Etiket arşivi: Duran Aydoğmuş

R.T. Erdoğan’a Prof. Dr. Hakkı KESKİN’den Açık Mektup


R.T. Erdoğan’a Prof. Dr. Hakkı KESKİN’den Açık Mektup

Ve CHP’ye Sosyal Demokrat Program Önerisi

Değerli Dostlar,

Bu dosyada iki EK çok önemlidir.

EK : CHP’ye Sosyal Demokrasi önerisi (ders) : Prof. Dr. Hakkı Keskin’den-
EK : RTE’ye açık mektup Prof. Hakkı Keskin’den-
Hakkı Keskin’i iyi tanımayanlar öncelikle özgeçmişi içintıklayın :
Prof. Hakkı Keskin 50 yıldır Almanya’daki bir bilim adamımız. Kendi ülkesi Türkiye’ye dışardan bakmış ve Avrupa demokrasi anlayışına göre çok güzel gerçekleri dile getirmiş. Bundaki amacı odur ki, çok sevdiği ülkesi Türkiye’de de muhalefet ve
iktidarlar da Avrupa’dakiler gibi olsun.
(NOT : Bu iki EKin içeriği, Sayın Ertan ABALI’nın paylaştığıdır.
(Bşb’na mektup EK’indeki 1-37 numaralarını ben verdim / D.A.)
Hem Muhalefet, hem iktidarı yönetenlere Avrupa demokrasisinden örnekler vermiş aslında. Bunu okuyan muhataplar öfkeleniyorlarsa, demek ki Avrupa demokrasisine göre yönetenlerin seviyesine henüz gelmemişler demektir. Bizde doğru yolu gösterenlere kızarlar, muhalif sayarlar!
Olgun demokrasi ve onun hukukuna ulaşmak dileği ve saygılarımla.
Duran Aydoğmuş
30.08.2014
********************

Dostlar,

Sayın Duran AYDOĞMUŞ’un iletisi yukarıda..

Söz konusu 2 mektup ise pdf olarak aşağıda..

Sevgi ve saygıyla.
31.8.2014, Ayder – Rize

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

ADALETLE HÜKMETMEK..


ADALETLE HÜKMETMEK..

22.05.2008 Ankara

Duran Aydoğmuş

 

 

Değerli Dostlar,

Tarih derslerimizden anımsayalım; Hz. Peygamber’den sonraki Dört Halife Devri’nin
(Hülafa-yı Raşidin) ardından Suriye ve Irak’ta kurulan iki devlet vardı :
Emevi ve Abbasi Devletleri.

Bunları kısaca anımsayalım; sonra da zamanımıza gelelim, ders çıkaralım…

*****

Bilindiği gibi, Peygamber düşmanı Ebu Süfyan’ın oğlu I. Muaviye, Halife Ömer döneminde 641’de Şam valisi olmuş ve Suriye’yi denetimi altına almış, Şam şehrini Emevi Devleti’nin başkenti yapmıştı.

Muaviye, 656’da başa geçen Hz. Ali’nin halifeliğini tanımamış, O’nu yani Ali’yi 3. Halife Osman‘ın öldürülmesine engel olamamasından ve katillerinin bulunamamasından
sorumlu tutmuştu. Ancak, gerek Muaviye ve gerekse kendisinden sonrakilerin yaptıkları adaletsizlikler vs. yüzünden, MS 750’de Bağdat merkezli Abbasi Devletine yenilmiş
ve İspanya’ya kaçarak orada Endülüs Emevi Devletini kurmuşlardı.

Peygamber’in amcası Abdul Muttalib’in oğlu Ebul Abbas, Şam merkezli Emevi Devleti’ne MS 750’de son verdikten sonra, Abbasi Devletini kurmuş, başkenti Şam’dan Bağdat’a taşımış; ancak, Orta Asya Türklüğünü kılıç zoruyla Müslüman etmiş,
1258’de Abbasi Devleti de tarihe karışmıştır.

İşte yaklaşık 150 yıl Şam’da hüküm süren Muaviye (Emevi) Devleti’nin başı I. Muaviye zamanındaki adaletin ne durumda olduğunu anlatan buradaki kısa öykünün bize anlattığı;

  • “Adaletle hükmetmeyen devlet ve başındakiler ne kadar güçlü olursa olsun bir gün gelir yıkılır; ama, olan da o devletin milletine olur!!!”

Saygılarımla. 21.07.2014

**********

Sumru N. Akgür sumruakgur@………. şöyle yazdı : 16.7.14)

Bilinen bir fıkra ama, güne uygun..

Bir gün Hz. Ali‘nin taraftarlarının yoğun olduğu Küfe’den (Irak) bir Arap,
devesiyle Şam’a gelmiş. Şam sokaklarında dolaşırken biri O’na yanaşmış :

– “Ver o dişi deveyi bana!” demiş. Tartışma büyümüş, Küfe’den gelen adam,

– “Bu deve benimdir, üstelik dişi değil, erkektir” diye itiraz etmişse de anlaşamamışlar. Konu Muaviye’ye yansımış.

Halk meydanda toplanmış… Muaviye, Küfe’den gelenle Şam’da deveye sahip çıkan yerliyi dinledikten sonra, kararını açıklamış :

– Bu dişi deve Şam’lınındır!

Sonra toplananlara dönmüş ve sormuş :

– Ey cemaat, bu dişi deve kimindir?

Cemaat hep birlikte bağırmış:

– Şam’lınındır!

Küfeli şaşkınlıkla, devesinin ardından bakakalırken, Muaviye O’nu yanına çağırmış :

– Ey Küfeli, dinle! Sen de ben de biliyoruz ki, bu deve senindir ve dişi değil, erkektir.
Ama sen Küfe’ye dönünce gördüklerini Ali’ye anlat ve de ki:

“Ey Ali, Muaviye’nin, dişi deveyi erkekten ayırt edemeyen, O ne derse evet diyen
10 bin adamı var! Ayağını denk al!”

========================================

Dostlar,

Sevgili ve çok birikimli arkadaşımız Sn. Duran Aydoğmuş’a
sitemizde bizimle paylaştığı iletisi için teşekkür ederiz..

Yazıda “hükmetmekten söz edilmekte ve bunun “adaletle” olması gerektiği belirtilmekte.
Artık bu “hükmetme” sözcüğünü de sorgulamalı.
Geçelim doğrudan – yarı doğrudan demokrasileri, temsilli demokrasilerde bile
artık “Hükümet” sözcüğünü bırakmak gerek. Batı’daki “Government” sözcüğü de Arapça “hükmetme” anlamında değil. “Çekip çevirme, yönlendirme” (Governing) anlamında.
Bu işi (Governing) yapan kişi de “Hükmeden” değil! Orkestra şefi..
Bakanlar (belli işlerden sorumlu olanlar, o işe bakanlar) Kurulu’nun orkestra şefi.

Günümüzde siyasal rejim biçim, işleyiş ve teknik olarak doğrudan – yarı doğrudan demokrasi olmasa bile; temsilli demokrasilerde bile kamuoyunun yönetime – hükümete giderek daha çok katılabildiğini izliyoruz. Türkiye’de biçimsel (formel) medyaya ne yazık ki büyük ölçüde AKP iktidarınca “hükmedilmekle” birlikte; özellikle sosyal medya ve “direnen medya” üzerinden kamuoyu, dileklerini Bakanlar Kurulu’na – Kabine’ye ulaştırabilmekte ve belli ölçülerde baskı kümeleri epey işlevsel olabilmektedir.

Bu bakımdan “hükmetme” yerine “yönetme, yönlendirme, ortak yönetim” hatta
belli çekincelerle “Yönetişim” (Prof. Peter Drucker, Governance, 1970’ler) sözcüklerini kullanmalıyız.

  • Çağımızda kimse kimseye “hükmetmemeli”, hükmedeMEmeli”..

– “Hukuk içinde yönetim” 
– “Gün ışığında yönetim” (Prof. İl Han Özay)
– “Katılımcı yönetim”..

özlemlerimizi dileklerimizdir. Rejim tümden doğrudan – yarı doğrudan” demokratik yapıya dönüştürül(e)mese de, eldeki teknik olanaklar sıklıkla ve pek çok konuda geniş kitlelerin hızla, güvenle ve yüksek olmayan bedellerle görüşlerinin alınmasına olanak vermektedir.
Cep telefonlarının halkoylamalarında (referandum, plebisit) kullanılması olanaklıdır.

Nitekim partiler, kurumlar sıklıkla kamuoyu yoklamalarına (public opinion) başvurmaktadırlar. Geliştirilen istatistiksel yöntemler, kamuoyu yoklamalarının yeteneklerini artırmıştır. Oldukça yüksek güven düzeyi ile (%90, 95, 99 veya 99.9) olabildiğince küçük bir sapma ile dar bir güven aralığı içinde kestirimler yapılabilmektedir. Üstelik 3 bini bile bulmayan örneklem (sampling) kümeleriyle..

Belli bir süre için hukuk içinde seçimle yönetime gelenlerin çağın olgularını dikkate alarak
elden geldiğince “ulusal egemenlik” ilkesine bağlı ve sadık kalmaları beklenir ve gerekir.

  • “Ulusal Egemenlik öyle bir nurdur ki; onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Ulusların tutsaklığı üzerine kurulmuş kurumlar
    her tarafta yıkılmaya  mahkumdur.” “Yeni Türk Devleti’nin yapısal özü
    Ulusal Egemenliktir.”  
    (1 Nisan 1923) (Gazi Mustafa KEMAL)

Sevgi ve saygı ile.
22 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

AFET ILGAZ : KIYASLAMA


Dostlar,

Değerli site okurumuz Sayın Duran Aydoğmuş, 2 önemli yazı göndermiş.

22.05.2008 Ankaraİlki Sayın Afet Ilgaz‘dan ve aşağıda sunuyoruz.

2. si ise üstad Levent Kırca‘dan.. Özellikle yakın dönemin gerici dönüşüm adımlarının tarih sıralaması ile (Kronolojik). Son derece öğretici, düşündürücü ve uyarıcı..

YORUMSUZ İki Önemli Yazı :

 

İlk yazı      : Afet ILGAZ’dan (Kıyaslama)
İkinci yazı : Levent KIRCA‘dan (Türkiye’nin mevcut ve yakın geçmişteki profili
kronolojik sıra ile verilmiş).
 
Duran Aydoğmuş
**********

Teşekkürler Sn. Aydoğmuş..

Sevgi ve saygı ile.
3 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================

  • Atatürk dönemine ve ilkelerine dönmekten başka çaremiz yok!
KIYASLAMA

portresi..


Afet ILGAZ
 
Ekranlara bakıyorum da iki yaşlı adam ve birçok kalabalık, bir de sözcüler, yorumcular… Konu 12 Eylül.
Biz o yılları yaşamış bir kuşağız. Ben Eğitim Enstitüsü ve sonra üniversitesinde öğretmendim. Bir arkadaşımız, kürsüde ders anlatırken kürsünün altına konmuş bombayla öldü. Etrafında ders dinleyen çocuklar yaralandı. Bir arkadaşımız, evinin önünde makineli tüfekle tarandı. Kapılarımızda ders anlatırken subaylar beklerdi.
Giriş çıkış asker denetimindeydi. Birçok yazar, politikacı, bilim adamı arkadaşımız öldürüldü. Sabah evden çıkarken herkes birbiriyle helalleşirdi. Bütün bunların hesabını bu iki yaşlı adam mı verecek şimdi?
Yoksa AKP’nin meşrulaştırmaya çalıştığı kindarlık, “rövanşist”  hareketler
daha bir meşruluk mu kazanacak?
  • Askerin kolu kanadı kırıldıktan sonra şimdi onun iç tüzüğünü değiştiriyorlar. Ülkenin zor durumunda imdadına koşamayacak.
*****

2 B arazilerinin satışını, yağmalanışını takip edebiliyor musunuz?
Bor madenlerinin nasıl deve yapılacağını?
Tayyip Bey’in Harbiye konuşmasından çıkarılan sonuca bakıyor musunuz?

Yeni açılımlar yolda…

Yeni Anayasa için neden o kadar acele ettiklerini anlıyor musunuz?
Bu meseleden bütün Batılılar, Haçlılar el çekmekte iken neden bizim
Libyalı vahşilerden sonra Suriyeli muhaliflere el verdiğimize akıl erdirebiliyor musunuz?
Bilmem kaç yüz bin dolar borcu olan, içi fakir, dışı gösterişli Türkiye’nin, bu katillere nasıl dolarlar yağdırdığını biliyor musunuz? Hem komşu ülkeler hem Haçlılar nezdinde itibarımızın ne hallere geldiğine dikkat ediyor musunuz?

Diyeceğim şu ki; bu sarmalın dışına çıkmanın başka çaresi yok.

1938’de berhava edilmeye çalışılan ama bu yıllara kadar tam berhava edilemeyen

  • Atatürk’ün dâhice devlet yönetimine dönmekten başka çaremiz yok!

Elimizi kolumuzu bağlayan ittifakların, anlaşmaların, sözleşmelerin,  “stratejik ortaklıklar” ın zincirinden kurtulmadıkça 12 Eylül müdahalesini sadece iki yaşlı adama bağlar ve onun üzerinden yanlış hesaplar yapmaya kalkışırız.

İki tarafa da silah veren güçler kimlerdi; bugün Alevi, Sünni diye hem Türkiye’yi
hem Suriye’yi karıştıran karanlık eller kimlerdi? Bunları araştırdıktan sonra o iki yaşlı adama sıra gelir, onları da konuşturursunuz. O saf, temiz çocukların hepsini
“vatanı siz kurtaracaksınız” diye kışkırtan ve bunun için zihinlerini bileyen kimlerdi?
Öteki tarafı düşman gösteren kimlerdi ve bunu neden yapıyorlardı?
Atatürk döneminin bağımsızlık ruhu yine canlanıyor. Artık o yıllara dönülemez demeyin, dönülüyor. İçine düştüğümüz iğrenç karanlığın karşı tarafında aydınlık yürüyüşler var… Bir yanda hızlı bir bilinçleniş, bir yanda aldırışsızlık ve halkın gözünü boyamak için
dinî birtakım reformlar yapmaya kalkışmalar…
Bunları gerçekten; dinî bütün, haramdan kaçan, vatan sevgisi dolu, çalışkan ve bilinçli insanlar yapsaydı, kimsede itiraz edecek hal kalmazdı. Ama bir yanda deveyi havuduyla götürmek varken, inandırıcı olamıyor.
Kurtuluş Savaşı’nda da böyle olmuştu.

  • Atatürk’ün vilayetlere çektiği telgrafları unutmayın.

Yürüyüşler, mitingler öyle başlamıştı bilinçlenme de hatta.
O’nun zamanındaki temiz İslam âlimleri gibi, şimdi de konuşmaya başlayan âlimlerimiz ortaya çıktı. Biraz zor olacak ama başaracağız.

Ağlanacak halimize zil takıp oynuyoruz.

LEVENT KIRCA : Nereden Nereye ??


Dostlar
,

Değerli site okurumuz Sayın Duran Aydoğmuş, 2 önemli yazı göndermiş.

22.05.2008 Ankara

İlki Sayın Afet Ilgaz’dan ve bu yazıdan önce sitemizde sizlere sunduk.

2. si ise üstad Levent Kırca‘dan.. Özellikle yakın dönemin gerici dönüşüm adımlarının tarih sıralaması ile (Kronolojik). Son derece öğretici, düşündürücü ve uyarıcı..

 

YORUMSUZ İki Önemli Yazı :

İlk yazı      : Afet ILGAZ’dan (Kıyaslama)
İkinci yazı : Levent KIRCA’dan (Türkiye’nin mevcut ve yakın geçmişteki profili
kronolojik sıra ile verilmiş).
 
Duran Aydoğmuş
—–

Teşekkür ederiz değerli Aydoğmuş..

Bu gün, “3 Mart 1924 Devrim Yasalarının 90. Yılı..”
Bu yasalara nasıl acımasız ve sistematik saldırı yapıldığını
Sayın Kırca’nın karşıdevrim kronolojisinden ibretle anımsıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
3 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================

Nereden Nereye ??

portresi3


LEVENT KIRCA
Büyüklük makamla, parayla, pulla olmaz. Büyüklük hoşgörüdür. Büyüklük; vatan sevmek, insan sevmek ve dinimizin de buyurduğu gibi, canlıya işkence etmemektir. Hele öğretmenlerimize işkence, en büyük günahtır.
En büyük halkımız, başka büyük yok.
Yoksa tuvalette de var; küçük, büyük
Yeni bir oyuna başladım, ismi “AZINLIK”. Yer yer çok komik, yer yer çok sert..
Yerse. Henüz sekiz oyun oynadım. Benim için adeta sekiz oyunluk bir bebek, oyunum. Pek çok şeyi dile getirdiğim ve bunları cesaretle söyleyebildiğim için hoşuna gidiyor insanların. Bir bakıma insanların içindekini, söyleyemediklerini söylüyorum.
Turnedeyim ve ilgiden anladığım kadarıyla uzun sürecek turne. Tek başıma oynuyorum ama masal ya da fıkralardan oluşmuyor oyun. Allahına kadar gerçekleri söylüyorum korkmadan. Tv’de susturulduk, programımız yayından kaldırıldı, inandıklarımı bildiklerimi şimdi tiyatroda söylüyorum.
Ekip, tekniğiyle birlikte 12 kişi. Sahnede ise 3 oyuncu arkadaşım var. İyi oyuncular bunlar. Ama onları konuşturmuyorum. Ha bire kostüm değiştirip, değişik kostümleriyle bol bol antre yapıyorlar. Onların yerine de ben konuşuyorum. İlginç bir durum çıkıyor ortaya. Hem oyun statik olmaktan kurtuluyor, hem de bir hareket kazanıyor.
Daha sekiz oyunda duymuş seyirci duyacağını. İstek telefonlarının ardı arkası kesilmiyor.

“-Bizim şehrimizde / kasabamızda da oynar mısınız?”
-Oynarız. 

Salondaki seyirci oyunun nabzı. Türkiyenin bugünkü durumuna yürekleri yanıyor,
hem de ne yanmak. Gelen reaksiyonlardan anlıyorum bunu. Hep birlikte ağlıyoruz, gülüyoruz memleketin haline. Gerçekleri dillendirdiğim ve de iyi bir oyun çıkarttığım için mutluyum.
Neden devlet büyüğü? 

Hükümetin üst düzey yöneticilerine neden “Devlet Büyüğü” denir?
Bu büyüklük nereden gelir? Büyük denilen bu insanlar gerçekten büyük müdür?
Bunlar büyüklüklerini, sorumluluklarını müdrik midir?

“Büyük”
 sözü çok iddialı bir söz. Fiziksel büyüklüğün dışında, büyüklük:
Olmuşluk; ermişlik; erdem sahipliği; hoşgörülü olmak; kültür sahibi olup da bu kültürle ona buna caka satmamak; bağışlayıcı olmak; dostları unutmamak; küçüğü-büyüğü kollamak; sevgili ve saygılı olmak; paraya pula değer vermemek ve insana değer vermek. Bu niteliklerin hangisi devlet büyüklerinde var? Bana bir kelime öğretenin
kulu kölesi olurum demiş peygamberimiz. Peygamberimiz öyle demiş ama en kutsal varlıklarımız öğretmenlerimiz, yan yana gelmiş 4’lerden oluşan molla yetiştirme sistemine karşı yürüdükleri için coplandılar, gaz sıkıldı yüzlerine, panzerlerden boyalı su fışkırtıldı, sürüm sürüm süründürdüler İzmir asfaltlarında öğretmenlerimizi.Devlet Büyüğümüz Başbakan’ın vicdanı sızlamadı.
Gerçek büyüklerimiz öğretmenlerimize uygulanan bu şiddet karşısında,
“Polis görevini yaptı” dedi Başbakan.

Anamız ağladı, analarımız tabut başlarında saçlarını yoldu yitirdikleri evlatları için. Altmış yıldır ben de bu ülkede yaşıyorum. Hiç bu kadar “Ana” ağlamamıştı.
Gerçek büyüklerimiz analarımızı, cennetin ayaklarının altında olan analarımızı,
Devlet Büyüğümüz Başbakan“Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” diyerek
bir kez daha ağlatmadı mı? Paralılar paraları ödeyip şehitlik mertebesinden tüyerken; ölen fukara gençler, gerçek büyüklerimiz değil mi? Bu düzeni kurgulayan,
milletin anasını ağlatan, Devlet Büyüğümüz Başbakan değil mi?Okumuş, kendini yetiştirmiş, kitap kurdu olmuş insanlar az mı büyük?
Mürekkep yalamışlık; okuyarak dirsek çürütmüşlük az birşey mi? Bilgisiyle bilgilendiren, kitleleri aydınlatan bu insanlar için dememiş mi peygamberimiz, “kulunuz köleniz olurum” diye? Peki Devlet Büyüğümüz Başbakanımız ne buyurmuşlar;

“Ben okumadım, okuyanların halini görüyorsunuz. Ben okumadığım halde Başbakan oldum, büyüdüm büyüdüm Devlet Büyüğü oldum. Sadece Devlet Büyüğü olmadım, ekonomik olarak da dostlarımla beraber büyüdüm. Okumasanız da olur” demedi mi buyruğunda?
Büyüklük makamla, parayla, pulla olmaz. Büyüklük hoşgörüdür. Büyüklük; vatan sevmek, insan sevmek ve dinimizin de buyurduğu gibi, canlıya işkence etmemektir.
Hele öğretmenlerimize işkence, en büyük günahtır. En büyük halkımız,
başka büyük yok. Yoksa tuvalette de var; küçük, büyük. Fiyatları da farklı farklı.
Ben gerçek büyükleri; fındık ile, fıstık ile, badem ile beslerim.
Oyuna çıkarken 

Sahneye girmeden dua ederim; gelmişime geçmişime ve de ustalarıma.
Duam bitmeden de antremi yapmam. Bitince bismillah derim ve başlarım oyunuma. Ben bu duaları Türkçe okuyorum. Türkçe okuduğum için yerine ulaşmıyor mu yoksa? Şimdi beni de kuşkuya düşürdüler; her şeyi bilen yüce rabbimizin Türkçe bilmemesi mümkün mü? Diyanet işleri başkanımıza soruyorum, ben Türkçe duaları boşuna mı okuyorum?
Şehit olmak isteyenlere müjde 

Hükümetimiz de, artık bazı iş ve meslek kollarındaki kişilerin şehit olabileceklerinin müjdesini verdi. Artık hükümet şehit olabilecekler için bir liste hazırlıyor. Parayı bastırıp askerden kaçtığınız için üzülmeyin. Size bu fırsat, bu imkân hükümetiniz tarafından sağlanacak. Ben müslüman bir ailenin çocuğuyum. Annem ramazanlarda eve hoca çağırıp hatim indirirken, hocayı Kuran-ı Kerim’den takip ederdi. Hoca yanlış yaptı mı düzeltirdi onu. Herhangi bir satırı atladı mı uyarırdı. Ben de iyi bir müslüman olduğuma inanıyorum ve Allah’ın her dilden ibadeti kabul ettiğine de inanıyorum. Ayrıca dinin kimsenin tekelinde olmadığına da inanıyorum. Bugüne kadar kimseye eziyet etmedim. Polisle halkı karşı karşıya getirenler, insanların elinden özgürlüklerini alanlar,
yetim hakkı yiyenler, insanlara eziyet edip ah alanlar ve anamızı ağlatanlar düşünsün.
Olaylar doruk noktasında
Oyunum “Azınlık”a turnede, halk ve gençler koşa koşa geliyor. Valiler, kaymakamlar, açıkçası “Mülk-i Erkan” gelmiyor. Belki de gelemiyor. Belki de orada gözükmek istemiyor. Biga Üniversitesi’nde konuşmacıydım iki gün önce. Salon hınca hınç doluydu. Bir tek profesör vardı, diğer konuklar öğrencilerden oluşuyordu.
Çoğu kızımızın da başı örtülüydü üstelik. Ama okul yönetiminden bir kişi dahi yoktu.
Zira okul ele geçirilmişti. Beni dinleyen o profesörün de defterini dürmüşler.
Savaşta düşmeyen Çanakkale ve Biga, özellikle Biga, bu kez düşmüştü
.
Televizyonlarda durum
Durumu müdrik bazı gazetelerin dışında bu yazdıklarım çıkmıyor, çıkamıyor.
Devletin televizyonları ve diğer yandaş kanallarda millet, şakkıdı şukkudu oynuyor.
Pop müzik yıldızlarımız, starlarımız, megalarımız gaflet uykusunda. Şık giysileriyle kendilerinden küçük ya da büyük sevgililerini kucaklayıp“Drink” yapıyor. Pembe lüks otomobillerinde tozpembe yaşıyorlar. Gençlerimiz de onlara alkış tutuyor ve
“Yetenek Sizsiniz Türkiye” yarışmasını izliyor. Bir köpek yarışmanın birincisi olmuş.
Bir karikatür gördüm geçen. Bu birinci gelen köpek de şaşmış bu işe, şöyle diyor:“Yakında bunlar beni milletvekili de seçerler”.

Eskiden ağlanacak halimize gülerdik, şimdi zil takıp oynuyoruz.
*****

NERDEN NEREYE GELMİŞİZ..
15 Şubat 1949 :
İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulmaya başlanması öneriliyor.
1 Mart 1950 :
CHP hükümeti, Tekke ve Türbelerin Kapatılması’na Dair 677 sayılı yasayı yürürlükten kaldırıyor. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar
Milli Eğitim Bakanlığı’nca(!) halka açıldı. Açılan türbe sayısı ilk aşamada 19 idi.
12 Nisan 1950 :
Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dini siyasete alet ederek gövde gösterisi yapıyor.
29 Mayıs 1950 :
Başbakan Menderes, sâdece “Millete mal olmuş  inkılâplarımızı
saklı tutacağız”
 diyerek irtica ya ilk işareti  veriyor.
16 Haziran 1950 :
Ezanın Arapça okunması yasağı kaldırılıyor.
5 Temmuz 1950 : Radyoda dini program yayınlama yasağı kaldırılıyor.
21 Ekim 1950 :
Milli Eğitim Bakanlığı, okullarda din derslerinin zorunlu olmasına karar veriyor.
3 Aralık 1950 :
 Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında
23 Eylül 1931 günlü, 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırılıyor.
Böylece Kuran kursu ve imam hatip okullarına yeşil ışık yakılıyor.
1953:
Köy Enstitüleri, İlk öğretmen Okulları’na dönüştürüldü.
1953 :
Yasa değişikliği ile ”siyasi yayın ya da beyanlarda bulunmak,
öğretim üyeliğinden çıkarılmaya neden olan bir suç” sayılmaya başladı.
1954 :
25 yılını dolduran öğretim üyelerinin emekliye ayrılmasını sağlayan yasa ile öğretim görevlilerini bakanlık emrine alan ya da görevden uzaklaştırmayı sağlayan yasa çıkarıldı.
1955 :
 Başbakan Menderes, DP Meclis grubunda arkadaşlarına şöyle sesleniyor :  

  • ‘Siz öyle güçlüsünüz ki, şu anda  isterseniz Anayasa’yı bile değiştirebilir, hilafeti bile getirebilirsiniz.”
1956 :
Menderes, Konya’da halka hitap ederken ”ortaokullara din dersleri konulacağını” açıklıyor.
13 Eylül 1956 :
Ortaokul ders programlarına seçmeli din dersleri konuyor.
Başbakan Menderes,
1957 :
 Ödemiş’te halka yaptığı konuşmasını bir kasaba imamı gibi bitiriyor :
“Allah, münafıkların şerrinden hepimizi korusun.”
Genel seçimler yaklaşınca hızını alamıyor ve seçmene şu vaatlerde bulunuyor :
“İstanbul’u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii’ni de ikinci bir Kâbe yapacağız.”
14 Şubat 1957 :
Başbakan Menderes, Ankara’da Kocatepe Camii’nin yapımı için
Cami Yaptırma Derneği’ne 100.000 TL bağış yapıyor.
19 Mayıs 1957 :
Kayseri’de halka yaptığı açıklama Menderes, “DP’nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını, Süleymaniye’nin 500’üncü yıl dönümünü kutlamak için
Müslümanların İstanbul’a davet edileceğini”
 söylüyor.
1957 – 1958 :  Liselere seçmeli din dersi kondu.
1959 :
Din dersleri öğretmeni yetiştirmek için Yüksek İslam Enstitüsü açıldı.
26 Haziran 1965 :
Milli Eğitim bakanı Cihat Bilgehan, “İmam hatip okullarını bitirenlerin,
ilkokul öğretmeni  olabileceklerinin”
 müjdesini veriyor.
15 Nisan 1966 :
 Atatürk büst ve heykellerine karşı gericilerin saldırıları sürüyor.
31 Mayıs 1966 :
 Demirel, Kayseri’de halka yaptığı konuşma hedef saptırarak şunları söylüyor :
“Bugün Türkiye’de gericiliğin yaşamasına uygun koşullar artık bulunmamaktadır.” 
17 Mayıs 1967 :
İmam hatip okullarını bitirenlere üniversitelere girme hakkı tanınıyor.
20 Ağustos 1967 :
İzmir’de İslam Enstitüsünün temelleri, Başbakan Süleyman Demirel tarafından atılıyor.Aralık 1967: Mecliste iftar yemekleri verilmeye başlanıyor.

21 Şubat 1968 :
Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem,
“Hükümetimizin amacı her ilde bir imam hatip okulu açmaktır!” diyor.
19 Şubat 1969 :
Mehmet Şevki Eygi adlı emperyalizm fedaisi ABD’nin 6. Filosu’nu protesto eden yurtsever gençler üzerine“ABD bizim Kabemiz; cihada hazır olun!” 

sloganları ile dincileri saldırtıp o günün tarihlere “Kanlı Pazar” olarak geçmesini sağlamıştır.

1 Ekim 1969 :
 Seçimlere bir gün kala Adalet Partisi’nin  ‘Kıratlı Kuran’ dağıttığı haberleri
basına yansıyor.
26 Ocak 1974 :
Milli Selamet Partisi genel seçimlerden 48 milletvekili ile çıkıyor.
1974 – 1977 :
 Din kültürü ve ahlak dersi zorunlu kılındı.
1975-1976 :
 Bir yıl içinde 70 imam hatip okulu açılıyor.
1976-1977 :  Bir yıl içinde 77 imam hatip okulu daha açılıyor.
1977-1978 :
 Açılan bu imam hatipler yetmemiş olacak ki, bir yıl içinde 86 tane daha açılıyor.
Bu üç yıl boyunca Başbakanlık koltuğunda Süleyman Demirel oturuyor.

  • Kahramanmaraş’ta 21-25 Aralık 1978 tarihleri arasında meydana gelen olaylarda resmi açıklamalara göre 111 kişi yaşamını yitirmiş, 
    yüzlerce kişi de yaralanmıştı. Sol parti ve dernek binaları ateşe verilmiş, Müslümanlar cihada çağrılarak duvarlara “Allah için savaşa, Müslüman Türkiye” sloganları yazılmıştı. Buna karşın Süleyman Demirel, şunları söylemişti :
    “Bana sağcılar, milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz.”
12 Haziran 1979 :
 MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan şunları söylüyor :
“Hafta tatili Cuma günü olmalı. Nikâhı müftüler kıymalı. Mekteplere Kuran dersi koymalı. Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla başlamıyor?” 

4 Temmuz 1980 :
Çorum Katliamı gerçekleştiriliyor. 58 kişi katledilirken Başbakan Demirel
“Çorum’u bırakın Fatsa’ya bakın!” diyerek “solun kalesi” diye anılan Fatsa’yı hedef gösteriyordu.
22 Temmuz 1980 :  Kemal Türker’in öldürülmesi.
7 Eylül 1980 :
MSP’nin Konya’da düzenlediği mitingde yobazlar tarafından şu sloganlar atılıyordu :
“Dinsiz devlet yıkılacak elbet
Şeriat gelecek

Laiklik dinsizliktir,

Anayasa Kuran,

Ya şeriat ya ölüm,

Cihada hazırız” 
12 Eylül 1980                         : 

Amerika’nın fedailiğine soyunan, Amerikalıların “bizim çocuklar”  dedikleri Generaller tarafından darbe yapılarak tüm siyasal parti ve dernekler kapatıldı. Demokrasi güçlerine karşı topyekûn bir seferberlik başlatıldı. Dizginlerini koparan zor, zulüm ve işkence doruğa çıktı. Ülkenin aydınlanmacı birikimi üzerinden silindir gibi geçildi. Ulusal birlik yerin dinsel birliği öne süren, ulus yerine ümmet anlayışını ön plana çıkaran,
günlük konuşmalarını bile dinsel motiflerle süsleyen gerici 12 Eylül’ün darbesinin mimarı Kenan Evren, 10 Ağustos 1981 tarihinde Çanakkale’de yaptığı konuşmada “Muhterem din adamlarının elini  öpeceğiz” diyordu.[1]
“Gerçekte,” der Machiavelli“hiçbir ülkede olağandışı bir yasacı yoktur ki,
Tanrı’ya başvurmuş olmasın; yoksa koyduğu yasaları kimse kabul etmezdi. Gerçekte bilge kişinin bildiği birçok yararlı bilgi vardır. Fakat aynı bilgilerde, başkalarını inandıracak ölçüde açık birtakım nedenler yoktur.”
 [2]
Darbe rejimi, 2842 sayılı yasayı 16.6.1983 tarihinde yürürlüğe koyarak bu yasanın
10. maddesiyle İmam Hatip Lisesi mezunlarının yükseköğretim kurumlarına girmelerini sağladı. Bununla da yetinmeyerek, 1983 yılında 1739 sayılı yasanın 31. maddesinde yaptığı değişiklikle, cami imamı olarak yetişenlerin okullarda öğretmen olmalarına
yasal dayanak hazırlandı.12 Eylül’de gerçekleştirilen Amerikancı darbeden sonra İsmet İnönü’nün oğlu
veto edilerek seçimlere katılması engellenirken, Nakşibendî tarikatının üyesi olan Turgut Özal‘ın Çankaya’ya kadar tırmanması sağlandı. Nitekim Özal’ın,
“12 Eylül olmasaydı  iktidara gelemezdik.” biçimindeki açıklaması 14.8.1987 tarihinde basına yansıdı.

Mart 1987 :
Demirel, Öğretim Birliği Yasası’nın bir devrim yasası olduğunu ve değiştirilmesinin olanaksız olduğunu göz ardı ederek şunları söylemiştir:
“Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset
dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yok.…Tevhidi Tedrisat Kanunu
bir semavi kitap değildir. Şayet Kuran kursları ve din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu’dur. Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır.”[3]
1989 :
TCK’nin Türkiye’de din devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesi kaldırıldı.
Bu maddenin kaldırılmasına karşı çıkan aydınlar birer birer öldürülmeye başlandı.
28 Aralık 1989 : Üniversitelerde türban serbest bırakıldı.
31 Ocak 1990 :  Prof. Dr. Muammer Aksoy’un öldürülmesi.
7 Mart 1990 :  Çetin Emeç’in öldürülmesi.
4 Eylül 1990 :  Turan Dursun’un öldürülmesi.
6 Ekim 1990 : Doç. Dr. Bahriye Üçok’un öldürülmesi.
24 Ocak 1993 : Uğur Mumcu, “İmam-Subay” başlıklı yazısından iki gün sonra
bir suikasta kurban gitti.
2 Temmuz 1993    : 

Sivas’ta her yıl geleneksel olarak düzenlenen Pir sultan Abdal Kültür Etkinlikleri’nin
3. gününde, dinciler ortalığı kana buladı. Ülkemizin yetiştirdiği en değerli aydın,
düşünür, bilim adamı, sanatçı ve edebiyatçılardan 37 kişi diri diri yakıldı.
(A.S. 33 aydın – sanatçı, 2 otel görevlisi ve 2 de gösterici…)
Çoğu çevre illerden gelerek Madımak Oteli’ni ateşe verenlerin attığı ortak sloganları şunlardı :
 “Zafer İslam’ın, Cumhuriyet Sivas’ta Kuruldu, Sivas’ta Yıkılacak!..
Şeriat Gelecek Zulüm Bitecek, Kahrolsun laiklik”
 
27 Mart 1994 :
Yerel seçimlerle RP’nin yükseliş ivmesi devam etti. 22 ildeki belediyelerin,
Ankara ve İstanbul’daki Anakent Belediyeleri’nin tüm olanakları RP’nin eline geçti. Bunlar, iktidar yolunda önemli kilometre taşları olacaktı. Erbakan, “Refah iktidara gelecek. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı olacak? Kansız mı? 60 milyon buna karar verecek” diyordu. Erbakan, 5 Nisan 1994 tarihli kararlarını ilan ederken “son sosyalist devleti de yıktık” sözleriyle Kemalizm’in
sosyal devlet alanında sağladığı cılız da olsa kazanımları kastediyordu.
(A.S. Bizim anımsadığımıza göre bu sözler Başbakan Tansu Çiller’indi..)
10 Kasım 1994 :
Anıtkabir’de Atatürk’e çirkin bir saldırı yapıldı. Saldırgan, “Taşlara, kemiklere secde etmeyin. Taşlar sizi kurtaramaz. Kuran’a davet ediyorum.” diye slogan attı.
11 Ocak 1995 : Onat Kutların öldürülmesi.
9 Ocak 1996 : Metin Göztepe’nin öldürülmesi.
1997 :
Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız,
“Laiklere şeriat enjekte edilecek” diyordu.
1997:
Şevket Yılmaz, “Allah’ın size soracağı soru şöyle : Küfür düzeninde İslam Devleti olsun diye niye çalışmadın?”Hasan Hüseyin Ceylan, “Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir kardeşlerim.
Rejim ve Kemalizm başkalarınındır. Türkiye yıkılacak beyler!”

Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe,
Bu törenlere içim kan ağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli.
Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola.
Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini eksik etmesin
.”

Şanlıurfa Belediye Başkanı Çelik, 
“Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak.” diyorlardı.

Ve Nihayet Şubat 1997…Özal’ın halefi olan Başbakan Necmettin Erbakan,
Başbakanlık Konutunda verdiği iftar yemeğine Türkiye’nin en ünlü din baronlarını
davet ederek, toplumsal gerilimi tırmandırdı. Laikliliğin tanımı bile değiştirilerek,
“laiklik, din özgürlüğüdür”; “din ise birleştirici ve lâzımdır” denilmeye başlandı.
21 Ekim 1999 : Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürülmesi.
18 Aralık 2002 : Dr. Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi.
Eğitim yoluyla şeriat özlemcisi kafalar yetiştirildi. Bu zihniyetteki bireyler, cesaret ettikleri takdirde çarşafı, Arap alfabesini, dört kadın ile evlenmeyi de, bir yandan uluslararası yeşil sermaye gücü, öte yandan da din istismarı yoluyla bunu topluma kabul ettirip uygulayacaklarına, artık hiç kuşku kalmadı.

  • Şimdi ise Sevr kapımızın eşiğinden sırıtıyor!

Yılmaz Özdil : Ukrayna


Değerli Dostlar,

“Şu rastlantıya bakın hele!?” diyeceğim ama, olmaz ki, rastlantının da bu denlisi çok haa! Peki ne diyeceğiz bu etkinliklere?! Hani, 40-50 yıl önceki sinema filmleri vardı;
– hemen hepsi ABD yapımı- “32 kısım tekmili birden” diye afişlerde okur ve 2,5-3 saat süren o filme giderdik. Baytekin serisi, uzay yolu serisi falan. Yılmaz Özdil’in tuttuğu
bu kayıtlar son birkaç yıla sığdı, hepimiz duyduk-okuduk-gördük çoğunu.
Görmediklerimizi, duymadıklarımızı da gazetecilik görevi bilip bizlere sunmuş.
Öyle ya, gazetecinin asıl görevi olaylardan haberdar olup okuyucularına duyurmaktır.
Özdil de böyle yapmış… Dünyada benzeri şimdiye dek pek olmamış-duyulmamış olaylar dizisi- ne yazık ki bizim devletlülerimizlea ilgili!
Keşke bu olumsuz-talihsiz olayları bizi ve ülkemizi ilgilendirmeseydi. Öyle ya,
herhangi bir ülke söz konusu edildiğinde öncelikle o ülkenin başındaki 1 ve 2-3 numaralı devletlüleri gelir akla.
Şimdi uğursuz mu oldu bizimkiler? Bunları en iyisi sosyal psikoloji uzmanları yorumlasınlar. Biz yine bunlara son birkaç yılın yalnızca 42’si rastlantıssaldır.. diyelim şimdilik. Bizimkiler değil, bizimle ilgilenenler düşünsünler sonucu. Eğer bir yabancı konuk devletlü, “Bunlar rastlantı canım, bana / bize bir şey olmaz” diye düşünürse,
bu onların bileceği iştir. Hadi hayırlısı(!)
Bunlar tarih sırasına göre filme alındıysa ve sinema filmi olursa iyi belgesel olur ve
42 bölüm tümü birden ilgiyle izlenir herhalde!
NOT : – Yazıdaki (1- 42)  olay numaraları bana aittir.
           – Bu dosyayı benimle de paylaşan Sayın Ertan ABALI’ya teşekkürler.

Saygılarımla.

Duran Aydoğmuş
23.02.2014
—–

Yılmaz ÖzdilYilmaz_Ozdil_portresi_kravatli


Ukrayna
Hürriyet, 22 Şubat 2014
1. Kaddafi, başbakanımıza ödül verdi, Kaddafi’yi linç ettiler.
2. Hüsnü Mübarek, cumhurbaşkanımızla kucaklaştı, Hüsnü Mübarek’i kafese koydular.
3. Başbakanımız, Beşar Esad’la kardeş oldu, o günden beri Suriyeliler birbirini vuruyor.
4. Cumhurbaşkanımız Pakistan’a gitti, Benazir Butto’yu havaya uçurdular.
5. Başbakanımız Lübnan meclisinde konuştu, ertesi sabah Lübnan işgal edildi.
6. Cumhurbaşkanımız Yemen’e gitti, bakanlarımızla birlikte Yemen türküsünü söyleyip ağladılar,Yemen’de içsavaş çıktı.
7. Başbakanımız İsrail başbakanıyla el sıkıştı, o gece Gazze’yi vurdular.
8. Ürdün başbakanı Ankara’ya ayak bastı, Ürdün’e dönmeden istifa etti.
9. Gürcistan’la yakınlaştık, başbakanımız Saakaşvili’ye sarıldı, ertesi gün Rusya Gürcistan’a girdi.
10. Suudi Kralı cumhurbaşkanımızla başbakanımıza madalya taktı, turp gibiydi,
felç oldu, aylarca ABD’de hastanede yattı, zor düzelttiler.
11. Başbakanımız Irak’a gitti, henüz Irak’tayken meclis basıldı, bakanlar rehin alındı,
45 kişi öldü.
12. Afrika açılımı yaptık, ne Tunus kaldı kardeşim, ne Fildişi Sahili…
13. El Beşir’e Çankaya Köşkü’nde mantı yedirdik, Sudan resmen ikiye bölündü.
14. Arjantin devlet başkanı geldi, gelmeden önce seyahat harcırahı çalındı, dönünce kansere yakalandığı açıklandı.
15. Arnavutluk başbakanı, bizim başbakanın oğlu Bilal’in nikâh şahidi oldu, ertesi sabah sancılarla kıvrana kıvrana hastaneye zor yetiştirdiler, yatırıp safra kesesini aldılar.
16. 2010’u Japonya yılı ilan ettik, 2011’de tsunamiyle dümdüz oldular,nükleer santral bile patladı.
17. Cumhurbaşkanımız Güney Kore’ye gitti, 50 sene sonra ilk defa Kuzey Kore’den füze fırlattılar.
18. Yunanistan başbakanı, kış olimpiyatımıza geldi, Yunanistan’da halk ayaklanması çıktı, hükümet istifa etti.
19. Irak Cumhurbaşkanı Talabani, başbakanımızla görüştü, görüşüş o görüşüş,
o günden beri Talabani’yi gören yok, bazı kaynaklara göre bitkisel hayatta, bazı kaynaklara göre öldü.
20. Romanya başbakanı geldi, anlaşmalar imzaladı, gidince derhal istifa etti.
21. İspanya başbakanıyla bizim başbakan medeniyetler ittifakı kurdu, adam siyaseti bıraktı. Silvio yargılanıyor.
22. Portekiz başbakanı, cumhurbaşkanımızı karşıladı, el sıkıştı, sonra gitti kendicumhurbaşkanına istifasını sundu. Ukrayna’yla vizeleri kaldırdık,
Ukrayna başbakanı tutuklandı.
23. Polonya’yla irtibat kurduk, Polonya devlet başkanının uçağı çakıldı, rahmetli oldu.
24. Bizim başbakanın Kosova’ya gideceği açıklandı, Kosova sokaklarına hoş geldiniz pankartları asıldı, bizim başbakan gitmeden 12 saat önce Kosova hükümeti düştü.
25. Cumhurbaşkanımızın Hollanda’ya gideceği açıklandı, Hollanda prensi çığ altında kaldı, bitkisel hayata girdi, cumhurbaşkanımız Hollanda’ya gitti, Hollanda hükümeti istifa etti,Hollanda Kraliçesi iadei ziyarete Ankara’ya geldi, prens öldü, Hollanda Kraliçesi tahtı bıraktı.
26. Başbakanımızın ABD’ye gideceği açıklandı, başına gelecekleri tahmin eden Obama beyzbol sopasını çıkardı, gezi iptal oldu. Başbakanımız ısrar etti, ABD’ye illa gitti, henüzdönmeden kasırga çıktı, insanlar öldü, Oklahoma afet bölgesi ilan edildi.
27. Cumhurbaşkanımız İsveç’e gitti, külkedisi olarak tanınan İsveç prensesi şak diye öldü,cumhurbaşkanımızı korumakla görevli olan İsveçli polislerden biri motoruyla kanala uçtu, o da öldü.
28. Başbakanımızın El Fetih’le Hamas arasındaki sorunları çözmek için Filistin’e gideceği açıklandı, duyulması bile yetti, Filistin hükümeti istifa etti.
29. NATO genel sekreteri geldi, otelin banyosunda düştü, omzu çıktı.
30. Rusya dışişleri bakanı geldi, otelde merdivenden yuvarlandı, sol eli bilekten kırıldı.
31. Gürcistan cumhurbaşkanı geldi, gelmişken burda kamp yapan Gürcistanlı bisikletçileri ziyaret etti, bisikletten düştü, kolunu kırdı.
32. Burkina Faso dışişleri bakanı geldi, bizim dışişleri bakanıyla ortak basın toplantısı yaparken, bizimki lafı uzattı, adam ağaç gibi devrildi, bayıldı, hastanede güç bela ayılttılar.
33. Mursi’ye gittiler, sırtını sıvazladılar, Mısır’da darbe oldu, Mübarek’i kafesten çıkardılar,Mursi’yi kafese koydular.
34. Başbakanımız, olimpiyat oylaması için Arjantin’e gitti, merhabalaştılar, Arjantin devlet başkanı beyin kanaması geçirdi.
35. Olimpiyatı Tokyo kazandı, bizim başbakan Tokyo’yu tebrik ediyorum dedi,
Tokyo valisi istifa etti.
36. Güney Afrika’yla vizeleri kaldırdık, olan Mandela’ya oldu. Angelina Jolie bizimkilerin elini sıktı, gitti memleketine göğüslerini aldırdı.
37. Cumhurbaşkanımız Almanya cumhurbaşkanını Kayseri’de ağırladı,
bilahare, Almanya’ya iadeiziyarete gitti, neticede Almanya cumhurbaşkanı istifa etti.
38. İspanya başbakanı Türkiye’ye geldi, bakalım İspanya hükümetinin başına ne gelecek diye merak ediyorduk, bu sefer iş Kral’a patladı, İspanya Kralı’nın kızıyla damadını yargılamaya başladılar.
39. Cumhurbaşkanımız Letonya’ya gitti, akabinde, Letonya’da süpermarket binası çöktü, 54 kişi öldü, Letonya hükümeti istifa etti.
40. Fransa cumhurbaşkanı mis gibi oturuyordu Paris’te, durup dururken Ankara’ya gelmeye niyet etti, gelmeden üç gün önce sevgilisiyle yakalandı,
first lady hastanelik oldu, ayrıldılar.
41. Cumhurbaşkanımız İtalya’ya gitti, İtalya hükümeti istifa etti. Cumhurbaşkanımız Roma’da kalmış, çok istemesine rağmen, hava muhalefeti nedeniyle Floransa’ya gidememişti. Sanırım İtalya’nın en şanslı şehri Floransa diye düşünmüş olmalılar ki, Floransa belediye başkanına hükümeti kurma görevi verdiler.
42. Başbakanımız, Ukrayna devlet başkanı Yanukoviç’i Ankara’da ağırladı, ikisi birlikte Esenboğa havalimanına gidip, ortaklaşa üretim yapmayı planladıkları Antonov tipi uçağı incelediler. Ukrayna’da içsavaş çıktı, ölü sayısı 100’e yaklaşıyor, Yanukoviç ya istifa edecek, ya kaçacak, ya da kıstırıp öldürecekler. Bizim Antonov’un durumu belirsiz yani.
Bu yazı dizisine ilk başladığımda, dört beş örnekten ibaretti. Bu hale geldi.
30 Mart’ta bi daha seçersek, ne hale geleceğini Birleşmiş Milletler düşünsün gari.
—–

“GERİ KALMIŞLIKTA SORUN İSLAM OLSAYDI(…..)”

Dostlar,

Sevgili arkadaşımız, Uluslararası İlişkiler Uzmanı Sn. Duran Aydoğmuş;
çok değerli yazıları – yazışmalarını paylamakta..

29.8.2013 günü de “TANRI’dan MEKTUP VAR” başlıklı bi dosyasını paylaşmştık.

Yeni sunumu aşağıda ..

Teşekkür ederiz Sn. Adoğmuş’a..

 

=========================================

Sevgili Dostlar,

26.08.2013’de sizinle ve kısa bir yorumumla paylaştığım GERİ KALMIŞLIKTA SORUN İSLAM OLSAYDI(…..)” konulu makale için kendi yorumunu ekleyen Eğitimci Yazar Sayın Ahmet Z. Özdemir hocamızın aynı tarihteki yorumu da aşağıdadır. Söylediklerine katılmamak mümkün mü?
Piyasada önemli kitapları bulunan Sayın Yazarı henüz tanımayanlar için kısa özgeçmişi aşağıdaki bağlantıdadır. Tıklayınız.
 +
Saygılarımla. 29.8.13

Duran Aydoğmuş
—–

Kimden: Ahmet Z. Ozdemir <azozdemir@……….>
Kime: duran aydogmus <durgul55@yahoo.com>
Gönderildiği Tarih: 26 Ağustos 2013 11:17 Pazartesi
Konu: GERİKALMIŞLIKTA SORUN İSLAM OLSAYDI,

    Değerli Dost, sayın Aydoğmuş,

Sitenizdeki sayın Prof. Dr. Kemal Arı’nın yazılarını okudum. Güzel ve doğru şeyler, yazdıklarına katılıyorum. Ancak önemli bir hususu belirtmeden geçemeyeceğim. Sayın Arı; İbn-i Sina’dan, El Brûni’den, İbn-Rüşt’ten, Farabi’den söz ederken
bu değerli insanların o devrin yobazları tarafından dışlandığını, ayıplandığını söylemiyor. Bu bilim adamlarına: “Bunlar Kur’an dışına çıkyor, hadis dışına çıkıyor diye onları halk nezdinde itibarlaştırdıklarını belirtmemiş.Tamam, sorun İslam’ın kendisinde değil, ama bu sorun nerede?. Gökte mi, yerin altında mı, insanların kafasında mı? Burası bir açığa çıkmalıdır. Dünyada hiçbir din, sakın ilerleme, olduğun yerde kal, sakın kıpırdama demez.
—–

Bilindiği gibi bütün kitaplı dinler, o dinin peygamberi öldükten sonra onun halifeleri, müçtehitleri ve imamları tarafından biçimlendirilmiştir. Hıristiyanlık, İsa’nın ölümünden sonra Sen Piyer (Petros) ile Tarsuslu Sen Pol (Pavlus) tarafından kurallara bağlanmış. Küçük değişiklikler bir yana…

Bu durum İslamlık için de böyledir. İslam’ın peygamberi öldükten yaklaşık yüz yıl kadar sonra ortaya çıkan mezhep kurucuları (imamlar) ve Osmanlı döneminde de “hükemâ-yı İlâhiye” denilen yorumcularla İslam bu hale geldi. Medresedeki müderrisler ve mollalar da bunun uygulayıcısı oldular. İşte bu noktada ben Osmanlı devletini yıkanlar da bu molla kafasıdır diyorum. Çünkü bunlar altı yüz yılda müsbet bilim konularında bir adam yetiştirmemişlerdi. Yani bir Pastör, bir Edison çıkaramamış. Ama bol bol ülema, din adamı çıkarmışlardır. İslam’a beş, güsle üç, imana altı, hayvan kesmeye dört…şartlarını koyanlar da bunlar. Mesela İslam’ın şartına gelelim: Doğru olacaksın, yalan söylemeyeceksin, çalmayacaksın, haksızlık yapmayacaksın…. böylece yüzlerce şartı var İslam’ın ama biçimlendirenler kendilerine göre biçimlendirmiş işte.Günümüz üleması da o kaynaklardan, yani medrese kaynaklarından etkilenerek yetişmişler. İşte örnekler:

“Müzik için haram diyemeyiz ama helal da diyemeyiz. İçeriği İslam’a uygun olmalı ama kadın sesi içeren müzik kesinlikle caiz değildir.” Prof. Dr. Orhan Çeker, Selçuk Üniversitesi.

“Çalgı aletleri, bunları çalmak, satmak ya da şarkı söylemekten para kazanmak, nefsi azdıran, örneğin

– dini bir kadının ya da şarabın heyecan verici niteliklerini anlatan şarkılar (çalgısız dahi olsa) caiz değildir.” Prof.Dr.Hamdi Döndüren, Uludağ Üniv.

“Şarkı denilen şeyin ancak (eğer çalgı ve kadın sesi içermiyorsa); sözleri de dinen sakıncalı değilse dinlenebilir.” Prof.Dr.Ekrem Buğra Ekinci,
Marmara Üniv.

Sayın Prof. Kemal Arı, Dini, İslam’ı bu hale getirenler, o dinin uygulayıcılarıdır. Düşünsene, sadece “Prof.” ünvanlıları bir tarafa bırakalım bir de bunun daha aşağı ellerde, halk arasında nasıl değiştirilerek, çeşitlendirilerek yayıldığı meselesi…

TANRI’dan MEKTUP VAR : Aklınızı kullanın!


Dostlar
,

Sevgili Arkadaşımız Uluslararası İlişkiler Uzmanı Sayın Duran Aydoğmuş,
gerçekten düşündürücü bir ileti paylaştı..

Okuyalım ve üzerinde düşünelim..

Teşekür ederiz değerli Aydoğmuş..

Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ, 29.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

Sevgili Dostlar,
Bakın, Tanrı, kafatası içine beyin de vererek yarattığı kullarına bilgisayar diliyle nasıl hitap etmiş, nasıl durum analizi yapmış bir okuyalım. Okuyalım da, kendi beynini işletmeyip bazılarına angaje edenlere, kendilerine ve kendileri yerine angaje olduklarına nasıl seslenmiş okuyalım. İşte, din – ahlak anlattığını zanneden sözde din adamları bunları iyi okuyup anlayarak kendilerini günde en az beş vakit dinleyenlere bunları anlatsa, soru-yanıt şeklinde devam etseler(di), insanlık böyle mi olur(du)?!
Bilenler biliyor, Arap ülkelerinde halen yemeklerini el ile yiyenler, masa sandalye yerine yer sofrasında oturup yemek yiyenler, yani kaşık-çatal-bıçak kullanmayanlara 

“Kaşık-çatal-bıçağı neden kullanmıyorsunuz?” diye sorduğunuzda,
“Peygamberimiz de böyle yemek yerdi, biz peygamberin yolundayız vb” derler! Peki, Peygamber zamanında otomobil, uçak vb. yoktu, deveye biniyordu, o  halde neden deveye binmiyorsunuz da o vasıtaları kullanıyorsunuz?”

dendiğinde, “O başka” derler! Böyle demekle ve böyle düşünmekle beynini kullanmış mı oluyor ve neden? İşte aşağıda, -sözde Tanrı- beynini kullanmayanlara sesleniyor hem de nasıl…
Sayın Osman Türkoğuz paylaşmış bu dosyayı.
Okuyalım ve gerçekten biz de tekrar düşünelim ve anlatalım…
Saygılarımla.

D. Aydoğmuş
28.8.13
—–
Kimden: Osman türkoğuz osmanturkoguz@……….
Gönderildiği Tarih: 28 Ağustos 2013 10:05 Çarşamba
Konu: Tanri’dan kmektup

CEMİL SENA ONGUN, HZ.MUHAMMET SOYUNDAN BİR TÜRK FİLOZOFUDUR.“AHURAMAZDA BÖYLE DEDİ” ESERİNİ OKUYANINIZ VAR MI? “BEN, KİMSEYE BENİM ADIMA KONUŞMA YETKİSİ VE ELÇİLİK VERMEDİM. NEDEN HER KÖTÜ İŞLERİNİZDE BENİM ADIMI KULLANIYORSUNUZ? NEDEN KUŞLARDAN VE ÇOCUKLARDAN İBRET ALMIYORSUNUZ?
SİZİ YARATTIĞIMA BİN PİŞMANIM EY İNSANOĞLU!
YÜCE TANRI BÖYLE DER, GERÇEĞİ ARAMAK İÇİN HUZURUNA ÇIKANLARA. PEKİ, SİMAVNALI ŞEYH BEDRETTİN NE DER :
“BEYAZI DA, SİYAHI DA,YAHUDİLERİ DE, HIRİSTİYANLARI VE MÜSLÜMANLARI DA YARATAN ULU TANRIDIR. ARALARINA FİT KOYAN PEYGAMBERLER VE DİN ULULARIDIR!”
         TANRI’dan MEKTUP
DİYELİM Kİ BEN HİÇBİR ZAMAN VAR OLMADIM VE BENİ DİNLERSENİZ GİDİN ADAM GİBİ YAŞAMAYA BAKIN; BENİM ADIMA ELÇİ VE VEKİL YARATIP BİRBİRİNİZİ KANDIRIYORSUNUZ, ONU ANLADIK DA, PEKİ BENİM ADIMI NİYE ORTAYA ATIP KULLANIYORSUNUZ?!… EĞER BEN ALLAH İSEM NİYE MUSA’yı GÖNDEREREK CUMARTESİ’Yİ, İSA’yı GÖNDEREREK PAZAR GÜNÜNÜ, VE MUHAMMED İLE CUMA GÜNÜNÜ TATİL YAPAYIM??!!!
NİYE İSA’nın MÜRİTLERİ KİLİSEDE ŞARABI RAHAT İÇEBİLİRKEN DİĞERLERİ İÇTİĞİNDE KIRBAÇ YEMEK ZORUNDA KALIYOR??!!  NİYE BİRİSİNİ KARA ÇARŞAFA SARMAM GEREKİRKEN DİĞERİNİ ÜSTSÜZ GEZMESİNE MÜSAADE EDEYİM?  BİRİSİ İMAMI İLE DİĞERİ PEYGAMBERİ İLE BİR BAŞKASI HAYALLERİ İLE MUTLU OLSUN AMA SONUNDA NEDEN BİRİSİ HATEM DİĞERİ MATEM OLSUN??.. EĞER Kİ BEN VAR İSEM VE DİNLERİN ANLATTIĞI GİBİ BU DENLİ SEVGİ DOLU İSEM; TARİHTEKİ EN KANLI SAVAŞLAR, DİNİ VECİBELERİN YERİNE GELMEMESİ SONUCU MEYDANA GELEN KATLİAMLAR NEDEN HEP DİN ADINA GERÇEKLEŞTİ????!!!  HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ ÖLENLER CENNET’te MİDİR YOKSA CEHENNEM’de Mİ??? VEYA DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ MUSA, İSA VE MUAHAMMED ÖNCESİNDE DOĞAN VE ÖLENLERİN HESABINA NASIL BAKILACAK?? DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ BEN BÖYLE BİR ALLAH OLSAYDIM; NİYE O ZAMAN BİRÇOK YAMUK İNSANIN BENİM ADIMA ALLAHLIK YAPMASINA, BENİM VEKİLİMMİŞ GİBİ DAVRANMASINA VE YERYÜZÜNÜ CEHENNEME ÇEVİRMESİNE MÜSAADE EDİYORUM??
                              
İBADETE MUHTAÇ OLAN BİR ALLAH?!
EMİRLERİNDEN VAZGEÇENLERİ GADDARCA CEHENNEME GÖNDERECEĞİNE YEMİN EDEN BİR ALLAH?!… YERYÜZÜNÜ BİR DENEY ORTAMI VE İNSANLARI DENEY FARESİ GİBİ GÖREN VE YERYÜZÜNDE YASAKLADIĞI HER ŞEYİ (ŞARAP, ZİNA VB…) CENNET İÇİN VAAT EDEN BİR ALLAH?!.. EMİN OLUN Kİ O BEN DEĞİLİM VE OLAMAM!…
ARKADAŞ AYAK AYAK ÜSTÜNE ATIYORSUN VE BEKLİYORSUN Kİ FALAN VEYA FİLAN ERMİŞ GELECEK SENİ İHYA EDECEK ÖYLE Mİ? MADEM O’NU BEKLİYORSUN BUGÜNDEN İTİBAREN CENNETİN KAPISINI MÜHÜRLÜYORUM VE KİMSEYİ SOKMAYACAĞIM ANLAŞILDI MI?
HEPİNİZİN BEYNİNDE BİR KAÇ MİLYAR GRİ HÜCRE VARDIR BOZULMASINLAR VEYA TOZLANMASINLAR DİYE ASIL SİZ ONLARI ÇALIŞTIRIN… DÜNYANIN İÇİNE EDER, DÖNÜP “ALLAH’ın TAKDİRİ” DERSİNİZ. HİÇ Mİ AKLINIZA GELMİYOR MU?!… EN AZINDAN BİR GOOGLE MÜDÜRÜ KADAR BECERİ SAHİBİ DEĞİL MİYİM Kİ HEM ÜRETİCİLER HEM TÜKETİCİLER MEMNUN OLSUNLAR?!.. SİZ BİR KEZ GOOGLE İÇİN SIGN-IN YAPINCA UZUN BİR SÜRE O BAĞLANTIYI KOPARMADAN GÖTÜREBİLİYORSUNUZ. PEKİ HER GÜN BENİM İÇİN 5 DEFA SIGN-IN YAPMANIZA NE GEREK VAR. GÖNÜLDEN BENİMLE İSENİZ YETERLİ, BİR ÖMÜR VE SÜREKLİ OLARAK O BAĞLANTI İLE DEVAM EDEBİLİRİZ. ŞAHSINIZ VE YAKIN ÇEVRENİZ İÇİN ETTİĞİNİZ DUALARINIZA GELİNCE; EMİN OLUN ONLARIN %99.99’u SPAM OLARAK KALIYOR VE HİÇ MAIL BOX‘ıma YANSIMIYOR.  BEN SİZE DÜŞÜNÜN DİYE AKIL VERDİM HAREKETE GEÇİN DİYE EL VERDİM YÜRÜSENİZ DİYE AYAK VERDİM GÖZ KULAK, AĞIZ VE DİĞERLERİ SİZ KARAR VERESİNİZ, UYGULAMAYA KOYASINIZ DİYE BUNLAR VERİLDİ. YOKSA VERMEYİP DUALARLA, MUSKALARLA, KENDİ KANUNLARIMLA SİZİN YERİNİZE KARAR VERİP UYGULAMAYA KOYARDIM.
SİZ BENİM HER DİNİ YARATIRKEN BİRİSİ VEYA BİRİLERİNİN HUYUNA VE ZEVKİNE GÖRE VE ARALARINDA BU DENLİ FARKLILIKLAR BULUNABİLECEK KADAR KARARSIZ VE DENGESİZ OLDUĞUMU NASIL DÜŞÜNÜRSÜNÜZ? VEYA
HER YENİ DİN İLE BİRLİKTE TEMELDEN HER ŞEYİ BAŞTAN DEĞİŞTİRMEMİ NASIL BEKLERSİNİZ????!!
AKLINIZI KULLANMANIZI TAVSİYE EDERİM!…
AKIL, AKIL, AKIL
AKIL, AKIL, AKIL
AKIL, AKIL, AKIL
AKIL, AKIL, AKIL

İSLAMIN SORUNU İSLAMCILAR

Dostlar,

Sayın Duran Aydoğmuş dostumuz (Dış politika konularında uzmandır), yerinde bir girişle, bizim “Cumhuriyetimizin ağabeyi” diye tanımladığımız 1922 doğumlu, 91 yaşındaki bilge Sn. Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen‘in önemli bir yazısına gönderme yapmakta :

*****

Sevgili Dostlar,

Dr. Ali Nejat ÖLÇEN‘i (Eski Milletvekili-Yazar) -henüz tanımayanınız varsa- Google’a adını tam yazıp bir baksın derim. Kendileriyle şahsen tanışıyorum, Konferanslarda vs bir araya geliyoruz. Karşılıklı iletişimdeyiz. İki ayda bir yayınladığı “Türkiye Sorunları” kitabını adresime gönderiyorlar. Kendilerine müteşekkirim ve bu vesile ile tekrar saygılar sunuyorum. Bu kitapları numaralıdır. Bana 80. numaradan itibaren göndermeye başladılar (kendileriyle tanıştıktan sonra). Çok faydalanıyorum bu kitaplarından.

Aşağıdaki bağlantıyı tıklayıp web sitesinden hem bu kitapları (yazılarını) görün,
hem de siteye girince solda görülen başlıkları tıklayıp bir bakılmasını öneririm.

Sayın Ölçen’in bugünkü makalesi çok önemli ve sizlerle paylaşıyorum
(Daha önce okumayanlar için).

http://www.olcen.net/index.php?action=anasayfa

Saygılarımla.

Duran Aydoğmuş
19.08.2013

*****

Dostlar,

Daha önce bu sitede Sn. Ali N. Ölçen’in pek çok yazısına sevinçle yer verdik.

Sağolsunlar, kendileri de

    TÜRKİYE SORUNLARI

dizisinde bizim yazılarımızı yayımladılar. Başından beri bize de yollarlar karşılıksız olarak.

10’u aşkın kitabın yazarı Sayın Dr. Ölçen, bu kitaplarını bize imzalayarak sunma inceliği de gösterdiler. Ortak bir ilgi alanımız SAĞLIK EKONOMİSİ’nde oluştu. Biz yıllardır bu dersleri Tıp Fakültelerimizde işliyoruz. Kendilerinin de doktora tezi..

Bir de Sn. Ölçen ile ADD Genel Yönetim Kurulu’nda 2004 -2006 dönemminde birlikte çalışma olanağı elde ettik.

Son olarak, halen ADD Bilim – Danışma Kurulu’nda birlikteyiz..

İSLAMIN SORUNU İSLAMCILAR… başlıklı yazısı bize de ulaşmıştı ve yayımlayacaktık ama Sn. Aydoğmuş’un takdimini de palaşalım istedik.

İSLAMIN SORUNU İSLAMCILAR başlıklı makale, Sn. Öçen’in son yıllarda yazdığı belki de en önemli makaledir. İslam ve Aydınlanma tarihine, bir fen bilimciden amatör ama özgün bir katkı sayılabilir.

“Kendini Yokeden Osmanlı” (İMAJ Yyınları) adlı yapıtında da bu konulara değinilmektedir (2008. Sayın Ölçen bu yapıtında Osmanlı’nın kendini yok ediş tarihini 1535’ten başlatmaktadır (bitiş 1914). 1535, anımsanacağı üzere, Kanuni Sultan Süleyman‘ın Fransa’nın tutsak Kralı 1. Fransuva’ya “Evladım Fransuva” diye başlayan mektubuyla tanıdığı kapitülasyonların başlangıç yılıdır.

Her 2 dostumuzu da -Dr. A. N. Ölçen ve Duran Aydoğmuş- ve sevgi ve saygı ile salamlıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 21.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================================

İSLAM’IN SORUNU İSLAMCILAR

    portresi

    Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen

    Hangi din devlete sığınır, devletle bütünleşirse, sonuçta siyasallaşarak din olmaktan çıkacaktır. Din karşısında en güvenilmez kurum, devlettir çünkü. Devlet, her zaman onu ele geçiren kadrolar tarafından yeniden biçimlendiril­miştir. O nedenle dini siyasallaştıran ve onu devletin içine yerleştiren kad­rolar dindar olamazlar, kolay­lıkla kindar olurlar. İslam’ın tarihi incelenecek olursa, hiçbir dinde söz konusu olmayacak ölçüde devlet ile iç içe olduğu ve devlet ile bütünleştiği görülür. Abbasiler’in son döneminde de böy­leydi, Emeviler döneminde de ve şimdi de.

    Daha da kötüsü, emperyalizmin kucağındadır İslam Dünyası!

    Bu­nun Coğrafya ile ilintisi olamaz. İslam Dünyası’nın Emperyalizmin güdü­müne girişi, bilime, teknolojiye, özgür düşünceye, barışa ve hatta ahlaka ka­palı kalışının nedenini coğrafyada aramak, temeldeki gerçeği görmemeye yol açar.

    İslam’ın bilime, teknolojiye, özgür düşünceye kapanışı, 700’lü yıllarda doğan Mutezile akımının terk edilmesiyle başlar. Mutezile, İslam’ın hoş görüye, tartışmaya açık olduğu dönemdir. Kısa sürmesine karşın etkileri 1200’lü yıllara dek sürdü.

    İslam Dünyasında Sayın Prof. Kemal Arı’nın İmam Gazali ile artık aklın devre dışı kaldığı oysa, aynı zaman diliminde Avrupa’da Rönesans’ın başla­dığı düşüncesi gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü İslam Dünyasında aklın (özgür düşüncenin) tek edilişi İmam Gazali’den çok önce başlamamış ve Rönesans ise aynı dönemde değil İmam Gazali’den 450 yıl sonra gündeme girebilmiştir. Sayın Kemal Arı’nın bir tümcede iki yanılgısı dalgınlık sonucu olsa gerek.

    Akla kapanış, İslam’ın ilk yıllarındaki mezheplerin doğuşu ve dinsel iktidar paylaşımının yarattığı çatışmaların (daha doğrusu boğazlaşmanın) ürünüdür. Söz konusu mezheplerden biri, yalnızca

    Mutezile akımı, İslam’ın kuruluş yıllarında akıl kullamayı ön görüyordu. Çünkü, Kutsal kitabı “Tanrı Kelamı” kabul etmiyor onun “Ha­dis” yani Peygamber’in sözleri olduğunu ileri sürü­yordu:

    “Eğer Kur’an Tanrı sözü olsaydı, susar durumdan konuşur duruma geçmiş, dolayısıyla gelişime uğramış olurdu. Oysa Tanrı, gelişmişliğin üstünde, “Kamil-i Mutlak’tır.” Bu sav, İslam Dünyasının bilime açılışıydı.

      Kutsal Kitab’ın “Hadis” olarak kabulü

    ,

    aklı kullanmanın yolunu açmış oldu; yıl 775.

    Oysa daha önce Kur’an’dan başka hiçbir yazı ve de kitabın geçerliliği hatta okunması bile söz konusu değildi. Bu gerçeği İbn Haldun, Türkçe’ye çevrilen Mukaddime adlı yapıtının 2. cildinde şöyle açıklıyor:

    İran’ı zapt eden İslam ordusunun komutanı Saad bin Vakkas, birçok eser ve kitaplar bularak bunlardan yararlanmak üzere Halife Ömer’e mektupla iznini ister.

    Ömer: ”Bu kitapları suya veya ateşe atınız, hidayet yo­lunu gösteren ilimleri içine alıyorsa. Yüce Tanrı’nın pek mükemmel olarak bize hidayet yolunu göstermiştir. İnsanları azgınlığa sevk eden bilgileri içine alıyorsa Tanrı bunlardan korunmuş olur.”

    Buna karşın, Horasan’daki uygarlığın etkisi ile ilk kez İran’lı İbn Mukaffa (ölümü 757) “Kelile ve Dimne” ile “Kitab’ül Müluk”u (Hükümdarlar Kitabı’nı) Arapça’ya çevirir. Ve Abbasi Hali­fesi Ebu Cafer el Mansur (yıl 775) Mutezile akımını devletin resmi mezhebi kabul eder.

    859-946 yılları arasında yaşayan Ali bin İsa, İslam Dünyasının bilime açılan kapısından içeriye girerek yazdığı “Tezket’ül Kehhalin” (Göz Hekim­lerine Notlar) kitabıyla “Göz Anatomisi’nin kurucusu olacaktır. O’nun bu yapıtı 1845 yılında “Monitorium Ocilariorum Specimen” adıyla Venedik’te La­tince’ye çevrilir. İsa bin Ali bin Hasan el Sadi’nin “Tarih-i Tabii (Doğa Tarihi) kitabı Musee Britanique’de 1367 sıra numarası ile kayıtlıdır. (Şemset­tin Günaltay).

      Batı’ya aydınlığı armağan eden; İslam’ın Mutezile okuludur

    Bugün hiç kimsenin söylemeye cesaret edemeyeceği bir deyimi o dönemde Ebu Hanife söyleyebilmişti:

    “Namaz din’in bir parçası değildir.”
    (İslam Ke­lamı, A.S. Tritton, Türkçeye Çeviri; Mehmet Dağ, s.49)

    Bu bilgileri şunun için açıklamaya gereksinim duymaktayım:

    İslam Dün­yası’nda Rönesans 800’lü yıllarda, Batıdan 500 yıl önce başlamıştı, Mutezile akımı sayesinde.

    Ne zaman o aydınlık dönem kararmaya başladı?

    İmam Gazali’den çok önce 870’li yıllarda. Abbasi Halifesi Mütevekkil’in öldürülmesinden sonra yerine geçen Mütevekkil döneminde kargaşa doruk noktasına ulaşmıştı. Sokakta insanlar katlediliyor, evler soyuluyordu. Kimsenin can güvenliği kalmamıştı. Güçlü bir Mutezile yanlısı olan İmam Eşari bir Camide (Yıl 870);

    * Mutezile’yi bu cüppe gibi sırtımdan çıkarıp atıyorum..” demiştir.

    Bu, İslam’ın Kutsal kitabının “dev­let gücünü pekiştirecek kaynak” olmasının yolunu açtı.

    Mutezile akımına inananlar işlerinden kovuldular, karşı çıkanlar Silivri ben­zeri zindanlara atıl­dılar, işkence gördüler. İmam Eşari, Gazali’den 230 yıl önce “Ehl’i Sünnet ve’l Cemaa” nın kurucusu olarak “Sünni mezhebi”ni Abbasi Devletinin son döneminde resmi mezhebine dönüştürdü. Açıkçası Gazali, İmam Eşari okulunun (yani Sünni akidesinin) yalnızca sözcülüğünü yapmış, güncelleşmesini sağlamaya çalışmıştır.

    Akla kapanışın mimarı, aslında İmam Eşari’dir.

    Şimdi haklı olarak soracaksı­nız; Abbasi döneminin ilk yıllarında ku­rulan “Bey’ül Hikme” adlı Akademi ve kitaplar ne oldu?

    Kapatıldı ve yakıldı!

    1952 yılı Demokrat Parti iktidarında Halkevlerin kapatılıp kitaplarının yakıl­ması gibi.

    Eşi Hıristiyan Despina Hatun olan Fatih Sultan Mehmet, Mutezile ile Sünni mezheplerinden hangisini kabul etmek gerektiğini o dönemin din bilginlerine görev olarak verir. Uzun görüşmeler sonucu Sünni Mezhebi kabul edilmiş ve

      bilime kapanıklığa Osmanlı katılmış oldu

    .

    Bu satırları yazan kişinin (1922 do­ğumlu Ali Nejat Ölçen’in) küçük bir defteri andıran nüfus cüzdanında mez­hebinin “Sünni” olduğu yazılıydı.

    Yalnız İslam Dünyası değil, Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyeti de em­peryalizmin kucağındadır.

    İslamcılar yüzünden.

    İslam’ı İslamcıların elinden kurtarmak, dinin siyasallaşmasına engel olmak, Ortadoğu Coğrafyasına aydınlığı getirmek demektir.

    Böyle biline ve çare buluna.

    Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen
    Ağustos 2013, Ankara

ATATÜRK İLKELERİ ve SUUDİ ARABİSTAN..

Dostlar,

Saygıdeğer arkadaşımız Duran Aydoğmuş önemli iletiler paylaşıyor.
Kendisine teşekkür ederek paylaşalım..

Özellikle power point yansılarını izlemek gerek :

AtaturkIlkeleriveSuudiArabistan (2)

Sevgi ve saygı ile.
19.8.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Çok ilginç bir uygulama, bizim soytarıların da korkulu rüyası. Suudi Arabistan’da Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün İslam Dinini sömürüden ve insanları aldatılmaktan korumak için söylemiş olduğu sözler, Suudi Arabistan’da İslam dinin kuralları olarak, ödünsüz uygulanmaktadır. Bizim soytarı tarikatçılarımız, hurafecilerimiz Suudi Arabistan’a Hacca bile, ölüm korkusu nedeniyle, gidememektedirler. Atatürk’ün dediklerine uymayanlar Suudi Arabistan’da idam edilmektedir. Mustafa Kemal’in “idamlık” sözlerini bir görelim:

“EFENDİLER VE EY MİLLET1BİLİNİZ Kİ TÜRKİYE CUMHURİYETİ ŞEYHLER, DERVİŞLER,MÜRİTLER VE MECZUPLAR MEMLEKETİ OLAMAZ!”

“BİRTAKIM ŞEYHLERİN,DEDELERİN,SEYY,İTLERİN ,BABALARIN,EMİRLERİN ARKASINDAN SÜÜRÜKLENEN FALCILARA, BÜYÜCÜLERE, ÜFÜRÜKÇÜLERE, MUSKACILARA, TALİH VE HAYATLARINI EMANET EDEN İNSANLARDAN MÜREKKEP BİR KİTLEYE MEDENİ BİR MİLLET NAZARIYLE BAKILABİLİR Mİ?”

“ARTIK ,TÜRKİYE DİN VE ŞERİAT OYUNLARINA SAHNE OLMAKTAN ÇOK UZAKTIR!”

“30 Teşrinisâni 1324 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Ünvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” Anayasalar 154/174. madde.

Sakallı Ahmet Hoca, Fethullah Gülen Efendi! Ve diğer Din Ulemaları! Neden dini vecibelerinizi ifa etmek için Mekke’ye giderek ol mübarek (!) fikirlerinizi orada serdetmiyorsunuz?

**********************

Kimden: ZEKIYE YUKSEL
Kime: duran Aydoğmuş
Gönderildiği Tarih: 18 Ağustos 2013 23:55 Pazar
Konu: RE: Ataturk Ilkeleri ve Suudi Arabistan.

Merhaba Duran Bey,

İki eki de okudum. Orada olmayanların nedeni Allaha şirk koşmaktan dolayıdır, laiklikle ilgisi yok, Kuran’la yönetilen bir ülke. Lütfen Atatürk Türkiyesiyle kıyaslamayın. Vahhabilikten başka hiçbir mezhebe yaşam hakkı tanımazlar. Bugün Mekke ve Medine tam bir ticaret merkezidir.

Zamanım olsaydı bu konuda uzun yazabilirdim.
Dünyanın
– en gerici en yobaz,
– insan haklarının en çok ihlal edildiği,
– kadına kamuda, sokakta yaşam hakkı tanımayan,
– Amerikan uşaklığını yapan,
– El Kaide(3 kez Allah Allah deyip kadınlara tecavüz eden ve kesen) çetelerini besleyen
şeriat ülkesi, uygulamaları da Kuran’a göredir.

Tek bir mezhebi tanıyan, dinle yönetilen bir ülke laik olabilir mi?
Laikliği özgürlüklerden ve demokrasiden ayrı düşünemeyiz. cami altlarına dükkan açamaya ne gerek var? Suudi Arabistan dünyanın en ünlü markalar cennetidir.
Dünyanın hiçbir ülkesinde orada var olan alış veriş merkezlerinin olabileceğini düşünmüyorum.

Orada imam hatip kız okullarının olmayışı da Kuran’ın adına bakışıyla ilgilidir.
Türkiye’de islam kurana göre uygulanmıyor. Her ülke kendine göre bir islam yaratmıştır.

Görüşmek dileğiyle, sevgi ve selamlar.

Zekiye

********************************

KAPLUMBAĞA İLE MÜRTECİ GERİ GİDİŞİ OLMAYAN İKİ YARATIKTIR.
TEHLİKEDE PUSAR SONRA DA İLERLER.
DOLMABAHÇE CAMİSİNE SIĞINAN ATATÜRKÇÜ GENÇLERE İFTİRA VE HAKARET YAĞDIRANLAR;
EL FETİH CAMİSİNE SIĞINAN ÇAĞDIŞI AMERİKAN AJANLARINDAN NE HABER.
İRTİCANIN BAŞI EZİLMEDEN NE DEMOKRASİ GELİR, NE DE İNSANLIK HUZUR BULUR.
SOYTARILIK POLİTİKACILIK HİÇ DEĞİLDİR.

Bu ileti kaç yıldır dolaşmakta….

Yetkililer, bizdeki bağnazları uyarıp “Dinde olmayan şeyleri yapıyorsunuz!” diyemez ,

Halkın dini gösterimlere ilgisi azalır kandırması zor olur diye.
Cahili kandırmak kolaydır.
Dinci ile dindarı ayırt edecek bilginin öğrenilmesi istenmez.

Seriat_Ulkesinde_Kadin_Olmak_Zekiye_Yuksel

MISIR’ı Bir de bizden okuyun..

MISIR’ı Bir de bizden okuyun..

Sevgili Dostlar, !!!

Bizim siyasetçilerin büyük çoğunluğu -medyası dahil- İslam ülkesi Mısır’daki yönetim değişikliğini yerden yere vuruyor! İktidarın her sözü ve uygulamasına karşı isabetli sözler sarfedenler, konu Mısır’daki yönetim değişikliği konusunda aynen iktidar ağzını kullanıyor, destek çıkıyor! Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu demezler mi adama?!
Mısır denen dünyanın en eski ülkesinin yeniden ortaçağ yönetimine doğru evrildiğini gören-yaşayan Mısır ordusu bu gidişe el koyduğu için ve bu değişimi sandıkla, oy ile yapmadığı ve elbiseleri de sivil olmadığı için “darbe” deniyor haliyle. Hem de bu sözcük o kadar sık kullanılıyor ki, insana gına geliyor adeta! Yani darbe, zamana yayarak ve sivil elbise ile yapılırsa “Demokratik,” bir günde ve askeri elbise ile yapılırsa “Darbe” oluyor öyle mi?!

Mısır’ın yaklaşık 7 bin yıllık köklü bir geçmişi olduğunu, bu dönem içinde birçok ülke, kavim ve kişilerin Mısır’ı yönettiğini, 1517-1805 arası dönemde -yaklaşık 300 yıl- Osmanlı yönetimi altında kaldığını biliyoruz. Mısır bir Arap ülkesi ancak, diğerlerinden çoğu konuda çok farklı olduğunu biliyoruz. Avrupa ülkelerinin okullarındaki tarih derslerinde Mısır’a ayrı bir önem verildiğini ve uzun uzun okutulduğunu biliyorum…

Yine biliyoruz ki, Mısır’da darbe yapan generali de devirdiği cumhurbaşkanı seçmişti. Demek ki, Mısır’ı nereye götürdüğünü bu kısa süre içinde gördüler ve daha kötüye gitmesine mani oldular. Öyle ya, her ülkenin ordusu aslında sadece dış düşmanlara karşı değil, dahili bedhahlara karşı da görevlidir…

Şimdi aşağıdaki makalede, Mısır’daki değişimin gerekçelerini-aslını okuyalım bir kez daha.

Saygılarımla.

Duran Aydoğmuş
17.08.2013
—–

BUNA USTA POLİTİKACILIK DENEMEZ : MISIR’DA ÇAĞ DIŞINDA KALAN AMERİKAN UŞAKLARINI CAMİ ÖNLERİNDE DESTEKLEMEK, SURİYE’NİN SEÇİLMİŞ BAŞKANINA SAVAŞ AÇMAK DIŞ BAŞARI İLE HALKINI KORKUTMAK DEMEKTİR (…..)

“YADEDECEKSİNİZ. HİNT’E, YEMEN’E VE MISIR’A GİDEN FİKİRLERİM, ORADA FİLİZLENEREK GELİP SİZİ BOĞACAKTIR.”
MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK.
*****

Mısır’ın yaklaşık 7 bin yıllık köklü bir geçmişi olduğunu, bu dönem içinde birçok ülke, kavim ve kişilerin Mısır’ı yönettiğini, 1517-1805 arası dönemde -yaklaşık 300 yıl- Osmanlı yönetimi altında kaldığını biliyoruz.
——————-

Mısır’ı bir de bizden okuyun!

Bulent_Esinoglu_yurduma_can_feda

Bülent ESİNOĞLU

Mısır’da gerici bir kalkışma, ilerici bir halk tarafından bastırılmıştır.

Ordular, halk hareketlerinde, güçlü olan yerden yana tavır almak zorundadır. Çünkü ordular da halkın bir parçasıdır. Evet Mısır’da iki taraf vardır. Birisi uluslaşmayı, çağdaşlaşmayı temsil etmektedir. Öteki taraf ise; ümmetleşmeyi, ortaçağı ve dinci gericiliği temsil etmektedir. Bu ortaya koyduğumuz olgu, elbette mutlak manada değildir. Her ilericiliğin içinde, bir gericilik vardır. Dünyanın her yerinde, demokrasi ve laiklik gelirken, ezerek ve mahkum ederek gelmiştir. Gericilik ezilmezse, zaten ne laiklik gelir, ne de demokrasi…

Mısır’da, beş çocuğundan üçü Amerikan vatandaşı olan Mursi, Ümmetçiliği, gericiliği temsil etmektedir. Eğer gericilik, akla ve laikliğe karşı kalkışma halindeyse, buna demokrasi talebi denilmez. Gericiliğe özgürlük, demokrasinin ilkesi olamaz. Ümmetcilik, eşitliğin karşısındaki bir örgütlenme biçimidir. Gericilikte eşitlik yoktur. Zaten bu sıfatı kazanmasının nedeni eşitsiz ilkelere sahip oluşundandır. Çünkü ümmetçilikte hiyerarşiyi belirleyen, eşit olup olmamayı belirleyen, dinsel lidere yakın olup olmamadır.

Avrupa’daki Otuz Yıl Savaşları dinsel düzenden kurtulup, dünyevi düzene ulaşmak için yapılmıştır. Kilise ile halk arasındaki bir kavgadır. Kiliseden iktidarı almak o kadar kolay olmamıştır. Bu kavganın sonunda, Batıda önce laiklik sonra demokrasi gelmiştir. Din ve devlet işlerini ayırmaksızın ilerleme olmaz.

İslam ülkelerinde dini gericiliğin ve bölücülüğün arkasında hep emperyalizm olmuştur.

Laiklik ve demokrasi ile elde ettikleri ilerlemeyi İslam ülkelerinden esirgemiştir. Batının dinci gericiliğin arkasında olması, Mısır’da olduğu gibi hep bölünmeleri getirmiştir. Batının Mustafa Kemal düşmanlığının nedeni de budur. Bugün iktidara yalakalıkta yarışan medya, Mısır’daki olaylara nesnel yaklaşmamakta, ümmetçilik gözlüğü ile bakmaktadır. Mısır’daki kavga; ümmetçilik mi iktidar olacak, yoksa laik anlayışın taraftarları mı iktidar olacak kavgasıdır. Bu kavgada bazen ilericiler, bazen gericiler kazanacaktır. Sonunda, dünyasal olan uhrevi olana galip gelecektir.

Hiç kimse, bize, ümmetçiliği demokratikleşme gibi yutturmaya kalkmasın.

Mısır’da yaşanan millet – ordu birlikteliğidir.

Demokrasi, gericiliği mahkûm ederek varılan bir yönetimdir.
15.8.2013, bulentesinoğlu@gmail.com