Etiket arşivi: Kanal İstanbul

MİLLİ MERKEZ’den KAMUOYUNA DUYURU

MİLLİ MERKEZ’den
KAMUOYUNA DUYURU

Kanal İstanbul, Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açacaktır.

Atatürk Türkiye’sinin, Lozan Antlaşması’ndan sonra en büyük diplomasi başarısı olan
Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması ise Türkiye’nin İstanbul-Çanakkale
Boğazları ile Marmara Denizi üzerindeki mutlak egemenliğinin yitirilmesine
yol açar.

Montrö, Türkiye Cumhuriyeti’nin, ülkenin askerden arındırılmış, uluslararası yönetime
ve denetime bırakılmış son parçası üzerinde mutlak egemenliğini tescil eden belgedir.
Montrö, Boğazlar üzerinde yüzyıllar süren ve Osmanlı Devleti’nin ortadan kalkmasına
varan tarihsel sürecin yinelenmesini önleyecek dayanağımız, kozumuzdur.
Montrö, Türkiye’nin herhangi bir savaşta, savaşan taraflardan birinin yanında
istemeden savaşa girmesini önleyen bir sözleşmedir.
Montrö, Rusya’nın da güvenliğinin temel bir belgesidir. Rusya, 1936’nın koşullarında,
zamanın Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa ve Dünya siyasetindeki konumu, ağırlığı ve
güvenilirliği nedeniyle güvenliğini Türkiye’nin ihtiyarına ve kararına bırakabilmiştir.
Ancak, Sözleşme’nin imzasını izleyerek, Boğazlarda daha çok söz sahibi olabilmek için
Türkiye’yi ikili bir yardımlaşma anlaşması yapmaya zorlamak istemiştir. Atatürk, İnönü
ve T. Rüştü Aras, Montrö varken başka anlaşmaya gerek olmadığı ve Montrö’yü
tartışmaya açmanın, Türkiye’ye kazandıklarını kaybettireceği düşüncesi ile bunu kabul
etmemişlerdir. Rusya Boğazlar üzerindeki iddia ve beklentilerinden bugün de
vazgeçmemiştir.

Montrö Sözleşmesi’ne taraf olmayan ve Sözleşme’yi Karadeniz’e dilediği gibi
çıkmasının önünde engel olarak gören müttefikimiz ABD, yıllardır Montrö’yü ortadan
kaldırmaya veya kendisinin de taraf olacağı yeni bir sözleşme yapılmasını sağlamaya
çalışmaktadır.

Kanal İstanbul ve ÇED Raporu’nda söz edilen Çanakkale Kanalı,
ABD’nin Montrö’yü tartışmaya açmak amacına hizmet edecektir.

Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması, Türkiye’ye bütün bu kazanımlarını
kaybettirebilecek yaşamsal bir egemenlik ve güvenlik, kısacası gerçek bir beka
sorunudur.

  • Türkiye Cumhuriyeti üzerinde çeşitli emelleri olan devletlerin
    çıkarına hizmet edecek olan Kanal İstanbul’dan vazgeçilmelidir.

Kamuoyuna saygıyla duyururuz. (25.01.2020)

YENİDEN GELİŞME YOLUNA GİRİLMESİ İÇİN

YENİDEN GELİŞME YOLUNA GİRİLMESİ İÇİN

Prof. Dr. Yakup KEPENEK
Cumhuriyet
, 25.01.2020

Türkiye’nin, siyaseti ve ekonomisiyle bir çıkmaz sokağa sokulduğu çok açıktır.

Ülke, en tepesinden dayatılan tek kişiye indirgenmiş, hukuk tanımayan; hak ve özgürlükleri olabildiğince sınırlayan; düşünce düzlemini iyice daraltan; kurumlarını tümüyle işlemez kılan; üniversiteyi tutsak alan; sendikaları susturan; basın-yayın dünyasının çok büyük bir bölümünü kendi çevresinde fır dönen topaca çeviren ve sonuçta toplumsal yapıyı dar ve kısır çekişmelerin çuvalına dolduran bir özellik kazanmış bulunuyor. Ekonomi, gerçek dışı istatistiklerle oyalanıyor;

  • yayılmacı dış politikanın büyük başarısızlığı daha çok göçmen ve şehit  olarak ülkeye geliyor. 

Çoraklığın boğucu ağırlığı 

Üretimsizliğin boğuculuğu yalnız düşünce ortamında ya da ekonomide değil, sanatın tüm dallarında da yaşanıyor. Bir siyasal partinin yıllardır hapis tutulan bir partinin eş genel başkanının tiyatro oyununa dönüştürülen Devran adlı çalışması, sanatın aydınlığından korkan ülke yönetimini çileden çıkarıyor.

Yıllardır bilimsellikten uzaklaşmakta olan eğitimde, çocuk ve genç beyinler, bugünlerde yaşanan dönem tatilinden de yararlanılarak, okul dışında da tarikat ve cemaat bağnazlığının tutsağı yapılıyor.

  • Tek kişi yönetimi, tüm varlığıyla tarikat ve cemaatlere sığınıyor; kendisinin de, ülkenin de kurtuluşunu onlarda arıyor.

Ülke yönetiminin ikiyüzlülüğünün her gün yeni örnekleri sergileniyor. Tokyo Olimpiyatları’na katılma başarısı gösteren kadın milli voleybol takımına sahip çıkıyor gibi yapıyor; ancak o takımın fidanlığı olacak olan kız çocuklarının başlarını kapatmaları için, hiç çekinmeden her yola başvuruyor. İktidarın görevlisi gibi davranan Diyanet İşleri Başkanlığı bir yandan faiz fetvası veriyor; öte yandan da kendisi bütçeden altı bakanlıktan daha çok pay alırken, rızkı Allah verir diye işsizlere öğüt dağıtmaya yelteniyor. Tüm belediye başkanları toplantısında hesapsız, kitapsız işler yapmayın denilirken, ülke tarihinin gördüğü en hesapsız işlerden birini, Kanal İstanbul’u yaşama geçirmek için her yola başvuruluyor.

Gerçekleşmesi gereken büyük buluşma

  • Toplum bu çıkmazdan kurtulmanın yolunu bulmak zorundadır.

Günümüzde yerel yönetimler böyle bir açılımın uygulama alanı olabilir; daha doğrusu olmalıdır. Bu konuda başvurulabilecek ana kaynak Köy Enstitüleri deneyimidir. Nitekim İstanbul’da İmamoğlu’nun Kent Enstitüsü; İzmir’de Soyer’in Tarım Üniversitesi projeleri bu gerçekten yola çıkıyordu. Bu iki belediye, sözü edilen projeleri uygulamaya çalışıyor. Ancak, çok daha fazlasının hiç zaman yitirilmeden yapılması gerekiyor.

Bu bağlamda, 11 Ocak Cumartesi günü Konak Belediyesi’nin katkılarıyla, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği, Köy Enstitüleri ve Yerel Yönetimler konulu, açılışını Konak Belediye Başkanı Abdül Batur ve Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Başkanı Prof. Dr. Kemal Kocabaş’ın yaptığı  bir Çalıştay düzenledi.

Köy Enstitülerinde birlikte çalışma sürecine imece denir. Çalıştayda her birine on dolayında bilim insanı ve uzmanın katılımıyla toplam sekiz imece oluşturuldu. Bir tam gün süren çalışmaların konu başlıkları şunlardı:

1. Eğitim hakkı;
2. Okulöncesinden Yüksek Öğrenime Öğrencilerin kişilik-akademik gelişmelerine destek eğitimi;
3. Yerel yönetimlerde kültür ve sanat eğitimi;
4. Yetişkin eğitimi;
5. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği;
6. Yerel yönetimlerde tarım, ekoloji, gıda güvenliği; doğa ve çevre eğitimi;
7. Kooperatifçilik ve bütün bunların birleşimi olarak
8. Köy Enstitülerinin güncel karşılığının oluşturulması.

Tüm bu konular,

  • Köy Enstitüleri eğitim anlayışının günümüzün koşullarında nasıl yaşama geçirileceği ekseninde ele alındı.

Bu çerçevede, özellikle, yaratıcı yeteneklerin geliştirilmesi; bilimsel bilginin yol göstericiliğinde yaparak ve yaşayarak öğrenme; hak ve özgürlüklerin barış ile bütünleşerek toplumsal aklı kucaklaması; iletişim ve bilişim teknolojilerindeki en son gelişmelerin özümsenmesi ve içselleştirilmesi; bilginin üretimde kullanılması ve üretimin değerlendirilmesi süreçleri üzerine görüş ve öneriler geliştirildi.

Çalıştay çalışmalarının ayrıntıları iletişim@ykked.org.tr adresinde bulunabilir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 22 Ocak 2020

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 22 Ocak 2020


Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ESER
Yandaş Yeni Şafak Gazetesi, ”FETÖ, CHP’nin eseri” manşeti attı.
Öyleyse CHP de AKP’nin eseridir…

DOĞUM
Konya İl Sağlık Müdürlüğü, Suriyeli kadınlar için özel doğum hastanesi açma girişimi başlatmış.
Reisin “en az 3 çocuk” kampanyasına uyanlara ödül…

DEVE
“Sanata ayıracak paramız yok” diyen Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan deve güreşi için 255 bin TL harcamış.
Yok deve!…

ŞİDDET
Türk polisi, Türk Tabipleri Birliği’nin şiddete karşı yaptığı eylemde tabiplere şiddet uyguladı.
Şiddete karşı eylemlere şiddetle karşıyız!…

KANAL
ÇED raporuna yapılan on binlerce itiraz dilekçesine karşın Çevre Bakanlığı ÇED raporunu onayladı.
Halk ne demek? Bilim ne işe yarar? Bizde REİS var…

KÖR
RTE, “Kanal İstanbul’a karşı kör düşmanlık yapanlara rağmen Allah’ın izniyle tamamlayacağız.”
On binlerce dilekçe, onlarca bilimsel açıklama kör düşmanlık oluyor.
Allah’tan izinin nasıl alındığını kim biliyor?…

ALDATMA
RTE’nin memleketi Güneysu’da “yol yapıyoruz” diye boru döşemişler, HES yaptıkları ortaya çıkmış.
Ora insanı aldatılmaya yatkınlığı ile bilinir…

ZİK ZAK
Yargıtay Başkanı Rüştü Cirit, “Yargıda zikzak olmaz”
Çay toplamaya git, sonra dürüstlük tasla,
Geçmiş ola…

AYAK
CHP’nin FETÖ’nün siyasal ayağının ortaya çıkarılması için verdiği araştırma önergesiyle ilgili olarak RTE, “Siyasi ayağa meclisi karıştıramazsınız.” dedi.
Kendini, yakınlarını ve AKP’yi koruma ayağı…

VİCDAN
Korg. Metin İyidil’in ağırlaştırılmış müebbetten tahliyeye, sonra yeniden tutuklanması sürecine ilişkin RTE;

“Bu, yargı camiamız için gerçekten çok çok üzücü bir adım olmuştur ve ilginç olan şey şu; tabii bunların hepsinin talimatlarını da verdik” dedi.

RTE’nin sözüne inanıp vicdanına göre karar verenler Ankara dışına sürüldü,
Talimata uyanlar öne sürüldü…

GEÇİŞ
YSS Köprüsü geçiş garantisi
karşılığı olarak müteahhite (AS: yükeniciye) bu yıl 3 milyar TL ödenecek.
Millet köprüden geçiriliyor…

CANAL ISTANBUL için ben de birkaç kelime yazdım

CANAL ISTANBUL için ben de birkaç kelime yazdım

Oraj POYRAZ
0raj.p0yraz@neomailbox.net  oraj.poyraz@openmail.cc 

1) Boğazlardaki trafiği ücretli bir kanala yönlendirmek mümkün değildir. Sivil ulaşım açısından Boğazlar uluslar arası su yoludur ve serbestisinin korunması için başta ABD olmak üzere bütün dünya ülkeleri karşımızda dikilir. Sivil gemi trafiği Montrö‘nün kısıtlamaları dahilinde değildir. Askeri gemi trafiği söz konusu olunca Montrö anlaşması (AS: Sözleşmesi) buna engeldir. Bu anlaşma bütün taraf savaş gemilerini sınırlar ama yalnızca Türkiye’yi kısıtlamaz bu yönüyle bizim için bir köstek değil destektir.

ABD ve batılı donanmaların ülkemizi öbür bütün denizlere ek olarak Karadeniz’den de kuşatmasını sınırlar ve engeller. Benzer biçimde Rusların Karadeniz donanmalarını boğazlardan geçecek ölçüler kapsamında küçük tonajlı tutmaya zorlar ve bizi ek olarak Akdeniz’den kuşatmalarının önüne hayli zorluk getirir.

Montrö Sözleşmesi’nin bize yarattığı bir engel yoktur tam tersine bütün taraflara engel yaratır. Aklı başında milli menfaatleri önceleyen bir vatanseverin bu yönüyle Montrö Sözleşmesi’ne karşı olmasını anlamak mümkün değildir. Kaldı ki bize bir köstek olarak öne sürülen Montrö Sözleşmesi büyük oranda askeri gemi trafiği ile ilgilidir ve boğazlardan geçen askeri gemi trafiği toplamın çok azıdır. Yani askeri gemi trafiği öyle anlamlı bir hacimde değildir. Doğrusu askeri gemileri yapılacak kanala yönlendirmek de hayli zorlu bir iştir. Amaç boğazları ULUSAL bir su yolu durumuna sokmak ve deniz trafiğini dilediğimiz şekilde yönetmek durdurmak kimilerine engel koymak ise, oldukça zorlu bir iştir.

Tarihte Osmanlı döneminde bile Boğazlar pek çok düşman ülkeye açık olmuştur. Osmanlı’nın denizlerde can düşmanı olan Cenevizlilerin bile Kırım’da ticaret kolonileri olmuştur. Açıkçası Ceneviz ticaret gemileri İstanbul Boğazından sultanlara bakarak İstanbul silüetini izleyerek yüzyıllarca geçmiştir. Boğazları tam olarak kapatmak ya da belirli ülkelere yasaklamak ancak dünya savaşlarında olmuştur. Bu gün Boğazların ulusal su yolu statüsüne sokulması ancak büyük savaşların sonunda ve yine de geçici olarak olabilecek bir iştir. Çünkü sahildar (AS: kıyıdaş) ülkelerin hiçbiri kalıcı bir deniz blokajına razı olmaz.

2) Boğazlardan geçen gemi trafiği ise yıldan yıla azalmaktadır. Evet bu azalmaya karşılık olarak gemi tonajları artmaktadır. Boğazlardan geçen malın büyük bölümü petro-kimya ürünleridir. Bu ürünlerin boğazlardan emniyetle geçmesi için alınabilecek ek önlemler vardır. Ve bu ürünlerin boğazlardan gemiyle değil ama doğalgaz petrol boru hatlarıyla taşınması için yapılan devasa yatırımlar sürmektedir. Umuyor ve kestiriyorum ki önümüzdeki yıllarda bu boru hatları tam kapasitelerine ulaştığında boğazlardaki petro-kimya yükü taşımacılığı azalacaktır.  Boru hatları yatırımları akılcıdır ve gerçek çözüm de budur, sürüdülmelidir. Ayrıca boru hatlarından ücret alma olanağı yasal ve ahlaksal olarak vardır.

3) İstanbul sürekli olarak büyümektedir. Ve tarihinin en başından bu yana sürekli olarak su sıkıntısı yaşamış bir metropoldür. Halen hem dünya küresel olarak hem Türkiye hem özelde İstanbul bir susuzluk sorunu ile karşı karşıyadır. Her şey ideal biçimde yapılsa bile İstanbul’un ek MEGA su sağlanması projelerine gereksinimi zaten vardır. Kanal İstanbul için önerilen güzergah İstanbul’un tatlı su kaynaklarının bulunduğu alandır. Bu alanda İstanbul’a içme suyu temin etmek üzere tarih boyunca yapılmış pek çok baraj ve tesis vardır. Bunlara zaman içinde yine astronomik miktarda paralar harcanmıştır. Kanal İstanbul yapıldığında bu havzaların tuzlu su ile kirlenmesi beklenen ve uyarılan bir konudur. Ve bu su havzalarının seçeneği de yoktur. Korkarım bu su havzaları yok olduğunda bu kez de İstanbul’a içme suyu sağlanması için Karadeniz suyunu ters ozmoz yöntemiyle arıtacak daha başka mega projeler için kaynak arayışları ve kamuoyu kampanyaları başlatılacaktır.

4) Karadeniz’in ilk 70-80 m altında bulunan ve biyolojik yaşamı olanaksız kılan hidrojen sülfür dolu zehirli tabaka bu güne kadar hiçbir şekilde ortaya çıkmamış Karadeniz’de ani gaz çıkışları görülmemiş kitlesel zehirlenmeler yaşanmamıştır. Çünkü kimse bugüne dek Karadeniz’i bu denli kurcalamamıştır. Ancak dünyada kitlesel ölümlere neden olan böylesi göller vardır. Bunların kimileri CO2 bazıları Metan biriktiren volkanik göllerdir. Organik atıkların dipte anaerob (AS: oksijensiz) koşullarda dekompozisyonu (AS: parçalanma, yıkım) yoluyla oluşan hidrojen sülfür vb. zehirli gazları biriktiren ender göller de vardır. Hidrojen sülfür gazı, küresel iklim değişiklikleri nedeniyle ile jeolojik çağlarda kitlesel yok oluşları tetiklediği öne sürülen son derece zehirli bir gazdır.

Hazar denizi de benzer yapıya sahiptir. Böylesi göl ve denizlerin ortak özelliği termohalin dolaşımı(AS: sıcak – soğuk su akıntıları) olmayan kapalı havzalar olmasıdır. Bugüne dek böylesi bir durumun görülmemiş olması bundan sonra olmayacağının güvencesi değildir. Özellikle yüzey ve dip akıntılarının ayrışmasına neden olacak ikinci ve sığ bir su yolunun Karadeniz dibinde bulunan bu zehirli katmanın Marmara’ya akmasına neden olması beklenmektedir. Bu yalnızca çürük yumurta kokusu ile rahatsız edici bir durum yaratmanın ötesinde kitlesel zehirlenmelere de yol açması beklenen bir afet durumudur.

5) Bir amatör denizci olarak bugüne dek sayısız profesyonel denizcinin açıklamalarını okudum. Hepsi de ortada var olan geniş ve beleş Boğazı kullanmak varken dar bir kanalı kullanmanın akıl dışılığından söz ediyor. Hepsi de Boğazlarda sanıldığı ölçüde çok bekleme süresi olmadığını beklemelerin makul ve kabul edilir olduğunu belirtiyor. Hepsi de Samatya, Kumkapı açıklarında bekleyen gemileri Boğazlardan geçiş için değil yük, bakım, mürettabat değişimi, ikmal gibi öbür nedenlerden olduğunu söylüyor.

Hepsi de Bernoili ilkesi nedeniyle daralan bir kanalda su akıntılarının şiddetleneceğinden söz ederek büyük gemilerin bu kanalda yürütülmesinin zorluklarından bahsediyor. Hepsi de kanal derinliğinin az oluşundan söz ederek özellikle büyük gemilerin kendi motorlarının tahriki (AS: itkisi) ile gidemeyeceğini bunun Kanal duvarlarına zarar vereceğini, yine gemilerin bu Kanalda duraklamak için bile demir atamayacağını bu Kanalda gemi geçişlerinin büyük oranda römork (AS: çekici) hizmetlerine bağlı kalacağını söylüyor.

Profesyonel denizcilerin hepsi de Boğazlarda yaşanması olası kazaya kıyasla bu dar su yolunda oluşabilecek kazalarda çok daha ölümcül sonuçların beklenmesi gerektiğini belirtiyor. Hepsi de bu kanalda arızalanan sorun yaşayan gemilere römorklar (çekiciler) yardımıyla yön vermenin çekmenin darlık yüzünden çok zorlu ve sorunlu olacağını söylüyor.

Kimileri, Panama Kanalı gibi su terfi (AS: yükseltme) sistemi ve kapıların kullanımını öneriyor. O halde Panama Kanalı gibi bu kanal boyunca tipik Panama Kanalında olduğu gibi kanala paralel döşenmiş demiryolları üzerinde yer alan çekici lokomotifler de düşünülüyor mu? Kimse bundan söz etmedi. Doğrusu Kanal çevresinden güzel su manzarası için arsa toplayanların böylesi bir endüstriyel manzarayı kabul etmesi oldukça zor olacaktır.

6) Projeyi anlatanların en çok ortaya çıkardıkları öge ise kanal boyunca 2,5 milyonluk yeni bir kentin ortaya çıkarılacağıdır. Peki böylesi kalabalık ve sıkışık bir kenti baştan bile bile içinden tehlikeli maddeler de taşıması beklenen dar bir kanalın dibine kurmanın akılcı gerekçesi nedir?

Halen ülkemizde yaşanmakta olan stagflasyon(AS: durgunluk içinde enflasyon) döneminde elinde kalmış olan 2,5 milyon çoğu lüks konutlar nedeniyle batmakta olan ya da kurtarılmakta olan dost(!) müteahhitlerin (AS: yüklenicilerin) haberlerini okuyoruz. Peki elde patlamış ve ancak uluslar arası zenginlerin satın alabileceği bu konutlar dururken ek 2,5 milyon konutu kimler alacak? Unutmayın ki sosyal medya başta Katar için olamak üzere 250 bin TL (AS: Dolar?) üzerinde konut alanlara promosyon vatandaşlık reklamlarının görüntüleri ile kaynıyor. Elde kalan konutların satışı için Çince reklam spotları bile çekilmiş. Elde kalan konutlar sorunu bu derece trajiktir. Bu durumda dünyanın çeşitli milletlerinden 3-5 milyon zengine vatandaşlık vermek gerekecektir. Kabul etmek gerekir ki, ülkenin demografik yapısı daha şimdiden değişmiştir. (AS: alt üst edilmiştir!)

Ülke post modern bilim kurgu filmlerdeki Metropolis kenti gibidir. 

Özellikle İstanbul’da ve başka pek çok yerde içinde yapay göl kanal olan pek çok site vardır. Bizim bu projeden anladığımız, gerçekte yapılmak istenenin bu kez de içinde mega göl, kanal manzarası olan yüksek korumalı, lüks konutlardan oluşan bir siteler kenti yapılmasıdır. İşin gerçeğinin, belli ki deniz taşımacılığı ve denizcilikten çok bu Kanal çevresine yapılacak su manzaralı konutlar olduğu anlaşılıyor. Daha şimdiden varsayılan kanal çevresinde arsa toplayan Katarlılara ilişkin haberler görüyoruz. Yine meşhur(!) pek çok iş adamının bu bölgede arsa topladıklarının haberleri var. Üstelik eskiden halka açık olan tapu sorgulamalarının artık engellendiğinin de haberleri var. Peki bütün bunlardan ne anlamalıyız?

CANAL ISTANBUL içinde yapay kanal manzarası olan mega bir toplu konut projesidir.

Dikkat edin C/Kanal I/İstanbul Projesinin Türkçeye uygun olmayan Amerikan  tarzı tamlama (AS: Fransızca tamlama) yapısı bile projenin aslında bir Amerikan projesi olduğunu bize düşündürmektedir.

7) Türlü türlü mega projeler ile bütün Türkiye nüfusunun İstanbul’a tıkıştırılması da bence kuşku ile karşılanması gereken bir iştir. Doğu ve Güney Doğu’nun boşaltılmasına yarayan bu işin başka beklenmeyen sonuçları olabilir.

8) Devletin harcadığı her para aynı zamanda bir ekonomik büyüme anlamı taşır.  Ama her yatırımın geri dönüşü aynı değildir. Bu evinize yeni TV, cep telefonu almaktan çok farklı değildir. Devlet yalnızca ihaleler ile devasa çukurlar kazdırsa ve sonra da başka ihaleler ile bu çukurları doldursa yalnızca ihale alan firmalara aktardığı kaynakların bütün tedarikçiler çalışanlar eliyle ekonomiye dönmesi bile bir büyüme değeri taşır. Altyapı yatırımları da bu şekilde, proje devam edene ve bitene dek ekonomik büyüme değeri taşır. Ancak tek amacı ekonomiye taze para enjekte (AS: şırınga) etmek olan atıl projeler ya da altyapı projelerinin ihaleler sonlandıktan sonra bir üretim değeri yoktur. 

Böylesi projeler tek atımlık barut gibidir bitince üretim değeri taşımaz. Ve devletin bu yollar ekonomiye para enjekte etmesi (AS: akıtması) sürekli bir gereksinim olur. Kaldı ki devletin bu yolla atıl projelere mega ölçeklerde kaynak aktarması özel sektöre kredi alanı da bırakmamaktadır. Ekonomi karar vericilerinin Türk halkının tasarruf kapasitesini üretken yatırımlar için kullanmaya karar vermesi gerekir. Ülkenin gerçek, kalıcı ve sürdürülebilir istihdam sağlayan üretim tesislerine (AS: kuruluşlarına) gereksinimi vardır.

9) Dövize dayalı, hatta uçuş, geçiş, müşteri güvenceli, uluslararası tahkim güvencesi ile yapılan ihalelerin zararları çok büyüktür. Bugüne dek bu yolla yapılmış projelerden çok azı verilen güvencelerin üzerinde ciro yapmıştır. Ve pek çoğunun uzun yıllar Dolara bağlı olarak verilen güvenceler nedeniyle kamu maliyesinde kara delikler oluşturması beklenmektedir. Ve bu ihale biçimi, söylendiği gibi halkın cebinden para çıkmadan hizmet kazanmasına yaramamıştır.

Kuvvetle olası, ülkemizde dövizin kurların ve faizlerin hükumetçe denetim altında tutulmasının en büyük amacı da işte bu dövize bağlı olarak güvence verilen projelerin kurda beklenen büyük artışlar ile bütçeye dayanılamaz boyutlarda ek külfet getirmesi endişesidir. Türkiye kur – döviz – faiz üzerinde narh uygulamaları yapması nedeniyle artık eylemli olarak denetimli kur rejimine geçmiştir. Bu nedenle ortaya çıkan bütçe açıkları ve cari açık için gereken kaynakları serbest piyasa eliyle bulması olanaksız olmuştur. (AS: Libor + %7-8 gibi tefeci faizi ile borçlanıyor AKP!) Bundan sonra ancak devlet eliyle sendikasyon kredisi bulmak olanağı kalmıştır. Ayrıca ülkenin ekonomik koşulları nedeniyle kredi risk puanı oldukça yükselen ülkenin, uygun koşullarda kredi bulması da çok zora girmiştir.

10) Ülkemizde halkın ve devletin borçlanma olanaklarının tümü kullanılmıştır.

  • Satılabilir bütün kamu varlıkları satılmıştır. 

Yabancıların arzu ettikleri koşullarla pek çok imtiyaz şirketi kurulmuş ve bunlar da satılmıştır. 

  • Bugünlerde kitlesel ölçekte vatandaşlık satışları başlamıştır.

Borsacıların deyimiyle şimdiki para karşılığında, gelecekte elimizde olması  beklenen her şey satılmıştır. Özetle Türk halkı ve devleti bütün varlıklarıyla “Long Pozisyon” almıştır. Ve daha şimdiden bu konumdayken hem yerel hem küresel risklerle karşılaşmıştır. Borsalarda margin trade yapanların bir gecede iflas etmesine benzer biçimde bu konum çok tehlikelidir. Piyasa koşulları beklentilerin aleyhinde gelişirse, -ki bizde olan da tam olarak budur- elde olan varlıklar da tasfiye edilerek, değişen kur, faiz oranları nedeniyle devleşmiş borcun bir bölümü tasfiye edilir.

Bu nedenle bir gecede saçlarına ak düşmüş arkadaşlarım vardır. 

Biz işte sürekli ve giderek tırmanan artık logaritmik ölçeklerle ifade edilebilen grafikler ile gösterilebilecek borçlanma eğrileri ile tam da buradayız. Pazarlarda ürünlere narh, yani azami fiyat kısıtlaması uygulamasını yaşı küçük olanlar bilmez. Ama Türkiye böylesi günlerden, serbest piyasa ekonomisine dönüştü. Narh uygulandığında o mal piyasadan çekilir, karaborsası oluşur. Çünkü üretici ve tacir pahalıya alıp ucuza satmak istemez.

Faizler ise paranın fiyatıdır. Bir parayı kullanmak için ödediğiniz kira bedelidir.  Eğer devlet faizlere NARH uygularsa ne olur? Öbür ürünlerde olduğu gibi o ürün piyasadan çekilir ya da karaborsası oluşur. Ancak devletin ekonomik yaşamda bütün bankacılık sisteminin yakasına yapıştığını düşündüğümüzde, ortaya başka iki sonuç çıkacak : Kamu bankaları görev zararı üretecek ve bu zararı merkezi bütçeye devredecek, sonuçta ortaya çıkan borç ulusal bütçeden karşılanacak. Özel bankalar ise bankacılık etkinliklerini sınırlayacak, pazar payını küçültecek, belki de ülkeden çekilecek. Kısacası ülkemiz en azından bir yıldır PARANIN FİYATINA / FAİZE NARH uygulanan bir ülkedir. Bunun ülkemiz için hayırlı olmasını kimse beklemesin.

Ben kişisel olarak beni dinleyen bütün dostlarıma, akraba ve ahbaplarıma 1984 ve 2002 krizlerinden çok daha ağır bir kriz için hazırlanmalarını öneriyorum.

Sevgiler saygılar. 10 Ocak 2020

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 08 Ocak 2020

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 08 Ocak 2020

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

KÖŞE
Eser Karakaş, Artı Gerçek’teki “Star, Güneş gazetelerinin kapanması” başlıklı köşesinde, “Herkes biliyor ki, zaten bu gazetelerin senelerdir ayakta duruşu devletten / hükümetten ihale alan, parsel bazlı imar değişiklikleri üzerinden rant kollayan şirketlerin, inşaatçıların büyük kârlarının bir bölümünün sınırsız-sorumsuz bir biçimde Erdoğan’ı, AKP’yi destekleyen basına aktarılmasından kaynaklanıyor” ifadelerini kullandı.

Kamudan al köşeye ver, dört köşe olsunlar…

AKIL
Atatürk’e hakaretleriyle bilinen kendisine tarihçi diyen Mustafa Armağan,
2020’yi ‘Kemalizmle mücadele senesi’ ilan edelim mi?yazdı.

Böyle düşkünler doğar, ölür, biter; Mustafa Kemaller bir doğar, milyon olur…

DAYAK
İstanbul Üniversitesi öğrencileri yemeklerin aşırı pahalanmasına tepki gösterince polis müdahale etti.
Dayak bedava…

MAMUT
İstanbul Üniversitesi Rektörü Mahmut Ak, öğrenciler polisten protesto sopası yedikten ve
bir liraya muhtaç öğrencisi Sibel Ünli intihar ettikten sonra zamları geri aldı.

İnsanlık, yöneticilik herkese özgü değil. Vermeyince mabut, neylesin Mahmut…

KARARLI
Kanal İstanbul bölgesindeki rant oyunları açığa çıkmasın diye tapu değişikliklerinin açıklanması yasaklandı.

Kim ne derse desin bu satışları yapacağız!...”

ENNNNN!
“Dünyanın en büyük havaalanını yaptık” diye gerim gerim gerindiler.
Rüzgardan uçaklar inemeyince “en dakik” listesi yerine gecikme sıralamasında ön aldılar.

Kuru sıkı atmakla olmuyooooor!…

SAYGIN
Mansur Yavaş’ı karalama kampanyasında başı çeken ve AKP’ce “saygın iş adamı” olarak kamuya tanıtılan Necmettin Kesgin; sahtecilik, şantaj, çocuk pornosu gibi suçlardan mahkum edildi.

AKP’nin saygınlığı paçalardan akıyor…

ATATÜRKÇÜ
Haber Türk yayınında FETÖCÜ yandaş Selman Öğüt Atatürk’e hakaret etti. Yandaş Hürriyet yazarı İsmail Saymaz müdahale ederken Vatan Partisi üyesi ve eski TGB Başkanı İlker Yücel sessiz kaldı.

Kime acımalı?…

YEĞEN
Ulaştırma Bakanı Turhan, İstanbul Boğazı’nda karşıdan karşıya geçiş süresini yeğeninden öğrenmiş. Bu bilgiyi “Kanal İstanbul” un yapılmasına gerekçe olarak kullandı.

Enişteden darbe, yeğenden geçiş süresi. Bilimsel verileri ittirin geri…

HABERCİ
Anadolu Ajansı, İngilizce haberinde SÖZCÜ davası kararını yanlı ve yanlış duyurdu.
SÖZCÜ’nün yazıları üzerine yaptığı karalama içerikli açıklamada;

“AA’nın, SÖZCÜ gazetesi gibi işi sadece yalan haber ve iftira üretmek olan sözde gazetelerden habercilik adına öğreneceği hiçbir şey bulunmamaktadır.” ifadesine de yer verdi.

İşine gelmeyince yayın kesmeyi SÖZCÜ’den öğrenmediğini biliyoruz…

FETÖ
Kilis’te AKP’li avukatların savunduğu 31 FETÖ sanığı beraat etti.

  1. Hukukun başarısı
  2. AKP’nin başarısı
  3. Borsanın başarısı…

SEÇMECE
Balıkesir’in Burhaniye ilçesinde Milli Eğitim Şube Müdürü’nün okul yöneticilerine
Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin Hayatı, Temel Dini Bilgiler derslerini seçtirin
diye talimat gönderdiği belirtildi.

Seçmece;
Dersler değil müdürler…

UYARLAMA
İstanbul İl Sağlık Müdürü Kemal Memişoğlu tarafından kurumlara gönderilen yazıda, sağlık personelinin giyeceği kıyafetler için,
kurumumuzun saygınlığı açısından standartlara uyulması, gerektiğinde ana model, desen ve renkler korunarak edep, adap ve inanca göre uygun şekillerde uyarlanması
uyarısında bulunuldu.

Memiş hocanın kafası ne zaman çağa uyarlanacak?…

 

 

 

 

 

NASIL BİR TÜRKİYE?

NASIL BİR TÜRKİYE?

Can Pulak

Can PULAK

Allah bu günleri aratmasın ama, daha iyi bir Türkiye’de huzur ve güven içinde yaşamayı iyice özledik. Koşullar ne olursa olsun, ülkemizin karanlığı yeneceğine ve aydınlığa kavuşacağına ilişkin umudumuzu koruyoruz. Bunu nasıl becerdiğimizi hiç sormayın, koruyoruz işte. Nasıl olsa KDV’si yok, ÖTV’si yok, yeni vergi olasılığı filan da yok umudu korumanın.

Hiç kimse bizi, güzel bir Türkiye’yi düşünmekten, iyi yönetilmeyi özlemekten alıkoyamaz.
Etkili, başarılı bir muhalefetimiz yok diye üzülmeyelim. Yumurta kapıya dayandı mı, o beğenmediğimiz muhalefet öyle harikalar yaratır ki, hepimiz şaşar kalırız. Geçmişe baktığımızda bunun çok çarpıcı örneklerine rastlayabiliriz. İstediğimiz ve özlediğimiz Türkiye, vatanı için gözünü kırpmadan canını vermeye hazır milyonların ortak arzusudur. Zaman yitirmeden nasıl bir Türkiye istediğimizi anlatmaya başlayalım:

Sağlam, ikide bir kurcalanmayan, paspas gibi çiğnenmeyen bir Anayasamız olmalı. Bu Anayasaya sadakat yemini edenler de sağlam olmalı ki, gözümüzün içine baka baka ihlal etmesinler maddelerini. Sağlam, yetkileri budanmamış, ülkenin geleceğinin tek kişiye bağlanmasına izin vermeyen bir Parlamento’ya sahip olmak istiyoruz. Öyle 600 kişilik filan değil, 200 kişiyi geçmemeli Parlamentomuzun üye sayısı. Hepsi kazançlarını mesleklerinden sağlamalı, ancak katıldıkları oturum başına simgesel bir ücret almalılar. Öyle iş takibi, ihale kovalama gibi şeyleri akıllarının ucundan bile geçirmemeliler.

Siyasal Partiler Kanunu ile Seçim Yasasını da hemen değiştirmeliyiz. Ülkenin bütünlüğünü,
birlik ve beraberliğini düşünmeyen, teröre göz kırpan, insanımızı birbirine düşüren, demokrasiyi kendi çıkarlarına alet eden partileri de yaşamımıza  sokmamalıyız artık. Dini siyasete alet etmeye kesinlikle son vermeliyiz.

  • Hem laik ülkeyiz diyeceğiz hem de devlet yönetimini dini eğitim görenlere teslim edeceğiz.
  • Bu yanlış işte..

Ehil, liyakatli, tecrübeli ve donanımlı kişilerce yönetilmek istiyoruz. Öyle siyasete yandaş, devleti hiç tanımayan, atandığı makamla uzak yakın hiç ilgisi olmayan bir takımın eline kalmamalı Türkiye. Anayasa Mahkememize güvenmeliyiz. Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay’dan eskiden olduğu gibi emin olmalıyız. Mahkemelerimizin gerçek adaleti sağladığından zerre kadar kuşkumuz olmamalı. Öyle 8 kişiyi yaralayıp, doktorları bıçaklayıp, kadınları boğazlayıp serbest bırakılan suçluları görmek istemiyoruz. Yargıya da polise de üst düzey yetkili bürokratlara da güvenmek istiyoruz milletçe.

Dürüstlüğe hasret kaldık. Her yerden yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet iddiaları yükseliyor. Vergilerimizden harcanan her kuruşun hesabını görmek istiyoruz. Şeffaf politikalar izlenmesine ihtiyacımız var. Paramızın itibar adına oraya buraya harcanmasına, israf edilmesine, gösteriş ve şatafat için kullanılmasına razı değiliz. Kanal İstanbul’u ve mali kaynağı olmayan projeleri,
inadı bir yana bırakarak hemen durdurmalıyız. Kerameti kendinden menkul danışmanlara değil, ülkenin değerli uzmanlarına, tecrübeli bilim adamlarına kulak vermeliyiz.

250 bin dolara vatandaşlık dağıtmayı hemen durdurmalıyız. Araplaşmanın korkunç sonuçlarını, insanımızı tedirgin eden boyutlarını artık fark etmeliyiz.

  • 5 milyon Suriyeliyi geri göndermenin çarelerini hızla aramalı,

Suriye bataklığında çırpınan Türkiye’mizi bu beladan mutlaka kurtarmalı, askerimizi 2 bin km ötedeki Libya’ya göndermenin ciddi hesaplarını, Ortadoğu liderliği gibi hayallerden vazgeçerek akıllıca yapmalıyız. Ayrıca her Müslüman ülkenin sıkıntısına, sorununa, derdine koşacağız diye bir zorunluğumuz yok. Bizim zorunluğumuz, kendi sınırlarımızın güvenliğini sağlamak, kendi insanımızın huzur ve güven içinde insanca yaşamını sağlamaktır.

Ordumuzun eski gücüne kavuşmasını, sivillerin askeri yönetme meraklarına son vermesini, askeri okulların ve askeri hastanelerin hemen açılmasını, tanınmaz duruma gelen askerlik sisteminin zaman yitirmeden eski durumuna getirilmesini, paralı askerliğe son verilmesini,
silahı tanımadan terhis garabetinin durdurulmasını istemek, herhalde çok içtenlikli bir arzudur. Askerliği Batı ülkelerinin mantığına çekmek çok yanlış bir karar olmuştur. Her ülkenin koşulları farklıdır, Türkler doğuştan asker bir millettir. Onların bu ölümüne askerlik anlayışını profesyonelleştirmek, ilerde telafisi çok güz zararlara yol açar. Askerin siyasete bulaşmasına mutlaka engel olmalıyız ama,

  • Dinin de siyasete bulaşmasının yollarını ustaca tıkamalıyız.

Milli eğitimimizi de dinci eğitim fırtınasından korumalı, kurtarmalı, gençlerimizi pozitif bilimlerin ışığında yetiştirmeliyiz. Deist ve ateist sayısındaki çok yüksek tırmanışın nedenini, dini eğitimin yetersiz olmasında değil, dinin ülke yönetimine bulaştırılmasında aramalıyız. Her sokağa Üniversite açmaktan vazgeçmeli, çok Üniversite yerine gerçek bilim üreten Üniversitelere odaklanmalıyız. Onca Üniversiteye hoca bulmakta zorlanıyor, önümüze geleni profesör yapıyor, bu yüzden ülkemize bolca yarım aydın yetiştiriyoruz. Yarım aydın tam cahilden çok daha tehlikelidir bilesiniz.

Tarımın da düzeltilmesini, çiftçilerimize destek olunmasını, tarımsal üretimin bilinçli bir biçimde artırılmasını, ekilmemiş toprak ve işlenmemiş tarla bırakılmamasını da arzu ediyoruz.
Her şeyi rahatça üretme olanağımız varken, gıdamızın çoğunu ithal etmemize de çok üzülüyoruz. Sağlıklı beslenmek, ilaçlı ve hormonlu gıdalardan uzak durmak, kanserden ölmemek istiyoruz. Bunları sağlamak özlediğimiz devletin görevi değil mi? (AS: Evet! Anayasa md. 56 çok net!)

Gerçekte daha yazacak çok şey var ama, artık özetleri üzerinde durmalıyız. Ülkemize zarar vermeyecek bir demokrasi modelinde milletçe buluşmalıyız. Eyleme kalkışmadıkça düşüncelerimizi rahatça söylemeli ve yaymalıyız. Basın özgürlüğüne saygılı davranmalıyız. Milleti bölücü, ötekileştirici, ayırıcı davranışlardan kaçınmalıyız. Dış güçlerin oyununa gelmemeliyiz. Kardeşçe kucaklaşacağımız, yanlışlarımızı içtenlikle düzelteceğimiz ve nomalleşeceğimiz bir Türkiye istiyoruz. Kavgasız, gürültüsüz, hakaretsiz, akıllı – uslu  bir yaşam istemek suç mu? Eğer suçsa, böyle bir kutsal suçu gözümüzü kırpmadan her zaman işleyebiliriz.

Aklımızı başımıza toplayalım ve milletçe özlediğimiz Türkiye’yi, yasaları zorlamadan ama zaman yitirmeden devreye sokalım.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 01 Ocak 2020

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 01 Ocak 2020

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Yılın iğneleri; ülkeyi soyan, ekonomiyi batıran, halkı yok sayan ve yargıyı sopa yapanlara

GAZİ
17 Aralık 2019’da Sosyal Güvenlik Kurumu, sehven (AS: yanlışlıkla) verildiği gerekçesiyle Türkiye genelinde 236 terörle mücadele gazisinin emekli maaşlarını kesti.
Kanal İstanbul’un parası çıktı!…

BİLGİSİZ
RTE, Kanal İstanbul’u savunurken Montrö’ye çattı;
Montrö Antlaşması Türkiye’ye ne kazandırmıştır, ne kaybettirmiştir bunu hiç düşündünüz mü? Bunların hepsini anlatacağız.… Boğazlarda, Montrö’de bize tanınan bir hak yok, istedikleri gibi gelip geçiyorlar.” dedi.
Tarihten kopyayla geçenlerin hepsi köşkte toplanmış…

PEŞ KEŞ
Kanal İstanbul’un geçeceği yerlerde “Arap dostlar ve siyasetçiler” epey arazi kapatmış.
Dost” derken benim dostlarım değil tabii…

GÜÇ
Yeni Şafak Yazarı Ergün Yıldırım, “Uluslararası siyaset açısından Kanal İstanbul, Rus baskısına karşı ABD gücünden yararlanma imkanı verecek bize. Bu açıdan da savunuyorum. Kanal İstanbul’u böyle okumak, çoğul okuma denir.”
Kurtuluş Savaşı öncesi mandacılar da böyle düşünüyordu…

DÖNÜŞ
MHP eski milletvekili Bülent Yahnici, “Bahçeliyi artık tanıyamıyorum” dedi.
Aslına döndü…

SÖZCÜ
FETO’nun sözcüsü Gülerce tanık, halkın SÖZCÜ‘sü sanık..
Ergenekon’da nasıldı? PKK’lı Sakık tanık, TSK sanık.
Bu yargı tanıdık…

ZAM
Asgari ücret 2320 TL oldu.
Ooooh! Yaşadılar. Gelsin çaylar, gitsin simitler…

YERLİ
 Yerli ve milli otomobil tanıtıldı.
Neresi yerli?
Şimdilik yalanı…

ŞAHSIM
RTE, yerli otomobile ilk talebin şahsından geldiğini söyledi.
“Şahsım” dediği T.C. olduğuna göre, devlet sipariş verdi…

EVLENME
“Mrs. Universal” güzellik yarışmasının kazananı Kseniya Uskolkina, Türkiye’de erkeklerden çok fazla ilgi gördüğünü belirterek, “İsteseydim Türkiye’de günde 10 kere evlenirdim. dedi.
Günde on kere olunca ona evlenmek denmiyor…

TEHLİKE
Çorlu tren kazasında 9 yaşındaki oğlu Arda Sel’i yitiren anne Mısra Öz Sel hakkında sosyal medya paylaşımları gerekçesiyle soruşturma açıldı.
Sosyal medya tren kazasından tehlikelidir!…

FETÖ
Savcılık daha önce FETÖ’den berat eden Bülent Arınç’ın damadı Ekrem Yeter için itiraz edeceklerini açıkladı.
Demek hala savcılarımız var…

TEZKERE
RTE/AKP tezkeresi
ne göre Libya’ya düzenin sağlanması için asker göndereceğiz.
İşgaldeki Ege adalarımızı, kendi iç düzenimizi ne yapacağız?…

TESPİT
İçişleri Bakanı Soylu, “Milletin malına zarar gelmişse isterse 300 yıl önce olsun üzerine gideriz.”
Onun için FETÖ davasında 17-25’ten öncesini es geçtiler…

YANDAŞ
Star ve Güneş gazeteleri kapatıldı.
Fark etmez, aynı şeyleri yazan çok gazete var…
(AS: sanırız İstanbul BŞB’den kaynakları kesildi??)

BERABERLİK
Erdoğan aşığı, AKP devrinin iş adamı Ethem SANCAK ve Doğu PERİNÇEK, partinin düzenlediği gecede birlikte Kürtçe türkü söyledi.
Yollar tekrar kesişti…

MEHDİ
Cumhurbaşkanı danışmanı, SADAT ve ASDER derneklerinin başkanı E. Tuğg. Adnan Tanrıverdi, Mehdi’n geleceğine göre hazırlık yaptıklarını açıkladı.
TSK’da iken aklı başında biri sanırdık…

EĞİTİM
Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu Genel Mali Sekreteri ve Eğitim Uzmanı Ali Taştan, denetim olmadığı için eğitimin yandaş sendika, cemaatler ve tarikatlar tarafından işgal edildiğini iddia etti.
Bakan, neye bakıyor?…

 

 

2020 BAŞINDA AKP = ERDOĞAN’ın TÜRKİYE’yi SÜRÜKLEDİĞİ BATAKLIK

2020 BAŞINDA AKP = ERDOĞAN’ın TÜRKİYE’yi SÜRÜKLEDİĞİ BATAKLIK

 

Türkiye çok zor bir kavşağa giriyor 2020 ile birlikte..
Ülkenin pek çok göstergesi olumlu olmaktan çok uzak ve üstelik gerilemekte.
Örneğin dış borçlar 2002 sonunda 129 milyar $ iken AKP 17 yılda 450 milyar Dolara çıkardı, 3,5 kat büyüdü borçlar. Halkın bankalara borcu 2019 sonunda 583 milyar TL’ye yükseldi. 23 milyon hanenin her biri, ortalama 25.348 TL borçlu. Ulusal gelir 230 milyar $ idi, bu yıl 800 milyar $ olur mu bilemiyoruz. Olursa o da 3,5 kat büyümüş olacak yaklaşık..
Peki bu “büyüme” salt borçlanma ile mi oldu?

Ve en yeni haberlerden biri; Danıştay Dava Daireleri Kurulunun, ortaokulda türban serbestliği getiren yönetmeliğe (2014) itirazı oyçokluğu ile reddettiğini öğreniyoruz. (Davayı açan Av. Ömer Faruk Eminağaoğlu‘na teşekkür borçluyuz..) Oysa AKP Türbanı salt üniversitede okuyan kız öğrenciler için diye sunmuştu başlangıçta.. Artık anaokulu öğrencisi 4-5 yaşındaki çocuklar bile türbanlı!

  • Sahi, AKP’nin dilinden düşürmediği 2023 hedeflerini / davasını bilen var mı??

Bir yandan Laik rejimi her tür saldırı ile yıpratma, bir yandan dini siyasete hiç utanmadan alet etme, bir yandan

  • Türkiye İslamcılarının Batı emperyalizmi ile işbirliği ile ülkeyi emperyalizme peş keş çekmesi…

TEBLİĞCİLER denen bir cemaatin üyeleri, Beyoğlu’nda sarık ve cübbeleriyle dolaşarak insanlara Yılbaşı kutlamasının haram olduğuna ilişkin bildiri dağıtarak insanları taciz ediyor ama bu güruha polis hiç ses çıkarmıyor!? Oysa o bölgede kadınlar bile yürütülmeyip şiddet uygulanıyor!

17+ yıllık tek başına AKP iktidarı bu kaygı ve acı veren tablonun tek sorumlusu.
Ne var ki, kabahat samur kürk de olsa giyen yok. Temel sorun da burada.
AKP = Erdoğan, yineleyelim, 17+ yıldır tek başına iktidar ve gelinen kabul edilemez hazin tabloda sorumluluk üstlenmiyor! Bu olacak şey değil. Dahası, ortalığı güllük – gülistanlık gösterme çabasında her türlü algı operasyonlarını sergilemekten geri durmuyor.
Üstelik çok büyük ölçülerde yolsuzluklar, rüşvet, talan, peş keş, yandaş kayırma, rant dağıtımı.. suçlamalarından geçilmiyor..

Bir yandan da BASKI ve DİNCİ DAYATMA ile Laik rejimi dönüştürme sürecinde
DİNCİ FAŞİZME varan uygulamalar izliyoruz.

Dış politika başlıbaşına bir facia ve 5 milyonu aşkın Suriye + Irak + Pakistan + Afganistan + Sudan……. insanı ülkemizde.. Yol geçen hanı olduk; 250 bin $ parası olan T.C. Vatandaşlığı alıyor! Ülkemizdeki Müslüman yabancılar “muazzam” bir hızla üremeye devam ediyorlar.. Kestirimlere göre, böyle giderse, –ki gitmeyeceğine ilişkin veri yok–  2050’de, yaklaşık olarak 150 milyona varacak Türkiye nüfusunun 1/3’ü, 50 milyonu “yabancılar” olacak. Bu durum altından kalkılamaz ve geri dönüşümü olmayan çok yönlü sorunlar doğuracaktır. Bir kez demografik ve kültürel yapı, ULUS BÜTÜNLÜĞÜ alt üst olacaktır. Ülkemizin Laik – Batı’ya dönük çağdaşlaşma amaçlı ülküsü açısından taşınamaz bir yük oluşacaktır Türkiye’de.

  • AKP = Erdoğan’ın mutlaka ama mutlaka Esad rejimi ile uzlaşması ve ülkemizdeki milyonlarca “zoraki konuğun” ülkelerine gönderilmesi en doğal yoldur.

    Ancak iktidar gündem oyunları ile hem kendini hem kamuoyunu oyalamaya çalışmakta ve ürkünç (vahim) olanı da yaşamın gerçekliğinden (realiteden) kopmaktadır. Bu olgu, Türkiye için olağanüstü kırılganlık yaratan stratejik bir sorundur.

  • Şizoid, şizofrenik yarılmalarla malul bir iktidarla hiçbir ülke yönetilemez!

    Somut örneklemek gerekirse, Batı emperyalizminin türlü oyunlarıyla TUTSAK ALINAN TEK ADAM ERDOĞAN;

    pek çok iç – dış politika sorunsalında manevra alanından yoksundur.

    Kanal İstanbul projesinde Erdoğan salt kamuoyu ile inatlaşmakla kalmamakta, aslında çaresizliğini – tutsaklığını haykırmaktadır..

  • “ABD Kongresinin Erdoğan ve ailesinin mal varlığını araştıracağız – araştırıyoruz.. açıklaması son derece kritiktir ve AKP = Erdoğan, bu “Şah” diyen politik hamle karşısında açıkça “mat” olmuştur, deyim yerinde ise “gıkını çıkaramamıştır”! Dolayısıyla, şaibe altındadır, “İspatlamazsanız müfterisiniz..” diye gürleyememiştir. Kanal İstanbul bu gelişmenin hemen ardından güncellenerek tutsak alınan Erdoğan eliyle ülkemize dayatılmıştır..

    Erdoğan çaresizdir. 2 arada 1 derede kalmak deyimi hafiftir. Uygun olanı belki de “40 katır mı, 40 satır mı?” olmalıdır..

Ancak gözden kaçırılmamalıdır ki; Rusya için Kanal İstanbul varlık / yokluk sorunu düzeyinde yaşamsaldır ve Suriye – Esad güçleriyle Erbil yöresindeki terörist ögeleri önceki hafta havadan – karadan vurmaya başlamıştır. Bu girişimle Türkiye sınırına ek olarak yüz bin dolayında insan yığıldığı öğrenilmiştir. Zaten Türkiye, güney sınırı ötesinde 3 milyon dolayında yerinden edilmiş (IDP) Suriyeliye kapsamlı yaşam desteği vermektedir. Ülkemizin sırtındaki yük 8,1 milyon insanı aşmıştır. Bu rakam Türkiye’nin resmi nüfusunun 1/10’u olup, kaldırılamaz bir yüktür, sorunun nedeni olan Batı emperyalizmi, Erdoğan eliyle Türkiye’yi oyalamaktadır. 2011 ilkyazından (ilkbaharından) bu yana AB’den gelen desteğin 4 milyar €’yu bulmadığını ancak 40 milyar $’ı aşan bir harcamanın Türkiye tarafından yapıldığını Erdoğan, bir anlamda “övünerek” (!?) söyleyebilmektedir. Ekonomik bunalıma sürüklenmiş bir ülkede bu tutar son derece büyüktür ve “ensar olduk – ensar olacağız” masallarıyla halka dayatılamaz. Fatura, halkımızın yoksullaştırılması ile Ulusa ödettirilmektedir. Harcanan muazzam kaynakların belgeleri nerededir? Hangi yasal dayanakla yapılmıştır bu harcamalar, hesabı verilmiş midir? Sayıştay denetim raporları var mıdır?

– Erdoğan, tek başına bunca muazzam harcama yapmaya yetkili değildir..

Nitekim yukarıda değindiğimiz İdlib yöresindeki yeni Rusya atakları Astana süreci dışındadır ve sanıyoruz Türkiye’ye bilgi bile verilmemiştir; Kanal İstanbul Projesiyle Montrö’yü boşa çıkarıp Karadeniz’e ABD – NATO donanmasını doldurma operasyonuna Rusya, bir başlangıç hamlesi ile yanıt vermiştir. AKP = Erdoğan iktidarı bu politik satranç hamlesini -doğru- okuyabilmiş midir? Karşı atak ne olmuştur, yapılabilmiş midir? Kocaman bir hayır..
****
Mustafa Kemal ATATÜRK döneminde dış politika, büyük güçler arasında taraf olmadan denge politikaları yürütmeye dayandırılmıştı. Kimsenin içişlerine karışılmıyordu. YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ temel ilke idi. 2011 baharında Suriye’de iç savaş çıkarıp petrol – doğalgaz yataklarına el koymayı hedefleyen ABD’nin maşası olmanın, 8,5 – 9 yıl sonra açıklanabilir yanı var mıdır? Komşu, çoğunluğu Müslüman ülke Suriye’ye bu kanlı emperyalist zulme araç – alet olmanın vebali ödenemez.

  • Türkiye, denetlenemeyen – sorgulanamayan – hesap sorulamayan bir TEK ADAMIN PEŞİNDE son derece tehlikeli serüvenlere sürüklenmemelidir, sürüklenemez. Bu sorunsala ivedi çözüm bulmak Türkiye’nin başlıca önceliklerindendir.

    2020’de ilk olarak yeniden Parlamenter rejime dönülmelidir.

    HDP’nin, 16 Nisan 2017 halkoylaması ile Anayasada yapılan kapsamlı – gerici değişiklikler için Anayasa Mahkemesine yaptığı başvuru hala bekletilmektedir!? Erdoğan için de bir fırsattır, en azından örtük bir “rıza” verirse, sorun çözülme yoluna girebilir.

    Yeryüzünde örneği olmayan ucube bir Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile Türkiye, bataklığa saplanmıştır.

  • Türkiye’yi post-modern sömürge kılmak isteyen emperyal güçler,
    TEK ADAM REJİMİNİ apaçık kurgulamışlardır ülkemizde.

    Yukarıda da belirttiğimiz gibi, TEK ADAM türlü yollarla açığa düşürülmüş, hatalara – yolsuzluklara… bulaştırılmış ve tutsak alınarak her isteneni yapacak duruma düşürülmüştür.

    Hastalığın sağaltımı için önkoşul doğru tanıdır. Bir Tıbbiyeli ve Mülkiyeli olarak Türkiye’nin ağır – ciddi ve artık ertelenemez – ötelenemez duruma gelen hastalıklarına koyabildiğimiz tanıları ve uygun sağaltımları (tedavileri) 2020’nin ilk gününde kamuoyunun bilgi, ilgi ve sorumluluğuna sunuyoruz.

Sevgi, saygı ve umut ile. 01 Ocak 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

İktidar, Neron gibi Roma’yı da yakarım moduna geçmiş

İktidar, Neron gibi Roma’yı da yakarım moduna geçmiş

NEVŞİN MENGÜ
@nevsinmengu
http://www.diken.com.tr/iktidar-neron-gibi-romayi-da-yakarim-moduna-gecmis-durumda/

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Alman meslektaşlarla konuşurken kafamın epey karıştığı meselelerden biri Almanya’daki konut sorunu. Özellikle Münih ve Berlin’de konut fiyatları ve kiralar uçmuş durumda. Bu kentler hem Almanya’nın içinden hem de dışından göç alıyor ama yeterli konut yok. Bir Türk olduğum için bu soruna kafam basmıyor. Yav kardeşim her yer boş, boş alanlara diksinler apartmanları işte diye düşünüyorum. Gerçekten de öyle, bir Türk gözüyle bu kentlerde o kadar çok boş alan var ki. Üstelik kentler fazla büyük de değil, etrafları da bomboş.

Fakat Almanya’da öyle kolay olmuyormuş. İnsanlar kentin dokusu değişmesin, yeşil alanları azalmasın, ormanla bağlantıları kesilmesin istiyor. Yeni inşaat yapılmasına direniyorlar. Tabii dev inşaat firmaları da inşaat yapmak için izin koparmaya çalışıyor. Bu konuda bir çekişme var. Kentlerin göbeğinde kocaman kocaman parklar olması, şehrin hemen dışına çıkar çıkmaz ormana dalabilmek gerçekten çok güzel bir şey. İyi zaman geçirmek, spor yapmak orta sınıf, orta alt sınıf insanlar için bir lüks olmaktan çıkıyor. Bahçeli apartmanlar, kent içindeki yeşil alanlar insanlara nefes aldırıyor.

Öte yandan Almanya akın akın yazılımcı, mühendis, doktor göçmen alıyor. Almak zorunda. Zira nüfusu yaşlı, hastanede çalışacak doktora, teknoloji şirketlerinde çalışacak insanlara ihtiyacı var. Almanya’ya göç eden bu yeni orta sınıfın da konuta ihtiyacı var. Trump seçildikten sonra ABD’den Berlin’e ufak bir göç dalgası gözlenmiş mesela. Kendi ülkelerinden ümidi kesen orta sınıf Amerikalılar kendilerine Avrupa’da bir gelecek aramaya gelmiş.

Konut az olunca kira fiyatları alıp başını gidiyor. Berlin’de solcu belediye kiralarda bir tavan fiyat uygulamasına gidiyor. Buna gerekçe olarak anayasal barınma  hakkını gösteriyor. Ancak tabii bu karara serbest piyasaya ve rekabete aykırı diye itiraz edenler var. Öte yandan kentlere büyük paralarla konut almaya gelenler de dengeleri bazen alt üst edebiliyor. Londra buna bir örnek. Londra’daki konutların büyük kısmı Londra’da doğmuş, Londra’da çalışan kişilere değil, göçmenlere, yatırımcılara ait. Arap yatırımcıların büyük payı olduğu söyleniyor. Hatta Londra Belediye Başkanı Sadiq Khan’ın seçim kampanyasını yürütürken verdiği sözlerden biri de konut piyasasını düzenleme ve Londralıların da ev sahibi olmasını sağlamaktı.

Gelelim Kanal İstanbul meselesine. Proje Arap ülkelerinde tanıtılmış, belli ki Arap yatırımcılar hedef alınmış vb. haberleri hepimiz okuduk. Kanal İstanbul çevresinde yeni kurulacak bu bölgede serbest bölgeler planlandığı da iddia ediliyor. Pek çok kişi de Arap kolonisi mi kurulacak endişesini dile getirmeye başladı. Paranın bol olduğu yerden yatırım çekmek Türkiye için kötü bir şey değil. Bu ister Arap sermayesi olsun, ister Rus, ister Avrupa. İnsanların ev sahibi olmak isteyeceği yeni bir merkez yaratmak, ekonomiyi canlandırır, yeni iş kolları yaratır. Fakat burada temel sorunlardan biri projenin İstanbul gibi artık bir ucube durumuna gelmiş megakenti daha da büyütmek, daha da karmaşık hale getirmek üzerine kurulmuş olması.

Madem yabancı yatırımcının da parasını getireceği, gelip yaşamak isteyeceği bir cazibe (AS: çekim) merkezi oluşturmak isteniyor, bu uçsuz bucaksız Anadolu’nun başka bir noktasına yapılabilir. Uzun zamandır göç veren, insan kalmayan bir küçük Anadolu kenti kurtulmuş olur. Hem İstanbul hem İzmir’e yakın Balıkesir neden olmasın örneğin. Hem yeşil alanlara hem Ege Denizi’ne erişimi var, halihazırda otoban ağlarına bağlı. Ya da Bilecik… Hem Bursa’ya yakın, ulaşımı kolay. Kentin hemen dışında çok güzel doğası var. Benzer pek çok küçük kent sayılabilir.

Evet, işler iyi gitmiyor, çarklar dönmüyor. Zira kimse yatırım yapacak cesareti bulamıyor, piyasa şu anda sopayla regüle ediliyor. Bunu da herkes biliyor. İktidar, çarkları yeniden döndürecek, milleti yeniden heyecanladıracak, umut verecek yeni bir şeye, yeni bir hikayeye gerek duyuyor. Yerli ve milli araba, Kanal İstanbul gibi projeler yeni öykü yazmaya dönük, bunu anlıyoruz.

  • Ancak iktidar, Neron gibi Roma’yı da yakarım moduna geçmiş durumda.

Madem çılgınca bir şeyler yapmak gerek, elimizdekileri yok etmeyecek, pirince giderken bizi bulgurdan etmeyecek bir şeyler yapmaya kafa yorsak ya da aslında yorsalar. Ben yaptım oldu, illa da olacak inadı sonuçta kimse için iyi sonuçlar doğurmuyor. Tarih bu konuda hep tekerrür ediyor.
=====================================
Dostlar,

2020’de AKP = ERDOĞAN’DAN İVEDİ BEKLENTİLER..

2020’ye gireli 12 dakika olmuş biz bu dizeleri yazalı.. Öncelikle;

ATATÜRK’ün Türkiye Cumhuriyeti’ne ve tüm insanlığa barış, sağlık, gönenç, adalet.. dolu bir 2020 yılı diliyoruz.. 

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün de katıldığı, aşağıdaki fotoğraftaki Türkiye’yi özlüyoruz..

Image result for Atatürk + yeni yıl kutlama mesajları

Günümüzde İslamiyeti tekellerine almaya çabalayan iktidar çevreleri, dünyada hiçbir İslam ülkesinde görülmeyen tesettür örnekleri  sergiliyorlar.. Hemen alttaki fotoğrafta R.T. Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan’ı görüyoruz. Tarih 2019’lar.

Image result for Emine Erdoğan

Alttaki fotoğrafta da Katar emiri ve eşi Şeyha Moza’yı..

Image result for katar emiresi şeyha

Nasıl açıklayacağız bu tabloyu 2020’nin ilk dakikalarında?
Türkiye 1930’larda nerede idi, gerici iktidarlarla nereye çekildi.
Müslüman ülkeler giderek Batı tipi modern giysilere evrilir ve kadınlar başlarını açarken, Türkiye’ye Tayyipgiller anlayışı dayatılıyor. Bu ne biçim bir İslamiyet yorumudur ve dayanakları nelerdir? Kaç tür İslam yorumu vardır, kimler buna yetkilidir ve “GERÇEK İSLAM” hangisidir?

Bir başka İslam ülkesi Malezya’nın başbakanının eşi Emine Erdoğan ile..

Image result for Malezya başbakanının eşi

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve eşi Reina aşağıda..

Image result for Mısır başbakanının eşi

BAE Başbakanı'nın eşi Almanya'ya kaçtı

 

Birleşik Arap Emirlikeri Şeyhi ve karısı sol yanda..

 

 

 

 

 

 

Emine Erdoğan, Özbekistan Cumhurbaşkanı Mirziyoyev’in eşi ile aşağıda..

Örnekleri çoğaltmak olanaklı..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bağırıyorum, Kuran kadına vücudunuzu örtün demiyor

Prof. Dr. Zekeriya Beyaz imam, vaiz ve müftü olarak çalıştı. Sosyoloji dalında yüksek lisans ve doktora yaptı. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı. Bir laf etti, ortalık birbirine girdi. Hem TV ekranında hem de İslam ve Giyim Kuşam – Başörtüsü Sorununa Dini Çözüm
adlı kitabında, Kuran’da örtünmeyle ilgili hüküm olmadığını söyledi.

Kitaba kelime soktular! 

…. Nur Suresi, … 30 ve 31’inci ayetler önceki ayetlerle birlikte bir bütünlük içinde sorunlara çözüm getiriyor. Ayet diyor ki :

  • ‘Örtünüzü veya başörtünüzü –iki anlama da gelir– göğüs değil, bu yakaların üzerine örtün’, ziynetinizi kapatsın, gerdanlığı kapatsın, kimse görmesin. Ancak bu ziynetlerinizden görünenler müstesna, yüzük gibi küpe gibi. Bunun dışında ziynetlerinizi göstermeyin.Nur Suresi 30 ve 31‘inci ayetlerin tesettürle ilgisi olmadığı halde, daha önceki ayetlerden ve iftira olayından bağımsız gibi ele alınıyor ve kelimelerin anlamları kaydırılarak yanlış yorum yapılıyor. Ziynetinizi, yani gerdanlığınızı örtün’ anlamı yanına yerleri‘ kelimesini ilave ettiler.
  • Allah’ın kitabına bir parantez içinde soktular.Sokunca da ‘ziynet yeri‘ oldu. Böylece de ‘ziynet yerini örtün‘ dendi. O zaman da ziynet yeri, ne oldu? Başı, bedeni oldu. Halbuki kastedilen tamamen ziynet, gerdanlık, takılar, altın ve gümüştü. Bu ayette “baş” kelimesi hiç yok. Örtünün ziyneti örtmesi söz konusu. (Hürriyet, 09.12.2000, İslamiyet Gerçekleri Anasayfası ve Prof. Dr. Zekeriya Beyaz, İSLAM VE GİYİM KUŞAM, Sancak yay. 1999, önsözden önceki çizimli 6 sayfa vd.)
  • Bu açıklama ile bir ilahiyat profesörü bile, Kuran’ın değiştirildiğini kabul-itiraf etmiş oluyor.
    ****
    21. yy’ın şafağında, önceleri Türbanı salt Üniversitede okuyacak kızlar için (!) isteyen AKP, tüm ülkenin başına Türbanı geçirdi deyim yerinde ise. 4-5 yaşlarındaki ana okulu kız çocukları dahil!

2020’de, AKP = Erdoğan‘ın bu akıl ve gerçekte din dışı İhvan / çöl şeriatı anlayışını toplumda dayatmaktan vazgeçmesini diliyoruz. Toplumsal barışın temelinde Laik devleti düzeni olduğunun çok iyi anlaşılması ve uygulanması zorunludur.

Halkımızın da bu gerçekleri iyi anlaması ve aldatılmasına izin vermemesini bekleriz..

Diyanet İşleri Başkanlığı başlıbaşına bir “sorun” durumuna gelmiştir. Adeta militanca davranmakta, İslamın Hanefi yorumunu / mezhebini tüm Türkiye’ye dayatmaktadır. Bu politika ve uygulama kabul edilemez ve sürdürülemez. Kuşkusuz dayanağı AKP iktidarıdır. “Hanefi” mezhebi İslamın yorumlarından / mezheplerinden yalnızca biridir. Dahası, 57 İslam ülkesinin hiçbirinde İslamın yorumu / yaşanışı aynı değildir, ciddi ayrışmalar vardır. Bunların hangisi Kuran’ın doğru yorumudur? Bu sorunun yanıtı yoktur. Dolayısıyla, herkes dini kendi anlayışınca yorumlar ve yaşar; kamusal alanda hiçbir dinsel inanç egemen olamaz. Din – mezhep – inanç çatışmaları geçmişte yüzlerce yıl sürmüş ve çooook kanlı olmuştur. Batı, bu sorunu LAİKLİK – SEKÜLARİTE ile çözmüştür son birkaç yüzyıldır. İslam dünyası için de başka hiç-bir ama hiç-bir seçenek yok tur…

  • İslamda reform ve dinci faşizmi, emperyalizme alet olmayı artık kesinkes bırakmak!

Öncelikle Cumhuriyetin LAİK yapısının korunması, toplumsal barış için olmazsa olmazdır.

Ardından öbür sorunların çözümü için uzlaşıcı yöntemler çoğulcu toplumda bulunabilir. Bunun da yolu yeniden Parlamenter Demokratik yönetime dönüş ve net bir Güçler Ayrılığı rejimidir.

Ülkemizin olağanüstü ağırlaşan sorunlarının çözümü için atılacak ilk 2 ivedi adım, yukarıda sunulmuştur.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının, açıkça yapamıyorsa bile, AKP ve Erdoğan’ı uygun bir yöntemle uyarması Anayasal ve artık kaçınılamaz, ertelenemez görevidir (Anayasa md. 69).

AKP = Erdoğan toplumla çatışmayı bir yana bırakmalıdır. Çatışmacı ve ayrıştırıcı bir dil belki kısa erimde konjonktürel politik kazanç (OY!) sağlayabilir ancak orta – uzun erimde bu olanak yoktur, geri teper hatta. Örn. Kanal İstanbul projesi konusunda “Siz ne derseniz deyin, bu kanal yapılacak” söylemi, demokratik bir rejimde hiçbir devlet başkanının söyleyebileceği bir söz değildir, olamaz. Böylesi bir dayatma ancak mutlak monarklar döneminde belki olabilir; o rejimlerin de dünyada sonlanmasının üzerinden çooook uzun onyıllar hatta birkaç yüzyıl geçti.

Erdoğan BM’de sıklıkla Güvenlik Konseyi’nin 5 sürekli üyesinin ayrıcalıklı konumunu, veto hakkını haklı olarak eleştirmekte ve “Dünya 5’ten büyüktür söylemini dillendirmektedir. Buradan esinle, Kanal İstanbul projesini Erdoğan’ın Türkiye’ye dayatması karşısında diyoruz ki;

  • Türkiye 1’den çooook büyüktür!

Erdoğan Makyavelist dönemini çoktaaaan geride bırakmıştır.
Kesin ve net olarak narsisistik döneminin doruklarındadır.
Bir sonraki adım, Neronist – Hitlerci adımdır!
Ne var ki; Roma ve Almanya, Neron ve Hitler’e karşın hala ayaktadırlar.
Ancak bu 2 prototip, tarihte nereye konmuştur??

ATATÜRK’ün Türkiye Cumhuriyeti’ne ve tüm insanlığa barış, sağlık, gönenç, adalet.. dolu bir 2020 yılı diliyoruz..

Sevgi, saygı ve ümit ile. 01 Ocak 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Prof. Ercan : “Kanal İstanbul, Türkiye ve İstanbul’un çıkarlarını yok edici bir eylem”

Prof. Dr. Ahmet Ercan’dan sarsıcı uyarı:
“Kanal İstanbul, Türkiye ve İstanbul’un çıkarlarını yok edici bir eylem”

Uğur Dündar
SÖZCÜ,
27.12.19

Sevgili okurlarım,

Bu yazıda Kanal İstanbul denince özellikle deprem konusunda zihinlere takılan soruları, bir uzmanın, Jeofizik Yüksek Mühendisi Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan’ın görüşleriyle yanıtlandırmaya çalışacağım.

Prof. Ercan’a göre; Kanal İstanbul, Marmara Denizi altından, doğu-batı doğrultulu uzanan Kuzey Anadolu Kırığı üzerinde değil, ona dikey Küçükçekmece Gölü’nden Terkos’a doğru uzanan kara kesiminde olacağından, ana depremi yaratacak kırıkla bir bağlantısı bulunmuyor!..

★★★

Peki Kanal’ın, varolan kırıklar üzerinde deprem yaratma olasılığı var mı?

Hoca bu soruyu da şöyle yanıtlıyor:

Image result for Prof. Ahmet Ercan

“Kanal İstanbul, Küçükçekmece içinden geçen 3 tane ikincil kırıkta da deprem yaratacak bir yük oluşturmaz. Kaldı ki, yapılacak kazıyla 6 milyar tonluk kaya kaldırılarak, bunun yerine 1,5 milyar tonluk su yolu ağırlığı konacağından, ek yük getirmez. Tam tersine 4 kat ağır yükü üzerinden alır. Ayrıca Küçükçekmece ile güneyinde beklenen en sığ depremin odak derinliği 5 bin m ile 10 bin m arasında değişiyor. Kanalın derinliği ise yalnızca 25 m. Ek yük bindirmeyeceği gibi, en az 1/200 ile 1/400 oranında yükü azaltır. Bu devede bir tüy bile değildir…”

Prof. Ercan “Kanal İstanbul heyelanlara neden olur mu?” sorusuna ise sarsıcı yanıtlar veriyor:

“Karadeniz’in suyu Marmara’ya göre 30 cm daha yüksek. Dinyeper, Dinyester, Tuna, Kızılırmak, Sakarya nehirleri ile beslenen, göreceli olarak tuzu az, ayrıca daha soğuk olan Karadeniz’in suları, Türk Boğazları’ndan yaklaşık 5 ile 10 km/saat hızla akmakta. Lodosun estiği günlerde Karadeniz, 80 cm dolayında şişebiliyor. O nedenle gemiler lodoslu dönemlerde Karadeniz’e giderken adeta tırmanırlar. Karadeniz’e su getiren nehirlerin beslenme havzalarında yağışın %10 azalması, iki deniz arasındaki yüksekliği 25 santimetreye dek düşürebiliyor. İstanbul Boğazından suyun Marmara’ya akış hızı, mevsimlere ve koşullara göre 4 – 18.5 km/saat arasında değişiyor. Açılması düşünülen, Kanal İstanbul’dan geçecek su kütlesinin büyüklüğü 800 m3/saniyedir. Bu büyüklük ve hızda akışa geçecek su kütlesi, durgun, ayrıca yarı tuzlu, bir su kulağı (lagün) olan Küçükçekmece Gölü’nde, birdenbire bir devinime neden olacak. Bu devinim, Küçükçekmece Gölü’nün doğusundaki, Küçükçekmece Merkez, Kanarya, Cumhuriyet Mahallesi ile Menekşe kesimlerini, batı yönünde de Avcılar’ın, Firuzköy ile İstanbul Üniversitesi ve Esenkent’in Turan yöresindeki yerleşme birimlerini doğrudan etkileyecek. “Gürpınar birimi” diye anılan yamaç, killi, kumlu, gevşek, heyelan yapan topraklarla kaplı ve oldukça kaygan. Bir deprem anında ya da onu dengede tutan topuğunun aşınması sonucunda %13’lük eşik değerini aştığında heyelan oluşturabiliyor. Karadeniz’den, 4 – 18.5 km/saat hızla Küçükçekmece’ye gelecek su, deniz kulağını dingin durumdan, etkin duruma dönüştüreceğinden, heyelan alanlarının topuklarını aşındırarak, başta İstanbul Üniversitesi, Firuzköy ve Kanarya kesimlerine doğru heyelanın ilerlemesini tetikleyebilir. Bu durum da var olan yapılar için büyük tehlike yaratır…”
★★★
Prof. Ahmet Ercan, Kanal İstanbul’un Avcılar Depolama Limanı çevresinde heyelan yaratma riskinin yüksek olduğunu ve Küçükçekmece Deniz Kulağı’nın bir daha geri gelmemek üzere bozulacağını belirttikten sonra sözü “Beklenen büyük depremlerin Kanal İstanbul’a etkisi olur mu?” sorusuna getiriyor.

“Kuzey Marmara’da, Kuzey Anadolu Kırığı üzerinde iki yerde deprem bekleniyor. Bunlardan birinin Küçükçekmece’nin 10 ile 25 km açığında ve 6.4 ile 6.7 büyüklüğünde, ötekisinin ise Marmara Ereğlisi önünde gerçekleşeceği ve 7.0 ile 7.2 büyüklüğünde olabileceği hesaplanıyor. İkisinden çıkacak toplam enerjinin 7.3 olmasını beklemekteyim.

Böyle bir deprem çiftinin oluşma ihtimali bana göre %71’dir. Bu depremlerin etki alanları doğu batı yönünde 150 km, kuzey-güney yönünde ise 80’er km olacak. Dolayısıyla Kanal İstanbul da, öteki yapılar gibi sarsıntının etkisinde kalacak. Ne var ki, mühendislik yapılarının deprem çekincesi, büyük bir duyarlıkla yapıldığından, yapım sırasında önlemler alınarak en az etkilenecek bir su yolunu inşa etmenin bugünkü yöntemlerle güç olmayacağı kanısındayım.”
★★★
Ve çarpıcı bir soru daha:

Kanal İstanbul yer altı sularını kirletir mi?

“Kanal İstanbul’un 5.5 km’si Kırklareli Eosen kireçtaşları içinden geçecek. Bu kaya birimden Trakya’da doğalgaz ile az da olsa petrol çıkarılır. İstanbul’da ise yer altı suları… Kireçtaşları erime boşluklu, kırıklı, çatlaklı, gözenekli, ötesi içinde mağaralar bulunduran bir yapıdadır. O nedenle, Karadeniz dibinden süpürülerek gelecek kirli çamurların Kanal boyunca yeraltı sularını kirletmesi doğaldır. Kaldı ki İstanbul, İkitelli Organize Sanayi Bölgesi’nin kirli sularını yüzeyden taşıyan Ayamama Deresi’nin İkitelli, Güneşli, Sefaköy, Yenibosna ve Bakırköy dolayında yeraltı sularını kirlettiği göz ardı edilmemelidir…”
★★★
Ve en vahim (AS: ürkünç) saptama :

“Kanal İstanbul ile birlikte; yeraltı sularını besleyen 23 milyon m2’lik orman alanı ile 135 milyon m2’lik tarım alanı ve (2 milyar $ çıkış değerli) İstanbul suyunun % 10’unu sağlayan Sazlıdere Barajı da ortadan kalkacak. Kanal açılırsa, Terkos Gölü ve yeraltı suları hem tuzlanacak, hem de kirlenecek. Sazlıdere Barajı ile Terkos su biriktirme gölü ortadan kalkacağı için, Sazlıdere – Terkos birleşiminin İstanbul’un 1/3’lük kesiminde yaşayan yaklaşık 5 milyon kişiye sağladığı su da kesilecek!..

  • Bundan daha önemli, daha vahim bir sakınca olamaz!..”

★★★
Prof. Ahmet Ercan sözlerine sarsıcı bir uyarıyla son veriyor:

“Uzmanlık konularımı kapsayan yukarıdaki açıklamalarımın yanı sıra, öteki nedenler de ortaya konulursa,

  • Kanal İstanbul’un tam bir kıyım,
  • İstanbul ile Türkiye’nin çıkarlarını yok edici bir eylem olacağı inancındayım…”