Etiket arşivi: parti devleti

SİYASAL DİNCİLIK NEDİR?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

İşin en kısa özeti şöyledir :
Siyasal dincilik demek, siyasal dinci partilerin, kendi siyasal iktidarlarını kalıcı duruma getirebilmek için kapitalizmin küresel gücünden yararlanabilmek amacıyla, İslam dinini kapitalizm ya da serbest piyasa ekonomisi kuralları ile harmanlamak ve evlendirmektir. (AS: İslamiyeti emperyalist kapitalizmin buyruğuna sokmak!)

Bu tür iktidarların temel ve kalıcı politikası, kapitalizme sürekli pazar bularak ve zenginlere de kamu kesesinden sürekli kaynak aktararak iktidarda kalmaktır. Demokrasiyi, yalnızca kendi işine geldiği ölçüde benimsemek ve araçsallaştırmaktır.

Geniş kapsamlı, iktidarı övmeye programlanmış ama iktidarı eleştirmeye kapalı bir medya desteğine sahip olabilmektir Siyasal iktidar tekelini sürdürebilecek, Güçler Birliğine dayalı bir hukuk ve yargı sistemi kurabilmektir. Tıpkı monarşilerde olduğu gibi, bütün yetkilerin tek kişide toplandığı ve her şeye yine tek kişinin karar verdiği bir parti devleti kurabilmektir.

Yoksulları da; ilahi yazgı ya da kader diyerek içinde yaşadıkları olumsuz ve kötü koşullardan başka bir seçeneklerinin olmadığına, özellikle de dini siyasete alet ederek, inandırmaktır. Sonra da genelde cahil kalmış ya da cahil bırakılmış; sosyal ve ekonomik açıdan zayıf, güçsüz, yoksul ve bilinçsiz kitleleri ırk, vatan, bayrak, din, gibi kutsalların beka tehlikesi içinde olduğu konusunda yaratılan algılarla zihinlerini yıkamaktır.

  • DİNCİ SIYASAL İKTİDARLARİN AMACİ CAHİL VE YOKSUL KİTLELERİ CEHALET VE YOKSULLUKTAN KURTARMAK DEĞİLDİR.
  • ÖZELLIKLE DİNCİLIK KOZUNU ETKİN BİÇİMDE KULLANARAK, YANİ DİNBAZLIK YAPARAK, BU GENİŞ KİTLENİN İÇİNDE BULUNDUĞU CEHALET ve SEFALET KOŞULLARİNI KALICILAŞTIRIP ONLARI KENDI VERİLİ KOŞULLARINDA SANAL OLARAK MUTLU ETMEYE CALIŞMAKTIR.

Ayrıca yoksul ve cahilleri, dış ve iç düşmanların varlığı ile ikna / tehdit edip korkutarak / aldatarak, sahip ve köle ilişkilerine benzer biçimde, ölmeyecek ölçüde sadaka kültürünü de devreye sokarak, bitmez tükenmez sabır, kanaat ve itaat telkin etmektir.

Cehennemden ebedi kurtuluş ve cennette de sonsuz egzotik ve fantastik yaşam vaadi ile cahil halkı, siyasal iktidarın asla tercihlerini değiştirmeyecek sadık dinci iktidar yandaşları durumuna getirmek demektir.

  • Başka bir deyişle siyasal dincilik dindarlık değil, dinbazlıktır.

Toplumdaki cahil bırakılan geniş kitleleri, sayın Yaşar Nuri Öztürk‘ün deyimi ile “Allah ile aldatmak“tır.

Türkiye’deki siyasal rejimin ne olduğunu ise sizlerin eğitim, akıl, zekâ, gözlem, algılama ve siyasal anlayışına bırakıyorum.

Sözün özü                   :
Cehalet yenilgiye uğratılmadan, akıl ve bilim odaklı ve insan merkezli bir anlayış egemen kılınmadan, sözde değil özde olarak, hukukun üstünlüğüne dayalı, demokratik, laik ve sosyal bir devlet anlayışı egemen olmadan aldatmalar, aldanmalar, açlık, sefalet, geri kalmışlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik sürer.

Ayrıca İslam ülkeleri ve toplumlarının   :

a- Birlikte ve barış içinde yaşayabilmeleri için mutlaka çoğulcuğu yani laikliği keşfedip benimsemeleri gerekir. Toplumsal huzur (erinç) ancak duygudaşlık (empati) yapıp, inanç ve düşünce olarak size benzemeyenlerle adil biçimde varlık ve yaşam haklarına inanmak ve saygı duymakla olanaklı olur.

b- Aklın ve bilimin kavrayış açıcı, değiştirici, iyiye ve güzele doğru geliştirici, ekonomik ve toplumsal refahı (gönenci) artırıcı ve çağdaş uygarlığa dönüştürücü
gücünü görmeleri ve uygulamaları gereklidir.

  • Geri kalmışlık, açlık, sefalet ve en önemlisi de cehaletten kurtulmak mutlaka bunu gerektirir.

OLMAYACAK DUAYA AMİN DEMEK

Zeki Sarıhan
OLMAYACAK DUAYA AMİN DEMEK – Zeki SARIHAN Blog
13.08.2023

Bütün gelişmeler, Türkiye’de yeni bir rejim kurulmaya çalışıldığına işaret ediyor. Bu, gerçekte yeni değil, tarihte tanık olduğumuz eski bir rejimdir.

Batı toplumlarının gelişmesi karşısında devletin parçalanıp yıkılacağını anlayan Osmanlı aydınları Mithat Paşa, Namık Kemal, daha sonra askeri unsurların da (ögelerin de) katılmasıyla yeni Türkiye‘nin temellerini attılar. Buna bir hafiye rejimiyle direnen Abdülhamit devri tarihe karıştı.

Hiç kimse, Türkiye’de o sistemin geri geleceğini düşünemezdi. Nitekim Patrona Halil, 31 Mart 1909, Halifeliği geri getirmek isteyen 1925 Şeyh Sait karşı devrimci isyanları bastırıldı. Tarih geri döndürülemezdi.

Nitekim, politik düzenin kağşadığı (dağılmaya yüz tuttuğu) 2000’li yılların başlarında AKP, yalnızca “muhafazakâr demokrat” olduğunu söyleyerek iktidara geldi. Bugün uyguladığı programı savunmayı göze alamazdı. Ordu ve bürokrasinin ve laik kamuoyunun engeline çarpardı.

Bu nedenle önce bu engelleri bertaraf etmesi gerekiyordu. Ortağı Fethullahçı kalkışmayı bertaraf ederken parti devletini kurmaya da hız verdi. Bürokrasi, son atamalarda da görüldüğü gibi, artık AKP’nin bir aparatı (aygıtı) durumuna gelmiş, görece bağımsız yargı da tarihe karışmıştı.

  • Bu durum laik yaşamın gerçek koruyucusunun halk olacağını gösteriyor.

Bu gücüne dayanarak AKP,  gericilerin 200 yıldır rüyasını göremeyeceği elverişli koşullara kavuşmuştur. Kızıl Sultan Abdulhamit’in hafiye rejimini geri getirmeye soyunmuştur. Üstelik bunu sözüm ona halkın rızasıyla yapmaktadır.

  • Devletin kaynakları tarikatların kullanımına verilmiş, Diyanet örgütü de buna koşulmuştur. 

Ancak, Türkiye’de Abdülhamit rejimini diriltmeye olanak yoktur.

İktidar bu konuda boş bir hayal içindedir.

AKP’nin kültür politikalarının halkın laik yaşamında bir karşılığının olmadığı görülmektedir.

Kurslarda çocuklara giydirdiği sarık ve çarşaf, onun gönlünden geçen giyim tarzı ise de bunu yaygınlaştırmayı başaramayacaklar.

Bütün okulları imam hatipleştirmek de boş bir hayaldir.

Çekirge bir sıçramış, iki sıçramış, belli bir mesafe alabilmiştir. Üçüncü sıçrayışı her sınıftan Türkiye halkının yaşayışından kaynaklanan engelleme ile karşılaşacaktır. 

AKP yöneticileri olmayacak bir duaya amin demekle avunmaya devam etsinler… toplum bildiğini okur.

Devletsiz millet

GANİ AŞIK
Eski CHP Kayseri Milletvekili / Emekli Müftü

Yerbilimcilere göre coğrafyamızda son felaketin benzeri asırlardır yaşanmadı. Ağır maddi kayıplar yanında can kaybının ürpertici boyutu da henüz belirsiz. Nice canlar, yaşamdan koparak ebediyete kanat çırptılar. Cennetin, masum ve günahsızların ayakları altına ipek halı gibi serildiği, cehennemin bu felakette sorumluluğu olanlara kapılarını araladığı kesindir. Şehitlere rahmet, yaralılara şifalar. Evren, yüce kudret tarafından yasaları ile birlikte yaratılmıştır. Bunlar, uyulması zorunlu Tanrı emirleridir. Hiçe sayanların cezası bu dünyada, peşin ve acımasızdır ama bizde bu ihlallerin cezasını günahsız insanlar çekiyorlar.

Yaşadığımız topraklar, büyük acı nedeni ile sıkça duyduğumuz “fay, levha, segment ve zon” denilen atom bombaları üzerinde oturuyor. Deprem ülkeleri Japonya ve Şili, bu sorunu bilimin öncülüğünde çözdüler. “Mevlam nice dert vermiş, beraber derman vermiş” ama 21 yıllık iktidarın ortaçağa odaklı zihinsel kodlarını güncellememiş.

‘DAVA’ DEDİKLERİ

  • Kuruluşundan 80 yıl sonra ele geçirdikleri modern devleti,
    Aydınlanma devrimleri ile birlikte ortadan kaldırarak,
    sivil bir darbe ile İhvan modeline geçtiler.
  • “Dava” dedikleri şifreli mesajın, 100. yılında Atatürk Cumhuriyetinin tasfiyesinin resmileştirilmesi olduğunu netleştirdiler.

Her devrim belli aşamalardan geçerek vücut bulur. “Karşıdevrim” de herkesi uyutarak kimi aşamalardan geçti :

Yoksul halkın hazinesini talan ederek –ham hayal olan- şeriat devletinin öncü ideologlarına ve militanlarına devasa kaynak transferi (aktarımı) sağladılar. Çankaya yerine Saray’da oturarak Atatürk’ü ve Cumhuriyeti hatırlattığı için Ulus’tan Çankaya’ya uzanan protokol yolunu iptal ettiler. Devlet tesislerine isimlerini vererek Kurtuluş Savaşı ve Atatürk karşıtlarını kutsadılar. Cumhuriyetin köklü kurumlarını ve bürokrasisini çökerterek koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni parti devletinden öte, aile devletine dönüştürdüler.

  • Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, iktidar destekli FETÖ kumpasları ile omurgasını kırdıktan sonra, okullarını, hastanelerini ve hiyerarşisini elinden alarak, bu şanlı kurumu sıradan bir genel müdürlük haline getirdiler.
  • TSK, hastanesi olmayan dünyanın tek ordusudur.

Tarikatların ve dinci vakıfların kucağına bıraktıkları Türk milli eğitimini,
şeri eğitime dönüştürdüler.

Diyanet’in gereğinden çok imam hatip liseleri açılması ile gerçekte neyin amaçlandığının bilincindeki aydın kesimin itirazları, “Dinini bilenden ne zarar gelir?” yaygarası ile bastırıldı ve bu iktidarla birlikte imam hatip ve ilahiyat furyası dalga dalga yayıldı.

An itibarı ile bürokrasinin bütün köşeleri, başına getirildiği kurumla ilgisiz ilahiyatçı ve imam hatip kökenlilerin elinde.

Bir bölümü Selefi/Vahhabi öğretisi ile yetiştirildikleri için,
Cumhuriyetin yıkılmasında ve devletin soyulmasında önemli roller üstleniyorlar.

Saygın ve özgün meslekleri adına çok üzücüdür. 21 yıldan bu yana, İslamın saliklerini İslamın sülüklerinin din ile aldattıkları dönem, gelecek iktidara tümü ile harabe bir vatan bırakarak kapanmak üzeredir.

Onuruna ve yetkilerine sahip çıkan bir parlamento ve ömrü boyu boğazından haram lokma geçmemiş, bölen değil birleştiren, nefreti değil sevgiyi, kibri değil tevazuyu, şatafatı değil sadeliği önceleyen bir cumhurbaşkanı dileği ile.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 26 Ağustos 2020

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 26 Ağustos 2020

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

KORKU
Kılıçdaroğlu, “Abdullah Gül’den neden korkuyorlar?”
Kemal Bey hiç korkuyor mu? Hep yanında…

SAHİL
Pek çok sahil, ihalesiz MUÇEV isimli yandaş kuruluşa kiralanmış.
Sahilde yandaş iyi olur. Denize rahat girilir!…

ŞOK
Muğla Güllük’teki Şok Market vitrinine “65 yaş üstündekiler giremez” yazmış.
Millet şokta…

ÖVÜNÇ
Adalet Platformu Başkanı, Türkiye Aile Meclisi Başkanı Adem Çevik, İstanbul Sözleşmesi’ni savunan isimlerden şikâyetçi oldu. Kumpas nedeniyle 26 ay tutuklu kalan Başbuğ için “Bizim dilekçe sayesinde 26 ay içerde yattı” dedi.

Şimdi övünme zamanı…

KORUMA
AKP Sözcüsü Ömer Çelik, İstanbul Sözleşmesi‘yle ilgili, “Ne kadını korumayı ne de aileyi korumayı terk edeceğiz.”
Korunmuş hali bu ise…

KENETLENME
Fahrettin Altun’un eşi Fatmanur Altun;
‘Günümüzün manda ve himayecilerine, Atatürk‘ün ifadesi ile gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olan iç bedhahlara karşı bütün gerçek Atatürkçülerin Recep Tayyip Erdoğan liderliği altında kenetlenmesi, kendileri açısından, tarih karşısında en tutarlı ve sahici duruş olacaktır.’

İlkeleri kemirmeye kenetlenenlerle kenetlenmeye! …

ARAP
BAE, Yunanistan’a desteğini göstermek için Girit’e savaş uçakları gönderdi.
Müslüman… Din kardeşi… Din birleştirici mi demişlerdi?
Yallah yallah…

GAZ
RTE ekonomide köşeye sıkışmışken 320 milyar metreküp doğal  gaz bulunduğunu müjdeledi.
2023 seçim sloganı belli, “CHP gelirse gaz kaçar”…

MİLLİ
AKP Sözcüsü Ömer Çelik gaz müjdesi için ne demişti; “Ülkemizin başarısıyla gururlanamayanlar ve milletimizin sevinciyle sevinemeyenler var. Onlara da ülkemizin başarısıyla gururlanma ve milletimizin sevinciyle sevinme duygusu nasip olmasın diliyoruz”

Hiçbir milli bayramı layıkıyla kutlamayan ve halkın kutlamasını elinden geldiğince engelleyen AKP milli sevinçten söz ediyor.
Dinime küfreden bari Müslüman olsa…

OKUL
Rize Kalkandere’de MEB’e bağlı ilkokulda AKP kongresi yapıldı.
Parti devletinde siyasi-ahlaki-hukuki sınır kalmadı…

TUŞ
AKP iktidarı döneminde TL dolar karşısında %340.5 değer yitirdi.
(Veriler CHP’den değil Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’ndan.)

Kredi Derecelendirme Kuruluşu Fitch, ülkemizin not görünümünü negatif olarak belirledi (Yatırım riskli).

Doğal gaz yetmez ver mehteri…

 

 

 

 

Türkiye’nin Neo-Patrimonyal Sultanizm ile imtihanı

Türkiye’nin Neo-Patrimonyal Sultanizm ile imtihanı

Image result for Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu

Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu
Sabancı Üniversitesi

1982 Anayasası’nın 2017 halkoylaması değişiklikleri ile ortaya çıkan bugünkü rejim yok hükmündeki anayasası, vitrininde modern, vitrin gerisinde patrimonyal yönetim özelliği gösteren bir neo-patrimonyal sultanizm uygulamasına doğru evrilmektedir.

Pazar günü Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan, “Yönetemeyen Demokrasi-Arızalı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli” başlığını taşıyan makalesinde Sayın Alev Coşkun, konu üzerinde görüşlerini açıklamıştı. Sayın Coşkun, benim de bu konuda yazı yazmamı beklediğini belirtiyordu. Konu ile ilgili yazımı Cumhuriyet okurlarına sunuyorum.

Giriş: Siyasal rejimimizin özü nedir? 
16 Nisan 2017 günü yapılan halkoylamasıyla Türkiye, muhalefet tarafından meşruluğu halen tartışılan bir rejim değişikliği geçirdi. Ülkemiz daha önce 21 Ekim 2007 halkoylamasıyla yarı parlamenter rejimden yarı-başkanlık rejimine değiştirmiş olduğu rejimini, bir kez daha değiştirerek bu kez iktidar koalisyonunun “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” diye adlandırdığı bir rejime geçti. Bu değişikliğin ana öğeleri başbakan ve bakanlardan oluşan hükümetin ilga edilerek yürütmenin yeniden örgütlenmesiyle değişti. Başbakanlık lağv edildi; bakanların Yasamaya karşı sorumlulukları büyük ölçüde ortadan kaldırıldı; Bakanların yasama tarafından görevden alınması hemen hemen olanaksız hale getirildi ve Bakanlar aslında Cumhurbaşkanı sekreteri oldular. Yasamanın gensoru, sözlü soru gibi yürütmeyi denetleme araçları ortadan kaldırıldı. Yasamanın yazılı sorularla bakanlardan hesap sorma uygulaması korunmakla beraber, soruların yürütme tarafından savsaklanarak, yanıtlanmaktan imtina edilmesi süreci başladı.

Çarpıcı istatistik 
Faik Öztrak’ın açıklamalarına göre 21. Dönem Meclisi’nde yazılı sorulara %87 oranında zamanında yanıt verilirken, şimdi (27. Dönemde) bu oran yalnızca %6’ya düşmüş bulunuyor; soruların %33’üne zamanı geçtikten sonra yanıt veriliyor; soruların %55’i ise hiç yanıtlanmıyor (1). Milletvekillerinin Bakanlara ulaşabilme ve seçmenlerinin dertlerini aktarabilme şansları da ortadan kalkmış durumda. Yargı büyük ölçüde bağımsızlık ve tarafsızlığını kaybetmiş durumda (2). Özellikle yargıç ve savcı atamalarında AKP üyelerinden yararlanıldığı ve bunların atanmasında liyakata dayalı kuralların esnetildiğini de basından okuyoruz (3). 
Yürütmede de Bakanlıklar başta olmak üzere birçok değişiklik yapılarak, müsteşarlıklar lağv edilip, karar alma mekanizmaları yürütme içinde yeni hükümet mercii olan Cumhurbaşkanlığı mevkiine yönlendirilmiş bulunuyor. Bu gelişmelerle birlikte, 1982 Anayasası’nın “yok hükmünde olduğu” 2016 senesi ekiminde koalisyon hükümetinin ortağı MHP’nin ileri gelenleri tarafından beyan edilmişti (4). 1982 Anayasası’nın yerine yenisini yapmakta başarılı olunamayınca, bu kez de yok hükmündeki anayasanın bazı maddelerini değiştirerek, hükümetçe yalnızca o maddelerin geçerli olarak kabul edildiği, gerisi yok hükmünde olan bir anayasa ile yeni rejim ihdas edildi.

  • Halen 16 Nisan 2017 değişikliği dışındaki anayasa maddelerinin hükümeti ne ölçüde bağladığı hususu belirsizliğini koruyor.

Bu uygulama birinci yılını doldurduğunda 24 Haziran 2018 seçimlerine gidildi ve yeni bir Meclis çoğunluğu ve Cumhurbaşkanı yeniden seçildi. Ardından ekonomide, dış politikada ve yerel seçimlerle birlikte, iç politikada da çalkantılı bir döneme girildi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ekonomik ve siyasal istikrar doğuracağı iddiasının karşılığı olmadığı anlaşıldı. Ek kimi revizyon gereksinimi olduğu AKP milletvekilleri tarafından bile dile getirilmeye başlandı. Sistem veya rejim değişikliği tartışmalarının da alevlendiği görüldü. Bugünkü siyasal rejimimizin tanımı ve özelliklerine yakından bakmak ve yenilenmesinin mümkün olup olmadığını anlamaya çalışmak durumundayız.

Siyasal rejim tanımı ve meşru otorite türleri
Siyasal sistemde meşru yetki kullanma hakkına sahip olanlarla (otoritelerle) halkın ve halkın oluşturduğu yapıların (şirket, dernek, kulüp vb.) ve yetkililerin birbirleriyle olan ilişkilerini belirleyen, yetki alanlarını çizen ve uygulamada belirli yazılı yazısız kurallara göre çalışmasını sağlayan yapı, kurum ve kurallar siyasal rejimi oluşturur (5). Siyasal rejimin odağında Anayasa ve Meclis İçtüzüğü yer alır. Bugünkü siyasal rejimimizden bahsettiğimizde de Anayasa, Meclis İçtüzüğü ve onlara bağlı olan siyasal yasalar, tüzük ve yönetmelikler ve onların belirlediği çerçevede görev yapan bireysel eylemciler (aktörler) anlaşılır. 
Geleneksel toplumlarda siyasal yönetim en ilkel düzeyde tek bir ailenin veya bir kişinin elinde, onun akrabaları, dost ve ahbaplarıyla aldığı bağlayıcı kararlar eliyle olduğunda buna, liderin erkek veya kadın oluşuna göre patriyarkal veya matriyarkal yönetim diyoruz. Bu yönetim biçimi gelişme gösterip kimi kamu kurumlarıyla eklemlendiğinde, örneğin kalemiye, askeriye, ilmiye, mülkiye vb. yapılar ortaya çıkıp kamu yönetimi karmaşık bir düzen halinde geliştiğinde de bu yönetime patrimonyal yönetim adını veriyoruz. 19. yüzyıldan bu yana Sanayi Devrimi ve modernleşme/sekülerleşmeyle birlikte de bu yapı yeniden akrabalar ve arkadaşlarla yönetimin aslı değişmeksizin modern devletin kurumlarını ithal edip anayasa, bağımsız mahkemeler eliyle yargı, devlet ve dinsel kurumların yönetimlerinin ayrışması gibi özellikleri de benimsediğinde neo-patrimonyal bir yapıya geçtiğini görüyoruz. Bu kez vitrin oldukça çağdaş ve hatta modern ama arkasında yine akrabalar ve arkadaşlarla yönetim, aynı biçem (stil) ile sürüp gidiyor. Max Weber, bu türün en aşırı uygulamalarında yalnızca tek bir hükümran kişi eliyle de patrimonyal bir yönetim olabileceğini ileri sürmüş ve buna da Sultanizm adını önermiştir. Bu hususu daha ayrıntılı olarak inceleyen Chehabi ve Linz (6) neo-patrimonyal türdeki Sultanizmi neo-Sultanizm diye adlandırılmayı önermişlerdir; ancak bu terim siyaset sosyolojisi yazınında pek de tutulmamıştır.

Neo-Patrimonyal Sultanizm ile yönetim 
Neo-patrimonyal Sultanizmin beş temel özelliği olduğunu görüyoruz (7). Bu özellikler şöyle sıralanabilir: 
1. Hükümet ve devlet arasındaki farkların bulanıklaşması (kuvvetler ayrılığının tersi), Yasamanın hiçbir etkinliğinin olmaması, iktidar partisinin hem hükümete hem de devlete egemen olmasıyla bir tür parti devletinin oluşması. 
2. Kişiselliğin yönetim üslubuna egemen olması (personalism): Siyasal kararların tek kişinin takdirine bırakılması (personal discretion of the leader); kurumların yokluğu veya kıymeti harbiyesinin olmaması, siyasal kurumların olmadığı bir yönetim biçiminin oluşması. 
3. Anayasal takıyye (constitutional hypocrisy), mevcut anayasa, yasa ve genel olarak her kuralın seçici olarak uygulanması veya yönetimde hiç kaale alınmaması. 
4. Rejimin toplumsal kökenlerinin zayıflayarak iktidarın merkezileştirilmesi, çoğulculuğun ortadan kaldırılarak devlet ve liderin sınırsız iktidarının kurulması. Siyasal vatandaşlığın yalnızca liderin başarılarını desteklemek ve etkinliklerine destek vermek ve ona sahip çıkılmasına indirgenmesi.
5. Ekonominin kurallarının çarpıtılarak (distortion) ahbap çavuş ekonomisi halinde işlemesi, kapitalist bir ekonomi mevcutsa bile onun ahbap çavuş kapitalizmine (AS: crony capitalism) dönüştürülmesi, kısa dönemli kararlara dayanan bir iktisat yönetimine dayalı belirsizlik içinde çalışan bir iktisadi yapının ortaya çıkması.

  • Özetle merkezi, kişiselleşmiş bir yönetimde sivil ve askeri kamu yönetiminin liderin kişisel aracı (instrument) haline dönüşmesi Sultanizmi tanımlamayan temel özelliktir.

Neo-patrimonyal Sultanizmin görüldüğü Trujillo’nun Dominik Cumhuriyeti, baba ve oğul Duvalier’lerin Haiti’si, Somoza’nın Nikaragua’sı, Mobutu’nun Zaire’i, Marcos’un Filipinler’i, Pehlevi’nin İran’ı gibi rejimlerde ortaya çıkan sosyo-ekonomik ve siyasal sonuçlar özetle şöyle olmuştur: 
1. Kamu bürokrasisi yetkisizleşmiş ve her türlü profesyonel karar üstlere sorularak onay alınmak yoluyla yürürlüğe konmuştur. Karar alma süreçlerinde zaman uzamış, kararlar sık sık bozulmuş, yenilenmiş ve yönetim belirsizliği artmıştır. 
2. Kurumsal yapılar, kurallar, yasa ve anayasa gibi kaynaklara uyulmayan bir yönetim söz konusu olmuştur. Anayasa ve yasaların uygulanmasında eşitsizlik, adamına göre muamele ve kayırma söz konusu olmuştur.
3. Fikir tartışması (müsademeyi efkâr) engellendiği için alınan kararların ne derecede gerçeklere uyduğu anlaşılamaz bir hale gelmiş; bu nedenle de karar alınırken U dönüşleri, tutarsızlıklar, zik zaklar söz konusu olmuştur. Bunlar özellikle ekonomik kararlarda işlem ve cari maliyetleri artırmıştır. 
4. Ekonomik belirsizlik, öngörülemezlik, kuralsızlıkla da birleşince yatırım ortamı bundan ciddi olarak etkilenerek kredi ve yatırımlar azalmıştır. 
5. Bu rejimlerin hepsinde siyasal, ekonomik ve toplumsal çalkantı, usulsüzlük, hukuk dışı uygulamalar ve yolsuzluk toplumda yaygınlaşmıştır.

Sonuç

1982 Anayasası’nın 2017 halkoylaması değişiklikleri ile ortaya çıkan bugünkü rejim;

– yok hükmündeki anayasası,
– eşitsiz uygulanan anayasa ve yasaları,
– kamu yönetimindeki etkinlik azalması,
– Yasamanın etkisizleşmesi,
– Yargının bağımlı taraflılığı ve
– Siyasal karar merciindeki merkezileşme ve şahsileşme

görüntüsüyle;

  • vitrininde modern, vitrin gerisinde patrimonyal yönetim özelliği gösteren bir neo-patrimonyal Sultanizm uygulamasına doğru evrilmektedir.

Bu sürecin sonu, burada sayılan beş maddede özetlendiği gibidir. İşte tam da bu nedenlerle,

  • yol yakınken; 
  • Türkiye’nin anayasa, yasalar ve hukukun üstünlüğünde,
  • kurumlar, profesyonel ehil bürokratların katkısıyla ve
  • barikayı hakikatin müsademeyi efkâr ile doğacağını” kabul ederek,
  • özgür bir fikir tartışması ortamında
  • yönetimi uygulamasına geçmesinde büyük yarar varmış gibi görünmektedir.

Kaynaklar: 
(1) https://twitter.com/faikoztrak/status/ 1153313982591242240 (2) https://www.sozcu.com.tr/2018/ gundem/113-akpli-hakim-ve-savciligaatandi- 2300765/ https://t24.com.tr/haber/ahmet-sikhakim- ve-savci-olarak-atanan-akplilerin- listesini-acikladi,808801 (3) http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ siyaset/946206/_AKP_jet_atamalarla_ yargiyi_curutuyor_.html (4) http://www.hurriyet.com.tr/ gundem/mevcut-anayasa-yokhukmundedir- 40255439 (5) https://sarkac.org/2017/11/ siyasal-sistem-ve-rejim-nedir-ersinkalaycioglu/ (6) Houcham E. Chehabi and Juan J. Linz, Sultanistic Regimes, (Baltimore, Maryland: The Johns Hopkins Press, 1998): (7) Søren Schmidt, “The Power of Sultanism,” Raymond Hinnebusch ve Omar Imady (der.), The Syrian Uprising: Domestic Origins and Early Trajectory, (London, New York: Routledge, 2018) içinde: 33 – 40.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 19 Haziran 2019

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 19 Haziran 2019

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE


AVANTA
Hazine İBŞB’ne seçim öncesi 959 milyon TL aktardı.
Binali’ye seçim avantası…

ETOBUR
Samsun Atakum Belediyesi’nin AKP’li başkanının döneminde 50 günde 37.5 ton et faturası kesilmiş.
Ne yemişler ama!…

MEZAR
Bir TV ekibi İmamoğlu’nun dedesinin mezarında gece çekim yaparken görüldü.
Bu kadar merak başlarına bir şey getirir…

YUMUŞAK (G)
Binali Yıldırım karnesi ile ilgili soruya, ”Kırık olmayan karne tuzsuz tatsız aşa benzer” dedi.
Yumuşak (g) yazmayı bilmeden ilkokulu bitirenden ne cevap beklediler ki?…

PARTİZAN
Kızılay Başkanı Binali Yıldırım’a övgüler düzdü. Buca Kaymakamı İstanbul’a seçim çalışmasına desteğe gitti.
Parti devleti oluşuyor” denince kabul etmezler bir de…

MEKRUH
Binali Yıldırım parmağındaki yüzüğün taşının Kabe’deki İbrahim Makamı’ndan koparıldığını söyledi.
Biraz çalıntı oluyor galiba…

AYNA
Binali Yıldırım, ”Yaptıklarımız yapacaklarımızın aynasıdır”
Eyvah! Hemen kırın şu aynayı…

EŞEK
Generaller eşek gibi Erdoğan’ın arkasında saf tutacak” diyen Akit haber müdürü eşek sudan gelinceye kadar dövüldü.
Konu eşekten açılmışken…

YUNAN
AKP Mersin İl Başkan Yardımcısı Kenan Peker, İmamoğlu’na yönelik “İstanbul’u Konstantinopolis mi sandın Yunan evladı?” diye tweet attı.
Bu Peker ne evladıdır sizce?…

ALIM
İSKİ’nin memur alımlarında din ağırlıklı sorularla yandaşlara yol açtığı yazıldı.
Liyakat yerine sadakat,
Adam yerine imam…

SAYIŞTAY
Sayıştay iktidar yandaşlığını kanıtlamak için İBB raporunda “kamu zararı” yazılmadığını açıkladı.
Vatandaşın zararıdır, vatandaş kamu değil koyun sayıldığı için zarar olmamıştır…

SİYASİ
RTE, “Çaldılar ifadesi hukuki değil siyasidir.”
Siyasette; hukuk, etik, kural tanımadıkları için atış serbesttir.

BERAAT
Gizli tanık ifadesiyle FETÖ’cülükten suçlanıp 15 yıl hapis istemiyle yargılanan şehit Yüzbaşı Ali Alkan’ın ağabeyi Yarbay Mehmet Alkan beraat etti.
TSK’dan ihraç edilen, avukatlık hakkı verilmeyen, kaç yıldır mahkemelerde koşturulan bu insanın hakkına tecavüz edenlerin vicdanı beraat edebilir mi?…

ŞEHİT
Devrik Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’nin ölümü üzerine RTE, “Şehidimize Allah’tan rahmet diliyorum… Onunla aynı yolu yürüyen tüm kardeşlerimin başı sağ olsun.” Açıklaması yaptı.
Neyin şehidi?
Müslüman Kardeşler hareketi,
Radikal İslam kardeşliği
****

ÖMER HAYYAM’dan :

Yaşamak elindeyken bugüne bugün,
Ne diye bırakır, yarını düşünürsün?
Geçmiş, gelecek, kuru sevda bütün bunlar;
Kadrini bil bak avucundaki ömrün.

BİR ÜLKE NASIL ÇÖKERTİLİR?

BİR ÜLKE NASIL ÇÖKERTİLİR?

Rifat Serdaroğlu

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türkiye üzerinde asırlardır hesabı olan emperyalist devletlere şöyle bir çağrı yapsak; “Aranızda bir komisyon kurun. Görevi “Türk Devletini çökertmek” olsun. Hadi gelin yapın!”

İnanın 16 senedir ülkemizi tek başına yöneten AKP kadar yıkım yapamazlar…

1.Olay;
24 Haziran akşamı Antalya Adliyesi önünde, oy çuvallarının tutanak altına alınmadan içeri sokulmaması konusunda bir grup CHP’li genç, Polisler ile tartışmaya girer. Gençler, teslim tutanağı imzalanmadan, oy çuvallarının adliyeye sokulmasını istemezler. Sonuçta tutanak imzalanır ve herkes dağılır.
3 gün sonra polis kamera kayıtlarını inceler ve 10 genç gözaltına alınır.
Hakim, 10 gençten 5’ini tutuklar…

-Aynı günün akşamı özellikle Ankara-İstanbul-İzmir’in kimi semtlerinde yüzlerce kişi, sırtlarında çelik yelek ellerinde otomatik tüfek ve tabancalarla sokağa çıkarlar. Çoğunda Erdoğan’ın posteri ve AKP flamaları vardır. Bu kişiler saatlerce havaya sürekli ateş ederler. İstanbul-Sultanbeyli-Eski Habibler Mahallesindeki “Çocuk Parkının” zemini mermi kovanları ile kaplanır. Ne bir polis gelir, ne kamera görüntüleri incelenir ne de bir kişi bile gözaltına alınır…

2.Olay;
24 Haziran akşamı İzmir’de içkili bir restoranda insanlar eğlenmektedir. Müşterilerden birkaçı, stadyumlarda söylenen ve içinde Erdoğan’a küfür içeren marşı söylerler.
Ertesi gün restoranı basan polis, kredi kartı sliplerinden müşterilere ulaşır ve insanları gözaltına alır.
Hakim, 12 kişiyi tutuklar. Bunların tamamı iş sahibi, itibarlı insanlardır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisi gibi düşünmeyen ve kendisine oy vermeyecek olan milyonlarca insanı her gün “Terörist-PPK uşağı-Terör örgütleri destekçileri” diye aşağıladığı, hakaret ettiği ortamda, üstelik seçim havasının gerginliğinde Hakim Bey’in aklına “Haddinizi aşmışsınız. Sizi bu defalık bağışlıyorum, bir daha olursa tutuklarım” demek gelmediğinden veya tayin edilme korkusundan insanları “Devlet Büyüklerine Hakaret” suçundan içeri atmak, özgürlüklerini ellerinden almak daha kolay gelmiş olmalı!

-Tutuklamaların yapıldığı günlerde, Ceylanpınar Belediye Başkanı (AKP) Menderes Atilla, hastaneden dönen abisi için karşılama töreni düzenledi.
Tüm resmî kurumlara katılım emri verildi.
İlçe girişinde yüzlerce kişi, ellerinde uzun namlulu otomatik silahlarla binlerce mermi ile ateş ettiler. Ateş etme olayı yarım saate yakın sürdü. Ne bir polis geldi ne bir Savcı gördü ne bir Hakim duydu.
Bu olayda, “Devlet Büyüklerine” hakaret edilmemişti ama “Türk Devletinin” temeline dinamit konup, patlatılmıştı!

Ülkenin bir bölümünde insanların çoğu, elektriği-suyu kaçak kullanır parasını ödemez, vergi vermezse ve devlet kör-sağır taklidi yaparak aldırmazsa, diğer yörelerde insanlar hem kendi kullandıkları elektriğin hem de kaçak kullanan zibidilerin parasını ödüyorsa o ülkede adalet olmaz.

Bir bölgede kaçak kullanılan elektriği kesmeye giden görevliler dövülüp gönderiliyor, diğer yerlerde anında elektrikler kesiliyorsa, o ülkede yasalar herkese eşit uygulanmıyor, demektir.

Bir ülkede dürüst-yasalara uyan- devletine milletine saygılı kişiler bizzat yönetenler tarafından “Salak” yerine koyuluyorsa, o ülkeyi bir arada tutamazsınız.

  • AKP’nin yaptığı ile emperyalist suç şebekelerinin yaptığı birebir aynıdır.

Demokrasiyi hazmetmemiş ortaçağ kafalıların ülke insanlarını “benden olan – olmayan” diye ayırması, ülkede adalete-devlete olan güveni yok edecektir.
Muhalefet Partileri bu durumun farkında değildir. Olsalar bir şeyler yaparlardı!
Bu ayrımcılık Türk Milleti tarafından da görülmediği ve anayasada var olan demokratik direnme hakkımız kullanılmadığı takdirde başımıza daha çok felaketler gelecektir…

Sağlık ve başarı dileklerimle 04 Temmuz 2018
===========================================

Evet dostlar…

Tarihte son sözü hep direnenler söyler..

8/9 Temmuz 2018 gece yarısı Türkiye, 1923’ten bu yana süregelen 95 yıllık parlamenter güçler ayrılığı rejimini terk ederek GÜÇLER BİRLİĞİ olarak da tanımı olanaksız, “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı altında dünyada örneği olmayan ucube bir sultanlık rejimine ge-çi-ri-li-yor..

1876 ilk Meşrutiyet öncesi Osmanlıda Sultanlar mutlak egemendi,.
1. Meşrutiyet (Şarta bağlanma, conditional) Meclis, Başbakan (Sadrazam) ve Bakanlar Kurulu (Heyet-i Vükela) getirdi.

Ayrıca Padişahın bir siyasal partisi de yoktu!

Şimdiki ucube Türkiye rejiminde 2 muazzam faklılık daha var :

1. Türkiye 15,5 yıllık tek başına AKP iktidarında tam anlamıyla ilkel bir PARTİ DEVLETİNE dönüştürülmüştür.

2. Bu partinin genel başkanı ve mutlak egemeni 1 kişi, aynı zamanda olağanüstü yetkilerle, neredeyse tümüyle siyasal ve yargısal denetimsiz kadir-i mutlak olarak ülkeye el koymuştur.

Seyreyleyin siz bundan sonra “gümbürtü” yü…
Bürokrasi yapacaktır, polis yapacaktır, jandarma yapacaktır..iktidarın örtük buyruklarının gereğini; sorun kamuoyunda yankı uyandırabilirse, siyasal iktidar bu kez “iyi polisi” oynayabilecektir..

Herhalde açık faşizmin “halen” azzzzzzzıcık yumuşak post-modern Türkiye örneği olsa gerektir.
Ayrıca “dinci faşizm” acı sosumuz da var Türkiye’de boooolca..
****

Bir ezginin melodisi kulaklarımızda, engelleyemediğimiz biçimde yankılanıyor..

Kendim ettim, kendim buldum..
Gül gibi sararıp soldum, eyvaaah eyvaaaah..

Öte yandan, tek bir kişiye çağdaş dünyada görülmemiş düzeyde denetimsiz yetki veren düzene 26 milyonu aşan oy yağdırdı necip milletimiz.. (+ şaibe ve siyaset oyunları payı ile?)

Bir acı da burada; bedeli “oy” verenler değil, “direnenler” ödüyor, onlara bedel ödetiliyor..

Şimdi anladınız mı 1 Kasım 1922’de Mustafa Kemal Paşa neden Saltanatı kaldırdı ve yerine kayıtsız şartsız halk egemenliğini koydu..

Şimdi anladınız mı, 3 Mart 1924’te içi boşaltılmış ve gerçekte din dışı olan heyula hilafeti kaldırarak bizi “acı sos” tan da (dincilik) niçin kurtarmıştı Mustafa Kemal Paşa!?..

Çifte kavrulmuş ucube, dünyada örneği olmayan yeni yoz yönetim rejimi neciiiiiiiiip milletimize hayırlı olsun..

Kaçınılmaz boool musibetleriyle.. Belki ancak böyle terbiye olur ve
Mustafa Kemal Paşa‘nın yaptıklarının değerini anlayabilir muhterem halkımız..

Çünkü “öngörü” öğretilmiyor bu toprağın insanlarına.. “Kul” eğitimi yapılıyor..
ATATÜRK Cumhuriyetinin başı dik özgür yurttaşları olmak yerine tam biat eden kullar..

Onlar da tarihin kanlı laboratuvarında gerçekleri ancak yaşayarak anlayabiliyor.
Taa ki yüzyıllar içinde ender olarak bir dahi çıkıp, mucize yaratıp kurtarıcı olana dek..
O dahi, kendisine yenildiği için İngiliz Başbakanı Lloyd Georg’u Başbakanlık koltuğundan eden Mustafa Kemal Paşa idi. Ama daha 1 yüzyıl bile geçmedi üzerinden..
Birkaç yüzyıl daha mı bekleyeceğiz ve gene bize mi nasip olacak!?

Anadolu halkı kendi göbeğini kendi kesecektir; her şeye karşın..

Bir umut ve de bir yasa var ki; tarihte son sözü hep direnenler söylüyor..
Aşağıdaki demlenmiş dizeler ozan Adnan Binyazar’dan..

  • Düşlerin sonsuza koştuğu yerde
    Sabrın çiçeklerini açtığı yerde
    Asla kapanmaz yaşanan defter
    Çünkü tarihin en güzel yerinde
    Son sözü hep direnenler söyler..

Sevgi ve saygı ile. 05 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

Parti Devleti’nde seçmen sorumluluğu

Parti Devleti’nde seçmen sorumluluğu

Cumhuriyet, 07 Haziran 2018

Parti Devleti’nde seçim, yalnızca ortada bir sandık durduğu için normal seçime benzer… Onun dışında, pek çok bakımdan farklıdır: 
1) Adayların bazıları, (hem de “Parti Devleti Hukukuna” göre bile yargılanıp mahkûm edilmeden) hapiste olabilir. 
2) İktidardaki parti ve aday, hiçbir seçim yasağına uymaz. 
3) Parti Başkanı, devletin bütün olanaklarını, uçaklarını, otomobillerini, otobüslerini, radyolarını, televizyonunu, hiçbir sınırlama ve kısıtlama olmadan kullanabilir. 
4) Parti Başkanı, kendisinin ve partisinin propagandasını, Devlet Başkanı sıfatıyla katılması gereken bütün etkinliklerde fütursuzca yapar. 
5) Başkanın “Benim bakanım, benim valim” dediği bakanlar, müsteşarlar, valiler ve elbette kaymakamlar, emniyet müdürleri, jandarma komutanları, seçmene, parti adına hizmet ve baskı yaparlar. 
6) Sivil ve asker bürokratlar, iktidardaki partinin propagandasını yapar, örneğin, generaller, üniformalarıyla Parti Devleti Başkanı’nın kampanyasına açık destek verirler; muhalefete yaklaşanlar ise derhal cezalandırılır. 
7) Seçmen listeleri Parti Devleti’nin memurları tarafından hazırlanır, sandıklar Parti Devleti tarafından istenilen yerlere taşınır ve kontrol edilir. 
8) Seçimleri denetleyen Yüksek Yargı Organları, oy verme sırasında işlerin kötüye gittiği anlaşılırsa, Parti’nin kazanması için, yasaların açık hükümlerine aykırı kararlar alır. 
9) Başta yüksek yargı organları olmak üzere, tüm yargı mekanizması, Parti’nin emrinde, seçimlerin parti ve partinin adayı tarafından kazanılması için yapılan her baskıyı onaylar. 
10) Sözde “Devlet”, yasama, yürütme ve yargı olarak bütün aygıtlarıyla, muhalefet partilerinin ve Cumhurbaşkanı adaylarının önüne her türlü baskıyı, tehdidi, engeli koymak için harekete geçer. 
11) Parti Devleti’nde yapılan seçimlerde, elbette, medya özgürlüğü, eşit ve adli propaganda koşulları gibi ilkeler de hayaldir.
***
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, İstiklâl Savaşı’nı kazanıp
“millet egemenliğine” 
dayalı olarak “Demokratik Cumhuriyet” modeline göre kurduğu “Devlet”, Erdoğan/AKP tarafından, bu hedefinden saptırılarak, “milletin”elinden alınıp bir “Parti Devleti”ne dönüştürülüyor. 
“Millet İttifakı” bu gidişe “Dur” demek, “Devleti” tekrar “millete” geri vermek için kurulmuştur. 
24 Haziran/8 Temmuz seçimleri “Demokratik Cumhuriyet”in önündeki son fırsattır! 
Ama, “Parti Devleti”nde seçim kazanmak için: Önce sandıklara sahip çıkmak gerekir. 
Sandıklara sahip çıkmak için de salt  adayların, liderlerin değil, asıl, seçmenlerin:

  • Demokrasi aşkının ateşiyle çifte su verilmiş çelik gibi esnek bir sağlamlığa… 
  • Ve Aydınlanma coşkusunun getirdiği bereket ve feyzden kaynaklanan
  • İNCE bir çevikliğe sahip olmaları gerekir!

PARTİ DEVLETİNE HAYIR: 
YAŞASIN DEMOKRASİ!

Erdoğan İçin Köprüden Önce Son Çıkış : Politik Plastron Patlamak Üzere!

Erdoğan İçin Köprüden Önce Son Çıkış :
Politik Plastron Patlamak Üzere!

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Türkiye, siyasal tarih, insanlık – uygarlık tarihi bakımından son derece önemli hatta kritik günler – zamanlar yaşamakta. En can alıcı ulusal konularda bile ikide bir “ALDATILAN – KANDIRILAN” ve sıkışınca da bunu kamuoyu önünde kabul ve itiraf etmek zorunda kalan bir kişi, aşama aşama olağanüstü boyutlara vardırdığı fiili yetkilerle TEK ADAM konumunda ülkemizi sürüklüyor.

En net ve vazgeçilemez ilk saptama olarak, Ulus Egemenliğinin gasp edildiğinin altını çizelim.

TEK ADAM’ın kişisel birikimi – donanımı – geçmişi; böylesine ağır – kapsamlı ve hukuk dışı – kabul edilemez “de facto” durum için asla yeterli değil üstelik. Hukuk devleti fiilen askıdadır.

TEK ADAM, “kandırıldığı” gerekçesiyle son derece basitçe – pişkince ve adeta örtük emir kipiyle, “Rabbim ve Milletim bizi affetsin” diyerek benzer hataları sürdürmektedir. Oysa ”kandırılma” olarak kamuoyuna açıklanan bu “kandırmaların” hesabının siyaseten ve yargısal düzlemde ve bu dünyada verilmesi, seküler – laik hukuk düzeninde kaçınılmaz zorunluktur.

Ortalıkta sağduyudan kırıntı kalmamış, 81 milyon insanın geleceği, 1 kişinin 2 dudağını açmasına ya da açMAmasına bağlanmıştır. Bu durum, halk diliyle korkunç bir basiret bağlanması; siyasetbilimsel olarak ise kabul edilemez ve sürdürülemez muazzam bir risktir! Türkiye Cumhuriyeti için asıl ve çok ciddi beka riski tam da budur. Devlet aklını (Reason D’etat) geçerli kılacak hemen hemen hiçbir kurumsal işleyiş etkin değildir. Parti devleti anlayışı, dayatması ve kadroları, en küçük birimlere dek neredeyse tam ve mutlak egemen olmuştur.

  • Egemen, katastrofik politik plastron’u kendi ördü!

Egemenin kendi ördüğü katastrofik politik plastronu kendisinin yarması – yırtması beklenemez.
Bu tablonun görülmesi ve örümcek ağlarına bulanmış egemenin farkındalığı ile exodus (çıkış, huruç) için inisiyatif alması, siyasal tarihte örneği pek olmayan anlamsız bir beklentidir.
Bu durumda 2 seçenek vardır :

  1. AKP = RTE‘nin iç – dış dinamiklerin güdümüyle yarattığı ve kendisini de tutsak alan
    Türkiye politik plastronu, artan aşırı basınca dayanamayarak, denetimsiz olarak kendisi patlayacaktır; sonuç(lar) kestirilemez ancak çok ağır, hatta fatal (ölümcül) olabilir.
    Delinmiş bir appendiksin oluşturduğu abse – enfeksiyonun açılarak sepsise yol açması ve
    ölümcül tablo yaratması gibi..
  2. AKP = RTE‘nin yarattığı ve Türkiye’yi kendisiyle birlikte içine hapsettiği katastrofik politik plastrona neşter vurulacak, abse – irin cerahat – pislik.. denetimli olarak boşaltılacak ve
    sistem yaşatılmaya çalışılacaktır. Başarı şansı çok yüksek olmayabilir. Risk çok büyüktür.
    *****
    Bu bağlamda TBB’nin tarihsel nitelik kazanan 09 Şubat 2018 Safranbolu basın açıklaması,
    VAHİM ÖTESİ kırılgan bir tabloyu betimlemektedir. Her sözcüğünün büyük dikkatle okunması gerekmektedir. Bu açıklamaya göre (http://ahmetsaltik.net/2018/02/11/tbb-safranbolu-basin-aciklamasi/);
  • TEK ADAM, ülkenin bekasına hizmet etMEmekte, tersine bekası için risk oluşturmaktadır.
  • TBB, kendisini, bu ceberrut saldırı nedeniyle, TÜRK MİLLETİNE emanet etmek zorunda kaldığını çığlık çığlığa haykırmaktadır.

Tüm Devlet erkini hukuk dışı biçimde ele geçirmiş biri, ülkenin anayasal kurumlarını deyim yerinde ise tar-u mar ederek doğramaktadır. Sıra TBB ve TTB’ye gelmiştir bir vesile yaratılarak – kullanılarak TTB’nin Afrin operasyonu için açıklaması ve Savaş bir halk sağlığı sorunudur..” demesi bahane edilerek. Oysa bu, yalın bir bilimsel gerçektir!

TBB Başkanı, kıdemli ceza hukuku profesörü, Ankara Hukuk Fakültesinin önceki dekanlarından
Sn. Av. Metin Feyzioğlu, serinkanlılığı, sağduyusu ve dirayeti ile bilinen bir hukukçudur.
Ancak basın açıklamasını bitirirken “bizi kırabilirsiniz” sözleri ağzından dökülmüş (faili meçhul cinayet çağrışımı!), devamla “.. asla eğilip bükülmeyeceğizAND OLSUN, AHD OLSUN” gibi trajik sözcükler kullanmak zorunda kalmıştır. Bunlar heyecan ürünü denetimsiz sözcükler değildir. TBB Başkanı, can güvenliği açısından kaygı – endişe – kuşku içindedir ama, bu yakıcı sorunu da tarihe not düştükten sonra, boyun eğmeyeceklerine ilişkin bir tür yemin etmektedir!

Açıklanan metin, katılan baroların oybirliği ile karar altına alınmıştır. 24 Şubat 2018’de Ankara’da çok kapsamlı bir toplantı düzenlenerek yol çizgisi netleştirilecek ve kararlılık vurgulanacaktır.

  • AKP = Erdoğan için sona yaklaşılmaktadır..

Erdoğan yanlışlarında daha da ısrar ederse, yukarıdaki 2 olasılık diyalektik – deterministik olarak (kaçınılmazlaşarak) gündeme gelecektir. Sistemde basınç olağanüstü yükselmiştir ve patlama eşiğine gelinmiştir. Erdoğan ne yapıp edip, bu kısır döngüden ve kuşatılmışlıktan kendisini ve partisini, dolayısıyla Türkiye’yi kurtarmanın bir yolunu bulmak zorundadır. (Tıklayınız, web sitemizde SARAY’DA TUTSAK ERDOĞAN’A YARDIM ETMELİ)

  • Erdoğan kör inadı, narsisistik takıntıları derhal ve kesin olarak terk etmek zorundadır.
  • Erdoğan, rejimi normalleştirmek, Devletin felç ettiği kurumsal araçlarını, başta TBMM olmak üzere çalıştırmak zorundadır.
  • Afrin operasyonu şaka değildir! Bu, henüz sınırlı da olsa ciddi bir SAVAŞ’tır!Erdoğan, çok acı veren bir söylemle “20-25 şehidimiz var, ÖSO ile birlikte..” gibi kanımızı beynimize fırlatan davranışlarına son vermelidir. ÖSO çapulcuları bir yana, şehitlerimiz net olarak ve zamanında açıklanmalıdır. Bu sayı 50’yi aşmıştır ne acı ki. Fırat Kalkanı operasyonu 75 şehide malolmuştur. Bunlar küçük, önemsenmeyecek rakamlar değildir. Her insan bir Dünyadır! Çok ama çok ciddi, sorumlu, ağırbaşlı olmak zorundadır herkes. Öte yandan “öldürülen terörist sayısı..” açıklamaları savaş hukukuna ve insancıl hukuka aykırıdır ve gün olur uluslararası hukuk katında Türkiye için sıkıntı doğurabilir. Hele hele bu rakamları verirken “..hamdolsun..” diye başlamak ve “.. akşama doğru daha da artacaktır..” sözleri hiçbir biçimde hoş görülemez, normal ve insancıl değildir.
  • Asla unutulmamalıdır ki; bugün yapmak zorunda kaldığımız – bırakıldığımız
    askeri operasyonlara bizi mahkum eden AKP’nin olağanüstü yanlış geçmiş politikalarıdır.Hata yapan gitmelidir. Devlet yönetimi deneme – yanılma tahtası ya da deney laboratuvarı değildir. İnsanlar ölmektedir bu çatışmalarda.. Bedel çok ağır ve telafisi olanaksızdır. Saadet Partisi Gn. Bşk. Temel Karamollaoğlu’nun bu bağlamdaki açıklaması çok uyarıcıdır :
  • “Afrin Harekatı milli bir meseledir parti programlarında, ilçe kongrelerinde siyasi malzeme yapılamaz, yapılmamalıdır. Ne yazık ki hükümet bu tavrıyla zeytin dalı operasyonunu, zeytinyağı operasyonuna çevirme çabasında. Afrin’i bahane ederek her türlü ülke problemini sümen altı etmenin yolu aranıyor.” (http://t24.com.tr/haber/erdogan–karamollaoglu-gorusmesi-basladi,555998)

AKP = Erdoğan ilk olarak OHAL’i derhal kaldırmalı,
ülkemizi hızla normalleştirerek hukuk devletine dönüşü sağlamalı,
başta TBMM ve yargı olmak üzere Devletin kurumları uyumla çalıştırılmalı
ve Erdoğan anayasal yetki sınırlarına çekilmelidir.

Artık en son fırsatlardır.. 

Sevgi ve saygı ile. 11 Şubat 2018, Ankara

TBB SAFRANBOLU BASIN AÇIKLAMASI


TBB SAFRANBOLU BASIN AÇIKLAMASI

CUMHURBAŞKANININ BAROLARI VE TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ’Nİ BÖLME PROJESİNE KARŞI ÇIKIŞIMIZ, MİLLİ DURUŞUMUZUN, VATANIMIZA VE
MİLLETİMİZE OLAN NAMUS BORCUMUZUN GEREĞİDİR

Basın Toplantısı Videosu İçin Tıklayınız

(AS: Bizim çok kapsamlı katkımız yazının altındadır.)

Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunun 9 Şubat 2018 tarihli ve 2018/167 sayılı kararı:

  1. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın;
    – Türkiye Barolar Birliği’nin isminden “Türkiye” kelimesinin çıkarılacağına,
    – Bu kelimenin sadece layık olan kuruluşlar tarafından kullanılmasına izin verileceğine,
    – Ayrıca avukatlık mesleğinin icrası için barolara üye olma zorunluluğunun da kaldırılacağına,
    – İllerde isteyen avukatların bir araya gelerek dernek gibi istediği sayıda baro adıyla örgütlenmeler yapabileceğine,
    – Bunların da istedikleri gibi kendi üst birliklerini kurabileceklerine dair açıklamaları yönetim kurulumuzca değerlendirilmiştir.2. Sayın Cumhurbaşkanının dile getirdiği bu projenin amacı, Anayasada yapılan Hakimler ve Savcılar Kurulu’na ilişkin değişiklikten sonra, yargının bağımsız kalan tek ayağı olan avukatları da hükümete bağlamak, hükümetin avukatı haline getirmektir.3.Yönetim kurulumuz, hâkim ve savcıların bağımsızlıklarının sistemsel güvencesinin yok edilmesinden sonra avukatları da hükümete bağlama girişimini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yargısıyla birlikte “parti devleti“ne dönüştürmenin en ileri adımı olarak değerlendirmektedir.

    4. Türkiye Barolar Birliği her koşulda ve her tehdide karşı, dönemsel olarak değil, seçim yatırımı olarak hiç değil, ilkesel olarak en milli duruşu sergilemiştir. Milli her konuda kandırılmış olan ve bunu da daha sonra “kandırılmışız” diye beyan eden kişilerin, kendilerini daima zamanında ve en milli duygularla uyaranların duruşunu sorgulama hakkı yoktur. Bu sorgulamayı yapanlar, en sağlam tartı olan Türk Milleti’nin vicdanında çoktan sorgulanmaya başlanmıştır. Milli olmanın ilk koşulu, görevini Anayasa’ya ve kanuna uygun olarak yapmak, Devlet yönetimine kişisel duyguları ve kısa vadeli siyasi parti menfaatlerini karıştırmamak, her ne olursa olsun tarafsız davranmayı başarabilmektir.

    5. Cumhurbaşkanı’nın baroları ve Türkiye Barolar Birliği’ni bölme projesine karşı çıkışımız, milli duruşumuzun, vatanımıza ve Milletimize olan namus borcumuzun gereğidir. Bugün iktidar gücü; milli iradenin temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi etkisizleştirilerek, kapalı kapılar ardında, sınırsız, ölçüsüz, denetimsiz ve devletimizin tüm geleneklerine ve Anayasa’ya aykırı olarak küçük bir azınlık tarafından kullanılmaktadır. Türkiye Barolar Birliği ve barolarımızın, bu azınlığın son derece rahatsız olduğu hukukun üstünlüğü, adil yargılanma, suçsuzluk karinesi, savunma hakkı, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı gibi temel kavram ve hakları savunması, Anayasa’dan ve kanunun açık hükmünden kaynaklanan en temel görevidir. Türkiye Barolar Birliği ve barolarımız bu görevi, bu hakların asli sahibi olan 81 milyon vatandaşımız ve henüz doğmamış evlatlarımız da dahil olmak üzere tüm Türk Milleti adına üstlenmiştir.

    6. Türkiye Barolar Birliği ve barolarımız, sadece meslek örgütü değildir. İddia, yargılama ve savunma üçlüsünden oluşan yargının kurucu unsurudur. Bu kurucu unsurluk görevinin dayanağı, Anayasa’daki hukuk devleti ilkesidir.  Cumhurbaşkanının dile getirdiği projenin nihai hedefi, 81 milyon vatandaşımızın temel haklarını savunmasız bırakmak, hukukun üstünlüğünün yerine, güç sahibi olanların üstünlüğünü yerleştirmektir. Türk Milleti şunu çok iyi bilmektedir: Bu amacın önündeki en büyük engel Türkiye Barolar Birliği ve barolarımızdır. Bizim hedef alınmamızın sebebi de budur.

    7. Savunma mesleği, hukuk devletinin ve her vatandaşımızın insan haklarının güvencesidir. Avukatların hükümete bağlandığı bir düzende savunma mesleğinden söz edilemez. Bu proje, adalet sistemini tamamen da doğrudan çökertmeye yönelik olduğu için Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk Milleti’nin bekasını da doğrudan doğruya hedef almaktadır.

    8. Türk Milleti bilmelidir ki; bu projeden en büyük heyecan ve mutluluğu Türkiye’yi bölmek ve yıkmak isteyen terör örgütleri ile onlara maddi manevi her türlü desteği veren küresel oyun kurucular çoktan duymaya başlamıştır. Bunların eliyle ve baro adıyla kurulacak dernekler ve onların üst birlikleri her milli meselede iç ve dış kamuoyunu Türkiye’nin gerçekleri hakkında yanlış bilgilendirecekleri ve fakat devlet eliyle kendilerine sıfat kazandırıldığı için etkili olabilecekleri imkana kavuşacaktır. Nitekim bu projenin, 2013 yılında FETÖ tarafından gündeme getirildiği hepimizin malumudur.

    9. Öte yandan Türkiye Barolar Birliği’ni ve baroları bölmek, baro ve üst birlik adıyla derneğimsi yapılar türetmek, 108.000 avukatımızı, onların eş ve çocuklarını, 20.000 stajyer avukatımızı, Türkiye Barolar Birliği tarafından bir kuruş kamu kaynağı kullanılmadan verilen ve dünyada emsali olmayan sağlık yardımından, meslektaşlarımızın öksüz ve yetimlerinin sahiplenilmesinden, yaşlı ve ihtiyaç sahibi meslektaşlarımızı ek emeklilik ödeneğinden, iş göremez duruma gelen meslektaşlarımızı kimseye muhtaç olmamalarını sağlayan etkili bir sosyal yardım hizmetinden mahrum edecektir. Bu mahrumiyet, her siyasi görüşten en az yarım milyon vatandaşımızı dolaylı veya doğrudan mağdur konumuna düşürecektir.

    10. Sayın Cumhurbaşkanı’nın milli menfaatlere aykırı, terör örgütlerini sevindiren ve yargıyı tamamen yok edecek projesini dile getirmesinden sonra mümkün olan tüm kanallar yoluyla açık
    ve yakın tehlikeyi ilgili ve yetkili olmasını beklediğimiz her kişi ve makama en yapıcı bir üslupla anlattık. Ancak projenin ısrarla yürütüldüğünü görüyoruz. Bu sebeple olağanüstü toplanan yönetim kurulumuz, oybirliğiyle, 24 Şubat 2018 tarihinde tüm baro başkanlarımızı, barolarımızın Türkiye Barolar Birliği delegelerini, seçilmiş tüm kurullarını ve tüm meslektaşlarımızı Ankara’da çok yüksek katılım dikkate alınarak belirlenecek uygun bir salonda olağanüstü toplantıya davet etme kararı almıştır. Toplantının tüm organizasyonu için başkanlık divanı tam yetkilendirilmiştir.

    11. Türkiye Barolar Birliği, barolarımız ve tüm avukatlarımız, varlık sebebimiz olan Türk Milleti’ne emanettir. 09.02.2018, Safranbolu.
    =============================================
    Dostlar,

TBB’nin ÇOK CİDDİ ve KRİTİK UYARISI :
Erdoğan İçin Köprüden Önce Son Çıkış!

Türkiye, siyasal tarih, insanlık – uygarlık tarihi bakımından son derece önemli hatta kritik günler – zamanlar yaşamakta. En can alıcı ulusal konularda bile ikide bir “ALDATILAN – KANDIRILAN” ve sıkışınca da bunu kamuoyu önünde kabul ve itiraf etmek zorunda kalan bir kişi, aşama aşama olağanüstü boyutlara vardırdığı fiili yetkilerle TEK ADAM konumunda ülkemizi sürüklüyor. En net ve vazgeçilemez saptama olarak bu olgunun altını çizelim.

TEK ADAM’ın kişisel birikimi – donanımı – geçmişi; böylesine ağır – kapsamlı ve hukuk dışı – kabul edilemez “de facto” durum için asla yeterli değil. Hukuk devleti fiilen askıdadır.

TEK ADAM, “kandırıldığı” gerekçesiyle son derece basitçe – pişkince ve adeta örtük emir kipiyle, “Rabbim ve Milletim bizi affetsin” diyerek benzer hataları sürdürmektedir. Oysa ” kandırılma” olarak kamuoyuna açıklanan bu “kandırmaların” hesabının siyaseten ve yargısal düzlemde ve bu dünyada verilmesi seküler – laik hukuk düzeninde kaçınılmaz zorunluktur.

Ortalıkta sağduyudan kırıntı kalmamış, 81 milyon insanın geleceği, 1 kişinin 2 dudağını açmasına ya da açMAmasına bağlanmıştır. Bu durum, halk diliyle korkunç bir basiret bağlanması; siyasetbilimsel olarak ise kabul edilemez ve sürdürülemez muazzam bir risktir! Türkiye Cumhuriyeti için asıl ve çok ciddi beka riski budur. Devlet aklını (Reason D’etat) geçerli kılacak hemen hemen hiçbir kurumsal mekanizma etkin değildir. Parti devleti anlayışı, dayatması ve kadroları en küçük birimlere dek neredeyse tam ve mutlak egemen olmuştur.

Egemenin kendi ördüğü katastrofik politik plastronu kendisinin yarması – yırtması beklenemez. Bu tablonun görülmesi ve örümcek ağlarına bulanmış egemenin farkındalığı ile exodus (çıkış) için inisiyatif alması, siyasal tarihte örneği pek olmayan anlamsız bir beklentidir. Bu durumda 2 seçenek vardır :

1. AKP = RTE‘nin iç – dış dinamiklerin güdümüyle yarattığı ve kendisini de tutsak alan Türkiye politik plastronu, artan aşırı basınca dayanamayarak, denetimsiz olarak kendisi patlayacaktır; sonuç(lar) kestirilemez ancak çok ağır, hatta fatal (ölümcül) olabilir. Delinmiş bir appendiksin oluşturduğu abse – enfeksiyonun açılarak sepsise yol açması ve ölümcül tablo yaratması gibi..

2. AKP = RTE‘nin yarattığı ve Türkiye’yi kendisiyle birlikte içine hapsettiği katastrofik politik plastrona neşter vurulacak, abse – irin cerahat – pislik.. kontrollü olarak boşaltılacak ve sistem yaşatılmaya çalışılacaktır. Başarı şansı çok yüksek olmayabilir. Risk çok büyüktür.
*****
Bu bağlamda TBB’nin tarihsel nitelik kazanan 09 Şubat 2018 Safranbolu  basın açıklaması, VAHİM ÖTESİ kırılgan bir tabloyu betimlemektedir. Her sözcüğünün büyük dikkatle okunması gerekmektedir. Bu açıklamaya göre;

  • TEK ADAM, ülkenin bekasına hizmet etMEmekte, tersine bekası için risk oluşturmaktadır.

TBB, kendisini, bu ceberrut saldırı nedeniyle, TÜRK MİLLETİNE emanet etmek zorunda kaldığını çığlık çığlığa haykırmaktadır. Tüm Devlet erkini hukuk dışı biçimde ele geçirmiş biri, ülkenin anayasal kurumlarını deyim yerinde ise tar-u mar ederek doğramaktadır. Sıra TBB ve TTB’ye gelmiştir bir vesile yaratılarak – kullanılarak : TTB’nin Afrin operasyonu için açıklaması ve “Savaş bir halk sağlığı sorunudur..” demesi bahane edilerek. Oysa bu bir bilimsel gerçektir!

TBB Başkanı, kıdemli ceza hukuku profesörü, Ankara Hukuk Fakültesinin önceki dekanlarından Sn. Av. Metin Feyzioğlu, serinkanlılığı, sağduyusu ve dirayeti ile bilinen bir hukukçudur. Ancak basın açıklamasını bitirirken “bizi kırabilirsiniz….” sözleri ağzından dökülmüş (faili meçhul cinayet çağrışımı!), devamla “..asla eğilip bükülmeyeceğiz; AND OLSUN, AHD OLSUN” gibi trajik sözcükler kullanmak zorunda kalmıştır. Bunlar heyecan ürünü denetimsiz sözcükler değildir. TBB Başkanı, can güvenliği açısından kaygı – endişe – kuşku içindedir ama, bu yakıcı sorunu da tarihe not düştükten sonra, boyun eğmeyeceklerine ilişkin bir tür yemin etmektedir!

Açıklanan metin oybirliği ile karar altına alınmıştır. 24 Şubat 2018’de Ankara’da çok kapsamlı bir toplantı düzenlenerek yol çizgisi netleştirilecek ve kararlılık vurgulanacaktır.

AKP = Erdoğan için sona yaklaşılmaktadır.. Erdoğan yanlışlarında daha da ısrar ederse, yukarıdaki 2 olasılık diyalektik – deterministik olarak (kaçınılmazlaşarak)  gündeme gelecektir. Sistemde basınç olağanüstü yükselmiştir ve patlama eşiğine gelinmiştir. Erdoğan ne yapıp edip, bu kısır döngüden ve kuşatılmışlıktan kendisini ve partisini, dolayısıyla Türkiye’yi kurtarmanın bir yolunu bulmak zorundadır. (Bkz. SARAY’DA TUTSAK ERDOĞAN’A YARDIM ETMELİ)

  • Erdoğan kör inadı, narsisistik takıntıları derhal ve kesin olarak terk etmek zorundadır.
  • Erdoğan, rejimi normalleştirmek, Devletin felç ettiği kurumsal araçlarını, başta TBMM olmak üzere çalıştırmak zorundadır.

Afrin operasyonu şaka değildir! Bu, henüz sınırlı da olsa bir SAVAŞ’tır! Erdoğan, çok acı veren bir söylemle “20-25 şehidimiz var, ÖSO ile birlikte..” gibi kanımızı beynimize fırlatan davranışlarına son vermelidir. ÖSO çapulcuları bir yana, şehitlerimiz net olarak ve zamanında açıklanmalıdır. Bu sayı 50’yi aşmıştır ne acı ki. Fırat Kalkanı operasyonu 75 şehide malolmuştur. Bunlar küçük, önemsenmeyecek rakamlar değildir. Her insan bir Dünyadır! Çok ama çok ciddi, sorumlu, ağırbaşlı olmak zorundadır herkes. Öte yandan “öldürülen terörist sayısı..” açıklamaları savaş hukukuna ve insancıl hukuka aykırıdır ve gün olur uluslararası hukuk katında Türkiye için sıkıntı doğurabilir. Hele hele bu rakamları verirken “..hamdolsun..” diye başlamak ve “.. akşama doğru daha da artacaktır..” sözleri hiçbir biçimde hoş görülemez, normal ve insancıl değildir.

  • Asla unutulmamalıdır ki; bugün yapmak zorunda kaldığımız – bırakıldığımız askeri operasyonlara bizi mahkum eden AKP’nin olağanüstü yanlış geçmiş politikalarıdır. Hata yapan gitmelidir. Devlet yönetimi deneme – yanılma tahtası ya da deney laboratuvarı değildir. Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun bu bağlamdaki açıklaması düşündürücüdür :
  • “Afrin Harekatı milli bir meseledir parti programlarında, ilçe kongrelerinde siyasi malzeme yapılamaz, yapılmamalıdır. Ne yazık ki hükümet bu tavrıyla zeytin dalı operasyonunu, zeytinyağı operasyonuna çevirme çabasında.  Afrin’i bahane ederek her türlü ülke problemini sümen altı etmenin yolu aranıyor.” (http://t24.com.tr/haber/erdogan–karamollaoglu-gorusmesi-basladi,555998)

AKP = Erdoğan ilk olarak OHAL’i derhal kaldırmalı, ülkemizi hızla normalleştirerek hukuk devletine dönüşü sağlamalı, başta TBMM ve yargı olmak üzere Devletin kurumları uyumla çalıştırılmalı ve Erdoğan anayasal yetki sınırlarına çekilmelidir. Artık en son fırsatlardır..

Sevgi ve saygı ile. 11 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com