Etiket arşivi: “Ergenekon”

Rejim Güçleri mi?

Rejim Güçleri mi?

Zahide UÇAR 

ABD, BOP adıyla bir proje ortaya koydu. Saklamadılar. Bu bir Haçlı Seferidir dediler. Haçlılar nasıl yağma için Haçlı Savaşlarını başlattı ise… Küresel şirketler de, ABD ÜZERİNDEN Ortadoğu’nun yer altı ve yer üstü kaynaklarını yağmalamak için, 21. yy’ın haçlı savaşını başlattı. Üstelik kendileri için savaşacak taşeronlar da buldular. Suud Arabistan, Katar, Kuveyt, BAE gibi ülkeler finansör olacak, Türkiye gibi ülkeler de savaşacaktı.

Yandaş Dilipak bile, ABD’li yetkililer ile bu konuda anlaşarak AKP’nin iktidar olduğunu açıklamak durumunda kaldı. Soros; ‘Türkiye’nin en iyi ihraç malı ordusudur’ dedi. Türk askerinin küresel şirketler adına savaşmasını istiyorlardı.

Ergenekon, Balyoz ve türevi kumpaslar, Türk Ordusu’nu vekalet savaşlarına razı etmek için yapıldı.

Türk askerini Suriye ile savaştırmak isteyenler, Türk Halkının direnişi ile karşılaştı. Bu direniş karşısında askeri Suriye’ye direk sokamayan AKP, Muhalif dedikleri unsurlar ile Suriye’ye girdi. Suriye’nin Kuzeyi boşaldı. 7 milyon Suriye vatandaşı, denetimsiz bir biçimde Türkiye’ye dağıldı. Suriye’nin Kuzeyine PKK yerleşti. BOP işliyor, PKK koridoru açılıyordu. Gerçekte ise;
Büyük İsrail’in ikinci parçası kotarılıyordu.

AKP, BOP peşine takılarak İsrail koridorunun yolunu açmıştır.
Suriye sınırımızı, mayın temizleme bahanesi ile 49 yıllığına İsrail’e vermeye kalkan AKP Genel Başkanının hedefi neydi? Bu sorunun cevabını bilen var mı?
* *
Savaş ne zaman zorunludur?
Vatan tehlikeye düştüğü zaman savaş zorunludur.
Vatan tehlikede değilken savaş bir cinayettir.
* *
En başında, Türkiye’nin çıkarı düşünülerek hareket edilseydi, Türkiye komşularımızla birlik oluştururdu. Türkiye Suriye, Irak, İran ile işbirliği yapsaydı, bugün Güney sınırımızda PKK, ABD, Rusya, İran olmazdı. Akdeniz’de kıta sahanlığı sorunu da yaşamazdık.

Şehitlerimiz geliyor. Yüreklerimiz yanıyor. Neden? Birinin Emevi Camisinde namaz kılma sevdası, Türkiye’yi haksız bir savaşın içine soktu. Suriye Devleti ülkesinin bütünlüğünü korumak için haklı bir savaş veriyor. Dinimizin de izin verdiği gibi, vatanı işgal edildiği için kurtuluş savaşı yapıyor.

  • AKP ne uğruna Suriye ile savaşmanın bütün koşullarını oluşturuyor?

    * *
    AKP’nin Suriye konusunda hedefi nedir? Türk Milleti olarak bunu biliyor muyuz? Bilmiyoruz. Türk Milletinin Ordusu savaşıyorsa, milli mutabakat olmalıdır. TBMM acilen toplanmalı, Suriye’de hedeflenen ne ise, muhalefete anlatılmalı, ortak bir karar alınmalıdır.

Türkiye’nin Suriye politikası gözden geçirilmelidir.

  • Türkiye Rusya ve İran ile karşı karşıya getiriliyor.

Askerlerimiz öldükçe yüreğimiz yanıyor. Yüreğimiz yandıkça, Suriye ile doğrudan savaşa girmek için kamuoyu ikna olur. Savaşa karşı çıkanlar da vatan hainliği ile suçlanır.

  • En başından beri ABD’nin istediği Türkiye-Suriye savaşıdır.

Ergenekon, Balyoz, Casusluk adıyla kurulan kumpaslar Orduyu zayıflattı. 15 Temmuz operasyonu ile altın vuruş yapıldı. Operasyon Suriye kumpası ile devam ediyor.

Türkiye ABD veya bir başka ülke adına savaşamaz. Türkiye vatanımız tehlikeye düştüğünde savaşmak zorundadır. Vatanımız tehlikeye düştüğünde biz milletçe savaşırız ama Kore’de olduğu gibi, Suriye’de ABD adına savaşmaya HAYIR diyoruz.

  • Suriye savaşı 3. Dünya Savaşını başlatabilir!

Rusya Suriye’de elde ettiği kazanımlarını terk etmeyeceğine göre, Suriye’de Rusya ve İran ile de savaşmayı mı düşünüyorlar?

Hangi akılla Türk askeri teröristlerle Suriye Ordusu arasına yerleştirildi?
* *

Bütün kanallarda ‘rejim güçleri’ diye bir cümle türettiler. Rejim gücü deyince meşru olmaktan çıkıyor mu? Rejim güçleri değil, Suriye Devletinin meşru ordusu. Her devletin kendini savunma hakkı da vardır, zorunluğu da… Esat Suriye Devleti’nin meşru başkanıdır. AKP’nin Esat düşmanlığı bu gerçeği değiştirmez. Konuşacaksanız, düşman da olacaksanız, savaşmayı da düşünüyorsanız, bu gerçek üzerinden hesap yapmak zorundasınız.

Suriye ile doğrudan sıcak savaşa girdiniz!

Türkiye’deki 7 milyon Suriye vatandaşının içinde ne kadarı Muhaberat ajanı var biliyor musunuz? Suriye’ye teröristlerin geçişine göz yuman siyaset, Suriye’nin sivil görünümlü güvenlik elemanlarını Türkiye’ye sokmadığını söyleyebilir mi?
* *
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey Türkiye’ye geldi. Türkçe konuşarak, “Bugün İdlib’de, sahada şehidimiz var. Başınız sağ olsun..” dedi (!)!
Yemeye hazırlandığı avına tuzak yem uzatır gibi..
Başsağlığı mesajları yayınlayan ABD, 2020 bütçesinde de PYD’ye 200 milyon dolarlık bütçe teklif raporu hazırladı…
NATO Türkiye’ye destek mesajı verdi.
Bir NATO ülkesi olan Türkiye’yi NATO ülkesi olmayan Suriye’ye sok. Sonra’da üyemize yardım ediyoruz diye ülkeye çök.

Şeytanla buğday eken samanını alır (atasözü).

Yıllardır diyoruz ki;
Asıl hedef Türkiye!
Gün gelir ülkemizi korumak zorunda kalırsak, Türk Ordusu Rejim Gücü mü olacak? Ülkeyi böyle karanlık bir tünele sokmaya kimin hakkı var?
* *
Sabahattin Önkibar bir iddiayı dillendirdi. İddiaya göre CIA, Malezya’dan Türkiye’ye gemi ile gelen 3 milyar dolara el koydu. Bu para kime ait?

AKP Genel Başkanı birden Ukrayna’ya gitti. Ukrayna Ordusu’na 200 milyon Lira verdi. Rusya mesajı aldı. Olan bizim çocuklarımıza oldu. 13 şehit verdik.

AKP’nin eski bakanlarından ve CHP Konya Milletvekili Abdüllatif Şener, Kanal İstanbul projesinin gündeme getirildiği zamana dikkati çekerek,

  • “Dünyada böyle saçma bir proje yoktur.
  • Erdoğan’ın mal varlığı Türkiye’nin milli güvenlik sorunu haline gelmiştir.”

ifadelerini kullandı. (Kaynak Yeniçağ: Abdüllatif Şener: “Erdoğan’ın mal varlığı milli güvenlik sorunu haline gelmiştir.”)

Bu durumda şu sorulara yanıt arıyoruz:

ABD birilerinin mal varlığı üzerinden şantaj mı yapıyor?
CIA’nın el koydu dedikleri 3 milyar dolar kime ait?
Şantaj amaçlı mı el kondu? Bu daha bir ilk mi dediler?
Mafya yöntemi ile hareket eden ABD, el koydu denilen 3 milyar ile kimi topuğundan vurdu?
ABD’ye dümen kırmanın altında şantaj mı var?

* *
ABD (AB, İsrail) ile birlik olmak, Güney sınırımıza PYD (PKK)’nin yerleşmesini, yani;
İsrail koridorunun açılmasını kabul etmek demek değil midir?

NATO müdahalesi ile Libya üçe bölündü. Suriye’nin parçalanmasından Türkiye ne elde etmeyi bekliyor?
Suriye parçalanırsa, Yahudi koridoru hayata geçecek. Güneyimize PYD görünümlü İsrail yerleşecek. Yoksa istenen bu mu?
* *
Almanya, İsviçre hesap bilgilerini şantaj olarak kullandı denilmişti. ABD mal varlığı üzerinden şantaj yapıyor. Ya Rusya? Rusya 15 Temmuz üzerinden, yardım bahanesi ile Türkiye’de çok fazla istihbarat toplama olanağına sahip olmadı mı?
Yarın Rusya da şantaj yaparsa ne olacak?
* *
Birilerinin mecburiyetleri Türkiye’nin mecburiyeti haline getirilemez.
Kim ne söyleyecekse bugün söylesin. (14 Şubat 2020)

BERABER YÜRÜDÜK

BERABER YÜRÜDÜK

Suay Karaman

28 Ağustos 2008 ile 27 Ağustos 2010 arasında 26. Genelkurmay Başkanı olarak görev yapan Orgeneral İlker Başbuğ, 14 Nisan 2009’da Harp Akademileri’nde yaptığı konuşmada cemaat ile tarikatların demokrasi dışı yapılanmaları ve TSK aleyhinde olumsuz çalışmalar yaptığı üzerinde durmuştu. Bu konuşma ile FETÖ’nün hedefi olduğu gibi FETÖ ile beraber yürüyenlerin de tepkisini çekmişti.

28 Ocak 2020’da bir TV kanalında programa katılan Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un açıklamaları kimi beraber yürüyenleri kızdırdı. Kızmalarının nedeni ise Başbuğ’un FETÖ’nün siyasi ayağına ilişkin söylediği sözlerdi. Özellikle görev süresinde yaptığı kimi hatalara karşın, İlker Başbuğ’un bu TV programındaki konuşmaları çok önemlidir.

Herkesin FETÖ’nün siyasi ayağını arayıp da bulamadığı bir ortamda Başbuğ, “Ergenekon’dan Çıkış” kitabında yazdığı somut olayları TV programında anlattı ve şunları söyledi:

    • “FETÖ’nün siyasi ayağı var mıdır? Vardır. Yok dersek, gerçeği inkâr olur. Askere sızmış, polise sızmış, yargıya sızmış, üniversiteye sızmış bir örgütün siyasal partilere sızmadığını düşünmek akla ziyandır. Mutlaka vardır, hatta her partide de vardır. Kimdir? Bu konuda ben karar verici ya da yorum yapıcı olamam. Bunu yargının çıkarması lazım. Ama burada siyasi iradenin de ağırlığını koyması lazım.”

25 Haziran 2009’da TBMM’de AB’ye uyum süreciyle ilgili olarak ‘Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’ tasarısı görüşülürken gece yarısı 2 önerge verildi. 1. önergeyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 3. maddesine ekleme yapıldı, 2. önergeyle aynı yasanın 250. maddesinin 1. fıkrasında değişiklik yapıldı. Her 2 önerge askeri yargının konusu olan kimi soruşturmaların FETÖ’nün elindeki özel yetkili mahkemelere geçmesini sağlayacak düzenlemeleri içermekteydi. Bu önergeleri verenler belli, önergelere katılanlar belli, oy verenler bellidir; o zaman FETÖ’nün siyasi ayağına ulaşmak kolaydır.

1. önerge ile asker olmayan kişilerin askeri mahkemelerde yargılanmasına son verilmesi amaçlanmıştı. 2. önerge ile savaş durumu dışında askeri kişilerin askeri yerlerde işledikleri suçlar nedeniyle sivil mahkemelerde yargılanmasının önü açılıyordu. 2. önerge ile getirilen değişiklik Anayasanın 145. maddesine aykırıydı ama ‘ileri demokrasilerde’ böyle aykırılıkların olması doğaldı (!). Doğal olmayan, hukuk devletinde böyle bir uygulamanın olmasıydı. Buna “sivil darbe” adı verilmektedir. İlker Başbuğ tarafından Anayasaya aykırılığının kezlerce anlatılmasına karşın, bu yasanın dönemin cumhurbaşkanı tarafından nasıl onaylandığı da sorgulanmamıştır.

1. önerge 12 Haziran 2009’sa Albay Dursun Çiçek’e kurulan İrticayla Mücadele Eylem Planı kumpasıyla ilgiliydi ve bu sayede dosya, askerin elinden alınarak FETÖ’nün savcılarına teslim edildi. Bu olayla ilgili olarak Erzincan Cumhuriyet Savcısı İlhan Cihaner de tutuklandı. 2. önerge ise 4 Mart 2009’da Kayseri’de Hava Kuvvetleri’nin bilgisayar sistemine sahte evrak sokan asker ve sivillerden oluşan gizli bir yapılanmayla ilgiliydi, FETÖ’cülerin suçüstü yakalandığı bir dosyaydı. Suçu işleyen askerler ışık evlerinde yetiştiklerini itiraf etmiş, FETÖ ile bağlantıları ortaya çıkarılmıştı. Asker, FETÖ’yü açığa çıkarmak için somut delil bulmuşken yasa değişikliği ile bu dosya da askerden alınarak FETÖ’cü savcılara teslim edildi. Bu iki önergeden en çok yararlananın FETÖ olduğu bellidir. Eğer bu iki değişiklik yapılmasaydı Kayseri ve Erzincan soruşturmaları sonucunda 2009’da bile FETÖ’ye ciddi bir darbe vurulabilirdi.

CHP ve MHP bu değişikliklere karşıydı. CHP, bu yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu ve 21 Ocak 2010’da iptal edilmesini sağladı. Ancak bu değişiklik, 12 Eylül 2010 halk oylamasıyla Anayasa değişikliği paketinin içine konarak, yasalaştı. CHP ve MHP, bu değişikliğe de hayır oyu vermişti. Bu halk oylamasından sonra yüksek yargı da FETÖ’cülerin denetimine girdi.

Bu önergelerden sonra kabul edilen yasa ile yaklaşık 70 general ve amiral ile 25 albay yargılandı, haksız yere ceza aldı ve hapse atıldı. Türk Silahlı Kuvvetlerinde çok geniş çaplı bir tasfiye gerçekleştirildi. Cumhuriyet değerlerine bağlı subayların Orduyla ilişikleri kesildi. Bu subaylardan boşaltılan yerlere de FETÖ’cü subaylar getirildi.

İlker Başbuğ, 6 Ocak 2012 ile 7 Mart 2014 arasında ‘silahlı terör örgütü yöneticiliği ve hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçlamalarından tutuklandı. Zamanın başbakanı Tayyip Erdoğan, İlker Başbuğ’un tutuklanmasının yanlış olduğunu ve bir örgüt elemanıymış, bir örgütün mensubuymuş gibi yaklaşımları da kesinlikle çok çirkin bulduğunu açıklamıştı.

Bugün o önergelere verdikleri imzalara sahip çıkanlar, FETÖ’nün kurduğu kumpasa da sahip çıkmaktadırlar. Buradan yola çıkarak, Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk gibi davalara da sahip çıkmaktadırlar. O gün Ergenekon davasının savcısı olduğunu söyleyenler (AS: o dönemin Başbakanı RTE), bugün kandırıldıklarını söylemektedirler!

5 Şubat 2020’de AKP’nin grup toplantısında konuşan genel başkan Tayyip Erdoğan şunları söyledi:

  • “Zaman zaman yanlış değerlendirmeleriyle kamuoyunun önüne çıkan eski bir Genelkurmay Başkanı, 25 Haziran 2009’da yapılan düzenlemeyi bahane ederek, Meclisimizi toptan itham eden birtakım açıklamalar yapmıştır. Bu düzenlemenin amacı darbelere zemin hazırlanmasını önlemekti. Darbelere zemin hazırlayan, hukukun işlemesinin önüne geçen yanlış bir uygulamanın düzeltilmesidir. Tüm partilerin desteği ile çıkarılan bir düzenlemenin üzerine FETÖ gölgesi düşürülmeye çalışılması en hafif tabiriyle Meclis’e saygısızlıktır.
  • Bütün milletvekillerini Başbuğ hakkında dava açmaya çağırıyorum.”

Bunun üzerine 25 Haziran 2009’da önergelerin altında imzası bulunan AKP milletvekilleri Bekir Bozdağ, Ahmet Aydın, Mustafa Elitaş, Mehmet Ceylan, Ahmet Müfit Doğan ve Yahya Doğan, genel başkanlarının talimatına uyarak, avukatları aracılığıyla savcılığa suç duyurusunda bulundular. İlker Başbuğ’un “FETÖ’nün siyasi ayağına yönelik iddialarına” aradan 10 gün geçtikten sonra suç duyurusunda bulunulması da dikkat çekicidir.

17-25 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet olaylarının ardından, FETÖ ile ipler koparıldı. Birçok kişinin yaşamını yitirmesine, intiharlara neden olan davaların kumpas olduğu ortaya çıktı ve sanıkların hepsi aklandı. Fethullah Gülen ile ortaklık kuranlar, kutlu doğum haftası düzenleyenler, “ne istedi de vermedik” diyenler, kandırıldık diyerek işin içinden sıyrılmaya çalıştılar.

Özellikle 17-25 Aralık öncesinde yapılan anayasal ve yasal düzenlemelerden FETÖ’nün yararlandığına ve kendi amaçlarına ulaşmak için Türk Silahlı Kuvvetleri’nde geniş çaplı bir tasfiye yapılmasına dikkat çeken İlker Başbuğ’un, TBMM’yi toptan FETÖ’cü ilan ettiğini öne sürmek açık bir çarpıtmadır. Başbuğ’un sözleri TBMM’yi itham etmiyor ancak FETÖ için yapılan yasal düzenlemenin arkasındaki aklı sorgulamayı önermektedir.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı 15 Temmuz Genelkurmay Çatı Davası’nın iddianamesinde “FETÖ’nün 2008-2014 yılları arasında Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ele geçirdiği, 2013 yılı Yüksek Askeri Şura‘sı sonrasında terfi eden generallerin neredeyse tamamının FETÖ üyesi olduğu, tüm düzenlemelerin siyasi otoriteye yaptırıldığı” açıklanmıştır. Bu iddianame, İlker Başbuğ’un açıklamalarını doğrulamaktadır. Şimdi akla şu soru gelmektedir: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı için de herhangi bir yaptırımda bulunulacak mıdır?

CHP, TBMM’de FETÖ’nün siyasi ayağının tartışılmasını istedi ancak AKP ile MHP bunu kabul etmedi.

“Beraber yürüdük biz bu yollarda,
beraber ıslandık yağan yağmurda,
ne istediler de vermedik,
bitsin bu hasret..”

sözlerinin arkasına sığınarak, FETÖ’nün siyasi ayağına ulaşmak zordur. Ancak bir gün kesinlikle bu olayların perde arkasındaki gizli ilişkiler açığa çıkarılacak ve gerekenler yapılacaktır.

SİZİN “BORU” DEDİĞİNİZ ASLINDA…

SİZİN “BORU” DEDİĞİNİZ ASLINDA…

V. Murat Tulga / Emekli Kurmay Albay
Odatv.com, 07.02.2020

Sizin “boru” dediğiniz aslında kokuşmuş, çürümüş hukuk uygulamalarıdır, kumpaslardır. O “boru” hukuksuzluğun, adaletsizliğin ta kendisidir…

Genelkurmay Eski Başkanlarından Emekli Orgeneral İlker Başbuğ, bir haber kanalına verdiği mülakatta, Meclisten bir gecede geçirilen torba yasadaki, “Asker kişilerin Özel Yetkili Mahkemelerde (ÖYM) yargılanması”na ilişkin maddeyi hatırlatarak, “26 Haziran 2009’da askeri şahısların, askeri mahalde işledikleri suçlar da dâhil ÖYM’de yargılanmasının önünü açan yasa teklifi getiriliyor. Bunu kim hazırladı? Tamamen FETÖ ile ilgili, bu araştırılsın” demiş.

Demiş de, noksan söylemiş.

Başbuğ’un görev süresince yaptıkları ve yapamadıkları tartışmaya açıktır. Bu süreçteki vebali çoktur. Bu nedenle ifadesi noksandır, sürecin tümünü kapsamamaktadır. Bu nedenle,“Ülkemiz insanı balık hafızalıdır, çabuk unutur, unutulmasın” diye ben kronolojiyi kabaca bir hatırlatayım dedim.

– 12 Şubat 2009 günü Taraf Gazetesi, askerlerin sivil savcılar tarafından soruşturulması için bir yazı kampanyası başlatır…

– Adli Tıp, Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü ve TUBİTAK’a yeni atamalar yapılır. (Bu kurumların verdiği evlere şenlik adli tıp, bilirkişi raporlarını hatırlayalım…)

– 26 Haziran 2009 günü gece baskını ile AKP, TBMM’de CMK/250 son maddeye değişiklik yapan (Asker kişilerin sivil mahkemelerde yargılanması) yasayı meclisten geçirir ve tasarı yasalaşır. (Neden? Çünkü Balyoz Davası hazırlanmaktadır, yakında piyasaya çıkartılacaktır.)

– Bu yasaya yönelik olarak ana muhalefet CHP Anayasa Mahkemesinde iptal davası açar.

21 Ocak 2010 günü Taraf Gazetesinde Sahte Balyoz belgeleri yayınlanır,  savcılar soruşturma başlatır. Aynı gün Anayasa Mahkemesi ana muhalefetin iptal davası hakkında karar verir, yasayı iptal eder. (Fakat buna rağmen sivil savcılar Balyoz soruşturmasını durdurmazlar!)

– AKP tarafından 12 Eylül Anayasa Değişiklik Referandum taslağına bu yasa tekrar ilave edilir ve 12 Eylül 2010 günü referanduma “Evet” çıkar.

– 12 Eylül 2010 referandumu için FETÖ lideri Gülen “Mezardakileri bile kaldırarak o referandumda evet oyu kullandırmak lazım” der.

– Bu referandumla HSYK, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay yapıları da değiştirilir.

– HSYK, Balyoz Davasının başlamasından 48 saat önce davayı görecek 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi Başkanını değiştirir. (Kendisi Hâkim müsvettesi Ömer Diken olur, 15 Temmuz sonrası FETÖ’den hüküm giydi…)

– Referandum sonrası HSYK için yapılan seçimlerde iktidar yanlısı liste firesiz HSYK’ya seçilir.

– “Haberal Davası”  diye bilinen tazminat davasında hâkimlere tazminat ödettirilmesine karar verilir, iktidar tedbirini alır, bu tür tazminatların devlet tarafından ödenmesi yönünde yasa çıkartır. (Sonra tekrar bu yasa değiştirildi…)

– ÖYM’lerin kararlarına bakmak üzere Yargıtay’da yeni 16’ncu Daire kurulur. Nokta atamalar yapılır. (Kumpas Davaları onaylayan Yargıtay’ın bu Dairesinin bazı üyeleri 15 Temmuz sonrası hüküm giydiler…)

– Kararları siyasi iktidarca tasvip edilmeyen ÖYM hakim ve savcıları yapılan atama ve baskılar sonucu görevlerinden uzaklaştırılır veya yetkisiz mahkemelere atanır.

– Anayasa Mahkemesine yeni üyeler atanır.

– Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(AİHM)’ne gidişin önünü kesmek için Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Yasası çıkartılır. (24 Eylül 2012)

– AİHM nezdindeki ülke kadrosuna İktidar Partisi yanlısı yazılar yazmakta olan bir kişinin eşi atanır. (Bu şahsın AİHM’deki yanlı uygulamaları AİHM’e şikayet edilmiştir…)

– ÖYM’ler haddini aşar, ÖYM’ler kaldırılır (02 Temmuz 2012), fakat ellerindeki eski kumpas davaları sonuçlandırmalarında bir sakınca görülmez!

Balyoz, Ergenekon, Casusluk Davası, Poyrazköy, Atabeyler vs. davalar sonuçlanır, Emekli Orgeneral İlker Başbuğ dâhil, birçok askeri şahıs cezalara çarptırılır.

FETÖ çok olur, iktidarı da hedef alır, 17-25 Aralık 2013 olur.

– AKP Milletvekili ve Erdoğan’ın Siyasi Danışmanı Yalçın Akdoğan, 24 Aralık 2013’de, “Türk Ordusuna kumpas kurulduğunu” açıklar.

– Kumpas Davalar çöker ve yeniden yargılama süreçleri başlar ve çoğu dava beraatla sonuçlanır.

Devamı var fakat sayfalar yetmez. Makale yerine kitap çalışması olur…
Şimdi nispeten hatırladık mı? O halde devam edelim.

Sayın Cumhurbaşkanı, emekli orgeneralimize çok kızmış, “Düzenlemenin amacı, darbelere zemin hazırlayan, hukukun işlemesinin önüne geçen, yanlış bir uygulamanın düzenlenmesidir. Suç işleyen kişinin asker kimliğinin ona ayrıcalık tanımasının ne hukukta ne de demokrasi de yeri zaten yoktur.  Elinde belge olmaksızın devletin sahip olmadığı birtakım iddialar üzerinden şunu bunu suçlayarak bu mücadele desteklenemez… Zaman zaman yanlış değerlendirmeleriyle kamuoyunun önüne çıkan bir eski Genelkurmay Başkanı ki kendisini gayet iyi tanırım, bu düzenlemeyi bahane ederek Meclisimizi toptan itham eden birtakım açıklamalar yapmıştır. Şimdi ben, özellikle kendi grubumuza sesleniyorum; burada Parlamentonun hukukunu korumak için süratle hepiniz dava açmalısınız.” buyurmuş.

Daha sonra da Parlamentonun hukuku boru ile sindirilemez…” diye bir ifade kullanmış. Bunca yaşanana ve aldanmışlığa karşın…

Bizler, sizin önayak olduğunuz, siyasi sorumluluğunuz bulunan yasalarla, yıllarca Silivri, Hasdal, Mamak vs. cezaevlerinde yatan şerefli Türk Subaylarıyız.

  • Hala bizden özür dilenmedi, arkadaşlarımızı mahpuslarda şehit verdik.

Mesleğimizden olduk, tasfiye edildik. Yerlerimize atananlar da 15 Temmuz Hain Darbe girişimine kalkıştılar.

Tüm bunlara karşın yine de siz haklısınız ha?

2000’li yıllarda, Türkiye’de yapılan birçok haksızlık ve kanunsuzluğun haklı ve gerekli olduğunu kabul ettirmek amacıyla, askeri darbe ve vesayet konusunu canlı ve güncel tutarak sözde demokratikleşme gerekçesiyle nelerin mümkün hale getirildiğine, bunlar yapılırken kimlerin kimlerle omuz omuza olduklarına yakinen şahidiz. Yoksa

  • .. işin boru, hukuk veya demokrasi falan olmadığını da çok iyi biliyoruz ve görüyoruz da.
  • Sizin “boru” dediğiniz aslında kokuşmuş, çürümüş hukuk uygulamalarıdır, kumpaslardır.
  • “boru” hukuksuzluğun, adaletsizliğin ta kendisidir.

Biz bunları yaşadık, yılmayacağız, yaşadıklarımızı da sonuna kadar haykıracağız…

BİZLER HARBİYELİLERİZ

LÜTFEN SONUNA KADAR OKUYUN
İŞTE BİZ BUYUZ, BİZLER HARBİYELİLERİZ


E. Albay Ömer ERBIYIK 

24 Şubat 2018

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Bizler Harbiye ruhu ile yetiştirildik. Kalplerimize vatan sevgisi kazındı.
Bayrağımız için, vatanımız için yeri geldiğinde ölmeye yemin ettik.
Çocuklarımızı, eşlerimizi bırakıp birçok memurun gitmemek için gayret gösterdiği,
Devreye torpil mekanizmasını sokmaya çalıştığı ,
Hatta istifa  ederek gitmediği yerlere bizler gideriz.
Hatta oralarda canımız pahasına terörle mücadele ederiz.
Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarında vatan için, milletimizin güvenliği için şehit olanlar da biziz. Şehitlik ve gazilik bizler için onurdur, bunu böyle biliriz.

Bizleri dualar ederek bekleyen,
Arkamızdan her gün göz yaşları döken sadece eşlerimiz, çocuklarımız ve de birkaç sevenimiz vardır. Kaçınızın çocukları, eşleri “Kocam şehit mi oldu?”,”Babam şehit mi oldu?” diyerek  haberlerde her gün ölüp ölüp dirilmiştir? Kaçınız bu duyguyu anlayabilir?

Ankara’dan, İstanbul’dan birçok kişi ahkam keserek, malum TV kanallarında boy göstererek masa başında sözüm ona ülkeyi kurtarırlar. Soruyorum sizlere : “Kaloriferli evlerinde sıcacık  yatarken acaba kaç kişi dağlarda yorganı kar olan, yağmur olan,
Dondurucu soğuklarda günler süren operasyonlardaki askerlerin halini düşünmüştür?”
Kaçınız bırakınız ayları, bir haftayı, bir gece dahi o bölgede dağlarda kalma cesaretini gösterebilir? Bırakın dağlarda mücadele etmeyi o bölgede seyahat etmekten dahi korkar birçok kişi.

Evlatlarınız askere gidince dönünceye kadar geceleri dahi kabuslar görenler,
Evlatları askerden döner dönmez hemen her şeyi unutmaz mı?
O bölgeye çocuğum, eşim gitmesin diye kaç kişi torpil bulmaya çalışmıştır. Açık yüreklilikle söyler misiniz lütfen. Ama söz konusu vatan olunca  mangalda da kül bırakmayanların kendi çocuklarının askere gitmesi söz konusu olunca “Bedelli Askerliği” seçtiklerini veya “Çürük”  raporu aldıklarını basından takip ediyorsunuzdur herhalde.
Yeri geldiğinde “Allah bize de şehit olmak nasip eylesin” diyenler de sahi kimler?
Masa başında oturarak şehit olanları ben hiç görmedim.
Unutmayınız ki, terörle mücadele etmek herkesin değil ER kişilerin işidir.

Terörle mücadele elbette İMAN ister, YÜREK ister,
VATAN ve BAYRAK sevgisi ister, KAHRAMANLIK ister.
Dikkat ediniz DANTELLİ KEFENLER giyerek meydanlarda gezmek birilerine,
Kanlı üniformalarıyla defnedilmek askere nasip oluyor.
Unutmayınız Allah şehitlik mertebesini herkese nasip etmez.

İftiralarla, kumpaslarla hapislerde çürüyenler bizler,
Müslümanlığı alet ederek güç sahibi olmak isteyenlere inananlar sizlerdiniz.
Askere iftiralar atılırken toplum tarafından, hatta bazı komutanlarımız tarafından sahip çıkılmayan da bizler değil miyiz?
Evet evlatlarımız göz yaşları dökerken, eşlerimizin göz yaşı pınarları kururken, kahpece iftiralara maruz kalanlar da bizleriz elbette.

Malum kesimlerin planları ile bunların destekçilerinin “Ülke bağırsaklarını temizliyor.“ nidalarıyla, PKK’lı teröristlerin tanıklıklarıyla hapse atılanlar da bizleriz. Bunlar Allah’tan da  korkmadılar, kuldan da utanmadılar. PKK’lı teröristlere dahi yapılmayan,
Sabah’ın 4’ünde evlerimiz basılarak çocuklarımızın göz yaşları içinde ve de “babaa babaa” diyen haykırışları ile götürülenler de yine bizleriz.
Çocuklarımızın oyun CD’lerine el koyanları,

  • Getirdikleri kendi üretimleri olan suç delillerini evlerimize yerleştirip “işte bulduuk, işte bulduuk “diye kıçlarını yırtanları

ne de çabuk unuttunuz değil mi?

FETÖ’cülerin devlet kurumlarında, özellikle Silahlı Kuvvetler ile yargıda yaygınlaşmasının sorumluları kimlerdi?
Bu kişiler kimlerin siyasi desteği ile biz masum askerlere, kader arkadaşlarımıza alçakça  operasyonları yaptılar? Bunu asla dile getirmezsiniz.
Orduyu milletten ayırmaya çalışanlara ses çıkarmadınız.
Yandaş medyanın “zalim ordu”, “dinsiz ordu”, “darbeci ordu” iftiralarına da ses etmeyenlerdiniz.
O dönem kaçınız bize, askerine sahip çıktı ki? Silahlı Kuvvetlerin o dönem aldığı yara bugün hala devam etmektedir. Bu yaranın iyileşmesi de yıllar ama yıllar alacaktır.

Bu çirkinlikler yaşanırken, çirkin iftiralara maruz kalan silah arkadaşlarımıza sahip çıkmayan komutanların kimler olduğunu da gayet iyi biliyoruz. Hapse atılan arkadaşlarımızın ailelerine de nasıl sahip çıkılmadığını,
Sadece moral için dahi olsa ziyaret dahi edilmediklerini yaşayarak bilenlerdeniz.
Bu mu silah arkadaşlığı, bu mu kader arkadaşlığı?

“Atatürkçü subayları tasfiye etmek için”  bir ay içinde KADRO DEĞİŞİKLİĞİ yaparak Güneydoğu ve Doğu’nun birçok alakasız yerine “ihtiyaç olmadığı halde” Albay kadrosu açıp  buralara Albay’ları gönderip emekli olmaya zorlayan komutanlarımıza ne dersiniz?
Yazıklar olsun, yazıklar olsun ,yazıklar olsun. Biliniz ki unutmadık bunları.
Unutmadık, unutmayacağız. O komutanlar bugün tarihin çöplüğünde yerlerini aldılar.

Tatbikat ve gece eğitimlerinde, Çoğu kez hafta sonu tatillerinde ,
Hatta birçok tatil günlerinde ilave hiçbir ücret almadan çalıştığımızı biliyor musunuz?
Güneydoğu’daki görevlerimizde de hiçbir ilave mesai ücreti almadan çoğu zaman 8 saat değil 24 saat görev yaptığımızı,
Karakollarda Mehmetçikle yatıp Mehmetçikle kalktığımızı kaçınız bilirsiniz, söyleyiniz kaçınız?
Dini bayram tatillerinde sizler ana, baba ziyaretlerinde şehir dışlarında,
Bizler kahraman Mehmetçiklerimizle bayramlaşmak için kışlalardayız.

Güneydoğu’daki birçok görev yerine, her defasında eş ve çocuklarını batıda yalnız başlarına  bırakarak giden,
Bu  görev yerlerimizde eş ve çocuklarımızın hasreti ile yıllarca görev yapanlar da bizleriz.
Çocuklarımıza çoğu kez hem analık hem de babalık yapan,
Onların her türlü sıkıntılarıyla tek başına ilgilenmeye çalışan,
Kimsesizliklerini kimselere anlatamayan gözü yaşlı eşlerimizin ruh halini kaçınız anlar?

Küçük olup da babasının yüzünü  unutan çocuklar,
Geceleri yalnızlıktan korkan eşler,
Bir türlü geçmeyen geceler,
Küçücük çocuklarının nefesinden cesaret almaya çalışan görünmez kahraman olan eşler,
Ana, baba ve yakınlarının cenazelerine dahi yetişemeyen bizler.

Çok sık yapılan tayinlerden dolayı sık sık okul değiştirir çocuklarımız. Her gittiği okula ve arkadaşlarına adapte sorunu yaşar çocuklarımız. Eğitim durumu olumsuz etkilenen çocuklarımız. Bütün bunlar ve baba özlemi ile Psikolojisi bozulan yine bizim çocuklarımız, yine bizim çocuklarımız.

Orduevlerine girebilmek için maaşlarımızdan her ay para kesildiğini,
Emekli subayların yıllık bandrol parası ödemeden orduevlerine alınmadığını,
Çocuklarımız evlenir evlenmez jet hızıyla askeri kimlik kartları iptal edilerek orduevlerine alınmadığını kaçınız bilirsiniz?
Acaba bu jet hızı ile askeri kimlik kartı iptalini sağlayanlar Ordu içindeki FETÖ’cü subay, astsubayları tespit etmede neden bu jet hızı reaksiyonu göstermediğini de sarmak gerekir.

Her kurumun mesleklerinden dolayı birçok maddi avantajları, sosyal tesisleri olmasına rağmen  onlara ses çıkarılmazken Orduevleri’nde içtiğimiz bir bardak çayın parasını bile vicdansızca eleştirmez misiniz?
Sizlerin çok büyük bir bölümü mesleğe bir yerde başlar.
En fazla bir iki yer değiştirdikten sonra emekli olurken, bizlerin meslek hayatı boyunca 10-11 defa tayin gördüğümüzü,
Her tayinde eşyalarımızın zarar görüp birçoğunu attığımızı hiç dile getirmezsiniz.
Bir evin kaç günde toplandığını, çekilen o sıkıntıları kaçınız bilir ki?
Tayinlerde devlet asla ve asla evden eve nakliyat parası bize ödemez.
Gittiğimiz yerde ev bulana kadar ailece kaldığınız otel parasını da bize ödemez.

Eğer lojman puanımız yeterli ise bütün memurlara tanınan haklar gibi bizler de lojmanda oturabiliriz. Ancak puanı yeterli olmayan bir subay hangi rütbede olursa olsun asla lojmanda oturamaz. Dışarıda oturan silah arkadaşlarımız da terör örgütlerinin hedefidirler. Haberlerde ise dışarıda oturan asker kişilerin şehit edildikleri, ya da saldırıya maruz kaldıkları ya hiç söylenmez ya da şöyle böyle geçiştirilir.

Birçok kişinin utanmadan “subaylar bedava lojmanlarda oturuyorlar, hatta elektrik, su ve yakıt  ücreti ödemiyorlar.” demeleri ise bizleri kahreder. Unutmayınız ki bunların paralarının hepsini kuruşu kuruşuna öderiz. Şu anda birçok yerde askeri lojmanlar çok eski, kırık dökük ve de bakımsızdır. Eğer lojman çıkarsa buraları kendi paramızla adam etmeye çalışırız.

Kantinlerimizden aldığımız ürünlerin ücretini ödeyerek alış veriş ederiz. Sivildeki bazı kişiler kantinlerden ücret ödemeden ürün aldığımızı vicdansızca dile getirirler. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olursan, hele ki art niyetli olursan böyle dersin. Yazıklar olsun demekten başka bir şey diyemiyorum.

Puanı yetmeyen birçok subay askeri kamplarda kalamazlar. Kendilerine o yıl kamp çıkanlar ücreti mukabilinde kalırlar. Bu kamplardaki fiyatlarda birçok kurumun aynı ayardaki sosyal tesisinden pahalıdır. Kamptan bir kez yararlandığınızda yıllarca kamp çıkmadığını kaçınız bilir?
Eğer kampa günübirlik yatılı olmayacak şekilde gidecekseniz, öyle ücret ödemeden bedava  asla giremezsiniz. Orduevleri’nde de dışarıdaki otellere yakın oranda ücret ödeyerek “EĞER YER VARSA” kalabiliriz. Ama şunu da biliniz ki, çoğu zaman gittiğinizde yer yok derler. Bunlardan hiç haberiniz var mıdır? Diğer meslek gruplarının kampları, kantinleri, otelleri ise nedense
hiç de gözünüze batmaz.

Ayrıca güneydoğu görevlerimiz esnasında çift maaş aldığımız “YALANLARINI“ söyleyenlere  de yazıklar olsun diyorum. Her ay kendi maaşlarımızdan OYAK’a para kesilir. OYAK’tan aldığımız parayı da hesaba katarak “Askerler emekli olunca fazla emekli parası alıyorlar” diyerek göz dikenlerin vicdanları sızlamaz mı? Hiç utanmaz mı? OYAK’taki paralar bizlerin
alın teri ile kazandığımız, maaşlarımızdan her ay kesilen birikimlerimizdir. Bu durum iyi bilinmelidir.

Birçok memura belli dönemlerde ilave maaş artışı, özlük haklarında iyileştirme yapılırken, bizim üvey evlat muamelesi gördüğümüzü de unutmayalım. Vatanı korumak söz konusu olunca “birinci hatta “ nimetler söz konusu olunca “ihtiyatta” olduğumuzu da gayet iyi biliriz .
Kısacası nimetlerde üvey evlat gibiyiz. Hangi asker ve onun eşi, çocukları, damatları, gelinleri, yakınları köşeyi dönmüştür? Söyleyen var mı? Ama bir de geçmişten bu yana birçok siyasetçilerimize, onların damatlarına, çocuklarına, gelinlerine, eniştelerine bir bakınız. Yeri gelince “Bal tutan parmağını yalar” dersiniz. Devletin malı bal değildir. Bunda fakir fukaranın kısacası herkesin payı  yok mudur?

Evet bizler buyuz, vatan için ölmeye hazır Harbiyelileriz.
Vatan söz konusu olunca bizim için her şey teferruat olur.
===============================================

Değerli Albay Ömer ERBIYIK,

İçinizi dökmekle iyi ettiniz.. Halkımız bu acı gerçeklerin büyük bölümünü bilmiyor olabilir.

Biz Ergenekon – Balyoz- Poyrazköy… vb. kumpasları taa başından fark ettik ve doğru konum alarak Kemalist subaylarımızı sahiplendik.

Kezlerce Silivri’ye geldik Ankara’dan..

Ankara’da SESSİZ ÇIĞLIK eylemlerinin neredeyse tümüne katıldık ve konuşma yaptık, uyardık, yol gösterdik..

web sitemizde sabahlara dek çalışıp makaleler – raporlar yayınladık.. Uyardık, çağrı yaptık..

Ancak 12 Mart ve 12 Eylül’de halkımız, bizim ailemiz çooooooooooooooook  ağır bedeller ödedi. Bunları da unutmak olanak dışı..

EMEĞE SAYGILI HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ, insan – yurt sevgisi, demokrasi, hoşgörü… hepimize gerek.

Ülkemiz için güzel eylediğiniz her şeye teşekkür ederiz.
Ancak yanlış ve hukuk dışına çıkanlar için hem özeleştiri dileriz hem de yargıda hesabının verilmesini..

Sevgi ve saygı ile. 07 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

  

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 06.12.2017

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 06.12.2017

Naci BEŞTEPE

VEKİL
AKP Ordu mv. Metin GÜNDOĞDU, protokol tribününe çocuklarını sokmaması için uyarıda bulunan görevliyi darp etti.
AKP’li vekildir, ne yapsa yeridir…

BOŞ
Diyanet sitesinde “boşadım, boş ol” ifadelerinin boşanma için yeterli olduğu yazıldı.
Diyanet böyle, kadın köle…

KADINLARIMIZ
CB Başdanışmanı Av. Özlem ZENGİN, Erdoğan’ın başbakanlığından başlayarak
kadınlarımız için hukuk alanında fevkalade iyileştirmeler yapıldığını söyledi.
Ne demezsin; erken yaşta evliliğe ceza azaltılması, müftü nikahı, türban özgürlüğü…
Say say bitmez…

TRT
Kılıçdaroğlu, ”kutuyu açıyorum” deyince TRT yayını kesti.
Açtırma kutuyu, gösterme kötüyü!…

ÖRGÜT
AB, FETÖ’yü terör örgütü olarak kabul etmediklerini ve etmeyeceklerini açıkladı.

Bekle kapısını, besle yılanı…

KAÇIRMAK
AKP’li Mustafa ŞENTOP, “Zarrab’ın gidişine seyirci kalmak ihanettir.”
Zarrab’la işbirliği yapıp rüşvet yemek vatana hizmettir!…

SAHTE
Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı belgelerle ilgili soruşturma açılması
TBMM’de AKP ve MHP ‘lilerce engellendi.
Reza’nın Bakanları da bu Meclis’te aklanmıştı. Hiç yanıltmazlar…

AVUKAT
Halk Bankası parasıyla tutulan avukatlar, genel müdür S. ASLAN’ın rüşvet aldığını itiraf etti.
ABD komplosuna yardım için tutulmuşlar!…

SAVCILIK
Ankara Cumhuriyet Başsavcısı CHP’den belgeleri istedi.
Belgeleri onaylatacak Noter zor bulundu.
Savcı ne yapar? Papatya falına başlayın…

BORÇLU
Kişi başına borç 18 bin TL’yi geçmiş.
Dayanın yiğitler kamçıya!…

ŞEREF
Ali Ağaoğlu, ”Zarrab’a şeref madalyası takmalıydık” demiş.
Şerefsiz/e?…

FEDAKAR
Çalışma Bakanı asgari ücretliden fedakarlık istedi.
Rüşvetten fedakarlık edilse nasıl olur?…

HAYIRSEVER
Bahçeli’nin “şarlatan” dediği Zarrab’ı savcılık da “casus” ilan etti.
Beyler dikkat, hayırsever iş adamıdır kendisi…

ATASÖZÜ
ABD’li yargıç Türk atasözü öğrenmiş.
Gıda ihracatı (sıfır ihraç olduğunu itiraf etti) ödüllü Zarrab’a Türk diline hizmetten de
ödül verilebilir…

MAŞALLAH
RTE, ”Son bir hafta içinde bin teröristi etkisiz hale getirdik”
Dünya genelinde mi?…

DALGA
Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Casusluk, 28 Şubat, FETÖ derken Zarrab tutuklama dalgaları başladı.
Dalgalan Türkiyem dalgalan…

YAHU
Yolsuzluk şüphesi ile polis Netenyahu’nun evini bastı. Onbinlerce İsrailli başbakanı protesto etti.
İsrail’in milli sorunları yok galiba…

Türk vatandaşı Naci BEŞTEPE

PADİŞAHIN TEBAASI OLMAK YA DA YURTTAŞLIK…

PADİŞAHIN TEBAASI OLMAK YA DA YURTTAŞLIK…

 Nusret Kebapci's profile photo

Nusret KEBAPÇI
10–07–2016

Başlığı okuyunca, memlekette padişahlık kalkalı neredeyse 100 yıl oldu hala neyin tartışmasını yapıyoruz dediğinizi duyar gibi oluyorum ama… İnanın söylediğiniz gerçeği hiç mi hiç yansıtmıyor. Tabi burada ülkeyi yönetenlerin kendilerini padişah gibi görmeleri değil benim kastettiğim…

Hatta bazı valilerin… Kaymakamların… Belediye başkanlarının,
kendilerini halkın çok üstünde görerek ve halkın yararına harcanması gereken paraları…Lüks… Gösteriş ve… Saltanat için harcamaları da değil.
Benim anlatmak istediğim… Padişahlığın kaldırılmasının üzerinden neredeyse 100 yıla yakın zaman geçmesine karşın bir türlü yurttaş olamayıp hala tebaalığı sürdürmeye çalışmamız…

Aslına bakarsanız çok fazla araştırma yapmaya, kanıt toplamaya falan gerek yok…
Sadece ülkenin belli başlı siyasi konularında alınan tutuma bakın, gerisi zaten çok kolay anlaşılacaktır… Hatırlar mısınız? Bir zamanlar Ergenekon, Balyoz türünden operasyonlar yapılıyor, dalga üstüne dalgalar yaratarak… Üstelik çeşitli yerlere gömülen silahların bulunmasıyla suçlu bir ordu yaratılmaya çalışılıyordu.

Öyle işler yapıldı ki hemen tüm halk çok ciddi bir darbe tezgâhından kurtulduğu için operasyon yapanlara minnet bile duydu… Kimse olayların önü nedir? Arkası nedir? Sorgulamadı bile… Derken adına “Demokratik Açılım” denilen süreç başlayıverdi…
Kimi zaman “Milli Birlik Kardeşlik… “
Kimi zaman da “Çözüm Süreci” denilen…
“Analar ağlamasın”, “Kan dökülmesin”, “Şehit olmasın” söylemleri eşliğinde…
PKK’nın serbest bırakılıp… Askerin ise elinin kolunun bağlandığı bu dönemde de tutum değişmedi…

Neden bunu yapıyoruz, gerçekte ne oluyor? PKK silah bırakıp gider mi?
Ya da gidiyor mu? Bu işin arkasında ne var?
BOP eş başkanlığı nedir? Hiç sorgulanmadı…
Tüm yapılanlar “padişahım çok yaşa” türünden yanlış da yapılsa, doğru da olsa desteklendi… Tabi bu tutum sadece bunlarla sınırlı kalmadı…
İsrail’le yaşanan “van münite” olayında ve barışılmasında…
Rus uçağının düşürülmesi ve özür dilenmesinde de hep yaşandı.
O kadar ki, yeni hazırlanan, içinde Türk Milleti’nin olmayacağı anayasa için bile durum çok ümitli değil…

Demek istediğim…
Bizi yurttaş yapan sadece padişahlığın kalkması ya da oy kullanmış olmamız değildir…
Ne zaman ki yukarıdan dayatılanı sorgular…
Tartışır…
Beğenmediğinize örgütlenir, tepki koyarsınız…
İşte o zaman yurttaşsınızdır.
Ya da tüm yapılanları sineye çeker…Katlanır…
İtaat ederseniz de tebaa… Bu kadar açık…

 

Prof. Dr. Ali Demirsoy : PARALEL YAPI


Prof. Dr. Ali Demirsoy : PARALEL YAPI

Dostlar,

Sn. Prof. Dr. Ali Demirsoy, dünya genelinde tanınan çok başarılı bir
Evrim Biyoloğu‘dur.

Politik – sosyal olayları irdelemede Doğa modelini başarıyla kullanır.

Aşağıdaki yazısında da böyle yapıyor. Fizikten örneklerle “PARALEL YAPI” denen ülkemizin baş belasını çözümlüyor.

Çok öğretici..
Özenle okunmasını dileriz.

Sevgi ve saygıyla.
7.9.2014, Muğla

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=======================================

PARALEL YAPI..

  • Paralel yapı olarak adlandırılan yapılanma, siyaseten ortadan kaldırılmalıdır; çünkü 2 cambaz bir ipte oynayamaz.
  • Ancak toplumun da öbür cambazın bir gün ayaklarını yere bastırması gerekir. O gün geldi…

Ali_Demirsoy_portresi2

 

Prof. Dr. Ali Demirsoy

 

 

 

Fizikte dalgalar anlatılırken dalgaların aynı frekansta bir biri üzerine bindirildiğinde oluşturdukları yıkıcı gücü açıklayabilmek için çoğunluk şöyle bir örnek verilir:

Bir asma köprüde, birçok kemanın aynı zamanda aynı frekansta ses çıkaracak biçimde yayları çekilirse, bir zaman sonra köprü yıkılır. Çünkü aynı frekansta oluşturulan dalgalar her nota vuruşunda belirli bir itme gücü meydana getireceği ve bir diğeri ile
üst üste binerek güçleneceği için, köprü neden yapılı olursa olsun yıkılır. Eğer farklı sesler çıkarılırsa, dalgaların bir bölümü öbür dalgalarla girişime uğrayarak söner ve yıkım önlenir. Bu fiziğin temel kurallarından biridir.

Aslında daha iyi anlayacağımız bir örnek daha var: Lazer, aynı kaynaktan çıkan ışın demetlerinin paralel bir konuma getirilmesiyle oluşturulur. Doğal ışın kaynaklarında çıkan ışınların bir bölümü biraz erken ya da biraz geç çıktıkları için dalgaların şişkin oldukları yerlerde birbirlerini söndürürler. Böylece bu tip ışınlar çok uzaklara gidemez; yıkıcı etki de gösteremez. Eğer ışınlar aynı kaynaktan çıkıyorsa ve birbirine paralel bir düzenleme ile bir araya getiriliyorsa, bu ışınlar buradan Ay’a dek saçılmadan gidebilirler; yalnızca birkaç kalem pilden enerjilerini alsalar bile, bir noktaya o denli yoğunlaştırılabilirler ki, kalın demiri dahi kesebilirler. Yakarlar, yıkarlar; bu nedenle lazer göstergeçlerini (AS: “pointer” yerine!) retinamızı tahrip etmesin diye gözümüze tutmaktan kaçınırız. Lazer ışınları iyi işlerde de yıkıcı işlerde de başarıyla kullanılabilir. Bu niyete bağlıdır.

Paralel ışınların fiziğin bir kuralı olarak aynı kaynaktan çıkması gerektiğini söyledik. Paralel yapılanmanın en önemli özelliği şu ya da bu biçimde ortak bir noktadan besleniyor ya da beslenmiş olmalarıdır. Şu anda Türkiye’de paralel bir yapılanmanın olduğu yetkililerce akşam-sabah söylenmektedir. Bu yapının koruyucusu ve akıl babası olarak da malum ülke gösterilmektedir. Doğru olmaması için bir neden gözükmüyor. Ancak şu anda yönetimin başında bulunanların, daha yönetime gelmeden, ayaklarının altına kırmızı halı serilerek Oval Ofis’te ülkesinin yetkililerinden uzak, emperyalist olarak bilinen bu ülkenin başkanı ile baş başa görüşmeler yapmış olması (AS: RTE’nin 10.12.2002’de daha milletvekili bile değilken Başkan oğul Bush tarafından kabulü), şu anda gündemde olan paralel yapının öbür bileşeninin hazırlanması olarak akla gelmektedir. Çünkü paralel yapıda iki bileşen yan yana olmak zorundadır.
Belli ki iki bileşen bir yerlerde senkronize edildi (uyumlu hale getirildi) ve belirli çevreler ve emperyalist ülkeler için tehdit olarak algılanan kuruluşların üzerine tutuldu.

Hiç kimsenin daha önce tahmin edemeyeceği bir biçimde, yıkılmaz, yanaşılmaz, eleştirilemez, kolay kolay alt edilemez kurum ve kişilerin üzerine tutularak yakıldı ve yıkıldı. Bunun siyaset tarihimizdeki ismi, başta bağımsız ülke özlemi içinde olan, terör için bizzat emek vermiş askeri zevata, kişilikli bilim adamlarına, yazarlara, sanatkârlara yönlendirildi. Bunlara çeşitli adlar takıldı: Balyoz, Ergenekon, Casusluk
Bu kurumların ve kişilerin belleri kırıldı. Bu yıkım için yasal zeminin hazırlanması yöneticilere, belge ve kanıt yaratılması ile yargılama süreçlerinin yürütülmesi öbür bileşene bırakıldı. Çok uyumlu bir çift olarak gerekli yıkımı yaptılar. Bunu tarih çok daha açık bir biçimde yazacaktır.

Ancak yüzyıllar ötesinden gelen bir atasözümüzün gereği olarak bu paralellik uzun süremedi: İki cambaz bir ipte oynamaz. Sıcak kestaneler maşa kullanılarak sahneden uzaklaştırılmıştı. Öbür bileşen bu aşamadan sonra tehlikeli olabilirdi. Çünkü öbür bileşenin oluşturulma nedenini ve nasıl kullanılabileceğini en iyi kendisi (paralelin öbür bileşeni) bilebilirdi. Ne de olsa aynı memeden süt emmişlerdi. Bunun için öbür bileşenin düzeninin bozulması gerekiyordu. Dershanelerden başlayarak, atamalar, okullara baskınlar, işyerlerinin sürekli denetimleri, cezalar, bu bileşenin içinde olduğu bilinen ya da varsayılan kişilerin görevlerinden uzaklaştırılması ve en üst yönetimin kürsülerden açık açık bu teşkilatın okullarına öğrenci verenleri tehdit etme, bankalarına devlet kaynaklarının esirgenmesi, yayın organlarına devlet reklam desteğinin kaldırılması ve onlarca önlem ile saldırı başlatıldı. Paralel bileşenin birinin cumhurbaşkanı, başbakanı, komutanı ve devleti oluşturan belirli makamlarda temsilcileri yoktu. Dolayısıyla gücü, sadece organizasyonu ile sınırlıydı; öbürünün gücü yasal konumu ve yetkili yerleri elinde bulundurmasından kaynaklanıyordu. Sancılı süreç böylece başladı…

Paralel yapılar oluşturma, sanatta, ticarette, askeriyede, sosyal organizasyonda yararlı sonuçlar doğurduğu Batı dünyasının kol kola girmiş ülkelerinde gözleniyor. Çünkü dinde yapmış oldukları reformlar ile bilimi ve analitik düşünceyi eğitimlerinin vazgeçilmez ögesi yaptılar. Ancak dogma ile yoğrulmuş, korkularla yetiştirilmiş ve her şeyi tehdit olarak gören toplumlarda bu paralellik -en çok ortak kısa vadeli- çıkarları sürdükçe bir arada tutulabiliyor. Bu nedenle İslam ülkelerinin hiçbirinde tüm çabalara karşın ortak bir strateji belirlenemiyor.

Aslında böyle bir paralel yapının oluşturulmasına izin veren ve bu oluşuma yıllarca göz yuman hatta destek veren yönetimlerin ihaneti unutulur gibi değildir. Nitekim 27.07.2014 tarihinde bir zamanların Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un açıklamasına göre, “Paralel yapıdan bahsederek bugün bize yarın size” diyerek başbakanı uyarmasına karşın, paralel yapının savcısı olduğunu övünerek kürsülerde haykıran başbakan, ordunun değerli subaylarının, onurlu rektörlerin, parti başkanlarının, yazarların bir çeşit linç edilmesine ve feryatlara seyirci kalmış; ta ki paralel yapı başbakanın oğluna uzanana kadar. Bir yıl önce, yönetimin tam kadro katıldığı törenlerde bu yapılanmaya övgüler dizilirken, bir yıl sonra nefret kusulması çoğu kişi için anlaşılabilir değildir. Birçoğu, bu nefretin, yönetimin başındakilerin ve çocuklarının söylenen ve görüntülenen yolsuzluklarını, bir zamanlar Balyoz ve Ergenekon davalarındaki yöntemlerle servis edilmeye başlanmasına tepki olduğu söylense de, iki cambaz bir ipte oynayamadığı için bu paralellik bozulmuştur. Geçmişte devlet kadrolarını ve kritik makamları ele geçirmek için aralarında su sızmayan bir ortaklık kurulmuştu. Eğitimde başarısıyla öne çıkan, siyasi bir yapılanma göstermeden devletin kadrolarını sinsi sinsi ele geçiren bir bileşen öbürünün işine çok yarayabilirdi; ne de olsa aynı ananın çocuklarıydı. Türbana özgürlük diye ortak bir sloganları da vardı. Ancak devlet gücünü ele geçiren siyasi bileşenin (kanadının) bu kadrolaşmadaki bu ortaklığa gereksinmesi kalmamıştı; bu ortaklığı bir tehdit olarak görmeye başlamıştı. Türban devletin resmi giysisi durumuna geçince etkinliğini yitirmiş oldu; bunun üzerine taraflar hizmet sloganı ile gemiyi yürütmeye çalıştıysalar da. İki cambaz bir ipte oynayamadığı için, birinin bertaraf edilmesi gerekiyordu. Paralel yapılanma tanımı böyle ortaya çıktı. İşin ilginci bu ortaklığın ikizinden biri bu tanımı yaparak öbürünü yok etmeye çalışmasıdır. Çeşitli itham ve suçlamalarla, devlet baskısıyla bu birliktelikteki bir kesimin ışınlarının demet oluşturma gücü söndürülmüş olabilir; ancak öbürü hala tüm diriliğiyle, üstelik devlet olanaklarını arkasına almış olarak devam etmektedir.

Biz tekrar ışınlarımıza dönersek, lazer ışınlarının paralellik (ortaklık) bozulmadığı sürece sonsuza kadar aynı güçle iletildiğini biliyoruz. Ancak dalgaların birinde meydana gelen bir frekans farklılığı sönmelere neden olur. En önemlisi ise paralel olduklarında farklı bir ortamdan geçerken ya da bir kristal üzerine düştüklerinden aynen yollarına devam ederken, paralel ışınların birinde meydana gelen bir frekans değişikliği, onların yolunun ayırımına neden olur. Örneğin üçgen şeklindeki bir kristal üzerine düşen beyaz ışınların farklı renklere ayrılması gibi. Açıkça birlikte seyir eden bu ışınlar yolsuzluk ve rüşvet denen tarihi bir hesaplaşmaya rastlatılmasaydı yıkım yoluna devam edecekti. Ancak başbakana yakın kristalin üzerine düşmesiyle tayflarına ayrıldı. Renkler ortaya çıktı. Bu aşamada kim kimin paraleledir yorumu ya da tartışması yapmak da anlamsızdır. Paralel yapı olabilmesi için bir birinin aynı olan iki dalganın aynı zamanda aynı ortamda bulunması gereklidir. Durum öyleydi. Buradaki en önemli araştırılması ve açığa çıkarılması gereken, bu paralel yapının frekanslarını farklılaştıran güç neydi? Hükümet ve devlet olamazdı. Çünkü zaten kol kola yıkıcı eylemlerini gerçekleştirdiler (idamla yargılanan yüzlerce insanın bugün dışarıda elini kolunu sallayarak gezmesi bunun çok açık kanıtıdır). Bu ışınlardan birinin ortadan kaldırılması gerekirdi; çünkü ikisi aynı ortamda sürseydi, fizikte girişim olarak bilinen sönme olayı ile her ikisi de ortadan kalkacaktı. Biri şu anda devletin olanaklarını kullandığı ve devletin resmi hükümeti olduğu için ayakta kalmalıydı. Dolayısıyla geçmişiyle, yaşanan ahlak, hukuk ve insanlık dışı uygulamalarıyla bu paralelliğin ortadan kalkması gerekirdi;  ölüm kalım savaşı böylece başlatılmış oldu. Ancak, bu paralel yapıyı (her iki ışını) tasarlayan, ülkemize musallat eden gücün kim olduğunu belli ki yalnızca Başbakanımız bilebilir. Hiç kimse bu bakımdan muhalefetten bir açıklama bekleyemez ve onları da sorumlu tutamaz. Geçmişte talimatların Pennsylvania ya da Oval Ofis’ten alınmış olması durumun ahlaki ya da hukuki anlamını değiştirmez.

Dünya siyaset tarihine geçecek eylemleri de bu paralel yapı hengâmesinde öğrendik. Bir zamanlar hukuka, ahlaka, insanlığa, demokrasiye aykırı eylemler yaptığı söylenen insanlar; kaderin cilvesine bakın ki aynı yöntemlerle gözaltına alınıyor, sorgulanıyor, aynı hukuksal işlemlerden geçiriliyorlar. O gün çığlıkları ve yakınmaları duymayanlar;
bugün aynı çığlıkları kendileri atıyor. Paralellik en az bu eylem benzerliğinde sürüyor. Ne yazık ki hukukun, demokrasinin, insani değerlerin, vatan millet kavramlarının zayıflatıldığı bir ülkede insanlar sağır olurlar; haklıyla haksızı ayıracak erdemlerini yitirirler.

Cumhurbaşkanı seçimlerinde, adaylardan birinin, Anayasamızda yazılı olmayan yetkilerin dışındaki yetkileri kullanacağını ve Anayasa gereği tarafsız olması gerektiği halde taraflı olacağını beyan etmesi, filtreleri yerle bir edilmiş eldeki senkronize gücün bugüne dek olduğu gibi, bundan sonra da nasıl kullanacağının ipuçlarını vermektedir.

Elinize bir lazer tüpü alın ve karanlığa tutun, yalnızca size yol gösterecek, yalnızca size yarar sağlayacak ince uzun bir ışık demetinin oluştuğunu    göreceksiniz. Etkilidir; ancak çevresi hep karanlıktır. Tüm yetkileri hep elinde utmak isteyenlerin durumu böyledir. Elinize bir mum alın, ışığının uzağa gitmediğini görseniz de çevrenizin aydınlandığını göreceksiniz. Bu ışık yalnızca size değil herkese yol gösterecektir.

Dilerim bu ülkenin Atatürk’le başlayan, bilime, uygarlığa doğru yöneldiğimiz yolu, laik, bilgili, akılcı ve munis yöneticiler aydınlatır…

Prof. Dr. Ali Demirsoy : Paralel yapı


Paralel yapı olarak adlandırılan yapılanma,
siyaseten ortadan kaldırılmalıdır;
çünkü iki cambaz bir ipte oynayamaz


Prof. Dr. Ali Demirsoy

Fizikte dalgalar anlatılırken dalgaların aynı frekansta bir biri üzerine bindirildiğinde oluşturdukları yıkıcı gücü açıklayabilmek için çoğunluk şöyle bir örnek verilir:

Bir asma köprüde, birçok kemanın aynı zamanda aynı frekansta ses çıkaracak biçimde yayları çekilirse, bir zaman sonra köprü yıkılır. Çünkü aynı frekansta oluşturulan dalgalar her nota vuruşunda belirli bir itme gücü meydana getireceği ve bir öbürü ile üst üste binerek güçleneceği için, köprü neden yapılı olursa olsun yıkılır. Eğer farklı sesler çıkarılırsa, dalgaların bir bölümü öbür dalgalarla girişime uğrayarak söner ve yıkım önlenir. Bu fiziğin temel kurallarından biridir.

Aslında daha iyi anlayacağımız bir örnek daha var: Lazer, aynı kaynaktan çıkan ışın demetlerinin paralel bir konuma getirilmesiyle oluşturulur. Doğal ışın kaynaklarından çıkan ışınların bir bölümü biraz erken ya da biraz geç çıktıkları için dalgaların şişkin oldukları yerlerde birbirlerini söndürürler. Böylece bu tip ışınlar çok uzaklara gidemez; yıkıcı etki de gösteremez. Eğer ışınlar aynı kaynaktan çıkıyorsa ve birbirine paralel bir düzenleme ile bir araya getiriliyorsa, bu ışınlar buradan Ay’a dek saçılmadan gidebilirler; yalnızca birkaç kalem pilden enerjilerini alsalar bile, bir noktaya o denli yoğunlaştırılabilirler ki, kalın demiri bile kesebilirler. Yakarlar, yıkarlar;
bu nedenle lazer göstergeçlerini retinamızı tahrip etmesin diye gözümüze tutmaktan kaçınırız. Lazer ışınları iyi işlerde de yıkıcı işlerde de başarıyla kullanılabilir. Bu niyete bağlıdır.

Paralel ışınların fiziğin bir kuralı olarak aynı kaynaktan çıkması gerektiğini söyledik. Paralel yapılanmanın en önemli özelliği şu ya da bu şekilde ortak bir noktadan besleniyor ya da beslenmiş olmalarıdır. Şu anda Türkiye’de paralel bir yapılanmanın olduğu yetkililerce akşam-sabah söylenmektedir. Bu yapının koruyucusu ve akıl babası olarak da malum ülke gösterilmektedir. Doğru olmaması için bir neden gözükmüyor. Ancak şu anda yönetimin başında bulunanların, daha yönetime gelmeden, ayaklarının altına kırmızı halı serilerek Oval Ofis’te ülkesinin yetkililerinden uzak, emperyalist olarak bilinen bu ülkenin başkanı ile baş başa görüşmeler yapmış olması, şu anda gündemde olan paralel yapının öbür bileşeninin hazırlanması olarak akla gelmektedir. Çünkü paralel yapıda iki bileşen
yan yana olmak zorundadır. Belli ki iki bileşen bir yerlerde senkronize (AS: eş zamanlı kılındı) edildi (uyumlu hale getirildi) ve belirli çevreler ve emperyalist ülkeler için tehdit olarak algılanan kuruluşların üzerine tutuldu.

Hiç kimsenin daha önce kestiremeyeceği bir biçimde, yıkılmaz, yanaşılmaz, eleştirilemez, kolay kolay alt edilemez kurum ve kişilerin üzerine tutularak yakıldı ve yıkıldı. Bunun siyaset tarihimizdeki ismi, başta bağımsız ülke özlemi içinde olan, terör için bizzat emek vermiş askeri zevata, kişilikli bilim adamlarına, yazarlara, sanatkârlara yönlendirildi. Bunlara çeşitli adlar takıldı:

Balyoz, Ergenekon, Casusluk…

Bu kurumların ve kişilerin belleri kırıldı. Bu yıkım için yasal zeminin hazırlanması yöneticilere, belge ve delil yaratılması ile yargılama süreçlerinin yürütülmesi öbür bileşene bırakıldı. Çok uyumlu bir çift olarak gerekli yıkımı yaptılar. Bunu tarih çok daha açık bir şekilde yazacaktır.
Ancak yüzyıllar ötesinden gelen bir atasözümüzün gereği olarak bu paralellik uzun süremedi: İki cambaz bir ipte oynamaz. Sıcak kestaneler maşa kullanılarak sahneden uzaklaştırılmıştı. Öbür bileşen bu aşamadan sonra tehlikeli olabilirdi. Çünkü öbür bileşenin oluşturulma nedenini ve nasıl kullanılabileceğini en iyi kendisi (paralelin öbür bileşeni) bilebilirdi. Ne de olsa aynı memeden süt emmişlerdi. Bunun için öbür bileşenin düzeninin bozulması gerekiyordu. Dershanelerden başlayarak, atamalar, okullara baskınlar, iş yerlerinin sürekli denetimleri, cezalar, bu bileşenin içinde olduğu bilinen ya da varsayılan kişilerin görevlerinden uzaklaştırılması ve
en üst yönetimin kürsülerden açık açık bu teşkilatın okullarına öğrenci verenleri tehdit etme, bankalarına devlet kaynaklarının esirgenmesi,
yayın organlarına devlet reklam desteğinin kaldırılması ve onlarca önlem ile saldırı başlatıldı. Paralel bileşenin birinin cumhurbaşkanı, başbakanı, komutanı ve devleti oluşturan belirli makamlarda temsilcileri yoktu. Dolayısıyla gücü, yalnızca organizasyonu ile sınırlıydı; öbürünün gücü yasal konumu ve yetkili yerleri elinde bulundurmasından kaynaklanıyordu.
Sancılı süreç böylece başladı…

Paralel yapılar oluşturma, sanatta, ticarette, askeriyede, sosyal organizasyonda yararlı sonuçlar doğurduğu batı dünyasının kol kola girmiş ülkelerinde gözleniyor. Çünkü dinde yapmış oldukları reformlar ile bilimi ve analitik düşünceyi eğitimlerinin vazgeçilmez unsuru yaptılar. Ancak,
dogma ile yoğrulmuş, korkularla yetiştirilmiş ve her şeyi tehdit olarak gören toplumlarda bu paralellik -en çok ortak kısa erimli- çıkarları sürdükçe bir arada tutulabiliyor. Bu nedenle İslam ülkelerinin hiçbirinde tüm çabalara karşın ortak bir strateji belirlenemiyor.

Aslında böyle bir paralel yapının oluşturulmasına izin veren ve bu oluşuma yıllarca göz yuman hatta destek veren yönetimlerin ihaneti unutulur gibi değildir. Nitekim 27.07.2014 tarihinde bir zamanların Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un açıklamasına göre, “Paralel yapıdan bahsederek bugün bize yarın size” diyerek Başbakanı uyarmasına karşın, paralel yapının savcısı olduğunu övünerek kürsülerde haykıran Başbakan, Ordu’nun değerli subaylarının, onurlu rektörlerin, parti başkanlarının, yazarların bir çeşit linç edilmesine ve feryatlara seyirci kalmış;
ta ki paralel yapı başbakanın oğluna uzanana dek.

Bir yıl önce, yönetimin tam kadro katıldığı törenlerde bu yapılanmaya övgüler dizilirken, bir yıl sonra nefret kusulması çoğu kişi için anlaşılabilir değildir. Birçoğu, bu nefretin, yönetimin başındakilerin ve çocuklarının söylenen ve görüntülenen yolsuzluklarını, bir zamanlar Balyoz ve Ergenekon davalarındaki yöntemlerle servis edilmeye başlanmasına tepki olduğu söylense de, iki cambaz bir ipte oynayamadığı için bu paralellik bozulmuştur. Geçmişte devlet kadrolarını ve kritik makamları ele geçirmek için aralarında su sızmayan bir ortaklık kurulmuştu. Eğitimde başarısıyla öne çıkan, siyasi bir yapılanma göstermeden devletin kadrolarını sinsi sinsi ele geçiren bir bileşen öbürünün işine çok yarayabilirdi; ne de olsa aynı ananın çocuklarıydı.

Türbana özgürlük diye ortak bir sloganları da vardı. Ancak devlet gücünü ele geçiren siyasi bileşenin (kanadının) bu kadrolaşmadaki bu ortaklığa gereksinmesi kalmamıştı; bu ortaklığı bir tehdit olarak görmeye başlamıştı. Türban devletin resmi giysisi durumuna geçince etkinliğini yitirmiş oldu; bunun üzerine taraflar hizmet sloganı ile gemiyi yürütmeye çalıştıysalar da. İki cambaz bir ipte oynayamadığı için, birinin bertaraf edilmesi gerekiyordu. Paralel yapılanma tanımı böyle ortaya çıktı. İşin ilginci bu ortaklığın ikizinden biri bu tanımı yaparak öbürünü yok etmeye çalışmasıdır. Çeşitli itham ve suçlamalarla, devlet baskısıyla bu birliktelikteki bir kesimin ışınlarının demet oluşturma gücü söndürülmüş olabilir; ancak öbürü hala tüm diriliğiyle, üstelik devlet olanaklarını arkasına almış olarak devam etmektedir.

Biz yeniden ışınlarımıza dönersek, lazer ışınlarının paralellik (ortaklık) bozulmadığı sürece sonsuza dek aynı güçle iletildiğini biliyoruz. Ancak dalgaların birinde meydana gelen bir frekans farklılığı sönmelere neden olur. En önemlisi ise paralel olduklarında farklı bir ortamdan geçerken ya da bir kristal üzerine düştüklerinden aynen yollarına devam ederken, paralel ışınların birinde meydana gelen bir frekans değişikliği, onların yolunun ayırımına neden olur. Örneğin üçgen şeklindeki bir kristal üzerine düşen beyaz ışınların farklı renklere ayrılması gibi. Açıkça birlikte seyir eden bu ışınlar yolsuzluk ve rüşvet denen tarihi bir hesaplaşmaya rastlatılmasaydı yıkım yoluna devam edecekti.

Ancak başbakana yakın kristalin üzerine düşmesiyle tayflarına ayrıldı. Renkler ortaya çıktı. Bu aşamada kim kimin paraleledir yorumu ya da tartışması yapmak da anlamsızdır. Paralel yapı olabilmesi için bir birinin aynı olan iki dalganın aynı zamanda aynı ortamda bulunması gereklidir. Durum öyleydi. Buradaki en önemli araştırılması ve açığa çıkarılması gereken, bu paralel yapının frekanslarını farklılaştıran güç neydi? Hükümet ve devlet olamazdı. Çünkü zaten kol kola yıkıcı eylemlerini gerçekleştirdiler (idamla yargılanan yüzlerce insanın bugün dışarıda elini kolunu sallayarak gezmesi bunun çok açık kanıtıdır). Bu ışınlardan birinin ortadan kaldırılması gerekirdi; çünkü ikisi aynı ortamda sürseydi, fizikte girişim olarak bilinen sönme olayı ile her ikisi de ortadan kalkacaktı. Biri şu anda devletin olanaklarını kullandığı ve devletin resmi hükümeti olduğu için ayakta kalmalıydı.

Dolayısıyla geçmişiyle, yaşanan ahlak, hukuk ve insanlık dışı uygulamalarıyla bu paralelliğin ortadan kalkması gerekirdi; ölüm kalım savaşı böylece başlatılmış oldu. Ancak, bu paralel yapıyı (her iki ışını) tasarlayan, ülkemize musallat eden gücün kim olduğunu belli ki sadece başbakanımız bilebilir. Hiç kimse bu bakımdan muhalefetten bir açıklama bekleyemez ve onları da sorumlu tutamaz. Geçmişte talimatların Pennsylvania ya da Oval Ofisten alınmış olması durumun ahlaki ya da hukuki anlamını değiştirmez.

Dünya siyaset tarihine geçecek eylemleri de bu paralel yapı hengâmesinde öğrendik. Bir zamanlar hukuka, ahlaka, insanlığa, demokrasiye aykırı eylemler yaptığı söylenen insanlar; kaderin cilvesine bakın ki aynı yöntemlerle gözaltına alınıyor, sorgulanıyor, aynı hukuksal işlemlerden geçiriliyorlar. O gün çığlıkları ve yakınmaları duymayanlar; bu gün aynı çığlıkları kendileri atıyor. Paralellik en az bu eylem benzerliğinde sürüyor. Ne yazık ki hukukun, demokrasinin, insani değerlerin, vatan millet kavramlarının zayıflatıldığı bir ülkede insanlar sağır olurlar; haklıyla haksızı ayıracak erdemlerini yitirirler.

Cumhurbaşkanı seçimlerinde, adaylardan birinin, Anayasamızda yazılı olmayan yetkilerin dışındaki yetkileri kullanacağını ve Anayasa gereği tarafsız olması gerektiği halde taraflı olacağını beyan etmesi, filtreleri yerle bir edilmiş eldeki senkronize (AS: eşanlı) gücün bu güne kadar olduğu gibi, bundan sonra da nasıl kullanacağının ipuçlarını vermektedir.

Elinize bir lazer tüpü alın ve karanlığa tutun, yalnızca size yol gösterecek, yalnızca size yarar sağlayacak ince uzun bir ışık demetinin oluştuğunu göreceksiniz. Etkilidir; ancak çevresi hep karanlıktır. Tüm yetkileri hep elinde utmak isteyenlerin durumu böyledir. Elinize bir mum alın, ışığının uzağa gitmediğini görseniz de çevrenizin aydınlandığını göreceksiniz.
Bu ışık yalnızca size değil herkese yol gösterecektir.

Dilerim bu ülkenin Atatürk’le başlayan, bilime, uygarlığa doğru yöneldiğimiz yolu, laik, bilgili, akılcı ve munis yöneticiler aydınlatır…

  • Paralel yapı olarak adlandırılan yapılanma, siyaseten ortadan kaldırılmalıdır; çünkü iki cambaz bir ipte oynayamaz.

Ancak toplumun da öbür cambazın bir gün ayaklarını yere bastırması gerekir. O gün geldi… (31.7.2014)

 

HANGİ KOMUTANLAR EVLERİNE ALINMIYOR ??

HANGİ KOMUTANLAR EVLERİNE ALINMIYOR ??

Donanma eski Komutanı emekli Oramiral Nusret Güner,
Deniz Harp Okulu eski komutanı emekli Tuğamiral Türker Ertürk ve
emekli Tümgeneral Naci Beştepe‘nin Mayıs ayında dolan
Orduevlerine giriş yasağı Kasım 2014’e dek uzatıldı.

Orduya ‘kumpas’ kurulduğunu her fırsatta dile getiren ve bu konuda mücadele veren isimlerin orduevlerine giriş yasağının belli dönemlerle uzatıldığı öğrenildi.

“SUSMAMIZ İSTENİYOR SANIRIM”

Konuyla ilgili görüştüğümüz emekli tuğamiral Türker Ertürk, “Üçer aylık, altışar aylık periyotlarla Orduevlerine giriş yasağımız uzatılıyor. Susmamız isteniyor sanırım. Susarsak cezamızı uzatmayacaklarının mesajını mı veriyorlar?” dedi.

“Balyoz, Askeri casusluk, Ergenekon vb. adlarla, asker ve aydınlara yönelik yürütülen operasyonlara, kumpasa karşı adalet ve hukuk için mücadele ediyorum..” diyen Ertürk, yaşanan durumu Osmanlı’nın son döneminde ‘mütareke’ paşalarının artışına benzetti. ‘Ne yazık ki Necdet Paşa’da da bunu görüyorum’ diye konuşan Ertürk, şöyle devam etti:

  • “Bana, Nusret Güner ve Naci Beştepe komutanlarımıza verilen bu ceza,
    ülkenin geleceğine de verilmiştir.
  • Ülke maalesef ‘de facto’ bölünmüştür.
  • Güneydoğu bizden adım adım koparılmaktadır.
  • TSK terörle mücadele etmiyor.
  • TSK ‘iyi eller’ tarafından yönetilmektedir.
    Bunu kabul etmek mümkün değildir.
  • Bugün Mustafa Kemal’in ordusunun en tepesinde yanlış işler yapılıyor.”

“ÖLÜM DE OLSA KONUŞACAĞIM”

‘Bölücülerle, emperyalistlerle işbirliği mi yapıyorum?’ sözleriyle tepkisini dile getiren emekli amiral Türker Ertürk, “Mücadeleni terörle vermek yerine düşmanlığı neden
bana yapıyorsun?” ifadelerini kullandı.

“Susmamı, sesimi çıkarmamamı mı istiyorsunuz?” diyen Ertürk,
“Susmayacağım, Orduevi yasağı değil ölüm de olsa konuşacağım,
mücadele vereceğim.” 
şeklinde konuştu.

Şenol Çarık
Odatv.com
http://www.odatv.com/n.php?n=hangi-komutanlari-kendi-evlerine-almiyorlar-0406141200, 5.6.14

===================================

Dostlar,

Gecenin bu ilerleyen saatinde (02:40) cömertlik bizde kalsın, “2 bravo” muz olacak..

İlki, ülkemizin nev-i şahsına münhasır, gelmiş geçmiş Genelkurmay başkanları arasında hiçbirine benzemeyen çok “özel” Necdet paşaya..

Emekli bir oramiral, bir tümgeneral ve bir tuğamirali (bildiğimiz bu kadar 3 kişi??..)
kendi evlerine, Orduevlerine almama “cezası” (!?) verdiği ve Çin işkencesi gibi 3 ay +
3 ay + 6 ay… uzatarak onları terbiye edebileceğini sanabildiği için..

İkincisi de elbete bu 3 (fazlası ??) sayın komutanın zerre ödün vermeyen
dik duruşları için..

Bu ikinci bravo yıldızlı ayrıca…

Özel paşa ayağına sıktığının farkında değil mi acaba??
O’na bu derin stratejik – taktik kurmay hatasını kimler anımsatacak ??

Sevgi ve saygıyla – kaygıyla..
05.6.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

Anayasa Mahkemesi’nin Önünde Adalet Nöbeti Sürüyor..

Anayasa Mahkemesi’nin Önünde Adalet Nöbeti Sürüyor..

Dostlar,

Anayasa Mahkemesi’nin önünde günlerdir Adalet Nöbeti tutan
avukatlar Şule Nazlıoğlu Erol, İlkay Sezer, Murat Ergün, Başkan Haşim Kılıç’la görüştü. Haşim Kılıç‘la yaklaşık 1 saat süren bir görüşme yapan avukatlar,
saat 12.00’de basın açıklaması yapacak.
(Şu dakikalarda bu basın açıklaması başladı, konuyu ayrıca işleyeceğiz..)

Nöbetin 2. gününde akşam 17:30 – 19:00 arasında 15 saat biz de nöbete katıldık.
ODATV’den Müyesser Yıldız öğlen saatlerinden beri oradaydı.
Yeniçağ’dan Yavuz Selim Demirağ ile ayaküstü konuştuk.
CHP eski Ankara Milletvekilerinden Av. Hakkı Süha Okay ile de..
Deneyimli hukukçu Okay, 5 numaralı sabit diskin apaçık suç üreten komplo oluşu karşısında Adalet Bakanlığı’nın yasa yararına bozma istemiyle Yargıtay’a başvuracak olmasını önemsiyordu. AYM’nin kararını ise kestirmekte zorlanıyordu..

– Mahkeme göreve
– AYM göreve
Mustafa Kemal’in askerleririyiz…
başlıca sloganlardı..

Ellerde bayraklar, kimilerinin üzerinde Yüce ATATÜRK‘ün kalpaklı posteri basılmış, çeşitli içerikte dövizler..

Bizim de bir elimizde bayrağımız, öbür elimizde bir döviz vardı..
Çankaya Belediyesi’nin Ahlatlıbel açıkhava dinlenme tesislerinin giriş kapısı önünde idik. Anayasa Mahkemesi de tam karşımızdaydı.
Mahkeme kapısı önünde 2 polis otomobili bir de irikıyım cipi önlem almıştı.

İlginç gözlemimiz ise, yoldan geçen araçların korna çalarak, el sallayarak ve
ışıklarını yakarak destek vermeleri idi. 1,5 saat boyunca bu olguyu dikkatle izledik.
Teker teker çetele tut(a)madık ama rahatlıkla söyleyebiliriz ki, yüzlerce araçtan 3/4’ü göstericilere sıcak destek verdiler. 3/4’ü olmasa bile kesinkes 2/3’ünden az değildi..
Büyük araçlardan TIR’lar, kamyonlar havalı kornalarını özellikle tempolu olarak çaldılar ve mimikleri ile jestleri ile, el sallayarak apaçık ve coşkulu destekler verdiler..

Bir canlı yayın aracı alan girdi.. CNN Türk’ten Cüneyt Özdemir’in 5N1K programı için geldiğini Yavuz Selim Demirağ gidip öğrendi ve “abla” diye seslendiği Müyesser Yıldız’a bilgi verdi..

Dönüşte otobüs durağında beklemekte olan orta yaş üstü bir bayanı, eşimizle birlikte bulunduğumuz otomobilimize aldık.. Hoşdere Cadddesi’nden inerken de evlerinin önünde bıraktık. Rahmetli Org. Teoman Koman Paşa’nın kızkardeşi Nur(h?)an Koman idi bu konuk yolcumuz. Çooook dertli idi 6-7 yıldır sürdürülen zulümden.
Ağabeyinin 27 Mayıs’ta Teğmen olduğunu, asılan 3 kişiden sorumlu olamayacağını isyan ederek anlatıyordu. Daha sonra darbelere karşı oluşu nedeniyle “tabutlukta yatırıldığını” da belirtti Koman Paşa’nın. Cezaevinde ağır hastalığına karşın dimdik durarak ailesine bile hastalığını söylemediğini, duruşmada bayılması üzerine ilerlemiş kanser olduğunu öğrendiklerini ve hastalığı yüzünden serbest bırakılmasının (tutuksuz yargılama) ardından kısa sürede (3 ay!), etkili sağaltım için geç kalınmış olduğundan sevgili ağabeyini gözleri nemli bize aktardı..

Tutsak askerlerin eşlerinin, çocuklarının, yakınlarının yaygın ölçüde ve
ağır depresyonda olduklarını, ilaçla ayakta kalmaya çabaladıklarını aktardı.
Bu zulmün “bir an önce”, dakika oyalanmadan bitirilmesinin zorunlu olduğunu vurguladı. 25 Aralık 2013’ten bu yana, TSK’ya kumpasın Başbakan ve danışmanınca
kamuoyu önünde ve gazete makalesiyle (STAR, Yalçın Akdoğan) itirafının üzerinden
4,5 ay geçtiği halde masum tutsakların salıverilmemesine isyan ettiğini belirtti.
Kendisinin de ciddi sağlık sorunları vardı ve yoğun sigara içiciliğini bırakamıyordu..

***************

ADD Genel Merkezi de eyleme destek kararı aldı ve
web sitesine aşağıdaki açıklamayı koydu :

*****

Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik tüm ülkeye egemen olmuştur.
Yargı, maalesef siyasal hesaplaşmanın aracı haline getirilmiş;
tarafsızlığını, bağımsızlığını ve evrensel değerlerini yitirmiştir.

Hukuk düzeninin ülkeye yeniden egemen olabilmesi için  yürütülen adalet arayışları neticesinde; Ergenekon, Poyrazköy, Oda TV, Şike ve 28 Şubat Davalarında
haksız ve hukuksuz olarak tutuklanan yurtseverler tahliye edilmişlerdir.

Şimdi sıra; kumpas kurularak, katakulli yapılarak yüzlerce şerefli Türk Askerinin
tutsak edildiği Balyoz ve Askeri Casusluk gibi davalardadır.

Bu davalarda insanların sahte ihbar mektuplarıyla, yasadışı dinlemelerle, sahte delillerle, tasarlanmış ve ayarlanmış bir kısım yargı mensuplarıyla mahkum edildikleri, sadece iktidar değil, iktidar yanlısı basın ve hukukçular tarafından da kabul edilmektedir.

Artık bu davalardan tutsak edilen kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının hapislerde tutulması mümkün değildir. Acilen tahliye edilmeleri gerekmektedir.

Bu kapsamda; Anayasa Mahkemesi’nden, Balyoz ve Askeri Casusluk Davası sanıklarının bireysel başvurularını acil olarak değerlendirmesi beklenmektedir.

Ancak, bireysel başvuruların üzerinden 6 ay’dan çok zaman geçmesine karşın
Anayasa Mahkemesi henüz kararını açıklamamıştır. Bu nedenle, adaletsizliğe karşı son umut olan Anayasa Mahkemesini göreve davet etmek üzere 05 Mayıs 2014 Pazartesi günü saat 13.30’da Anayasa Mahkemesi önünde Türkiye Emekli Subaylar Derneği ve diğer demokratik kitle örgütleri ile birlikte bir basın açıklaması yapılması ve daha sonra karar açıklanıncaya kadar Mahkemenin karşısında nöbet tutulması planlanmıştır.

Tüm dostlarımızın eş, dost ve yakınları ile birlikte basın açıklamasına katılımı beklenmektedir.

Saygılarımızla

Vardiya Bizde Platformu-Ankara

Not: Güvenpark’tan kalkan 103, 192-2, 192-4, 192-5 ve Akköprü’den kalkan 102 nolu otobüslerin İncek yolu üzerinde Anayasa Mahkemesi önünden geçtiği öğrenilmiştir. Hareket Memurluklarından da sorulabilir.

Ulus İtfaiye Meydanı’ndan da İncek dolmuşları kalkmaktadır.