Etiket arşivi: Ümit Zileli

Türkiye için ne yapmalı?

Yılmaz ÖZDİL

SÖZCÜ, 17.7.2021

Memleketini seven her yurttaş gibi, her dost sohbetinde aynı karamsarlığa kapıldığınızı, çocuklarınızın torunlarınızın geleceğine dair dile getirmeye bile korktuğunuz endişelere sahip olduğunuzu, umut ışığı göremediğinizi, dönüp dolaşıp “ne yapmalı?” sorusuna cevap aradığınızı biliyorum.

Yüreğinizi ferahlatmak için bağımsız tabir edilen televizyonları seyrettiğinizi, ama her gece fotokopi gibi aynı tiplerle karşılaştığınızı, klişe cümleler duyduğunuzu, muhalif gazeteci ayaklarına yatan, habire sorunu anlatan, çözüme kafa yormayan, size bilgi vermeye uğraşmak yerine, muhalefet yöneticilerinin gözüne girmeye çalışan bu tipler yüzünden, yüreğinizin daha da daraldığını biliyorum.

Çünkü…
Size gerçekten çözüm yolu gösterecek liyakat sahibi insanlarımıza, tıpkı Akp medyasında olduğu gibi, bağımsız tabir edilen medyada da ambargo uygulandığını, kasıtlı olarak ekrana çıkarılmadıklarını, bağımsız medyaya rutubet gibi sızan mutant gazetecilerin, liyakat sahibi insanların size ulaşmasını engellediğini de biliyorum.

Bu çerçevede size bir önerim var : Bedel ödemeyi göze alarak, fırsat buldukları her platformda Türkiye Cumhuriyeti için mücadele veren 32 aydınımız, ortak bir kitap yazdı.
İsmi…
Türkiye İçin Ne Yapmalı?

Mesleğinde zirveye ulaşmış aydınlarımızın, kanaat önderlerimizin, kendi alanlarındaki dörder sayfalık görüşlerinden oluşan bu kitap, Boğaziçi Aydınlar Topluluğu kurucusu Profesör Ahmet Ercan‘ın koordinasyonuyla, Sözcü Kitabevi’nden yayınlandı.

Kimler var derseniz?
Bedri Baykam var, “Türkiye sevdası için ölmeye değer, ama aslında yaşayacak ve yaşatacak kadar cesur olmamız lazım” diyor.

Önay Alpago var, partilerde partiiçi demokrasi olmadan, ülkede demokrasinin olamayacağını örnekleriyle anlatıyor.

Ataol Behramoğlu var, tee 1980’de kaleme aldığı şiiriyle omuz veriyor…

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
boynu bükük ay çiçeği, şiirin ve aşkın geleceği
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
dağ rüzgarı, portakal balı, alçakgönüllü, hünerli, sevdalı
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
harlı bir ateş gibi derinde yanan, haramilerin elinde bunalan
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
bozlak, ağıt, halay ve zeybek, dumanı üstünde ekmek
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
zinciri altında kımıldayan, bitecek sanıldığı yerde başlayan.

Hüsamettin Cindoruk var, Akp tarafından “eski Türkiye” denilen Türkiye’yi adeta ders gibi anlatıyor.

Benim canım Muazzez İlmiye Çığ var, memleketin ancak “sahiplenmek duygusu”yla düze çıkabileceğini, bunun öğretilmesi gerektiğini anlatıyor.

Onur Öymen var, çağdaş uygarlık düzeyiyle bağımsızlık arasındaki olmazsa olmaz ilişkiyi anlatıyor.

Profesör Ümit Özdağ var, futbol maçında basketbol oynayarak sonuç alamayacağımıza dikkat çekiyor, Akp stratejilerine hizmet eden “sarı muhalefet”e dikkat çekiyor.

Uluç Özülker var.
Fikri Sağlar var.
Ufuk Söylemez var, ulusal çıkarlarımızı, milli ekonomiyi, ideolojik saplantılardan uzak, içinde “insan” olacak şekilde hayata geçirebilmemizin yollarını anlatıyor.

  • Profesör Ahmet Ercan, Cumhuriyet devrimlerinin kasıtlı olarak aşındırıldığını, köy enstitüleri başta olmak üzere, eğitim sistemini kuruluş ayarlarına döndürmek gerektiğini izah ediyor.

Türkiye’nin kahramanı Nasuh Mahruki var, “kök sorun” kavramına dikkat çekiyor, geriye kalan tüm sorunlarımızın Atatürk’ün ilerici vizyonundan vazgeçmekle başladığını anlatıyor.

Profesör Osman Korkut Kanadoğlu var, Profesör Kemal Alemdaroğlu, Profesör Coşkun Özdemir, Profesör Mehmet Tevfik Özcan var.

Mavi vatan” kavramının mucidi Cem Gürdeniz var.

Can Ataklı, gerçekten ilham verici bir açılım yapıyor, seçime “kazanacak bir aday”la girmek yerine, “kazanacak bir kavram”la girmemiz gerektiğini anlatıyor.

Namık Tan var, ihtiyacımız olan sadece gerçekçilik ve akılcılık diyor, hatalarımızla yüzleşmeden, yüzleşmeyi idrak etmeden toparlanmanın mümkün olmadığını özetliyor.

Profesör Tolga Yarman var, altını çize çize okumamız gereken bir tarif yapıyor, “son yirmi yıl, dincilerden memlekete hiçbir yarar sağlanamayacağını göstermiştir, ama şu da var ki, bu dincileri başımıza, gardrop Atatürkçüleri, samimi inananları küstüren, görenekten nasibini alamamış, Cumhuriyet’i anlamamış, Atatürk’ü hiç anlamamış, halka tepeden bakan, kibirlerinden geçilmeyen, sözde ilerici gabiler bela etmiştir” diyor.

Sedef Kabaş var, 3T formülüne vurgu yapıyor; Teknoloji, Tarım, Turizm diyor.

Ümit Zileli var, Şahin Mengü var, Salim Şen var, Arslan Bulut var, Deniz Kutluk, Tarık Özkut, Ertuğrul Kumcuoğlu, Mustafa Duman, Haluk Dural, Orhan Eraslan, Ümit Ülgen var.

Kitap diyoruz ama, 160 sayfalık “kurtuluş reçetesi” demek daha doğru.
Memleket için endişeleniyor, karamsarlığa kapılıyor ve acaba ne yapmalı diye kafa yoruyorsanız, “Türkiye İçin Ne Yapmalı?” kitabını okuyarak başlamanızı öneriyorum.

 

 

EFSANE ÇÖKTÜ : ‘YAHUDİLERE FİLİSTİN’İ 2. ABDÜLHAMİT VERDİ!..’

EFSANE ÇÖKTÜ :
‘YAHUDİLERE FİLİSTİN’İ 2. ABDÜLHAMİT VERDİ!..’

ÜMİT ZİLELİ
SÖZCÜ, 17 Ekim 2017

İddialı başlık değil mi?.. Oraya geleceğiz; ancak önce efsane neydi onu anlatmam gerek… Siyonizmin kurucusu ve İsrail devletinin babası olarak bilinen Theodor Herzl, tüm yaşamını Yahudilerin tarihsel anavatanı Filistin topraklarında bir devlet kurmaya adamıştı. “Yahudi Sorunu” nun ancak siyasal yoldan çözülebileceğine inanan Herzl, Filistin’e yerleşebilmek için en köklü çözümün ise Osmanlı Sultanı 2. Abdülhamit‘i razı etmekten geçtiğini düşünüyordu… Bu konuda çeşitli kitaplar ve en önemlisi Theodor Herzl’in anıları, bu amaç için neler yapıldığını anlatıyor… O kitaplardan okuyalım… Herzl ilk olarak Abdülhamit ile yakın ilişkisi olan Polonyalı asilzade Philip Michael Ritter von Newlinski‘yi aracı yaparak sultanla yüz yüze görüşebilmek umuduyla 18 Nisan 1896’da İstanbul’a geldi. Ancak bir gün sonra Newlinski Abdülhamit’in görüşmeyi kabul etmediğini şu mesajla birlikte Herzl’e iletti: -Eğer sayın Herzl sizinle benimle olduğunuz kadar dostsa ona bu konuda başka girişimde bulunmamasını telkin ediniz. Bir adımlık toprak bile satamam, zira bu topraklar bana değil milletime aittir. Milletim bu imparatorluğu savaşarak ve kanıyla sulayarak kazandı. Bizden ancak kanla koparılabilir… Yahudiler milyarlarını saklasınlar, imparatorluk bölüşüldüğünde Filistin’i bedavaya alabilirler. Ancak cesedimiz paylaşılabilir canlıyken parça koparılmasını kabul etmeyeceğim. Ne kadar asil değil mi? Herzl’in tüm Osmanlı borçlarını üstlenme, hatta üstüne para da verme teklifini Sultan Abdülhamit, göz yaşartıcı bir jestle reddetmişti… -Acaba gerçekten öyle miydi?..

Theodor Herzl işin peşini bırakmadı… Üstelik bu görüşmeden birkaç ay sonra Saray tarafından 3. Dereceden Mecidiye nişanıyla ödüllendirildi, iyi mi!.. Yıllar sonra 17 Mayıs 1901’de bu kez doğrudan Abdülhamit tarafından kabul edildi. Sultan, Herzl’e Yahudilerin iltica edebilmesi için bütün sınırlarını açık tuttuğunu anlattı… Bu ziyaretten sonra Herzl bu kez 1. Dereceden Mecidiye Nişanıyla taltif edildi!.. Aynı yılın aralık ayında İsviçre’nin Basel kentinde toplanan 5. Siyonist Kongre’sinde Herzl Abdülhamit’e bağlılıklarını bildirdi… Hemen ardından da acilen İstanbul’a davet edildi. 19 Şubat 1902’de Saray Herzl’e Yahudilerin Anadolu, Suriye ve Mezopotamya dahil ancak Filistin hariç her yerde yerleşim faaliyetinde bulunabileceğini bildirdi… Herzl, 5. ve son kez 28 Temmuz 1902’de Abdülhamit’e Osmanlı borçlarının yapılandırılmasına yönelik 30 milyon Sterlinlik bir anlaşma karşılığında Mezopotamya ve Filistin’in bir parçasında yerleşme izni talep etti. Ancak Sultan, Fransızlarla iyi bir anlaşma yapıp bu teklifi yine reddetti!.. Mabeyin teşrifatçısı İbrahim Bey İstanbul’dan ayrılan Herzl’i şu sözlerle uğurladı: 

-Size Zat-ı Şahanenin son derece sempatisi ve hürmeti vardır. Sizin kavminiz için yapmak istediğiniz asil bir şeydir. Siyonizm esasen asildir!.. İslamcıların “Siyonizm asildir!” sözleri hariç yere göğe sığdıramadıkları efsane böyle… 

-Ancak gerçeğin de bir biçimde ortaya çıkmak gibi kötü huyu var, ne yazık ki!..

Aradan yüz yılı aşkın zaman geçti… İki akademisyen, Tarihçi Doç. Dr. Sezai Balcı ile Prof. Dr. Mustafa Balcıoğlu, Başbakanlık Osmanlı Arşivinde yaptıkları uzun araştırmalardan sonra çarpıcı bir kitap hazırladı: 

Rotschildler ve Osmanlı İmparatorluğu 

Bu kitaba göre Yahudi kökenli bu aileyle Osmanlı arasındaki ilk temas, 2. Mahmut döneminde başlıyor, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşından başlayarak kesintisiz sürüyor!.. Savaşlarda lojistik destek, silah satışları, borç alışverişleri hatta Yunanistan’ın Osmanlı devletine ödediği tazminata aracılık etmeye varıncaya dek bir yığın yakın ilişki belgeleriyle anlatılıyor..

Gelelim 2. Abdülhamit dönemine; Ulu Hakan da Rotschild Ailesi’nden iki kez borç almış!.. 1891’de alınan 6 316 920 Sterlin tutarındaki borcun faizi %4, geri ödeme süresi ise 60 yıl!.. 1894’te alınan 2. borç tutarı ise 8 212 340 Sterlin. Bu borç ise 15 Ekim 1955’e dek geçerli ve her yıl 329.249 Sterlinin İngiltere Bankası’na ödeneceği belgelerde yer alıyor… Pekii, bu borçlar hem de Sultana kişisel olarak niçin bu denli kolay veriliyor dersiniz?.. Belgeler de o da var, merak buyurmayınız:

-2. Abdülhamit zamanında Rotschild Ailesi, Filistin’de koloniler kuruyor; Zat-ı Şahaneleri Filistin’de yaşayan yerli ve yabancı Musevilerin toprak almalarına izin veriyor!.. Kısacası Başbakanlık Osmanlı Arşivi yüz küsur yıl sonra Abdülhamit’in Teodor Herzl’e yazdığı “ölürüm de bir adım toprak vermem” konulu iletinin tümüyle palavra olduğunu, memleketinin topraklarını aldığı kişisel borç karşılığında pazarladığını belgeleriyle önümüze koyuyor!..

-Efsanenin ruhuna El Fatiha!.. Haa, bu borçları kim ödemiş aileye diye merak ederseniz söyleyeyim: 

-Tabii ki, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti!.. 

Ehh, Rotschild Ailesi üyelerinin 2. Mahmut, Abdülmecid ve 2. Abdülhamid’den bol kepçe aldıkları nişanlar da böylece yanlarına kâr kalmış oluyor!..

NOT: Kitabı ararsanız “baskısı tükendi” yanıtını alacaksınız!.. Bu kadar iyi satan bir kitap niçin yeni baskı yapmaz acaba? “İyi saatte olsunlar” olmasın sakın!..

97 yıl önce halk olduk!..

97 yıl önce halk olduk!..

Ümit ZİLELİ
SÖZCÜ, 02.11.19

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Tarih 30 Mart 1919…
Mustafa Kemal‘in Samsun’a hareket etmesine henüz 47 gün vardı… İstanbul’un gayriresmi işgalinden beri İngilizlerin himayesine girmek için her yolu deneyen Padişah Vahdettin, o gün İngiltere’den resmen manda isteminde bulundu!..

Padişah adına Amiral Calthorpe‘un ayağına dek giden Osmanlı Sadrazamı Damat Ferit manda önerisini sundu. Neler mi vardı, Osmanlı’nın İngiltere’ye tümüyle boyun eğdiğini anlatan bu aşağılık öneride?..

-İngiltere, sultanın egemenliğindeki Asya ve Avrupa topraklarından gerekli gördüğü yerleri, Osmanlı’nın yabancılara karşı bağımsızlığını korumak ve içeride huzurunu sağlamak aracıyla 15 yıl süreyle işgal edecektir.
-Ermenistan, İngiltere’nin isteğine göre bağımsız ya da özerk cumhuriyet olarak kurulacaktır.
-Karadeniz ve Çanakkale Boğazlarındaki bütün tahkimat yıkılacak ve bu bölgeler İngilizler tarafından işgal edilecektir.
-İngilizler bir dostluk belirtisi olarak, Osmanlı bakanlıklarına İngiliz müsteşarlar atanmasına rıza gösterecektir.
-Her ilde bir İngiliz başkonsolosu bulunacaktır. Bunlar valilere 15 yıl süreyle danışmanlık yapacak, parlamento seçimleri ve yerel seçimler bu konsolosların gözetimi altında yapılacaktır.
-İngiltere gerek merkezde gerekse illerde maliyeyi denetim hakkına sahiptir.

Bu sefil manda önerisiyle Padişah sözde kendi tahtını güvence altına alıyor, karşılığında koca memleketi içindeki insanlarla birlikte emperyalizme peş keş çekiyordu!.. Damat Ferit, aynı öneriyi, Kurtuluş Savaşı başladıktan sonra, 8 Eylül 1919’da bir kez daha yineleyecektir!..

İngilizler ise Osmanlı’nın tümüyle bittiğini, yapabilecek hiçbir şeyinin olmadığını bildiği için görmezden gelecek, bunun yerine aynı kıratta bir başka “ölüm fermanı” olan Sevr Antlaşması‘nı dayatacaktı…

Ne denli yanıldıklarını görmeleri için yaklaşık 4 koca yıl geçecekti!..

Büyük zafer ve halkın egemenliği

Kurtuluş Savaşı, fiili olarak İzmir’in kurtuluşu (AS: 9 Eylül 1922) ve ardından 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Antlaşması ile sona ermiş, 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması‘nın imzalanmasıyla resmen bitmişti… O alçakça “manda önerileri”, Sevr Antlaşması ise tarihin çöplüğüne yollanmıştı…

Ancak bu Antlaşma o denli kolay sağlanamamıştı. Türkiye, başta İstanbul olmak üzere işgal altındaydı. İstanbul’da Padişah hükümeti, Ankara’da ise TBMM hükümeti vardı. Bundan yararlanmak isteyen yabancı güçler, her iki hükümeti de barış masasına davet ederek Türkiye’nin elini zayıflatmaya çalışıyor, Sevr’in daha yumuşak bir örneğini kabul ettirme kurnazlığına başvuruyorlardı… Mustafa Kemal, her şeyin farkındaydı. Bu iki başlılığın derhal ortadan kaldırılması gerekiyordu…

Yakın arkadaşları tarafından Meclis’e “saltanatın kaldırılması” için verilen önerge ile büyük tartışmalar başladı. Saltanat yandaşları, önergeyi engellemek için her yolu deniyorlardı. Büyük Devrimci, sonuca gitmek için başka bir çare bulamayınca söz istedi ve önündeki sıranın üzerine çıkarak açık, kesin ve yüksek bir sesle şu konuşmayı yaptı:

  • Efendiler, egemenliği hiç kimse, hiç kimseye, bilim gereğidir diye, görüşmeyle, tartışmayla vermez. Egemenlik, güçle, erkle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk Milleti’nin egemenliğine el koymuşlardı. Bu yolsuzluklarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk Milleti bu saldırganlara, “artık yeter” diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini kendi eline almış bulunuyor. Bu bir olup bittidir. Söz konusu olan, millete egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız sorunu değildir. Sorun, olmuş bitmiş bir gerçeği yasa ile saptamaktan başka bir şey değildir. Bu, ne olursa olsun yapılacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes sorunu doğal bulursa, sanırım ki uygun olur. Yoksa yine gerçek, yöntemine göre saptanacaktır; ama ihtimal bazı kafalar kesilecektir!..

Bu konuşmanın ardından Ankara Milletvekili Hoca Mustafa Efendi, Gazi’ye seslenerek şöyle diyecekti:

Bağışlayınız efendim; biz sorunu başka bakımdan ele almıştık. Açıklamalarınızdan aydınlandık.

Aynı gün, 1 Kasım 1922’de Saltanatın kaldırılması oybirliği ile kabul edildi ve Osmanlı Devleti tarihe karıştı.

Türk Milleti yüzyıllar sonra kul olmaktan, özgür ve bağımsız bir halk olmaya doğru dev bir adım atmıştı. Sırada Cumhuriyetin ilanı ve Halifeliğin kaldırılması vardı!..

Haysiyetsiz (AS: onursuz) bir kaçışın utandırıcı hikayesi (AS: öyküsü) !..

Ankara’da yapılan Devrim, İstanbul’da bomba etkisi yapmıştı…

Altı yüzyıllık Osmanlı, bir yasa maddesiyle sona erivermişti. Vahdettin daha 4 yıl önce milletinin yaşamını insafına terk ettiği İngiltere’den, bu kez kendi yaşamı için yardım dilenecek, onun kollarına sığınacaktı!..

İngiliz İşgal Güçleri Komutanı’na, İngiliz Yüksek Komiseri’ne aracılar gönderdi; kendisinin, ailesinin ve maiyetinin yaşamlarının teminat (AS: güvence) altına alınmasını istedi. İngilizler açısından hiç sorun yoktu; Vahdettin’in Türkiye’ye karşı iyi bir koz olacağı düşüncesi ağır basıyordu. Gericilerin yere göğe koyamadığı soysuz padişah, ailesi ve yakın yardımcıları 17 Kasım 1922 gecesi Malaya zırhlısına bindirilerek Malta’ya kaçırıldı..

Mustafa Kemal Paşa, bu rezil kaçışı öğrendiğinde şöyle diyecekti:

  • Gerçekten, neden ve nasıl olursa olsun, Vahdettin gibi özgürlüğünü ve canını kendi milleti içinde tehlikede görebilecek kertede aşağılık bir yaratığın, bir dakika bile olsa, bir milletin başında bulunduğunu düşünmek ne acıklıdır!..

Aradan neredeyse 100 yıl geçtikten sonra Vahdettin’den “kahraman” yaratmak isteyenlere ithaf olunur (AS: sunulur)!..
===============================
Dostlar,

Sn. Ümit Zileli’nin 1 Kasım 1922’de (Lozan’a gitmeden önce) Saltanatın kaldırılması bağlamında yazdığı makale, zamanlaması ve içeriği bakımından çok değerli..

Osmanlı hayranlarının, son Padişah Vahdettin’in sefilliğini – alçaklığını – vatana ihanetini.. görmeleri bakımından önemli. Dileriz okunur ve acı gerçekler öğrenilir, sağduyulu olunur.

Ancak Sn. Zileli DİL DEVRİMİ‘ne hemen hemen hiiiiiç özen göstermiyor!
ATATÜRK Devrimleri bir bütün.. Dil Devrimi’ni bunca görmezden gelmeye ya da savsaklamaya hakkımız yok. Metinde epey sözcüğü güncel Türkçe ile değiştirdik anlama dokunmadan. Yer yer de ayraç içinde Türkçesini verdik.

Dün, 1 Kasım 1928, Dil Devriminin de yıldönümü idi. Saltanatın kaldırılmasını ve ardalanını işlemek elbette değerli ve önemli. Ama Dil Devrimimize karşı da sürekli görevlerimiz var..
****
Öte yandan, zavallıca “saf kan ırkçılık” yapanlara basit bir genetik – matematik gerçekliği sunmak isteriz :
İlk Osmanlı Beyi Osman Gazi’den sonra gelen oğlu Orhan Gazi, 3 Rum kızıyla evlenmiştir; Asporçe, Theodora ve Horafira. Sonki, bize Nilüfer diye yutturulmuştur. Böylelikle, 2. Osmanlı Beyinde Oğuzların Kayı boyu genleri (kalıtımı), Rumlarla melezlenerek, 3. Beyden başlayarak  yarıya inmiştir. İlki dışında tüm Osmanlı Padişahları yabancı kadınlarla evlendiklerinden, bu genetik yarılanma 34 kez yinelenmiştir. Dolayısıyla son Osmanlı Padişahı soysuz Vahdettin’de Oğuzların Kayı Boyu genetiği / kalıtımı, (1/2)^34 = 5,8^-11 düzeyindedir..

Daha açık yazmak gerekirse;

  • Vahdettin’de Türk kanı yüz milyarda 6 oranındadır! Yani yok gibi..
  • Acaba Türk halkına bunca ihanet – alçaklık -soysuzluk – ihanet bu yüzden midir??

    Körü körüne Osmanlı hayranlarını azıcık düşünmeye, akıllarını kullanmaya, rezil olmaktan bilimin rehberliği ile kendilerini kurtarmaya çağıralım..

    Sevgi ve saygı ile. 02 Kasım 2019, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Hayasız – soysuz ve alçak!..

Hayasız – soysuz ve alçak!..

Ümit ZİLELİ
KORKUSUZ, 9 Mayıs 2017

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Büyük Devrimciye olan kin ve nefret dedelerinden yadigardır!..
O dedeleri ki, vicdanları en ufak şekilde sızlamadan, dinlerini, namuslarını, şereflerini satıp, İngiliz’in, Yunan’ın safında yer almış vatansız yobazlardı… İslam-Teali Cemiyeti‘ni kuran, Yunan ordusunu padişahın ordusu, İslam’ı kurtaracak ordu olarak selamlayan bu herif-i naşerifler hiç utanıp sıkılmadan Yunan Başbakan’ı Dimitrios Gunaris’e kendilerine yardım edilmesi yani altın verilmesi durumunda Bursa’da Yunan desteğinde bir devlet kurup, Kuvayı Millicilere karşı savaşma teklifinde dahi bulunmuşlardı…
-Tarihin görüp görebileceği en soysuz yobazlardı!..
İslam Teali Cemiyeti’nin kurucusu, Atatürk ve arkadaşları hakkında idam fermanında şeyhülislam olarak imzası bulunan, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra önce Yunanistan’a kaçıp çıkardığı gazetede Türklere kin kusan, “Türk olmaktan tiksinirim” diyen, sonra Mısır’da ölen hain Mustafa Sabri‘ydi… Yardımcısı ise kıyafet devrimi sırasında milleti Cumhuriyet’e karşı kışkırtmaya çalıştığı için idam edilen İskilipli Atıf isimli gerici yobazdı…
Yurtseverlerin kaybetmesi, Yunan ordusunun kazanması için ellerinden gelen her şeyi eksiksiz yaptılar; “Din elden gidiyor”, “Kuvayı Milliciler hayduttur, Bolşeviktir” yalanlarıyla Kurtuluş Savaşı’nı baltalamak için türlü hainlik ürettiler…
-Ancak başaramadılar!..
Aydın din adamları dahil, milletin her kesimiyle kucaklaşan Mustafa Kemal ve arkadaşları, bu soysuz ve hain güruhu tıpkı düşman ordusu gibi ezdi geçti!.. Kimi kaçtı, kimi aman diledi, kimi ise yeni hayınlıklar tasarlamak için yeraltına sığındı…
-Gerici hainlerin defteri uzunca bir süre için dürülmüştü!..
 

GÜNÜMÜZÜN MUSTAFA SABRİLERİ!..

Atatürk’ün ölümüyle yer altından çıkmaya başladılar…
Çok partili sisteme geçişle birlikte özellikle Aydınlanma Devrimi‘nin yeterince ulaşamadığı yerlerde örgütlendiler. Özellikle 1950’den itibaren (AS: başlayarak) güçlenmeye başladılar. Yaklaşık 20 yıl sağ partilerin kucağında palazlandıktan sonra bir bölümü kendi partisini kurdu.
30 yıllık bir süreç, biri post-modern diğer ikisi klasik darbe, istikrarsız bir süreç sonunda kendisine “Muhafazakar Demokrat” sıfatını yakıştıran ancak “İslamcı” çizgiye olan muhabbetini her fırsatta ortaya koyan bir parti iktidara geldi. Son 15 yıldır işte bu düşüncenin yönetiminde yaşıyor Türkiye…
Yıllar içinde “Yeni Türkiye” “Yeni Osmanlı” masallarından cesaret alan Mustafa Sabri ardılları tarihi ters yüz etmek, Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyeti karalamak için en soysuz, en alçak yalanlarla sahne aldılar… Bunlardan birini tanıyorsunuz; kerameti kendinden menkul bir
“derin tarihçi!” Adı Mustafa Armağan… Geçmişine baktığınızda gerçekten derin bir Fetullah hayranlığı, çöp kadar değeri olmayan bir yığın dedikodu, iflah olmaz bir Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı görürsünüz…
Ahmet Hakan dün köşesinde bu herife “Yavşak” diyerek bence paye vermiş; benim tercihim “Çukur” sözcüğüdür… İşte bu çukur zat önce “Derin Tarih” isimli dergi formundaki paçavrasında “tarihe düşen bomba” üst başlığı ile şu kapağa imza attı:

  • Latife Hanım’ın 91 yıldır gizlenen mektubu: “Kemal Paşa çakma Napolyon’dur.” 

HAYASIZ RUHLAR!..

Şimdii, Atatürk ile kısa bir süre evli kalan, ayrıldıktan sonra 1975’te vefat ettiği ana kadar ilişkisi ile ilgili tek kötü söz etmeyen Latife Hanım’ın böyle bir mektubu var mıdır, dilimize girişi epey yeni olan “Çakma” gibi bir argo sözcüğü kullanır mı gibi soruları bir yana bırakarak şöyle bir bakalım:
-Büyük devrimcinin yaşamını didik didik ettiler, olmadık iftiralara yeltendiler olmadı…
-Paşa’yı Vahdettin Anadolu’ya memleketi kurtarsın diye gönderdi. Bin altın da yanına verdi dediler, Kurtuluş Savaşı’nın hangi koşullarda yapıldığını bilen millet kahkahayla güldü…

-Mustafa Kemal’in yaptığı emperyalizme karşı savaş değil, yalnızca bir Türk-Yunan savaşıdır iddiasını öne sürdüler, Yurdun dört yanının işgal altında olduğunu, İngilizlerin yediği haltları bilen millet suratlarına tükürdü, sadece rezil olmakla kaldılar…
Öne sürdükleri hiçbir iddia doğru çıkmadı, yalnızca küçüldüler, soysuzlaştılar… Öyle ki, akılları fikirleri ancak apış arasına çalışan bu alçaklar sonunda Atatürk‘ün manevi kızı Afet İnan‘a çamur atacak denli zıvanadan çıktılar; Afet Hanım’ın Gazi’nin manevi kızı değil, sevgilisi olduğunu öne sürdüler!..
TVNet ekranında geçen şu zavallı konuşmaya bakın; program sunucularından, Akit yazarı Yavuz Bahadıroğlu Afet Hanım ile ilgili soruyor: “Güzel miydi?” Diğer sunucu Mustafa Armağan yanıtlıyor: “Gençliğinde güzeldi ancak sonradan şişmanlıyor!” Şu pespayeliğe, şu şeref yoksunluğuna bakar mısınız?
Ellerinde belge var mı? Yok! Yalnızca tahminler, rivayetler üzerinden bu ülkenin kurucusuna olabilecek en haysiyetsiz en alçakça şekilde iftira furyası var!.. Bırakın dini, imanı…
-İnsan olan böylesine hayasız, böylesine soysuz olabilir mi?..
Yanıt tabii ki sorunun içinde!.
===================================
Dostlar,

KORKUSUZ Gazetesi yazarı Sn. Ümit Zileli‘ye bu yazısı için teşekkür borçluyuz.
Müslüman, Hıristiyan, Musevi….. her kim olursa olsun, İNSAN OLMA’nın belki de ilk koşulu DÜRÜST olmak değil midir? Bu takıntılı zavallı ATATÜRK düşmanları attıkları iğrenç iftiralar için hangi geçerli kanıtı ileri sürebilirler?? Kaynak Yayınlarınca çıkarılan değer biçilmez ATATÜRK’ün BÜTÜN ESERLERİ adlı 30 ciltlik muazzam belgesel ansiklopediye biraz göz atsalar, belki de vicdanları uyanacak, bakıp görmeyen gözleri açılacak.. Belki VEFA‘yı anımsayacaklar.. Zavallılar..
Ancak sorun MİLLİ EĞİTİM’de değil mi?
Ülkemizin yakın tarihini nesnel olarak öğretmiyor, öğretemiyoruz.
AKP de son 15 yıldır bu yaşamsal işlevi engelleyip tersini yapıyor.
Türkiye ektiğini biçiyor ve hızla yozlaşarak köklerine yabancılaşıyor.
Bu akıl dışı gidişe son verme zamanı geldi, geçiyor..
“HAYIR” bileşenleri ilk yerel – genel seçimde bu lanetli gidişi “DUR” demeli..

  • AKP – RTE bu olayı açıkça kınayıp, “bedelini ödeyecekler” diyebilir mi?
    Demezse – diyemezse nedendir acep??
  • Bu yazımızı Cumhuriyetin savcıları suç duyurusu olarak kabul etsinler istiyoruz.

    Erdoğan’ı birazcık eleştirenler gece yarısı evlerine baskın yapılıp kelepçelenerek götürülüyor ve günlerce kollukta tutulup sulh ceza yargıçlarınca (Mahkemelerince değil!?) tutuklanarak yargılanıyor, hapis ve para cezası, güvenlik tedbirleri yaptırımı görüyor. AİHM‘nin istikrar kazanmış içtihatları dikkate alınmadan, gerçekte “zımnen ilga” TCK md. 299 uygulanarak.. Bu gerçek dışı küstah ve sefil saldırı, 5816 sayılı ATATÜRK ALEYHİNE İŞLENEN SUÇLAR YASASI (RG: 7872, 31.07.1951) kapsamında ne yaptırım görmeli, anımsatalım :

Md. 1 : Atatürk‘ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır….
Md. 2 : Birinci maddede yazılı suçlar; iki veya daha fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umumi veya umuma açık mahallerde yahut basın vasıtasiyle işlenirse hükmolunacak ceza yarı nispetinde artırılır…. (Yasa toplam 5 madde..)

Yüce ATATÜRK ve AYDINLANMA devrimi bu topraklarda sonsuza dek yaşayacak.
Tüm yarasaları da aydınlatıp ısıtarak, insanlaştırarak; mazlumlara örnek ve umut olarak!

Sevgi ve saygı ile. 10 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Not : Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı, “Atatürk’ün hatırasına hakaret etme” suçundan Süleyman Yeşilyurt ve Hasan Akar hakkında iki ayrı soruşturma başlattı. Yeşilyurt ve Akar hakkında gözaltı kararı verildi. TVNET’te yayımlanan “Derin Tarih” adlı programda Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili sözleri nedeniyle Süleyman Yeşilyurt’a Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca “Atatürk’ün hatırasına hakaret etme” suçundan soruşturma başlatıldı. Öte yandan savcılıkça Hasan Akar’ın Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım hakkında sosyal medyada paylaşılan bir videoda söylediği sözler nedeniyle yine aynı suç kapsamında ayrı bir soruşturma daha açıldı. Savcılıkça Yeşilyurt ve Akar’ın gözaltına alınmaları için Emniyet’e talimat da verildi. (Cumhuriyet, 10.5.17)

Yandaş kanalda skandal sözler: Atatürk’ün manevi kızını sevgilisi yaptılar

Yılmaz ÖZDİL : VATAN

VATAN…

portresi_kravatli
Yılmaz Özdil
SÖZCÜ, 10 Nisan 2015

 

Anayasa Mahkemesi’nin önünde cübbesiyle adalet nöbeti başlatıp,
hukuk tarihine damga vuran Av. Şule Nazlıoğlu Erol.

Abdullah Öcalan’ı İmralı’da yargılayan mahkeme başkanı, Yargıtay onursal üyesi
Turgut Okyay.
Bursa, İzmir, İstanbul valisi, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Erol Çakır.
Genelkurmay istihbarat daire başkanı E. Korgeneral İsmail Hakkı Pekin.
Gazeteciliğin eğilmez, bükülmez isimleri Hulki Cevizoğlu, Ümit Zileli.
Soma faciasının sembollerinden, maden işçisi, işçi lideri Sefa Köken.
Türkiye’nin ilk kadın orkestra şefi, Antalya Devlet Senfoni Orkestrası’nın kurucusu İnci Özdil.
Türk halk müziğinin ustası, Kültür Bakanlığı Devlet Halk Müziği Korosu’nun kurucusu
Mehmet Özbek.
Efsane grup Modern Folk Üçlüsü’nden Doğan Canku.
Ressam Adviye Bal.
TRT başspikeri Mehpare Çelik.
Ana haber denilince ilk akla gelen isimlerden Gülgün Feyman.
Asrın iftirasına uğrayanlardan, E. Korgeneral Ayhan Taş, E. Tümamiral Soner Polat,
E. Tümamiral Semih Çetin, E. Tümgeneral Beyazıt KarataşE. Tümgeneral Naci BEŞTEPEE. Tuğgeneral Levent Ersöz, Eski Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan,
eski Devlet Bakanı Tayfun İçliTürk parlamenterler birliği genel başkanı Hasan Korkmazcan.
*
Vatan Partisi’nin milletvekili adayları.
*
Ömrünü bu ülkeye adayan Doğu Perinçek mesela, İstanbul 1’inci bölgeden aday oldu. Karşısında CHP’den rakip olarak, adını hatırlamıyorum, Ataşehir belediye başkanının eşi var.
*
E. Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’in karşısında CHP’den rakip olarak Tekin Bingöl var.
Yaşar Okuyan’ın karşısına çıkara çıkara Eren Erdem’i çıkarabildiler.
Hangileri ağır basıyor sizce?
*
Değerli arkadaşım Ümit’in karşısına çıkardıkları Selin Sayek Böke,
taksi kullanmadan Bozyaka’dan Tilkilik’e gidebilsin, razıyım.
Bindirmişsin Musa Çam’la Tuncay Özkan’ın sırtına, babam da seçilir.
*
Zeynep Altıok ise, kalbini kırmak istemem ama,
Hulki Cevizoğlu’na değil rakip, canlı yayın konuğu bile olamaz.
*
Elif İlhamoğlu, henüz 25 yaşında, Türkiye’nin en genç milletvekili adayı.
Siyaset bilimi diploması var. Üç dil biliyor. Türkiye Gençlik Birliği genel başkan yardımcısı. Anti-emperyalist dünya gençlik birliği’nin genel sekreteri.
Eminönü’de Amerikan askerinin kafasına çuval geçirenlerden biri O…
10 yıl hapis istemiyle yargılanıyor.
Yurtsever bir ailede büyüdü, “babam MHP’ye oy veriyor, annem CHP’ye oy veriyor” diyor.

İstanbul 2’nci bölgeden aday…
Karşısında rakip olarak özerklik heveslisi Sezgin Tanrıkulu var.
Hangisi memlekete daha yararlı?
*
Partiyi partiyle kıyasladığında, CHP karşısında Vatan partisi belki %10 etmiyor ama…
Adları tek tek kıyasladığında, %100 fark atıyor.
*
Neden CHP’yle kıyaslayarak örnek veriyorsun derseniz?
CHP genel sekreteri Gürsel Tekin, “HDP’nin barajı aşmasını arzu ederiz,
HDP’nin güçlenmesi bizi çok mutlu eder”
dedi ya…
İşte o nedenle CHP’den örnek veriyorum. Çünkü illa bir parti daha barajı aşacaksa,
HDP yerine Vatan partisinin aşmasını arzu ederiz.
*
Gürsel Tekin’i HDP mutlu ediyorsa, bizim de Vatan’la mutlu olmamızda sakınca yoktur herhalde.

=================================

Teşekkürler sevgili Yılmaz Özdil..

Gene çooook başarılı bir yazı..

Sevgi ve saygı ile.
10 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Türkiye’deki Siyasi Durum ve Türkiye-AB İlişkileri


Türkiye’deki Siyasi Durum ve Türkiye-AB İlişkileri

Taner_Baytok_Buyukelci
TANER BAYTOK Büyükelçi (E)
Cumhuriyet
, 5.2.15

 

 

Bugün AKP hükümetinin Batı’dan ve AB’den işbirliği bekleme dönemi değildir. Bunun için her şeyden önce beklenen, Türkiye’nin içte ve dışta politikalarını demokratik, insan haklarına ve hukuka uygun hale getirmesidir.

  • Türkiye Cumhuriyeti hukuk, ekonomi, kültür, eğitim, güvenlik, çevre ve dış politika dahil her alanda tarihinin en bunalımlı dönemini yaşamaktadır.

“Gündemi saptırmak” söylemi bile artık anlamını yitirmiş, gündemde “ehem” ile “mühim”birbirine girmiştir. Bunun başlıca nedeni, iktidardaki AKP hükümetinin son on küsur yıldan beri uyguladığı hedefleri yanlış çizilmiş politika ve stratejilerdir.

  • Ülkeyi yönetenlerin başta devlet olmak üzere hiçbir Cumhuriyet kuruluşuna
    güven ve saygısının kalmadığı beyanlarından anlaşılmaktadır.

Aynı yöneticiler dışarıda da dost, hatta müttefiklerine, üyesi oldukları uluslararası kuruluşlara yükümlülük ve sorumluluklarına ters düşen beyan ve davranış içinde olmaktan adeta zevk ve hınç almaktadırlar.

AKP ülke ve toplum yararına olumlu hiçbir şey üretemeyince, akıldan çok inançla hareket eden bir zümreyi yanına alırken kullandığı “mezhepçilik” ve “Osmanlıcılık” kavramlarına,
bu kez kendisi de inanmışçasına, daha da fazla yüklenmiş ve böylece sandık sayesinde iktidarını sürdürmek stratejisi uygulamaya başlamıştır.

Bunun bırakın Cumhuriyeti selamete çıkarmayı, desteği arkada tutmaya da yeterli olamayacağı açıktır.

Endişe edilen, bu işkenceye Türkiye’nin o zamana kadar dayanıp dayanamayacağıdır.

Dışımızdaki dünya da Türkiye’nin bu gidişatından endişe duymaktadır.

Türkiye hâlâ kâğıt üzerinde NATO üyesidir. AB ile Türkiye arasındaki tam üyelik müzakere süreci sözüm ona devam etmektedir. Bu kuruluşlar, demokrasiye, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne ve liberal ekonomiye inanan hür ve özgür ülkeler topluluklarıdır. AKP iktidarının bu Batı vetireleri ile ilgili notu düşüktür ve giderek düşmektedir. Dışarıdan gelen ve maalesef gerçeği büyük ölçüde aksettiren milli gururumuzu yaralayan ağır yorum ve görüşler her gün biraz daha artarken bu üyelik ve ortaklığın samimiyeti de inandırıcı olamamaktadır.

Shanghai Grubu’na yapılan üyelik talepleri, Çin’le ve Rusya ile nükleer teknolojik işbirliği arayışları Batı’da hoş karşılanmamıştır. Terörist IŞİD ile dirsek temasına girildiği dedikoduları vardır. Rum Patrik Bartholomeos ile görüşmek amacı ile Türkiye’ye gelen ve sırf protokole uydurmak için Cumhurbaşkanı’nın davetlisi olarak gösterilen Papa Francesco ile yapılan görüşmelerde Vatikan ve Hıristiyanlığa serzenişlerde bulunmak, hele dünyanın tarihi ve
bilimsel gerçeklerini temelsiz yenileri ile değiştirtmeye teşebbüs etmek,
duyulan antipatiyi daha da artırmaktadır…


Batı’nın Ukrayna’yı işgal ettiği gerekçesi ile ambargo uyguladığı Rusya’nın bir tür yalnızlığa ittiği başkanı Putin’in Rus gazını Avrupa’ya taşıyacak pipe-line projesini iptal ettiğini açıklamak için Türkiye’yi seçmesi ve bu maksatla ülkemize yaptığı ziyaret sırasında yanına Cumhurbaşkanımızı da aldığı görüntüsünü vermesi ülkemiz açısından talihsiz bir oldubittidir. Bu, Putin’in Türkiye’yi kendi emellerine alet etmek cüretinden başka bir şekilde izah edilemeyecek bir davranıştır.

Ülkemizi son günlerde ziyaret eden üst düzeyli AB Komisyonu heyeti ile öze dönük neler konuşulduğu bilinmemektedir. Ancak AB-Türkiye ilişkilerinin sorun ve konularının şu anda teknikten çok stratejik, siyasal ve rejimle ilgili olduğu açıktır. Gelen komisyon heyetinin kompozisyonu da zaten bunu göstermektedir. Bu nedenle Suriye ve IŞİD’in, Putin’in ziyaretinin ve bilhassa Türkiye’deki siyasi durumun ve hak ve hukuk ihlallerinin müzakerelerin ağırlık noktasını oluşturduğunu, bu konularda da taraflar arasında mevcut ciddi görüş ayrılıklarının açıklıkla bir kez daha ortaya çıktığını söylemek kehanet olmayacaktır.

Görüşmelerden önce yayımlanan bir Dışişleri Bakanlığı bildirisinde, görüşmelerin gerçek gündemine temas dahi edilmezken tek sorun oymuş gibi yalnızca 20 yıl öncesinin konusu olan Kıbrıs’tan ve KKTC’nin iyi niyetinden sözedilmesi Türkiye-AB ilişkilerinden yarar umanlar için tam bir hüsrandır.

Hükümet yetkilileri son zamanlarda, ABD ile AB arasındaki Gümrük Birliği Anlaşması’nın Türkiye’yi de kapsaması isteklerini, teknik bir konu olarak, dile getirmekte haklıdırlar.
Ama hemen arkasından, bu olmadığı takdirde Türkiye’nin AB ile olan Gümrük Birliği Anlaşması’nı feshedeceği tehdidinin savrulmasını anlamak mümkün değildir. Bu tehditte bulunmadan önce, anlaşmadan önce ve sonraki AB-Türkiye dış ticaret rakamlarına bir bakmak yeterlidir. Kanaatimce feshi, yakıp yıkmayı düşünmeden önce, meseleyi “muslihane” (barışçıl) yollardan çözmek için çaba göstermek diplomasi mesleğinin gereğidir. Nitekim, 1990’lı yıllarda AB ile Gümrük Birliği görüşülürken de bu tür sorunlar çıkmış ve halledilmiştir:

Avrupa’nın öbür Ortak Pazarı olan EFTA ülkeleri ile, Polonya, Çek ve Slovakya, Macaristan’la da serbest ticaret anlaşmaları yapılmıştır. ABD’nin anlaşma imzaladığı tek ülke İsrail ile serbest ticaret anlaşması yapmak suretiyle Amerikan pazarına mallarımızın gümrüksüz girmesi için dolaylı da olsa yol sağlanmıştır.

Bugün AKP hükümetinin Batı’dan ve AB’den işbirliği bekleme dönemi değildir.
Bunun için her şeyden önce beklenen, Türkiye’nin içte ve dışta politikalarını demokratik,
insan haklarına ve hukuka uygun hale getirmesidir.
Bunun da mevcut iktidarla sağlanabileceği ümitleri giderek azalmaktadır.

============================================

Dostlar,

Artık apaçık görülüyor ki, AKP iktidarlarının Batı ile ilişkileri taktik temelli idi ve
Türkiye’de iktidara tutunmak – kök salmak için zaman kazanma amaçlı bir
takiyye politikası idi
.

Takke düşmüş ve kel görünmüştür.
AKP, Türkiye’yi Batı ile kadim ittifaklarından bile kopararak, Ortadaoğu’da akıl dışı bir
“değerli yalnızlık” aldatmacası gerisinde bir “serseri devlet” olmaya doğru sürüklemektedir.

Dahası, Uluslararası hukukta “Haydut Devlet” olarak tanımlanma riski söz konusudur.

  • AKP iktidarları artık salt ülkemizin değil,
    uluslararası sistemin de baş belasıdır…

Bu saptama son derece kritik ve önemli iken, öte yandan son derece can sıkıcıdır.

Türkiye son derece sancılı, siyasal temperatürü yüksek “zor zamanlarda” dır..

Çare “CUMHURİYETÇİ İTTİFAK” tan geçmektedir.
Bu konuyu dün, Sayın Ümit Zileli‘nin web sitemizde yer alan önemli makalesinde işlemiştik.

  • Sağdan ve soldan tüm yurtsever kesimlerin hızla bir politik ittifak ile 7 Haziran 2015 seçimlerine girmesi ve AKP kadrolarını iktidardan uzaklaştırması elzem duruma gelmiştir. CHP, bu oluşumda çekirdek ve öncü olarak, tarihine yakışan özgörev üstlenmek zorundadır.

    Sevgi ve saygı ile,
    06.02.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

İç savaşı önlemenin tek yolu: Cumhuriyetçi cephe


İç savaşı önlemenin tek yolu:
Cumhuriyetçi cephe


Umit_Zileli_portresi

Ümit Zileli

Neredeyse bir yüzyıl sonra yeniden başımıza geçirilmek istenen “Yeni Sevr” planlarını bozacak, ülkeyi kanlı bir iç savaştan, paramparça olmaktan kurtaracak yalnızca bir tek güç vardır:

Cumhuriyetçi Cephe.

Yılbaşı gongu vurduğu andan başlayarak geri sayım başladı…

Ancak bu geri sayım yalnızca 2015 seçimleri için değil, aynı zamanda Ülkenin, Cumhuriyetin geleceği için yapılıyor!.  AKP’nin, Haziran ayında yapılacak seçimlerden bir kez daha tek başına iktidar çıkması, zaten büyük ölçüde yıpratılmış, kurumları tutsak alınmış Cumhuriyetin tümden rafa kaldırılması anlamına geliyor… İşin hazin tarafı, ülkeye yön verdiklerini
iddia edenler bu amacı artık saklamıyor bile!..

Geçen yazımda belirttiğim gibi; ülkenin görünür gelecekte “özerklik” adı altında en az ikiye bölünmesi, Abdullah Öcalan’ın serbest kalması artık kanıksanmış, hatta beklenen sıradan olgular durumuna getirildi!.. Başkanlık sistemi fiilen başlatıldı bile… Seçimlerden sonra  “Başkan’ın” emriyle Ordunun sınır ötesi operasyonlarda kullanılmasının sıradan bir duruma indirgeneceği de ortada… 2015’in Ermenilerin 100 yıllık düşü olan toprak istemlerinin
en şiddetli biçimde dayatılacağı bir yıl olacağını da unutmayın!..

Kısacası, seçimlerde bu yönetimden kurtulup, Cumhuriyetin yeniden inşasını başaracak
bir iktidarın yolu açılamazsa, “olmadı, artık bir dahaki sefere” diyebileceğimiz bir zaman yok, kalmadı!.. Ancak, bu hükümeti yolcu edip, çoğunluğu alabilecek ve “Kürt çözümü” dahil, sorunları çözmeye muktedir bir iktidarı kurabilecek bir güç var :

CUMHURİYETÇİ CEPHE!..

Gelin bunu nasıl başarabileceğimizi tartışalım…

Ama önce yakın tarihe bir bakalım: Tarih gösteriyor ki, Cumhuriyetçilerin, yurtsever sol ve millici çevrelerin, emperyal güçlerin güdümündeki hükümetlere karşı yaptıkları ittifaklar büyük başarılar kazandı… Bu gerçeği kavrayan emperyal efendiler ve piyonları,
tüm güçleriyle bu tür birliktelikleri yıkmaya çalıştılar. Çoğu kez başarılı da oldular!..

Birkaç örneğe göz atarak, bu çıplak gerçeği görebiliriz: İspanya’da 1936’da General Franko’ nun da içinde yar aldığı Faşist Blok’a karşı Sosyal Demokratların, Cumhuriyetçilerin ve Komünistlerin oluşturduğu Halk Cephesi oyların %47’3’ünü alarak iktidara geldi. Yine 1936’da Fransa’da Halk Cephesi, hem de faşizm Avrupa’da yükselişteyken %57 oyla ezici bir
zafer kazandı.. 1970’te

Şili’de Salvador Allende, ABD’nin tüm gücüyle desteklediği aşırı sağcı aday karşısında,
sol ve cumhuriyetçi ittifakın oylarıyla kıl payı da olsa devlet başkanlığını kazandı..
İtalya’da, merkez sol partilerin bir araya geldiği ve cumhuriyetçi, ilerici İtalyanların desteklediği, Prodi liderliğindeki “Zeytin Dalı” ittifakı, 2006’da yıkılmaz denilen  Berlusconi iktidarını devirdi!..

Tabii, tersi örnekler de var… En acı örneği vermekle yetinelim: Almanya’da 1924-1932 arasında yapılan 4 seçimde Sosyal Demokratların, Sosyalistlerin ve Komünistlerin oylarının toplamı, Hitler’in Nazi Partisi’ni bir kaşık suda boğmaya yetiyordu. Ancak bir türlü bir araya gelemediler. 1924’te %6.5, 1928’de %2.6 oy toplayabilen Nazi’lerin 1937’deki oy oranı %37.4’e ulaşmıştı. Eğer o tarihte bile ittifak yapsalar yine iktidarı alabiliyorlardı. Yapmadılar!. Bir yıl sonra, 1933’te yapılan seçimlerde Hitler %43.9’la iktidara geldi. Bu tarih öbür partilerin ve Almanya’nın felaketini ilan ediyordu.. Tabii 6 yıl sonra başlayacak ve 65 milyon insanın
can vereceği 2. Dünya Savaşını da…

O savaşta başta Sosyal demokratlar olmak üzere, o partilerin de payı çok büyüktü!..

Aslına bakarsanız, o denli uzaklara gitmeye de gerek yok, en can alıcı örnek kendi ülkemizde; Cumhuriyetçiler, 1994 Belediye seçimlerinde öylesine bölündüler, öylesine boğazlaştılar ki,
hiç akla gelmeyen şey gerçekleşti, Recep Tayyip Erdoğan %25 oyla İstanbul iktidarına uzandı!.. 8 yıl sonra da ABD’nin engin desteğiyle Türkiye’nin iktidarına uzanacaktı!..

    * * *

Yukarıdaki örnekler, bize çok net bir şeyi anlatıyor…

Emperyal güçlerin desteklediği iktidarları yenilgiye uğratmanın biricik yolu,
en büyük özverileri bile göze alarak ittifak yapmaktan geçiyor!..
Ve Cumhuriyetçi Cephe’nin böyle bir gücü ve dolayısıyla çok büyük şansı var…

Öncelikle şunu görmemiz gerekiyor:
Şu anda, verili durumda AKP’nin önüne geçme olasılığı bulunmuyor.
Anketler de bunu gösteriyor: AKP % 37-40 bandında, CHP %23-27 bandında, MHP ise %13-15 aralığında seyrediyor. HDP ise ancak bağımsız adaylarla kazandığı vekillerle TBMM’de
gurup kurabiliyor, %7 dolayında.. Son seçimlere bakacak olursanız, yaklaşık 10 milyon insanın sandığa gitmediği görülüyor. Ve bunların içinden AKP’ye oy çıkacağını sanmıyorum.
Üstelik bu rakam Cumhurbaşkanlığı seçiminde 15 milyona çıkmıştı!..

Bu tablodan çok net anlaşılacağı üzere,
AKP’yi sandıkta bu şekilde devirme olasılığı yok denecek ölçüde zayıf.

Peki, ne yapmalı?. Bu ünlü sorunun yanıtı çok açık değil mi?

-İttifak!..

10-15 milyon kişinin sandığa gitmediği, yine milyonlarca oyun baraj nedeniyle çöpe gittiği
ve iktidar partisinin hiç hakketmediği sandalyeler kazandığı bu açmazı ancak böyle kırabiliriz. Çünkü halka güven verecek bir ittifak AKP’nin oylarını dramatik biçimde geriye de çekecektir.

Bu ittifakın başını doğal olarak CHP’nin çekmesi gerekiyor.

Kendisine Cumhuriyetçi, solcu, ulusalcı, millici, sosyal demokrat diyen herkesi, her partiyi kucaklayacak bir politikayı, hiçbir komplekse kapılmadan oluşturması gereken güç CHP’dir… Bu ittifakın anayasası ise çok uzun değil, birkaç sözcükle oluşturulabilir:

– Cumhuriyetçi Cephe’ye Cumhuriyeti savunan herkes katılabilir…
İttifak görüşmelerini sabote etmeye kalkan ise anında tasfiye edilir…

Anayasa bu kadar. halka ilan edilecek bir “Temel Programa” da ihtiyaç var.
Buna, halkın güvenini kazanacak bir “sözler manzumesi” de diyebiliriz:

1-Bu ittifakın oluşturacağı iktidar, ülkenin bölünme sürecine dur diyecek,
Kürt sorunu tüm yurttaşların katılacağı, tüm milliyetlerin onuru gözetilerek
barış ve kardeşlik temelinde çözülecektir.

2-Yolsuzluk ve hırsızlıklar sonuna dek takip edilecek, yasadışı servetler
Hazine’ye aktarılacak, sorumlular en ağır şekilde cezalandırılacaktır.
“Nereden buldun?” yasası, akraba- eş-dost dahil olmak üzere geniş tutulacaktır.

3-Derhal üretim ekonomisine geçilecek, tarım-turizm-tekstil gibi ülkenin motor gücü olabilecek sanayiler teşvik ve destekle ayağa kaldırılacaktır.

4- Ahlak dışı metotlarla özelleştirildiği saptanan tüm milli servetler özüne kavuşturulacaktır.

5- Milli eğitim bütünüyle yeniden ele alınacak, çocukların ve gençlerin
dinsel istismarı ve gerici tüm programlar iptal edilecektir.

6- Kuvvetler ayrılığı ilkesi tüm anayasal güvencesiyle yeniden yaşama geçirilecek,
Yargı bir daha geri dönülmemecesine bağımsız yapıya kavuşturulacaktır.
 

Sanıyorum ilerici, Cumhuriyetçi bir ittifak öncelikle bu maddelerin yaşama geçirilmesini isteyecektir. Böyle bir ittifak, aritmetik değil geometrik şekilde çoğunluğa ulaşır ve kazanır
diye düşünüyorum. Çünkü bu tür ittifaklar yarattığı coşku ve heyecan oranında oyunu artırır.

Zaman çok az, ama neler yapılacağı, nasıl yapılacağı ortada.
Önemli olan tek şey ise İRADE!..
CHP bu ittifakı gerçekleştirebildiği takdirde hem halkın güvenini hem de iktidarı kazanır.

CHP, böyle bir ittifakın içinde olmazsa ne olur?.
Kötü olur!..
İttifakın çok önemli bir ayağı dışarda kalmış olur..
Ancak CHP, dışarda kalarak, geçen seçimde aldığı %26 oyu görebilir mi?
Hiç sanmıyorum!..
Bu ittifak ise yine kurulur, yine halka gider, yine programını açıklar ve barajın çok üstünde bir oy oranıyla TBMM’ye girer.
Dışarda kalanlara ise ne olur, bilemem…
Onlar için ancak, Nietzsche’nin o müthiş özdeyişini anımsatabilirim:

-Korkarak yaşayanlar yaşamı yalnızca seyrederler!.. 

Odatv.com

===========================================

Dostlar,

Son günlerin en önemli yazılarından birini değerli yazar Ümit ZİLELİ kaleme aldı..

Odatv.com‘da yayımladı..

Biz de tümüyle katılarak paylaşıyoruz…

Haydi CHP, çizmelerini giy, kasketini tak ve kollarını çemle (sıyır); başla..
Geç kadim Anadolu!ya.. yaslan mazlum halkımıza..
Gelir arkası..
Bu kadim halk çok akıllıdır, sağduyuludur.
Nasıl Mustafa Kemal Paşa‘nın peşine takıldı 100 yıl önce, onca yokluk ve umutsuzlukta;
ikna edilirse bir kez daha yapar..

Hiç kuşkunuz olmasın..

Haydi sevgili kardeşim – hemşehrim – arkadaşım – dostum Kemal Kılıçdaroğlu..

Tarihin ibresi ender bir konumda seni tarihsel – kritik bir sorumluluğa,
kaçamayacağın, kaçınamayacağın bir göreve çağırıyor..

Sen akıllı adamsın, çook zekisin bunu görüyor ve biliyoruz..
Tek yol bu kaldı : CUMHURİYETÇİ İTTİFAK!
Görürsün, görmelisin, görmektesin eminim ÇIPLAK GERÇEĞİ..

Haydi, ülkene bir kez daha omuz ver..
Sana yakışanı yap tüm yüklerini – angajmanlarını atıp özgürleşerek..

Mustafa Kemal de öyle yaptı.. Tüm rütbelerini söktü..
Aylığı, makamı yoktu; üstelik boynunda hain padişah Vahdettin’i idam fermanı vardı!

Sen de, CHP de ülkemiz de ancak böyle kazanacak..
Biz AYDINLAMACILAR – MUSTAFA KEMALİN YOLDAŞLARI
bir kez daha kazanacağız.
Kazanmak zorundayız, kazanmaya mahkumuz, anlıyorsun değil mi??

Sevgi ve saygı ile.
04 Şubat 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net