Etiket arşivi: Abdurrahman Dilipak

Sancak’ın sözleri gerçeğin itirafıdır!

authorMERDAN YANARDAĞ

Türkiye’nin son 20 yılında en çok büyüyen sermaye gruplarından birinin patronu olan, eski Aydınlıkçı, AKP Üyesi Ethem Sancak’ın, Marmara Üniversitesi’nde 31 Mart Perşembe günü katıldığı bir söyleşideki sözleri ortalığı karıştırdı. Nasıl karıştırmasın? Sancak’ın sözleri, tam bir itiraf niteliğindeydi. Sancak,

  • “AKP’yi iktidara ABD getirdi, ne var bunda, biz de vesayet rejimine karşı mücadele ettik” diyordu.

Aslında Sancak’ın bu sözlerinin bizim açımızdan yeni bir tarafı yok. Ancak, Erdoğan’a çok yakın olan AKP üyesi bir işinsanı tarafından, gerçeğin bu açıklıkla itiraf edilmesi önemliydi. Çünkü, Erdoğan-AKP iktidarının önde gelen sözcülerinin, sıkıştıkları her aşamada sorumlu olarak” dış güçleri” gösterdiği, muhalefet partileri ve Gezi direnişi de dahil, neredeyse muhalif her toplumsal eylemi “dış güçlere” bağladığı bir dönemde söylenmişti.

İslamcı partinin pilot kabininden birinin, “Bizi Amerika iktidara getirdi” demesi, kaçınılmaz olarak parti içinde de bir karışıklık yaratacaktı. Nitekim öyle de oldu. Ethem Sancak, AKP İstanbul İl Yönetimi tarafından, kesin ihraç istemiyle Disiplin Kurulu’na sevk edildi. Bu kararın, Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dışında gerçekleşmesi mümkün değildi. Bu gelişme üzerine, önce sözlerinin çarpıtıldığı ileri süren Ethem Sancak, ses kayıtları ortaya çıkınca önceki gün (1 Nisan) AKP’den istifa ettiğini açıkladı.

Daha önce katıldığı bir programda, Tayyip Erdoğan ile ilişkisini Tebrizli Şems ile Mevlana arasındaki dostluğa benzeterek, “Demek ki iki erkek arasında da aşk olabiliyormuş” diyen Sancak, AKP’den istifa ederken, “Erdoğan’a bağlılığını koruyacağını” da ilan ediyordu. Nasıl etmesin ki, daha birkaç yıl önce, yine trans/aşkın vaziyette olduğu bir sırada, Erdoğan için ailesini bile feda edeceğini söyleyen kendisiydi.

YANDAŞ MEDYANIN SANCAĞI!

Ethem Sancak, Erdoğan ile ilişki kurduktan sonra yandaş medya gruplarını fonlayan işinsanlarından biriydi. İçinde Star, Akşam ve Güneş gazeteleri ile Kanal 24, Sky-Turk 360 ve Show gibi televizyon kanallarının, radyo ve bir dizi derginin bulunduğu Türk Medya Grubu’nun patronuydu. İktidar tarafından yerli tank üretmesi için BMC gibi önemli bir sanayi kuruluşu verilen, yerli otomobil için kurulan konsorsiyuma alınan, Tank Palet Fabrikası’na ortak edilen Ethem Sancak, AKP’den ayrılsa bile Erdoğan’dan kopması pek mümkün değildi.

Ethem Sancak’ın Aydınlık hareketiyle ilişkileri de ilginçti. İlişkileri 1960’lı yılların sonlarına dayanıyordu. Aydınlık çevresinden AKP iktidarından önce kopan Sancak, Erdoğan’a çok yakın konumdayken, eski eşi de Doğu Perinçek’in Ergenekon davasındaki avukatlarından biriydi. Perinçek liderliğindeki İşçi/ Vatan Partisi’nin, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin bastırılmasından sonra AKP iktidarına destek vermeye başlamasıyla, eski dostlar arasındaki ilişki de yeniden kurulmuştu. Sancak, Perinçek’in Rusya seyahatine eşlik ederken, Vatan Partisi’nin ilişkileri üzerinden Çin ile ticari bağlar da kuruyordu. Sancak, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne de Vatan Partisi’ne yakın bir öğrenci kulübü tarafından davet edilmişti.

Aslında Sancak’ın sözleri, benim ilk baskısı 2007 yılında yapılan ve Eylül 2016 tarihinde ise hayli genişlettiğim, “Bir ABD Projesi Olarak AKP” adlı kitabımda ortaya koyduğum gerçeği, bir kez aha doğuruluyordu. Daha önce de AKP’nin kuruluşuna katılan kimi siyasetçi ve yazarlardan benzer itiraflar, hatta somut tanıklıklar gelmişti. Bunları kitabımda ayrıntılı olarak değerlendirmiştim.*

ÇARPICI BAŞKA TANIKLIKLAR DA VAR

Benim söz konusu kitapta AKP’nin kuruluşuna ve iktidara taşınmasına ilişkin ortaya attığım görüşler, kitabın çıkmasından birkaç yıl sonra, tanınmış bazı İslamcı yazarların “içerden” tanıklığıyla da doğrulanacaktı. Türkiye’nin önde gelen İslamcı yazarlarından Ali Bulaç –ki 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra tutuklandı- AKP yanlısı Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak ve AKP kurucuları arasında yer alan, daha sonra Merkez Partisi’ni kuran Prof. Dr. Abdurrahim Karslı,

  • “AKP’nin bir ABD projesi olarak kurulduğunu” söyleyecek ve yazacaklardı.

Ali Bulaç, 22 Aralık 2014’te dönemin Zaman gazetesinde şaşırtıcı bir yazı kaleme almıştı. Şaşırtıcıydı çünkü, AKP’nin kuruluş şifrelerini açığa vuran beklenmedik bir itiraf niteliğindeydi. Bulaç, “AK Parti bir proje miydi?” başlıklı yazısında, bu partinin nasıl kurulduğuna ilişkin yaptığı tanıklıklardan ayrıntılar veriyordu. Bulaç, Merkez Parti Genel Başkanı Abdurrahim Karslı’nın, bir televizyon kanalına verdiği röportajda, kendisine ve Abdurrahman Dilipak’a atfen söylediği, “AK Parti’nin bir proje olarak ABD, İngiltere ve İsrail tarafından kurulduğu” şeklindeki sözlerini doğruluyordu. Ali Bulaç’ın tarihi belge niteliğindeki o yazısının ilgili bölümü –biraz uzun olacak ama önemli- şöyleydi:

“Geçenlerde Merkez Parti Genel Başkanı Abdurrahim Karslı, ‘+1 TV’ye verdiği röportajda, Abdurrahman Dilipak’ın, ‘AK Parti’nin bir proje olarak ABD, İngiltere ve İsrail tarafından kurulduğunu iddia ettiğini’, kuruluşuna destek veren güçlerin, şu 3 şeyi talep ettiğini söyledi:

1. Biz sizi iktidara taşıyalım.
2. Size iktidarda sorun çıkaracakları opere edelim.
3. Size gerekli finansal destekleri getirelim.

AK Parti’den istenenler de şunlardı                                :

a. İsrail’in güvenliğini artıracaksınız, önündeki engelleri kaldıracaksınız.
b. Büyük Ortadoğu Projesi yani sınırların değişmesini destekleyeceksiniz.
c. İslam’ın yeniden yorumlanmasında bize yardımcı olacaksınız.

Bu konuyu yazmamın iki sebebi var: İlki, Sayın Karslı beni de şahit gösteriyor. Konu sosyal medyada yer aldıktan sonra doğru olup olmadığını soran onlarca e-mail aldım. Yine yazmayacaktım, ama Dilipak, Rota Haber’den Ünal Tanık’a konuşulanları teyit edince yazmaya karar verdim. İkincisi, AK Parti hükümetinin neden Batı’yla bozuştuğunu anlamak için artık bunları yazmak lazım. Evet, o toplantıda ben de vardım, 40 senedir tanıdığım Abdurrahman Dilipak, bunları –ifadelerde bazı değişiklikler olsa da- anlattı. Mesele şu:

1998’lerden başlamak üzere Amerikalılar, sıklıkla bizlerle görüşmeye başladılar. Biri gidiyor, üçü geliyordu. Sordukları şuydu: “Türkiye’de dindar zemini kuvvetli bir iktidar mümkün mü?” (…) Ancak ne aktivisttim ne siyasi bir hevesim vardı. Dilipak ise çok hareketli, aktif bir arkadaşımız. Tanıyanlar bilir, her konuda projesi var. Yeni dönemde Türkiye için mümkün bir siyasi proje hazırladı, bundan hayli saygın kişilere bahsetti. Ve onun ifadesine göre Ankara’da birilerine çalıştığı dosyayı verince, Amerikalıların görüşme trafiği değişti, bir süre sonra Dilipak, projesinin bazı değişiklikler ile AK Parti olarak ortaya çıktığını gördü. Bundan sonrası hepimizin malumu!”

AHLAKSIZ TEKLİFE ‘EVET’ DİYENLER!

İşte böyle… Ama bitmedi, Ali Bulaç, projenin önce Necmettin Erbakan’a getirildiğini, ancak onun kabul etmediğini de anlatıyor. Böylece, AKP’yi kuran “Yeni Oluşumcular”ın neden ayrıldığı da ortaya çıkıyor.

  • AKP, emperyalizmle işbirliği yaparak iktidara gelebileceklerini gören İslamcıların partisidir.

Ali Bulaç bunu şöyle anlatıyor:

“Amerikalılar, ikna edebilselerdi söz konusu projeyi Erbakan hocaya uygulatmayı düşünüyorlardı, ancak o reddetti. Erbakan hoca, vefatından önceki son görüşmemizde AK Parti’nin nasıl kurulduğunu uzun uzun anlattı, elindeki bazı belgeleri bana gösterdi; Ertan Yülek Bey şahittir. (…)

“M. Ali Bulut’un yazdığına göre o dönemde bu proje rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’na da teklif edilmiş. Yazıcıoğlu, Erdoğan’a: ‘Kardeşim zaman ve hadiseler bana öğretti ki, Amerika’nın desteğindeki bir siyasette millete hizmet edilemiyor. Eğer millete dayanarak siyaset yapacaksan geleyim. Aksi takdirde Amerika hep kendine hizmet ettirir.’ Tayyip Bey de ona, Bir müddet Amerika’nın dediklerini yaparız, sonra millete hizmet ederiz. Mani olurlarsa dirsek vurur, gideriz. deyince rahmetli, ‘Amerika dirsek vurulacak bir güç değil’ diyerek, teklifi nazikçe reddetmiş.

“Sistemin onayını al, imkânlarını kullan, sonra “Ben yokum” deyip diklen! Arkasından Saddam’ın Batı adına İran’la savaştıktan sonra Kuveyt’i işgal etmesini andırırcasına Suriye “Bizim iç meselemizdir, birkaç hafta sonra Beni Ümeyye Camii’nde namaz kılacağız’ diye silahla rejim devirme arzularını açığa vur. Bu ilk günden yanlıştı. Bugün faturası hepimize kesiliyor!” (Ali Bulaç, Zaman Gazetesi, 22 Aralık 2014)

Ali Bulaç’ın itiraf niteliğindeki yazısından sonra, Abdurrahman Dilipak da söz konusu toplantılara katıldığını ve ilk projeyi kendisinin hazırladığını, bir televizyon programında açıklayacak, kimi küçük düzeltmeler yaparak Bulaç ve Karslı’yı doğrulayacaktı.

Söz konusu kitabımın Eylül 2016 ve sonrasında yapılan baskılarında, yukarıda değindiğim tanıklıklara da ayrıntılı şekilde yer verdim. Bu itirafların ve kitabın söz konusu baskısının üzerinden 8 yıldan fazla bir zaman geçtiği halde, -ki hala yeni baskıları yapılıyor- kimse tarafından yalanlamadı. Daha ilginç bir şey oldu; Suriye Enformasyon Bakanlığı, Mart 2017’de bu kitabımı Arapçaya çevirerek bir yayınevi aracılığıyla Şam ve Beyrut’ta eş zamanlı olarak yayınladı. Bu çeviri için izin alınmadı, sadece çevirmen bana bilgi verdi. Bu kitabın Arapçaya çevrilmesi manidardı.

* (Merdan Yanardağ, Bir ABD Projesi Olarak AKP / Operasyon Partisi, 17 Baskı, Kırmızı Kedi Yayınları, 2021, İstanbul.)

Zorunlu aşı üzerine

Dr. Ceyhun Balcı yazdı…

Zorunlu aşı üzerine

Salgında gelinen evrede aşıya odaklanmak kaçınılmaz. Şu anda ortada olan, aşısızların salgını gerçeğidir. Hastalığa yakalananlar, hastalığı ağır geçirenler, yoğun bakıma ve sonunda tanımsız üzüntü kaynağımız olan toprağa düşenler. Hemen tümü aşısızlardan, aşı programını tamamlamayanlardan ya da anımsatma dozunu yaptırmayanlardan oluşuyor.

Bugün için aşı darlığından söz edilemeyeceğine göre aşı karşıtlığı/kuşkuculuğu önde gelen sorun olarak öne çıkıyor.

Bu durumda “aşı zorunlu olmalı mı?” sorusunun usa gelmesi kaçınılmaz. Ülkemizden ve Avrupa’dan yargı kararlarını paylaşarak bu tartışmaya ışık tutmak yararlı olacaktır.

Türkiye yakın geçmişte çok başarılı aşılama kampanyalarına imza atmış bir ülke. Bu başarının koruyucu hekimliğin ve toplum sağlığının öncelendiği yıllarda elde edilmiş olduğunu unutmamak gerekir. Daha önceki yazımda vurgulamaya çalıştığım gibi 1930 tarihli Umumi Hıfzıssıhha Kanunu aşılamaya özel önem veren ve örneğin çiçek aşısını zorunlu tutan bir yasadır.[1] Şu anda yürürlüktedir. Otuzlu yılardaki çiçek hastalığının yerine günümüzde Covid 19’u koyabiliriz.

“Bırakınız yapsınlarcı” neoliberal kıskaçtaki Türkiye’de aşı zorunluluğunu konuşmanın bile son derece güç bir iş olduğu oldukça açık. Hemen her gün “aşılanın” diyerek yalvar yakar olan sağlık ve ülke yönetiminin geçtiğimiz günlerde İstanbul Maltepe’de düzenlenen “aşı karşıtı buluşma” karşısındaki edilgenliği ve sessizliği ibretliktir.

ANAYASA MAHKEMESİ’NİN AŞI KARARI

Otuz beş yılı aşan hekimlik yaşamımda özellikle çocukluk çağı aşıları konusunda “aşı reddi” olgusuna rastlamadım desem yalan olmaz. Böyle bir kapıyı açık tutmadığınız sürece kimsenin aklına bu kapıdan girmek gelmez. Anayasa Mahkemesi, 2015 yılında adının önünde hukukçu unvanı bulunan bir kimsenin başvurusuna üzerine verdiği kararla “aşı reddi” kapısını açmış oldu. (AS: Bu bağlamda 2 kararı var AYM’nin)

AYM’nin açtığı kapıdan girenler :

·       Bu kapıdan ilk girenler çocuklarını bulaşıcı hastalıklardan koruyan çocukluk çağı aşılarını yaptırmaktan kaçınan ana-babalar oldu. Bu kapıdan son olarak 30 bine yakın kişinin girdiği yansıdı kayıtlara.

·       Açık kapıdan son girenler, günümüzde Covid-19 aşılarını yaptırmaktan kaçınanlar oldu. Dünyada ve Türkiye’de Covid 19’a karşı geliştirilen aşılar çoğunlukla kabul gördü. Böylelikle çoğunluk toplum sağlığıyla ilgili sorumluluğunu yerine getirmiş oldu. Sayıları daha az da olsa aşılanmayanlar öncelikle kendilerini ama toplamda tüm toplumu riske sokan bir sorumsuzluk sergilemiş oldular. (AS: Aşılanmayanlar toplumun 1/4’ü dolayında, ciddi bir oran!)

İlk grubu oluşturan analar-babalar kendileriyle ilgili karar alacak bilinçten yoksun çocukları için onların sağlığını tehlikeye atan tutum almış oldular, onları aşılatmayarak. Covid -9 aşılarına karşı duranlar da salgının söndürülmesi yolundaki çabaları baltalamış oldular. Her iki gruba da “vicdanınız rahat mı?” sorusunu yöneltmeyi kaçınılmaz görev sayıyorum.

AYM’nin bu kararı (2 bireysel başvuru kararı) yüksek yargı organının yeterli bilirkişilik yardımı almadan verdiği bir yanlış karar olarak geçmiştir tarihe. Bu durum, bugün yaşadıklarımız göz önüne alındığında iyice belirginleşmiştir.

Böylesi bir yanlışlık karşısında ülkemizi yönetenlerin sessizliği ve edilgenliği konusunda da birkaç çift söz söylemeden geçemeyiz. AYM kararı sonrasında ortaya çıkan karmaşayı giderecek yasal düzenleme yapmak yerine oralı olmamayı seçen yöneticilerimiz bugünlerde kendisini gösteren ve gücünü koruyan aşı karşıtlığından da sorumlu olduklarını bir an olsun akıllarından çıkartmamalıdırlar.

Anlaşıldığı kadarı ile hükümetimiz, arka bahçenin güllerinin dikeninden çekinmektedir. Bir yandan salgın son bulsun ve ekonomi soluklansın düşüncesi içindeyken öte yandan da oy avcılığı anlayışının tutsağı olmaktan kurtulamamaktadırlar. Bir çift söz de Abdurrahman Dilipak ile aynı çizgiye düşen ilerici(!) görünenlere. Aşı tartışmaları sırasında aldığımız tutumla “Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir!” sözü üzerinden sınanmış olduğumuzu bir an olsun unutmamalıyız.

AİHM’NİN AŞI KARARLARI

Öbür 2 örneğimizden ilki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kaynaklı. Mahkemeye yapılan başvuru Covid salgını öncesinde olsa da güncel duruma ışık tutması bakımından önemli. Çekya’da okul öncesi öğretimi için başvuran ana-baba çocuklarına çocukluk çağı aşılarını yaptırmaktan kaçınır. Buna bağlı olarak çocuk okula kabul edilmez. Sonrasında konu AİHM’ye taşınır. Konu toplum sağlığı ve çocuk olduğunda AİHM’nin duyarlılığının farklılaştığı görülür. Başka deyişle, içinde bulunduğumuz yüzyılda aşı zorunluluğunun gerekli olabileceğinden söz etmek yanlış olmaz bu karar ışığında.[2]

İkinci örneğimiz de AİHM’den ve çok daha güncel. Yunanistan hükümeti Covid-19 aşısını sağlık çalışanları için zorunlu tutunca kamu ve özel sağlık ortamından bir grup sağlık çalışanı AİHM’ye başvurarak söz konusu uygulamanın askıya alınması isteminde bulunmuş. AİHM hızlı kararıyla söz konusu istemi uygun bulmayarak Yunanistan’daki zorunlu aşı uygulamasını dolaylı olarak onaylamış.[3]

Bu arada, AİHM alanı dışındaki ABD’den de benzer bir uygulama kararı geldi. Bu karar, salt sağlık çalışanlarıyla sınırlı tutmuyor zorunlu aşıyı. ABD federal hükümetinin aldığı karardan, yaklaşık 80 milyon kişinin bu kapsamda olduğu anlaşılıyor.[4]

Aşı karşıtı toplulukların sıkça öne sürdüğü “böyle bir salgın yok” ya da “bu kadar ölüm mevsimsel grip nedeniyle de oluyor” türünden söylemleri bir yana bırakmakta yarar var. İnsanlığın geçmişte de pek çok kez yaşadığı küresel salgınlardan bir başkasını yaşadığı kuşkusuzdur. Böylesi duyarlı koşullarda komplo kuramlarına yenik düşmek yerine, eldeki biricik korunma ve salgınla baş etme gereci olan aşı konusunda düşülen ikilem karşısında ülkemizden ve Avrupa’dan yargı kararlarının yeterince aydınlatıcı ve yol gösterici olduğundan kuşku duyulabilir mi?

  • Akıl ve bilim dışı öğelere dayandırılan “aşı karşıtlığı” tiyatrosu bir an önce sona erdirilmeli.

Küresel bir sorunla karşı karşıya olduğumuza göre tüm ülkelerin yargısıyla, yönetimiyle ve başkaca unsurlarıyla kararlı bir duruş sergilemesi kaçınılmaz görünüyor.

İki yargı organı!

Dört karar!

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi toplum sağlığını gözetmekten uzak, akılcı ve bilimsel dayanaktan yoksun kararıyla “aşı reddi” kapısını açıyor. Kapıdan giren girene. Salgın hız kesmeden sürüyor. Aşısını yaptırarak toplum sağlığı yükümlülüğünü yerine getirenlere karşılık aşılanmamakta üsteleyerek toplum sağlığını hiçe sayanlara yargı kalkanı oluşturuyor.

AİHM ise, insan hakları duyarlılığını elden bırakmadan toplum sağlığını ilgilendiren yaşamsal konuda insan haklarının kamu sağlığını tehlikeye atmanın kılıfı olmasına izin vermeyerek adına yaraşır işlev görüyor.
=====================
Kaynaklar…

[1]https://www.veryansintv.com/umumi-hifzissihha-kanununu-okuyan-var-mi
[2]https://theconversation.com/compulsory-vaccination-what-does-human-rights-law-say-167735utm_medium=email&utm_campaign=Latest%20from%20The%20Conversation%20for%20September%2015%202021%20%202060520314&utm_content=Latest%20from%20The%20Conversation%20for%20September%2015%202021%20%202060520314+CID_eedbc02a87cd7227f455dd6a6c3f7356&utm_source=campaign_monitor_uk&utm_term=Compulsory%20vaccination%20what%20does%20human%20rights%20law%20say
[3]https://theconversation.com/compulsory-vaccination-what-does-human-rights-law-say-167735utm_medium=email&utm_campaign=Latest%20from%20The%20Conversation%20for%20September%2015%202021%20%202060520314&utm_content=Latest%20from%20The%20Conversation%20for%20September%2015%202021%20%202060520314+CID_eedbc02a87cd7227f455dd6a6c3f7356&utm_source=campaign_monitor_uk&utm_term=Compulsory%20vaccination%20what%20does%20human%20rights%20law%20say
[4]https://tr.euronews.com/2021/09/10/abd-baskan-sabr-m-z-tukeniyor-art-k-as-olun-dedi-cal-sanlar-icin-as-zorunlulugunu-genislet utm_source=newsletter&utm_medium=${template_locale}&utm_content=abd-baskan-sabr-m-z-tukeniyor-art-k-as-olun-dedi-cal-sanlar-icin-as-zorunlulugunu genislet&_ope=eyJndWlkIjoiNTg5ZDAyZTRkMDU2MTQ3ZWVkZGE5OTY0MjI4NmMwMGEifQ%3D%3D

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 05.08.2020

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 05.08.2020

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

BAĞIŞ

Vatandaşların CHP’li belediyelere yaptığı bağışlara devlet el koydu.
Sorum DİB Erbaş’a;

  • Vatandaşın bağışının amacı dışında kullanılması lanetlenir mi?..

MECLİS

TBMM tatile girmiş.
Çalışıyor muydu?…

NAMAZ

Sinop Boyabat’ta ilkokul bahçesindeki Atatürk büstünü örtüp namaz kılmışlar.
Korku…

SOY

Bakan Soylu’nun Siirt ve Şırnak’taki denetlemelerine AKP İl Başkanları da katıldı.
Devletin soyluluğuna yakışmamış…

NİYET

RTE, “Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasını gölgelemek için başlatılan tartışmaları art niyetli bulduğumu belirtmek istiyorum.”
Erbaş’ı desteklemek ön niyetse biz art niyetliyiz…

OY-UN

Ayasofya’yı fetih oyunu seçmenin oyunu etkilememiş.
Bu da seçmenin AKP’ye oyunu…

DEMOKRASİ

RTE ve partisi İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış yolu arar gözükürken kerime Sümeyye’nin KADEM’i sözleşmeyi savunuyor.
Gündem değiştirmeli demokrasi oyunu …

FAHİŞE

Abdurrahman Dilipak, İstanbul Sözleşmesi’ni savunan kadınlara “fahişe” dedi.
KADEM’de kim vardı?…

DÜŞMAN

Terör örgütü PKK‘nın Suriye’deki kolu YPG, Fırat’ın doğusundaki petrol sahalarının modernizasyonu için Amerikan Delta Crescent Energy petrol şirketi ile anlaşma imzaladı.  YPG’liler anlaşmayı “Kürt Özerk Yönetimini siyasi olarak tanıma ve ABD ordusunun kalmaya devam etmesinin garantisi” olarak yorumladı.

Stratejik düşman…

HAİN

Fatih Erbakan’ın başdanışmanlığını yapan, Abdülhamit’in torunu Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu, Vahdettin’in Şam’daki mezarının getirilmesini talep etti.
Mezarlıklarda hainlere yer mi açıldı?..

CEZA

Bir yılda cezaevlerine yedi milyar lira harcandı.
Durmak yok, cezaevi yapmakla övünmeye devam…

DİNCİ

Hükümete yakın Yeni Akit gazetesine göre bugünkü TSK’nın en büyük ihtiyacı din subayı imiş.
Resmi kıyafetle gösteri namazı kılanlar iştah açmış…

İSTEK

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gibi birinin Rusya’yı yönetmesini ister misiniz” sorusuna Ruslar’ın %80’i “hayır” dedi…
Darısı Türk seçmenine…

Yılmaz Özdil : AHİM

AİHM

Yılmaz ÖZDİL

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Asrın liderimiz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu mu hiç? Başvurdu. Hapis cezasına çarptırılmıştı,
adil yargılama yapılmadı dedi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu.
*
Hiç kimse çıkıp “eyy asrın liderimiz, hem Avrupa’ya haçlı ittifakı diyorsun, hem de memleketi haçlılara şikayet ediyorsun” dedi mi? Demedi. Anayasal hakkıydı, hakkını kullandı.
Asrın liderimiz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bir defa daha başvurdu mu?
Bir defa daha başvurdu. Mahkumiyetine ilişkin sicil kaydı silinmişti ama, Yargıtay bu kararı yok sayıyordu, hukukum çiğnendi dedi, yürütmeyi durdurma kararı için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu.
*
Hiç kimse çıkıp “eyy asrın liderimiz, hem Avrupa’ya gavur toprakları diyorsun, hem de memleketi gavur topraklarına şikayet ediyorsun” dedi mi? Demedi. Anayasal hakkıydı, hakkını kullandı.
*
Asrın liderimiz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne üçüncü defa başvurdu mu?
Üçüncü defa da başvurdu. Hem de YSK’ya karşı başvurdu.
Siyasi yasak getirilmişti, seçme seçilme hakkı elinden alınmıştı, Yüksek Seçim Kurulu kararının haksız, yanlış ve hukuksuz olduğunu belirterek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu.
*
Hiç kimse çıkıp “eyy asrın liderimiz, hem Avrupa’ya nazi diyorsun, hem de memleketi nazilere şikayet ediyorsun” dedi mi? Demedi. Anayasal hakkıydı, hakkını kullandı.
*
Dindar cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu mu?
O da başvurdu. Eşi Hayrünnisanım, först leydi olmadan önce türban taktığı için üniversiteye kayıt yaptıramamıştı, haklarım engellendi dedi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu.
*
Hiç kimse çıkıp “eyy dindar cumhurbaşkanı, kendin muhalefetteyken, Avrupa’ya hıristiyanlar birliği diyordun, Türkiye’yi zenginler köşkünün bahçesindeki köpek kulübesine koyacaklar diyordun, şimdi bizim memleketi o köpek kulübeli hıristiyanlar birliğine mi şikayet ediyorsun” dedi mi? Demedi. Anayasal hakkıydı, hakkını kullandı.
*
Atatürk Cumhuriyeti‘ne her türlü küfürü eden ticani akit gazetesinin, yobaz yazarları Abdurrahman Dilipakla Hasan Karakaya, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu mu?
Onlar da başvurdu. Vefat eden Deniz Kuvvetleri Komutanı hakkında hakaret içerikli yazılar yazmış, tazminata mahkum edilmiş, tazminatı ödeyemedikleri için Abdurrahman Dilipak‘ın evine haciz gelmişti, ifade özgürlüğümüz ihlal edildi dediler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdular.
*
Hiç kimse çıkıp “ulan din bezirganları, üç kuruş para için Vatikancı mı oldunuz” dedi mi? Demedi. Anayasal haklarıydı, haklarını kullandılar.
*
AKP hükümeti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyor mu? Başvuruyor.
Hollanda devleti, vatandaşlarımızı köpeklere ısırtıp, aile bakanımızı kovalayarak kapının önüne koyduğunda, bizzat asrın liderimiz açıkladı, “bunların yaptığı hukuksuzluktur, göreceksiniz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gideceğiz, bütün bakan arkadaşlarımız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne müracaat yapacaklar” dedi.
*
Hiç kimse çıkıp “eyy asrın liderimiz, bunlar haçlı-hilal savaşı başlattı diyorsun, bunlar Müslüman kardeşlerimizi şehit ettiler, yaktılar diyorsun, sonra da bizim memleketi Müslüman yakanlara şikayet ediyorsun” dedi mi? Demedi.
*
Egemenlik gaspedildi. 
Oylarımız çalındı. 
Resmen suç işlendi.
Hukukun gırtlağı sıkılıyor.
CHP, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmaya hazırlanıyor.
*
Daha şimdiden ne deniyor? “Milletin iradesine saygı duymayan ikiyüzlü Cehape zihniyeti,
kendi milletini yabancılara şikayet ediyor!” (SÖZCÜ, 26 Nisan 2017)
==================================
Dostlar,

Ne diyelim?
Değerli yazar Yılmaz Özdil‘e nitelikli emeği için teşekkür ederiz önce.
Bu çelişkili, tutarsız…. hepimizi üzen davranışların sahipleri tarihte hak ettikleri yeri alacak. Dileriz halkımız da bu gerçekleri görür, siyasal tercihlerini gerçeklere göre  düzenler..
Tabii bir de AİHM’nden beklentimiz var…
Uygar Avrupa – Avrupa Konseyi’nn temel organlarından olan AİHM’nin adil, hakkaniyetli, hukuka uygun bir karar vermesini beklemek, demokratik iradesi ters yönde çarpıtılan milyonlarca yurttaşımızın en doğal hakkıdır.
AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) yaptırım organıdır. Bu Sözleşme’nin hükümlerinin çiğnenmesi durumunda, Avrupa Konseyi üyesi uluslararası hukuka göre
AİHS’ne taraf olup AİHM’nin yargı yetkisini kabul etmiştir.

AİHS, 10.3.1954’te 6366 sayılı yasa ile TBMM’ce onaylanmıştır ve Anayasa md. 90 /son fıkra kapsamındadır. 148. madde uyarınca da, AİHS ile korunan haklardan herhangi birinin çiğnemi (ihlali) karşısında ulusal hukuk yollarını tüketen ama adalete erişemeyenlerin bu mahkemeye (AİHM) başvurusu düzenlenmiştir.

İHAM-AİHM, Sözleşmede (AİHS) tanınan hakların içeriğini kendisi özerk olarak tanımlar… “Esasa ilişkin içeriği ve etkilerine göre“…
Dolayısıyla Uluslararası Mahkemenin yetki alanını dışarıdan karışma (müdahale) ya da yönlendirme ile belirlemek olanaklı değildir. Ne yazık ki ülkemizde başta Erdoğan olmak üzere kimi çevreler, mezarlıkta korkudan ıslık çalarcasına AİHM’nin Türkiye’den CHP ya da başkaca gerçek – tüzel kişilerin açacağı davayı -sözde- etkilemek için halkoylaması sonuçlarını incelemenin AİHM’in görev alanı dışında olduğu propagandası yapıyor. Oysa hukuka (=haklara) saygısı olanlar öncelikle oylamaya hile karıştırmazlar herhalde! Ardından da, böyle bir sav varsa gerçeği ortaya koymak üzere elinden geleni yaparlar…
Sonra da, ulusal – uluslararası yargı kuruluşlarına başvuru varsa, görülmekte olan bir dava hakkında yönlendirici görüş belirtmek yerine (ki bu suçtur!);

  • “… konu yargıya yansıtılmıştır, bağımsız – tarafsız yargı organlarının kararlarını bekliyoruz ve elbette saygılı olacağız.. “ denmesi gerekir.

Anayasa md. 138 çok açıktır :
“Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. 
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. 
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”

Dileyelim AİHM’nden halkoylamasında milyonlarca insanın özgür demokratik istencine (iradesine) dönük hak çiğnemi (ihlali) kararı çıksın ve halkoylaması yenilensin.. Çünkü açık bir meşruluk sorunu belgeleriyle ortadadır ve bu tablo pek çok potansiyel ciddi soruna gebedir. AKP-RTE’nin boynunda onca yanlış ve sorumluluğa karşın bir de bu kritik halka var artık. Türkiye’nin olabildiğine ağır sorunlarına ek olarak..
Kimse unutmasın; Ülkenin temeli ADALETTİR!

Sevgi ve saygı ile. 29 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com