Etiket arşivi: Dr. Ahmet SALTIK – Mülkiyeliler Birliği Üyesi

“CHP taş taş üstüne koymadı” açıklaması ve gerçekler

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan:
“CHP taş taş üstüne koymadı” açıklaması ve gerçekler

Prof. Dr. Hakkı Keskin ile ilgili görsel sonucu

Prof. Dr. Hakkı Keskin
Siyasal Bilimci, Almanya ve Avrupa Parlamenter Meclisi eski Üyesi, 14.06.2018

28 Nisan 2018 tarihli TBMM gurup toplantısındaki konuşmasında AKP genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı kimliğiyle sayın Erdoğan, sanıyorum duyanları son derece hayrete düşüren, üzen ve öfkelendiren şu açıklamayı yaptı:

  • “CHP susuzluk, çöplük, hava kirliliği, tezek demektir. …
    Bunlar taş taş üstüne koymadılar. Biz istiyoruz ki bir şeyler ortaya koysunlar.”
     

Bu denli ağır hakaretleri içeren ve gerçekleri örtbas eden bir konuşma sanıyorum Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk olsa gerekir. 50 yılı aşkın bir süredir üniversite öğrencilik yıllarımı, 30 yıla varan öğretim üyeliğimi ve iki dönem milletvekilliğimi Almanya`da yapmış olmama karşın, Türkiye`deki siyaseti yakından izlemekteyim. Bu denli yetkili birinden böyle bir konuşma hatırlamıyorum. Ne Almanya ve ne de herhangi bir başka Avrupa ülkesinde, muhalefet partisine yönelik buna benzer ağır hakaretleri ve gerçek dışı söylemleri duymadım.

Bu konu beni çok büyük hayrete düşürdü ve derinden üzdü. 16 yıldır Türkiye’yi yöneten bir liderin bu sözleri söylemesine, bir bilim insanı olarak aşağıdaki yazımla yanıt vermeyi aynı zamanda  yurttaşlık görevim olarak görüyorum. 

Cumhuriyetin Kuruluş Yıllarındaki Türkiye’nin Durumu

…………………
……………………………

Osmanlı Devleti’nin Çöküşünün Hızlandıran Nedenler 

Kuşkusuz, Osmanlı Devleti bizim tarihimiz, geçmişimizdir. Ancak bu İmparatorluğun 16. yüzyıldan başlayarak hangi nedenlerden bu denli geri kaldığını, giderek yarı sömürge durumuna geldiğini ve sonunda da parçalandığını bilmek ve buna göre değerlendirme yapmak ve ders çıkarmak gerekir. 1535’te Fransa, 1580’de İngiltere, 1612’de Hollanda, 1617’de Avusturya, 1678’de Polonya, 1700’de Rusya ile yapılan ve bu ülkelere ticarette, kendi ülke girişimcilerine vermediği özel imtiyazlar  (ayrıcalıklar) tanıyan “Kapitülasyon” anlaşmaları, Osmanlı sanayisi ve ekonomisinin yıldan yıla çöküşünün temel nedeni olmuştur. İşin garibi, bu çöküş, İmparatorluğun en güçlü olduğu Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlamıştır. (AS: 1535, Fransa’ya lütfedilen ilk kapitülasyon..)

………………………….
……………………………

Mustafa Kemal Atatürk‘ün Osmanlı Geçmişinden çıkardığı Ders ve
CHP Döneminde yapılanların Özeti
 

Türk halkı, Mustafa Kemal ve kadrosu önderliğinde, tüm sömürge ülkelerine örnek olan Ulusal Kurtuluş Savaşımız kazanıldıktan ve Lozan’da Türkiye’nin bağımsızlığı kabul ettirildikten sonra, Atatürk esas savaşın, Ortaçağ düzeyinde geri kalmış, ekonomisi çökmüş, borçlu, yoksul, eğitimsiz Türkiye’yi, “Çağdaş ülkeler düzeyine çıkartmak” olduğunu söylemektedir. 

Bunun için kararlı ve hızlı bir tempoyla yepyeni bir siyasal anlayışla, tam bağımsız ve kendine yeter ekonomiyi, her alandaki altyapıyı, eğitimli ve sağlıklı bir nüfusu olan Türkiye Cumhuriyetini, ivedi olarak yaşama geçirime yarışı başlar.

Öncelikle halkın ve ülkenin günlük kitlesel gereksinimleri olan yiyecek, giyecek, temel sanayi ürünlerinin, ulaşım hizmetlerinin yerli üretimle karşılanması, kalkınma atılımında temel ilke olarak benimsendi. Gerekli yatırımları yapacak ulusal özel sermaye son derece yetersiz olduğundan, kısa süre sonra Devletçilik ilkesi benimsenerek, 5 Yıllık Kalkınma Planları çerçevesinde kollar sıvandı. İlk yıllarda gerekli hukuksal altyapının oluşması sağlandı ve hedefleri yerine getirecek banka, ticaret ve sanayi örgütlenme ağı kuruldu.
……………………….
………………………..

1929-1939 yıllarında sağlanan bazı ekonomik göstergeler 

Üretim\Yıllar 1929 1939 artış (%)
İplik üretimi (100 ton) 23 90 42
Şeker üretimi (1000 ton)  8 95 1,008
Çimento üretimi (1000 ton) 65        284     337
Krom üretimi (1000 ton) 16 183 1,044
Taşkömürü üretimi (1000 ton)      1,451     2,696      86
Elektrik üretimi (mil. kW saat)         106 253     233
Bakır üretimi (1000 ton)      561
Cam üretimi (1000 ton)     419
Kağıt üretimi (ton)     745
Türkiye sınırlarındaki demiryolu ağı (km)      4,000      7,326       55
Karayolu ağı (km)    29,636    41,600       41

1938’e gelindiğinde, yerli üretimle halkın ve ülkenin şeker, çimento, ağaç ürünleri, lastik, deri, bakır ve bakır ürünleri gereksinimi tümüyle; tekstil, kağıt, toprak ve seramik ürünleri ise çok büyük ölçüde karşılandı.

……………………..
……………………..

AKP hükümetleri 2002-2017 döneminin ekonomik göstergeleri: 

  • Ulusal gelir ortalama yılda % 4,8 olarak büyümüştür.
  • Enflasyon ortalama yılda % 10,4 olmuştur.
  • Türk Lirasının ABD Doları karşısındaki değeri 2003-2010 yıllarında 1,50 TL olarak kalması sağlandı. Ancak 2011’den sonra TL’nin $ karşısındaki değer yitiği her yıl artarak Haziran 2018’ de 4,50 TL oldu.
  • İşsizlik ortalama olarak yılda % 10,7 oldu. Gençlerde ise bu oran % 25`i aşmaktadır.
  • 2002’de 15 milyar $ olan dış ticaret açığı, 2017 sonunda 77 milyar Dolara çıkmıştır.
  • Türkiye’nin toplam dış borcu 2002’de 129,6 milyar Dolardan 2017 sonunda 453,2 milyar Dolara tırmanarak, ulusal gelirin %53,3’üne ulaşmıştır.
  • Türkiye’nin 1 yıl içinde 236,8 mılyar $ dış borç ödeme yükümlülüğü var. Döviz rezervlerinin büyük ölçüde azalması nedeniyle, örneğin yüz Dolarlık dış borç ödemesi için devlet kasasında yalnızca 60 Dolar bulunmaktadır (Mehtap O. Ertürk, Sözcü, 5.2018)..
  • AKP döneminde başta kamu iktisadi kuruluşları ve fabrikalar olmak üzere satılan devlet varlıklarından 65-70 milyar $ sağlanmıştır.
  • 16 yıllık AKP döneminde devlet varlıklarının satılmasından sağlanan bu geliri yapılan dış borca eklersek, toplam 523,2 milyar Dolar kaynak elde edilmiştir. Ayrıca Dolar kuru ortalamasıyla bu sürede toplam olarak 2,1 trilyon dolar vergi alınmıştır. Bu kaynağın nereye, nasıl harcandığının açıklanması ve bilinmesi gerekir.
  • AKP hükümetlerinin sürekli olarak övündükleri yolların, köprülerin, Avrasya tünelinin, 3. hava alanlarının yapılma maliyeti, Devlet varlıklarının satılmasından sağlanan 65-70 milyar Dolarla fazlasıyla yapılacağı inancındayım. En pahalı yatırımlar arasında yer alan Avrasya Tünelinin maliyeti 1,2 milyar Dolardır. Muhalefet partilerinin bu konuları ayrıntılarıyla araştırmaları gerekmektedir. Yukarıda ad ad sıralanan 1923-50 yıllarına dek yapılan fabrika ve kuruluşların ve 1950 sonrasında kamu varlıklarına ait kurumlar, fabrikalar, limanlar, madenler, AKP döneminde yıldan yıla çoğu yabancı firmalar olmak gerçek değerlerinin altında ve genellikle AKP’ye yakın firmalara satılmıştır. Günümüzde muhalefet partilerince yapılan yoğun eleştirilere karşın, şeker fabrikaları da satılmıştır. Buna karşın AKP döneminde devlet tarafından yeni bir fabrika açılmamıştır.
  • 2002’de hane halkı borç yükünün, hane halkı harcanabilir gelirine oranı %4’ten 2015’te %51`e ulaştı. Çalışanlar, gelirinin yarısını bankalardan aldıkları borçlara ödemekte (Sözcü, 30.5.2018). Bu dönemde gelir dağılımındaki adaletsizlik ve dengesizlik daha da artmıştır. OECD ülkeleri arasında gelir dağılımı adaletsizliğinde Türkiye ilk 3 ülke arasında yer almaktadır. Türkiye`de 2016 sonunda yüksek gelirli nüfusun % 20`si ülke gelirinden %47,2 pay alırken, en düşük gelir dilimindeki %20 nüfus (16 milyon) ise toplam gelirden %6,2 pay alabilmektedir.
    ===================================================Dostlar,

    Saygın bilim ve siyaset insanı Prof. Dr. Hakkı Keskin‘in değerli ve kapsamlı çalışması 10 sayfayı aşkın bir emek ürünü..
    Yukarıda bir ölçüde paylaştık..
    Tümünü okumak için lütfen tıklayınız.. ve de paylaşınız..

    RTE’nin CHP tas tas üstüne koymadi savı ve gerçekler HAKKI KESKİN

    Sevgi ve saygı ile. 21 Haziran 2018, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

FETÖ’nün İlhan Selçuk Cinayeti

FETÖ’nün İlhan Selçuk Cinayeti 

Konuk yazar : Lütfü Kırayoğlu

Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) 15 Temmuz 2016 tarihinde giriştiği ABD patentli darbe girişimi sonrasında değişik illerde açılan davalarla yargılanıyor. Davaların ne denli sağlıklı yürütüldüğü Türk hukuk tarihini yazanlarca değerlendirilecek. Açılan yüzlerce dava arasında İlhan Selçuk cinayetini ortaya çıkarmaya yönelik bir soruşturma yok. Tamtyersine son günlerde İlhan Selçuk’un ölümüne neden olan “Ergenekon” tertibini yeniden canlandırmaya yönelik girişimler var.

1961 Anayasasının getirdiği özgürlük ortamında yeniden fışkıran Türk aydınlanmasının en etkili gazeteci ve yazarları İlhan Selçuk, 21 Haziran 2010’da aramızdan ayrıldı. Her ne denli ölüm nedeni kayıtlara “çoklu organ yetmezliği” olarak geçse de FETÖ adı verilen ihanet örgütünün bir cinayeti olarak akıllarda kaldı.

İlhan Selçuk, 1960’lar sonrasında görülen her gerici ve baskıcı hareketin doğrudan hedefleri arasında oldu. Hem de ilk sıralarda. Bu nedenle İlhan Selçuk’un katledilmesi FETÖ adlı ihanet şebekesi açısından bakıldığında “isabetli” bir cinayetti. Nitekim İlhan Selçuk’un ölümü Türkiye Cumhuriyeti açısından da, yaşamını adadığı Cumhuriyet gazetesi açısından da büyük bir savrulma döneminin başlangıcı oldu.

İlhan Selçuk, dalgalar halinde gelen “Ergenekon” tutuklamalarının en büyük dalgasının gerçekleştiği 21 Mart 2008’de sabaha karşı evi basılarak gözaltına alındı. Gözaltına alınan öbür aydınlarımızın pek çoğu tutuklanırken, İlhan Selçuk’u yaşı ve sağlık durumunu da dikkate alarak tutuklamaya cesaret edemediler. Ancak 2 gün sonra serbest bırakılan İlhan Selçuk bir daha eski sağlığına kavuşamadı. Uzun süre hastanede tedavi gördü. Bir süre yazılarına devam etse de bir yıl sonra tekrar hastalanarak kısmi felç geçirdi. Bir daha da düzelemedi ve 21 Haziran 2010’da aramızdan sonsuza dek ayrıldı. Koparılıp alındı gerçekte…

İlhan Selçuk göz-altılara, tutuklamalara, yargılamalara alışıktı. Ancak İlhan Selçuk, kahrından öldü. O’nu kahrından öldüren daha sonra “kumpas” olduğu iktidar tarafından da itiraf edilen “Ergenekon” davasında örgüt yöneticisi olduğu iddiasıydı. Davanın en çarpıcı iddiası ise, örgüt “yöneticilerinin” Cumhuriyet gazetesine bomba “attırmış” olmasıydı. Bir başka ifade ile Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı, gazeteye yaşamını adamış insan, kendi gazetesine karşı bombalı saldırı yaptırmakla suçlanıyordu. 12 Mart döneminde Ziverbey köşkündeki kontrgerilla karargâhındaki işkencelere göğüs geren İlhan Selçuk, bu iğrenç suçlamaya dayanamadı.

İlhan Selçuk, 50 yıl boyunca Türk aydınlarının ellerinde bayrak gibi gezdirdiği gazetenin bilge köşe yazarıydı. Öyle ki, 12 Mart döneminde ve 1990’lı yıllarda Cumhuriyet gazetesi yolundan saptırılıp ele geçirildiğinde okurları tarafından terk edilmiş, bu sayede yeniden İlhan Selçuk ve dava arkadaşlarının gazetesi olabilmesi için ilginç bir destek görmüştü.

İlhan Selçuk’un aramızdan çekilip alınması ile Cumhuriyet gazetesi bir kez daha yayın ilkeleri konusunda tartışma konusu haline geldi. İlhan Selçuk yazıları ile yalnızca Cumhuriyet gazetesinin değil, Türkiye Cumhuriyetinin de hangi rotada ilerlemesi gerektiği konusunda da yol göstericiydi.

İlhan Selçuk “Ergenekon” soruşturması kapsamında göz-altına alınıp serbest kaldıktan bir süre sonra, 21 Şubat 2009’da kendini sorgulayan ve şimdi kaçak olarak yurt dışında bulunan Zekeriya Öz hakkında “Öz’ün Laf-ı Güzafı” başlıklı bir yazı yazmış ve Öz’ü daha o gün yargılamıştı. Selçuk şu satamayı yapıyordu:

“Ne yazık ki Zekeriya Öz bu mantıkla ya da mantıksızlıkla hiçbir yere varamaz; savcımızın geleceği pek parlak görünmüyor…
Ergenekon’da birinci iddianame bir hukuk faciası…
“İddianamede Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hukuku değil, AKP iktidarının guguku geçerli…
“Ya ikinci iddianame ne zaman çıkacak?..
“Diyorlar ki:
– Zamanlama, ayarlama, koordinasyon tamam…
– Nasıl?..
– 2’nci iddianame, AKP’nin işine yarasın diye, yerel seçim öncesi piyasaya sürülecek…
1) Ergenekon tertibi daha ilk aşamasında çıkmaza saplanmış, daha şimdiden çökmüş,
adaletsizlik ve hukuksuzluk anıtına dönüşmüştür…
2) 2450 sayfalık iddianame ve 400 klasörlük dava, hukuk ve yasalarla bağdaştırılması olanaksız bir romanın hiç bitmeyecek tefrikası içeriğindedir…
3) Yeni iddianameler de ilk iddianameye dayanacakları için daha şimdiden içi boşalmış bir davanın yeni ürünleri olmaya mahkûmdurlar…
4) Tutukevlerinde iddianameleri ve davaları bekleyen, kimlikleri toplumca çok iyi bilinen ve tanınan zanlılar daha ne kadar süre demir parmaklıklar arkasında tutulabilirler?..
Zekeriya Öz Cumhuriyet’e ne anlama geldiği belli olmayan iki tümcelik ‘tekzip’ yolluyor…;
Oysa oturup kendisini gün geçtikçe daha çok sarıp sarmalayan koşulları düşünmeli…
Savcı Öz’ün hukuku ve yasaları hiçe sayıp çiğneyen uygulamalarına karşı, sayıları gittikçe artan Ergenekon sanıkları da elbette haklarını yasal yollardan arayacaklardır…
Her bugünün bir yarını var…”

Zekeriya Öz ve destekçileri elbet bir gün hesap verecek. İşte o gün Türk aydınlanmasının bilge yazarı İlhan Selçuk’un sözünü ettiği “yarın” gelmiş olacak.

İlhan Selçuk’un anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.
====================================

Değerli dostumuz Sn. Lütfü Kırayoğlu’na, bu vefa dolu, bizim de paylaştığımız içerikli yazısı için teşekkür ediyor; AYDINLANMA BİLGESİ İlhan ve Turhan Selçuk kardeşleri şükranla anıyoruz.

İlhan ve Turhan Selçuk ile ilgili görsel sonucu

Cumhuriyet gazetesinin Mustafa Kemal Paşa‘da bu yana gelen çizgisini korumasını diliyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 21 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Aşı Karşıtlığı

SAĞLIK YAZILARI / DR. CAVİT IŞIK YAVUZ

Aşı Karşıtlığı

Ülkemizde de aşı yaptırmama konusunda dikkat çekici bir artış var. 2016’da çocuklarına aşı yaptırmayan aile sayısı 11 bin iken, 2017 yılında bu rakam 23 bine çıkmış durumda.

Aşı tartışması giderek alevleniyor. Aşı yaptırma konusunda yayılan kaygılar, korkular ve karşıt tutumlar bulaşıcı hastalıklarla mücadeleye zarar verecek noktaya gelmiş gibi görünüyor. Aşıyla korunulabilir bulaşıcı hastalıklar için endişeler ve bu hastalıkların sayıları artıyor. Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Direktör Yardımcısı Nedret Emiroğlu’nun ifade ettiklerinden anlaşılan, Avrupa’da bir kızamık salgınının kol gezdiği:

Avrupa ülkelerinin üçte ikisinde kızamık ortadan kalkmış olsa da bölgedeki bazı ülkelerde geçen yıl büyük kızamık salgınları gözlemledik. Bu yılın ilk iki ayında Avrupa Bölgesi ülkeleri toplam 11 bin kızamık vakası bildirdi. Hastalığın daha çok yayılmasını önlemek ve aşılanma oranlarını artırmak amacıyla bu hastalıklardan etkilenen ülkelerle sıkı bir işbirliği içinde çalışıyoruz”.

Ülkemizde de aşı yaptırmama konusunda dikkat çekici bir artış var. Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Başkanı Prof. Dr. Alpay Azap’ın yaptığı açıklamaya göre, 2016’da çocuklarına aşı yaptırmayan aile sayısı 11 bin iken, 2017 yılında bu rakam 23 bine çıkmış durumda.

Konuyla ilgili uluslararası tartışmalar da yoğunlaşıyor. Öyle ki bilim insanları “halk sağlığının en büyük kazanımlarından birisi olan aşılar, nasıl oldu da anne ve babaları korkutan tıbbi bir işleme dönüştü?” diye soruyorlar.  Aşıya ilişkin bu tartışmalarda üç başlığın öne çıktığını görüyoruz: Aşı konusunda tereddüt edenler, aşıyı reddedenler ve aşıya karşıt olanlar. (Ayrıntılar için bakınız; Aşı Reddinin Bağlamı ve Sonuçları. Feride Aksu Tanık, Toplum ve Hekim 2018/2.sayı).

Konuyu ilk olarak “Dinin Siyasallaştırılması ve Sağlık” başlıklı dosyada Prof. Dr. Feride Aksu Tanık’ın “Aşı Reddinin Bağlamı ve Sonuçları” başlıklı yazısıyla  gündeme getiren Toplum ve Hekim Dergisi 2018 yılının üçüncü sayısını da bu konuya ayırdı ve bir aşı karşıtlığı dosyası hazırladı .

Dosyada yer alan sekiz yazıda aşı karşıtlığı çeşitli yönleriyle inceleniyor. Dosyanın sunuş yazısında konunun piyasa ve piyasalaşma faktörünü göz ardı etmeksizin ele alındığı belirtiliyor. Bu perspektifle ilk yazı da bu konuda: “Bağışıklamayı Kim Tehdit Ediyor: Aşı Karşıtları? Aşı Piyasası? (Şafak Taner). Yazıda aşı karşıtlığının bilimsel temellere dayanmadığı ancak aşının piyasalaşması ve piyasa dinamiklerine bırakılmasının güvensizlik ve endişe ortamı yarattığı vurgulanarak piyasalaşma üzerinden bu ortamın oluşumu inceleniyor.

Aşı Karşıtlığı (Alp Aker) başlıklı yazıda aşı karşıtı fikirlerin medyada ve internette özellikle sosyal medya aracılığıyla hızla yaygınlaştığı buna karşı mücadelenin bilimsel temelli argümanlar yanında farklı stratejiler de gerektirdiği belirtiliyor.

Aşı Karşıtlığının Tarihçesi (Melike Yavuz) başlıklı yazıda aşı tarihçesi ele alınırken karşıtlığı oluşturan gelişmeler ve süreç de inceleniyor. Bu karşıtlığın gerek tarihsel gerek sınıfsal farklılıkları vurgulanıyor. Sık Rastlanan Aşı Karşıtı İddialara Yanıtlar (Işıl Arıcan) yazısında, özellikle sosyal medyada sıklıkla rastlanılan aşı karşıtı savları ayrıntılı olarak irdelenerek bu savların aslını ortaya koymak ve özellikle “aşı karşıtı” aileleri ikna etmek isteyen hekimlere bir kaynak oluşturmak amaçlanıyor.

Ebeveynlerin (AS: anababanın) Aşı Kararı (Hatice İkiışık) başlıklı yazıda anne babaların aşı konusunda yaşadığı çekinceleri aşmanın önemli yollarından birinin “Aşıları tavsiye eden ve yöneten sağlık çalışanlarına, aşılarını sağlayan sisteme, aşı programlarına karar veren politika belirleyicilerine güven ve medyada yer alan aşılarla ilgili farklı türdeki bilgiler” olduğunun altı çiziliyor.

Otizm ve Aşılar Arasında Bir İlişki Var mı? (Işık Karakaya) aşıyla ilgili en çok dillendirilen endişe kaynağı olan aşı-otizm ilişkisine ilişkin araştırmaları ve yayınları özetlerken Aşı Karşıtlığının Toplumsal Sonuçları (Alpay Azap) başlıklı yazıda aşı karşıtlığına bağlı düşen aşılama oranları nedeniyle oluşan salgınlara dikkat çekiliyor.

Dosyanın son yazısı ise Aşılanmama, Aşılatmama ve Türkiye’de “Aşı Reddi” Tartışmasına Kısa Bir Katkı (Muzaffer Eskiocak) başlığında. Yazıda “Bilimin ve modern tıbbın toplum sağlığına en önemli katkılarından bağışıklama hizmetleri, neoliberal hegemonyanın bilime, kurumlara ve yaşama yönelik saldırısından etkilenmekte” olduğuna dikkat çekiliyor ve aşı oranlarının düşmesiyle salgın endişelerinin dile getirilmeye başlandığı bir ortamda Türkiye’de 2010 yılından bu yana kızamık hastalığının bir şekilde gündemde olduğunu rakamlarla ve aşılama oranlarıyla ortaya koyuyor.

Kırk yaşındaki dergi Toplum ve Hekim’in bu özel dosyası için yazıların özetlerine, eski sayıların içeriğine ve abonelik bilgilerine derginin web sayfasından ulaşabilirsiniz. (CIY/HK)

Yazar : Cavit Işık Yavuz
Tıp doktoru, Halk Sağlığı ve Çevre Sağlığı Uzmanı. 1993’te Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Halk Sağlığı Uzmanlığı ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Çevre Sağlığı uzmanlığı eğitimleri aldı. Türk Tabipleri Birliği’nin çeşitli Kol ve yayın organlarında çalışıyor.
==============================================
Dostlar,

Ne yazık ki sorun sür – dü – rü – lü – yor..
Anayasa Mahkemesi’nin 2 davada bireysel başvuruculara zorla aşı yapılamayacağı / tersinin hak ihlali olacağı kararından sonra “aşı reddi” her yıl birkaç yüz bile olmazken 23 binleri aştı 2017’de. Sağlık Bakanlığından “tık” yok.. Bu sitede çok yazdık sorunu. Tek maddelik bir yasal düzenleme sorunu çözmeye yeterli..

Ama AKP iktidarı bunu yap – mı -yor! Çocuklarımız aşısız kalıyor.  Yalnız aşılanmayan çocuklar değil tüm toplumun sağlığı tehlikeye atılıyor.

Böylesi ağır bir sorumluluğun gereğini yapmamak için herhalde istisna bir iktidar, AKP iktidarı olmak gerek..

Yazıklar olsun..

TOPLUM ve HEKİM Dergimizin 40. yılında bu önemli tırmanan AŞI KARŞITLIĞI sorunu özel konu – özel sayı yapan meslek örgütümüz Türk Tabipleri Birliği’ne ve dosyaya emek veren meslektaşlarımıza, sevgili Cavit’e teşekkür ederiz..

Sevgi ve saygı ile. 21 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Büyüme ve sonrası

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır.)
Geçen haftaki yazımı borçlanmaya dayalı büyüme konjonktürünün artık geçerli olmadığı tespitinden hareketle, “bu koşullar altında dünya kapitalizminin nihai borçlanıcısı’ ve governörü IMF’nin elindeki reçeteler ne kadar etkin olabilir” sorusuyla bitirmiştim. Geçen haftadan bu yana Türkiye özelinde bu soru 2018’in ilk üç ayına ilişkin milli gelir ve büyüme istatistiklerinin yayımlanmasıyla daha anlam kazandı.

TÜİK’in verilerini anımsayalım: Türkiye ekonomisi 2018’in ilk çeyreğinde %7.4 büyümüş. Söz konusu büyümenin ardında özel tüketim harcamalarındaki sıçrama çarpıcı: %11. Yatırım harcamaları da %9.7 artış göstererek milli gelirin talep yönlü bir ivmelenmeye dayalı büyüme içinde olduğunu belgeliyor. 
Toplam talepteki bu ivmelenme ise yurtdışı kaynak bağımlılığını daha da artıran bir biçimde gelişmiş; Türkiye’nin toplam ithalatı %22 artmış; deyim yerindeyse, resmi çevrelerce büyük övgüyle dile getirilen “büyüme rekoru” sloganını gölgede bırakmıştır. Bunun sonucunda dış ticaret açığı son on iki ay boyunca birikimli olarak 70 milyar dolara, cari işlemler açığı (toplam dış açık) ise 57 milyar dolara yükselmiştir. Bu rakam güncel kur ile dönüştürüldüğünde milli gelirimizin %6.5’ine ulaşmaktadır. AKP ekonomi idaresi yakın geçmişte ulusal ekonomi için 3 adet %5 hedefi dile getirmekteydi. Büyüme, enflasyon ve cari açığın milli gelire oranında yüzde 5! Anlaşılan o ki, büyüme temposu seçim konjonktüründe hedefin üzerine pompalanarak çıkarıldığında, enflasyon hedefi (son veri %12; ÜFE’de ise %20) ve cari işlemler oranı hedefi (%6.5) ile ulusal ekonominin tüm dengelerini bozmuştur
Bu nedenle ekonomik büyüme istikrarsız ve sürdürülemez niteliktedir.
***
Yazımızın başında yer alan soruya dönersek; Türkiye ekonomisinde istikrarsız yapının çözülmesi ve bozulan dengelerin yeniden kurulması için yakın gelecekte (büyük olasılıkla seçim sonrasında) ulusal ekonomide ciddi bir daralma ve emek- sermaye ilişkilerinin yeninden yapılandırılması gerekecektir. Bu dönüşümü finanse etmek ve yönlendirmek için IMF ile yeni bir stand by programına ihtiyaç duyulması olasılığı yüksektir. 
Ancak burada IMF’nin geleneksel stand by unsurlarının etkin olacağı konusunda ciddi kuşkular mevcuttur. Zira, hepimizin yakından bildiği üzere, geleneksel IMF programlarının ana özelliği kamu açıklarının kapatılmasına, ücret ve maaşların geriletilmesine dayalı daraltıcı politikalar içermesidir. Bu politika demeti geleneksel olarak kamu sektörü ağırlıklı aşırı borçlanma ve bütçe açığından kaynaklanan makroekonomik istikrarsızlık sorunlarıyla ilgilidir. Oysa gerek Türkiye, gerekse Arjantin ve birçok gelişmekte olan piyasa ekonomilerinde ana sorun, özel sektörün aşırı borçlanma güdüsünden ve finansal sistemin denetimsizliğine dayalı aşırı şişkinleşmesinden kaynaklanmaktadır. 
2009 ve sonrası bize finansal sistemdeki aşırı dalgalanmaların ve varlık fiyatlarındaki aşırı şişkinleşmenin getirdiği özel borçlanmaya dayalı talep dalgalarının, makroekonomik istikrarsızlığın ana ögelerini oluşturduğunu göstermiştir. Finansal istikrarı sağlamaya yönelik reçeteler ise kapitalizmin 21. yüzyıldaki rant ve spekülasyona dayalı birikim mantığına aykırı düşmektedir. IMF’nin ve ana akım iktisat anlayışının hayali kapitalizm modellerinin tıkandığı nokta da tam burasıdır.
==================================
Evet dostlar,

Sayın Prof. Yeldan gibi yine Bilkent Ekonomi bölümünden bir başka hocamuz Sn. Prof. Dr. Refet Gürkaynak son derece ciddi uyarılar yapmakta.. (http://ahmetsaltik.net/2018/06/16/kriz-kacinilmaz-canimiz-yanacak/)

Fırtına seçimden sonra.. Kaçınılmaz fırtınanın kopacağı kesinleştiği için AKP=RTE, seçimleri neredeyse 1,5 yıl öne çekmek zorunda kaldılar. Kazanabilirlerse -ki çoook zor görünüyor- o yapay tazelenmeyle yarattıkları çok ağır çok yönlü bunalımı çözmeye çabalayacaklar.. Sorunu yaratanlar, çözümü de üretecek nasıl olacaksa!?

Olan orta ve alt gelir dilimlerine olacak. faturayı üstlenecekler gene.. Ciddi düzeyde yoksullaştırılacağız AKP = RTE’nin yine Prof. Yeldan’ın deyimiyle akıl ve bilim dışı güdümlü ekonomi politikaları (!?) yüzünden..

Hiç ama hiç akıllanacak gibi gözükmüyorlar oysa.. Şimdi de ABD ile danışıklı Kandil – Münbiç senaryosunu pazarlamak, seçimde “oy”a dönüştürmek gibi mide bulandıran manevralar içindeler.. Dileriz bu halk kendisini bunca aşağılayan – aklıyla alay eden hatta aptal yerine koyan siyaset bezirganlığını ve bezirganlarını bağışlamayacaktır…

Eğer 24 Haziran / 8 temmuz’da “at” bir kez daha, hile hurda dahil bir yolunu bulur ve Üsküdar’a geçerse; çıra gibi yanacağımızın resmi ve belgesidir görünenler.

15,5 yılda iki trilyon dolar dolayında ulusal kaynağı heba ettiniz, faize – ranta – yandaşa – inşaata gömdünüz ve fahişe – dar’ül harp alanı gibi gördüğünüz caaanım memleketimizi – halkımızı iflasın eşiğine sürüklediniz. Sınırsız kul hakkı yediniz.

Dilimizin ucundan dökülüyor, tutamıyoruz; Allah belanızı versin, eminiz verecek de!

Sevgi ve saygı ile. 20 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

AKP’nin Gitme ‘vakti’!

Gitme ‘vakti’!

Yakup Kepenek

AKP’nin gitmesini gerektiren çok, ama çok önemli nedenler var; hukukun üst yönetimini tümüyle kendisine bağımlı kılması; düşünce ve ifade özgürlüğünü baskı altına alması; üniversiteleri YÖK eliyle öğütmesi; dış politikada yalnızlaştırdığı ülkeyi iç barış sürecinden de iyice uzaklaştırması. 
Bunlara iki büyük olumsuzluk daha eklenebilir; siyasal ve ekonomik istikrarsızlık.

Siyasal belirsizlik 
Anımsanacağı gibi, parlamenter düzenden tek kişi yönetimine geçilmesinin ana gerekçesi siyasal istikrar sağlanacağıydı. Tek başına ülkeyi Kasım 2002’den bu yana yöneten AKP, tam bir çelişkili tutumla, siyasette istikrar arıyordu! 
Ancak AKP’nin, şimdilerde yaptığı açıklamalarından anlaşılıyor ki, yeni rejim özünde istikrarsızdır; önceki dönemlere kıyasla çok daha büyük bunalımlara gebedir. Erdoğan, eğer kendisi CHS (AS: “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denen dünyada örneği olmayan ucubenin kısaltması) Başkanı seçilir, içinde yer aldığı Cumhur İttifakı Meclis’te 301 kişilik çoğunluğu sağlayamazsa, B ve C planlarının hazır olduğunu açıklamıştı. Geçen günlerde Cumhurbaşkanlığı başdanışmanlarından Mehmet Uçum“Seçim çoğunluğunu biz alamazsak seçimler tekrarlanabilir” sözleriyle konuya açıklık getirdi, böyle bir durumda “sistemin tıkanacağını”, bunu önlemek için yeni seçimlere -elbette milletvekili seçimlerine- gidileceğini açıkladı (Cumhuriyet, 7 Haziran). Meğer Erdoğan’ın B ve C planları, istediği sonuç alınıncaya kadar milletvekili seçimlerinin yenilenmesi anlamına geliyor! 
Milletvekili seçiminde istediği çoğunluğu alamayacağı kamuoyu araştırmalarına göre neredeyse kesin olduğuna göre siyasal istikrarsızlıktan kaçınmanın yolu, Erdoğan’ın seçilmemesidir.

Ekonomik tıkanmışlık 
AKP’nin yanlış politikalarının sonucu olarak döviz gelirleri yetersiz kalıyor; büyüme sağlıksızdır ve emekçi kesim eziliyor. 

Ekonominin toplam döviz gelir-gider farkı ya da cari açık yıllık 57 milyar dolar. Dış borç anapara ve faiz ödemeleriyle birlikte 2018’de döviz gereksinimi 240 milyar dolardır. Hukuk sisteminin evrensel kurallara göre işlememesi; yandaş sermaye oluşturma yanlışı; rüşvet ve yolsuzluklar ekonomide güven ortamını yok ediyor; yabancı sermaye ve döviz girişi çok sınırlı kalıyor; yerli sermayenin ülkeden çıkışı hızlanıyor; TL dolar karşısında sürekli değer yitiriyor.  AKP, bu yılın ilk çeyreğinde ekonominin %7.4 oranında rekor düzeyde büyümesiyle övünüyor. Bu büyüme oranının asıl kaynakları hanehalklarının ağır biçimde borçlanarak tüketime yönelmeleri; faiz indirimi ve diğer desteklerle inşaat sektöründe sağlanan çok aşırı şişkinliktir ki sürdürülemez! 

AKP sermayenin partisidir.

DİSK’in 29 Mayıs tarihli “AKP Döneminde Emek” adlı kapsamlı raporunda açıklandığı gibi AKP iktidarında: 

  • Sendikal hak ihlalleri devam etti; gerçek sendikacılık zayıflarken yandaş sendikacılık büyüdü; 200 bine yakın işçinin grevi yasaklandı; iş hukuku esnetildi; güvencesiz çalışma yaygınlaştırıldı; taşeron uygulaması yaygınlaştı; sosyal güvenlik hakları tırpanlandı; emeklilik güçleştirildi ve emekli aylıkları düşürüldü; milli gelir artışı asgari ücrete yansımadı; gelir dağılımı bozuldu; kiralık işçilik yasalaştırıldı; iş davalarında zorunlu arabuluculuk sistemi getirildi; gelir dağılımı bozulmaya devam etti; işsizlik arttı; bütün kamu işletmeleri satıldı; en adaletsiz vergi olan dolaylı vergilerin oranı 2000 yılında %59’dan 2017’de %65’e çıkarıldı; vergiler çalışana ve tüketiciye yüklendi; iş cinayetleri tırmanmaya devam etti; OHAL uygulamasıyla çalışma hakkı ortadan kaldırıldı; 140 bine yakın çalışan ve kamu görevlisi hukuksuz biçimde işten atıldı. 

Daha ne olsun? AKP’nin iktidardan gitme vaktidir.
==============================================

Dostlar,

Mükemmel bir yazı.. Tek sözcük eklemeye yer ve gerek yok!
Teşekkür eder kutlarız Sn. Ekonomi uzmanı Prof. Yakup Kepenek hocamızı..

Sevgi ve saygı ile. 20 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com

CUMHURBAŞKANI ADAYLARINA ÇİFTÇİ SORULARI

CUMHURBAŞKANI ADAYLARINA
ÇİFTÇİ SORULARI

Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı ile ilgili görsel sonucu

Konuk yazar : Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı
mustafa.kaymakci68@gmail.com

Cumhurbaşkanı Adaylarına Ekonomi-Politik Sorular” adlı yazımda; Cumhurbaşkanı adaylarına “İşsizlik, yoksulluk, gelir dağılımındaki dengesizlik gibi sorunlarımız hangi “ekonomi-politikalar “dan kaynaklanıyor ve Siz,anılan sıkıntıları hangi ekonomi-politikalarla aşacaksınız?” gibi sorular sorulması gerektiğini belirtmiştim.

İşsizlik, yoksulluk, gelir dağılımındaki dengesizlik gibi sorunlarla birlikte ortaya çıkan gıda maddelerine pahalıya erişim de en güncel sorunlarımızın başında geliyor.

Nedeni şu; çiftçi para kazanamıyor, kazanamadığı için tarımsal üretiminde önemli düşüşler yaşanıyor.

Tarımda Manzara-i Umumiye Ne?

Son 10 yıl içinde tarım yapılmakta olan alanlarda 2.6 milyon ha’lık azalma olmuş. Bir başka deyişle toplam tarım topraklarının %10’dan fazlası ekilememiş. Üretici sayısı da  %23 azalmış ve üretim düşmüş.

Çare olarak tarımsal ithalat patlama yapmış durumda. Türkiye, son 14 yılda 18 milyar dolarlık tahıl, 17 milyar dolarlık pamuk lifi, 37 milyar dolarlık yağlı tohum ve türevleri ve  3.5 miyar doları geçen bakliyat ithal edilmiş. İthalat yapılan ülke sayısı 126‘ya ulaşmış.

Hayvan sayısında da hem miktar hem de nüfus başına önemli azalma olmuş. Türkiye kırmızı et ithalatında sürekli bağımlı ülke durumuna  gelmiş.

Bir başka olumsuzluk, tarım deseninin değiştirilmesinde gözlemleniyor. Kimi çiftçiler tarım desenini değiştirmek zorunda kalmışlar.

Dolaysıyla bizi doyuran ve giydiren tarım sektörü giderek en önemli ve en sorunlu sektör olmuş.

Bu bağlamda “Cumhurbaşkanı Adaylarına Çiftçi Soruları” yaşamsal  bir öneme sahip. Belki de bir beka sorunu.

Cumhurbaşkanı Adaylarına Çiftçi Soruları

  • Tarımsal desteklemeler, Tarım Yasası’nın temel ölçütleri düzeyinde gerçekleştirilecek mi? Tarım Yasası’nın bu hükmü neden uygulanmıyor?
  •  Çiftçilerin borçlanması, neden özel bankalara yönlendirildi? Ziraat Bankası ya da Tarım Kredi Kooperatifleri işlevlerini neden yitirdi?
  • Tarımsal girdilerden alınan KDV ile Özel Tüketim Vergisi ne zaman düşürülecek?
  • Tarımsal amaçlı kooperatifleri güçlendirici yasalar ne zaman çıkarılacak? Üreticiler neden sanayici ol(a)muyorlar?
  • Kooperatifler, ürünlerini aracısız olarak pazarlayamazlar mı? Bu konuda kooperatiflere gerekli olanaklar niçin sağlan(a)mıyor?
  •  Kırsal kesimde örgüt fazlalığı hatta örgüt kirliliği ne zaman sonlanacak? Kurulan örgütlerin işlevleri neden karıştırıldı?
  •  Tarım topraklarının yabancı ya da yabancı denetimli bankalar tarafından alınmasını engelleyici yasalara gereksinme duyuyor musunuz? Bu konuda bir sınırlama getirilecek mi?
  • Topraksız ve az topraklı köylüler için örgütlenme temelinde toprak reformu konusu gündeminizde var mı?
  • Türkiye lider durumda olduğu fındık, üzüm, kayısı gibi ürünlerde uluslararası borsaları neden kuramıyor?
  • Çiftçilere tohum ve damızlık üreten devlet tarım işletmeleri neden satılıyor? Bunların korunarak geliştirilmeleri olası değil mi?
  •  Tohumculuk Yasası, Şeker Yasası, Tütün Yasası gibi üretici ve tüketicilerin aleyhine olan yasaları değiştirmek istiyor musunuz?
  •  Mazot, gübre, yem gibi girdi fiyatları Batı ülkelerine göre neden kat kat fazla? Girdi fiyatları artarken çiftçi eline geçen ürün fiyatları neden düşüyor?
  • Özelleştirilen Tarımsal Kitler hakkında neler düşünüyorsunuz?

Bu soruların kimilerini yanıtlayanlar var.
Ancak sorunun temel çözümü, salt girdi fiyatlarının düşürülmesinden geçmiyor.
Konuyu bütün olarak ele almak gerekiyor.

Çiftçiler aldıkları yanıtlara göre oylarını yönlendirsinler derim.
================================================

Değerli dostumuz, Ege Üniv. Ziraat Fak. öğretim üyesi (E) Sayın Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı‘ya önemli yazısı ve paylaşımı için teşekkür borçluyuz.

O’nun emekliliği salt biçimsel ve yasa gereği..
Aynı hız ve üretkenlikle ülkemize – bilime katkı vermeyi sürdürüyor..

O, bir Cumhuriyet Türkiye’si aydını..

Sevgi ve saygı ile.
17 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı, AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
profsaltik@gmail.com         www.ahmetsaltik.net

Şehir hastanelerinde skandallar zinciri-1

Şehir hastanelerinde skandallar zinciri-1:
Usulsüzlüğü ortaya çıkarınca görevden alındı

Sayıştay, Şehir hastanelerinin yolsuzluklarını raporlaştırdı

Alican Uludağ  Cumhuriyet, 16 Haziran 2018 (internet)

[Haber görseli]Tüm devlet kurumlarını denetleyen Sayıştay, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu’nun (TKHK) 2017 yılı hesaplarını denetlemek için de 10 kişilik bir heyet oluşturdu. Başkanlığını Kenan Koçak’ın yaptığı heyet, bu kapsamda TKHK’ye bağlı olan Isparta, Mersin, Adana, Yozgat şehir hastanelerini de denetledi. Nisan 2018’de, ana gövdesini şehir hastanelerinin oluşturduğu bir rapor hazırlayan heyet, şehir hastanelerinde yapılan onlarca usulsüzlük bulgusu tespit etti. rapor , söz konusu usulsüzlüklerin gerekçesini yanıtlanmak üzere kamu idaresine gönderildi. Raporda AKP’nin en gözde projelerine ilişkin usulsüzlük tespitleri yapılması, iktidarı rahatsız edince heyetin başkanı Kenan Koçak görevden alındı. Cumhuriyet, henüz TBMM’ye gönderilmeyen ve kamuoyuna açıklanmayan  Başkanlığı’nın “şehir hastaneleri”ni de kapsayan denetim raporunu ele geçirdi.

Varlıklar kaydedilmedi

Raporun en dikkat çeken bölümleri, şehir hastanelerini inşa ederek işletmesini alan şirketle yapılan sözleşmedeki “usulsüzlükler” oldu. Raporda, hizmete giren şehir hastanelerine ait varlık ve yükümlülüklerin kayıt edilmediği, devlet tarafından şirkete yapılan “kira ödemelerinin hatalı muhasebeleştirildiği” ve “muhasebe içi envanter işlemlerinin yapılmadığı” vurgulandı. Raporda, muhasebe kayıtlarının, mevzuata uygun yapılmaması sonucunda; aktif mahiyetteki 25 Maddi Duran Varlıklar ile pasif mahiyetteki 30/40 Kısa/Uzun Vadeli İç Mali Borçlar hesap grupları ve faaliyet sonuçları hesaplarının, “gerçek ve fiili durumu göstermediği”ne dikkat çekildi.

Bakanlık gizledi

Raporda, bu hastanelere ait sözleşmelerde atıf hataları yapıldığı, mahiyeti belirsiz hükümler bulunduğuna işaret edildi. Şehir hastanelerinin yapım işleri ve işletme döneminde hizmet alımlarının Kamu İhale Kurumu’ndan muaf tutulduğu anımsatılan rapora göre, şehir hastaneleri sözleşmesi, ana metin ve 30 adet ekten oluştu. Sayıştay, raporunda şehir hastanelerine dair sözleşmelerin işletilmesinin Kamu Hastaneleri Kurumu’nun sorumluluğunda olduğu hatırlatıldı. Bu çerçevede TKHK’den şehir hastanelerine ait sözleşme ve eklerini talep ettiğini belirten Sayıştay, kurumun söz konusu dokümanların örneklerini sınırlı şekilde sunabildiğinin altını çizdi. Raporda “Bu nedenle, söz konusu eksik bilgi ve dokümanların temini Sağlık Bakanlığı’ndan yazılı olarak talep edilmiş ancak yanıt alınamamıştır” notu düşüldü.

Sözleşmede belirsizlik

Kamu Hastaneleri Kurumu’nda bulunan sözleşme ile şehir hastanesindeki sözleşme örnekleri arasındaki farklılıkların neler olduğu anlatılan raporda, TKHK tarafından denetim ekibine sunulan Yozgat Şehir Hastanesi’e ait sözleşme nüshasında 66 ve 67’nci maddelerinin yer almadığı, ancak mahallinde temin edilen sözleşme nüshasında bu maddelerin bulunduğu ifade edildi. Mahallinden temin edilen Yozgat Şehir Hastanesi’ne ait sözleşme örneğinde, 66’ncı maddenin “Masraflar ve Giderlere” ilişkin olduğu, 67’inci maddenin ise “Uygulanacak hukuk”u düzenlediği ifade edilen raporda, “Denetim ekibine sunulan sözleşme nüshası ile mahallinde bulunan sözleşme nüshasının farklı olması, hangi sözleşmenin uygulamaya esas olduğu konusunda belirsizliğe sebep olmaktadır” denildi. Sözleşmede değişiklik prosedürünü düzenleyen Ek-22’nin madde metinlerinde hatalı atıflar bulunduğu belirtilen raporda, ekler arasında tutarsızlıklar bulunduğu, “Söz konusu Ek’in 1’inci bölümünde “nitelikli değişiklik” tanımında yer alan “Sözleşme’nin 32.4’üncü maddesi uyarınca Yöntem Beyanları’ndaki herhangi bir revizyon nitelik değişimi olarak değerlendirilmeyecektir” ifadesi ile neyin kastedildiği tam olarak anlaşılamadığı ifade edildi, “Değişiklik prosedüründe bu şekilde belirsizlikler oluşu, sözleşme değişikliklerinde hukuki ihtilaflara sebep olabilir.” denildi.

İdareden habersiz

Raporda, şehir hastanelerine ilişkin ihaleler bitip sözleşmeler imzalandıktan sonra sözleşmede, sözleşme eklerinde ve sözleşme bedelini oluşturan unsurlarda yapılan değişikliklerin yetkili makamlar tarafından yapıldığının ve usulüne uygunluğunun tespit edilemediği anlatıldı. Şehir hastaneleri sözleşmeleri ile uygulamadaki sözleşmelerin farklı olmasının sebebinin de sonradan sözleşmelerde yapılan bu değişikliklerin olduğunu tespit eden Sayıştay , bu konuda bakanlıktan yanıt istedi. Sayıştay , bu talebi sırasında Bakanlık ile “Sözleşmelerin ihale sonuçlandırıldıktan sonraki halleri, şu anda uygulanmakta olan halleri ve bu iki hal arasındaki dönemde yapılan değişiklikler idareden yazılı ve sözlü olarak istenmesine rağmen cevap alınamamıştır” bilgisini paylaştı.

Şartnameleri de sakladılar

Faaliyette bulunan şehir hastanelerine ilişkin olarak çeşitli tarihlerde imzalanan sözleşme ve eklerinin, 26 Ağustos 2014 tarihinde toplu olarak tadil edildikleri ve bu değişiklikten bağımsız olmak üzere başka tarihlerde de değişikliklere uğradıklarının anlaşıldığı aktarılan raporda, değişiklikler şöyle açıklandı: “Sözleşme kapsamında yapılacak ödemelerin yöntemini belirleyen sözleşme ekli ‘ödeme mekanizması’ başlıklı Ek-18’de yapılan tadil veya tadiller sonucu, sözleşme kapsamında yapılacak ödemelerin hesaplama yöntemlerine ilişkin esaslı değişikliklerin yanı sıra, ihale kapsamındaki isteklilerin teklif unsurlarından olan ‘toplam sabit yatırım tutarı’, ‘Kullanm bedeli’ ve ‘hizmet ödemeleri’ne esas tutarlarda da değişiklikler yapıldığı anlaşılmaktadır. Yukarıda sayılanlar dışında hangi unsurlarda değişiklikler yapıldığı ise, idareden istenen belgeler denetim ekibine teslim edilmediği için tespit edilememiştir.” Sözleşmede değişiklik yapılmasına ilişkin olarak, ihale ilanının yapıldığı tarihte bir mevzuat hükmü bulunmadığına dikkat çekilen raporda, “Bu nedenle sözleşmelerde değişiklik yapılmasına ilişkin usul ve esasların ihale şartnamelerinde yer aldığı düşünülmekte ise de şartnamaler istenmesine rağmen denetim ekibine teslim edilmediği için sözleşmelerde yapılan değişikliklerin usulüne uygun olup olmadığının tespiti yapılmamıştır” belirlemesine yer verildi.

Yargı devre dışı

Sayıştay, “tahkim yerine ilişkin hükümlerin, sözleşmelerin imzalandığı tarihte yürürlükte olan kanuna ve şu an yürürlükte bulunan yönetmeliğe uygun hale getirilmediği”ni vurguladı. Sözleşmenin eki olan “Finansman Sağlayanların Doğrudan Anlaşması”ndan kaynaklanan veya ona ilişkin her türlü ihtilafın tahkim yerinin Yozgat, Isparta ve Adana şehir hastanelerinde Londra; Mersin Şehir Hastanesi’nde ise İstanbul olarak belirlendiği kaydedilen rapora göre, sözleşmelerin imzalandığı tarihte, 6428 sayılı Sağlık Bakanlığı’nca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması Hakkında Kanun’un 4’üncü maddesinin (11) fıkrası, “Sözleşmenin uygulanması sırasında taraflar arasında doğabilecek hukuki ihtilaflarda Türk hukuku uygulanır ve ihtilafların çözümünde Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri görevli ve yetkilidir. Ancak, taraflar ihtimalin esasına Türk hukukunun uygulanması ve davanın Türkiye’de görülmesi kaydıyla ihtilafın Milletlerarası Tahkim Kanunu çerçevesinde çözümlenebileceğini kararlaştırabilirler” şeklinde düzenlenmişti. Ancak “davanın Türkiye’de görülmesi” ifadesi 27 Mart 2015 tarihli 6639 sayılı kanun ile yürürlükten kaldırıldı.

Çelişkilerin altı çizildi

Raporda bu durum şöyle eleştirildi: “Buna rağmen aynı hüküm 9 Mayıs 2014 tarihinde yayımlanan ‘Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınmasına Dair Uygulama Yönetmeliği’nde halen bulunmakta ve yürürlükte yer almaktadır. Kanundaki değişiklik yönetmeliğe yansıtılmamıştır. Yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri 2017 yılında faal olan şehir hastanelerine ilişkin sözleşmeleri, ihale ilan tarihinin kanunun ve yönetmeliğin yürürlük tarihinden önce olması nedeniyle, kapsamasa da Yozgat, Adana ve Isparta şehir hastanelerine ilişkin sözleşmelerin Ek-6’da yer alan tahkim yerinin Londra olduğuna dair hükmün, o tarihte yürürlükte olan kanun hükmüne ve halen yürürlükte olan yönetmelik hükmüne aykırı olduğu değerlendirilmektedir.”

25 yıl boyunca hasta garantisi

“Sağlıkta devrim” yaptıklarını iddia eden iktidar partisi, 2013 yılında %70 dolulukla “hasta garantisi” vererek şehir hastaneleri projesini yürürlüğe soktu. Şehir hastanelerinin, kamu-özel işbirliğiyle yapişlet- devret modeliyle yapılması için 21 Şubat 2013’te Meclis’ten kanun çıkarıldı. İhaleyi alan şirket, şehir hastanesini yaptıktan sonra 25 yıl boyunca işletecek, devlet de bu kapsamda şirkete kira ve ayrıca hizmet bedeli ödeyecek. 25 yılın ardından şehir hastanesi kamuya devredilecek. Şu ana kadar 4 şehir hastanesi açıldı. Bunlar; Isparta, Mersin, Adana, Yozgat şehir hastaneleri. Otel konforunda denilerek açılan hastanler şehir dışına inşaa edildi. Bu nedenle hastalar için ulaşım eziyete dönüştü.

Yaklaşık 30 şehir hastanesi daha açmayı planlayan hükümet, 2018 yılı içinde Kayseri, Ankara-Bilkent, Manisa, Elazığ ve Eskişehir’deki hastanelerini faaliyete geçirecek. 2020’ye kadar da Ankara- Etlik, Konya(Karatay), Bursa, Kütahya, Tekirdağ, Gaziantep, İzmir Bayraklı, İstanbul Başakşehir ve Sancaktepe ile Şanlıurfa şehir hastanelerinin faaliyete geçmesi planlanıyor.

İdare aleyhinde değişiklik uyarısı

Şehir hastanelerine ait sözleşme ve eklerinde, ihale bitip sözleşme imzalandıktan sonra yapılan bazı değişikliklerin idare aleyhinde olduğu belirtilen raporda, “ihale tarihinde yürürlükte olmayıp şu anda yürürlükte olan mevzuata aykırı bazı sözleşme hükümlerinde ise idarenin değişiklik yapma hakkını kullanmadığı değerlendirilmektedir” denildi. Bu konuda şu tespitlere yer verildi: “Personel giderlerinin, toplam maliyet içerisinde az yer kapladığı, hizmetler için ödenecek fiyat farkının, yurt içi fiyat endeksleri yerine, yurt içi fiyat endeksleri ile asgari ücret artış oranından fazla olanı üzerinden hesaplanması yönünde bir değişiklik yapıldığı görülmektedir. Şehir hastaneleri sözleşme ve eklerinde, fiyat farklarının hesabına asgari ücret değişim oranının da etkisi olduğuna dair bir hüküm yokken, mahallinde yapılan denetimlerde, asgari ücretin de fiyat farkı hesabına etkisinin olduğu bir yöntem kullanıldığı görülmüştür.

Sorumlulara konunun sorulması üzerine, sözleşme eklerinde, bazı hizmetlere ilişkin fiyat farklarının hesabında, yurt içi fiyat endeksleri ile asgari ücret artış oranından yüksek olanının dikkate alınacağı yönünde değişiklik yapıldığı bilgisi denetim ekibine aktarılmıştır. Bedeli parça başı hesaplanan çamaşırhane, yemek hizmetleri ve atık yönetimi gibi hizmetlerde fiyatlamaya esas parçaların maliyetinin sadece belli kısmını oluşturan asgari ücretin fiyat farkının tek ögesi olarak dikkate alınması sakıncalıdır. Özellikle TPN ve HBYS gibi teknolojiye dayalı ve ağırlıklı olarak makine ve teçhizatların kullanıldığı, personel giderinin hizmet bedeli içinde az yer kapladığı hizmetler ile temizlik hizmetinde olduğu gibi, malzemeler içinde de ödeme yapılan hizmetlerde kullanılan malzemeler için de asgari ücret oranında fiyat farkı hesaplanması hakkaniyete aykırı olduğu gibi sözleşme taraflarının çıkarlarının dengelenmesi açısından da tutarsızlık arz etmektedir.”
====================================
Dostlar,

Cumhuriyet‘ten Sayın Alican Uludağ‘ın bu değerli ve önemli yazı dizisini bizim de yorum ve katkılarımızla sitemizde paylaşacağız. Bu sitede konu hakkında onlarca yazı yayınladık, konferans konuşmalarımızın youtube kayıtlarını ve power point yansılarını paylaştık. Bir bölümünün erişkesi (linki) hala web sitemizin manşetinde..

Yineleme pahasına birkaç önemli olguyu hoşgörünüzle bir kez daha paylaşalım :

  • Şehir hastaneleri UTANÇ VERİCİ BİR KİTLESEL – TOPLUMSAL HARAÇTIR!
  • ŞEHİR HASTANELERİ AÇIKÇA KÜRESEL SERMAYEYE KAPİTÜLASYONDUR ve Lozan Anlaşmasına da aykırıdır!
    CB adayları ve siyasal partiler bu temaları halka işlemek iktidardan hesap sormak zorundadır! İktidar değişikliğinde bu küresel talanın durdurulacağı sözü halka verilmelidir.
  • AKP’nin Haziran 2003’ten bu yana 15 yıldır dayattığı SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROGRAMI IMF – Dünya Bankası dayatmasıdır; özgün adı Health Transformation’dur.
    Şehir Hastaneleri talanı, bu kökü dışarıda gayrı milli planın 2. aşamasıdır.
  • AKP’nin sağlık politikası asla yerli – milli değildir; kendisine dikte edilmiştir.
  • AKP iktidarı, sağlıkta da bu küresel soygun politikalarının taşeronudur!
  • Oysa Erdoğan, nasıl oluyor da, “biz yerli ve milliyiz” diyebilmektedir!? Utandırıcıdır!
    devamı : http://ahmetsaltik.net/2018/06/15/saglik-sistemi-insan-onurunu-hice-sayiyor/

Sevgi ve saygı ile. 17 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

EROĞAN’a 5 SORU

EROĞAN’a 5 SORU…

Rıfat Serdaroğlu

Rifat Serdaroğlu
E. Devlet ve Sağlık Bakanı

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türkiye, gerçek demokratik bir ülke olsaydı ve 24 Haziran seçimlerine olağan bir ortamda gidebilseydik, sıradan bir seçim yapıyor olacaktık.

Cumhurbaşkanı adaylarından birini ve partilerden veya ittifaklardan birini, kimin daha iyi hizmet edeceğine inanıyorsak onu seçiyor olurduk.
Fakat Türkiye, AKP ve Erdoğan tarafından öyle bir noktaya getirildi ki, seçimler Erdoğan için “Ölüm kalım meselesi”, Türk Milleti için kelimenin tam anlamıyla bir “Kader seçimi” haline geldi…

Böyle hassas bir ortamda seçime gidilirken Erdoğan, gerçek gazetecilerin değil de maaşlı elemanların çanak sorular sorduğu programları seçiyor. Sonucunda ise Erdoğan’ın izlenme oranları da “Gelinim olur musun?” veya “Hülya Avşar ile sohbet” programlarının bile çok gerisinde kalıyor…

Halbuki, Erdoğan’a şu soruları sorabilsek ve o da yanıtlasa, beraberce reyting rekorları bile kırabilirdik!

Neden BOP Eşbaşkanlığı görevini kabul ettiniz? BOP öncesinde bölge ülkeleri ile ilişkilerimiz nasıl idi, şimdi nasıl? Bu projenin şu ana kadarki bölümünde, “Demokrasi getirilen” (!) ülkelerde toplam kaç erkek, kaç kadın, kaç çocuk öldürüldü? Kaç kişi evini-yurdunu bırakıp göç etti? Kaç kişi Ege ve Akdeniz mezarlığına gömüldü? Bu konuda aldatıldınız mı?

PKK ile yapılan “Çözüm Sürecini” kim dayattı? Çözüm süreci sırasında kaç km tünel kazıldı? Kaç km barikat yapıldı?
“Akil İnsanlarınız” ne oldu? Mesela Baş Akil Rifat Hisarcıklıoğlu nerede? Dolmabahçe İttifakı imza töreninden sonra çözüm sürecinden neden vazgeçildi? Sonrasında kaç asker, kaç polis, kaç sivil öldü? Kaç ev-dükkan-ibadethane yıkıldı. Bu sürecin ülkeye maddi maliyeti ne kadar oldu?
Çözüm sürecinde de aldatıldınız mı?

FETÖ, devletin içine nasıl sokuldu? Ordu-Yargı-İdarede FETÖ örgütlenmesine kim izin verdi? FETÖ’nün uluslararası bir suç örgütüne dönüşmesi için, devlet başkanlarından kim ricacı oldu? FETÖ’nün darbe yapacak bir güce ulaşması için, Ordunun üst kademesinde örgütlenmesinde ve bir devlet kadar ekonomik güce kavuşmasına kim sebep oldu?
Necdet Özel ve Hulusi Akar ne işler yaptılar?
Bunlar da sizi aldattı mı?

IŞİD denen örgütün Türkiye sınırları içinde toplanmasına, kamplar yapmasına, Askerlik Şubesi gibi savaşçı toplamasına, otobüslerle Irak-Suriye’ye gönderilmesine kim izin verdi? Yaralanan cihatçıların Türkiye’deki hastanelerde ücretsiz tedavi edilmesine, iyileşince tekrar savaşa gönderilmesine kim izin verdi? Şu an bu katillerden kaç tanesi Türkiye sınırları içinde?
Yine mi aldatıldınız?

Türkiye’de tam olarak kaç Suriyeli var? Bunlardan kaç tanesi savaşabilecek yaşta? Kaçı kadın, kaçı çocuk, kaçı 40 yaş üstünde?
Suriyeliler için şimdiye kadar toplam kaç lira harcandı?
Bu harcanan paraların hesaplarını kontrol etmek mümkün mü?
Suriyeli gençler nasıl oluyor da, üniversitelere sınavsız girebiliyor?
Her Suriyeliye verilen aylık 930 TL limitli Halkbank gıda kartından, neden yoksul Türk vatandaşlarına vermiyorsunuz?
Bu kaçaklardan kaç tanesi Türk Vatandaşı oldu? Kaçı oy kullanabiliyor?
Ya bunlar da size oy vermeyip, aldatırlarsa?

Gördüğünüz gibi ciddi bir devletin anında yanıt vereceği sorular bunlar!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti binlerce yıllık geçmişi olan ciddi bir devlet olduğuna göre, her şey kayıt altındadır ve açıklanabilir durumdadır!

Değerli Okurlar;

Milyarlarca Dolar ve Avro’nun sıfırlanmasından,
servetlerden,
hırsız Bakanlardan ve onların veletlerinden,
MAN adasından ve Malta belgelerinden,
Katar’dan, Malezya’dan, Hong-Kong’dan,
villalardan, gemiciklerden,
rafineri ve petrol şirketlerinden,
hastaneler zincirinden, (AS: Şehir hastaneleri talanı ve kapitülasyonu!)
konaklardan… 

söz etmedik.

Sorularım tümüyle devleti ilgilendiren ve kayıt altında olması gereken konulardan oluşmakta.

Erdoğan’da mangal gibi yürek olduğu iddia ediliyor. Hatta adamları ona “Delikanlı” veya “Reis” diyorlar. Reis lakabını kazanmış bir delikanlının böyle basit sorulara elbette ki verilecek yanıtı vardır.
Bizler, Türk Milleti olarak, Reis’in bu açıklamalarını can kulağıyla dinleyeceğimize ve reytingleri patlatacağımıza, hatta Acun’un Sörvayvır programını bile geçeceğimize söz veriyoruz.

Hadi açıklayıver, şaşırt bizleri Reis!

Sağlık ve başarı dileklerimle. (13.6.18)
==================================================

Dostlar,

Bravo Sayın Rifat Serdaroğlu…

İşte bunları yazdığınız, yurttaş olarak soru sorma – bilgi edinme hakkını kullandığınız için Reis’e “hakaret” etmiş oluyorsunuz korkarız!

Bu yüzden hapis cezası bile aldınız.. Oh olsun size, az bile (!!)!

Acı şakası bir yana, Sn. Serdaroğlu’na asliye ceza mahkemesinde verilen 11 ayı aşkın hapis cezasının üst yargıda (istinafta…..) bozulacağı ve Türkiye’de YARGIÇLARIN TÜKENMEDİĞİ görülecektir – gösterilecektir umuyor ve diliyoruz..

Geçtiğimiz günlerde biz de Erdoğan’a 10 soru yöneltmiştik (10.6.18)   :

1- Senin hiç öngörü (projeksiyon) hesapların yok mudur?
2- Bunca ağır, boyunu çooooook aşan borçlanmayı neden yaptın?
3- Haydi olağanüstü borçlandın; bu kaynağı hangi döviz getiren üretken yatırımlarda kullandın?
4- Borç servisi için, o da yapabilirsen – bulabilirsen, fahiş faizle ve kritik ödünlerle borçlanma dışında hangi seçeneğin var?
5- Sen bu işin sonunu hiç düşünmedin mi?
6- Üstelik ekonomistim diyorsun, diplomanı bir türlü göremedik ama, ‘kandırıldım’ da diyemezsin bu durumda..
7- Daha kritik bir soru : Ekonomi yönetimi, başdanışmanlar içinde bu öngörüyü (projeksiyonu) yapabilecek tek bir adam yok mu? Varsa sana uyarı yapılmadı mı? Yapıldı ise niye dinlemedin?
8- Örn. Ekonomiden sorumlu Başbakan Yrd. İngiliz vatandaşı Mr. Mehmet Simsek’in yıllardır işin başında olarak bu yıkımı – çöküşü görememesi olanaklı mı? Göremedi ise diplomalarını yırtmayı ve emekliye ayrılmayı düşünür mü? Gördü ise ve hala kamuflaj ile meşgulse bu ‘misyon’ un adı nedir ve acil yaptırımı ne olacaktır / ne olmalıdır??!!
9. Hala kendinizi ve halkımızı, dünya kamuoyunu yanıltmayı (!) sürdürecek misiniz?
10. Artık bırakıp gitmeye ve hiç olmazsa ülkeyi enkaz ile başbaşa bırakmaya ne dersiniz?

(Tümü için tıklayınız.. http://ahmetsaltik.net/2018/06/10/borc-ekonomisi/)
*******

Sevgi ve saygı ile. 17 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ÇİFTÇİYE MAZOT DESTEĞİ

ÇİFTÇİYE MAZOT DESTEĞİ KONUSUNDA BİLGİ NOTU (Mazot Desteği Dosyası)

Mahmut ESEN
E. Mülkiye Başmüfettişi

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

1-Cumhurbaşkanı adaylarından Muharrem İnce, çiftçilere tarımsal faaliyetlerinde kullanacakları mazotun litresini 3 TL’den vereceği vaadinde bulunmuştur.

Bu vaat üzerine; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı A. Eşref Fakıbaba yaptığı açıklamada :

2018 yılından bu yana çifçilerin kullandıkları mazotun yarısının Devlet tarafından ödenmeye başlandığını, bu bağlamda  çiftçilerin kullandıkları mazotun 2,35 TL’ye karşılık geldiğini belirtmiştir.[i]

2-5488 sayılı Tarım Kanun’unda çiftçilere yapılacak (doğrudan gelir / fark ödemesi / telafi edici ödemeler / hayvancılık destekleri / kırsal kalkınma destekleri vb.) destekler ayrıntılı olarak belirtilmiştir.

Bu yasa uyarınca bütçeden ayrılacak kaynağın, gayrisafi millî hasılanın % 1’inden az olmaması gerekmektedir.

Tarımsal destek bağlamında merkezi yönetim bütçelerinden; 2017’de 12,7 milyar TL harcama gerçekleştirilmiş, 2018 bütçesinde ise 14,5 milyar TL ödenek ayrılmıştır.

Tarımsal destek için harcanmış / ayrılmış bu miktarların; aynı yıllara ait GSYİH tahminlerinin, ancak % 0,4’leri düzeyinde kaldığı görülmektedir.

3-Doğrudan gelir destekleri kapsamında çiftçilere mazot desteği de verilmektedir. Çiftçilere yapılacak mazot desteğinin usul ve esasları (AS: ilke ve yöntemleri) her yıl Bakanlar Kurulunca yeniden karara bağlanmakta ve R.G.’de yayımlanmaktadır. Ayrıca Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca konuya ilişkin ayrıntılı hükümleri içeren bir Tebliğ de çıkarılmaktadır.

Bu düzenlemelere göre sisteme kayıtlı çiftçilere, destek kapsamındaki tarım ürünlerinin üretiminde kullanılan mazot için alan (AS: ekim alanı) bazlı destek ödemeleri yapılmaktadır. Baz olarak ele alınmış hububat ürünleri için dekar (AS: Dönüm, 1000 m2) başına 2017’de 13,49 TL, 2018 için 15 TL mazot desteği öngörülmüştür.

Çiftçilere destek ödemeleri ekim ve hasattan sonra (bir yıl gecikmeli) yapılmaktadır.

Çiftçilere mazot desteği bağlamında merkezi yönetim bütçesinden toplam olarak, 2017’de 700 milyon TL, 2018’de 1,9 milyar TL harcama yapılmıştır.

Ödemelerinin (transferlerin) gerçekleştiği fiili tarihler (Şubat/2018) üzerinden yapılacak bir hesaplamaya göre; 2017 yılındaki üretimi için hububat çiftçisine dekar başına ödenen 13,49 TL destek, (13,49/5,80=2,43) 2,32 TL / 1 Lt mazota karşılık gelmektedir. Oysa hububat üretiminde dekar başına asgari 8 (Lt) mazot tüketildiği bilinmektedir.

Böylelikle çiftçilerin hububat üretiminde tükettikleri motorinin yaklaşık 1/3’ünün  desteklenebildiği anlaşılmaktadır.

Bir başka anlatımla mazot desteğinden yararlanan hububat çiftçilerinin kullandıkları motorinin (Lt) fiyatı 4,11 TL’ye gelmektedir.

Bu yüzden Sayın Fakıbaba’nın, ödemelerin bir yıl gecikmeli yapılmasını ve hububat üretiminde dekarda 8 (Lt) üzerinde motorin tüketildiğine ilişkin yerleşik hesaplamaları[ii] göz ardı ederek; çiftçilere mazotu 2,35 TL’den verdikleri şeklindeki açıklamaları / hesaplaması gerçeği yansıtmamaktadır.

Öte yandan 2018 yılında yapılan / yapılmakta olan 1,9 milyar TL destek ödemesi ile 327,5 milyon litre mazot alınabilmesi olanaklıdır. Oysa  çiftçilerimiz tarımda yıllık olarak ortalama 3.5 milyar litre mazot kullanmaktadır. Bu yüzden tarıma sağlanan mazot desteğininin yalnızca %9,4 oranında kaldığı görülmektedir.

Gıda, Tarım ve Hayvanclık Bakanlığının 2007 yılı verilerindeki tarımda kullanılan mazot miktarını 1,3 milyar Lt olarak gösteren rakam esas alınsa bile, sağlanabilmiş mazot desteğinin oranı % 25’i geçmemektedir.[iii]

Mazottan alınan yüksek oranlı vergiler dikkate alındığında, çiftçilerimize sağlanmış desteğin, mazotu alırken ödedikleri vergileri bile karşılayamadığı anlaşılmaktadır.

Öbür yandan, çiftçilerimize mazotun 3 TL üzerinden verilmesi ve tarımda kullanılan tüm mazotun destek kapsamına alınması durumunda; bu yıl için ayrılmış 1,9 milyar TL ödenek yerine, (tarımda yıllık olarak ortalama kullanıldığı varsayılan) tüketim miktarlarına göre 3,6-9,8 milyar TL arasında değişen ödeme yapılması için, Bütçede öngörülmüş 65,9 milyar TL net borçlanma rakamının daha da artırılması gerekmektedir.

Değerli dostumuz E. Mülkiye Başmüfettişi Sayın Mahmut Esen‘in bu irdelemesi ders vericidir. İşte Mülkiye, bizim de mezunu olduğumuz SBF, böylesine bir seçkin bilim – eğitim kurumudur ve Sn. Mahmut Esen gibi nitelikli Mülkiye Başmüfettişleri yetiştirmektedir (temel eğitimi).

Öte yandan günlük siyasetçinin ne denli ucuz, matematikten uzak uluorta söylemler içinde olduğunu üzülerek izliyoruz. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı A.E. Fakıbaba bir Tıp Doktorudur (Atatürk Üniv. Tıp Fak. 1975 mezunu, genel cerrahi uzmanı). Meslektaşımız olarak kılı kırk yaran davranışlar içinde olması ve cerrah titizliği ile Bakanlığında bilimsel yönetim sergilemesini beklemek hakkımız değil midir? Düşsel (Ütopik) midir bu dileğimiz? Bizi geçelim, Bakan’ın kendisinin güvenilir – güncel sayısal verilere dayalı bilimsel siyaset – yönetim yükümü etik ve yasal olarak yok mudur?!

Sayın Mülkiye Başmüfettişi Mahmut Esen’in yaptığı 4 işlemdir. Karmaşık / ileri matematik değil yalın bir aritmetik söz konusudur. Yanı sıra, emek vererek mevzuat araştırması yapmıştır. Günceli doğallıkla izleyen Sayın Esen, aydın yurttaş – uzman kimliği ve sorumluluğu ile kamuoyunu aydınlatmak ve gerçekleri sunmak istemiştir. Emekliliği biçimseldir görüldüğü üzere..

Bilimsel nesnelliği ise ilkeli duruşuna omurgadır, gerçeğe erişimin pusulasıdır.

Öte yandan, geçelim yalın aritmetiği, ileri matematik kullanarak tarımsal üretimde, gıda gereksiniminde, dağıtımında…… bu alanın girdi ve çıktılarında matematiksel modellemeler yaparak sayısal karar verme tekniklerinin (quantitative decision making procedures) kullanılması artık çağımızda kaçınılmazdır.

Yaşamın her alanında olduğu gibi, Yönetimde de özellik ve öncelikle BİLİMSEL AKILCILIK biricik yol gösterici olmak zorundadır. Artık “Yöneticileri” analar doğurmamakta; nitelikli eğitim – araştırma – hizmet kurumlarında alın teri ile ve yıllarca emek ile İYİ YÖNETİCİ olunabilmektedir. Bu niteliğe erişmek, kişinin kendisine ve halkına – çağına karşı vazgeçilmez insansal (insani) sorumluluk, yükümlülük ve kazanılması gerek zorunlu bir erdemdir.

Sevgi ve saygı ile. 17 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

‘Kriz kaçınılmaz canımız yanacak”

Ekonomiye ilişkin karamsar tespitler:
‘Kriz kaçınılmaz canımız yanacak”

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) İktisat Profesörü Daron Acemoğlu Türkiye ekonomisi için, “Şu anda ekonominin negatife girmesi engellenemez boyutta. Umarım sistemik krizi görmeyiz. Ama bazı şirketlerin batması, işsizliğin artmasının önünü kapatamayacağız” yorumunu yaptı. Prof. Dr. Refet Gürkaynak da katıldığı medyascope yayınında “İdare ediyoruz idare ediyoruz, şimdi idare edemeyeceğimiz noktaya geldik. Şu anda yatırım yapılmamasının nedeni yüksek faizler değil, memleketin yaşanılmaz hale gelmesidir. Memlekette durgunluğun olduğu aşikâr. Canımızın acıyacağı kesin” dedi.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) İktisat Profesörü Daron Acemoğlu’na göre, şu anda ekonominin geldiği durumda bir kriz yaşamadan çıkmamız mümkün değil.

Medyascope.tv’nin yayınına Bilkent Üniversitesi’nden Prof. Dr. Refet Gürkaynak ile katılan Acemoğlu, “Şu anda ekonominin negatife girmesi engellenemez boyutta. Mucize şekilde bir çıkış mümkün değil. Eğitim düzeyinin yeniden yüksek kaliteye gelmesi kolay olmayacaktır. Umarım sistemik krizi görmeyiz. Ama bazı şirketlerin batması, işsizliğin artmasının önünü kapatamayacağız” dedi. Acemoğlu’nun değerlendirmeleri özetle şöyle:

* Şu anda yaşadığımız problemler daha önceden birikmiş olan dengesizliklerin bir sonucu. Burada kaliteli büyüme olmaması. Büyüme odaklarının yanlış taraflarda bulunması. Türkiye’nin son 10 yıldaki büyümesi üretkenliğe dayalı olmadı. Özellikle inşaat sektörü ve tüketim üzerinden gelen bir büyüme. Böyle büyümeler genelikle dengesizlikler yaratıyor. Bunları göz önünde bulundurmadan sanki şu andaki sorunları son günlerin ya da yabancı yatırımcının gelmemesine bağlamak doğru değil. Son 10 yıllık para politikalarının kötü sonucunu görüyoruz şu anda.

Yatırım artmalı!

* TL’nin değer yitirmesini durdurmak gerek. Enflasyonu denetim altında tutmak gerek. Türk ekonomisinin yapısını çok kapsamlı düşünerek doğru yatırımı nasıl artıracağımızı düşünmek lazım.

* Türkiye demokrasisi 15 Temmuz döneminde önemli bir sınav geçti. Ama onun arkasında gelen OHAL ise Türkiye demokrasisinin derinliğini yitirmesine neden oldu. Korku, kutuplaşma, özgürlüklerin azalması politikacıların üzerinde olan denetlemeninin etkisini kaybetmesi… OHAL tüm gücü tek elde topluyor.

Canımız acıyacak!

Prof. Dr. Refet Gürkaynak da “Şu yatırım yapılmamasının nedeni yüksek faizler falan değil, memleketin bayağı yaşanılmaz bir hale gelmesidir. Memlekette durgunluğun olduğu aşikâr. Canımızın acıyacağı kesin” dedi.

Memleketin şu andaki durumundan söz ederken iç karartmadan bahsetmenin mümkün olmadığına işaret eden Gürkaynak’ın değerlendirmesi şöyle:

* Döviz kurunun bu düzeylerde olmaması için enflasyonun denetim altında olması gerek, bunun için de Merkez Bankası’nın işini yapabilmesi gerekiyor. Sürekli idare edilecek adımlar atılıyor. İdare ediyoruz idare ediyoruz şimdi idare edemeyeceğiz noktaya geldik.

* Yargıyı boyunduruk altına almak yargı bağımsızlığını sağlamaktan daha zordur. Basını baskı altına almak, çıkın bildiğinizi konuşun demekten daha zordur. Bizim memleketimiz genel olarak ümitsiz olunmaması gereken bir memleket. Bu ülkenin insanları burada ve insanca yaşamak istiyorlar. (cumhuriyet.com.tr 14.06.2018)
==============================================
Dostlar, 

ÇOK YÖNLÜ CİDDİ BUNALIMDAN NASIL ÇIKARIZ?

Türkiye’nin içine sürüklendiği ağır bunalımın çok boyutlu olduğunu artık herkes açık açık görüyor, yaşıyor.. Namuslu – yansız bilim insanları ekonomik çıkmazı açıklıyor ama AKP – RTE hep bunların tersini söylüyor.. Gerçekleri öğrenmemiz is-ten-mi-yor.. Hep ama hep en vahşi biçimde sömürmek istiyor egemenler. Üstelik devr-i KüreselleşTİRme’de = yeni emperyalizm, finans – kapitalin kuyruğuna yapışan gayrı millileşmiş sermaye ile ortaklık – işbirliği içinde!

Çarşı – pazar alev alev.. Fiyatlar adeta roket hızıyla artıyor.. Birkaç gün önce karpuzun kg’ı 3 TL idi. 10 kg gelen irice bir karpuza 30 TL ödemek.. İtiraf edelim, bizim için hayal ötesi.. 1 kg kiraz 14, kavun 4 TL. Kaysı 9, ithal elma 14, yerli elma 8-9 TL.. Ulusal Paramızın simgesi olan 1 TL ortada yok. 1 TL’ye alınabilecek hemen hemen hiçbir şey kalmadı. Herhangi bir dolmuş, otobüs, vapur.. 1 TL’ye binmek artık epeydir hayal. Gözümüzün önünde görüp izlediğimiz, duyumsadığımız (hissettiğimiz) bir hızla yaşamın her alanı pahalılaşıyor.. 2,4 kg gelen bir kuzu but için 135 TL ödedik ki; kaç yemeğimize evde katık yapacağız. 3 hafta önce de 8 parça pirzolaya 65 TL (1 kg 84 TL) ödemek zorunda kalmıştık. Arabamızın 55 litre motorin deposu 300 TL altında dolmuyor, üstelik son birkaç haftadır önlenemeyen fiyat artışları, ÖTV’den özveri ile “henüz” tüketiciye yansıtılmıyor. Şimdiden 500 milyon TL’ye yaklaştı bu vergi yitiği. Seçim sonrası acısı kaçınılmaz olarak çıkacak, azalan devlet gelirleri zamlarla, vergi artışlarıyla, cezalarla ve de BORÇLANMA ile kapatılmaya çalışılacak..

Devlete vergi vermeyenler gene BORÇ verecekler..

15,5 yıldır Türkiye, insanlık tarihinde görülmemiş biçimde talan edilmekte. İktidar yandaşları zengin edilmekte, bir yandaş yüklenicinin utanmadan – küstahça söylediği üzere “..milletin a..na koyacağız.” projesi yürürlükte. Türkiye’de üretim neredeyse iğneden – ipliğe dış girdiye bağlı. 100 dolarlık dışsatım (ihracat) için 70-80 Dolar arasında dışalım (ithal) girdiye mahkumuz. Dolayısıyla döviz fiyatlarında en küçük yükselme acı bir maliyetle ülkenin sırtına biniyor. Temel hastalık burada! Üretimde dışalım ham – ara mal ve hizmet girdi payını düşürmek ve yerli – yerel kaynaklara dayandırmak zorundayız..

  • Çok tasarruflu bir yaşam sürmek zorundayız..
  • Milletin kör kuruşuna sahip çıkan dürüst – ahlaklı – erdemli – yetkin insan yetiştiren akılcı – bilimsel eğitim sistemine dönmek zorundayız!
  • Nedensiz zenginleşenlere varlıklarının kaynağını sormalıyız..

ULUSAL ÜRETİM SEFERBERLİĞİ! 

Bu da ancak ve ancak Kamu – Devlet öncülüğünde planlı karma ekonomi ile olur.
Başka reçete yok, başka reçete yok, başka reçete yok!
AKP ise tersini yaptı. Devletin nesi varsa 60-62 milyar dolara haraç – mezat sattı..
Başta inşaat, gösterişli ancak yeterince katma değer üretmeyen tüketim alanında yerli ve BORÇ ALINAN kaynaklar har vurulup harman savruldu. Yandaş milyonlar zengin edildi.
Şimdi borçlar çevrilemiyor..
Ama siyasetçi yalan söylemeye devam ediyor.. Kendi yarattığı faciayı “dış oyun” diye yutturmaya çalışarak gene mağduru oynamaya bakıyor. Ancak gene de sormazlar mı :

  • Sen 15,5 yıldır tek başına iktidarsın.. neden ülkeyi bu oyunlardan koru(ya)mıyorsun??

Halkımız YAKICI YAŞAM PAHALILIĞINI – VAHŞİCE YOKSULLAŞTIRILMAYI – ACIMASIZCA İŞSİZLİKLE TEHDİT EDİLMEYİ – SAHTEKARCA TERÖRLE KORKUTULMAYI – HUKUKSUZLUĞU – OHAL TERÖRÜNÜ – DİN SÖMÜRÜSÜNÜ..

asla hak etmiyor.. Bunları hepsi aşılabilir ve Türkiye’nin kaynakları talan edilmez ise tüm insanlarımıza insanca yaşayacak bir yaşam düzeyi sağlayabilir..

Sorun kötü yönetimde!
Sorun beceriksiz ve dürüst olmayan iktidarlarda..
Sorun; küresel kapitalizmin taşeronu iktidarların görevlerini yapmalarında!

Sana çok somut bir örnek eyyy yurdum insanı                    :

Bak, 2,5 günde kanyollarında (siz hala karayolları mı diyorsunuz?!) 37 kurban verdin Bayram günlerinde (16.6.18, 19:00).. Daha bitmedi.. Yüzlerce yaralı var ve onlarcası değişen düzeylerde engelli kalacak! Niye acaba? Hiç düşünmez misin sen? Kötü politikacının kader – fıtrat mı tuzağına düşecek misin? Hani Türkiye’nin 20 bin km’ye yaklaşan bölünmüş yolları? Yeni ve yetenekli otomobilleri? İçişleri Bakanlığı telaşecibaşı konumunda ve geçen yıla göre %13 azalma olmuş kazalarda; o da alınan önlemler sayesinde imiş.. Yiyecek misin yurdum insanı? Büyüklere masalları dinlemeyi ve kanmayı – kandırılmayı sürdürecek misin kan yollarında kurban olarak?

Peki ne yapılabilirdi ? TOPLU TAŞIMA canım kardeşim, TOPLU TAŞIMA.. 3 yanı deniz olan ülkede binlerce km kıyı şeridinde insan (hatta yük) taşımacılığı neden yok? Neden bölünmüş yollar yerine demiryolları ile toplu insan – yük taşımacılığı öne çıkarılmadı? 50 milyar dolar dolayında enerji faturası belimizi büküyor ve ağırlıklı olanı akaryakıt ürünleri.. Motorlu kara taşıtları 22,5 milyonu geçti, onlarca milyar dolar dışalıma ödedik, otomobil alıp borçlandın, şimdi banka kredini ödeyemiyorsun, benzin – motorin – otogaz cebini yakıyor değil mi? Yaa işte böyle yaşamın zehir olur, canından olursun – engelli kalırsın, sevdiklerini kurban verirsin yuvan yıkılır! Şakası yok, izlenen ekonomi – ulaşım – sağlık… politikaları işte böyle sana bedel ödetir! Seni ve ülkeyi, geleceğini ipotek altına sokar, hatta tutsak alır; sermayeye çalışırsın, köleleşirsin!
*****
Eyyyyyyyy halkım, artık gör lanetli oyunu!

Yanan – yıkılan – şehit / gazi veren – işsiz bırakılan, borç altında inletilen ve iflas eden, bunalıma girip canına kıyan, “a..na konulan” ve uyanmazsan hep “a..na konulan” sen olacaksın!

Uyan artık ölümcül gaflet uykundan.. 24 Haziran / 8 Temmuz’da bu yok oluşa “dur” demezsen, artık sen bilirsin.. Cehenneme giden yoldan önce son çıkış, anlıyor musun, görüyor musun??

  • İlk olarak, bize bu cehennemi kurgulu – kurgusuz yaşatan siyasal iktidardan kurtulmak elzem duyuyor musun?!! Üstelik dini siyasete alet eden, ALLAH İLE ALDATAN bunlar!

Sevgi, saygı, kaygı ama UMUT ile. 16 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    
profsaltik@gmail.com