1933 tarihli Andımız
Sadi SOMUNCUOĞLU
sadisomuncuoglu@yahoo.com
20 Ekim 2018, YENİÇAĞ
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Başbakan 2009’da ‘demokratik açılımı’ başlatıyorum” dedi. Açılım, kısa, orta ve uzun vadede tamamlanacaktır. Kısa vadede yapılacaklar kolay, ama orta ve uzun vadedekiler, anayasa değişikliğini gerektirdiği için zor. Meselâ anayasadan “Türk” adının çıkarılması gibi. Kolay denilen ve 26 maddeden oluşan düzenlemenin 19. madde başlığı “AND okunmayacak”tır. Açıklaması ise; “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 250 yeni okul inşa edilecek. İlköğretim okullarında ‘Türk’üm, doğruyum, çalışkanım’ dizeleri ile başlayan And’ın okutulmasından vazgeçilecek” şeklindedir. (19.09.2009, Star)
26 maddeyi de ele aldığımız Millî Düşünce Merkezi (MDM) yayınlarından “Son Haçlı Seferi: PKK Açılımı“ kitabımızda 19. maddeye ilişkin şunları yazmıştık:
“Bu yasaklamayı kim istiyor? Tabii ki, PKK-AB-AKP. Böylece ‘bebek katilinin’ bir şartı daha yerine getirilecek demektir. Bin yıldır kan ve can bedeliyle vatan yaparak yüksek bir medeniyet kurduğumuz bu topraklarda kendi çocuklarımıza milletimizin andını öğretemeyeceğiz; onlara doğruluk, çalışkanlık, dürüstlük gibi temel değerlerimizi öğretemeyeceğiz öyle mi? Haddini bilmezlik ve inkârcılık doğrusu bu kadar olur.
Aslında And’ın yasaklanması açılımcıları ele veren bir şifre gibidir; suçüstü halidir. Şöyle ki, bunlar; Atatürk ‘Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir’ diyerek devleti Türk Milleti esasına göre kurdu. Böylece diğer etnik kesimlere inkâr, asimilasyon ve ayrımcılık yaptı. ‘Biz ayrımcılıkla mücadele ederek bu yanlışı düzelteceğiz’ diyorlar.
Demek ki, Atatürk ve arkadaşları devleti ırklar koalisyonuna göre değil de, bir millet gerçeğine göre kurmakla büyük suç işlemiştir. Atatürk düşmanlığının gerçek kaynağı bu olsa gerek.
Sanki; milletle etnisite aynı şeymiş, dünyada etnik/ırk ortaklığı esasına göre kurulmuş bir devlet varmış, etnik kesimler milletin ayrılmaz birer parçası ve çoğunluğa mensup değilmiş gibi! Bu durumda asıl ‘ayrımcılık’, ‘bölücülük’, ‘asimilasyon ve ‘inkârcılık’ Türk Milleti gerçeğinin reddi ile onun bir parçasını koparmaya kalkışmakla yapılmaktadır.
Evrensel hukuka bakıldığında milletler, çoğunluğa ve azınlığa mensup olmak üzere iki gruptan oluşmaktadır. Bu çerçevede düzen, eşit vatandaş, bir millet ve millî (AS: Devlet) temelinde üçlü bir yapıya göre kurulmaktadır. Azınlığa mensup olanlar ise, kültürleri ve inançlarını bireysel planda hür olarak yaşayan, ülkenin eşit vatandaşlarıdırlar. Ayrımcılık yapamazlar, grup kimliği talep edemezler.
Etnik kesimlere gelince, bunlarla ilgili olarak evrensel hukukta herhangi bir düzenleme yoktur, çoğunluğa mensup ve eşit haklara sahip vatandaştırlar. Bizde olduğu gibi ‘kimliğimizin tanınmasını istiyoruz’ şeklinde komik talepte bulunamazlar. Çünkü buradaki kimlik siyasi olmayıp toplumsaldır. Başka bir ifade ile bir aileye veya aşirete mensubiyet, yahut bir şehirli olmak, birilerinin kabul veya reddine bağlı olmayan objektif bir realitedir. Sade bir ifade ile aşiretler topluluğu diyebileceğimiz etnisite de aynı durumdadır. Bunların üzerine siyaset ve egemenlik kurma iddiası ileri sürülemez.
İyi niyetliler için bir daha anlatalım. Büyük bir kültürün ve medeniyetin inşasını gerçekleştiren Selçuklu ve Osmanlı Cihan Devleti gibi, Türkiye Cumhuriyetini de Türk Milleti kurmuştur. Sahibi Türk Milletidir. Bu topraklarda binlerce yıldır kökeni ne olursa olsun birlikte yaşayan herkes, Türk Milletinin asli unsurudur. Hoşunuza gitse de, gitmese de bu yaşanmış ve yaşanmakta olan bir gerçektir. İşte bunun inkâr edilemez bir delili: Sultan Abdülhamit döneminde yapılan 1876 anayasasında, devletin ve kurucusu olan Türk Milletinin kimliği şöyle tarif edilmiştir: ‘Devletin resmi dili Türkçedir, Türkçe okuma yazma bilmeyenler memur ve mebus olamaz, ülkenin neresinden seçilmiş olursa olsun, herkese Osmanlı mebusu denir.’ Dikkat edilirse Türkçe bilenlerin sayıca az ve devletimizin en zayıf olduğu dönemde bile, devletin kimliği böyle tarif edilmiştir.
Cumhuriyet döneminde de bu tarif aynen korunmuştur. 1876 anayasası ile 1924 anayasası arasında hiçbir fark yoktur. Bugüne kadarki anayasalar da aynıdır. İşinize gelince Osmanlı ile övünüyorsunuz; Osmanlı da devleti Türk kimliğine göre kurduğu için, utanmadan inkârcı, ayrımcı, asimilasyoncu, baskıcı iftirasını yapıyorsunuz.” (Ocak ve Ekim 2010)
O dönem yöneticilerimizden Prof. Dr. Nurullah Çetin’in “Andımız Ayet mi?” kitabı da elden milletvekillerine dağıtıldı. (Ekim 2013)
Danıştay’da hak mücadelesi
1933 yılından beri okunan ve 2013’te kaldırılan Öğrenci Andı için mücadele dokuz yıldır sürüyor. Bu millî dava ilk kez 2009’da Danıştay 8. Daire’de görüşüldü. Mahkeme; “Türk” kelimesinin bir ırkın değil, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan dili, ırkı, rengi, cinsiyeti, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini, mezhebi ne olursa olsun tüm vatandaşların bir araya gelerek oluşturdukları, herkesi kapsayan ve kucaklayan milletin ortak adı olduğunu belirtti, yönetmelik değişikliğini iptal etti. Daha sonra 2011, 2014, 2016 ve nihayet 2018’de yargının gündemine geldi. Türk Eğitim-Sen ve Eğitim-İş’in açtığı davada Danıştay 8. Dairesi, ilköğretim okullarında uygulanan “Öğrenci Andı”nı kaldıran yönetmelik hükmünü iptal etti.
Andımızın okunması devam edecek.
- Türk’ü inkâr “rabia” ile devam ediyor.
Ama görüldüğü gibi Türk Milleti sahipsiz değil.
=========================================
Dostlar,
(Aşağıdaki hukuksal irdeleme;
Mülkiye diplomamız ve Sağlık Hukuku uzmanlığımıza dayalıdır.)
Sayın Somuncuoğlu‘na bu ağırbaşlı – sorumlu derlemesi için teşekkür ederiz..
Bir düzeltme yapmak zorundayız bu yazı vesilesiyle. Bu gün sitemizde yer verdik, yineleyelim ve açalım : (http://ahmetsaltik.net/2018/10/20/20-ekim-2018e-guncel-notlar/)
Milli Eğitim Bakanlığı’nın, Danıştay 8. Daire kararının henüz kesinleşmediğini, yargı sürecinin sürdüğü açıklaması hukuksal gerçeklerle örtüşmüyor..
Danıştay 8. Daire kararı, temyiz yoluyla bozulmadığı sürece, verildiği andan başlayarak hukuksal sonuç doğurur (2577 s. İYUK md. 52). Bu hukuksal sonuç, Andımızın okunmasını yasaklayan Yönetmelik değişikliğinin, yargı kararı tarihinden geriye geriye, yapıldığı tarihten başlayarak yok sayılması, hukuk dünyasından tüm sonuçları ile silinmesi, kaldırılmasıdır.
Karar MEB’e tebliğ edildiğinde en geç 30 gün içinde bu Bakanlık gereğini yapmak zorundadır. Yaptığı yönetmelik değişikliği artık yok hükmünde olduğundan, okullara bir genelge yollayarak önceki duruma dönmek, Andımızın okullarda okutulmasını sağlamak zo-run-da-dır. İdarece, 2577 sayılı yasanın 28/1 maddesine göre idari yargı kararının gereklerine göre işlem kurulması zorunludur..
Ancak, “30 gün süresi var” değerlendirmesi hukuksal olarak geçersizdir. İptal edilen idari işlemin (örneğimizde andımızın okunmasını kaldıran yönetmelik değişikliğinin) sonuçlarının ortadan kaldırılması zaman gerektiriyorsa, en geç 30 gün içinde bu adımlar tamamlanacak demektir (İYUK md. 28). Gerekçesiz ve keyfi olarak 30 gün beklemek – bekletmek hakkı 2577 s. İdari Yargı Usulü Kanunu’nda İdareye tanınmış bir yetki değildir. Ne yazık ki, basına açıklama yapan kimi uzman hukukçular bile bu noktada yanılmaktadır.
Nitekim MEB’in, karar tebliğ edildiğinde yapacağı iş, okullara bir genelge yollamak olduğundan, 30 güne değil, belki 30 saate bile gereksinimi olmadığıdır. Hukuka, hukukun üstünlüğüne, hukuk devletine, adalete, Anayasaya (md. 138/son) saygı, başka seçenek tanımamaktadır.
Gerek “hukukçu” Adalet bakanının, gerek AKP sözcüsünün Danıştayı “yerindelik denetimi” yaptığı yönündeki suçlamaları tümüyle politik bir tepki olup, hukuksal hiçbir değeri yoktur.
MEB, Danıştay 8. Dairesinin kararının gereğini gecikmeksizin – derhal uygulayacak, bir yandan da Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunda (İDDK) görüşülmek üzere temyiz dilekçesini Danıştay Bakanlığına sunacaktır. (2577 s. İYUK md. 46 ve 48). Bu arada, Bakanlık Yürütmeyi durdurma istemez veya bu isteği reddedilirse Andımızın okunması sürdürülecektir. Danıştay İdari ve Vergi Dava Daireleri Kurulları kararlarına uyulması zorunludur (2577 s. İYUK md. 49/4).
“Yerli ve milli” olduğunu söyleyip duran AKP açısından durum tam da bir turnusol kağıdıdır. Umar ve dileriz ki, iyi niyetli AKP seçmeninin de gözü açılsın bu dava nedeniyle..
MEB Prof. Z. Selçuk epey zorlu bir sınavda olsa gerek.. Yukarıda Saray, aşağıda Hukuk!
HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ‘ne bağlı kalmak –Saray dahil– herkesin yararına olacaktır.
Sevgi ve saygı ile. 20 Ekim 2018, Ankara
Ahmet SALTIK MSc, BSc
Mülkiyeliler Birliği Üyesi – Sağlık Hukuku Uzmanı
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com