Etiket arşivi: Gezi Direnişi

Aday nasıl belirlenir?

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
03 Ekim 2022, Cumhuriyet

Bir yanda, emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşı mücadelesi yürüten Mustafa Kemal Atatürk hakkında idam kararı veren Padişah Vahdettin’in, vatan haini olmadığını savunanlar; Atatürk’ün “Nutuk”ta yazdığı gibi, alçakça önlemler almaya çalışanların ve gaflet, dalalet ve hıyanet içinde olanların avukatlığına soyunanlar; bir yanda, emperyalizme karşı mücadelede umudu, İran’daki ve Afganistan’daki kadın düşmanı ve laiklik karşıtı teokratik yönetime bağlayanlar; bir yanda Türkiye’nin, Irak’ın, Suriye’nin, Çin’in toprak bütünlüğünü savunurken Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü umursamayanlar, Rusya’nın “ilhak” adı altında Ukrayna’yı işgal etmesine seyirci kalanlar ve böylece büyük bir çelişki içine düşenler; bu çelişkili tavırla, gelecekte Türkiye’nin toprak bütünlüğünün de tartışma konusu olmasının yolunu açanlar; bir yanda, CHP’yi ve CHP’li belediyeleri terörle ilişkilendirmeye çalışarak, siyasal geleceklerini yalanlarla ve iftiralarla inşa edenler; “Gezi” direnişindeki masumları suçlu, suçluları masum gibi göstermeye çalışanlar; bir yanda, post-modern saçmalıklarla ve kavram kargaşasıyla ekonomi analizi yapanlar…

Bu bulanık ortamda, muhalefetin cumhurbaşkanı adayını belirlemesiyle ilgili süreç daha da büyük bir önem kazanıyor. Muhalefetteki partilerin, kişisel çıkar ve anlık heyecanlardan arınarak, bu süreci bilimsel bir yöntemle yürütmeleri gerekir. Türkiye’deki genel manzaraya bakıldığında, muhalefetin bir seçim daha yitirme lüksünün kalmadığı açıktır.
***
Araştırma kurumlarının araştırmaları büyük ölçüde tümevarımsal çıkarımlara dayanır. Tümevarımsal çıkarımda, tikel öncüllerden yola çıkılarak tümele yönelik bir sonuca ulaşılır.

Tümevarımsal çıkarımlar, kesin ve mutlak sonuçlara ulaşılmasını sağlamasa da, tümevarımsal çıkarımla seçim sonuçlarına yönelik öndeyileme yapılırken, tikel öncüllerin ve örneklerin azami ölçüde çoğaltılması ve çeşitlendirilmesi, yaklaşık olarak da olsa, bir sonuca ulaşılmasını sağlayabilir.

Başka bir deyişle, 20-25 ilde, 3-5 bin kişi ile değil; 60-70 ilde, 10-15 bin kişi ile yapılan bir araştırma, daha sağlıklı sonuçlar verecektir. Bugüne dek, kamuoyuna açıklanmış, böyle bir araştırma yok. Araştırmaların hepsi sınırlı sayıda il ve kişi ile gerçekleştirilen araştırmalardır.

Geniş çaplı araştırma yapmak maliyet ve zaman gerektiren bir şeydir. Ancak muhalefetin bu konuda maddi olanakları olduğu gibi, çok geniş bir zamanı da vardı. Böyle bir araştırma için hâlâ geç kalmış da sayılmazlar.

Araştırma şirketlerinin, sınırlı sayıda tikel örnekle yetinmelerinin çeşitli nedenleri vardır. Siyasal parti yöneticilerinin duymak istedikleri sonuçları vermek, mali ve lojistik olanaksızlık, bazı pilot illerin genel seçmen eğilimlerini yansıtan iller olduğu iddiası, bunların arasında sayılabilir.

Bu nedenler içinde, salt genel seçmen eğilimlerini yansıtan pilot illerin olduğu savı ciddiye alınabilse de, bu iddia bile temelden yoksundur. Çünkü seçmen davranışı, bir kaya parçasını inceler gibi incelenemez. Türkiye genelini yansıtan sabit pilot iller yoktur. Belli ve sınırlı bir zaman diliminde kimi iller için bu söylenebilir, ancak geçen zaman ve oluşan yeni koşullar içinde, bu illerde de beklenmedik radikal değişiklikler meydana gelebilir.
***
Bir başka önemli konu, seçmenin partiye göre mi, yoksa adaya göre mi oy vereceği konusudur. Muhalefetteki siyasal partilerin oyu aritmetik olarak toplandığında, bu oyların AKP’nin ve MHP’nin oyunu geçmesi, kesin bir sonuç vermez.

Çünkü seçmen adaya göre oy verirse, siyasal parti tercihini de adaya göre değiştirebilir. Nitekim, parti temelinde, “Millet İttifakı”nın “Cumhur İttifakı”na fark attığı kimi araştırmalarda, “Erdoğan’a mı yoksa Kılıçdaroğlu’na mı oy verirsiniz” sorusu sorulduğunda, aradaki farkın kapanması, açıklanması gereken bir durumdur.

Bu nedenle, seçmenin yüzde kaçının partiye göre, yüzde kaçının adaya göre oy vereceği konusu da, mutlaka geniş çaplı ayrı bir araştırma konusu olmalıdır.

Seçimi kazanmak, dilek ve temennilerle değil, bilimle sağlanabilir.

Gezi davası kararlarının anlamı!

authorMERDAN YANARDAĞ

Gezi davası kararlarının anlamı!

Bu nedenle önce AKP iktidarının yaşadığı Gezi paranoyasının nedenlerine ve niçin hukuku/ mahkemeleri bu kadar hoyrat şekilde zorladığına bakalım.

1- Daha önce (geçen yıl) yine BirGün gazetesinde yazdığım, “Gezi/Haziran Direnişinden Siyaset Dersleri” başlıklı yazılarımda da belirttiğim gibi; Gezi Direnişi, belli bir siyasal önderlik ve programdan yoksun da olsa, gerici/İslamcı bir iktidara yönelik olarak toplumsal bir refleks şeklinde gerçekleşen, Cumhuriyet tarihinin en büyük kitlesel isyanıydı. AKP iktidarının bütün tarih ve toplum hipotezlerini çürüten ve çökerten bir anlam taşıyordu.

2- Gezi/Haziran Direnişi, siyasal bakımdan yenilse bile, ahlaki ve felsefi anlamda “zafer” kazandı. Topluma kurtuluşun yolunu gösterdi, Sadece gerici-faşizan bloku değil, liberal tezleri de dağıttı. İslamcı bir iktidar eliyle “vesayet rejimi” yıkılarak ülkenin demokratikleştirileceği ve özgürlükçü bir gelecek kurulabileceği şeklindeki liberal ve muhafazakâr/İslamcı palavra çöktü.

3- Bu nedenle, Gezi’nin anlamını belki de en iyi kavrayan AKP liderliği oldu. Çünkü ideolojik, siyasal ve toplumsal bakımdan iktidarı bir daha geri alamamak üzere kaybedeceğini, toplumsal başkaldırının yıkıcı niteliğini gördü.

4- Gezi, yenildiği için, daha gerici ve baskıcı karakter kazanan bir iktidarla sonuçlansa da, bütün büyük toplumsal isyanlar gibi kalıcı izler ve sonuçlar bıraktı. Bu nedenle iktidar, toplum nezdinde sürekli olarak Gezi Direnişi’nin aslında bir “terör” eylemi olduğunu, “halkın inançlarına, yani dinine bir saldırı” niteliğini taşıdığını ve dış kaynaklı bir kalkışma anlamını taşıdığını ileri sürdü. Bunu sürekli tekrarlayarak, genel kabule dönüştürmeye ve direnişi itibarsızlaştırmaya çalıştı. Yapamadı.

5- Hiç kuşku yok ki, Gezi isyanının diğer bütün özelliklerini şu ya da bu düzeyde belirleyen yanı; tarihsel kazanımlarını tehdit altında gören milyonların laiklik ve yeni bir aydınlanma istemiyle ayağa kalktığı büyük ve yaygın bir halk hareketi olmasıydı. Başkaldırıya karakterini veren olgu, toplumun seküler hakları için eyleme geçmesiydi. Eylemler sırasında Türk bayrağının bir direniş sancağına dönüşmesinin nedeni de buydu. Bayrak, hem eylemlerin meşruiyet alanını genişletiyor hem de daha da kitleselleşmesini sağlıyordu. Kitle hareketinin bu özelliği, AKP iktidarı için “siyasi ölüm” demekti.

6- Burjuvazinin cumhuriyetçi kanatlarının da şu ya da bu düzeyde, ama daha çok örtük şekilde eyleme sempati duyduklarını göstermeleri ya da hissettirmelerinin anlamı da bu seküler özelliğiydi. Batıcı Türk sermayesi, bütün kirli işlerini gördürdüğü İslamcı iktidarı artık istemiyor, ama iktidardan da alamıyordu.

7- Gezi Direnişi’ne herhangi bir örgüt dolayımı olmadan katılan milyonlar, ona laik olduğu kadar bir emekçi karakteri de veriyordu. Merkez sol ve sağ cumhuriyetçilerden sosyalistlere, her renk ve meşrepten demokratlar ile anarşistlere kadar uzanan bütün muhalif ve ilerici güçleri içine aldığı için, toplumun merkezini de sarsmıştı. Korkutucu olan bu özelliğiydi

8- Gezi/Haziran isyanı dinci-faşizan AKP iktidarı ve İslamcı hareketin, liberallerin paha biçilmez desteğiyle kurduğu entelektüel hegemonyayı parçaladı. İktidara toplumsal meşruiyet üreten gerici-liberal blokun bütün tarihsel-siyasal tezleri büyük bir gürültüyle çöktü. Liberal çevreler, aşağıdan gelen bu büyük öfke patlaması karşısında şaşkına döndü. Onun aydınlanmacı, laik ve emekçi karakteri karşısında ne yapacaklarını bilemez hale geldi. Kadere bakın ki, Osman Kavala da bu liberal ve sol liberal çevrelere yakındı. Ancak, hakkını teslim etmek gerekiyor; Kavala ‘Yetmez ama evet’çi değildi, 12 Eylül referandumunda “Hayır” oyu vermişti.

9- Gözleri “milliyetçi” taleplerinden başka şeyi görmeyen Kürt hareketi, Gezi’ye destek vermedi. Tam tersine iktidarla yürüttükleri “Çözüm sürecini” her şeyin önüne koydular. Kürt hareketi, sonradan özeleştiri yapsa da, bu tutumla, köklü bir perspektif değişimi olmadan hiçbir zaman bir Türkiye hareketi haline gelemeyeceklerini gördü.

10- Ergenekon ve Balyoz gibi kumpas davalarıyla muhalefeti sindiren ve devleti bütünüyle ele geçirmeye çalışan İslamcılar, bir güç sarhoşluğu içindeydi. Küstahlaşmış ve insanların yaşam tarzlarına müdahale etmeye, dolayısıyla laikliği bütünüyle tasfiyeye yönelmişlerdi. İslamcı iktidar odakları sinsi ve kıyıcı bir saldırganlık içindeydi. Gezi Direnişi bu ikiyüzlülüğe son verdi.

KARARLARIN ANLAMI BÜYÜK KORKUDUR

Gezi Direnişi hakkında yukarıdaki kısa, ama yoğunlaşmış değerlendirmeden sonra, verilen hükümlerin anlamını da birkaç madde halinde irdelemekte yarar var.

1- Öncelikle belirtilmelidir ki, kararlar bütünüyle siyasal iktidarın beklentileri doğrultusunda verilmiş, hukuk dışı hükümlerdir. Hoyrat ve kıyıcıdır. Osman Kavala kurban seçilmiştir. Dahası vahşi bir gerici-faşist saldırı altındadır. Kurban seçilmesinin nedeni, Gezi Direnişi’nin, İslami iktidarı yıkmaya yönelik dış destekli bir eylem olduğu, üzerinden en kolay şekilde iddia edebilecekleri bir profile sahip olmasıdır. Başkaca hiçbir nedeni yoktur. Yargılamanın anlamsız ve vahşi bir intikam davası gibi görünmesinin nedeni budur.

2- AKP için, Gezi Direnişi’ni, dış destekli, Batı’nın güdümünde, yerli ve milli bir iktidara karşı eylem olarak mahkûm etmek ve bunu kayda geçirmek önem taşıyor. Çünkü Gezi eylemleriyle meşruiyeti temeli sarsılan, ittifakları dağılan, İslamcı ve muhafazakâr çevreler dışında rıza üretme zemini kalmayan AKP iktidarının, yeniden bir meşruiyet alanı / havzası yaratması gerekiyor. Bunun yolu, bir kalkışma gerekçesi yaratarak Gezi Direnişi’ni kirletmekten geçiyor.

3- Verilen kararların, insana “bu kadar da olmaz” dedirtecek türden ağır olmasının bir nedeni de, verdikleri kararlara kendilerinin inanmamasıdır. Bu nedenle, bir “şok” hamlesi yaparak, toplumda “acaba” duygusu yaratmak istediler. Nazi Propaganda Bakanı Goebbels’in, “Bir yalan ne kadar büyükse o kadar inandırıcı olur” ilkesinden hareket edildiği anlaşılmaktadır.

4- Türkiye, olağan koşullarda yaklaşık bir yıl sonra seçimlere gidecektir. Bu seçimler hem AKP-MHP bloku hem de demokrasi güçleri için yaşamsal bir önem taşıyor. İslamcı-faşizan ittifak mutlak şekilde seçimleri almak, demokratik muhalefet ise, iktidar blokunu yenilgiye uğratmak zorunda. Dolayısıyla, iktidar seçimler öncesinde toplum üzerinde baskıyı artırmak, korku iklimini yaymak istiyor.

5- Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Gezi davasında verilen kararlar büyük bir korkuya da işaret ediyor. Hile, pusu, sahtekârlık, kumpas, yağma, talan, yasadışı servet transferleri, örtülü darbe, yasaları ve Anayasa’yı çiğnemek gibi çoğu suç olan yöntemlerle rejimi değiştirmeye çalışan İslamcı hareket, iktidarı kaybetmekten ve hesap sorulmasından çok korkuyor. Bu nedenle topluma gözdağı vererek, benzer bir isyanın ya da eylemin bir daha yaşanmasını önlemeye çalışıyor.

Mülkiyeliler Birliği : GEZİ DAVASI KARARINI KABUL ETMİYORUZ!

Mülkiyeliler Birliği Derneği
Sayın Ahmet Saltık,

Gezi Direnişi Türkiye tarihinin en büyük ve önemli toplumsal hareketlerinden biridir.

Hepimizin katıldığı Gezi’nin haklılığı, böylesi bir hukuksuzlukla gölgelenemez.

Açılan dava ve yürütülen mahkeme sürecinde hiçbir hukuksal ilke gözetilmeden alınmış bu karar, tarihe şimdiden utanç belgesi olarak geçmiş, haklı tepkisini gösterenlerden intikam almayı amaçlayan siyasal bir karardır.

  • Mülkiyeliler Birliği olarak bu kararı kabul etmiyoruz.

Demokratik, eşitlikçi ve adil bir toplumu ve yurttaşlık haklarımızı ısrarla savunmaya devam edeceğimizi beyan ediyoruz.

#hepimizgezideydik  
#geziyisavunuyoruz 

Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu
================================================
Dostlar,

Üyesi olduğumuz Mülkiyeliler Birliği’nce yollanan ileti yukarıda.
Sitemiz okurları ile paylaşma istedik.

Dr. Ahmet SALTIK
Mülkiyeliler Birliği Üyesi (Mülkiye-2016)

Sancak’ın sözleri gerçeğin itirafıdır!

authorMERDAN YANARDAĞ

Türkiye’nin son 20 yılında en çok büyüyen sermaye gruplarından birinin patronu olan, eski Aydınlıkçı, AKP Üyesi Ethem Sancak’ın, Marmara Üniversitesi’nde 31 Mart Perşembe günü katıldığı bir söyleşideki sözleri ortalığı karıştırdı. Nasıl karıştırmasın? Sancak’ın sözleri, tam bir itiraf niteliğindeydi. Sancak,

  • “AKP’yi iktidara ABD getirdi, ne var bunda, biz de vesayet rejimine karşı mücadele ettik” diyordu.

Aslında Sancak’ın bu sözlerinin bizim açımızdan yeni bir tarafı yok. Ancak, Erdoğan’a çok yakın olan AKP üyesi bir işinsanı tarafından, gerçeğin bu açıklıkla itiraf edilmesi önemliydi. Çünkü, Erdoğan-AKP iktidarının önde gelen sözcülerinin, sıkıştıkları her aşamada sorumlu olarak” dış güçleri” gösterdiği, muhalefet partileri ve Gezi direnişi de dahil, neredeyse muhalif her toplumsal eylemi “dış güçlere” bağladığı bir dönemde söylenmişti.

İslamcı partinin pilot kabininden birinin, “Bizi Amerika iktidara getirdi” demesi, kaçınılmaz olarak parti içinde de bir karışıklık yaratacaktı. Nitekim öyle de oldu. Ethem Sancak, AKP İstanbul İl Yönetimi tarafından, kesin ihraç istemiyle Disiplin Kurulu’na sevk edildi. Bu kararın, Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dışında gerçekleşmesi mümkün değildi. Bu gelişme üzerine, önce sözlerinin çarpıtıldığı ileri süren Ethem Sancak, ses kayıtları ortaya çıkınca önceki gün (1 Nisan) AKP’den istifa ettiğini açıkladı.

Daha önce katıldığı bir programda, Tayyip Erdoğan ile ilişkisini Tebrizli Şems ile Mevlana arasındaki dostluğa benzeterek, “Demek ki iki erkek arasında da aşk olabiliyormuş” diyen Sancak, AKP’den istifa ederken, “Erdoğan’a bağlılığını koruyacağını” da ilan ediyordu. Nasıl etmesin ki, daha birkaç yıl önce, yine trans/aşkın vaziyette olduğu bir sırada, Erdoğan için ailesini bile feda edeceğini söyleyen kendisiydi.

YANDAŞ MEDYANIN SANCAĞI!

Ethem Sancak, Erdoğan ile ilişki kurduktan sonra yandaş medya gruplarını fonlayan işinsanlarından biriydi. İçinde Star, Akşam ve Güneş gazeteleri ile Kanal 24, Sky-Turk 360 ve Show gibi televizyon kanallarının, radyo ve bir dizi derginin bulunduğu Türk Medya Grubu’nun patronuydu. İktidar tarafından yerli tank üretmesi için BMC gibi önemli bir sanayi kuruluşu verilen, yerli otomobil için kurulan konsorsiyuma alınan, Tank Palet Fabrikası’na ortak edilen Ethem Sancak, AKP’den ayrılsa bile Erdoğan’dan kopması pek mümkün değildi.

Ethem Sancak’ın Aydınlık hareketiyle ilişkileri de ilginçti. İlişkileri 1960’lı yılların sonlarına dayanıyordu. Aydınlık çevresinden AKP iktidarından önce kopan Sancak, Erdoğan’a çok yakın konumdayken, eski eşi de Doğu Perinçek’in Ergenekon davasındaki avukatlarından biriydi. Perinçek liderliğindeki İşçi/ Vatan Partisi’nin, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin bastırılmasından sonra AKP iktidarına destek vermeye başlamasıyla, eski dostlar arasındaki ilişki de yeniden kurulmuştu. Sancak, Perinçek’in Rusya seyahatine eşlik ederken, Vatan Partisi’nin ilişkileri üzerinden Çin ile ticari bağlar da kuruyordu. Sancak, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne de Vatan Partisi’ne yakın bir öğrenci kulübü tarafından davet edilmişti.

Aslında Sancak’ın sözleri, benim ilk baskısı 2007 yılında yapılan ve Eylül 2016 tarihinde ise hayli genişlettiğim, “Bir ABD Projesi Olarak AKP” adlı kitabımda ortaya koyduğum gerçeği, bir kez aha doğuruluyordu. Daha önce de AKP’nin kuruluşuna katılan kimi siyasetçi ve yazarlardan benzer itiraflar, hatta somut tanıklıklar gelmişti. Bunları kitabımda ayrıntılı olarak değerlendirmiştim.*

ÇARPICI BAŞKA TANIKLIKLAR DA VAR

Benim söz konusu kitapta AKP’nin kuruluşuna ve iktidara taşınmasına ilişkin ortaya attığım görüşler, kitabın çıkmasından birkaç yıl sonra, tanınmış bazı İslamcı yazarların “içerden” tanıklığıyla da doğrulanacaktı. Türkiye’nin önde gelen İslamcı yazarlarından Ali Bulaç –ki 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra tutuklandı- AKP yanlısı Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak ve AKP kurucuları arasında yer alan, daha sonra Merkez Partisi’ni kuran Prof. Dr. Abdurrahim Karslı,

  • “AKP’nin bir ABD projesi olarak kurulduğunu” söyleyecek ve yazacaklardı.

Ali Bulaç, 22 Aralık 2014’te dönemin Zaman gazetesinde şaşırtıcı bir yazı kaleme almıştı. Şaşırtıcıydı çünkü, AKP’nin kuruluş şifrelerini açığa vuran beklenmedik bir itiraf niteliğindeydi. Bulaç, “AK Parti bir proje miydi?” başlıklı yazısında, bu partinin nasıl kurulduğuna ilişkin yaptığı tanıklıklardan ayrıntılar veriyordu. Bulaç, Merkez Parti Genel Başkanı Abdurrahim Karslı’nın, bir televizyon kanalına verdiği röportajda, kendisine ve Abdurrahman Dilipak’a atfen söylediği, “AK Parti’nin bir proje olarak ABD, İngiltere ve İsrail tarafından kurulduğu” şeklindeki sözlerini doğruluyordu. Ali Bulaç’ın tarihi belge niteliğindeki o yazısının ilgili bölümü –biraz uzun olacak ama önemli- şöyleydi:

“Geçenlerde Merkez Parti Genel Başkanı Abdurrahim Karslı, ‘+1 TV’ye verdiği röportajda, Abdurrahman Dilipak’ın, ‘AK Parti’nin bir proje olarak ABD, İngiltere ve İsrail tarafından kurulduğunu iddia ettiğini’, kuruluşuna destek veren güçlerin, şu 3 şeyi talep ettiğini söyledi:

1. Biz sizi iktidara taşıyalım.
2. Size iktidarda sorun çıkaracakları opere edelim.
3. Size gerekli finansal destekleri getirelim.

AK Parti’den istenenler de şunlardı                                :

a. İsrail’in güvenliğini artıracaksınız, önündeki engelleri kaldıracaksınız.
b. Büyük Ortadoğu Projesi yani sınırların değişmesini destekleyeceksiniz.
c. İslam’ın yeniden yorumlanmasında bize yardımcı olacaksınız.

Bu konuyu yazmamın iki sebebi var: İlki, Sayın Karslı beni de şahit gösteriyor. Konu sosyal medyada yer aldıktan sonra doğru olup olmadığını soran onlarca e-mail aldım. Yine yazmayacaktım, ama Dilipak, Rota Haber’den Ünal Tanık’a konuşulanları teyit edince yazmaya karar verdim. İkincisi, AK Parti hükümetinin neden Batı’yla bozuştuğunu anlamak için artık bunları yazmak lazım. Evet, o toplantıda ben de vardım, 40 senedir tanıdığım Abdurrahman Dilipak, bunları –ifadelerde bazı değişiklikler olsa da- anlattı. Mesele şu:

1998’lerden başlamak üzere Amerikalılar, sıklıkla bizlerle görüşmeye başladılar. Biri gidiyor, üçü geliyordu. Sordukları şuydu: “Türkiye’de dindar zemini kuvvetli bir iktidar mümkün mü?” (…) Ancak ne aktivisttim ne siyasi bir hevesim vardı. Dilipak ise çok hareketli, aktif bir arkadaşımız. Tanıyanlar bilir, her konuda projesi var. Yeni dönemde Türkiye için mümkün bir siyasi proje hazırladı, bundan hayli saygın kişilere bahsetti. Ve onun ifadesine göre Ankara’da birilerine çalıştığı dosyayı verince, Amerikalıların görüşme trafiği değişti, bir süre sonra Dilipak, projesinin bazı değişiklikler ile AK Parti olarak ortaya çıktığını gördü. Bundan sonrası hepimizin malumu!”

AHLAKSIZ TEKLİFE ‘EVET’ DİYENLER!

İşte böyle… Ama bitmedi, Ali Bulaç, projenin önce Necmettin Erbakan’a getirildiğini, ancak onun kabul etmediğini de anlatıyor. Böylece, AKP’yi kuran “Yeni Oluşumcular”ın neden ayrıldığı da ortaya çıkıyor.

  • AKP, emperyalizmle işbirliği yaparak iktidara gelebileceklerini gören İslamcıların partisidir.

Ali Bulaç bunu şöyle anlatıyor:

“Amerikalılar, ikna edebilselerdi söz konusu projeyi Erbakan hocaya uygulatmayı düşünüyorlardı, ancak o reddetti. Erbakan hoca, vefatından önceki son görüşmemizde AK Parti’nin nasıl kurulduğunu uzun uzun anlattı, elindeki bazı belgeleri bana gösterdi; Ertan Yülek Bey şahittir. (…)

“M. Ali Bulut’un yazdığına göre o dönemde bu proje rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’na da teklif edilmiş. Yazıcıoğlu, Erdoğan’a: ‘Kardeşim zaman ve hadiseler bana öğretti ki, Amerika’nın desteğindeki bir siyasette millete hizmet edilemiyor. Eğer millete dayanarak siyaset yapacaksan geleyim. Aksi takdirde Amerika hep kendine hizmet ettirir.’ Tayyip Bey de ona, Bir müddet Amerika’nın dediklerini yaparız, sonra millete hizmet ederiz. Mani olurlarsa dirsek vurur, gideriz. deyince rahmetli, ‘Amerika dirsek vurulacak bir güç değil’ diyerek, teklifi nazikçe reddetmiş.

“Sistemin onayını al, imkânlarını kullan, sonra “Ben yokum” deyip diklen! Arkasından Saddam’ın Batı adına İran’la savaştıktan sonra Kuveyt’i işgal etmesini andırırcasına Suriye “Bizim iç meselemizdir, birkaç hafta sonra Beni Ümeyye Camii’nde namaz kılacağız’ diye silahla rejim devirme arzularını açığa vur. Bu ilk günden yanlıştı. Bugün faturası hepimize kesiliyor!” (Ali Bulaç, Zaman Gazetesi, 22 Aralık 2014)

Ali Bulaç’ın itiraf niteliğindeki yazısından sonra, Abdurrahman Dilipak da söz konusu toplantılara katıldığını ve ilk projeyi kendisinin hazırladığını, bir televizyon programında açıklayacak, kimi küçük düzeltmeler yaparak Bulaç ve Karslı’yı doğrulayacaktı.

Söz konusu kitabımın Eylül 2016 ve sonrasında yapılan baskılarında, yukarıda değindiğim tanıklıklara da ayrıntılı şekilde yer verdim. Bu itirafların ve kitabın söz konusu baskısının üzerinden 8 yıldan fazla bir zaman geçtiği halde, -ki hala yeni baskıları yapılıyor- kimse tarafından yalanlamadı. Daha ilginç bir şey oldu; Suriye Enformasyon Bakanlığı, Mart 2017’de bu kitabımı Arapçaya çevirerek bir yayınevi aracılığıyla Şam ve Beyrut’ta eş zamanlı olarak yayınladı. Bu çeviri için izin alınmadı, sadece çevirmen bana bilgi verdi. Bu kitabın Arapçaya çevrilmesi manidardı.

* (Merdan Yanardağ, Bir ABD Projesi Olarak AKP / Operasyon Partisi, 17 Baskı, Kırmızı Kedi Yayınları, 2021, İstanbul.)

TİP Genel Başkanı Erkan Baş: AKP, tarikatlara omuz verecek diye memlekette koronavirüs yaygınlaşıyor

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Halk TV ekranlarında yayınlanan Ayşenur Arslan’ın hazırlayıp sunduğu Medya Mahallesi isimli programda bir kez daha “Kapitalizm öldürüyor, yaşamak için sosyalizm” dedi.

29 Nisan 2021, www.cumhuriyet.com.tr ve TBMM Tutanakları

TİP Genel Başkanı Erkan Baş: AKP, tarikatlara omuz verecek diye memlekette koronavirüs yaygınlaşıyorBir buçuk yıldır hükümetin derdinin vatandaşının sağlığını korumak olmadığını söyleyen TİP Genel Başkanı Erkan Baş, hükümetin gerçek nedeninin ise: “5000 civarına düşürmemiz gerekiyor vaka sayısını. Neye göre? 17 günde rakamları düşürelim. Haziran ayında turizmden para kazanmaya devam edelim. Yaklaşım bu. Bir buçuk yıldır iki temel dert var: 1. İktidarımız yıkılmasın, iktidarımızı koruyalım. 2. Para kazanmaya devam edelim” olduğunu ifade etti.

Erkan Baş’ın konuşmasından satır başları ise şöyle:

  • Dünyanın insanlık dışı bir sistem ile yönetildiğini insanlığın pandemiyle daha iyi kavradığını; kendi yaşamından deneyimleyerek öğrendiğini ifade ederek sözlerine başlayan Erkan Baş: “Herkes bu içinde yaşadığımız sistem; bu kadar mı kötü bir sistem, nefes alamıyoruz, deme noktasına gelmiştir. Böyle eşitsiz bir dünyaya Pandemi geldi ve bizim şanssızlığımız da pandemiye bir de AKP iktidarında yakalanmış olmak.” dedi.

  • İktidarın beceriksiz değil, kötü olduğunu ifade eden Erkan Baş: “Bu iktidar, beceriksiz bir iktidar mı? Değil! 20 yıldır koltukta oturmayı beceriyor. Bütün yandaşları zengin etmeyi beceriyor. Kendi çıkarları olan her şeyi hayata geçiriyor. Medyanın %98’ini denetim altına almayı başarıyor. Kendileri söz konusu olduğunda birçok şeyi başarabiliyor. Peki, halkın ihtiyaçları söz konusu olduğunda niye başaramıyor? Bence beceriksizlik değil bu. Kötüler. Bizi düşünmüyorlar. Bizi sevmiyorlar. Bizi önemsemiyorlar. Aslında kendileri söz konusu olduğunda baya becerikliler.” diye sözlerini sürdürdü.

“BÖYLE TAM KAPANMA OLMAZ”

  • Pandeminin başından beri TİP’in, emekçiye tam destek verilerek tam kapanmayı savunduğunu söyleyen Erkan Baş, Türkiye’de nüfusun %83’ünün çalışmaya devam edeceğini, çalışmayanların yalnızca 4 milyonluk çok dar bir alan olduğunu, tam kapanma dedikleri şeyin pandemiyi bitirmeyeceği gibi emekçiyi de mağdur edeceğini söyledi.

  • Konuya ilişkin sohbet ettiği bir esnafın, “Ben çok kriz gördüm. 55 yaşındayım. 40 yıldır bu ülkede vergi veriyorum. Bugüne kadar devletten 1 lira almadım. İlk defa Cimer’e yazdım. Ona da bir cevap gelmedi. 2001 yılında büyük krizde pek çok şeyimi kaybetmiştim. Ama umudumu kaybetmemiştim. Şimdi umudumu kaybettim” sözlerinin aslında ülkenin geldiği durumu ifade ettiğini de sözlerine ekledi.

  • Türkiye’nin dünyada pandemi sürecinde yurttaşına destek konusunda son iki ülkeden bir tanesi olduğunu, milli gelirin sadece %1’inin destek olarak ayrıldığını, fakat hükümetin en güzel becerdiği işlerden biri olan rakamlarla oynayarak yalan söylediklerini ifade eden Erkan Baş, bunun tüm yurttaşlarımız tarafından böyle bilinmesi gerektiğinin altını çizerek: “Tam kapanma şöyle yapılır. Sağlık gibi, yiyecek gibi çok kritik sektörlerde olağanüstü önlemler alarak insanları çalıştırırsınız. Hayatı durdurursunuz. İşsizlik, yoksulluk, açlık hat safhaya gelmiş. Bir pandemi krizi yaşıyoruz. Virüs sınıf ayrımı yapmıyordu.

  • Ama bunlar ne yapıyor. Virüsün bütün yükünü, işçilere, emekçilere, alın teri ile yaşayanlara yüklüyorlar. Virüsün bütün bedelini memleketin çalışanları ödüyor. Bir yılda 2427 işçiyi iş cinayetlerine kurban vermişiz. 68’i çocuk. 412’si sağlık emekçisi, 100 öğretmen önlenebilir nedenlerle hayatını kaybediyor. İş cinayetlerinde hayatını kaybedenlerin %96’sı sendikasız. İş yerinde sendika olmadığı için, işçinin hakkını koruyabilecek bir örgüt olmadığı için işçi canından oluyor. Sendikalaşmaya çalışan işçiler polis copuna maruz kalır, jandarmasına maruz kalır. Sendikalı olmak ya da olmamak ölüm ile yaşam arasındaki tercih haline geldi. 160 moto kurye pandemide ölmüş. Niye? Zamanla yarışıyor çünkü bu insanlar. Sekiz dakikan var. Yetiştiremezsen maaşından keserim. Akıl alır bir şey mi? Bunların hepsi önlenebilir, sorumlusu doğrudan iktidar olana cinayetler.

“ONLAR TARİKATLARA OMUZ VERİYOR;
BİZ ÖLÜYORUZ!”

AKP’nin yaptığı “lebaleb kongrelerin salgının yayılmasına etki ettiğini, gerek Sağlık Bakanı’nın gerek İçişleri Bakanı’nın sorumsuzca, tarikat şeyhlerinin kalabalık cenazelerine katıldığını dile getiren Baş şunları söyledi:

“AKP kongrelerde şov yapıyor, tarikatlara omuz veriyor! Yaptığı şey bu. AKP şov yapacak, tarikatlara omuz verecek diye memlekette koronavirüs salgını yaygınlaşıyor. İçişleri Bakanlığı kendi yayınladığı genelgeye uymuyor. Sağlık Bakanının daha kötü bir fotoğrafı var. Katıldığı cenaze töreninden saklanıyor. Bunların hepsi en azından taksirle ölüme sebep verme suçudur. Bunların beceriksizliğini sağlık emekçileri kapattı. Canlarını ortaya koyarak… Pandemi döneminde sağlık emekçisinin hakkını vermekten niye kaçınıyorsun? Covid-19, sağlık emekçisi açısından bir meslek hastalığı değilse nedir? Bu kadar insani değerlerden bile yoksun bir iktidar ile karşı karşıyayız…”

“BU İKTİDARIN HAYATTAKİ EN BÜYÜK KORKUSU GEZİ!”

Gezi Direnişi’ne de değinen Erkan Baş, “Bu iktidarın hayattaki en büyük korkusu Gezi’ydi. Ben o parkta ordaydım. Gezi benim hayal ettiğim Türkiye’nin, yaşanmış biçimiydi. Ast üst ilişkisi yoktu. Herkes eşitti. Gezi’den polis şiddetini çıkartın, bir tek kişinin tırnağı kanamamıştır. Yandaş müteahhitleri zengin edecekler diye doğayı katlediyorlar. Rize’nin yoksul, insanları işlerini güçlerini bırakmışlar kendi topraklarına sahip çıkmak için mücadele ediyorlar. Gezi’nin aynısı. Hala bugün Taksim’de yeşil bir alan varsa Gezi Direnişi’nin eseridir” ifadelerini kullandı.

“MECLİSTE 3’TEN ÇOK VEKİL OLSAK,
ÇOK DAHA ETKİLİ İŞLER YAPABİLİRİZ”

Ülkemizde gerçek bir muhalefet ihtiyacı olduğunu, bu boşluğu doldurmaya çalıştıklarını söyleyen Erkan Baş yurttaşlardan da şunları düşünmelerini istedi:

“Şöyle bir kaygımız var: “Bunlar nasıl olsa Mecliste üç kişi yapıyorlar, yapacaklarını” diye düşünmesin yurttaşlarımız. Şöyle düşünsünler; “mesela 23 kişi olsalar, grupları olsalar neler yaparlar” diye düşünüp TİP’i o seviyeye taşımak gerekir.

Yirmi yıldır bu iktidar bu kadar halk düşmanı politikalara karşın o koltukta hala oturabiliyorlarsa burada bir muhalefet eksikliği de vardı. Biz muhalefet şunu yapmıyor, bunu yapmıyor demek yerine ne yapılması gerektiğini göstermek istiyoruz. Önümüzdeki seçimde aşağı yukarı on milyon genç ve oy kullanmayacağını söyleyen insan var. Biz bu insanlara seçmen muamelesi yapılmasını reddederek başlıyoruz. 365 gün yurttaşsınız. Dolayısıyla siyasete 365 gün katılmalısınız. Siyaset dışına itilmiş, emekçiler, kadınlar, gençler siyasette özne olabilirlerse her şey değişir.”

Siyaset yalnızca Meclise Ankara koridorlarına sıkışacak bir şey değil. Nefes alıp vermek bile bir siyaset gerçekte. Nasıl nefes alıp vereceğimize karar veren bir kuruma siyaset diyoruz. Ne kadar asgari ücret alacaksınız, ne kadar maaş alacaksınız, nasıl bir sağlık hizmeti alacaksınız, nasıl bir eğitim hizmeti alacaksınız, nasıl bir ülkede yaşayacaksınız?.. Bunların hepsine karar veren şey siyaset. Sizin adınıza başkası karar vermesin. Siz kendi adınıza karar veren mekanizmaların içinde olun.

“EŞİTLER ARASINDA BİR DAYANIŞMA BİRLİĞİ KURALIM”

Hepimiz, kendimize akşam yattığımızda şunu soralım: Bu gidişi durdurmak için bugün ne yaptık? Ben de diyorum ki, buyurun TİP’e katılın. Ama öyle dışardan katılmayın. Bize üye olmak için zengin olmaya, servet sahibi olmaya gerek yok. Bu memleketin iyiliğini, güzelliğini istiyorsanız, emekçinin hakkını savunacaksanız bizim partimiz size açık.”

Bu iktidar şunu yapıyor: El açalım ve dilenelim, sadaka versinler bize. Reddedelim sadakalarını… Biz eşitler arasında bir dayanışma birliği kuralım.

Bu iktidarı değiştirmek için direnin! Haksızlıklara ve hukuksuzluklara karşı direnin! Direnenlerin yanında olun. Rize’deki direniş hepimiz adına yapılıyor. Hep birlikte bir baskı unsuru olduğumuzu hissettirmemiz gerek. Kendi kendimize sinirlenip kendi kendimize konuşmayalım. Birlikten kuvvet, ancak hareket edersek doğar… Örgütlenirsek yaşayabiliriz.”

“LAİKLİK, BUGÜN VATANDAŞIN KÜÇÜLEN EKMEĞİDİR!”

Kapanma süresince alkol satışı yasaklarına ilişkin de konuşan Erkan Baş şunları kaydetti:

“Türkiye’de laiklik, özgürlük vatandaşın küçülen ekmeği ile birebir ilgilidir. 15 yıl önce 20 yıl önce laikliği Çankaya’da, Moda’da, Karşıyaka’da viskisini yudumlamak isteyenlerin derdiymiş gibi anlatıyorlardı bize. Yoksul halk sanki laikliğe karşıymış gibi bir algı geliştirmeye çalışıyorlardı. Oysa Laiklik Türkiye’nin en temel gündemlerinden biri. Laik bir ülkede FETÖ olabilir miydi? Böyle bir cemaat, devlet içinde örgütlenebilir miydi? FETÖ’nün en temel özelliği neydi? Özel okullar, dershaneler. Burada ne yapıyorlardı? Zeki, olanağı olmayan yoksul çocukları alıyorlardı. Bu çocukları örgütleyip devletin çeşitli kademelerine yerleştiriyorlardı. Şimdi aynı sıkıntı yok mu?

Zeki bir çocuğunuz var… Paranız yoksa yalnızca imam hatibe gönderebilirsiniz. Mecbursunuz. Laiklik, bu memlekette yoksul, emekçi çocukların okuyabilmesi için önemli. Laiklik, bu memleketin tarikatların cemaatlerin eline geçmemesi için önemli. İçki tartışmasında aslında bunların yaptığı şey tarikatlara, cemaatlere omuz veriyorlar… Orda bir taban kaymasın diye. Biz dimdik karşısındayız. Kim içer, kim içmez beni ilgilendirmiyor. Mesele o değil. Mesele, iktidar, bir yaşam biçimi dayatıyor. Türkiye’de artık kırıntılarından bahsettiğimiz laikliğin ortadan kaldırılması var. Bunu kabul etmek mümkün değil.”

RUHSAR PEKCAN HAKINDA SUÇ DUYURUSU!

TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Ayşenur Aslan’ın Ruhsar Pekcan hakkındaki sorusuna da, “AKP zenginlere hizmet için, zenginleri daha fazla zengin etmek için kurulmuş bir iktidar ve onun etrafında kümelenenlerle besleniyorlar. Sağlık Bakanı özel hastaneler zinciri sahibi. Adam para kazanmak için yaptığı işin başına geldi. Turizm Bakanı’nın oteller zinciri var. Onun başında. Milli Eğitim Bakanı’nın özel okullar zinciri var. Onun başında. Şimdi anlıyoruz ki Ticaret Bakanlığının başına da gümrük kaçakçısını getirmişler. Bilinmeyen bir şey de değil. Kadınla ilgili bürokratlarınıza yazı gönderiyorsunuz, dikkat edin dolandırıcılık yapıyor, diye. Sonra getirip Ticaret Bakanlığının başına koyuyorsunuz. Biz salı günü Ruhsar Hanım hakkında bir suç duyurusunda bulunduk. Yüksek yargı, sarayın özel hukuk işleri bürosu gibi çalışıyor. Bunu biz de biliyoruz. Ama burada bizim bir işlem başlatmamızın anlamı şudur: Savcıya sen de sorumlusun, diyoruz. Dosayalar kapatılmayacak. Yarın bir gün iktidar değiştiğinde de bu dosyalar ile ilgili işlemler yapılacak” yanıtını verdi.

  • “Ruhsar Hanım’ın kendi Bakanlığını dolandırması sürpriz değil ki. Zaten biliniyor bu, o Bakanlığa oturtanlar zaten benzer işler yaptığını biliyor. Belki de bunun için oturttular. Gizli ortakları bulmamız lazım! Bunlara ihaleyi yıkıp kaçmak isteyen birileri var gibi hissettim. Kediye ciğer teslim edilmiş burada. Kim teslim etti? Bu durum bilinmesine rağmen bunu bu göreve getirenler hakkında da suç duyurusunda da bulunmak lazım.”

“Bu devran böyle gitmez. Buna güvenip böyle pervasızca hırsızlıklar, yolsuzluklar yapanlar, küpümüzü doldurabildiğimiz kadar dolduralım diye düşüneneler büyük bir suç işliyorlar. Bizde bazı hesaplar gecikebilir. Yarına kalır ama asla yanına kalmaz. Herkes bunu düşünsün.” sözleriyle yanıt verdi.

“SESİMİZİ YÜKSELTİRSEK ONLAR GERİ ADIM ATMAK ZORUNDA KALIYORLAR”

Program biterken Erkan Baş, sözlerini şöyle sona erdirdi:

“Toplumda özgüven kırılmasının önüne geçmeliyiz. Hayal kuramıyoruz. Dünyamızı o kadar karartılar ki. Vatandaş hayal kuramaz noktaya geldi. Biz yeniden vatandaşa hayal kurduracağız. Hayal bir ufuk çizgisidir… Ulaşmak istediğimiz hedeftir. Oraya yürürken kazanacaklarımız çok önemli. İnsanın, toplumsal, kültürel sayısız ihtiyacı var… Tatil yapmayı hayal edemez hale geldik. Yurttaşın tepkisi önemli. Deneme yapıyorlar. Yurttaşın tepkisini ölçüyorlar. Ona göre pozisyon alıyorlar. Biz bu haksızlıklara, adaletsizliklere karşı yurttaşlık hakkımızı kullanıp sesimizi yükselttiğimiz zaman, onlar geri adım atmak zorunda kalıyor.”

Gezi onurumuzdur

Gezi onurumuzdur

Ataol Behramoğlu
Cumhuriyet, 19.12.18

Gezi Direnişi’nin karalanmak istendiği şu günlerde Gezi şehitlerinin anısına ve onlardan biri olmakla onur duyduğum milyonlarca yurt ve özgürlükseverin cesaret ve özverisine bir kez daha sevgi ve saygıyla…

Gezi onurumuzdur
Gezi zalime, zulme karşı koyuşumuzdur
Gezi yurtseverliktir
Gezi gözü pekliktir
Gezi gençliğimizdir
Gezi birlikteliğimizdir
Gezi omuzdaşlıktır
Gezi aşktır
Gezi bireyciliği aşmamızdır
Gezi ben değil biz olmamızdır
Gezi öz saygımız, öz güvenimizdir
Gezi özgürlük sevgimizdir
Gezi tek değil çok olmaktır
Gezi ışık hızıyla çoğalmaktır
Gezi geleceğimiz, yarınımızdır
Gezi insana saygımızdır
Gezi sanatın, bilimin üstünlüğüdür
Gezi emeğin gücüdür
Gezi şiirdir, resimdir, şarkıdır
Gezi insan olma farkıdır
Gezi ışıktır umudu aydınlatan
Gezi bilinçtir karanlığı ışıtan
Gezi içtenliğidir çocukluğun
Gezi aşılmasıdır eylemsizliğin, korkunun
Gezi karşı koymaktır köleliğe
Gezi su vermektir çeliğe
Gezi kadının yükselen kimliğidir
Gezi özgür insan benliğidir
Gezi bir damladan okyanus yaratmaktır
Gezi kölelik zincirini kırıp atmaktır
Gezi bilinçle donatmaktır eylemi
Gezi en yüce değer saymaktır emeği
Gezi hiç bitmeyen, hep başlayandır
Gezi hep yeniden doğacak olandır

Mayıs 2014, “Ne Çok Hain”, s.49-51.

Zeki Sarıhan : KADINLAR NASIL GİYİNMELİ?

KADINLAR NASIL GİYİNMELİ?

Zeki Sarıhan

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Giyimlerinden ötürü kadınların çeşitli sataşmalara uğradığı bir dönemde Kadınlar nasıl giyinmeli? gibi soruyu yazıya başlık yapmamın birçok okuyucunun garibine gideceğini biliyorum. “Akıl vermek sana mı düştü? Nasıl isterlerse öyle giyinirler” dendiğini duyar gibiyim. Olsun, ben gene de bu konuda söyleyeceklerimi söyleyeyim. İçimde kalmasın.

Giyim yalnız kadınlar için değil, erkekler için de hep bir sorun olmuştur. Özellikle kültür değişimlerinin yaşandığı dönemlerde. (AS: Kültür sürekli değişmez mi; köktenci – hızlı değişimler kastediliyor olmalı..)

“Nasıl istersem öyle giyinirim!” söylemi doğru değildir. Hiç kimse istediği gibi giyinemez. Daha doğrusu, hiç kimse, giyimini seçerken içinde yaşadığı toplumun bu konudaki değer yargılarını hesaba katmazlık edemez. Ay’da tek başına yaşıyor bile olsa, alışkanlıkları onu “Acaba beni Dünya’dan görüyorlar mı?” kaygısına götürür.

Giyim konusunda hoşgörü sınırı, toplumdan topluma olduğu gibi, ortamdan ortama da değişir. Örneğin bir denizci veya maden eriten fabrikada işçi, (bunlar zaten erkek olur) aşırı sıcakta belinden yukarısı çıplak olduğu halde çalışırken yadırganmaz da kentte, kalabalıklar arasında böyle gezerse yadırganır. Kadın olsun, erkek olsun, don gömlek, hatta pijama ile sokağa çıkılmaz. Bunu engelleyen tek şey ayıplanma endişesidir. Plajda, düğünde, tarlada, sıcak ve soğukta, bir folklor gösterisinde, evde ve sokakta farklı giyinme tarzımız vardır.

Kadın giyimi, onların genlerine işlemiş bir yapıdan ötürü her zaman erkeklerden daha çok önemli olmuştur. En “modern” kadınla en muhafazakâr çevre kadınının hareket noktası, özenli ve dikkat çekici olmaktır. Erkek giysisi satanlardan belki beş on kat daha çok olan kadın giysisi satan mağazalar, parayı buradan vuruyor.

Ayvalık’ta Perşembe günleri kurulan pazarda en çok ilgiyi kadın giysileri satan tezgâhlar görüyor. Yazlıkçı kadınlar, neredeyse her Perşembe günü pazara inmeden duramıyorlar ve her kezinde kendilerine yakıştığını düşündükleri giyecekler alıyorlar.

Hiçbir kadın, kötü bağladığı bir başörtü ile veya saç baş dağınık fotoğraf vermek istemiyor.

Her kadın nasıl giyinmesi gerektiğini bilir. Bunu daha çocukken ailesinden öğrenir. Sezgileri de ona kılavuzluk yapar. Ölçü, hem güzel ve çekici görünmek, hem de toplumun görünmesini ayıp saydığı yerlerini örtmektir. Dünyada bütün kadınlar, kendi toplumlarının ve o anda yaşadıkları çevrenin kültürünü de hesaba katarak bu dengeyi çok iyi kurarlar.

Türkiye, masallarda söylenen tekerlemelerde olduğu gibi “Bir yanı sazlık samanlık, bir yanı tozluk dumanlık” olan bir ülkedir. Feodal kır ile burjuva kapitalist kent, giyim konusunda da çatışma halindedir. Kabul etmek gerekir ki, her iki yanda da aşırılıklar vardır. Türkiyeli kadının nasıl giyinmesi gerektiği konusunda ortak bir anlayış oluşmamıştır. Bunun galiba orta yolu, kız öğrenciler için hazırlanan Kıyafet Yönetmeliği idi. Toplum da bunu kabul etmişti. Muhafazakâr anlayış, bunu da bozarak kız öğrencileri için başörtüsünü serbest bıraktığı gibi bunu teşvik de ediyor.

GİYİMDE SINIF TUTUMU

Ben, bazı kadınlarımızın ve genç kızlarımızın Avrupai bir özenti ile toplumun yapısını hesaba katmadan fazla açık giyindiklerini düşünüyorum. Onlar, toplumun bu konudaki yargılarını hesaba katmaz görünüyorlar. Belki böyle ayrıksı bir giyimi devrimcilik olarak bile görüyorlar. Oysa emekçi sınıfları burjuva ve toprak ağalarına kölelikten kurtarmak isteyen bir devrimci böyle hareket etmez. Aksi halde emekçilerle değil, Avrupacı burjuvazi ile bütünleşirler.

Bir Gecede Uzatılan Etekler” yazımda anlatmıştım. 1968’de Gazi Eğitim Enstitüsünde Öğrenci Derneği olarak köylülerimizden kopmamak için köylere geziler düzenliyorduk. Derneğin kongresinde, bu gezilere mini eteği ile katılan sosyalist bir arkadaşımız, muhafazakâr öğrenciler tarafından “köylülerle böyle mi bütünleşeceksiniz?” denerek alay konusu oldu. Kendisi onlara kürsüden sert bir yanıt vermeye hazırlanırken, kulağına eğilip “Haklısınız, eteklerimi bu gece uzatacağım de” diye tembih ettim. Kürsüye çıkıp bunu söylediğinde salonun her iki tarafından büyük bir alkış koptu.  O gece bütün eteklerini dizden aşağı sarkacak biçimde uzattı.

O zaman henüz 24 yaşındaydım, benim görüşlerimi ciddiye alanlar vardı. Şimdi ise 73 yaşımdayım. Kimse sözlerime kulak asmıyor! Herhalde benim geri kafalı bir köylü olduğumu düşünüp “Sen ne karışıyorsun, herkes istediği gibi giyinir” diyorlardır. Çünkü devrimcilik artık birçok çevrede bir sınıf tutumu olmaktan çıktı, vücudunu açma derecesiyle ölçülür oldu! Üzerinde ne kadar az kumaş ve bez bulunursa o kadar devrimcisin! Gezi direnişi sırasında Avrupa’dan gelen bir kadınımız, devrimciliğini kanıtlamak için Taksim Alanı’nda mayo ile dans etmişti! Bu anlayış halkın büyük çoğunluğunun içten içe tepkisini çekiyor ve bir kısmının gerici politikalar etrafında kenetlenmesine yarıyor.

Gezdiğim ülkeler içinde en beğendiğim kadın giyimini Kuzey Kore’de gördüm. Kolları en fazla dirseklerine kadar açıktı ve etekleri dizden yukarı değildi. Buna rağmen ne kadar da çeşitli renk ve desende giyimler yaratmışlardı. Bunları bizim kadın öğretmenlerinin veya memur hanımların giyimine benzettim. Hiçbiri Avrupalı kadınlardan daha az çekici de değillerdi…
(Ayvalık, 22 Ağustos 2017)
====================================

Değerli Sarıhan,

Ne çok tatlısınız… Tatil evinizde gece yarısı okurken de..
Sizi 24 yaşında iken dinleyenler çok akıllı olmalılar, sizdeki cevheri gençken görmüşler..
Şimdilerde o yaşınızın 3 katısınız kronolojik olarak ama birikiminiz ne çok kat eminim.
İnan olsun ki bu ”kamil” yaşınızda yılların okuması – yazması, sentezi – analizi ile sizi izleyenler daha az değil..

Hele bu internet çağında…
Hele hele siz Aydın sorumluluğu ile üretmeyi sebatla sürdürürken..
Lütfen devam ediniz olur mu sevgili dostumuz – öğretmenimiz Zeki Sarıhan’ımız

Sevgi ve saygı ile. 23 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Gezi’nin 4. yıldönümünde binler İstiklal Caddesi’ndeydi

Gezi’nin 4. yıldönümünde
binler İstiklal Caddesi’ndeydi

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Gezi eylemlerinin 4. yıldönümünde İstiklâl Caddesi’nde yürüyüş düzenlendi.
Milletvekillerinin de katıldığı yürüyüş, oturma eyleminden sonra sona erdi.

[Haber görseli]

CHP milletvekillerinin da aralarından bulunduğu bir grup, Gezi olaylarının 4’üncü yıldönümü nedeniyle İstiklal Caddesi üzerinden Taksim Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. Polisin meydana çıkmalarına izin vermediği grup, bir süre oturma eylemi yaptıktan sonra olaysız dağıldı.Beyoğlu CHP İlçe teşkilatı önünde saat 19.00’da toplanan yüzlerce kişi, Gezi olaylarının 4’üncü yıldönümü nedeniyle İstiklal Caddesi üzerinden Taksim Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. CHP milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu, Ali Şeker, Onursal Adıgüzel ve HDP Milletvekili Garo Paylan ile Gezi olaylarında yaşamını yitirenlerin ailelerinden Berkin Elvan‘ın annesi Gülsüm Elvan, babası Sami Elvan, Ethem Sarısülük‘ün annesi Sayfiye Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş‘ın babası Ali Ayvalıtaş, Ahmet Atakan’ın annesi Emsal Atakan grubun arasında yer aldı. Grubun önünde yürüyenlerin, “Hayır bitmedi mücadeleye devam, Gezi 4. Yılında” yazılı tişörtler giydikleri görüldü. Fransız Kültür Merkezi önünde önlem alan polis, grubun Taksim Meydanı’na doğru yürümesine izin vermedi. Grup, İstiklal Caddesi üzerinde oturma eylemi yaptı.  Sonrasında eylem olaysız sona erdi.

[Haber görseli]

Gezi Parkı ablukada

2013 yılında yaşanan Gezi parkı eylemlerinin 4’üncü yıl dönümü nedeniyle olası bir eyleme karşı Taksim Cumhuriyet Anıtı ve Gezi Parkı polis bariyerleri ile giriş çıkışlara kapatıldı. Polis önlemlerine ek olarak Taksim Meydanı ve Gezi Parkına itfaiye ve sağlık ekiplerinin konuşlandırıldığı görüldü.
=====================================
Dostlar,

Korku dağları sarmış derler.. AKP – RTE’nin durumu tam da bu..
Ne var ki bu tür şiddet – baskı -korku sarmalının hayırlı bitmediği genel geçer kural.
Türkiye’nin hızla normalleştirilmesi, demokratik – hukuk devletine dönmesi zorunlu.
Kaçınılmaz ve  sağlıklı olan bu.. Bir kez daha anımsatalım..

GEZİ Direnişinde yaşamını yitirenleri saygı ile anıyoruz. Acıları içimizdedir.
Engelli olanların da, aileleri ve yakınlarının da.. Hele hele bu katil engellilikle sonlanan yaralama olaylarına katılanların yargılanarak hak ettikleri cezaları 4. yılın bitiminde de
almamış olmaları acımızı dada da büyütüyor.

Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın “O meydan 24 saatte boşaltılacak!” buyruğu ve TV’lere
“Bu emri ben verdim” sözleri ve görüntüsü kulaklarımızda zonkluyor, gözümüzden silinmiyor..

Tarihin hiçbir zamanında ve dünyanın hiçbir yerinde despotik yönetimlerce insan aklının ve idrakinin sürgit tutsak edilebildiği, aldatılabildiğinin örneği yok; Türkiye de bir ayrık (istisna) olmayacak. Bunun böylece bilinmesinde çooook yarar var. Bu halk uyanacak elbet.

Erdoğan’ın dün (30 Mayıs 2017 Salı), Cumhurbaşkanı olarak Genel Başkanı olduğu AKP’nin TBMM Grup toplantısında söylediği sözler düşündürücüdür. AKP’li Erdoğan, 14+ yıldır tek başına iktidar olmalarına karşın ülkemizin sosyal ve kültürel alanında arzuladıkları düzeyde “egemen” olamadıklarını açıklamış ve bu alanlarda önemli yer tutanlar için kabul edilemeyecek, hakaret sayılabilecek nitemler (sıfatlar) kullanmıştır. Erdoğan, önüne gelene hakareti kendine tanınmış bir ayrıcalık sanmaktadır. Kendisine dönük bir parça sert eleştirilere ise asla dayanç (tahammül) göster(e)meyerek dava açtırmaktadır. TCK m. 299 balyoz gibi kullanılmaktadır.. AİHM’nin (Avrupa İnsan Haklası Mahkemesi) aksi yönde istikrar kazanmış içtihatlarına karşın; uluslararası hukuk (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) ve Anayasanın 90. maddesi hiçe sayılarak..

Nereye dek hey lordum, nereye dek??

  • Acı not : Bu gün düşen (?) helikopterde şehit verilen 13 ve PKK terörüne kurban verdiğimiz
    3 şehidimizin, toplam 16 vatan evladının aziz anıları önünde saygı ile eğiliyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 31 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Suay Karaman : TARIK AKAN İÇİN

TARIK AKAN İÇİN

portresi_gulumseyenSuay Karaman     

Türk halkının gönlünde taht kuran usta sinema oyuncusu Tarık (Üregil) Akan, 16 Eylül 2016’da yaşamını yitirdi. 111 filmde rol alan Tarık Akan, yedi kez Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’ ile 1996 yılında ‘Yaşam Boyu Onur Ödülü’ kazanmıştır. 1985 yılında Berlin Uluslararası Film Festivali’nde “Pansiyon” filmi ile ‘Gümüş Ayı Mansiyon Ödülü’ almıştır.

Tarık Akan‘ın sinema yaşamı, lüks villalarda çekilen aşk filmlerindeki burjuva sanat anlayışını bırakıp, ulusal devrimci sanata yönelmesiyle ivme kazanmıştır. Bu dönem filmlerinde kapitalizmin insanı nasıl sömürdüğünü, Anadolu feodalizminin bağnazlığını, ezilenlerin özgür ve eşit bir dünya kavgasında uğradıkları zulmü anlatarak sanatının zirvesine çıkmıştı. Bu yüzden işsiz ve parasız günler geçirmiş ama asla ödün vermeyerek alnının akıyla yaşam mücadelesini sürdürmüştü.

15 Ocak 1981’de Almanya’da Barış Derneği‘nin Nazım Hikmet’in doğum günü için düzenlediği etkinlikte yaptığı konuşma yüzünden, yurda dönüşünde tutuklandı. 12 Eylül faşizminin zindanlarında işkence gördü!

İnsanları eğitmenin önemine inandığı için 1991 yılında daha önceleri kendisinin de okuduğu Taş Özel İlkokulu’nu alarak, Özel Taş Koleji‘ni kurdu. 2002’de hapishane günlerini ve 12 Eylül 1980 darbe sürecini “Anne Kafamda Bit Var” adlı kitabında anlattı.

Gerçek bir sanatçıda olması gereken özelliklere sahip Tarık Akan; kültürün ve eğitimin içinde yer alan, ülkesinin gerçeklerine yabancı olmayan, ülke ve dünya sorunlarını bilen, ilgilenen ve gerektiğinde elini taşın altına koyanlardandı. Haksızlıklara daima baş kaldıran, 1990’da Zonguldak’ta büyük madenci grevine destek veren, TEKEL işçilerinin yanında yer alan, Gezi direnişinde gençlerle birlikte olan, Silivri’de bariyerleri ezen ve mücadelelerde hep en önde yürüyen kültürlü, yurtsever bir aydındı.

  • “Benim varlığım ve yaşamım Mustafa Kemal’dir”

diyen Tarık Akan’ın isteği, hepimiz gibi tam bağımsız bir Türkiye dileğiydi.

  • “Atatürkçülük bağımsızlık demektir,
    Atatürkçülük ulusal onur demektir,
    Atatürkçülük devrimcilik demektir.
    Bizler Mustafa Kemal’in askerleriyiz,
    hiçbir zaman ölmeyeceğiz”

diyen Tarık Akan, tüm sevenlerinin gönlünde yaşayacaktır.

Tarık Akan ile ilgili iki küçük anımı yazmadan geçemeyeceğim. 17 Mayıs 2009’da Atatürkçü Düşünce Derneği’nin öncülüğünde Ankara Tandoğan Meydanı’nda yapılacak Cumhuriyet Mitingi’nde konuşma yapması için Tarık Akan ile görüşmüştüm. ‘Bazı rahatsızlıkları olduğunu ve doktor kontrolüne gideceğini’ söyledi ve ‘başka bir etkinlikte mutlaka buluşalım’ dedi. Görüşme sırasında miting için konuşmacı bulmakta zorlandığımızı bildirmiştim. O zaman Danıştay Başsavcılığından emekli şimdiki ADD başkanı, ‘annesinin izin vermediği’ gerekçesiyle konuşma yapmayı kabul etmemişti. Siyasi iktidarın üniversiteler üzerindeki baskıları yoğunlaşmıştı ve bu baskılardan ilk olarak payını alan Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin eski rektörü, yurt dışında olacağı için konuşma davetimize olumsuz yanıt vermişti. Yine benzer gerekçelerle Ankara Üniversitesi eski rektörü ile ODTÜ eski rektörü de konuşma davetimize olumsuz yanıt vermişlerdi. Bana “sen çık konuş, zaten ADD Genel Sekreterisin, arama kimseyi, sen yetersin” dedi. Tarık Akan’ın cesaretlendirmesi üzerine gereğini yaparak, miting konuşmacıları arasında yer aldım.

İlerleyen günlerde Tarık Akan beni arayarak, mitingden duyduğu mutluluğu ve benim

  • “Krizden çıkışın yolu, Kemalizm’in 6 Ok’u”

sözümü çok beğendiğini bildirdi. Ve bana şöyle dedi:
– “İzin vermeyen anneye çiçek göndermelisin, büyük iş başardınız…”

30 Ocak 2012’de 19. Adalet ve Demokrasi Haftası’nda, benim de mezunları arasında olduğum Bahçelievler Deneme Lisesi’nin düzenlediği etkinlikte Tarık Akan’ın “Köy Enstitüleri, Bir Meçhul Öğretmen” adlı belgeselinin gösterimi yapılmıştı. Ardından ben “Köy Enstitülerinden Günümüze” adlı bir konuşma yapmıştım. Kendisi sağlık sorunu nedeni ile katılamamıştı programa. Etkinlikten birkaç gün sonra Tarık Akan beni arayarak, konuşmam için kutlamış ve konuşmamın filmi tamamladığını söylemişti. Ben de o muhteşem (AS: görkemli) filmi için kendisini kutlamıştım. Aramızdaki konuşma şöyle geçti:

– Tarık abi geçmiş olsun, kendinize dikkat edin ama sanıyorum günde 2 paket sigara içiyormuşsunuz.

– Yok ya 2 paket değil, 3 paketten biraz fazla.

Ve önce sessizlik, ardından karşılıklı gülüşme…

En kısa sürede görüşelim diyerek konuşmamızı bitirmiştik. Yaşamı ertelememek gerekiyormuş, keşke en kısa sürede görüşebilseymişiz. Işıklar içinde uyu alçakgönüllü, yakışıklı, büyük ve gerçek sanatçı…

=================================

Dostlar,

Teşekkürler sevgili Suay kardeşimize..

Ne denli anlamlı notlar düşmüş..

Birkaç yıl önce, “annesinden mitingde konuşma izni alamayan kişi” (!?), son 6 yıldır ADD genel başkanı! Anne, herhalde kızının genel başkan yapılması durumunda konuşma izni vermiş olmalı ??

Sevgili Tarık Akan; ne hoş sada bıraktın sen, baki kalan bu kubbede..

Keşke her gün 3 paketten çok sigara içmeseydin.
Her 100 akciğer kanserinin 90’ının nedeni sigara!
Herkese acı bir ibret..

Sevgi ve saygı ile.
20 Eylül 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Soner Yalçın : ASIL MESELE BUDUR

ASIL MESELE BUDUR

Soner Yalçın
Soner Yalçın
Twitter: hsoneryalcin
E-mail: syalcin@sozcu.com.tr

AKP’de neler oluyor?..
Bülent Arınç…  Heyecanını gemleyebilen pratik siyasi zekaya sahip bir taktik adamıdır.
Bülent Arınç…  Patavatsız olmayacak kadar deneyimli bir politikacıdır;
bunca yıldır, ölçer biçer ve öyle konuşur.
Ve bugün çok konuşulan Bülent Arınç çıkışı; AKP’de yaşanan gizli gerilimlerin boşalmasıdır.
AKP gibi politik yapılarda; kurallar, tüzükler, gelenekler bir kez sarsıldı mı; her zaman herkes özgürce konuşmayı hak bilir. Devamı gelecektir. Ve hiç kolay olmayacaktır.
Çünkü… 
Bütün diktatörler bir fikirle yola çıkar.
Fakat bu fikir; biçimini ve rengini onu gerçekleştiren diktatörün kişiliğinden alır.
Örneğin, çocukluğunu, gençliğini doyasıya ve keyif içinde yaşayamamış olan biri,
insanlara daima insanlık dışı davranır.

Evet, diktatör doğası gereği; tek bir görüşe tahammül gösterir, o da kendi düşüncesidir!
Diğer fikirler iğrenç ve günahkardır.
Evet, diktatör doğası gereği; bağımsız düşünen herkesi tahammül edilemez bir hasım görür. Haddini aşana cezasını hemen verir. Yoksa düşman gördüğünün onu yok edeceğini sanır.
Ve… Sürekli tek başına herkesin karşısında duran bu diktatörün,
kaçınılmaz olarak herkesle arası bozulur.

Aşırı kırılgan bir yanı olan bu diktatörün; her türlü muhalefete karşı hassas bir kulağı vardır. Duydukları, sert, delici bir bıçak gibi kullandığı kine dönüşür.
Çünkü ona göre, eleştiri suçtur.
Çünkü ona göre, insan kendi haline bırakılırsa ruhu sadece kötülük üretir.
Çünkü ona göre, insana asla özgürlük verilmemelidir; zira bunu kötülük için kullanır.
Sonuç, müsamahasız bir sertliktir.
AKP’de olan budur.
Ama bu gerçek eksiktir…
Başka, önemli bir neden daha vardır…

Çok rezalet çıkacak

AKP’de yaşananları “diktatöre karşı isyan” olarak değerlendirmek abartılıdır.
Mesele başkadır. Şöyle… Başta, emperyalizmin yedek lastiği “Yetmez Ama Evet”çiler olmak üzere kimi çevreler ne diyor:

– “AKP 2007 yılına kadar iyiydi; sonra bozuldu.”
– “AKP kendine verilen misyonu yerine getiremedi.”
Tüm mesele bu “sihirli” cümlelerde saklı; neydi o “misyon”: Cumhuriyet yıkıcılığı.
70 yıldır büyük darbeler alan Cumhuriyet’e son bıçağı “Brütüs AKP”nin saplamasını istediler.
Kuşkusuz kolay zafer kazandırılan AKP de bıçağı soktu. Kim ne derse desin başardı.  Cumhuriyetçiler mücadeleye devam etse de,
Cumhuriyet neredeyse tüm kurumlarıyla yıkıldı.
AKP, Cumhuriyet’in özgür yurttaşını yok etti!
İnsanın yerinde artık bayağılık, kalitesizlik, değersizlik vardır. Ve fakat…

AKP yıkmakta  gösterdiği başarıyı kurmakta gerçekleştiremedi.
Evet, yıktı ama kuramadı!
Bunun iki nedeni var:.
Birincisi; Cumhuriyetçiler buna izin vermedi.
İkincisi; AKP’nin yaratıcılıktan yoksun olmasıdır. Yıkacak çok adamları vardı ama
kuracak dehaları yok. Gündüz atılan havai fişek gibiler, ışıkları ve parıltıları yok.
Kötülemeyi biliyorlar ama yapıcı değiller!
Yıkmayı biliyorlar ama inşa etmeyi değil!
Evet: Kurnazlar… Pragmatistler… Demagoglar… “Nakilciler”..!
Ve: “Yeni”yi kurmakta yeteneksizler.
Bu nedenle, akılcı ve yapıcı bir tek işleri yoktur.
Oysa:
Mustafa Kemal yıktı ve kurdu…
AKP yıktı ve kuramadı…
Fark budur…
AKP yıktıkları arasında  aciz ve amaçsız dolaşıp durmaktadır; patinaj yapmaktadır.
Misyonu bitmiş; ömrü dolmuştur. Parti, bir “şirkete” dönmüştür.
17-25 Aralık (AS: 2013) bunun somut örneğidir.
Yine siyasal tarihten biliyoruz ki; rezalet çıkmadan “AKP Oyunu”nun perdesi kapanmaz.
Arınç-Gökçek kapışması bunun somut son örneğidir…

Tek yol var

Yıkan ancak kuramayan AKP’ye bu nedenle HDP desteği aranmaktadır.
Misyon görevlendirici emperyalistlerin umudu, HDP destekli AKP’nin bu kez
inşa edebilmesi’dir! 7 Haziran 2015 seçiminin özü budur.
O halde…
AKP’nin iç kapışmalarına sevineceğimize ne yapacağımıza odaklanmamız gerekmiyor mu?
Artık biliyoruz ki:
Halkın çoğunluğunun diktatöre karşı çıkmasının,
tek bir planlı ve bütüncül bir yapı içinde hareket etmediği sürece bir yararı oluyor.
Yani, hoşnutsuzluklar güçsüz bir homurtuya dönüşüyor.
Yani, örgütlenmemiş memnuniyetsizlik, örgütlü bir iktidar terörüyle baş edemiyor.
Bu anlayışta mücadeleye devam edersek; Gezi Direnişi ile başlayıp 17/25 Aralık hırsızlığı ile devam eden ve bugün AKP çatırdamasına neden olan olaylar, diktatör otoritesinin zayıflamasına yol açsa da, çöküşü için yol hâlâ zor ve hâlâ uzun olur.
Çünkü, dağınık grupları dizginlemek kolay oluyor.
İşte bu nedenle…

CHP’nin tarihi misyonu gereği geniş bir ittifak cephesi kurmasını

ısrarla yazıp duruyorum.

Saadet Partisi’nden Vatan Partisi’ne; Birleşik Haziran Hareketi’nden Yurt Partisi’ne dek geniş bir “halk cephesi“ öneriyorum.
Zorbalığa karşı vicdanın sesi olan bir ittifak öneriyorum.
Hoşgörüsüzlüğe karşı hoşgörünün; vesayete karşı özgürlüğün;
fanatizme karşı hümanizmin ittifakını öneriyorum.

Ama ne yapayım ki…CHP, -Ekmel Bey meselesinde olduğu gibi- umudunu
Abdullah Gül’e bağlamış durumda; bir parti kursa da ittifak yapsak bekleyişini sürdürüyor!
Gezi Direnişi’yle başlayan büyük uyanışı, tekrar uyutmasının -dün nasıl Ekmel Bey ile başladı ise yarın da kontenjan adaylarıyla yapmasının- önüne geçmek gerekiyor.
Bezdirici yıpratıcı sistemli eziyetlerin / sindirmelerin olduğu Türkiye’yi değiştirmenin tek yolu budur.

Yoksa tarih CHP’yi;
AKP-HDP ittifakının perde arkasındaki destekçisi olarak yazacaktır.
Demedi demeyin… (25.3.15)
====================================

Dostlar,

Gündelik işlerin yoğunluğu ile arada, web sitemize yeterince zaman ayıramamanın üzüntsünü yaşıyoruz..

Bu yüzden, sıradışı öngörülü yazar Sayın Soner YALÇIN‘ın 25.3.15 günlü SÖZCÜ‘de
yer alan önemli yazısını paylaşmakta geciktik..

Aşağıdaki tümce ve çağrı son derece önemli..
Biz de aynen paylaşıyor ve CHP’nin ısrarla bu yönde davranmasını istiyoruz.

CHP’nin tarihi misyonu gereği
geniş bir ittifak cephesi kurmasını..

YURT Gazetesinde yer alan ve yurttaşı AKP – CHP koalisyonuna kendince psikolojik olarak hazırlamaya dönük haberler insanın midesini bulandırıyor..

Ekonominin dümenine gene Kemal Derviş‘i oturtmak üzere..

Atatürk’ün partisine yakışan tarihsel sorumluluk bu mudur, yoksa ulusal muhalefeti,
yıkıcı AKP karşısında derleyip – toparlayarak Cumhuriyeti savunma hattı örmek midir??

Sevgili CHP’liler, lütfen büyük fotoğrafı görün..
7 Haziran 2015 seçimleri asla sıradan bir seçim değil..
Bir daha demkokratik seçim göremeyebileceğimiz gibi;

CHP’nin de fiili olarak sonu gelebilir ve göstermelik bir stepne partiye indirgenebilir..

Lütfen yazdıklarımızı abartılı bulmayın; bir an için gerçekleştiğini düşünün,
bu tablonun gerçekleşmesi hiç de uzak ve düşük bir olasılık değil..

Lütfen, lütfen, lütfen…
Duyuyor ve anlıyor musunuz??

Duymak – anlamak ve gereğini yapmak zorındasınız!

Başka seçenek yok, anlıyor musunuz??

Sevgi ve saygı ile, 28.03.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com