in silah arkadaşları Keçiören’de O’nu sorguladılar:

“Senin Cumhuriyet ilan edeceğin söyleniyor. Bu doğru mu?” diye.

Kaygılıydılar bu inanç sahibi kahramanlar. Mareşal Fevzi Çakmak
Köy Enstitülerine karşı durdu
Nâzım Hikmet’in 30 yıl mahkûmiyetini onayladığı gibi. dini bütün bir muhafazakârdı Atatürk’ün yanı başında yer alan mareşal. DP iktidarının ilk icraatı Arapça ezanı geri getirmek olmuştur. İnançlara saygılıydılar,
sandık demokrasisi başlamıştı. Demirel, sağcı ve solcu çocuklar sokaklarda birbirini vururken “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” diye televizyona çıkıp
her türlü şiddeti kınamayı reddetmiştir.

İnanç sahibiydi o günün başbakanı. Darbeler geldi sol akımlara karşı, yeşil kuşak
(green belt) teorisinin etkinlik kazandığı ortamda. Sömürüye, emperyalizme karşı çıkan solcu gençleri asmayıp beslemek olmazdı. Asıldılar birer birer bu yiğit çocuklar. Nakşibendi kimlikli Özalın ardından Erbakan şeriat özlemi içinde

Olacak ama bakalım kanlı mı kansız mı?” diyordu.

Nihayet en radikal inanç sahipleri geldi iktidara. Liderleri,

  • “Cumhuriyet dönemi sona ermiştir artık, topluma İslami esaslar
    egemen olacaktır, İslama aykırı yasalar kaldırılacaktır,
    halk onaylarsa laiklik elbette kalkacaktır.” 

diyorlardı.90 yıllık cumhuriyet dönemi artık sona ermeliydi.

AKP iktidarı müziğin her türlüsünü günah sayan, örtünmeyen kadınları fahişe olarak damgalayan, İslami bisiklet ve İslami teknoloji yaratmayı amaçlayan muhteşem (!) profesörler yetiştirdi. Bir emekli profesör de rüyasında Nakşibendi şeyhini görüp bakanlığa, ciddiye alınarak işlem gören ve şeyhin ikazlarını içeren yazı yazdı.

Laikleri şişe geçireceğim; anlayacaklar laikliğin faziletini.”
Elin o…su bile kalkıp laikim diye çalım satıyor..
” diyen ajans müdürlerimiz oldu.

Üniversitelerimizde laikliğe, aydınlanmaya (akla da diyebiliriz), Darwin’e karşı
çok sayıda Prof. unvanlı öğretim üyemiz var. Diyanet işleri başkanı faylardan söz eden bilim insanlarını eleştirerek “Fizik söylüyorsunuz, hani söylemlerinizde metafizik nerede, Tanrı depremle kulları için bir sınav yapıyor..” buyuruyor.

Diyanet İşleri başkanı, İzmir’in irfan noksanlığını ele aldığı gibi henüz dünya bilim âleminde kabul görmemiş kök hücre tedavisi konusunda da fetva veriyor ve inanç sahibi hâkimlerimizle (kararı mahkeme veriyor) birlikte Sağlık Bakanlığı ve yerli bilim insanlarını aşarak bu tedavinin uygulanmasını sağlıyor. Güçlü inanç sahipleri
Türkiye’yi bir darül harp bölgesi olarak ilan ediyorlar.

Türbanlı iki genç kızımız Atatürk’ü değil Humeyni’yi sevdiklerini söyleyerek
dinlerini yaşamayı özgürlük ve bağımsızlıktan çok daha üstün tuttuklarını,
sömürgede bu olasılığın daha yüksek olabileceğini bildiriyorlar.

Bir başka genç kızımız “7.4 yetmedi mi siz inançsızlara?” diye soruyor açtığı pankartla.

Ergenekon ve Balyoz davalarında yüzlerce gazeteci, öğrenci, bilim insanının tutukluluk ve mahkûmiyet kararlarında sorgulanamayan güçlü inançların önemli
rol oynadığı sanırım yadsınamaz (eski Genelkurmay başkanına verilen
müebbet hapis cezasını az gören savcı
yı hatırlayınız).

Bir Başbakan’ın “Dindar ve kindar gençler yetiştireceğiz” deyişini de
başka türlü açıklayamayız. Ülkemizin yüzakı iki büyük hümanist eğitimci ve sanatçısı
Türkan Saylan ve Fazıl Say’ayöneltilen küfür ve karalamalarına da başka bir yorum getiremezsiniz.

Ekranlarda boy gösteren ve milyonlara “çalışan kadın ailesini dağıtır, eş yok eşitlik yoktur, hamile kadının sokaklarda görünmesi terbiyesizliktir..” diye öğüt veren muteber (!) konuşmacıya ne diyelim?

Müslüman kardeşler liderlerinden Seyyid Kutuptan (Allah’ın nizamını gaspeden demokrasidir) ilham alan inançlı İslamcılarımız da yakında
kahrolsun demokrasi” diye pankart açtılar.

Saçlarının teli görünürse günah olacağına inanan genç kızlarımız (kim bilir ne güzel saçları vardır) türban özgürlüğü (!) ile büyük sevinç yaşayıp Erdoğan’a teşekkür ettiler. Ama bu kızlar, bu inanç önceliği ve iktidar politikaları yüzünden kamplara bölünmüş, bilimden, sanattan uzaklaştırılmış iç karartıcı memleket manzaralarını göremiyor, fark edemiyorlar. Türban devrimi (!) her şeyi unutturuyor. Onlarla birlikte ülkeyi yöneten ve onun yazgısına egemen olanlar inançlara dayalı politikalarını yürütürken geçmişin akla, felsefeye öncelik veren İslam bilginlerini, akademi kuran
El-Memun’u, İbni Rüşt ve İbni Haldun’u, İbni Sina’yı hatta C. Şengör’ün
ısrarla anlattığı Fatih Mehmet’i okumuyor, anlamıyor ya da umursamıyorlar.

Bugün ülkemizde farklı bir İslam, farklı bir Kuran yorumu yapan ilahiyatçılar var.
Onlar da göz ardı ediliyor.

Soru soran doğruları, iyiyi güzeli arayan insanlar için birbirinden aydınlatıcı yazılar yazan bir bilge insan Doğan Kubanı da okumadıklarına eminim.

Gözlerini, yurtseverler için kahredici gerçeklere kapayıp kayıtsız şartsız
AKP’nin ileri demokrasi masalını övenler,
Nagehan ve Nazlı’lar, Türköne’ler, Metiner’ler vb. ekran gülü ayrıcalıklı konuşmacılar da okumaz O’nu.

Bakınız ne diyor son yazısında Kuban:

Türkiye’de bilgi ve yeteneklerle ilgisi olmayan bir politik yazın ortamı var.
Çerçevesini politik
 kavgalar ve cehalet saptıyorGelişmiş ülkelerde entellektüel söylem politik söylemi etkileyebilir. Türkiye’de bu olası değil.

İslam potası içinde bir politik kültür çöküntüsü içindeyiz.”

Son Söz                   :

Toplumsal bilinç temel insan haklarına, laiklik ve aydınlanmaya göre biçimlenmemişse orada demokrasi gelişemez, hukuk var olamaz ve çalışamaz.

TUNCELİ CUMHURİYETTİR DOKUNAMAZSINIZ!


TUNCELİ CUMHURİYETTİR DOKUNAMAZSINIZ!

Doğu_Perinçek_bir_inanmis_adam_portre

 

DOĞU PERİNÇEK

 

 

BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan Yeni Demokrasi Paketini 30 Eylül Pazartesi günü açıklayacak.

Paketin içindeki bomba: Tunceli’yi Dersim yapmak.

AKP’nin suç ortağı yine PKK.

Çam budaktan yarılır

Çam budaktan yarılır.

Planları, Cumhuriyeti Dersim’den vurmak!

Cumhuriyete karşı Dersim Harekâtı!

Hedef, Atatürk’ü yargılamak. Özellikle Tunceli halkı bunu iyi görmeli!

Cumhuriyet yıkıcılarına göre, Dersim Cumhuriyetin budağı oluyor.
Oradan yarabiliriz hesabındalar.

Alevi Kürdümüz ile Sünni Kürdümüzü Dersim seferinde birleştirebileceklerini umuyorlar. F tipi Cemevi girişimiyle hedef aldıkları Aleviyi Dersim’den avlayacak,
hinoğlu hinlik burada.

Bütün Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarını, Dersim harekâtıyla birleştirebilirler, plan bu!

Yine mayın temizleme rolü

CHP’yi AKP-PKK cephesine katıp ateşe sürmenin yolu da Dersim’den geçiyor.

Nitekim Tayyip Erdoğan’dan önce CHP fırladı sahneye.

Yine mayın temizleme rolü!

Mayın var!

Çünkü AKP tabanı dahil, millet Dersim Harekâtının karşısına dikilecek!

Planın fedai görevini CHP Genel Merkezi üstlendi.
Suçu paylaşarak AKP’yi rahatlatacak, görev bu!

İşareti Kemal Kılıçdaroğlu Milliyet’ten verdi (20 Eylül 2013). Parti talimatıyla aynı gün, çok yazık Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün ve Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, yasa önerisini verdiler. Cumhuriyet yıkıcılığında AKP’nin önünü geçtiler. İntihar ederek oy toplamak CHP’nin bulduğu bir çözüm.

CHP Dersim partisi mi oluyor?

Kamer Genç, olayın farkında. Hemen ertesi günü, “İçime sinmedi, ancak Parti talimatı” diye durumunu açıkladı. Bu tavırla Kamer Genç, ancak Dersim Cumhurbaşkanlığı için aday olabilir.

CHP de Türkiye Partisi olmaktan vazgeçip Dersim Partisi olmaya özeniyor.
AKP-PKK ortaklığı tarafından içine itildikleri yol budur!

CHP kimin “enstrümanlığına” soyunuyor?

Atatürk’ü Dersim’den vurma projesi kimin?

– ABD’nin, AKP’nin, PKK’nın!

– Proje nerde hazırlandı?

– Atlantik ötesinde.

– Başrollerde kimler oynuyor?

– Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Hakan Fidan, Abdullah Öcalan.

– CHP bunların arasında ne arıyor?

En büyük kışkırtma

  • Tunceli’yi Dersim yapmaya kalkışmak,
    Cumhuriyet tarihimizin en büyük kışkırtmasıdır.

Tunceli halkı ve bütün Kürtlerimiz, Cumhuriyet Devrimine ve Atatürk’e karşı kışkırtılıyor.

Tunceli halkına Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan’ın projesinde görev veriyorlar,
olay budur.

– Bunu nasıl yapacaklar?

– Tunceli halkının yarasını kaşıyarak! Onu yarasından vurarak!
Onun acılarını Atatürk’e ve Cumhuriyete karşı yönlendirerek!

Tunceli halkını devrim düşmanı Haçlı gericiliğin piyonu yapmak istiyorlar,
planları budur.

Tunceli üzerinden Solun şaşkın örgütlerini Tayyip Erdoğan’ın oyuncağı yapacaklar,
bu da artısı oluyor.

Atatürk ve Seyyit Rıza barış için bir arada yaşayabilirler mi?

ABD emperyalizmi ve Tayyip Erdoğanlar,
Dersim seferine Seyyit Rıza heykeli dikerek başladılar. Aletleri PKK!

Apo, 2000 yılında Seyyit Rıza ve Şeyh Sait‘e “gerici”, “İngiliz işbirlikçisi” sıfatlarını
layık görüyordu. “Mustafa Kemal, onları bastırmakta haklıydı” diyordu. (Serxwebûn, sayı 222, Haziran 2000’den aktaran Doğu Perinçek, Türkiye Solu ve PKK, 4. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Eylül 2013, s. 47 vd.)

Dersim seferi başlayınca, PKK Seyyit Rıza yandaşı oldu.

Atatürk’ü Dersim’de yitiren CHP, Seyyit Rıza heykellerinin önünde pozlar verdi.

Umurlarında değildi, bu işin sonu nereye gider?
Atatürk ve Seyyit Rıza, barış ve sevgi içinde birbirlerine bakıp dururlar mı?

Ya Atatürk Ortaçağı temizler ya da Ortaçağ Atatürk’ü yıkar!
CHP, bunu göremeyecek kadar Atatürk’ten kopmuştur;
kurduğu Cumhuriyeti unutmuştur.

O kadar unutmuştur ki, CHP Genel Başkanı, Dersim’in acılarını kötüye kullanarak, Tayyip Erdoğan’ın kışkırtmasıyla özür dilemiştir.

Gelinen nokta: CHP, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Güllerin Dersim üzerinden Cumhuriyetle hesaplaşmasına ortak oluyor.

Türkiye’nin adını değiştirmeye kalkıyorsunuz!

Sakın şu dolduruşa gelmeyin:

– Efendim, her yeri tarihi adıyla anacağız!

– Dersim halkı böyle istiyor, demokrasi var!

Kandırılıyorsunuz!

Enstrümanlaşıyorsunuz!

Tunceli’nin adını değiştirmek, bütün Türkiye halkının geleceğiyle oynamaktır.

Ey, AKP, Ey PKK/BDP ve Ey CHP!

Siz Tunceli’nin adını değiştirmiyorsunuz, bütün Türkiye’nin adını değiştiriyorsunuz!

  • Cumhuriyeti yıkmak için tam teşebbüs halindesiniz!
  • Atatürk’ü sanık sandalyesine oturtacak planın içindesiniz!
  • Devrimle hesaplaşıyorsunuz!

Bazıları “oy toplarım” yanılgısıyla bunlara alet olabilir. O hesabınız yanlıştır.
Halkı kaybediyorsunuz, Ardahan’dan Edirne’ye oyları da kaybediyorsunuz.

Türkiye halkını kaybeden, Tunceli halkını da kaybeder.
Bu gidişle oradan da oy alamazsınız!

AKP-CHP-BDP tabanına ve milletvekillerine çağrı

Haçlının Dersim seferi bozguna uğrayacak!

AKP’nin tabanına sesleniyoruz.

CHP’nin tabanına sesleniyoruz.

BDP’nin tabanına sesleniyoruz.

AKP, CHP, BDP milletvekillerine sesleniyoruz:

Cumhuriyeti ve vatan bütünlüğünü hedef alan bu ihanet harekâtına karşı ayağa kalkın!

Suspus oturmayın, ayıptır, ayağa kalkın!

Milletle birleşin, millet bu sinsi planı bozguna uğratacak!

Hepimiz Tunceliliyiz

Dersim, Ortaçağdır.

Tunceli, Cumhuriyet çağıdır.

Dersim, şeyhliktir, ağalıktır, eşkiyalıktır.

Tunceli, özgürlüğe ve uygarlığa yürüyüştür.

Dersim, bölünmeye dönüştür!

Tunceli birlik ve dirliktir.

Dersim, kandır, gözyaşıdır.

Tunceli barıştır.

Bütün milletimizi, İşçi Partisi olarak Cumhuriyetin Tuncelisi için direnişe çağırıyoruz.

Meclis’e çağrı

  • Meclis’i bu hain plana dur demeye çağırıyoruz.

Meclis, bu hain plana evet derse, Meclis olmaktan çıkar.

Tunceli’nin adını değiştirme girişimi, kesinlikle referanduma götürülecektir!
Bu milletin buna gücü vardır!

Hodri meydan

Haydi referanduma!

AKP’ye, CHP’ye, BDP’ye hodri meydan diyoruz.

Eğer Tunceli’yi Dersim yapmaya kalkarsanız, halk referandumda sizlere
Tunceli şamarı indirecektir.

Halk, seçimlerde de sizi mahkûm edecektir.

Tunceli adını değiştirmeye kalkan Cumhuriyet yıkıcılığına HODRİ MEYDAN!

(http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/dogu-perincek/25516-tunceli-cumhuriyettir-dokunamazsiniz.html, son güncelleme: Çarşamba, 25 Eylül 2013 19:34)

30 AĞUSTOS’U BİR DE ORHAN ÇEKİÇ’TEN ÖĞRENELİM !


Dostlar,

Devrim tarihi öğretmenimiz Sayın Orhan Çekiç‘ten okyalım..

Kendisine teşekkür ederek..

30 Ağustos Zafer Haftası nedeniyle bu konuyu epey işledik..
Ama 91 yıl önce bu günlerde savaş bitmiş değildi..
9 Eylül 1922’ye dek sürdü.. Hem de koşarcasıa..
Aşk olsun 192 bin Mehmetçiğe ve komutanlarına…
Ve de Fahrettin Altay Paşa’nın 5 bin süvarisine..

O yüzden, tarihimizin bu ünlü sayfalarıı işlemeyi sürdürmeliyiz.

Sevgi ve saygı ile.
İstanbul, 31.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

30 AĞUSTOS’U BİR DE ORHAN ÇEKİÇ’TEN ÖĞRENELİM ! 

Yrd. Doç. Dr. Orhan Çekiç
Maltepe Üniversitesi
Devrim tarihi  Uzmanı

Orhan_Cekic

Tarihte pek az savaş 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi kadar önemli sonuçlar doğurmuştur. Orada yenilen sadece Yunan Orduları değil, aynı zamanda 1. Dünya Savaşı’nın tüm galip ve mağrur ülkeleridir. Bu savaşın Anadolu açısından önemiyse, Batı’nın bu topraklar üzerinde kurmak istediği kukla birer devleti; Kürdistan ve Ermenistan’ı kurma hayallerini Ege’nin sularına gömen savaş olmasıdır.

Bu savaşın sonunda Yunanistan’da hükümet istifa etmiş, hezimete uğrayan Yunan ordusundan arta kalıp ülkelerine dönebilenler Atina’da darbe yapmışlar ve yönetime “Albaylar Cuntası” el koymuş, bu maceraya karar verip Yunan ulusunun onurunu dünya önünde kırdıkları suçlamasıyla

  • harekâta katılan komutanlar ve hükümet üyeleri, 
    Başbakan Gunaris dahil, kurşuna dizilmiştir!

Bu savaşın sonunda İngiltere’de hükümet istifa edecek, Başbakan Lloyd George İşçi Partisi’nin hesap sorması üzerine, bu mağlubiyetten İngiltere olarak kendi payına düşen sorumluluğu kabul edip Parlamento’ya istifasını sunarken yaptığı konuşmada;

  • “…Yüzyıllar nadiren dâhi yetiştirirler. Şu talihsizliğimize bakın ki
    20. yüzyılda
    bu dâhi, Türkiye’den çıktı. Mustafa Kemal’i yenemedik…” diyecektir.

Bu savaşın sonunda gelen zafer Sevr’e giden yolu tıkayacak, Lozan yolunu açacak, böylece emperyalist Batı’nın Anadolu topraklarında kurmayı planladığı birer kukla devlet, Kürdistan ve Ermenistan hayali binlerce şehidin kanı pahasına tarihe gömülecektir. Süngüyle çizdiğimiz sınırlarımız içindeki bugünkü birliğimizin bedeli işte o günkü şehitlerimizin kanı; gazilerimizin gayreti, vatan sevgisi, iman gücü; milletimizin bağımsızlık aşkıdır.

Bu sonuç elbette kolayına alınmamıştır. Düşman önce Sakarya’da durdurulmuş ama topyekûn seferber olan millet bu esnada da varını yoğunu tüketmiştir. Yunanların 16.000’i ölü olmak üzere toplam 46.000 zayiatına karşı, Türk ordusu, şehit ve yaralı olarak Sakarya’da 26.000 zayiat vermiştir. Birlik mevcutlarına göre
er zayiat oranı %35-40, subay zayiat oranı ise % 70-80 arasında olmuştur.
O yüzden Sakarya Savaşı’na “Subay Savaşı” denir. O nedenle de mağlup olan Yunan ordusunun geri çekilmesine engel olunamamış, bu bile TBMM’nde eleştiri konusu yapılmıştır.

Oysa Sakarya cephesinde işlerin kritik bir noktaya gitmesi üzerine, Meclis tarafından Ordu’nun başına geçmesi istenildiğinde Mustafa Kemal,

– “Geçerim ama Meclis yetkisi isterim.” demişti ve büyük tepki görmüştü.

Bu yetkiyi alırsa, yazdığı her metin “yasa” hükmünde olacak ve derhal uygulanacaktı. Çünkü bir var olma-yok olma savaşı yönetecekti. Meclis’ten
her kezinde onay beklemeye vakti olmayabilirdi. Milletvekilleri ise “… Ya çıkaracağı bir yasayla diktatörlüğünü ilan ederse !..”diye endişe ediyorlardı. Sonunda her üç ayda bir yeniden oylamak şartıyla, bu yetkiyi verdiler. O nasıl bir diktatördü ki,
Meclis onunla pazarlık yapabiliyordu? Tarihte hangi diktatör, Meclis kararlarına
saygı göstermiştir? Zaten, bir başka kurumun iradesine boyun eğiyorsa,
O’na nasıl diktatör denebilir ki?

Mustafa Kemal bu yasaları oturdu, yazdı…
Bu yasalara “Tekâlifi Milliye” (Ulusal Yükümlülük) yasaları denir ve 10 tanedir.

“Ya başımıza diktatör olursa!…” diye çekinilen Mustafa Kemal’in kaleme aldığı
ilk yasa şudur:

” Nüfusu 10.000 olan yerleşim birimlerindeki her hane birer kat iç çamaşır, birer çift çorap ve çarık hazırlayıp Tekâlifi Milliye Komisyonu’na (Ulusal Vergi Kurulu) verecektir”.

Başkomutan böyle bir yasayı çıkarmak zorundadır çünkü Sakarya’daki Mehmetçiğin ayağında çarığı yoktu. Ama sarsılmaz bir iman gücü, inanılmaz bir vatan sevgisi, sınırsız bir bayrak saygısı, çağlardan beri geleneksel olarak hep vardı. Şimdi ise hedef uzundu, hedef yamandı, hedef Akdeniz’di. Mehmetçik sağlam bir çarığı
hak ediyordu.

Orduyu ve milleti tam bir yıl nihaî zafer için seferber eder ve hazırlar.
Zamanı gelince de Meclis’e bile haber vermeden gizlice cepheye gider.
Son hazırlıklar Şuhut’ta son bir kez bir daha gözden geçirilir.
Nihayet 25 Ağustos Cuma günü gece yarısı Meclis 2. Başkanı Rauf Bey’e telgraf çeker : ” Rauf Bey, derhal Meclis’i toplantıya çağırınız ve bildiriniz. Ordularımız yarın sabah 05.30’dan itibaren taarruza kalkıyor. Allah yardımcımız olsun, ordularımızı muzaffer kılsın!..”

O andan itibaren Anadolu’nun tüm Dünya ile iletişimi kesilir, bütün telsiz ve telefon hatları kapatılır. Artık hesap günüdür ve bir dış müdahalenin önüne geçilmesi için her tedbir alınmıştır.

Topçu atışıyla başlayan taarruz yıldırım gibi gelişir.
Fahrettin Altay Paşa‘nın 5000 kişilik Süvari Kolordusu (5. Kolordu)
Ahır Dağı’nı dolaşıp çevirme hareketini başarıyla gerçekleştirirken, geri kalan 192.000 kişilik ordunun tamamı piyadedir, yani koşar. Elinde süngü, sırtında 17 kilo yük, vuruşa vuruşa koşar. Ölümün üstüne gözünü kırpmadan koşar. Afyon -İzmir arası kuş uçuşu 400 km’dir. Karadan ve muharebe sahasının engebeleri dikkate alınırsa, 560 km. Ordu bu mesafeyi 10 günde koşar. Mehmetçik belli ki her gün bir maraton koşar ve on günde de ardı ardına on maraton…

Nasıl mı koşar?
Elbette koşar, çünkü bilir ki, Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal de
en ön saflarda ve ateş hattının içindedir. Ordu’yu Dumlupınar’da Zafer Tepe’den yönetmektedir.

Savaşın en sıkışık bir anında 57. Tümenin hedefine ulaşamadığını görmüştür. Telefona sarılır. Tümen Komutanı Yb. Reşat (Çiğiltepe) Bey karşısındadır.
-Reşat Bey, henüz hedefinize ulaşamadınız. Bu durum harekâtı yavaşlatıyor ve riske sokuyor.
-Yarım saat sonra hedefimize ulaşmış olacağız Paşam.
Aradan yarım saat geçmiş ama Çiğiltepe düşmemiştir. Son derecede sarp olan bu tepeyi bir Yunan Makineli tüfek birliği savunmaktadır. Paşa yeniden telefondadır. Karşısına Tümen Komutanının Emir Subayı çıkar: “Paşam, Tümen Komutanım az önce intihar etti. Size bir not bıraktı. Okuyorum:Notta yazılan kısacık bir cümledir: ” Yarım saat dedim, size söz verdim. Sözümde duramadım. Artık yaşayamam.” Oysa çok kısa bir süre sonra tepe düşecektir. Yarbay Reşat Bey’in rütbesi Albaylığa yükseltilecek ve ilerde de bu şehit düştüğü tepenin adı, soyadı olarak kendisine verilecektir.

İşte ER’inden SUBAY’ına “Kemal’in Askerleri” böylesine cesur, böylesine kahramandırlar ve Mustafa Kemal’e dün de, bugün de, yarın da böylesine ölümüne bağlıdırlar. O bağlılık bize bu coğrafyayı Vatan kıldı. Üzerinde, onurla, gururla, başımız dik yaşayalım diye.

Didişelim diye değil… Bunun kıymetini bilelim.

  • Zafer Bayramı hepimize kutlu olsun… Çünkü o zafer hepimizin

 

http://www.akademipolitik.com/yazarlar1-2/koese-yazarlar/30-agustosun-gunumuzdeki-anlami.html#.Uh-krNIj2Qk

  • YARIN SANA GÖZ AÇTIRMAYACAK OLANLAR,
    DÜN GÖZ YUMDUKLARINDIR!

30 Ağustos Zaferi 91. Yaşında


30 Ağustos Zaferi 91. Yaşında

PERİHAN ERGUN

Bu zafer öyle sıradan bir galibiyetin sonucu değildir.
Çünkü, I. Dünya Savaşı’nda Türk askeri yenilgiye uğramadığı halde Osmanlı’nın müttefiklerinden Almanya’yla beraberindekilerin yenilgiye uğraması sonucu o günkü devletin boynuna idam fermanı niteliğindeki Sevr Antlaşması geçirilmişti.
Bu fermanın getirisi olarak İngilizlerin planlaması doğrultusunda İstanbul -onlara göre Kostantinopolis- Trakya dahil yakın çevresi, Ege kıyılarının önemli yöreleri Yunanlara, Güney ve Güneydoğu Fransızlarla İtalyanlara, Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu Ermenilerle kısmen Kürtlere bırakılmış, kuzeyde tarihi Pontus devletinin merkez Trabzon olarak yeniden canlandırması istemiyle yurdumuz yamalı bohça örneği parçalanmıştı. Bize kalan yalnızca Ankara -Engürü- ve yöresiydi.

*** 
Vatanın tümüyle elden gidişi, Osmanlı saltanatını işgalcilerle birlikte sürdürmek
isteyenlerin başta VI. Mehmet Vahdettin olmak üzere umurlarında değildi.
Buna karşın yurtseverler Kurtuluş’un çarelerinin ara planlarını oluştururlarken, Anadolu halkı da işgale karşı isyandaydı. Anadolu İsyanı’nın başını
Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak çekiyorduAnkara’da padişahın Meclis ve hükümetine karşı, Kurtuluş ve İstiklal Meclisi oluşturuldu. Sakarya ile I.
ve II. İnönü savaşlarındaki başarıdan sonra 26 Ağustos 1922’de M. Kemal’in başkomutanlığında Kocatepe’de başlayacak olan meydan savaşına Ankara’daki Milli Meclis’te karar verildi. 4 gün süren meydan savaşı 30 Ağustos’ta zaferle sonlandırıldı. Kurtuluş mücadelesi Yunan askerlerinin 9 Eylül’de İzmir’den denize dökülmeleriyle sonlandı.

***

30 Ağustos zaferi öyle sıradan bir başarı değildir. O işgal koşulları ortamında dünyada görülecek tek örnektir. Rahmetli büyükanneciğim iki oğlunun büyüğünü cephede, küçüğünü Kuvayi Milliye’ye yemek taşırken Yunan efsonunun (askeri) serseri kurşunuyla vurulan dizinin kangrene dönüşmesiyle şehit olmalarıyla,
büyük kızını da o günlerin koşullarında veremin getirdiği ölümle kaybetmiş.
Bu acılarının eşliğinde aralıksız Mustafa Kemal’le arkadaşlarına Yasinler okuyarak dualar gönderirdi. Mal ve mülklerini yağmalayan işgalcilerin denize dökülüşünü görmesi en büyük kıvançlı tesellisiydi.

Atatürk’le arkadaşlarının Kurtuluş Savaşı’na kahramanca soyunmaları birçok şair
ve yazarımızın da destansı satır ve dizelerine konu olmuştur. Örneğin, evrensel şairimiz Nâzım Hikmet, “Büyük Taarruz” başlığı altındaki dizelerinde -aklımda kaldığınca-;

“Mavi gözlü Başkumandan,
Baktı saatine – 5.30 –
Top atışıyla zaferini başlattı…”
diye duygularını kaleminden akıtmış.

*** 
Bunca ocaklara ateş düşüren acılarla elde edilmiş olan bağımsızlık ve özgürlük savaşı sonucu kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş değerleri, kimi iktidar tutkunlarının sapkınlıklarına feda edilemez. Sonsuza kadar da edilmeyecektir. Ata’mızın emanet ettiği Cumhuriyetimizi Türk gençliği direnişleriyle aralıksız savunmaktadır. 26 Ağustos 2013 günü oluşturulan Kocatepe’ye yürüyüş,
bu inancın canlı yansımasıdır
.

Zindanlarda haksız, hukuksuz yere tutuklanıp bir de mahkûm edilen seçkin yurtseverlerimizin özgürlüklerine tez elden kavuşturulmaları dileğiyle tüm yurttaşlarımın Zafer Bayramı’nı içtenlikle kutluyorum. (Cumhuriyet, 29.8.13)

Ulusa Öncülük Edeceklere Atatürk’ten Ders!

Ulusa Öncülük Edeceklere Atatürk’ten Ders!

portresi

PROF. DR. ÖZER OZANKAYA

KURTULUŞ ARAYIŞINDA OLAN HERKESE ATATÜRK’TEN YAŞAMSAL DERS:

* ULUS YAŞAMI SORUMSUZ İNSANLARIN YAZBOZ TAHTASI DA, DENEME-YANILMA YERİ DE DEĞİLDİR!

Mustafa Kemal, Osmanlı yönetiminin 30 Ekim 1918 günü imzaladığı Mondros Silah Bırakışması koşullarını, Halep’te iken öğrenir; soluk almadan Adana’ya gelerek 3 Kasım – 8 Kasım 1918 günleri boyunca İstanbul hükümetini, bu Bırakışma koşullarının yanlışları üzerine dirençle uyarmaya çalışır, ama sonuç alamaz.

Osmanlı devletine de, Anadolu Türklüğüne de son verme kastı güttüğünü anladığı Mondros koşullarına karşı tek çıkış yolunun bir ulusal direniş savaşı vermek olduğu kararına varmıştır.

Kendisi Çanakkale’nin ve İstanbul’un kurtarıcısı, dört yıllık Dünya Savaşı’nda hiç yenilgi almamış tek Osmanlı Paşasıdır.
Bu özellikleriyle hem Ordunun hem de Türk halkının gözbebeği olmuştur.

Öyleyse ulusal direnişi hemen başlatabilirdi.

Mondros koşulları uygulanıp ordular dağıtıldıktan, yurt baştan başa işgale uğradıktan sonra Kurtuluş’un daha güç olacağı, daha ağır bedeller ödemeyi gerektireceği açıktı.

Ama Mustafa Kemal hemen harekete geçmiyor!

Mondros’u imzalayıp yazgısını galip devletlere teslim eden Osmanlı yöneticilerin işbaşında olduğu işgal altındaki İstanbul’a gelip burada 4-5 ay süreyle kalıyor!

Buradan çıkamayabilirdi. Tutuklanabilir, sürgüne gönderilebilir, öldürülebilirdi.

Mustafa Kemal, ulus yaşamıyla ilgili her eyleminin olduğu gibi bu davranışının da hesabını ulusuna vermiştir.

BELİRTTİĞİ GEREKÇE, TÜRK ULUSU VE YURDUNU BUGÜN DE SÜRÜKLENDİĞİ YIKIM KARANLIĞINDAN KURTARMAK AMACIYLA UĞRAŞANLARIN EN BÜYÜK DİKKATLE GÖZÖNÜNDE BULUNDURMALARI GEREKEN NİTELİKTEDİR.

Mustafa Kemal’i dinleyelim:

“BİR KARARIM VARKEN ONU NEDEN HEMEN UYGULAMIYORUM? HEMEN SÖYLEYEYİM Kİ, CİDDİ VE AĞIR BİR KARAR BİR KEZ UYGULAMAYA KONULDUKTAN SONRA, ‘AH! KEŞKE ŞU YANINI DA DÜŞÜNMÜŞ OLSAYDIM. BELKİ BAŞKA BİR ÇÖZÜM BULUNUR, YENİDEN BUNCA KAN DÖKMEYE GEREK KALMAZDI!’ GİBİ DURRAKSAMALARA YER KALMAMALIDIR. BÖYLE BİR DURAKSAMA, KARAR SAHİBİNİN YÜREĞİNDE SÜREKLİ KANAYAN BİR YARA OLUR VE O’NU YAPTIĞININ DOĞRULUĞUNDAN DA KUŞKUYA DÜŞÜRÜR. AYRICA BİRLİKTE ÇALIŞACAĞIMIZ İNSANLARIN DA BİZİM ÖNERDİĞİMİZDEN BAŞKA BİR ÇIKIŞ YOLU OLMADIĞINA İNANMALARI GEREKİRDİ. DÜŞÜNCE HAZIRLIKLARINDA

    KENDİNİ SİLMEK, ALÇAK GÖNÜLLÜ DAVRANMAK, KARŞINDAKİNDE İÇTENLİKLİ BİR İNANMA DUYGUSU UYANDIRMAK

ŞARTTIR. İŞTE BENİM, İŞGAL ALTINDAKİ İSTANBUL’DA DÖRT-BEŞ AY SÜREYLE KALIŞIMIN TEK NEDENİ BUDUR.”

Mustafa kemal, bu süre boyunca yerliyle konuşur, yabancıyla konuşur. Gençle konuşur, yaşlıyla konuşur. Siville konuşur askerle konuşur…
Kafasındaki tasarımı bu görüşmelerin ışığında denetimden geçirir ve olgunlaştırır.

Onuncu Yıl Söylevi’nde de ulusuna, bu dönemi de kapsayan on beş yılın hesabını verirken söyledikleri, yukardaki ilke değerindeki düşüncelerle birlikte, bugün ulus olarak karanlıktan kurtulmamıza öncülük edeceklerin zihinlerinin en özenli yerinde bulundurmaları gereken değerdedir:

* “BÜYÜK TÜRK ULUSU! ON BEŞ YILDAN BERİ BAŞARIYI SÖZ VEREN ÇOK SÖZLERİMİ İŞİTTİN. MUTLUYUM Kİ, BU SÖZLERİMİN HİÇBİRİNDE, ULUSUMUN HAKKIMDAKİ GÜVENİNİ SARSACAK BİR YANILGIYA UĞRAMADIM.”

Bugün de ulusumuzun önüne YÖNETİCİ-ÖNDER OLARAK atılacak kişilerin, geçmişlerinde herhangi bir önemli tutarsızlık da, başarısızlık da bulunmayan, öncülükleri boyunca da Mustafa Kemal’in gösterdiği yüksek sorumluluk ve hesap-verme bilinci ile davranacak, genç, pırıl pırıl insanlar olması zorunludur, kanısındayım.