Etiket arşivi: “Haydut Devlet”

Ukrayna krizinin arka planında ne var? 

Ahmet Bülent Meriç kimdir? | Gençlik Haber Sitesi | On5yirmi5.ComA. BÜLENT MERİÇ
ESKİ KİEV BÜYÜKELÇİSİ

Cumhuriyet, 23 Şubat 2022

 

Rusya, Ukrayna ile sınırına 120 bin askerden fazla bir kuvveti yığmış durumdadır. Buna, bir de Kırım yarımadasındaki takribi (AS: yaklaşık) 40 bin asker eklendiği zaman sadece Ukrayna’nın değil, Doğu ve Orta Avrupa’nın da ciddi bir Rus tehdidi altında olduğu ortaya çıkmaktadır. NATO’nun ve Avrupa Birliği’nin yeni güvenlik ve savunma stratejilerini kaleme aldıkları bir dönemde beliren bu tehdidin ne ölçüde gerçekleşebilir olduğu tartışmalıdır. Rusya’nın, Doğu Avrupa ve Baltıklarda güvenlik alt yapısını güçlendiren NATO’yu karşısına alarak, İttifak ile doğrudan bir çatışma ortamına girmesi ihtimali zayıftır.

RUSYA’NIN ÖNERİLERİ

Ancak, henüz NATO’nun kolektif savunma imkânından yararlanamayan Ukrayna’nın durumu farklıdır. Bu ülke zaten, Rusya’nın 2014 yılında gerçekleştirdiği gayrı nizami harekâtlarla güneyinde ve doğusunda toprak kaybına uğramıştır. Ukrayna, Rusya’nın baskısına tek başına dayanabilecek durumda değildir. Ancak, Ukrayna’nın işgali, Rusya’yı 21. yüzyılın küreselleşmiş dünyasında tecrit edilmiş bir haydut devlet haline getirecektir. Öte yandan, bir strateji üstadı olan Putin’in, ülkesini, 1970’li yılların sonunda Afganistan’da olduğu gibi, bir bataklığa sokmasının yıpratıcı olacağını dikkate alması beklenir.

Nitekim, Moskova’nın, Avrupa Güvenlik mimarisini değiştirerek batısındaki tampon bölgeyi yeniden ortaya çıkarmayı hedeflediği açıklık kazanmıştır. Rusya geçen Aralık ayında hem ABD hem de NATO’ya, iki anlaşma taslağı vermiştir. Taslaklarda, özetle, müttefiklerin birbirlerinin topraklarında bulunduracakları asker, silah ve mühimmat miktarının 27 Mayıs 1997’deki düzeyi geçmemesi, NATO’nun daha fazla doğuya doğru genişlememesi ve müttefiklerin Ukrayna ile Doğu Avrupa devletlerinde, Güney Kafkasya’da ve Orta Asya’da hiçbir askeri faaliyette bulunmaması şart koşulmuştur.

ABD ile anlaşma taslağında bu son koşul, bağımsızlığını kazanmış eski SSCB cumhuriyetlerinin hiçbirinde askeri üs kurmama, bunların askeri alt yapılarını kullanmama ve bunlarla askeri işbirliği yapmama şeklinde kaleme alınmıştır.

NATO’nun özgürce karar almasını sınırlayan; Ukrayna ve Gürcistan’ın şartlar yerine geldiğinde NATO’ya üye olabileceklerine dair 2008 Bükreş Zirvesi kararının geri çekilmesi sonucunu verecek olan bu öneriler kabul görmemiştir.

MONTRÖ’NÜN ÖNEMİ

Rusya-Batı ilişkilerinde yaratılan gerilimin sonuçlarının Türkiye’nin güvenliği üzerinde de etkisi olacağı şüphesizdir. Moskova, son yirmi yıldır askeri doktrini değiştirme ve silahlı kuvvetlerini modernleştirme yolunda gizli bir program uygulamaktadır. Kırım’ın ilhak edilmesinden sonra hızla yenilenen Rus Karadeniz donanmasının üssü olan bu bölge, muharip kuvvetlerle tahkim ve nükleer silah sistemleriyle teçhiz edilmektedir.

Ayrıca, S-400 stratejik füze sistemi ve elektronik harp yeteneklerinin yerleştirilmesi sayesinde Rusya, Karadeniz’de “Alan Erişimini Engelleme-Bölgeden Men Etme” imkânına kavuşmuştur. Türkiye’nin Karadeniz’de üstünlüğünü kaybetmesi anlamına gelen bu durumun, Montrö Rejimi üzerinde de sonuçları olabilecektir.

KARADENİZ NATO’NUN HEDEFİNDE

Karadeniz artık NATO’nun ilgi alanına iyice yerleşmiştir. Doğu ve Güneydoğu kanatlarının güvenliği için İttifak’ın Karadeniz’de sürekli varlık göstermesine ihtiyaç duyulabilecektir. Bu da Türkiye’yi, Karadeniz’de, bu kez Rusya’nın üstünlüğüne dayalı yeni statükoyu korumak için Montrö’yü sahiplenme ya da NATO güçlerine kapıları açarak Rusya’yı dengeleme seçenekleriyle karşı karşıya getirebilecektir.

Mevcut krizden çıkış için en makul yol, iki taraf arasında bir güven ortamı yaratılarak, Soğuk Savaş sonrası dönemde olduğu gibi yeni bir Avrupa güvenlik mimarisi oluşturulması için müzakerelere başlanılmasıdır. Ancak, son zamanlarda gerçekleştirilen kuvvet intikalleri ve mesajlardaki sertleşme bunun çok uzağında olunduğunu göstermektedir.

Silah Zoruyla Dayatılan Kalp Para

portresiLütfü Kırayoğlu
ADD Genel Başkan Başdanışmanı
24.11.2021

Silah Zoruyla Dayatılan Kalp Para

Bütün ülke, ekonomide yaratılan büyük çalkantıyı konuşuyor. Yalnızca sonuçlar üzerinden büyük bir tartışma yapılıyor. Hiç kimse sorunun kaynağını sorgulamıyor. Muhalefet, kriz büyürse iktidarı düşürme peşinde. İktidar her zamanki gibi muhalefeti suçluyor. Çok bilir ekonomi “uzmanları” konunun ne denli çetrefilli olduğunu kanıtlayabilmek için en anlaşılmaz sözcükleri özenle seçip halkı “aydınlatma” peşinde. Kur, emisyon, faiz, enflasyon, Merkez Bankası, yıllık hedefler, cari açık vs. sözcükleri arasında vatandaşın bir gözü televizyonların altında hızla dönen rakamlarda, bir gözü de akıllı telefonlarına gelen en son “PİYASA” haberlerinde.

Kırk yılı aşkın süredir yaşantımıza sokulan en sihirli sözcük PİYASALAR

Her şey piyasaları ürkütmemek üzerine kurulmuş. Siyaset, sağlık, güvenlik, eğitim, dış politika, enerji, üretim, işçi ücretleri… Yaşantımızı etkileyen her şey PİYASALARI ürkütmemek üzerine kurulu. Ve elbette ortalıkta dönen bir de “reel sektör” kavramı… Ancak kimse reel sektörün ayağa kaldırılmasıyla ilgili değil. Gerçekte PİYASALAR deyip duranlar bir türlü ağızlarına SANAL SEKTÖR kavramını almıyorlar. Oysa esas düşündükleri SANAL SEKTÖR. Sanal kavramı sözlüklerde şu şekilde açıklanıyor: “GERÇEKTE YERİ OLMAYAN, GERÇEKTE VAR OLMAYAN ANCAK ZİHİNDE TASARLANAN”… Reel ise bunun tam tersi yani yaşamın ta kendisidir.

Bugün yaşadığımız ekonomik gerçeklikten bizi koparıp yaşantımızı karartan olaylar zincirinin en köklü başlangıcı ise yakın tarihimizin iki acı olayıdır ki; her ikisi de halkımıza “DEVRİM” adıyla yutturulmuştur. Bunlardan birincisi ve en korkuncu 1983 ve sonrasında Özal tarafından yapılan düzenlemelerle Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun’nun işlevsizleştirilmesidir ki “artık kimse cebinde yabancı para bulundurduğu için soruşturulmayacak” söylemi ile ulusal paranın dinamitlenmesidir. İkinci büyük olay ise 1996’dan başlayarak Gümrük Birliği Anlaşması koşullarının yürürlüğe girmesidir. (Bir başka olay da 1999’da Uluslararası Tahkimin önünü açan anayasal ve yasal düzenlemelerdir ki, başka bir yazının konusudur.)

Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun’nun “fiilen” yürürlükten kaldırılması ile birlikte dövize, özellikle ABD Dolarına büyük bir hücum başladı. Özal’ın mimarı olduğu 24 Ocak 1980 kararları ile o yıl %95 olarak gerçekleşen enflasyon, 22 yıl boyunca iki haneli rakamların üstünde kaldı. Her köşede açılan döviz büfeleri, bu büfelerin olmadığı yerlerde kuyumcular, hatta seyyar dövizciler aracılığı ile yurttaşlar “güvenli” buldukları yeşil paralara koştular. Aylığını alan soluğu döviz büfesinde alıyor, hiç değilse sigara parasını bedavaya getirdiğini söylüyordu. Sigara parası bedavaya geliyordu ancak bir ay sonra alınan aylıktaki gerçek azalma ile giderek yoksullaşıyor, enflasyon azıyor, Türk lirası hızla eriyordu. Yani, Gresham Yasası hükmünü yürütüyor “kötü para iyi parayı kovuyordu”. Dolar piyasadan Türk Lirasını kovuyordu. Evet Türk lirasını Türk piyasasından kovan para kötü para idi. Dünyanın en kötü, en çirkin parası…

Ekonomisini dengede tutmaya çabalayan bütün ülkelerin piyasaya sürdükleri paranın karşılığı Altın, döviz ya da başka kıymetler olarak vardır. ABD hariç… Bu kurala uymayan ülkelere dünya finans sitemi üzerinden baskı yapan ABD, kendisi bu kurala uymaz. Onların parasının karşılığı yoktur. Bu karşılığı merak edenlere silah gösterirler. Bu nedenle de dünyada en “geçerli” para birimidir. Arkasında ABD’nin silah gücü vardır. Üstelik bu haydut devletin gösterdiği silah o denli uzak da değildir. Ülkemizdeki ABD üsleri bir yana, salt ülkemizi çevreleyen yakın komşularımızda son günlerde sayısı anormal artan ABD üslerine ek olarak Akdeniz’den Umman denizine, Japon denizinden Pasifik okyanusuna dek dünyanın her yerinden namlularını göstermektedir. ABD Doları yalnızca ABD ile ikinci ülkelerin arasındaki ticaretin değişim aracı değil, ABD dışındaki iki ülke arasındaki ticaretin de değişim aracıdır. Bu kuralın dışına çıkmaya çalışan ülkelerin başına neler geldiğini çok yakın tarihten biliyoruz. Irak’ta Saddam Hüseyin, Libya’da Muammer Kaddafi bu nedenle devrilmiş, İran düşmanlığı bu nedenle bir türlü sönümlenmemektedir.

ABD derin devleti, ülkesindeki yatırımcılara “sermayenizin gittiği her yerde ABD namlusu arkanızdadır” mesajını açıkça iletmektedir.

Ülkemizde de ABD patentli “bizim oğlanların” 12 Eylül 1980 darbesinin ardından gelen Turgut Özal, ABD’den aldığı güç ve cesaretle Türk Parasını Koruma Yasasını yok ederek dünyanın en sahte parasını ülkemizde egemen kılmıştır. Ülkede muhalefetin ezildiği, yüzbinlerce insanın hapse atılıp yargılandığı, işkence tezgahlarında kaybedildiği, 50 kişinin idam edildiği, yüzbinlerce kişinin fişlenerek işten atıldığı bir baskı ortamından hemen sonra ABD kalp parası ülkemize egemen olmuştur. Yani Türk parası, ABD namluları ile ABD Dolarına teslim edilmiştir.

İşte bu politikaların sonucu olarak Türk Parasının değersizleştirilmesi sonucu halkımız olayın gerçek nedenini bilemeden dünyanın en kötü, en kalp parasına sahip olmak için şehvetle bu paraya saldırmakta, saldırdıkça, kendi parası değersizleşmekte dolayısıyla reel (AS: gerçek) ücreti gerilemektedir. Buna karşın, “Ekonomik Kurtuluş Savaşı” verdiğini söyleyenler kamu ihalelerinde, köprü, otoyol geçişlerinde ABD Dolarını geçerli para saymaktadırlar. Gerçek değeri birkaç kuruşu geçmeyen yeşil renkli kağıt parçası, her gün Türk parasını kaçıp kurtulunması gereken “değersiz” bir kağıt parçası durumuna getirmektedir.

Bugünkü krizin ikinci önemli nedeni ise Avrupa Birliğine girme rüyası ile Gümrük Birliği anlaşmasına girilip, gümrük duvarlarının sıfırlanması, tüm dünyanın hurda makinalarından, ıvır zıvıra, oyuncaklara dek her şeyin ithal edilerek yerli üreticinin yok edilmesidir. Her köşede açılan “milyoncu” mağazalar, lüks alışveriş merkezlerindeki ışıltılı dükkanlar, zincir marketlerin raflarındaki baş döndürücü yabancı ürünler “yerli ve milli” politikalarının laftan ibaret olduğunun kanıtıdır.

FETÖ’cülükten mahkum olup hapse giren Altan biraderler yıllarca TV kanallarında “Türk köylüsü tembel” söylemleri ile “üretmeyelim satın alalım” sözleriyle ile üretimi baltalamış, sonuçta Çikita muz ile başlayan tarımsal ürün dışalımı (ithalatı), “ürüne değil tapuya destek” politikaları ile buğday tarlaları boş kalmış, bırakın buğdayı samana bile muhtaç duruma düşen Türk halkı, şimdi zincir marketlerden kota ile alışveriş yapar duruma gelmiştir.

Yakın tarihimizde yaşadığımız bu acı olayları yaşadığımız ekonomik bunalımın (krizin) toz duman ortamında unutuyoruz. Bu ortamı hazırlayanlarla hesaplaşmadıkça, Türk Parasını Türk ülkesinde egemen kılmadıkça değişecek bir şey yoktur. Döviz fiyatlarını gösteren ışıklı levhalara bakmaktan vazgeçip bu hesaplaşmayı yapmalıyız.

Gün helalleşme değil, hesap sorma günüdür.

24 Haziran 2018’de seçilecek Cumhurbaşkanının Olağanüstü Yetkileri

24 Haziran 2018’de seçilecek Cumhurbaşkanının Olağanüstü Yetkileri

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türkiye’de erken seçimlerin yapılacağı 24 Haziran’dan sonra parlamenter sistemin yerini, 16 Nisan 2017’de yapılan referandumda kabul edilen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi alacak.

Peki cumhurbaşkanlığı sistemi ne tür değişiklikleri getirecek?

Referanduma kadar cumhurbaşkanı seçilen kişinin varsa partisiyle ilişiğinin kesilmesi gerekiyordu. 1961 Anayasası’ndan beri yürürlükte olan bu şart referandumla birlikte ortadan kalktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP genel başkanlığını sürdürdüğü gibi yeni cumhurbaşkanı da parti üyeliğini sürdürecek.

Anayasa’nın 101. maddesi, “Seçimlerin tamamlanamaması halinde yenisi göreve başlayıncaya dek, varolan Cumhurbaşkanının görevi sürer” diyor.

Başbakanlık kalkıyor

Yeni sistemin en önemli yeniliklerinin başında, başbakanlık makamının ortadan kalkması geliyor.

Başbakanlık biçim ve içerik değişikliği ile birlikte 1. Murad zamanından beri (1320) Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Türkiye Cumhuriyeti’nde varlığını sürdürüyor. Osmanlı İmparatorluğu’nda vezir-i azam, sonra sadrazam denen bu makam, Tazminat’la birlikte Batılı sistemdeki başbakanlık yetkilerini sahip olmuş TBMM’nin açılmasından sonra 1961’e dek başvekil olarak adlandırıldıktan sonra 57 yıldır da başbakan olarak yürürlükteydi.

Başbakanlık makamının kalkmasıyla yürütme yetkisi, Cumhurbaşkanı’na geçiyor.

Cumhurbaşkanı’nın yetki ve sorumluluklarının düzenlendiği Anayasa’nın 104. maddesinde “Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir. Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder” deniyor.

Daha önce başbakanı atayan Cumhurbaşkanı artık, cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanları atama ve görevlerine son verme yetkisine sahip.

Kanun Hükmünde Kararname’nin yerine Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi geliyor

Referandumda onaylanan değişikle kanun hükmünde kararname yerine cumhurbaşkanlığı kararnamesi geldi.Daha önce Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi TBMM tarafından Bakanlar Kurulu’na verilirken yeni metne göre, “Cumhurbaşkanı’na yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi” çıkarabilme yetkisi bulunuyor.

Cumhurbaşkanı sanki tarafsız ve sorumsuz bir cumhurbaşkanının sahip olduğu “Kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderir” yetkisini yeni dönemde de koruyacak. Ayrıca “Kanunların, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün tümünün veya belirli hükümlerinin Anayasaya şekil veya esas bakımından aykırı oldukları gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası” yetkisine de hala sahip.

Cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanları nasıl yargılanabilir?

Cumhurbaşkanı Meclis’in denetimine açık değil

Ancak Meclis’te cumhurbaşkanı, yardımcıları ve bakanlar hakkında soruşturma açmak mümkün.

Meclis üyelerinin yarısının oyuyla -300 milletvekili- cumhurbaşkanı, yardımcıları ve bakanları hakkında soruşturma açılabilir. Ancak soruşturma komisyonu kurulabilmesi üye tam sayısının 3/5’inin (360 milletvekili) oy vermesi gerekiyor. Komisyonun hazırlayacağı rapor sonrası TBMM üye tam sayısının 2/3’sinin oyuyla (400 milletvekili) Cumhurbaşkanı, yardımcıları ve bakanlar Yüce Divan’a sevk edilebiliyor.

Bu arada Cumhurbaşkanı, yardımcıları ve bakanların yargılanacağı Yüce Divanı oluşturan Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinden 12’si Cumhurbaşkanı tarafından seçilmiş olacak.

Mevcut Anayasa’da yürütmenin başı olan başbakan veya bakanlar hakkında, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az onda birinin vereceği önergeyle (55 vekil!), soruşturma açılması istenebilirken, üye tam sayısının yarısının (276 vekil) kabul etmesi durumunda bu kişi veya kişiler Yüce Divan’da yargılanabiliyor(du).

Gensoru kalkıyor!

Mevcut Anayasa’da var olan TBMM üye tam sayısının yarısının (276 vekil) katılımıyla başbakan ve bakanları düşürmek için gensoru verme hakkı da tarihe karışıyor.

  • Cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hakkında gensoru verilemeyecek.

Cumhurbaşkanı’nın yapacağı bütçede Meclis değişiklik yapma hakkına sahip değil

Daha önce Bakanlar Kurulu’na ait olan bütçe yasası teklifi yetkisi, Cumhurbaşkanı’na devrediliyor. Yürürlükte olan yasaya göre, Meclis bütçede değişiklik yapma hakkına sahipken artık bu haktan yoksun kalacak.

Meclis’in bütçeyi onaylamaması durumunda “geçici bütçe yasası çıkarılır. Geçici bütçe yasasısının da çıkarılamaması durumunda, yeni bütçe kanunu kabul edilinceye dek bir önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranına göre artırılarak uygulanır.” Böylelikle Meclis’in bütçe üzerindeki etkisi de sona ermiş oluyor.

OHAL ilanı artık Cumhurbaşkanı’nın yetkisinde

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde, Cumhurbaşkanı, “savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi, seferberlik, ayaklanma vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışma, ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması, anayasal düzeni veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerinin ortaya çıkması, şiddet olayları nedeniyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması, tabii afet veya tehlikeli salgın hastalık ya da ağır ekonomik bunalımın ortaya çıkması hallerinde yurdun tümünde veya bir bölgesinde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal” ilan edebiliyor.

Daha önce Bakanlar Kurulu, Milli Güvenlik Kurulu’nun görüşünü aldıktan sonra OHAL ilan edebiliyordu.

Bir kişinin 15 yıl cumhurbaşkanlığı yapabilmesi olanaklı

Cumhurbaşkanı’nın görev süresi, mevcut Anayasa’da olduğu gibi beş yıl ve bir kişi en çok iki dönem Cumhurbaşkanı seçilebiliyor.

Ancak Cumhurbaşkanı’nın 2. döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilirse, Cumhurbaşkanı bir kez daha aday olabiliyor.

Yeni düzenleme Meclis’te çoğunluğu sağlayabilen bir Cumhurbaşkanı’na on beş yıl cumhurbaşkanlığı sağlayabiliyor.

(Hilmi Hacaloğlu, https://www.amerikaninsesi.com/a/yeni-sistemde-cumhurbaskaninin-yetkileri-cok-artacak/4361618.html)
===================================

Evet dostlar..

Durum böyle ciddi, kritik, nazik, vahim hatta vahim ötesi!..

24 Haziran 2018 günü sandıktan çıkacak Cumhurbaşkanı neredeyse “Kral” gibi yetkili olacak
Osmanlı padişahlarının bile Başvezirleri vardı, şimdi yok..
1. Meşrutiyet (1876) sonrası Meclis ve Vekiller Heyeti vardı.
Şimdi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi denen AKP’nin dış güdümlü olarak dayattığı dünya da benzeri olmayan ucube sistem, meşrutiyet sonrası Osmanlı Sultanından daha yetkili.. Mutlakiyete, 1876 öncesine dönüş gibi neredeyse..

  • Amaç tek bir adamı ele geçirip Türkiye’yi dışarıdan yönetmek..

Batılılar açıkça yazıp – çizdiler – söylediler.. Yok TBMM, yok Anayasa Mahkemesi, yok Senato, yok TSK, yok sivil toplumun gücü… bunlarla uğraşmak istemiyorlar..

1 Mart 2003 Tezkeresinin TBMM’de 100 dolayında yurtsever AKP’li vekilin de sağduyusuyla reddedilmesi kırılma ya da dönüm noktası oldu. 2 haftalık Başbakan RTE ilk sınavında sınıfta kalmıştı! Düğmeye o zaman basıldı.. 2 ya da 2,5 parti ve TEK ADAM REJİMİ biçildi Türkiye’ye. Haydut devlet, 4 Temmuz 2003’te Irak’ın kuzeyinde 11 subayımızın başına çuval geçirmekle yetinmedi, yetinemezdi!

Atlantik ağası” Adamını suça buladı, peeeeeeeeek çok belge – bilgi ile kuşatıp Güliver‘in bağlanması gibi deyim yerinde ise “sabitledi”..

Giderayak Afrin, Fırat Kalkanı gibi sınırlı operasyonlara göz yumdu ve son olarak Münbiç ve Kandil senaryolarına “pembe ışık” yaktı.. Kandil’de 35 üst düzey PKK-YPG yöneticisi salak salak TSK bombardımanını bekliyorlardı ve akılsızlıklarına doymasınlar, keklik gibi avlandılar!

Bu kadim halk bu utanmaz masalları – oyunları yutacaksa diyecek birşey yok..

Üstelik olağanüstü yorgun / bitkin, zaman – yer- kişi – olay yönelimi bozulmuş, düşünce akışı ve belleğinde ciddi boşluklar – bozukluklar… olan birisini yeniden SULTAN GİBİ YETKİLENDİRMEK!?

https://youtu.be/C2VqSvfztCo

Erdoğan 15,5 yıldır kesintisiz ve tek başına mutlak iktidarla ülkeyi yönetmekte..
Gelinen yer İFLAS EŞİĞİ!

  • Borçlar döndürülemiyor, ekonomi cayır cayır yanıyor!

    24 Haziran 2018 sonrası yürürlüğe girecek Anayasa değişiklikleri ile (yukarıda verildi), kuramsal olarak 15 yıl daha (3 dönem) mutlak yetkili CB olarak kalması olanaklı.. Bu senaryo işlerse, halen 65. yaşının içinde olan RTE, yaşarsa 80 yaşına dek ve toplamda 30,5 yıl Türkiye’yi tek başına yönetmiş olacak. Uygar dünyada buna benzer tek bir demokratik ülke var mı??

Sevgi ve saygı ile. 22 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Türkiye Zarrab davasına karşı derhal bu adımları atmalı

Türkiye Zarrab davasına karşı
derhal
bu adımları atmalı

Metin FeyzioğluBir kez daha uyarıyorum…

Prof. Dr. Metin FEYZİOĞLU
Türkiye Barolar Birliği Başkanı
(Ceza Hukuku Uzmanı)
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

ABD Başkanı Trump, bu kararı  popülist iç politikası sebebiyle destekliyor.

İran’la Suudi Arabistan; Yemen’de, Sünni ve Şii kabileler üzerinden savaşıyor.

Dün İran’a bağlı Husi’ler, Yemen’in eski devlet başkanını kafasına sıktıkları bir kurşunla infaz etti.

NATO, söylem ve eylemleriyle Türkiye’ye güven vermiyor.

Türkiye Rusya’dan S-400 füze sistemi satın alıyor.

Rusya, PYD’nin ele geçirdiği bölgede yaptığı sözde seçimlerde gözlemci oluyor.
YPG ile birlikte basın toplantısı düzenliyor. PKK’yı terör örgütü görmeyen Rusya’nın başkenti Moskova’da PYD’nin irtibat bürosu vızır vızır çalışıyor.

ABD, PKK’nın Suriye kolu YPG’yi silahlandırıyor.

Türkiye yakın zamana kadar izlediği trajik hatalarla dolu dış politikası sebebiyle
bir ABD’ye bir Rusya’ya dönüyor. Bir de isim takmışlar buna, ping-pong diplomasisi diye…

ABD’nin ve Rusya’nın yere göğe koyamadığı YPG, IŞİD’dan kurtardığını iddia ettiği şehirlere yerleşiyor. Ancak IŞİD’lı teröristleri tutuklayacağına kamyonlara yükleyip silahlarıyla birlikte güvenli bir şekilde şehir dışına salıyor. Bunlar muhtemelen Türkiye’ye girmenin yollarını arıyor.

  • Görünen o ki, Ortadoğu’da küresel ve bölgesel güçler büyük bir hesaplaşmaya hazırlanıyor.

Türkiye milli güvenliğini, toprak bütünlüğünü ve geleceğini doğrudan ilgilendiren
bu tehlikeli gelişmeler olurken iç politikaya yönelik hamasetle vakit kaybediyor.
Türkiye’yi yönetenler, milli birliği sağlamak yerine, toplumu tehlikeli şekilde kutuplaştırıyor.

Ve… para hırsı ve cehaletin birleşmesi sebebiyle ABD’nin eline  korkunç bir silah olarak tutuşturduğumuz Zarrab davası her geçen gün aleyhimize ilerliyor.

ABD Başkanı’nın kısa bir süre ulusal güvenlik danışmanlığını yapan Flynn’in, hakkındaki soruşturmada Türkiye’yi de zora sokacak ifadelerinin nereye varacağını bilmiyoruz daha.

  • Çıkış yolunu, akılla bulacağız. Başka çaremiz yok. Devlet aklını oluşturacağız.

Zarrab denilen sahtekar ve çevresi milyarlarca dolar para kazandı diye,

  • bu dolandırıcılığın bedelini Türkiye Cumhuriyeti ve Türk halkı ödememeli.

Krizi büyütmeye değil, kontrol etmeye ihtiyaç var.

İçeriği boş söylemler sadece iç politikada tabanları geçici olarak sıkılamaya yarar.
Dışarıdan içeriye gelişen bir saldırıda üç kuruşluk değeri olmaz bunların.

Çin’in, Rusya’nın, Almanya’nın, Fransa’nın, Hindistan’ın İran’a yönelik yaptırımları devlet olarak ihlal etmemek için azami dikkat sarf ettiği, ihlal eden şirketleri takibe aldığı bir süreçte, Türkiye’nin “bu ambargo beni bağlamaz” söylemi fayda sağlamıyor, zarar veriyor.

Bir kez daha uyarıyorum                                     :

Türkiye, derhal bu davada yargılama konusu suçlarla arasına mesafe koyduğunu dünyaya göstermelidir. Bu çerçevede;

  • ABD ile aramızdaki adli yardım anlaşmasına göre dosyanın bir suretini istemelidir.
  • Adı geçen Bakanlar hakkında yeni delillerin varlığını gerekçe göstererek Meclis soruşturması açmalı ve işi Yüce Divan’a havale etmelidir.
  • Rüşvet aldığı iddia edilen bürokratları tekrar soruşturmalı ve delil durumuna göre davaları açmalıdır.
  • Zarrab’ın hayali ihracatını araştırıp, haksız yere aldığı yüz milyonlarca liralık vergi iadeleri sebebiyle ayrıca soruşturma açmalıdır.
  • Bütün bunları dünyayla paylaşmalıdır.

Kamu bankaları eliyle kara para aklayan, uluslararası terörizmin finanse edilmesine aracılık eden, bütün bunları da rüşvetçi bürokrat ve bakanların talimatıyla yapan yolsuzluğa bulaşmış bir devlet görüntüsü ile bizi damgalamak istiyorlar.

Böylece, bizi Ortadoğu’da sıkıştırıp kim bilir ne tavizler vermemizi isteyecekler.

Bir an önce hamasetin yerini Devlet aklı almalı. Bu krizden doğru dersleri çıkarıp, demokratik kurumlarımızı sağlamlaştırmak bizim elimizde. Yeter ki Türkiye’yi yöneten ve yönetmeye talip olanlardan talep etmesini bilelim. Yeter ki halk olarak gücümüzün farkında olalım.

Metin Feyzioğlu
Odatv.com, (05.12.2017)
=========================================
Dostlar,

ZARRAB DAVASI’nın TÜRKİYE’ye BEKLENEBİLEN AĞIR YÜKÜ

Zarrab’ın ABD’de görülen davası giderek Türkiye aleyhine ilerliyor.
Dava sonunda Türkiye, ABD’nin zararına neden olduğu suçlamasıyla birkaç on milyar Dolar giderim (tazminat) ödeme yükümü ile karşı karşıya kalabilir.
Sn. Feyzioğlu bu önemli uyarı yazısını 2 hafta önce yayımladı ODATV’de.
Geçen hafta ABD Başkanı Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı,
Türkiye’yi uluslararası teröre destek veren bir ülke olarak niteledi.

Bu son derece önemli bir gelişmedir ve ardından ülkemizi HAYDUT DEVLET ilan ederek BM’de ambargolarla sıkıştırmaya ve yalnızlaştırmaya dek gidebilir. Böylesi bir girişimin ve uygulamanın Türkiye içi ne denli YIKICI çok ağır sonuçlara varabileceği tartışma dışıdır.

Dolayısıyla ABD’nin 4 yıldızlı 2 önemli komutanının (Merkezi Kuvvetler CENTCOM komutanı ile Avrupa Orduları Komutanı EUROCOM) bu ağır suçlamayı izleyen hafta Türkiye’ye gelmelerini / gönderilmelerini çok iyi okumak gerekir. Kimi gazetelerde manşetten verilen yorumlar, ABD’nin Ortadoğu’da yitirdiklerini toparlama çaresizliği olduğu yönünde idi.

Bu irdelemeye katılamıyoruz; tersine, sopa gösterilerek pazarlıkta çıta yükseltilmiştir. Kayseri’ye Milli Savunma Bakanlığı’nın parasal desteğiyle cami yaptırmakla meşgul Genelkurmay Başkanı H. Akar, bu komutanlarla ne(ler) görüşmüştür? Ne tehdit ve şantajlar – pazarlıklar – havuç/sopa politikası ülkemize dayatılmaktadır, açıklanmalıdır. Öyle uluorta “devlet sırrı” kalkanının ardına saklanılmamalıdır.

  • Ege adaları – Kıbrıs – Ermenistan – Kürdistan – NATO – S-400 füzeleri !??
    Hangisi / hangileri, ne kapsamda??

Türkiye çok ciddi risklerle karşı karşıyadır ve AKP = RTE‘nin tek başına bu yakıcı sorunlarla başetme gücü ve yeteneği yoktur, kalmamıştır. Kaldı ki suça bulaşmışlığı vardır;
4 Bakan ve bürokratlar rüşvetle Zarrab’ın bu suçları işlemesini kolaylarmış hatta sağlamışlardır. Bu Bakan ve bürokratlar adli olarak kovuşturulmamıştır. Dahası, Zarrab’a Devlet madalyası verilmiştir AKP hükümetince.

İslamcı AKP iktidarı Cumhuriyet’in birikimini, o arada kadrolarını dışlamış ve ülkemizi kendisiyle birlikte ağır bir çıkmaza sokmuştur. Buradan en az zararla çıkış ancak ULUSAL BİRLİK ile sağlanabilir. Ne var ki AKP = RTE, anamuhalefet CHP’ye ve genel başkanı Sn. Kılıçdaroğlu’na suçluların telaşı ile (!?) 4 koldan şiddetle ve çok ağır saldırmakta, gerilim politikası ile kendi tabanını pekiştirmeye çabalayarak gündem oyunlarına sığınmaktadır.
Kudüs konusu ve %11,1 büyüme masalı can simidi gibi görülmektedir ancak boşunadır.

Bu yol çıkar yol değildir. Zarrab davası kararının eli kulağındadır ve AKP = RTE‘den hangi ağır – yaşamsal ödünlerin istendiğini bilmiyoruz oysa bilmek hakkımız. Ayrıca TSK’nın mutlaka parçalanmışlıktan kurtarılması ve eski caydırıcılığına hızla kavuşturulması yaşamsal önemde.

Biz de Sn. Prof. Feyzioğlu gibi “bir kez daha” yazmış olalım :

  • AKP = RTE‘yi uyarmış ve Türkiye’nin böyle yönetilemeyeceğini, yönetilebildiğini sanmanın gerçekçilikten (real politikten) sapma olacağını, politik şizofreni ile eşdeğer olduğunu,
  • Yapılacak yeni hataların AKP iktidarını tepetaklak götüreceği gibi,
    Türkiye’yi de son derece ağır yaralayabileceğini….derin kaygı ve endişe ile anımsatmış olalım..

Sevgi ve saygı ile. 18 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

HAYIR’ını al da gel: Emek, barış, demokrasi için yaşasın 1 Mayıs!

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır…)
DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, DİSK Genel Merkezi’nde gerçekleştirdikleri basın toplantısıyla 1 Mayıs gündemlerini ve programlarını açıkladılar.

Basın toplantısına DİSK Genel Başkanı Kani Beko, KESK Eş Genel Başkanı Lami Özgen, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, DİSK Genel Sekreteri Dr. Arzu Çerkezoğlu, DİSK Yönetim Kurulu üyesi Kanber Saygılı, DİSK üyesi sendikaların merkez ve şube yöneticileri ve işçiler katıldı.

DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun okuduğu ortak açıklamada, 2017 1 Mayıs’ının,
hile-hurda ile dayatılan tek adam rejimine karşı demokrasi için, giderek derinleştirilen ve ülkeyi Ortadoğu’daki çatışmaların ateşine sürükleyen savaş politikalarına karşı barış için, giderek pervasızlaşan emek düşmanlığına karşı emeğin hakları için, MİLYONLARIN ‘HAYIR’LI BULUŞMALARI olarak örgütleneceği duyuruldu.

Kani Beko dört emek ve meslek örgütü başta olmak üzere, dost kurumlarla beraber, İstanbul’da Bakırköy Halk Pazarı başta olmak üzere, Türkiye’nin her yerinde olabildiğince yaygın, kitlesel, coşkulu ve ‘HAYIR’LI 1 Mayıs buluşmalarını birlik içinde örgütlemeye karar verildiklerini söyledi. Açıklamanın tam metni şöyle:

‘HAYIR’INI AL DA GEL! EMEK BARIŞ DEMOKRASİ İÇİN YAŞASIN 1 MAYIS!

Dünyanın dört bir yanındaki milyarlarca işçi için, emekçi için, tüm ezilenler ve yok sayılanlar için her 1 Mayıs, birliğin-mücadelenin ve dayanışmanın gücüyle umudun büyütüldüğü gündür.

Yok sayılan emeğin, dünyanın dört bir yanında görkemli bir biçimde varlığını gösterdiği gündür 1 Mayıs. Dünyanın her yerinde en merkezi ve en büyük meydanlar, emeğin bu görkemli buluşmasına tanıklık eder. İşçiler özlemlerini, umutlarını, taleplerini istedikleri meydanlarda özgürce ifade eder.

Türkiye’de ise maalesef 1 Mayıs’lar iktidarların getirdiği yasaklar ve devlet şiddetinin gölgesi altında kutlanmaktadır. 365 gün bu ülkenin tüm değerlerini ve güzelliklerini üretenlere bir gün dahi saygı gösterilmemektedir. Siyasi iktidar bir gün için dahi işçilerin taleplerine kulak vermemekte, yıllardır 1 Mayıs mitinginin kendi istediği yerde yapılmasını dayatmaktadır. “Ayaklar baş olursa kıyamet kopar” diye açıklanan bu tutum, 2017 yılında da devam etmektedir.

  • 1 Mayıs 1977’deki kontrgerilla katliamının 40’ıncı yılında da bu dayatmanın sürdürülmüş olması ölenlere ve işçi sınıfına saygısızlık olarak tarihe geçecektir.
  • 15 Temmuz darbe girişimine karşı, bizler de dahil olmak üzere, yurttaşların buluştuğu
    Taksim alanı ne yazık ki yeniden yasaklı meydan haline getirilmiştir.

Bizler 4 emek ve meslek örgütü olarak, ulusal ve uluslararası mahkemelerin verdiği yargı kararlarını tanımayarak hukuksuz bir yasakta ısrar edenlerin er ya da geç bu tutumlarının hesabını vereceklerinin altını bir kez daha çizmek istiyoruz.

Hukuku, demokrasiyi, evrensel temel hak ve özgürlükleri yok saymayı bir rejim biçimi olarak benimsemiş anlayışa karşı, bu yıl her zamankinden çok daha yaygın, kitlesel ve coşkulu bir biçimde buluşmayı görev biliyoruz.

Bilindiği gibi, emekçilerin haklarını geliştirmeyen, aksine zarar veren ve tek adam rejimini dayatan bir anayasa için referanduma gidildi. Devletin tüm olanaklarının kullanılmasına, tek sesli medyaya, “hayır” diyenlerin engellenmesine karşın yurttaşların en az yarısı HAYIR dedi. Böyle bir anayasa değişikliği ile ülke huzur, barış ve istikrar bulamayacaktır.

  • Türkiye’nin acil ve yaşamsal ihtiyacı eşitlikçi, özgürlükçü, laik ve sosyal bir Anayasadır.

Ancak ülkeyi yönetenler bu gerçeklere gözünü kapatmakta, Türkiye’ye tek adam rejimi dayatmaktadır. Halkın en az yarısının HAYIR dediği bir rejim değişikliğini, cebren ve hile ile meşrulaştırma girişimlerine karşı 2017 1 MAYIS’ı çok daha anlamlı ve önemli hale gelmiştir.

2017 1 Mayıs’ı, hile-hurda ile dayatılan tek adam rejimine karşı demokrasi için, giderek derinleştirilen ve bizi Ortadoğu’daki çatışmaların ateşine sürükleyen savaş politikalarına karşı barış için, giderek pervasızlaşan emek düşmanlığına karşı emeğin hakları için, MİLYONLARIN HAYIR’LI BULUŞMALARI olarak örgütlenecektir!

Bizler 4 emek ve meslek örgütü başta olmak üzere, dost kurumlarla beraber, İstanbul’da Bakırköy Halk Pazarı başta olmak üzere, Türkiye’nin her yerinde olabildiğince yaygın, kitlesel, coşkulu ve HAYIR’LI 1 Mayıs buluşmalarını birlik içerisinde örgütleyeceğimizi ilan etmek istiyoruz.

  • Olağanüstü Hal’e, Kanun Hükmünde Kararnamelere ve tek adam rejimine HAYIR demek için 1 MAYIS’TA ALANLARA!

Darbe girişimine karşı ilan edildiği iddia edilen Olağanüstü Hal ile hukukun ayaklar altına alındığı, yurttaşların temel hak ve özgürlüklerinin keyfi biçimde gasp edildiği bir rejim kalıcı hale getirilmek istenmektedir.

  • Yüz binin üzerinde kamu emekçisini ve işçiyi, haklarında hiçbir yargı kararı bulunmadan işinden eden Kanun Hükmünde Kararnamelere, OHAL fermanlarına HAYIR demek için
    1 MAYIS’ta alanlarda olacağız.Sendikal örgütlenme hakkını KHK ile ortadan kaldıran, kamu emekçilerinin toplu iş sözleşmesi hakkını ve kazanımlarını yok sayan antidemokratik uygulamalara teslim olmayacağız.
    Halkın seçtiği vekillerinin yaptığı Seçim Yasası’nı yok saymayı marifet bilen YSK örneğinde olduğu gibi, adaletin çivisinin çıktığı, Meclisin tamamen yok sayıldığı tek adam rejimine
    1 MAYIS meydanlarında tüm gücümüzle HAYIR diyeceğiz!

Kıdem tazminatının gaspına HAYIR demek için 1 MAYIS’TA ALANLARA!

Referandum öncesinde kezlerce dile getirdiğimiz gibi, 16 Nisan’ın ardından ilk işleri kıdem tazminatına göz dikmek oldu. Patronlar “yük” olarak görüyor diye işçi sınıfının ve bütün çalışanların 80 yıllık kazanımına göz dikenlere “HAYIR” demek için 1 MAYIS ALANLARINDA OLACAĞIZ. Emekçilerin iş güvencesi, işsiz kaldığında kara gün dostu olan kıdem tazminatından nemalanmak isteyenleri, İşsizlik Sigortası Fonu’nu yağmalamalarından tanıyoruz. Tüm emekçileri yağmaya ve talana HAYIR demeye, 1 MAYIS ALANLARINA çağırıyoruz.

Taşeron köleliğine ve kamu emekçilerinin iş güvencesinin kaldırılmasına HAYIR demek için 1 MAYIS’TA ALANLARA!  

Milyonlarca taşeron işçisinin umutlarını yıllardır aldatmacalarla sömürenlere, 1 Kasım 2015 seçimlerinden önce “taşerona kadro” vaat edip sözünde durmayanlara HAYIR demek için
1 MAYIS ALANLARINDA olacağız. Taşeron işçilerin mücadele ederek ve mahkemelerde kazandıkları kadro hakkını tanımadığı gibi taşeron düzenini bile aratacak “kiralık işçilik” uygulamasını, işçi simsarlığını yasal hale getirmek isteyenlere 1 MAYIS ALANLARINDAN HAYIR diyeceğiz! Taşeron işçilerine kadro vaadini tutmadığı gibi kamu emekçilerinin 657 sayılı yasadan kaynaklanan iş güvencelerini ortadan kaldıracaklarını açıklayanlara, milyonlarca kamu emekçisine güvencesiz çalışmayı dayatanlara omuz omuza HAYIR diyeceğiz!

‘HAYIR’INI AL DA GEL!

Bu topraklarda emeğiyle, onuruyla yaşayan hemen herkesin HAYIR dediği o kadar çok şey var ki! 1 MAYIS ALANLARI herkesin ‘HAYIR’ını alıp geldiği rengarenk ve apaydınlık meydanlar olacak.

  • İşsizliğe HAYIR,
  • kiralık işçiliğe HAYIR,
  • iş cinayetlerine HAYIR,
  • krize HAYIR,
  • yoksulluğa HAYIR,
  • zamlara HAYIR,
  • içeride ve dışarıda savaşa HAYIR, (AS: çekincemiz aşağıda)
  • kentlerin ve doğanın yağmasına HAYIR,
  • kutuplaşmaya HAYIR,
  • kadın cinayetlerine HAYIR,
  • çocuk istismarına HAYIR,
  • cinsiyetçiliğe HAYIR,
  • kamu hizmetlerinin ticarileşmesine HAYIR,
  • gazetecilerin, siyasetçilerin, gençlerin hapishanelere doldurulmasına HAYIR,
  • akademinin ve bilimin bitirilmesine HAYIR,
  • sömürüye HAYIR,
  • diktaya HAYIR… gibi milyonlarca HAYIR’lı çığlık 1 MAYIS ALANLARINDA buluşacak!

Haydi, hep beraber, birlik olarak, dayanışmamızı güçlendirerek, mücadelemizi büyütmek için
1 MAYIS ALANLARINA!

Yaşasın İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği (AS: çekincemiz aşağıda)
Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik ve Dayanışması!

YAŞASIN 1 MAYIS!


====================================
Dostlar,

TTB ve birlikte davranan DİSK, KESK ve TMMOB’nin 1 Mayıs kutlaması yarın,
1 Mayıs 2017 günü saat 13:00’te Ankara Kolej meydanında başlayacak..
Basın açıklamasında 2 yerde çekincemiz var :

1. Türkiye’de “halklar” değil tek bir halk vardır ve adı Türk halkıdır.
Büyük ATATÜRK‘ün tanımlamasında olduğu gibi,

  • “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye ahalisine/halkına Türk Milleti denir.” 

    Ülkemizde farklı etnik kümelerden yurttaşlarımız olduğu bir gerçektir ancak
    hep birlikte Türk Milleti / Türk halkıyız.

İkincisi “içeride ve dışarıda savaşa hayır.”.. Türkiye, “içeride” emperyalizmin bölücü ve ağır silahlı taşeron örgütüne karşı bir meşru savunma içindedir. Bu bir “savaş” ise, başlatan ve yönlendiren) 1984’ten bu yana) ne yazık ki Batı emperyalizmidir. Burada “savaş” terimini kullanmak, bölücü, silahlı emperyalizmin maşası PKK‘yı uluslararası hukuk katında “savaşan taraf” statüsüne yükseltmektir ki, asla doğru değildir ve kabul edilemez. PKK açıkça bir taşeron terör örgütüdür! Dileriz, basın açıklamasındaki bu anlatım, uyardığımız anlamda değildir..

“Dışarıda” savaşa gelince; BM Sözleşmesi gereğince (md. 51) ve BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 111. maddesi uyarınca sınır ötesinde ülkemizin güvenliğini tehdit eden oluşumlara karşı sıcak takip, uluslararası hukuktan kaynaklanan egemen devlet hakkımızdır.

Bunun dışında, başka ülkelerin içişlerine karışmak, oralarda isyan vb. çatışmaları kışkırtmak, darbe girişimi… hele hele emperyalizmin maşalığına soyunmak.. asla onaylamadığımız hukuk dışı ve Türkiye’ye yakışmayan, “haydut devlet” davranışlardır ve uluslararası hukukta suçtur.

1 Mayıs işçinin ve emekçinin bayramını, biz de bir emekçi olarak gönülden kutluyoruz.

Küreselleşen emperyalizmi, yüzyılların utanç veren

  • “maksimum kâr” ilkelliğini – vahşetini terk etmeye ve 21. yy’ın şafağında artık “ehlileşerek” ‘makul kâr’ anlayışına çekilmesini diliyoruz. Zamanın ruhu artık bu ilkelliğe geçit vermiyor..

Sevgi ve saygı ile. 30 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

SURUÇ KATLİAMI; DEVLETİN ve AKP’nin SORUMLULUĞU NE YAPMALI ??

SURUÇ KATLİAMI;
DEVLETİN ve AKP’nin SORUMLULUĞU
NE YAPMALI ??


Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
 


Suruç faciasında hukuksal olarak “Devletin kusursuz sorumluluğu” söz konusudur.
Yaralananlar, ölenlerin yakınları ve mal varlıkları zarara uğrayanlar İçişleri Bakanlığı ve / veya Başbakanlık aleyhine maddi ve manevi giderim (tazminat) davaları açmalıdırlar.

Hükümet de bu yargı kararlarını beklemeden facianın kurbanlarının ailelerine, yaralananlara, maddi zarar görenlere hızla maddi ve manevi destek vermelidir.

Devlet, her durumda öncelikle yurttaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Bu yükümlülük kusursuz sorumluluk kapsamındadır, yani herhangi bir gerekçe öne sürülerek yasal sorumluluktan kaçınmak olanaklı değildir. Değindiğimiz sorumluluk
salt giderim (tazminat) ile sınırlı olmayıp, ceza sorumluluğunu da içermektedir.
Görevini savsaklayan (ihmal eden), yapmayan, hatta suça karışan… kamu görevlileri varsa,
onlar hakkında ayrıca ceza davaları açılmalıdır. Bu bağlamda bölgedeki Cumhuriyet Savcıları
1. derecede sorumlu ve yetkilidirler. Olayın boyutlarına göre T.C. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın da devreye girmesi olanaklıdır.

*****

Türkiye, AKP yönetiminde 2003 başından beri PKK ile savaşım (mücadele) yerine pazarlığı seçmiş bulunuyor. Terör örgütleri ile hele silah bırakmadan görüşme, Devletler Hukukunda
yeri olmayan bir süreçtir.

AKP iktidarı, bu ağır stratejik hatasına karşın, bunlarla yetinmeyerek bir de Oslo’da devletin
MİT Başkanı aracılığıyla PKK yetkilileriyle doğrudan görüşmüş, gizli anlaşmalar sağlanmış ve 40 bin+ insanımızın katili bölücü taşeron PKK terör örgütünün başı,
İmralı’da ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum Abdullah Öcalan‘ı da adeta
“hapiste barış elçisi” statüsüne yükseltmiştir.
Bu yolla Kürt yurttaşlar, Abdullah Öcalan’ın salıverilmesini bile ister duruma taşınmışlardır!

PKK yöneticileri, HDP önderleri apaçık, “barış”a varılsa bile PKK’nın silah bırakmayacağını vurgulamaktadırlar.

  1. İlk adım sınırlı bölgesel özerklik,
  2. Ardından bu özerklik alanını Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı temelinde genişletme,
  3. Ordusu, kolluğu, maliyesi, eğitim sistemi.. olan bir oldukça özerk bir bölgesel yönetim,
  4. Giderek konfederasyon ve halkoylaması ile BM İkiz Sözleşmelerine dayalı
    “kendi yazgısını belirleme” (self determinasyon) üzerinden Türkiye’den ayrılma,
  5. Bölgede daha önce kurulmuş / kurulmuş olması beklenen Suriye, Irak ve başarılabildi ise
    İran Kürdistan’ı ile birleşerek Büyük Kürdistan‘ı inşa ve ilan etmek…

Afganistan’ın derinliklerinden Doğu Akdeniz’e dek 1200 km’yi bulan son derece stratejik konumlu büyük bir coğrafyada, petrol başta, zengin doğal kaynakları ile
BOP = Büyük İsrail = 2. İsrail‘in inşası.

  • Bölge Kürtlerinden önce sözde – yapay olarak “millet yaratarak” (nation building!),
    ardından da “bunlar aslında Judaik kürtler“, yani Yahudi kökenli Kürtleşmiş insanlarımız” diyerek tarihin en büyük etnolojik – antropolojik – genetik – sosyolojik – politik.. yalanı ile bölgeyi ve insanlarını İsrail güdümüne alıp zaman içinde assimile etmek.
    Bölgede “Kürt” bırakmayıp assimilasyon ile eradikasyon (kökünü kazıma) ve etnik temizlik.

Türkiye Kürtleri de dahil bölge Kürtleri için emperyalizmin alçakça planı budur..
Bütün Kürt ve Kürtçülerin bilgisine – ilgisine altını çizerek sunuyoruz.. Oyun çırılçıplak budur!
Emperyalizmin bu kanlı ve iğrenç böl – yut oyununa Kürtler(imiz) asla alet olmamalıdır.

BOP kapsamında sanırız bu proje, böyle giderse, 10-20 yıla kalmaz gerçekleştirilebilir..
İsrail’in ve maşası büyük emperyal güçlerin çok zamanı ve sabrı artık yok..
Halen Filistin topraklarının gaspı ile kurulan Siyonist Devlet İsrail, o avuç içi kadar coğrafyaya
asla sığ(a)mıyor.. Hem çoooook dar hem doğal kaynaklar yok, hem savaş uçakları ile eğitim yapacak kara ülkesine sahip olmaktan bile çok uzak vd. (Birkaç yıl önce Türkiye hava sahasını kullanıyorlardı!)

Bu bakımdan, 2006 Haziran tarihli resmi BOP haritasının, “Journal of American Armed Forces” dergisinde (ABD Silahlı Kuvvetlerinin resmi yayın organı) ABD Başkan Danışmanı E. Alb. Ralph Peter imzasıyla sipariş bir makale kapsamında yayımlanmasından bu yana 9 uzun yıl geçtiğinden…. hazretler epey de kızgınlar… 10. yıla girilmiş ve bir büyük projelerini hala yaşama geçirmemişler.. Küresel hegemon yüksek tepelerde Apollon’un Zeus’u öfkelerde, çok agressif..
BOP_haritasi

 

 

 

Türkiye artık son kritik aşamalara gelmiş bulunuyor

Doğu – Güneydoğuda devlet, güvenlik güçleri (asker, polis, korucular), bürokrasi, mülkiye minimalize edilmiş, binalarına hapsedilmiş, alan egemenliği PKK – HDP’ye terk edilmiştir.
Bölücü terör örgütü asker, polis, korucu, kaymakam, konsolos.. kaçırıp rehin alabilmektedir! Açıktan demeçlerle “Büyük şehirlerinizi kana bularız..” tehditleri çekinmeden savrulmaktadır.

Koskoca Türkiye’yi böylesine hak etmediği bir zaafiyete düşürmeye hiç kimsenin,
hiçbir makamın ve -salt çoğunlukla seçilmiş de olsa- hiçbir siyasal iktidarın hakkı yoktur!
Tersine eylem ve işlem VATAN HAİNLİĞİdir!

“Ramak kala” noktasındayız..

Son derece kararlı ve dirayetli politikalarla bu kırılma hattından hızla uzaklaşmak zorundayız.
Bu diplomatik manevralar, gerçekte bu tablonun hazırlayıcısı olan Başbakan A. Davutoğlu ve
12. CB Bay RTE’nin hamasi çığlıklarıyla yapılamaz.

Son dönemeçten önce, ülkemiz ve halkımız de facto bölünmeden önce artık köklü bir politika dönüşüyle ülkemiz bir silkiniş yapmak zorundadır. Hiç kimse (Bay RTE dahil!) ve hiçbir kurum
(başta AKP, HDP), hiçbir makam (Cumhurbaşkanlığı dahil!) TÜRKİYE CUMHURİYETİ‘nin
kutsal ve dokunulmaz, tartışılmaz ve mutlak olan BEKA hakkından (sonsuza dek ülkesi ve
ulusu ile bölünmez bütünlüğünü koruyarak bağımsız yaşama)
 daha değerli ve önemli değildir!

Terörün son bulması için bölgesel işbirliği zorunludur

Türkiye, Suriye, İran, Irak ve Azerbaycan’ın içinde olacağı Batı Asya Birliği kurulmalıdır.
Batı Asya Birliği ile hem dinci yobaz, hem bölücü terör örgütleri ortadan kaldırılabilir.
ABD – İngiltere – AB – İsrail blokunun PKK – HDP – PYD – KCK.. üzerinden saldırısı püskürtülebilir. Bu etkili işbirliğine, değinilen blokun koyabileceği etkili bir argüman yoktur..
Suriye’yle işbirliği yapılırsa Suruç’ta, Reyhanlı’da, Gazantep’te, Diyarbakır’da, Uludere’de…. bombalar patlamaz.

Bay RTE’nin kaçak sarayı ve uzatmalısı AKP ile AKP’nin kurtulamadığı vasisi Bay RTE
başta olmak üzere Türkiye de esenliğe erişebilir.. Bu cehennemi kaos, yaratanlarınca da sürdürülebilir değildir.

Irak – Suriye’de emperyalizmin maşası olup iç savaş kışkırtıcılığı yaparak uluslararası hukuku çiğneyen “haydut devlet” olmaya “5 kala” yerine, hiç yoktan bu 2 ülke sınırında bir tampon / güvenli bölge / şerit ilan edilebilseydi bu çıkmaza girmeyecektik. 2 milyonu aşkın Suriye’li başıboş ve kimliklendirme yapılmadan ülkemize dağılmayacaktı. Sınırlarımız dışında güvenli – tampon bölgede – şeritte tutulan insanlar BM Mülteciler Yüksek Komiserliği sorumluluğunda kalacaktı.. Üstlenilen fatura “Suriyelilere ensar olduk..” masallarıyla geçiştirilemeyecek ölçüde ağırdır. Salt parasal boyut (maliyet) 5 milyar Doları aşmıştır. Bir dizi sürgit (kronik) sorun edinilmiştir.

Bu son derece hatalı ve sorumsuz – güdümlü dış politika falsolarının siyasal faturası Bay RTE ve
AKP iktidarınındır ve Başbakan Davutoğlu da adeta harakiriye katılarak yangını sürdürmektedir.

Türkiye’nin, özetlediğimiz politikaları kararlılıkla güdecek ulusalcı yurtsever siyasal kadrolara  ve onların iktidarına gereksinimi son 50 – 60 yıldır hiç bu denli yakıcı ve ivedi olmamıştı..

Sevgi, saygı ve endişe ile.
22 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazının pdf biçimi :
SURUC_KATLIAMI_DEVLETIN_ve_AKP’nin_SORUMLULUGU

Türkiye’deki Siyasi Durum ve Türkiye-AB İlişkileri


Türkiye’deki Siyasi Durum ve Türkiye-AB İlişkileri

Taner_Baytok_Buyukelci
TANER BAYTOK Büyükelçi (E)
Cumhuriyet
, 5.2.15

 

 

Bugün AKP hükümetinin Batı’dan ve AB’den işbirliği bekleme dönemi değildir. Bunun için her şeyden önce beklenen, Türkiye’nin içte ve dışta politikalarını demokratik, insan haklarına ve hukuka uygun hale getirmesidir.

  • Türkiye Cumhuriyeti hukuk, ekonomi, kültür, eğitim, güvenlik, çevre ve dış politika dahil her alanda tarihinin en bunalımlı dönemini yaşamaktadır.

“Gündemi saptırmak” söylemi bile artık anlamını yitirmiş, gündemde “ehem” ile “mühim”birbirine girmiştir. Bunun başlıca nedeni, iktidardaki AKP hükümetinin son on küsur yıldan beri uyguladığı hedefleri yanlış çizilmiş politika ve stratejilerdir.

  • Ülkeyi yönetenlerin başta devlet olmak üzere hiçbir Cumhuriyet kuruluşuna
    güven ve saygısının kalmadığı beyanlarından anlaşılmaktadır.

Aynı yöneticiler dışarıda da dost, hatta müttefiklerine, üyesi oldukları uluslararası kuruluşlara yükümlülük ve sorumluluklarına ters düşen beyan ve davranış içinde olmaktan adeta zevk ve hınç almaktadırlar.

AKP ülke ve toplum yararına olumlu hiçbir şey üretemeyince, akıldan çok inançla hareket eden bir zümreyi yanına alırken kullandığı “mezhepçilik” ve “Osmanlıcılık” kavramlarına,
bu kez kendisi de inanmışçasına, daha da fazla yüklenmiş ve böylece sandık sayesinde iktidarını sürdürmek stratejisi uygulamaya başlamıştır.

Bunun bırakın Cumhuriyeti selamete çıkarmayı, desteği arkada tutmaya da yeterli olamayacağı açıktır.

Endişe edilen, bu işkenceye Türkiye’nin o zamana kadar dayanıp dayanamayacağıdır.

Dışımızdaki dünya da Türkiye’nin bu gidişatından endişe duymaktadır.

Türkiye hâlâ kâğıt üzerinde NATO üyesidir. AB ile Türkiye arasındaki tam üyelik müzakere süreci sözüm ona devam etmektedir. Bu kuruluşlar, demokrasiye, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne ve liberal ekonomiye inanan hür ve özgür ülkeler topluluklarıdır. AKP iktidarının bu Batı vetireleri ile ilgili notu düşüktür ve giderek düşmektedir. Dışarıdan gelen ve maalesef gerçeği büyük ölçüde aksettiren milli gururumuzu yaralayan ağır yorum ve görüşler her gün biraz daha artarken bu üyelik ve ortaklığın samimiyeti de inandırıcı olamamaktadır.

Shanghai Grubu’na yapılan üyelik talepleri, Çin’le ve Rusya ile nükleer teknolojik işbirliği arayışları Batı’da hoş karşılanmamıştır. Terörist IŞİD ile dirsek temasına girildiği dedikoduları vardır. Rum Patrik Bartholomeos ile görüşmek amacı ile Türkiye’ye gelen ve sırf protokole uydurmak için Cumhurbaşkanı’nın davetlisi olarak gösterilen Papa Francesco ile yapılan görüşmelerde Vatikan ve Hıristiyanlığa serzenişlerde bulunmak, hele dünyanın tarihi ve
bilimsel gerçeklerini temelsiz yenileri ile değiştirtmeye teşebbüs etmek,
duyulan antipatiyi daha da artırmaktadır…


Batı’nın Ukrayna’yı işgal ettiği gerekçesi ile ambargo uyguladığı Rusya’nın bir tür yalnızlığa ittiği başkanı Putin’in Rus gazını Avrupa’ya taşıyacak pipe-line projesini iptal ettiğini açıklamak için Türkiye’yi seçmesi ve bu maksatla ülkemize yaptığı ziyaret sırasında yanına Cumhurbaşkanımızı da aldığı görüntüsünü vermesi ülkemiz açısından talihsiz bir oldubittidir. Bu, Putin’in Türkiye’yi kendi emellerine alet etmek cüretinden başka bir şekilde izah edilemeyecek bir davranıştır.

Ülkemizi son günlerde ziyaret eden üst düzeyli AB Komisyonu heyeti ile öze dönük neler konuşulduğu bilinmemektedir. Ancak AB-Türkiye ilişkilerinin sorun ve konularının şu anda teknikten çok stratejik, siyasal ve rejimle ilgili olduğu açıktır. Gelen komisyon heyetinin kompozisyonu da zaten bunu göstermektedir. Bu nedenle Suriye ve IŞİD’in, Putin’in ziyaretinin ve bilhassa Türkiye’deki siyasi durumun ve hak ve hukuk ihlallerinin müzakerelerin ağırlık noktasını oluşturduğunu, bu konularda da taraflar arasında mevcut ciddi görüş ayrılıklarının açıklıkla bir kez daha ortaya çıktığını söylemek kehanet olmayacaktır.

Görüşmelerden önce yayımlanan bir Dışişleri Bakanlığı bildirisinde, görüşmelerin gerçek gündemine temas dahi edilmezken tek sorun oymuş gibi yalnızca 20 yıl öncesinin konusu olan Kıbrıs’tan ve KKTC’nin iyi niyetinden sözedilmesi Türkiye-AB ilişkilerinden yarar umanlar için tam bir hüsrandır.

Hükümet yetkilileri son zamanlarda, ABD ile AB arasındaki Gümrük Birliği Anlaşması’nın Türkiye’yi de kapsaması isteklerini, teknik bir konu olarak, dile getirmekte haklıdırlar.
Ama hemen arkasından, bu olmadığı takdirde Türkiye’nin AB ile olan Gümrük Birliği Anlaşması’nı feshedeceği tehdidinin savrulmasını anlamak mümkün değildir. Bu tehditte bulunmadan önce, anlaşmadan önce ve sonraki AB-Türkiye dış ticaret rakamlarına bir bakmak yeterlidir. Kanaatimce feshi, yakıp yıkmayı düşünmeden önce, meseleyi “muslihane” (barışçıl) yollardan çözmek için çaba göstermek diplomasi mesleğinin gereğidir. Nitekim, 1990’lı yıllarda AB ile Gümrük Birliği görüşülürken de bu tür sorunlar çıkmış ve halledilmiştir:

Avrupa’nın öbür Ortak Pazarı olan EFTA ülkeleri ile, Polonya, Çek ve Slovakya, Macaristan’la da serbest ticaret anlaşmaları yapılmıştır. ABD’nin anlaşma imzaladığı tek ülke İsrail ile serbest ticaret anlaşması yapmak suretiyle Amerikan pazarına mallarımızın gümrüksüz girmesi için dolaylı da olsa yol sağlanmıştır.

Bugün AKP hükümetinin Batı’dan ve AB’den işbirliği bekleme dönemi değildir.
Bunun için her şeyden önce beklenen, Türkiye’nin içte ve dışta politikalarını demokratik,
insan haklarına ve hukuka uygun hale getirmesidir.
Bunun da mevcut iktidarla sağlanabileceği ümitleri giderek azalmaktadır.

============================================

Dostlar,

Artık apaçık görülüyor ki, AKP iktidarlarının Batı ile ilişkileri taktik temelli idi ve
Türkiye’de iktidara tutunmak – kök salmak için zaman kazanma amaçlı bir
takiyye politikası idi
.

Takke düşmüş ve kel görünmüştür.
AKP, Türkiye’yi Batı ile kadim ittifaklarından bile kopararak, Ortadaoğu’da akıl dışı bir
“değerli yalnızlık” aldatmacası gerisinde bir “serseri devlet” olmaya doğru sürüklemektedir.

Dahası, Uluslararası hukukta “Haydut Devlet” olarak tanımlanma riski söz konusudur.

  • AKP iktidarları artık salt ülkemizin değil,
    uluslararası sistemin de baş belasıdır…

Bu saptama son derece kritik ve önemli iken, öte yandan son derece can sıkıcıdır.

Türkiye son derece sancılı, siyasal temperatürü yüksek “zor zamanlarda” dır..

Çare “CUMHURİYETÇİ İTTİFAK” tan geçmektedir.
Bu konuyu dün, Sayın Ümit Zileli‘nin web sitemizde yer alan önemli makalesinde işlemiştik.

  • Sağdan ve soldan tüm yurtsever kesimlerin hızla bir politik ittifak ile 7 Haziran 2015 seçimlerine girmesi ve AKP kadrolarını iktidardan uzaklaştırması elzem duruma gelmiştir. CHP, bu oluşumda çekirdek ve öncü olarak, tarihine yakışan özgörev üstlenmek zorundadır.

    Sevgi ve saygı ile,
    06.02.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Paris’teki kanlı irtica saldırısını kınıyoruz; ama…


Paris’teki kanlı irtica saldırısını kınıyoruz; ama…

Charlie_Hebdo_cinayetini_kinama_ama_PKK

07 Ocak 2015 günü mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yapılan kanlı baskında yaşamını yitiren 12 Fransız kardeşimizin yakınlarının, Fransız Ulusu’nun acısını paylaşıyoruz..

Eylem ne olursa olsun, kanlı cinayetle insan öldürmenin gerekçesi asla olamaz.

Hz. Muhammed’in karikatürü de yapılabilir, yapılmıştır da..
Hz. İsa’nın da, Hz. Musa’nın da yapılıyor..
Hatta karikatür, saygı dışı olmamak üzere eleştiri de içerebilir.
İslam hoşgörü dini değil midir?

Herkesin bunu olağan karşılaması gerekir.
Bir değil bin karikatür de olsa Hz. Muhammet’in değeri düşmez herhalde..
Dolayısıyla fanatik – radikal – köktendinci İslamcı katillerin korkusu niye?
Hz. Muhammet’in öğretisi kendisini koruyamıyor da siz mi koruyacaksınız?
Bu zavalılık niyedir?
Açarsınız davanızı, hemen hemen her ülkede dince kutsal sayılan değerleri aşağılama
ceza yasalarında suç olarak sayıldığından, öngörülen yaptırımın uygulanmasını istersiniz.

Hatta yayının durdurulmasını, toplatılmasını bile…
Yargıyı ikna ederseniz bir hukuk devletinde bu olanak da vardır.
Türk Ceza Yasası da pek çok maddesinde md. 115,122,125, 135,153,158,216,219,230
dince kutsal değerlere saldırı dahil, çok kapsamlı düzenleme yapmıştır.

Ama ihkak-ı hak” modern hukuk sistemlerinde yeri olmayan ilkel bir yoldur, suçtur!

Kanlı cinayetleri El Kaide’nin Yemen Kolu üstlenmiştir..

Bir de İSLAMOFOBİ‘den yakınıyoruz..

Siz kendinizi bu gerekçelerle seri kırımların işlendiği ülke halkı yerine koyunuz..
Başka ne tür tepki verirdiniz?

Bu çok olumsuz / kabul edilemez gelişmeler, akıl dışı toplu cinayetler en başta Müslümanlara ve İslam dinine zarar vermektedir. İslam önderlerinin saldırıyı hiç gecikmeden ve tereddüt etmeden kınaması ve çok net tutum alması gereklidir.

Bu bakımdan, Başbakan Ahmet Davutoğlu‘nun bu gün Fransa’da düzenlenen ve
1,5 milyon insanın katıldığı terörü – şiddeti – insana kıymayı lanetleyen protesto yürüyüşüne katılması yerinde olmuştur. Ancak AKP’nin IŞİD desteğinin de derhal durdurulması,
tutarlı olmanın zorunlu ve çoook gecikmiş gereğidir..
Kendinizi birden bire, BM’de Haydut devlet olarak bulmak istemiyorsanız..

*****

Ancak, Batı’nın da 1984’ten bu yana resmen sürüdürülen ve 28 Avrupa ülkesinin desteklediğini TBMM Başkanı Sn. Cemil Çiçek‘ten öğrendiğimiz ülkemizi
bölücü PKK terörü karşısında ikiyüzlülüğünü artık bırakmasını istemek
en doğal hakkımızdır.

Ülkemize karşı sürdürülegelen bu ikiyüzlü Batı politikasıyla,
Türkiye’de Paris’te olduğu gibi 18 değil, NewYork’ta 11.9.2011’de olduğu gibi üçbin değil

  • Elli bini aşkın cana mal olmuştur bölücü PKK terör örgütü! Savaştan beterdir.

Yüzlerce milyar $ maddi yitik ve ülke barışının iç savaş eşiğine sürüklenmesi de cabası..

Burnumuzun dibinde Kandil’de üstlenen ve terörü bölücü amaçla kullanan PKK‘nın
kökten yok edilmesine ABD’nin engel olması / izin vermemesi asla kabul edilir bir durum değildir. Artık sürdürülebilir de değildir.. Hem NATO içinde birlikte olacaksınız,
hem stratejik müttefik olma masalı anlatacaksınız hem de PKK’yı apaçık,
Türkiye’ye karşı düşmanca kullanacaksınız..
Ülke içinde AKP iktidarı da buna ses çıkarmayacak!?
Ya da böylesi siyasal kadroları iktidara taşıyacak ve tutacaksınız..

Temel sorun ülkemizde AKP iktidarının bu akıl dışı gidişe karşı net – kararlı tutum almamaları, alamamalarıdır.

Fakat artık terörle “Paris’te son tango” nun zamanı gelmiştir ve geçmektedir.

Batı’lı “dostlarımıza” (!?), gerçekten “Batılı dostlarımız” olacaklarsa,
bu aptalca ve haince ikiyüzlülüğe artık son vermeleri gerekiyor.

Ulus olarak sabrımız kalmamıştır; böyle bilinsin isteriz.

Büyük Atatürk, YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ öğüdünü salt biz Türk evlatlarına değil, tüm insanlığa verdi..

Dahası, nice kanlı savaşlar geçirmiş bir komutan olarak savaşı bile
tek bir koşul dışında mahkum etti :

Savaş, milletin yaşamı tehlikeye girmedikçe bir cinayettir..”

  • “Eğer sürekli barış isteniyorsa, insan yığınlarının durumlarını iyileştirecek uluslararası önlemler alınmalıdır. İnsanlığın tümünün gönenci, açlık ve baskının önüne geçmelidir.
    Dünya yurttaşları çekememezlik, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak biçimde eğitilmelidir.”

“Paris’teki kanlı irtica saldırısını kınıyoruz; ama…”

diye koymuştuk yazı başlığını.

“Ama” mız şundan ibaret :

  • İkiyüzlülüğü bırakın, PKK terörünü üstümüzden artık çekin!

  • Eyy eli kanlı iki yüzlü Batı emperyalizmi;
    Başta Ortadoğu, de-stabilizasyon ve sonra da işgal amaçlı
    dünyaya terör ihracını durdurun, yüzyılların hastalığından artık kurtulun!

Sevgi ve saygı ile.
11.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Rıfat Serdaroğlu: LEGAL GÖRÜNÜMLÜ İLLEGAL YAPI


Dostlar,

Sayın Rifat SERDAROĞLU‘ndan nefis bir yazı..
Biz biraz dilini arıttık, yer yer de ayraç içinde düzeltme – katkı sağladık..

Okunup – okutulmasını dileriz..

Sevgi ve saygıyla.
08.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===============================================

LEGAL GÖRÜNÜMLÜ İLLEGAL YAPI

portresi3

 

 

 

Rıfat Serdaroğlu

 

“Doğan Görünümlü Şahin” , “Legal Görünümlü İllegal Yapı” gibi deyimleri
Türk Siyaset sözlüğüne sokan kişi, maalesef “Cumhurbaşkanı Görünümlü [Başbakan + Genel Başkan + Zabıta] Tek Adam” Erdoğan’dır.

Can çıkar huy çıkmaz, dervişin fikri ne ise, zikri de odur.. demiş atalarımız.
Erdoğan ve ekibi, kökleri aldatmaya-kandırmaya-kazıklamaya dayanan
bu deyimleri kullanmaktan çok hoşlanırlar!

Bu üslubun “Devlet Adabına” hiç yakışmadığı, kullananı küçülttüğü,
bu konuşmaların ancak Kasımpaşa bitirimhanelerinde geçerli olduğu gerçeğini umursamazlar bile!

Erdoğan ve ekibi “Legal Görünümlü İllegal Yapı” demekle yalnıca
Cemaati işaret ederler. Bu illegal yapının [Cemaatin] Hasan Sabbah’ın Haşhaşin denen suikastçılarına benzediğini, ülkeye her türlü kötülüğü yapabileceklerini, en galiz küfür ve hakaretleri kullanarak söylerler.

Hâlbuki gerçek bambaşkadır.

AKP İktidarında geçirdiğimiz 13 yıl sonunda, Türkiye’de YÜZLERCE legal görünümlü illegal yapı oluşmuştur.
Evet, yanlış okumadınız yüzlercesi at koşturmaktadır!


* Tarikatlar – Cemaatler
* AKP’nin kurdurduğu Vakıflar
* AKP’nin kurdurduğu Gıda Bankaları
* AKP’nin kasası gibi çalışan yurt dışı ayakları da bulunan

   Yardım (!) Dernekleri
* Kaçak Kurslar vs…

Bunların hepsi Anayasa’ya, Lâik Cumhuriyete, özellikle mali yasalara aykırı işlemlerde bulunan legal görünümlü illegal yapılardır!

Bu kaçak yapılar aynı zamanda AKP’nin oy deposunu oluşturduklarından,
AKP Hükümeti tarafından korunurlar ve teşvik edilirler!
Bu illegal yapılar T.C. Devletinin denetim organları tarafından incelendiğinde devletin nasıl soyulduğu, dolandırıldığı, din istismarı (AS: sömürüclüğü) yapılarak insanların yardım duygularının nasıl sömürüldüğü,
Cumhuriyetin ve Türk Milletinin nasıl ihanete uğradığı net olarak görülecektir. 
Türkiye’deki yüzlerce yerel illegal yapıların yanında,
esas 3 (ÜÇ) adet Legal Görünümlü İllegal Yapı vardır; birlikte bakalım :

1) Adalet ve Kalkınma Partisi

AKP, T.C. Anayasası ve Yasalarına göre kurulmuş Legal bir yapıdır.

Fakat faaliyetleri – demokratik rejim hakkında açıkladıkları görüşleri,
illegal kuruluşlarla işbirlikleri, kezlerce Anayasa’yı çiğneme suçu işlemeleri AKP’nin Legal Görünümlü bir İllegal Yapı olduğunun kanıtıdır.

AKP iktidar olmasa idi ve Türk Yargısı da bağımsız, gerçek anlamda bağımsız olsaydı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bu partiyi kezlerce kapatması
(AS: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bu amaçla Anayasa Mahkemesinde dava açabilir; Anayasa md. 69..) gerekirdi!

2) Cemaat

Dünyanın çeşitli ülkelerinde okulları bulunan, bankaları, medya kuruluşları,
50 milyar Dolardan çok kaynağı olan ama devlet karşısında “Hayalet” bir görünüş sergileyen illegal bir yapıdır.

Son 13 yılda Erdoğan – AKP Hükümetleri ve CIA) işbirliği ile T.C. Devletinin
en duyarlı birimlerinde çöreklenmiş, devleti ele geçirme çalışması yapan tehlikeli bir yapıdır.


Cemaatte şeffaflık yoktur, her işleri saklı gizlidir.
Biat kültürüne göre tek kişinin talimatlarıyla yönetilir.
Bu illegal yapıya devletin koridorlarını açan bizzat Erdoğan ve AKP’dir.
Bu konuda Erdoğan’ın “Ne istediler de vermedik” sözü, birlikteliğin ve
gizli operasyon ortaklıklarının açık ifadesidir. (AS: Örn. 18 üniversite!)


AKP’nin yalnızca  bu faaliyeti bile, onun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kapatılması için (AS: Anayasa Mahkemesinde dava açılması için)
yeterli kanıttır!


3) KCK (Kürdistan Topluluklar Birliği)

Bugün için elle tutulur-gözle görünür, aynı zamanda terör estiren, gerektiğinde can alan, yakan yıkan illegal yapıların başında KCK gelir.

  • KCK, Güneydoğu bölgemizde, kendi Adalet-Vergi-Güvenlik sistemini kurmuş, T.C. Devletine ve güvenlik güçlerine
    meydan okuyan İllegal bir yapıdır.

Türkiye’den başka hiçbir demokratik ülkede böylesine sapkın ve kanlı bir illegal yapının oluşmasına izin verilmez, anında kafası ezilir.
AKP-KCK işbirliği ve bu nedenle sarsılan devlet sistemi, başlı başına AKP’nin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kapatılması için (AS: dava açılması) yeterli gerekçedir!

AKP’nin 13 yıllık yönetiminin bu pervasız tutumu, Türkiye Cumhuriyeti Devletini zora sokmakta ve yakında

  • Türkiye’nin Uluslararası Mahkemelerde “Teröre Yardım ve Yataklık” eden devletler içinde (AS: “Haydut devlet” olarak) yargılanması ile karşı karşıya bırakacağı yakın bir tehlikedir.

Uluslararası Ceza Mahkemesinin “Mavi Marmara” olayı ile ilgili kararı
sizlere bir şeyler anlatmıyor mu?

*****

Temel kendini iyi hissetmiyor ve sürekli olarak
“Ben hastayım, beni doktora götürün.” diyormuş.
Karısı ve çocukları ise “Turp gibisin maşallah” deyip geçiştirirlermiş.
Sonunda Temel ölmüş ve vasiyeti gereği kabrinin başına,
üzerinde şunun yazdığı mermer dikilmiş :

“Hastayım dedim inanmadınız. Yine dedim, yine inanmadınız.
Gördünüz mü ne oldu!”

İnşallah bir gün biz de, “Gördünüz mü ne oldu?” demek zorunda kalmayız…

EMPERYALİZMİN MAŞASI IŞİD’in VAHŞET ÖTESİ KATLİAM FOTOLARI ve AKP – RTE’nin Sorumluluğu


EMPERYALİZMİN MAŞASI IŞİD’in VAHŞET ÖTESİ KATLİAM FOTOLARI
ve AKP – RTE’nin Sorumluluğu : NE YAPMALI??


Dostlar
,

Yüreğiniz kaldırır – kaldırmaz, çok acı gerçekle yüzleşmek zorundayız..

IŞİD, emperyalizmin Ortadoğu’da iğrenç emellerine alet etmek üzere yarattığı bir canavar ve şimdilerde hizadan çıkmış durumda.. Elde ettiği denetimsiz güçle
Irak’ta petrol bölgelerine el koyunca, Irak ve Suriye’de hatırı sayılır büyüklükte toprakları
işgal edince, emperyalizm kendi yarattığı canavarı infaz etmek istiyor..
Fakat yine maşa kullanarak..

Türkiye’yi ve TSK’yı ateş ve kan deryasına iterek..

Kendileri havadan bombalama vb. tek 1 askerlerinin canı yanmamak üzere postmodern savaş yöntemleri izlerken; Türkiye’ye dönük mide bulandıran bir şantaj ve tehdit kampanyası ve baskısı yürütüyorlar..

Şimdi gerçekleri apaçık söyleyelim :

1. IŞİD, kökeni El Kaide olan Afganistan’ın derinliklerinde yeşertilen ve Rusya’ya karşı kullanılan, SSCB’yi güneyden İslami – yeşil kuşakla çevirmeyi amaçlayan
sözde ILIMLI İSLAM – YEŞİL KUŞAK projesi
nin silahlı gücüdür. Bu amaçla yıllarca başta ABD olmak üzere kullanılmıştır. Irak’ın 1. işgalinden sonra (1991) -emperyalistler buna “Koalisyon Güçlerinin 1. Körfez Savaşı” diyerek bilgi kirliliği (dezenformasyon) hedefli retorik propaganda yapıyorlar- El Kaide ve türevlerinin İslami – Dinci duyarlıklarının ağır basması, SSCB’nin dağılmış olması (21 Aralık 1991), anti-komünist motivasyon kaynağının ortadan kalkması gibi nedenlerle Afganistan’ın derinliklerinde hatta başkent Kabil’de bile dönüp “sahiplerini ısırmaya” (!) başlamışlardır.

“Stratejik müttefik” (!) Türkiye imdada yetiş(tiril)miş ve El Kaide,
Afganistan’a yollanan TSK Görev Gücü‘nün çok önemli katkılarıyla dizginlenmiştir. Etkisizleştirilmesi ise ancak 11 Eylül 2001 NewYork’ta Dünya Ticaret Merkezi’nin
İkiz Kuleleri ve 3200+ masum ABD’li feda edilerek oluşturulan tepkisel sosyal-psikolojik algı yönetimi ortamında olanaklı olabilmiştir.

2. Sonrasında, ElKaide lideri Usame Bin Ladin, Pakistan’da özel bir operasyonda, silahsız iken ABD operasyon timlerince infaz edilmiştir (2 Mayıs 2011). Oysa yakalanıp yargıya verilebilirdi; bu süreçte tehlikeli itiraflar gelecekti ve ABD bunu göze alamazdı. Operasyon canlı yayınla Başkan Obama ve ekibince izlenerek ayırca Dünyaya bir propaganda daha yapılmıştır ve en temel isanlık hakkı olan “yaşam hakkı”, doğrudan bu hakkın sözde sahiplerince göz göre göre çiğnenmiştir. Suça (cinayetlere!) karıştırılan çok sayıda ElKaide militanı da Guantanamo’da yargılanmadan, yıllardır savaş tutsağı işlemi görerek kamplarda ölüme mahkum tutulmaktadır.

3. Ortadoğu’nun sürekli biçimde denetimli istikrarsızlık (controlled instability) içinde tutulması Bat emperyalizmi için vazgeçilmez strateji olduğundan, ElKaide’nin türevleri alınarak El Nusra ve ardından IŞİD cihatcıları yaratılmıştır. IŞİD militanları en azından 10 yıldır uygun ortamda beslenip – büyütülmüşlerdir. En katı, ilkel, insanlık dışı vahhabi koşullandırmalarla insan kasabı olarak özellikle eğitilmişlerdir. İçlerine sızmış yabancı Batılı kışkırtıcı ajanlar hiç de yabana atılamaz

4. Türkiye’de AKP – RTE, boyuna posuna bakmadan bu bataklıkta bölgesel hegemonya düşü görerek ÖSO (Özgür Suriye Ordusu), Hamas, Müslüman Kardeşler (İhvan) ve giderek IŞİD ile organik bağ kurarak bu örgütleri kendilerince yönlendirmeye çabalamışlardır. Her türlü silahlı, lojistik, akçal (parasal), ulaşım, sağlık, psikolojik, politik, diplomatik… örtük destek verilmiştir. Bu politik – diplomatik kanlı kumarın kurucu aktörü Ahmet Davutoğlu‘dur.. Son 10 yıldır etkin olarak sahnededir.
Geriye doğru 5 yıl Dışişleri Bakanı, ondan geriye 5 yıl da Dışişleri danışmanıdır. RTE’nin Halifelik – NeoOsmanlıcılık hezeyanlarını beslemiş ve günümüz bataklığına saplanılmıştır.

5. Geçtiğimiz ay (Eylül 2014) BM toplantılarına dek RTE – AD ikilisi IŞİD için asla
“terör örgütü” nitemini (sıfatını) kullanmamış, ısrarla “IŞİD unsurları” diyerek
sınırsız IŞİD vahşetini perdelemiş, böylelikle de kaçınılmaz olarak kanlı katliamların suç ortağı, insanlığa karşı işlenen suç sanığı olmuşlardır. Ülkemizi de iç savaş ortamına sürükleyerek ve “Haydut devlet” ilan edilme riskiyle yüz yüze bırakarak!

6. Aşağıda insanın kanını donduran vahşetin fotoları (erişkesi – linki)  görülecektir.
(kesinlikle 18 + yaş ve yüreğine güvenmeyen bakmasın…)
Bu sahnelerden sorumlu 2 ana kaynak; ilki başta ABD olmak üzere İngiltere – İsrail ve öbür Batı ülkelerl (Fransa, Almanya..) ve 2. olarak da ne yazık ki son yıllarda AKP  – RTE iktidarıdır. İşlenen sınırsız insanlık suçu, gün olur uluslararası mahkemelerin (Uluslararası Ceza Mahkemesi – International Criminal Court ICC, Rome)
önüne getirilecektir.

Bu aşamada yargılanacak olanlar elbette Batı Emperyalizmi ve ağababaları değil; Sırbistan’da, Bosna’da, Romanya’da, Mısır’da … olduğu gibi BM tarafından
“haydut devlet” ilan edilen devletlerin dış güdümlü yöneticileri olacaktır.
Veya Libya, Irak’ta olduğu gibi Kaddafi ve Saddam örneği vahşice infaz edileceklerdir. Böylelikle emperyalizm, miadı dolan maşalarını da “hukuka uygun” (!) biçimde
tasfiye etmiş (Deliğe süpürerek sifonu çekmiş!), üstelik bu ülkelere insan hakları ve demokrasi bile götürmüş olacaktır!?

Sonuç olarak; bu sonu olmayan karanlık serüvenlere şu ya da bu nedenlerle bulaşan / bulaştırılan orta – küçük boy devlet yöneticilerini ve ülkelerini kanlı, hazin bir son beklemektedir. Bu ülkelerde ciddi karmaşalar, hatta iç savaş çıkarılmakta,
yüzbinlerce insan telef edilerek ülkeler, kağıt üstünde sınırları değişmese de
fiilen (de facto) bölünmektedir.

Tarihsel deneyimlerle sabit bu olgu (rutin) karşısında Türkiye’yi 12 yıldır yöneten
siyasal kadroların, başta RTE olmak üzere A. Gül, A. Davutoğlu… olmak üzere
akıllarını başlarına almaları için zaman gelmiştir, geçmek üzeredir..

Bundan böyle hiçbir hata yapılmamalıdır.

Bu nedenle de ilgili kamuoyunun, muhalefetin görüşleri mutlaka dikkate alınmalıdır.
Başta TSK olmak üzere uzman dernek, vakıf, kişi, enstitüü, Üniversite.. görüşleri alınmalıdır.

TBMM’de mutlaka konu irdelenmeli, gerekirse Komisyonlar eliyle seçenekler hazırlanmalıdır. Başkan Cemil Çiçek bu bağlamda etkin girişim (inisiyatif) yüklenmelidir.

İlkeler bellidir              :

1. Türkiye, Büyük ATATÜRK’ün YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ”
ilkesi
ne bağlıdır.
2. Türkiye, Büyük ATATÜRK’ün “Savaş; ulusun yaşamı tehlikeye düşmedikçe cinayettir.” görüşünü paylaşmaktadır.
3. Türkiye’nin kimsenin 1 karış toprağında gözü yoktur, 1 karış toprağını da hiç kimseye asla vermeyecektir. Türkiye, BM’nin SINIRLARIN DEĞİŞMEZLİĞİ ilkesini savunur.
4. Türkiye, başta komşuları olmak üzere hiçbir ülkenin içişlerine karışmaz,
kendisinin içişlerine karışılmasını da reddeder.
5. Türkiye Uluslararası hukuka bağlı bir hukuk devletidir, BM ve Güvenlik Konseyi’nin hakkaniyetli kararlar üretmesini diler ve bunlarla kendisini meşruiyet sınırları içinde
bağlı sayar.
6. Türkiye, uluslararası toplumun eşit ve egemen bir üyesidir ve kendisini
hiçbir devletten üstün ya da geri görmemektedir; “karşılıklılık ilkesi” temeldir.
7. Türkiye, kendi ulusal – ülkesel çıkarlarını hakkaniyet ve saygı bağlamında muhataplarıyla dengeli ve barışçıl bir iklimde uzlaşmacı olarak savunur.
8. Türkiye, Dünya barış ve erincine (huzuruna), kalkınmasına katkı verme sorumluluğunu taşır.
9. Türkiye, bölgesel sorunların çözümünde özellikle bölge ülkelerinin söz ve karar sahibi olmasını uygun bulur. Bölgesel işbirliklerini savunur ve yaşama geçirmek ister.
10. Türkiye, KüreselleşTİRme = Yeni Emperyalizmin “Tek Dünya Devleti” vb. tezlerini reddederek; BM üyesi ülkelerin halklarının kendi ülkelerinde bağımsız – onurlu – başı dik – gönençli – uluslararası işbirliği ve dayanışma içinde varlık ve yaşamlarını – egemenliklerini sürdürme haklarını en yüksek derecede meşru olarak görür ve tanır.

*****

Başta 12. CB – Yarı Başkan RTE’ye, Başbakan (?) Ahmet Davutoğlu‘na, TSK’ya, TBMM Başkanlığına, Hükümet Üyelerine, AKP vekil ve yöneticileri olmak üzere
AKP seçmenine, CHP ve MHP’ye, HDP’ye ve ülkemizin çileli – yurtsever halkı ile kurumlarına… sunuyoruz…

Aşağıdaki insanlık utancı fotoların sahnelerinin sürmemesi ve yaygınlaşmaması,
hatta Türkiye’ye sıçramaması için!


B
ir kez daha anımsatalım : Kesinlikle 18 + yaş ve fotoğraflar son derece örseleyici (travmatik), vahşi, kanlı, dayanması çooook güç..

Ama yüzleşeceğiz acı gerçeklerle..
Emperyalistler yarattıkları canavarla başetsinler bir an önce..
Dünya kamuoyundan tarih önünde özür dilesinler..

Mehmetçiğin temiz kanını – canını bu pisliklerine alet etmesinler..
Her ne denli AKP – RTE iktidarı bu örgüte çooook destek verdiyse de..
Fatura bu ikiliye çıkarılmalıdır, masum Türk halkınadeğil…
Ya da emperyalizm becerebiliyorsa kirlettiği maşalarını korumalı – kollamalı??!

Sevgi, saygı, kaygı ve çok derin acı ile.
12.10.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net